Sağlık Bilimleri Enstitüsü / Health Science Institute
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11727/1393
Browse
33 results
Search Results
Item Yetişkin kadınların premenstrual sendrom, aşırı besin isteği ve besin ögesi alımlarının incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Şahin, İlayda; Olcay Eminsoy, İremBu çalışma premenstrual sendroma sahip olan kadınların aşırı besin isteği ve besin ögesi alımlarının incelenmesi amacıyla planlanmıştır. Çalışma, Ankara‘da Şubat-Mart 2024 tarihleri arasında özel bir kliniğe başvuran 18-40 yaş arası 56 gönüllü birey üzerinde yürütülmüştür. Çalışmaya katılan kadınlar, premenstrual sendrom ölçeği kullanılarak premenstrual sendromu (PMS) olan (çalışma grubu, n:28) ve olmayan (kontrol grubu, n:28) olarak iki grubu ayrılmıştır. Katılımcılara sosyodemografik özellikleri, beslenme alışkanlıkları, menstruasyon geçmişleri, aşırı besin isteği, luteal faz, menstruasyon ve foliküler fazlardaki antropometrik ölçümleri ve 24 saatlik geriye dönük besin tüketim kaydı içeren anket uygulanmıştır. Çalışma ve kontrol grubunun yaş ortalamaları sırası ile 24.7±4.49 ve 28.7±7.78 yıl olduğu belirlenmiştir (p>0.05). Çalışma grubundaki kadınların menstruasyon fazlarına göre BKİ ortalamaları sırasıyla 22.2±3.86, 22.1±3.81 ve 22.1±3.94 ve kontrol grubundaki kadınların ise 22.8±3.90, 22.9±3.86 ve 22.7±3.89 kg/m2 olarak bulunmuştur. Kadınların PMS olma durumları ile luteal dönemde, menstruasyonun 2. gününde ve foliküler fazdaki BKİ ölçümleri arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık görülmemiştir (p>0.05). Çalışma grubundaki kadınların luteal döneme göre menstruasyonun 2. gününde ve foliküler fazdaki BKİ ölçümlerindeki değişimler istatistiksel olarak anlamlı saptanmıştır (p<0.05). Luteal dönemdeki BKİ ölçümleri foliküler fazdaki ölçümlere göre daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). Kontrol grubunun luteal döneme göre menstruasyonun 2. gününde ve foliküler fazdaki BKİ ölçümlerindeki değişimler istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0.05). Çalışma ve kontrol gruplarının PMS puanlarının ortalamaları sırası ile 153.1±38.31 ve 93.5±166.25‘tir. (p>0.05). Aşırı besin isteği (ABİS) puanı çalışma grubu ve kontrol gurubundaki kadınlar için sırası ile 143.6±47.38 ve 166.3±41.59‘dur (p<0.05). Çalışma grubundaki kadınların öğle ve ikindi öğününde aldıkları enerji, kontrol grubundakilere göre istatistiksel olarak anlamlı olacak şekilde fazla bulunmuştur (p<0.05). Çalışma grubundaki kadınların menstruasyon fazlarına göre enerji alımlarının ortalamaları sırasıyla; 1528.6±441.02, 1290.6±372.85 ve 1418.8±388.13; kontrol grubundaki kadınların ise 1479.6±493.33, 1452.5±500.74 ve 1494.3±500.79 kkal olarak bulunmuştur(p>0.05). Çalışma grubunun luteal faz diyet kolesterol alımı kontrol grubuna göre anlamlı ölçüde daha yüksek iken (p<0.05), menstruasyon 2. günü ve foliküler faz değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık tespit edilememiştir (p>0.05). Kadınların PMS puanları ile aşırı besin isteği puanları arasında negatif yönlü istatistiksel olarak zayıf düzeyde anlamlı ilişki bulunmuştur (p<0.05) Çalışma ve kontrol grubundaki kadınların menstruasyon fazlarına ve grup içi karşılaştırılmalarına göre diyet lifi, E vitamini, tiamin, B6 vitamini, B12 vitamini, C vitamini, kalsiyum, magnezyum, potasyum ve demir alımları arasında istatiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (p>0.05). Çalışmada anlamlı farklılıklar tespit edilemese de menstrual siklus aşamalarının ve PMS durumunun besin alımını ve buna bağlı olarak ağırlık denetimini etkileyebileceği öngürülmektedir. Kadınların süreci yönetebilmek için bu konuda farkındalığının sağlanması ve menstruasyon siklus dikkate alınarak beslenme planlanması gerektiği düşünülmektedir. This study was planned to investigate excessive food cravings and nutrient intake of women with premenstrual syndrome. February-March 2024 The study was conducted on 56 volunteers between the ages of 18 and 40 who applied to a private clinic in Ankara. The women participating in the study were divided into two groups with premenstrual syndrome (PMS) (study group, n:28) and without premenstrual syndrome (control group, n:28) using the premenstrual syndrome scale. A questionnaire including sociodemographic characteristics, eating habits, menstrual histories, excessive food cravings, anthropometric measurements in luteal phase, menstruation and follicular phases and a 24-hour retrospective food consumption record were administered to the participants. The mean age of the study and control group was determined to be 24.7±4.49 and 28.7±7.78 years respectively (p>0.05). The mean BMI of the women in the study group according to the menstrual phases was found to be 22.2±3.86, 22.1±3.81 and 22.1±3.94, respectively, and the women in the control group were found to be 22.8±3.90, 22.9±3.86 and 22.7±3.89 kg/m2. During the luteal period, when women have PMS, menstruation is 2. there was no statistically significant difference between BMI measurements on the day and in the follicular phase (p>0.05). According to the luteal period of the women in the study group, menstruation is 2. changes in BMI measurements on the day and during the follicular phase were found to be statistically significant (p<0.05). BMI measurements during the luteal period were found to be higher compared to measurements during the follicular phase (p<0.05). According to the luteal period of the control group, menstruation was 2. changes in BMI measurements on the day and during the follicular phase were not statistically significant (p>0.05). The mean PMS scores of the study and control groups were 153.1±38.31 and 93.5±166.25, respectively. (p>0.05). The excessive food cravings (ABIS) score was 143.6±47.38 and 166.3±41.59 for women in the study group and control group, respectively (p<0.05). The energy received by the women in the study group at lunch and afternoon meals was found to be statistically significant compared to those in the control group (p<0.05). The average energy intake of women in the study group compared to menstruation phases, respectively; 1528.6±441.02, 1290.6±372.85 and 1418.8±388.13; women in the control group 1479.6±493.33, 1452.5±500.74 and 1494.3±kcal 500.79 were found(p>0.05). While the luteal phase dietary cholesterol intake of the study group was significantly higher than that of the control group (p<0.05), menstruation 2. there was no statistically significant difference between the Dec values and follicular phase values (p>0.05). There was a statistically significant negative relationship between women's PMS scores and excessive food cravings scores at a Decently weak level (p<0.05). There was no statistically significant difference between dietary fiber, vitamin E, thiamine, vitamin B6, vitamin B12, vitamin C, calcium, magnesium, potassium and iron intakes according to menstrual phases and intra-group comparisons of women in the study and control group (p>0.05). There was no statistically significant difference between dietary fiber, vitamin E, thiamine, vitamin B12, vitamin C, calcium, magnesium, potassium and iron intakes (p>0.05). Although significant differences could not be detected in the study, it is assumed that menstrual cycle stages and PMS status may affect nutrient intake and, accordingly, weight control. It is thought that women should be aware of this issue in order to manage the process and nutrition should be planned taking into account the menstrual cycle.Item Serumla birlikte timokinon uygulamasının sıçanlarda yara iyileşmesi üzerine etkisi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Yüksel, Zeynep; Dağdeviren, AtillaDeri bütünlüğünün bozulmasına neden olan fiziksel faktörler ve kimyasal faktörler akut yara oluşumuna sebep vermektedir. Timokinon; anti-inflamatuvar, antioksidan özellikleri sebebiyle yara iyileştirici etki göstermektedir. Yapılan bu tez çalışmasında, timokinonun oluşturulan eksizyonel yara modelinde tek başına ve/veya serumla birlikte iyileştirici etkisi incelenmiştir. Çalışmada Wistar-Albino sıçanlar (erkek, 6-8 aylık, 200-250 gr) kullanılmıştır. Çalışmamızda 5 grup oluşturulmuştur (n=8). Anestezi altındaki sıçanların üst sırt bölgesinden epidermis, dermis ve hipodermisi içeren tam kalınlıkta 3 mm dairesel eksizisyon yarası oluşturulmuştur. Cerrahi sonrası 1. günden itibaren 21 gün boyunca deney gruplarına 3 günde 1 kez olacak şekilde timokinon, dimetil sülfoksit serum ve timokinon+serum solüsyonu uygulaması yapılırken; kontrol grubuna uygulama yapılmamıştır. Sakrifikasyon sonrasında yara morfolojisi ve iyileşmesi histolojik olarak değerlendirilmiştir. Histolojik değerlendirmelerde Hematoksilen-Eozin ve Masson trikrom boyamaları yapılmıştır. Timokinon uygulanan grupta kontrol grubu ve diğer gruplara epitelizasyonun arttığı istatistiksel olarak anlamlı bulunmuş olup (p<0.05) yara derinliği de kontrol grubuna göre timokinon grubunda ve serum+timokinon grubunda istatistiksel olarak anlamlı olacak şekilde azalmıştır (p=0.04 ve p=0.02, sırasıyla). Sonuçta, timokinonun tek başına uygulandığında ve serumla birlikte uygulandığında kontrol grubuna göre epitelizasyona katkı sağladığı görülmüştür; ancak tek başına timokinon uygulamasının epitelizasyna katkısı serumla birlikte uygulandığı gruba göre yüksek bulunmuştur (p<0.05). Ayrıca, timokinon tek başına uygulandığında ve serumla birlikte uygulandığında yara derinliğini kontrol grubuna göre azaltmıştır ve bu azalma istatiksel olarak anlamlı bulunmuştır (p=0.04 ve p=0.02, sırasıyla). Ancak timokinon tek başına uygulandığında ve serumla birlikte uygulandığında iki grup arasındaki yara iyileşmesi arasında istatiksel olarak anlamlı farklılık bulunamamıştır. Acute wound development is caused by both physical and chemical elements that compromise the integrity of the skin. Because of its anti-inflammatory and antioxidant characteristics, thymoquinone aids in the healing of wounds. The healing effect of thymoquinone alone, in combination with serum, or neither was examined in this thesis study using an excisional wound model. The study employed male Wistar-Albino rats weighing 200–250 grams, aged 6–8 months. In our investigation, five groups were constituted (n = 8). In the upper back region of anesthetized rats, a full thickness 3 mm circular excision wound encompassing the epidermis, dermis, and hypodermis was generated. The experimental groups received once every 3 days thymoquinone, dimetyl sulfoxide, serum, and thymoquinone+serum solution for 21 days beginning on the first day following surgery, while the control group received no treatment. Following sacrification, the morphology and wound healing were assessed histologically. In histological assessments, Hematoxylin-Eosin and Masson trichrome stains were used. Thymoquinone application resulted in a statistically significant increase in epithelialization (p<0.05) in comparison to the control group and other groups, as well as a decrease in depth (P<0.05) in the thymoquinone group relative to the control group. Additionally, thymoquinone given in conjunction with serum was demonstrated to reduce wound depth in comparison to the control group (p=0.044 and p=0.02, respectively). Therefore, compared to the control group, it was noted that thymoquinone contributed to epithelialization when applied alone and with serum; however, the group that received serum application did not contribute as much to epithelialization as the group that received thymoquinone application alone (p<0.05). As a result, it was observed that thymoquinone contributed to epithelialization when applied alone and with serum compared to the control group; however, the contribution of thymoquinone application alone to epithelialization was found to be higher than the group applied with serum (p<0.05). In addition, thymoquinone applied alone and with serum reduced the wound depth compared to the control group and this decrease was found to be statistically significant (p=0.04 and p=0.02, respectively). However, statistically unsignificant difference was found between the wound healing between the two groups when thymoquinone was applied alone and with serum.Item Hemodiyaliz tedavisi alan hastaların pozitif ruh sağlığı, öz yönetim ve tedavi uyumu arasındaki ilişkinin incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Dilek, Sıla Senem; Ok, ElifBu çalışma hemodiyaliz tedavisi alan hastalarda pozitif ruh sağlığı, öz yönetim ve tedavi uyumu arasındaki ilişkinin incelenmesi amacıyla yapılan tanımlayıcı ve ilişki arayıcı bir araştırmadır. Araştırma Ocak- Haziran 2024 tarihleri aralığında Başkent Üniversitesi Hastanesine bağlı diyaliz merkezlerinde tedavi alan 205 hasta ile gerçekleştirilmiştir. Araştırma verileri sosyodemografik bilgi formu, Pozitif Ruh Sağlığı Ölçeği, Kronik Hastalık Öz Yönetim Ölçeği ve Son Dönem Böbrek Yetmezliği Uyum Ölçeği ile toplanmıştır. Verilerin analizi; tanımlayıcı istatistikler, Student t testi ve ANOVA testi ile gerçekleştirilmiştir. İleri istatistiksel analiz için Bonferroni düzeltmesi yönteminden yararlanılmıştır. İlişki analizleri için Pearson Korelasyon analizi ve sonrasında Lineer Regresyon analizi yapılmıştır. Araştırmanın sonuçlarına göre hastaların Pozitif Ruh Sağlığı Ölçeği toplam puan ortalaması 139,66±10,30, Kronik Hastalık Öz Yönetim Ölçeği Kendini Damgalama puan ortalaması 11,97±3,02, Damgalama ile Baş Etme puan ortalaması 21,03±3,76, Sağlık Bakım Etkinliği puan ortalaması 17,40±2,98 ve Tedavi Uyumu puan ortalaması 18,52±2,22 bulunmuştur. Katılımcıların Son Dönem Böbrek Yetmezliği Uyum Ölçeği toplam puan ortalaması 965,02±108,92 olarak belirlenmiştir. Katılımcıların cinsiyet, medeni durum, eğitim durumu, çocuk varlığı ve başka kronik hastalık varlığı gibi sosyodemografik ve hastalıkla ilgili özelliklerine göre Pozitif Ruh Sağlığı, Kronik Hastalık Öz Yönetim ve Son Dönem Böbrek Yetmezliği Uyum Ölçeği puan ortalamaları arasında fark olduğu belirlenmiştir. Pozitif Ruh Sağlığı Ölçeği ile Damgalama ile Baş Etme, Sağlık Bakım Etkinliği ve Tedaviye Uyum puanları arasında pozitif yönlü ve orta düzeyde; Kendini Damgalama puanları ile negatif yönlü ve orta düzeyde ilişki bulunmuştur. Hastaların pozitif ruh sağlığı düzeyleri yükseldikçe kendini damgalama düzeyleri düşmekte; damgalama ile baş etme, sağlık bakım etkinliği ve tedaviye uyum düzeyleri yükselmektedir. Katılımcıların kronik hastalık öz yönetim düzeylerinin pozitif ruh sağlığı tarafından belirli oranlarda yordandığı saptanmıştır. Sonuç olarak hemodiyaliz tedavisi alan hastalarda pozitif ruh sağlığının kronik hastalık öz yönetimi ve tedavi uyumu üzerinde anlamlı bir etkisi olduğu belirlenmiştir. Bu sonuçlar doğrultusunda hemodiyaliz tedavisi alan hastalarda pozitif ruh sağlığını geliştirecek eğitim ve destek hizmetleri konusunda danışmanlık verilmesi önerilmektedir. This study is a descriptive and correlational research conducted to examine the relationship between positive mental health, self-management and treatment adherence in patients receiving haemodialysis treatment. The study was conducted with 205 patients receiving treatment in Ümitköy, Çiğdem and Yenikent Dialysis Centres of Başkent University Hospital between January and June 2024. The research data were collected with sociodemographic information form, Positive Mental Health Scale, Chronic Disease Self-Management Scale and End Stage Renal Failure Adjustment Scale. Data were analysed using descriptive statistics, Student t and ANOVA tests. Bonferroni correction method was used for further statistical analysis. Pearson Correlation analysis and then Linear Regression analysis were performed for relationship analyses. According to the results of the study, the mean total score of positive mental health of the patients was 139.66±10.30, the mean score of Chronic Disease Self-Management Scale Self-Stigma was 11.97±3.02, the mean score of Coping with Stigma was 21.03±3.76, the mean score of Health Care Effectiveness was 17.40±2.98 and the mean score of Treatment Compliance was 18.52±2.22. The mean score of the End Stage Renal Failure Compliance Scale was found to be 965.02±108.92. It was determined that there was a difference between the mean scores of positive mental health, chronic disease self-management and end-stage renal failure adjustment scale according to sociodemographic and disease-related characteristics of the participants such as gender, marital status, educational status, presence of children and presence of other chronic diseases. A positive and moderate relationship was found between positive mental health and coping with stigmatisation, health care effectiveness and treatment compliance scores, and a negative and moderate relationship was found with self-stigmatisation scores. As the positive mental health scores of the patients increased, self-stigmatisation scores decreased; coping with stigmatisation, health care effectiveness and treatment compliance scores increased. It was found that participants' chronic disease self-management levels were explained by positive mental health at various levels. As a result, it was determined that positive mental health had a significant effect on chronic disease self-management and treatment compliance in patients receiving haemodialysis treatment. In line with these results, it is recommended to provide counselling on training and support services to improve positive mental health in patients receiving haemodialysis treatment.Item Hemşirelerde profesyonel sağlamlık ve öz-bakım düzeylerinin profesyonel yaşam kalitesine etkisinin incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Karaer, Hülya; Akgün Çıtak, EbruÇalışma hemşirelerde profesyonel sağlamlık ve öz-bakım düzeylerinin profesyonel yaşam kaliteleri üzerine etkisinin incelenmesi amacıyla yapılan tanımlayıcı özellikte kesitsel bir araştırmadır. Araştırma Aralık 2023- Haziran 2024 tarihleri arasında bir vakıf ve bir devlet üniversitesi hastanesinde çalışan, katılmayı kabul eden 524 hemşire ile gerçekleştirilmiştir. Araştırma verileri, Hemşireler İçin Tanımlayıcı Bilgi Formu, Skovholt Profesyonel Sağlamlık ve Öz-bakım Envanteri (SPSE) ve Çalışan Yaşam Kalitesi Ölçeği (ÇYKÖ) ile toplanmıştır. Verilerin analizi için tanımlayıcı istatistikler, Student t ve ANOVA testi, ileri istatistiksel analiz için Bonferroni düzeltmesi yöntemi kullanılmıştır. İlişki analizleri için Pearson Korelasyon analizi ve sonrasında Lineer Regresyon analizi yapılmıştır. Çalışmanın sonuçlarına göre; hemşirelerin SPSE düzeylerinin ortalamanın üzerinde olduğu, sosyodemografik ve mesleki özellikler ile karşılaştırıldığında gelir durumu, ruhsal ve fiziksel sağlık algıları, mesleği seçme durumu, çalışma şekli, memnuniyet düzeyleri ile SPSE ölçek puanı arasındaki istatistiksel farkın anlamlı olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Katılımcıların ÇYKÖ ölçek puan ortalamalarına göre; mesleki tatmin puan ortalaması düşük, tükenmişlik puan ortalamasının orta, merhamet yoğunluğu puan ortalaması ise yüksek bulunmuştur (p<0.05). SPSE tüm alt boyut ve toplam puan ortalamaları ile mesleki tatmin arasında pozitif yönlü ve orta düzeyde, tükenmişlik ile arasında negatif yönlü ve orta düzeyde anlamlı ilişki, merhamet yorgunluğu ile arasında negatif yönlü ve zayıf düzeyde anlamlı ilişki olduğu tespit edilmiştir (p<0.05). Hemşirelerin profesyonel sağlamlık düzeyleri arttıkça mesleki tatmin düzeylerinin arttığı, tükenmişlik ve merhamet yorgunluğu düzeylerinin azaldığı saptanmıştır. Araştırma sonuçları doğrultusunda; öz-bakım ve profesyonel sağlamlık ile ilgili farkındalık oluşturulması, hemşirlerin mesleki memnuniytetlerinin artırılıması, psikiyatri hemşirerleri konsültan liyezon hemşireliği kapsamında meslektaşlarına danışmanlık yapmaları önerilmiştir. The study is a descriptive cross-sectional study conducted to examine the effect of professional resilience and self-care levels on professional quality of life in nurses. The study was conducted between December 2023 and June 2024 with 524 nurses working in a foundation and a state university hospital who agreed to participate. The research data were collected with the Descriptive Information Form for Nurses, Skovholt Professional Resilience and Self-Care Inventory (SPSI) and Employee Quality of Life Scale (EQLS). Descriptive statistics, Student t and ANOVA tests were used for data analysis and Bonferroni correction method was used for further statistical analysis. Pearson Correlation analysis and then Linear Regression analysis were used for relationship analyses. According to the results of the study, it was determined that the SPSE levels of the nurses were above the average, and the statistical difference between the income status, mental and physical health perceptions, status of choosing the profession, working style, satisfaction levels and SPSE scale score was significant when compared with sociodemographic and occupational characteristics (p<0.05). According to the mean scores of the participants on the SPSE scale; the mean score of professional satisfaction was found to be low, the mean score of burnout was found to be medium, and the mean score of compassion intensity was found to be high (p<0.05). It was determined that there was a positive and moderately significant relationship between SPSE all subscale and total mean scores and professional satisfaction, a negative and moderately significant relationship with burnout, and a negative and weakly significant relationship with compassion fatigue (p<0.05). It was found that as the professional resilience levels of the nurses increased, their professional satisfaction levels increased, burnout and compassion fatigue levels decreased. In line with the results of the study, it was recommended that awareness should be raised about self-care and professional resilience, professional satisfaction of nurses should be increased, and psychiatric nurses should provide counselling to their colleagues within the scope of consultant liaison nursing.Item Altmış beş yaş üstü işitme kayıplı bireylerde işitme cihazı ile rehabilitasyonun depresyon anksiyete stres ölçeği (DASS-21) ve Türkçe işitme engeli ölçeği yaşlı (İEÖ-Y) ile değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2022) Arsever, Gökçe Çiçek; Erbek, Selim SermedAmaç: Bu çalışmanın amacı, 65 yaşın üzerindeki hastalarda işitme cihazı kullanımının, depresyon, anksiyete, stres ve yaşam kalitesi üzerindeki etkilerini, Depresyon Anksiyete Stres Ölçeği 21 (DASS-21) ve Yaşlılar İçin İşitme Engeli Envanteri (İEÖ-Y) kullanarak değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 65 yaş üstü 50 gönüllü birey dahil edildi. 125, 250, 500, 1000, 2000, 4000 ve 8000 Hz frekanslarındaki hava yolu saf ses eşikleri ile 500, 1000, 2000 ve 4000 Hz frekanslarındaki kemik yolu saf ses işitme eşikleri ölçüldü. Hava yolu saf ses ortalamasını belirlemek için 500, 1000 ve 2000 Hz frekanslarında belirlenen eşiklerin ortalaması alındı. 6000- 8000 Hz frekanslarındaki havayolu eşiklerinin ortalaması alınarak yüksek frekansların ortalaması (YFO) belirlendi. Katılımcılara işitme cihazı uygulaması öncesinde ve uygulama sonrası 1. ve 3. aylarda Depresyon Anksiyete Stres-21 Ölçeği (DASS-21) ile İşitme Engeli Ölçeği - Yaşlı (İEÖ-Y) anketleri uygulandı. Cihaz uygulaması öncesinde ve sonrasında belirlenen ölçek skorları karşılaştırıldı. Katılımcıların demografik bilgileri ile kullandıkları cihazın türü (kulak arkası=BTE, receiver in the ear=RIC) kaydedilmiştir. Sonuç: İşitme cihazı kullanımı öncesinde belirlenen DASS-21 skorlarının cihaz kullanımı sonrasında belirlenen skorlara göre anlamlı olarak yüksek olduğu görüldü (p<0.001). İşitme cihazı kullanımı sonrası 3. ayda belirlenen DASS-21 ortanca skorları, cihaz kullanımı sonrası 1. ayda ve cihaz kullanımı öncesinde belirlenen skorlardan daha düşük idi. İşitme cihazı kullanımı sonrası 3. ayda belirlenen İEÖ-Y skorlarının, işitme cihazı kullanımı sonrası anlamlı olarak azaldığı, 3. ayda belirlenen İEÖ-Y skorlarının ise 1. ayda belirlenen skorlara göre daha düşük olduğu bulundu (p<0.001). Hem DASS-21 hem de İEÖ-Y skorlarındaki düşüş, kullanılan işitme cihazının türünden bağımsız idi.Presbiakuzi yaşlı bireylerde psikolojik etkileri olan, rehabilite edilmesi gereken bir sağlık problemidir. İşitme cihazı kullanımı, işitme kaybı olan yaşlı bireylerin subjektif depresyon, anksiyete ve stres düzeylerinde azalmaya, işitme engeline bağlı yaşam kalitesinde artışa yol açar. Objective: The aim of this study is to evaluate the effects of hearing aid use on depression, anxiety, stress and quality of life in patients over the age of 65, using the Depression Anxiety Stress Scale 21 (DASS-21) and the Hearing Impairment Inventory- Elderly (HHI-E). Materials and Methods: 50 volunteers over the age of 65 were included in the study. Airway pure tone thresholds at 125, 250, 500, 1000, 2000, 4000 and 8000 Hz frequencies and bone conduction pure tone hearing thresholds at 500, 1000, 2000 and 4000 Hz frequencies were measured. In order to determine the airway pure tone average, the thresholds determined at 500, 1000 and 2000 Hz frequencies were averaged. The mean of high frequencies average (HFA) was determined by averaging the airway thresholds at frequencies of 6000-8000 Hz. Depression Anxiety Stress-21 Scale (DASS-21) and Hearing Handicap Inventory for the Elderly (HHI-E) questionnaires were administered to the participants before and at the 1st and 3rd months after the hearing aid application. Scale scores determined before and after device application were compared. The demographic information of the participants and the type of device they used (behind the ear=BTE, receiver in the ear=RIC) were recorded. Results: DASS-21 scores determined before hearing aid use was found to be significantly higher than the scores (p<0.001). DASS-21 median scores determined at 3 months after hearing aid use were lower than scores determined at 1 month after device use and before device use. It was found that the HHI-E scores determined at the 3rd month after the use of the hearing aid decreased significantly after the use of the hearing aid, and the HHI-E scores determined at the 3rd month were lower than the scores determined at the 1st month (p<0.001).The decrease in both DASS-21 and HHI-E scores was independent of the type of hearing aid used.Presbycusis is a health problem that has psychological effects in elderly individuals and needs to be rehabilitated. The use of hearing aids leads to a decrease in the subjective depression, anxiety and stress levels of elderly individuals with hearing loss, and an increase in the quality of life due to hearing impairment. Conclusion: Presbycusis is a health problem that has psychological effects in elderly individuals and needs to be rehabilitated. The use of hearing aids leads to a decrease in the subjective depression, anxiety and stress levels of elderly individuals with hearing loss, and an increase in the quality of life due to hearing impairment.Item Annelerin süt yetersizliği algısı ile emzirme başarısı arasındaki ilişki(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2022) Temel, Seda; Taşkın, LaleSağlıklı toplumların oluşmasında emzirmenin önemli bir yeri vardır. Emzirme anne ve bebek sağlığı açısından önemlidir ve birçok faydası vardır. Annelerin emzirme konusundaki bilgisi ve anne sütünün yeterliliği ile ilgili algılama düzeyi, emzirmenin devamlılığı açısından önemlidir. Bunun yanında hemşirelerin doğum sonu süreçte annelerin emzirme düzeylerini değerlendirmesi ve anneye desteği, emzirmenin başarılmasında önemli yer tutar. Bu çalışma annelerin süt yetersizliği algısı ve emzirme başarısı düzeylerini değerlendirmek ve aralarındaki ilişkiyi incelemek amacı ile yapılmış tanımlayıcı tipte bir araştırmadır. Araştırmanın verileri, Hacettepe Üniversitesi Hastanesi’nde 1 Ocak 2022 - 31 Ocak 2022 tarihleri arasında toplanmıştır. Araştırmanın evrenini Hacettepe Üniversitesi Hastanesi’nde Kadın Hastalıkları ve Doğum Servisi’nde (Bölüm 82) yatan 90 anne oluşturmuştur. Veriler araştırmacı tarafından hazırlanan tanıtıcı bilgi formu, LATCH emzirme puanlama sistemi ve Yetersiz Süt Algısı ölçeği ile toplanmıştır. Veriler, LATCH ölçeği gözlem yolu ile, diğer ölçek ve bilgi formu araştırmacı tarafından annelere soru yöneltilerek toplanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde Mann-Whitney U, Kruskal-Wallis H, Spearman korelasyon analizi kullanılmıştır. Annelerin %38,9’u 26-30 yaş grubunda, %42,2’si lisans mezunudur. Annelerin LATCH emzirme puanlama sistemi gözlemine göre ortalama puanı 7,90 ± 1,66 ve yetersiz süt algısı ölçeğine göre puan ortalaması 40,53 ± 5,91’tür. LATCH puanları ile yetersiz süt algısı ölçeği puanları arasında pozitif yönde, orta derecede ve anlamlı ilişki vardır (p<0,001). Yetersiz süt algısı puanları arttıkça, LATCH puanları artmaktadır. Aynı şekilde, yetersiz süt algısı puanları azaldıkça, LATCH puanları azalmaktadır. Bu doğrultuda annelerde sık rastlanan yetersiz süt algılarının düzeltilmesi ve emzirme başarılarının artırılması için emzirme ve anne sütü ile ilgili doğum öncesi ve sonrası eğitim programlarında konunun üzerinde durulması anne - çocuk sağlığı açısından önerilmiştir. Breastfeeding is of importance in sustaining healthy populations. It is an essential practice that has many beneficial effects on the health of both mother and infant. The degree of mothers’ knowledge about breastfeeding and their perception of the sufficiency of breast milk are important factors in the continuation of breastfeeding. At the same time, nurses’ evaluation of mothers’ postpartum breastfeeding levels and the support they offer mothers are important in achieving success in breastfeeding. This study is descriptive research designed to examine the relationship between the perceptions of mothers about breast milk insufficiency and the degree to which they are successful in breastfeeding. The study data were collected at Hacettepe University Hospital over the period January 1, 2022 - January 31, 2022. The study population consisted of 90 mothers who were inpatients in the Obstetrics and Gynecology Department (Section 82) of Hacettepe University Hospital. The researcher collected the data with a descriptive information form, the LATCH breastfeeding charting system, and the Perceived Insufficient Milk Supply scale. The data on the LATCH scale were collected based on observations, while the data for the other scale and the information form were based on the responses of the mothers to the questions. The Mann-Whitney U, Kruskal Wallis H tests and Spearman’s correlation analysis were employed in the analysis of the data. Of the mothers, 38.9% were in the 26-30 age group; 42.2% were university graduates with a Bacheolr’s Degree. The mean score of the mothers on the LATCH breastfeeding charting system based on observations was 7.90 ± 1.66; their mean score on the perceived insufficient milk supply scale was 40.53 ± 5.91. A positive, moderate, and significant relationship was found between the LATCH scores and the perceived insufficient milk supply scores (p<0.001). It was seen that the LATCH scores increased as the perceived insufficient milk supply scores rose. Similarly, the LATCH scores decreased as the perceived insufficient milk supply scores dropped. In order to improve the commonly encountered perception of insufficient milk supply among mothers and to increase breastfeeding success, it is suggested from the standpoint of mother and child health that this subject is emphasized in prenatal and postpartum training programs on breastfeeding and breast milk.Item Amatör ve profesyonel takım futbolcularının besin tüketimleri ve beslenme destek ürünlerinin kullanma durumları ile bazı antropometrik ölçümlerin karşılaştırılması(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Okur, Ersin; Özdemir, MerveBu araştırma, amatör ve profesyonel takım futbolcularının besin tüketimleri ve beslenme destek ürünlerini kullanma durumları ile bazı antropometrik ölçümlerinin karşılaştırılması amacıyla yapılmıştır. Araştırma profesyonel ve amatör olarak lisanslı futbol oynayan 94 sporcu üzerinde gerçekleştirilmiştir. Bu futbolcuların 49 tanesi süper lig ve 45 tanesi amatör lig seviyesinde oynamaktadır. Araştırmaya katılan futbolcuların ortalama 4.71±4.57 yıldır da profesyonel olarak futbol oynadıkları belirtilmiştir. Katılımcıların beslenme durumlarının değerlendirilmesi için futbolcuların üç günlük besin tüketim kayıtları alınmıştır. Bu besin tüketim kayıtlarında uygulama şekli 1 günü antrenmansız gün, 1 günü antrenman günü ve 1 günü maç günü olacak şekilde ayarlandı. Amatör lig takım futbolcularında besin destek ürünü veya ergojenik destek ürünü kullananların oranı %84.4’ünün, kullanmayanların oranı %15.6 olarak belirlenmiştir. Süper lig takım futbolcuların besin destek ürünü veya ergojenik destek ürünü kullananların oranı ise %79.6’sının, kullanmayanların oranı %20.4 olarak saptanmıştır. Sporcuların en çok dallı zincirli aminoasitler (%44.74) destek ürünü kullandığı saptanmıştır ve büyük çoğunluğunun (%74.5) önerilen diyet uygulamalarına uymadığı belirlenmiştir. Bu araştırmada sporcularda besinsel ergojenik destek ürünlerine yönelik tutum ölçeği kullanılmıştır. Besinsel ergojenik destek ürünlerine yönelik tutum ölçeğinde yer alan maddeler 5’li likert tipi derecelendirme ölçeğine göre hazırlanmıştır. Beşli Likert Tipi Ölçek ile (“5” Kesinlikle Katılıyorum, “1” Kesinlikle Katılmıyorum) 1-5 arasında dört aralıkta verilmiştir. Her aralığın puanlanması, aralık sayısının madde sayısına bölünmesiyle bulunmaktadır. Yapılan işlem 4:5=0.80 şeklinde formüle edilmiştir. Bu araştırmada sporcuların 7 bölge deri kıvrım kalınlığı kaliper ölçümü ile yapıldı. Jackson-Pollock yöntemi ile vücut yağ yüzdesini bulmak için bu ölçümlerden deri kıvrım kalınlığı toplamı hesaplandı. Sonuç olarak; araştırmaya katılan süper lig ve amatör lig futbolcularının büyük çoğunluğunun (%81.9) şuan ergojenik destek ürünü kullandığı; bu ürünlerin diyetisyen ve antrenör tavsiyesi ile alındığı görülmüştür. Bu araştırmada besinsel ergojenik destek ürünleri kullananlar hem doğal beslenme hemde besin takviyesi kullanmışlardır. Besinsel destek ürünleri kullanmayanların sadece doğal beslenme ile beslendikleri saptanmıştır. Her iki takımda da ergojenik destek ürünü kullananlarda antrenman sıklığı ve süresi kullanmayanlara göre daha fazla bulunmuştur. This research was carried out to compare the food consumption and nutritional support products usage status of amateur and professional team football players and some anthropometric measurements. The research was carried out on 94 professional and amateur football players playing licensed football. Forty-nine of these football players play in the super league and 45 of them play in the amateur league. It was stated that the football players participating in the study played football professionally for an average of 4.71±4.57 years. Three-day food consumption records of the football players were taken to evaluate the nutritional status of the participants. In these food consumption records, the application method was adjusted as 1 day without training, 1 day on training day and 1 day on match day. The rate of those who use nutritional supplements or ergogenic supplements in amateur league team football players was determined as 84.4% and the rate of those who did not use it was determined as 15.6%. The rate of those who use nutritional supplements or ergogenic supplements of football players in the Super League is 79.6%, and the rate of those who do not use it is 20.4%. It was determined that the athletes mostly used branched-chain amino acids (44.74%) and the majority of them (74.5%) did not comply with the recommended dietary practices. In this study, the attitude scale towards nutritional ergogenic supplements in athletes was used. The items in the attitude scale towards nutritional ergogenic supplements were prepared according to a 5-point Likert-type rating scale. It is given in four ranges from 1-5 with a 5-point Likert Type Scale (“5” Strongly Agree, “1” Strongly Disagree). Scoring for each interval is found by dividing the number of intervals by the number of items. The process is formulated as 4:5=0.80. In this study, 7 regions of the athletes were measured by caliper skinfold thickness. The sum of skinfold thickness was calculated from these measurements to find the body fat percentage using the Jackson-Pollock method. As a result; The majority (81.9%) of the super league and amateur league football players participating in the research are currently using ergogenic support products; It has been observed that these products are taken with the advice of dietitians and trainers. In this study, those who used nutritional ergogenic supplements used both natural nutrition and nutritional supplements. It has been determined that those who do not use nutritional support products are fed only with natural nutrition. In both teams, the frequency and duration of training were found to be higher in those who used ergogenic support products than those who did not use it.Item Alp ve kuzey disiplini kayak sporcularında dinamik denge, fonksiyonellik ve antropometrik özelliklerin değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Tekin, Beril; Kürkçüoğlu, AylaGİRİŞ: Sportif faaliyetlerde, sporcu performansını yüksek düzeyde tutabilmek ve aktivite sırasında oluşabilecek yaralanmaların önüne geçebilmek, bireyin dinamik denge yeteneği, fonksiyonellik düzeyi ve antropometrik yapısı ile yakından ilişkilidir. Farklı spor branşlarında bu parametreleri değerlendirmeye yönelik araştırmalar bulunmakla beraber, kayak sporcularında disiplinler arasındaki farka dayanarak aralarındaki ilişkileri ortaya koyan çalışmalar oldukça sınırlıdır. Biz bu çalışmada Alp ve Kuzey disiplini kayak sporcularının dinamik dengelerini, fonksiyonel performanslarını ve antropometrik özelliklerini değerlendirerek bu değerlerin birbirleri ile olan ilişkilerini araştırmayı amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM: Çalışmamız 16-29 yaş aralığındaki lisanslı 29 Kuzey disiplini ve 33 Alp disiplini kayak sporcusu üzerinde yürütüldü. Katılımcıların demografik bilgileri ölçüm anketine kaydedilerek dinamik dengenin değerlendirilmesinde Y Denge Testi, fonksiyonelliğin değerlendirilmesinde Tek Bacak Sıçrama Testi kullanıldı. Katılımcılardan, alınan oturma yüksekliği, alt ekstremite uzunluğu, uyluk uzunluğu, bacak uzunluğu, uyluk çevresi ve bacak çevresi ölçümleri için Martin tip antropometre ve esnemeyen mezura kullanıldı. Sayısal değişkenlerin gruplara göre farklılık gösterip göstermediğinin incelenmesinde Student t testi ya da Mann-Whitney U testi, ölçüm değişkenleri arasındaki doğrusal ilişkilerin incelenmesinde Pearson ya da Spearman Korelasyon Katsayısı kullanıldı. Alınan tekrarlı ölçümlerin güvenirliği için sınıf içi korelasyon katsayısı (ICC) hesaplandı. BULGULAR: Y Denge Testine ilişkin ölçüm sonuçları Kuzey disiplini kayak sporcularında, Alp disiplini kayak sporcularına göre anlamlı ölçüde fazla bulundu. Her iki grup arasında Tek Bacak Sıçrama Testi sonuçları anlamlı bir farklılık göstermezken (p=0,534), alt ekstremite uzunluğu, uyluk uzunluğu ve bacak uzunluğu ölçümleri Kuzey disiplini kayak sporcularında Alp disiplini kayak sporcularına göre anlamlı düzeyde fazla bulundu (sırasıyla; p=0,044, p=0,005, p=0,005). Dinamik denge ve fonksiyonellik arasındaki ilişki grup içi her iki kayak disiplini sporcularında ve disiplin ayrımı yapılmaksızın bütün kayak sporcularında pozitif yönde anlamlı bulundu. Alınan antropometrik ölçümler ile dinamik denge ilişkisi Alp disiplini kayak sporcularında ve disiplin ayrımı yapılmaksızın bütün kayak sporcularında sadece oturma yüksekliği ile dinamik denge arasında pozitif yönde anlamlılık gösterdi. Fonksiyonellik ile antropometrik ölçümler arasındaki ilişki Alp disiplini kayak sporcularında sadece bacak uzunluğu ile fonksiyonellik arasında pozitif yönde anlamlı bulunurken, disiplin ayrımı yapılmaksızın bütün kayak sporcularında alt ekstremite uzunluğu ve bacak uzunluğu, fonksiyonellik ile pozitif yönde anlamlı korelasyon gösterdi. SONUÇ: Bu çalışma, kayak sporcularında disiplinler arasında dinamik denge ve antropometrik ölçümlere ilişkin belirli farklılıkları ortaya koymuştur. Aynı zamanda kayak sporcularında dinamik denge, fonksiyonellik ve antropometrik ölçümlerin, disiplinler arası ve disiplin ayrımı olmaksızın birbirleriyle ilişkisini gözlemleyebilmek adına yol gösterici sonuçlar sunmuştur. INTRODUCTION: In sports activities, keeping the performance of the athlete at a high level and being able to prevent injuries that may occur during the activity are closely related to the individual’s dynamic balance ability, functionality level and anthropometric structure. Although there are studies to evaluate these parameters in different sports branches, studies that reveal the relations between them based on the difference between the disciplines in ski athletes are very limited. In this study, we aimed to evaluate the dynamic balance, functional performance and anthropometric characteristics of Alpine and Nordic skiers and to investigate the relations between these parameters. MATERIAL AND METHOD: Our study was carried out on 29 licensed Nordic skiers and 33 Alpine skiers aged 16-29. The demographic information of the participants was recorded in the measurement questionnaire, and the Y Balance Test was used to evaluate the dynamic balance, and the Single Leg Hop for Distance Test was used to evaluate the functionality. Martin type anthropometer and non-flexible tape measure were used for the measurements of sitting height, lower extremity length, thigh length, leg length, thigh circumference and leg circumference taken from the participants. Student's t test or Mann-Whitney U test was used to examine whether numerical variables differed according to groups, and Pearson or Spearman Correlation Coefficient was used to examine linear relationships between measurement variables. Intraclass correlation coefficient (ICC) was calculated for the reliability of repeated measurements. RESULTS: The measurement results of the Y Balance Test were found to be significantly higher in Nordic skiers than in Alpine skiers. The results of the Single Leg Hop for Distance Test showed no significant difference between the two groups (p=0,534). Lower extremity length, thigh length and leg length measurements were found to be significantly higher in Nordic skiers than in Alpine skiers (p=0,044, p=0,005, p=0,005, respectively). A significant positive correlation was found between dynamic balance and functionality in Alpine and Nordic skiers and in all skiers regardless of discipline. A significant positive correlation was found between sitting height and dynamic balance in Alpine skiers and in all skiers regardless of discipline. While only leg length was positively correlated with functionality in Alpine skiers, lower extremity length and leg length were positively correlated with functionality in all skiers regardless of discipline. CONCLUSION: This study revealed certain differences in dynamic balance and anthropometric measurements between disciplines in ski athletes. At the same time, this study presented guiding results in order to observe the relation between dynamic balance, functionality and anthropometric measurements in ski athletes without interdisciplinary and disciplinary distinctionsItem Akdeniz diyetine uyum ile kanser riski arasındaki ilişkinin belirlenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Uçak, Selin; Kızıltan, GülÇalışma, yeni tanı almış kanser hastaları ile kanser tanısı almamış bireylerin Akdeniz diyetine uyumları ile kanser riski arasındaki ilişkinin belirlenmesi amacıyla yürütülmüştür. Çalışma Aralık 2019-Mart 2020 tarihleri arasında Özel Antalya Medical Park Hastanesi Medikal Onkoloji Polikliniğine başvurmuş uygun kriterdeki 128 kanser hastası (vaka grubu) ve 128 kontrol grubu olmak üzere, toplam 256 birey ile gerçekleştirilmiştir. Bireylerin kişisel özellikleri, beslenme alışkanlıkları, fiziksel aktivite durumları, hastalık durumuna ilişkin bilgiler ve antropometrik ölçümleri anket formuna kaydedilmiştir. Bireylerin beslenme durumlarının belirlenmesinde Besin Tüketim Sıklık formu kullanılmıştır. Bireylerin Akdeniz diyetine uyumu Akdeniz Diyeti Uyum Ölçeği ile değerlendirilmiştir. Çalışmaya katılan bireylerin yaş ortalaması vaka grubu için 54.1± 8.56 yıl, kontrol grubu için 49.9 ± 10.24 yıldır. Vaka grubunun %59.4’ünün, kontrol grubunun %33.6’sının ailesinde kanser geçmişi olduğu saptanmıştır. Vaka grubundaki bireylerde en sık görülen kanser türleri meme, akciğer ve kolon ve rektum kanserleri (sırasıyla %44.5, %14.8, %14.8) olarak belirlenmiştir. Vaka grubunun %64.1’inde, kontrol grubunun %44.5’inde komorbid hastalık görülmüştür. Bireylerin antropometrik ölçümleri Beden Kütle İndeksi (BKİ) ile değerlendirilmiştir. BKİ ortalaması vaka grubundaki erkeklerde 27.1±4.80 kg/m² ve kadınlarda 27.9±5.19 kg/m² olarak, kontrol grubundaki erkeklerde 27±2.99 kg/m² ve kadınlarda 26.6±3.83 kg/m² olarak belirlenmiştir. Vaka grubunda meyve tüketim sıklığının kontrol grubundan yüksek olduğu, sebze tüketim sıklığının ise daha düşük olduğu görülmüştür. Vaka grubunun şekerli besin tüketme sıklığının kontrol grubundan yüksek olduğu belirlenmiştir. Bireylerin Akdeniz diyetine uyumu, vaka grubu için; %61.2’si uyumsuz, %28.9’u kabul edilebilir derecede uyumlu ve %3.9’u sıkı uyumlu, kontrol grubu için; %68’i uyumsuz, %27.3’ü kabul edilebilir derecede uyumlu ve %4.7’si sıkı uyumlu bulunmuştur. Her iki gruptaki erkeklerin ve kadınların kendi aralarında Akdeniz diyetine uyum ortalamaları arasında anlamlı fark olmadığı saptanmıştır (p>0.05). Bireylerin Akdeniz diyetine uyumlarına göre antropometrik ölçümleri arasında istatistiksel açıdan önemli bir farkın olmadığı saptanmıştır (p>0.05). Vaka grubunda Akdeniz diyetine uyum göstermeyenlerin sükroz, fruktoz, toplam yağ, tekli doymamış yağ asidi, doymuş yağ asidi ve çinko alımı kontrol grubundan düşük bulunurken (p<0.05), toplam posa, çözünür posa ve B6 vitamini alımı kontrol grubundan yüksek bulunmuştur (p<0.05). Vaka grubunda Akdeniz diyetine sıkı uyum gösterenlerin toplam enerji ve fruktoz alımı kontrol grubundan yüksek bulunurken (p<0.05), toplam posa, çözünür posa, çözünmez posa, B1 vitamini, potasyum ve magnezyum alımı kontrol grubundan daha düşük bulunmuştur (p<0.05). Sonuç olarak bu çalışma, kanser hastası bireylerin, toplumun kalanına göre beslenme alışkanlıklarındaki farkı ortaya koymuş. Ayrıca kanser ve Akdeniz diyeti arasındaki ilişki hakkında bilgi sunmuştur. The study was conducted with the aim of determining the relationship between the compliance with the Mediterranean diet and cancer risk of newly diagnosed cancer patients and participants who have not been diagnosed with cancer. The study was conducted with 265 individuals, including 128 cancer patients (case group) in suitable criteria, who applied to Private Antalya Medical Park Hospital Medical Oncology Outpatient Clinic and 128 in control group between December 2019-March 2020. Personal characteristics, nutritional habits, situations of physical activity, information about acquired diseases and anthropometric measurements of individuals were recorded in the questionnaire. Food Frequency Questionnaire was used to determine the nutritional status of individuals. Mediterranean Diet Adherence Scale was used to determine the adherence to the Mediterranean diet. The mean age of individuals were 54.1±8.56 years and 49.9±10.24 years for case group and control group, respectively. It was determined that 59.4% of the case group and 33.6% of the control group had a family history of cancer. The most common types of cancer in the case group were determined as breast, lung, colon and rectal cancers (44.5%, 14.8%, 14.8%, respectively). Comorbid diseases were observed in 64.1% of the case group and 44.5% of the control group. Body Mass Index (BMI) was used to evaluate the anthropometric measurements of individuals. The mean BMI was determined as 27.1±4.80 kg/m² and 27.9±5.19 kg/m² for men and women in the case group, respectively. The mean BMI was determined as 27±2.99 kg/m² and 26.6±3.83 kg/m² for men and women in the control group, respectively. It was observed that the frequency of fruit consumption in the case group was higher than the control group, while the frequency of vegetable consumption was lower. It was determined that the frequency of sugary food consumption of the case group was higher than the control group. Adherence of individuals with the Mediterranean diet, for the case group and control groups, 61.2% are incompatible, 28.9% are acceptable, 3.9% are strictly compatible and 68% are incompatible, 27.3% are acceptable, 4.7% for case group and control group, respectively. It was determined that there was no significant difference between the average compliance of men and women to Mediterranean diet in the case and control groups (p>0.05). It was determined that there was no statistically significant difference between the anthropometric measurements of individuals according to their adaptation to the Mediterranean diet (p>0.05). The daily intake of sucrose, fructose, total fat, monounsaturated fatty acid, saturated fatty acid and zincwere observed lower in case group, who incompatible with the Mediterranean compared control group (p<0.05). The daily intake of total fiber, soluble fiber and vitamin B₆ were observed higher in case group, who incompatible with the Mediterranean compared control group (p <0.05).The daily intake of total energy and fructose were observed higher in case group, who strictly complied with the Mediterranean diet comparedcontrol group (p <0.05). The daily intake of total fiber, soluble fiber, insoluble fiber, vitamin B₁, potassium and magnesium were lower incase group, who strictly complied with the Mediterranean diet comparedcontrol group (p <0.05). As a result, this study revealed the difference in the nutritional habits of cancer patients and rest of the society. Also provided information on the relationship between cancer and the Mediterranean diet.Item Amatör ve profesyonel futbolcuların beslenme bilgi düzeyinin, uyku davranışlarının ve tükenmişlik durumlarının incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Demiralay, Ayşe Gülce; Özdemir, MerveBeslenme, futbolcuların atletik performansını etkileyen en önemli etkenlerdendir. Doğru beslenme planı ve beslenme bilgisi oyuncuların zihinsel ve fiziksel gelişimini desteklemektedir. Bu nedenle beslenmenin uyku durumu ve tükenmişlik durumu ile ilişkisini anlayabilmek önemlidir. Bu çalışma futbolcuların beslenme alışkanlıklarını, beslenme bilgi düzeylerini, uyku alışkanlıklarını ve tükenmişlik durumlarını incelemek amacıyla planlanmıştır. Araştırma, Şubat 2020 - Temmuz 2020 tarihleri arasında Konya ilinde bulunan Türkiye Futbol Federasyonu’na bağlı yaşları 14-19 aralığında; 32’si amatör, 22’si profesyonel olmak üzere 54 adölesan ve yaşları 20-38 aralığında; 38’i amatör, 26’sı profesyonel olmak üzere 64 yetişkin futbolcu ile birlikte toplam 118 oyuncu ile yapılmıştır. Futbolcuların bireysel özellikleri 45 sorudan oluşan anket formu ile sorgulanmıştır. Futbolcuların beslenme bilgi düzeylerinin belirlenmesi için Sporcu Beslenme Bilgi Düzeyi Ölçeği, uyku durumlarının belirlenmesi için, Sporcu Uyku Davranış Ölçeği uygulanmıştır. Futbolcuların tükenmişlik durumları, Sporcu Tükenmişlik Ölçeği anket formuyla belirlenmiştir. Oyuncuların beslenme alışkanlıklarını ve beslenme durumlarını belirlemek amacıyla Besin Tüketim Sıklığı ve 3 günlük Besin Tüketim Kaydı Formu uygulanmıştır. Çalışmaya katılan futbolcuların yaş ortalamaları 21.0±4.99 yıldır. Profesyonel adölesan futbolcuların ağırlık ortalaması (70.0±9.63 kg) amatör adölesan futbolculardan (65.8±9.28 kg) daha yüksek bulunmuştur. Amatör yetişkin ve profesyonel yetişkin futbolcuların ağırlık ortalamaları benzer bulunmuştur (72.1±9.16 kg, 72.8±7.47 kg). Profesyonel adölesan futbolcuların vücut yağ yüzdesi ortalaması amatör adölesan futbolculardan daha yüksek; amatör yetişkin futbolcuların vücut yağ yüzdesi ortalaması profesyonel yetişkinlerden daha yüksek bulunmuştur. Gruplar arasında istatistiksel olarak önemlilik bulunmamıştır. Futbolcuların kas kütlesi ortalaması 57.9±6.91 kg, yağsız doku kütlesi ortalaması 61.4±6.68 kg’dır. Futbolcuların günlük ortalama enerji alım miktarları yaklaşıktır ve en yüksek değere sahip olan profesyonel adölesan oyunculardır. Gruplar arasında istatistiksel olarak önemlilik bulunmamıştır (p>0.05). Beslenme bilgi düzeyi en yüksek grup profesyonel adölesan oyunculardır. Sporcu beslenme bilgi düzeyi alt boyutları incelendiğinde; ağırlık kontrolü değişkeni ile sporla ilgili faktörler, uyku kalitesi faktörleri, alışılmış uyku davranış faktörleri, toplam uyku davranış puanı, duygusal fiziksel tükenme, azalan başarı hissi ve duyarsızlaşma değişkenleri medyan değerleri istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.05). Makro besin ögeleri alt boyutu ile uyku kalitesi faktörleri, alışılmış uyku davranış faktörü, toplam uyku davranış puanı ve duyarsızlaşma değişkenleri arasında; mikro besin ögeleri alt boyutu ile alışılmış uyku davranış faktörü, uyku bozukluğu faktörleri, azalan başarı hissi ve duyarsızlaşma değişkenleri arasında; sporcu beslenmesi alt boyutu ile alışılmış uyku davranış faktörü, toplam uyku davranış puanı ve duyarsızlaşma değişkenleri arasında ve toplam beslenme bilgi puanı ile uyku kalitesi faktörleri, alışılmış uyku davranış faktörü, azalan başarı hissi ve duyarsızlaşma değişkenleri istatistiksel olarak önemli bulunmuştur (p<0.05). Bu sonuçlar doğrultusunda futbolcuların atletik performansına katkı sağlayabilmek için beslenme alışkanlıkları, uyku durumları ve tükenmişlik durumlarının daha fazla incelenmesi ve bu konularla ilgili daha fazla çalışma yapılması gerekmektedir. Nutrition is one of the most important factors affecting the athletic performance of football players. True nutrition plan and nutritional information support the mental and physical development of the players. Therefore, it is important to understand the relationship between nutrition and sleep and burnout. This study was planned to examine the nutritional habits, nutritional knowledge levels, sleep habits and burnout of football players. Research, January 2020 - July 2020 between the Football Federation of Turkey in Konya province depends on the age range of 14-19; 54 adolescents, 32 amateurs, 22 professionals, and their age is between 20-38; It was conducted with a total of 118 players, including 38 amateur, 26 professional, 64 adult team players. The individual characteristics of the football players participating in the study were questioned with the questionnaire form with 45 questions. In order to determine the nutritional knowledge levels of football players, the Sports Nutrition Knowledge Level Questionnaire consisting of 68 statements was applied. In order to determine the sleep status of the football players, the Athlete Sleep Behavior Questionnaire consisting of 4 factors and 17 items was used. The burnout status of the football players was determined by the Athlete Burnout Questionnaire consisting of 13 items. In order to determine the dietary habits and nutritional status of the players, Food Consumption Frequency and 3-day Food Consumption Record Form were applied. The average age of the football players participating in the study is 21.0 ± 4.99 years. The average weight of professional adolescent football players (70.0 ± 9.63 kg) was found to be higher than amateur adolescent football players (65.8 ± 9.28 kg). The average weight of amateur adult and professional adult football players was found to be similar (72.1 ± 9.16 kg, 72.8 ± 7.47 kg). The average body fat percentage of professional adolescent footballers is higher than amateur adolescent footballers; The average body fat percentage of amateur adult football players was higher than professional adults. There was no statistical significance between the groups. The average muscle mass of the football players is 57.9 ± 6.91 kg, and the average lean tissue mass is 61.4 ± 6.68 kg. The average daily energy intake of football players is approximate and it is professional adolescent players with the highest value. There was no statistically significant difference between the groups (p> 0.05). The group with the highest nutritional knowledge is professional adolescent players. When the sub-dimensions of sports nutrition knowledge level are examined; The median values of weight control variable and sports related factors, sleep quality factors, habitual sleep behavior factors, total sleep behavior score, emotional physical exhaustion, decreased sense of accomplishment and depersonalization variables were statistically significant (p<0.05). Among the macronutrients sub-dimension and sleep quality factors, habitual sleep behavior factor, total sleep behavior score and depersonalization variables; micronutrients sub-dimension and habitual sleep behavior factor, sleep disorder factors, decreased sense of accomplishment and depersonalization variables; Between the athlete nutrition sub-dimension and the habitual sleep behavior factor, total sleep behavior score and depersonalization variables, and the total nutritional knowledge score and sleep quality factors, the habitual sleep behavior factor, decreased sense of achievement and depersonalization variables were found to be statistically significant (p<0.05). In line with these results, in order to contribute to the athletic performance of football players, it is necessary to further examine their nutritional habits, sleep states and burnout and do more studies on these issues.