Sağlık Bilimleri Enstitüsü / Health Science Institute
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11727/1393
Browse
Item Başkent Üniversitesi hastanesi çalışanlarının mesleksel risk faktörleri ve davranışlarının değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2006) Turhan, Fatih; Turhan, FatihSaglık çalısanları 24 saat hizmet veren ve vardiyalı sistemle çalısan bir gruptur. Çalısma ortamında saglık hizmeti sunarken saglıgına direk ve dolaylı etki eden risklere maruz kalır. Bu risklerin süresi ve iddeti önemlidir. Saglık çalısanları çalımsa ortamında enfeksiyon, radyasyon, fiziksel ve ruhsal açıdan isk altındadır. Bu risklerin bazıları çalısma ortamından kaynaklandıgı gibi bireysel yapılan yanlıs davranıslar sonucu da is kazası olarak ortaya çıkabilmektedir. Saglık çalısanı riskler konusundaki bilgisi, dikkati ve uygun davranısı risklere maruz kalmasına etki eden önemli faktörlerdir. Bazı riskler sonucu olusan tıbbi sorunlar tedavi edilebilir olmasına ragmen bazı hastalıkların tedavisi de günümüzde mümkün degildir. Saglık çalısanların risklerle karsılasması ve olusan sorunlar bireyin normal süresine ve yasam kalitesini olumsuz etkilemektedir. Baskent Üniversitesine baglı Ankara Hastanesi ile Adana, Alanya ve Konya Uygulama ve Arastırma Merkezilerinde çalısan hemsire ve teknisyenlerin meslekler risklerini belirlemek, alınan tedbirleri tanımlamak ve sorunları tespit etmek için bu tanımlayıcı arastırma düzenlenmistir. Mayıs 2005-Haziran 2006 tarihleri arasında yapılan bu çalısmada hastanenin 6 ayrı bölümünde çalısan 1002 personel evren olarak kabul edilmis ve 701 saglık çalısanına (%70.1) ulasılmıstır. 41 sorudan olusan anket yardımıyla çalısanların tanımlayıcı bilgileri mesleksel risklerine ait bilgi düzeyleri, tutum ve davranısları ile maruz kaldıkları riskler çalıstıkları bölümlere göre tespit edilmis ve degerlendirilmistir. Arastırmada cevap verenlerin %45,6'sı kadın, %55,4'ü erkektir. %9,85'i ortaokul, %42,80'i lise, %25,58'i ön lisans, %20,96'sı lisans, %0,59'u yüksek lisans mezunudur. Ankete katılanların %70,3'ü uykusuzluk, %71,2'si yorgunluk, %53,2'si stres %48,7'si varis sikayetlerinden bahsetmektedir. Koruyucu olarak %98,2'si eldiven kullanmaktadır. %53,4'ü hasta ile çalısma esnasında stresle karsı karsıyadır. %65,4'ü psikolojik yıpranmadan bahsetmektedir. %92,3'ü hepatit-B nin asılamasını bilmektedir. %60,4'ü hepatit-B asısını yaptırmıstır. %80,7'si enjektör batması riski ile karsı karsıya kaldıgını bilmektedir. Acil polikliniklerde çalısanların %85'i sözel siddetle karsı karsıya kalmaktadır. Baskent Üniversitesi Saglık Kuruluslarında çalısanlarda mesleksel risk faktörlerine karsı bilgi düzeyleri, saglık risklerine karsı davranısları yüksek düzeyde olmasına karsın kurum olarak koruyucu ve bilgilendirme en üst seviyede olmasına ragmen egitim verilmeli ve periyodik olarak takip edilmelidir. Medical personel works by shift system and serves 24 hours a day. While serving medical transactions medical labor force undergoes either direct or indirect risky factors whice are hazardous to their health. Duration and severity of those risks are important. Medical personel is open to the isks of infection, radiation, all sorts of and mental illnesses . Some of those risks arise from the nviroment of working place, yet the others are result from mis behaviors as industrial accidents. Some of the medical questions arising from efore mentioned risks may be treated yet some are not curable. Althought some of these risk can be threatable, the others can not be threatable now a days. Medical personel is under risk of bad quality of life and short survive. This study aimed at the occupational isks of nurses and technicians, to define precautions among the workers of Baskent University Ankara Adana Alanya and Konya Hospital. Quality of life of medical personel in bad and their span of life is short too. This descriptive study aims at pointing out occupational risks for nurses and tecnicians and defining necessary precoutions. The study population was consisted of 1002 health worker and the sample size was calculated as 701 between the date of May-2005-June 2006 (70,1%) health worker. The questioniare consisted 41 questions which was deternined the lavel of knowledge he occupational risks of health workers, the atlitude and behaviours of workers, also exposures of isks the departmans. Among those,45,6 % were female, 55,4% were male, and educational status; ,85% secondary school, 42,80% high school, 25,58% undergraduate, 20,96% graduate, 0,59% postgraduate. They complains were 70,3% insomnia, 71,2% fatique, 53,2% stress, 48,7% varicosis. They use 98,2% glove to as protect themselves. 53,4% of those under stress while working and 65,4% as psychological.Item Temporomandibular eklem internal düzensizliklerinde sinoviyal sıvıdaki sIL- 1RII, sTNF- αRI ve sIL-6r seviyesinin değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2006) Yener, Efsun; Araz, KenanToplumda sıklıkla görülen temporomandibular eklem internal düzensizliklerinin etiyolojisi, disk pozisyonuna, intraartiküler vakum etkisine, sinoviyal sıvı içeriğindeki değişikliğe ve eklem yüzeylerindeki dejenerasyona bağlanmaktadır. Son yıllarda sinoviyal sıvı içeriğindeki değişikliklerin ve proinflamatuar sitokinlerin etkisi popülarite kazanmaktadır. Özellikle de IL- 6, TNF-α, IL- 1β ve reseptörleri üzerinde sıklıkla durulmaktadır. Bu çalışma temporomandibular eklem internal düzensizliği olan hastaların sinoviyal sıvılarındaki sIL- 6R, sTNF- αRI ve sIL- 1RII konsantrasyonlarının artrosentezin başarısına etkisini değerlendirilmek amacıyla planlanmıştır. Serbest halde bulunan bu reseptörlerden sTNF-αRI ve sIL- 1RII sitokinlerinin etkisini baskılayacak yönde etkilerken, sIL- 6R tam tersi yönde etki göstermektedir. Çalışmada 23 adet sınırlı ağız açıklığı ve ağrı şikayeti olan hastaya artrosentez işlemi yapılmış ve işlemden önce alınan sinoviyal sıvı örneği biyokimyasal olarak incelenmiştir. Her hastada preoperatif, erken postoperatif ve postoperatif 1. haftada ve 1. ayda maksimum ağız açıklığı ölçülmüş, ayrıca görsel analog skala (VAS) çene hareketleri sırasında duyulan ağrının belirlenmesi için kullanılmıştır. Biyokimyasal analizde her reseptöre spesifik Eliza Kiti kullanılmıştır. Tedavinin başarı kriteri maksimum ağız açıklığının 38mm’ den fazla olması ve VAS değerlerindeki düşüş olarak belirlenmiştir. Sonuçlarda tedavinin başarılı kabul edildiği grupla başarısız olduğu grup arasında sTNF-αRI ve sIL- 1RII konsantrasyonları açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığı, fakat sIL- 6R konsantrasyonun tedavinin başarısız kabul edildiği grupta anlamlı düzeyde yüksek olduğu gözlemiştir.Item Kronik periodontitis ile serum C-Reaktif protein düzeyleri arasındaki ilişkinin incelenmesi(Başkent Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, 2006) Savaşan, Latif Kıvanç; Bulut, ŞuleKalp ve damar hastalıklarının başlıca nedeni olan ateroskleroz, arterlerin tunica intimalarında başlar, lümenlerinin daralmalarıyla devam eder ve tıkanmalarıyla son bulur. Oluşumu oldukça erken yaşlarda başlayabilir ve yaşam süresince yavaş olarak gelişir. Bu süreçte, aterosklerozun oluşma ve ilerleme hızına bağlı olarak kalp ve damar hastalıkları ve belirtileri görülür. Kalp ve damar hastalıkları bir çok toplumda genel mortalité ve morbiditenin önemli bir nedenidir ve bu oranlar gittikçe de artmaktadır. Bu nedenle kalp ve damar hastalıklarının risk faktörlerinin iyi bilinmesi ve belirli zaman aralıklarıyla kontrollerinin yapılması önem kazanmaktadır. Bu risk faktörlerinden birisi de, bir akut faz reaktanı olan C-reaktif proteindir. İnflamatuar hastalıklar sırasında kan düzeyleri yükselmektedir. Periodontitis gelişiminde mikrobiyal dental plağın rol aldığı, diş destek dokularında görülen, ataçman ve alveolar kemik kaybı ile karakterize bir hastalıktır. Kronik periodontitis sıklıkla erişkinlerde görülen, yavaş ilerleyen, az miktarda kemik harabiyetiyle süren ve dönemsel aktif fazlarla devam eden bir periodontal hastalık tipidir. Bu çalışmada amaç, sistemik bir hastalığı bulunmadığı saptanan kronik periodontitisli hastalarda C-reaktif protein ile diğer biyokimyasal ve hematolojik parametre düzeylerinin ölçümü ve değerlendirilmesidir. Çalışma 55 erkek bireyden oluşturuldu. Alınan anamnez ve yapılan ağız içi ölçümlerle bireylerin genel sağlık durumları ve periodontal hastalık dereceleri saptandı. Biyokimyasal ve hematolojik parametreler alınan kan örneklerinde ölçüldü. Periodontal parametreler olan cep derinlikleri, gingival indeks ve ataçman kayıp ölçümleri özellikle C- reaktif protein değerleri başta olmak üzere, serum düzeyleri ölçülen diğer parametrelerle karşılaştırıldı ve ilişkilendirildi. Sonuçlar istatistiksel analizlerle incelendi. Cep derinliği (r=0.569 pcO.OOl), ataçman kaybı (r=0.555 p<0.001) ve gingival indeks (r=0.331 p<0.05) ile C-reaktif protein arasındaki ilişkinin istatistiksel olarak pozitif yönde ve yüksek düzeyde anlamlı olduğu görüldü. Benzer anlamlı ilişkiler ataçman kayıpları ile artmış LDL-kolesterol düzeyleri (p<0.05) ve eritrosit sayımları (MCH ve MCV; p<0.05, pcO.OOl) arasında bulundu. Sonuç olarak, kalp ve damar hastalıklarının önemli risk faktörü olan C-reaktif protein ve LDL-kolesterol serum düzeylerinin bu çalışma modelinde kronik periodontitis ile pozitif yönde ve yüksek düzeyde anlamlı ilişkisi bulunabileceği, yeni bilgiler, yeni çalışmalar ve bulunabilecek yeni yöntemlerle konunun daha detaylı olarak incelenebileceği sonucuna varıldı. Atherosclerosis is the major cause of cardiovascular diseases. Its formation takes place in the tunica intima of the arteries, resulting with their constriction and obstruction. Formation begins in the early ages and continues during life-long. In this course, onset of the cardiovascular disease depends on the progression and quantity of the atherosclerosis. In many communities, cardiovascular diseases are the major and the increasing cause of the general mortality and morbidity. Because of this reason, the screening of cardiovascular diseases’s risk factors is becoming more important in cardiovascular healt or diseases. One of these factors is C-reactive protein, an acute phase reactant envolving in the inflammation process. Periodontitis is an inflammatory disease characterized with attachment and bone loss. Chronic periodontitis is the long duration type of periodontitis with random flare ups. Because of the long duration of inflammation, its relations with cardiovascular disease are important. The aim of this study is to investigate the relations of periodontal status between the cardiovascular risk factors, serum C-reactive protein and other biochemical parameters in patients with normal general health. 55 healty men were included in this study. The detailed anamnesis and general examination of the mouth determination of the patologies and measurements of the periodontal parameters, attachment loss and gingival index were determined. Blood samples were taken for biochemical and heamatological parameters measurements. The results were investigated with adequate statistical tests. Statistical evidences indicated that the relationship between attachment loss values and the serum C- reactive protein levels (r=0.555, pcO.OOl), was highly significant. The relation between gingival index and the C-reactive protein values was (r=0.331, p<0.014). The conclusion in this study is that C-reactive protein levels, the risk factor of cardiovascular diseases were highly significant related to chronic periodontitis. As a result in this study model, the important risk factors of cardiovascular heart diseases which are C-reactive protein and LDL-cholesterol might be positively and highly correlated to chronic periodontitis. With new study models and emerging technologies this issue should be investigated more intensively.Item Kemik defektlerinde ABM/P-15 ile lokal alendronatın kombine kullanımının histopatolojik olarak incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2006) Alikaya, Ceren; Bulut, ŞulePeriodontitis ve periimplantitis sonucu diş ve dental implantların etrafındaki kemik dokusunda yıkım olmakta ve bu yıkım ile doğru orantılı olarak diş veya dental implantlarda kayıplar söz konusu olmaktadır. Klasik tedavilerle hastalığın ilerlemesini durdurmak söz konusu olsa da kayıp dokuların yeniden kazandırılması için rejeneratif tedaviler uygulanmaktadır. Rejeneratif tedavilerde rutin olarak kullanılan kemik greftleri ile başarılı sonuçlar elde edilse de etkilerini artırmak amaçlı kombine tedavilere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu çalışmada kemik greftinin başarısını artırmak amaçlı lokal olarak bifosfonat grubu ilaçlardan biri olan alendronat sodyum kullanılmıştır. Bifosfonatlar kemik metabolizmasını etkileyerek kemik yıkımını önlemekte ve birçok hastalığın tedavisinde sistemik olarak kullanılmaktadır. Bu çalışma, alendronat sodyumun, lokal olarak greftle beraber kullanımının kemik oluşumuna ve inflamasyona olan etkisinin incelenmesi için planlamıştır. Bu amaçla 30 adet ratta, 3 mm çaplı deneysel kemik defektleri oluşturulmuş ve sağ mandibuladaki defekt bölgesine alendronat emdirilmiş ABM/P-15 kemik grefti, sol mandibuladaki defekt bölgesine ise sadece salinle nemlendirilmiş ABM/P-15 kemik grefti yerleştirilmiştir. Ratlar, işlemden sonraki 2., 4. ve 6. haftalarda sakrifiye edilmiştir. Örneklerden elde edilen kesitler, hematoksilen ve eozin ile boyanarak iltihabi hücre infiltrasyonu, osteoklast ve osteoblast yoğunluğu açısından değerlendirilmiştir. Ayrıca immunohistokimyasal çalışma ile iltihabi hücreler, osteoblastlar ve epitel hücreleri cox-2 boyanması açısından incelenmiştir. Sonuçlarda, kemik grefti ile beraber lokal uygulanan alendronat sodyumun osteoklast sayısını artırdığı, osteoblast sayısını azalttığı ve cox-2 ekspresyonunu baskıladığı gözlenmiştir.Item Fibromiyalji ve miyofasiyal ağrı sendromu olan kadınların fonksiyonel kapasiteleri ile fiziksel uygunluk düzeylerinin karşılaştırılması(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2006) Alkan, Neslihan; Daşkapan, ArzuFibromiyalji ve miyofasiyal agrı sendromları en sık rastlanan kas iskelet sistemi kaynaklı agrı nedenleridir. Saglıklı kisilerle karsılastırıldıgında, fibromiyalji ve miyofasiyal agrı sendromlu hastaların fonksiyonel kapasiteleri ve günlük aktivite düzeyleri azalmıstır. Bu çalısmanın amacı, fibromiyalji ve miyofasiyal agrı sendromlu kadınların fonksiyonel kapasitelerini ve fiziksel uygunluk düzeylerini degerlendirmek ve karsılastırmaktı. Çalısmamız, Baskent Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı polikliniginde tanısı konan 30 miyofasiyal agrı ve 30 fibromiyalji sendromlu kadın ile 30 saglıklı kadın olgu üzerinde gerçeklestirilmistir. Olgulara Bruce protokolüne göre maksimal semptomla limitli egzersiz testi uygulanmıstır. Olguların agrı siddetleri vizüel analog skala ile degerlendirilmistir. Saglıkla ilgili fiziksel uygunluk düzeyinin belirlenmesi amacıyla vücut kompozisyonu, kas kuvveti, enduransı, esneklik ve denge ölçümleri yapılmıstır. Fibromiyaljili kadınların agrı siddeti, miyofasiyal agrı sendromlu kadınlardan anlamlı düzeyde daha yüksek bulunmustur (p<0.05). Egzersiz testi parametreleri degerlendirildiginde; üç grup arasında, efor kalp hızı, maksimal kalp hızı yüzdesi, toplam egzersiz durasyonu, efor double product degeri, maksimum sistolik kan basıncı ve algılanan yorgunluk düzeyinde anlamlı farklılıklar görülmüstür (p<0.05). Fibromiyalji sendromlu kadınlar en yüksek algılanan yorgunluk düzeyi ve efor sistolik kan basıncı degerine sahip olmakla beraber, diger ölçümlerde en düsük puanları almıslardır (p<0.05). Saglıkla ilgili fiziksel uygunluk düzeyi açısından, otur-uzan, omuz fleksiyonu, vertikal sıçrama, push-up, sit-up, bent-leg sit-up ve çömelme test puanları; tüm el kavrama kuvvetleri ve statik-dinamik denge puanları yönünden gruplar arasında anlamlı farklılık bulunmustur (p<0.05). Tüm fiziksel uygunluk parametrelerinde en düsük düzeylerin fibromiyalji sendromlu olgulara ait oldugu gözlenmistir. Sonuç olarak, saglıklı kadınlarla kıyaslandıgında fibromiyalji ve miyofasiyal agrı sendromlu kadınların fonksiyonel kapasite ve fiziksel uygunluk düzeyleri azalmıstır. Fibromiyalji sendromlu olguların fonksiyonel kapasite ve fiziksel uygunluk düzeylerindeki azalma miyofasiyal agrı sendromlu olgulardan daha belirgindir.Item Hepatoselüler karsinom olgularında HER2/NEU gen amplifikasyonunun floresan in situ hibridizasyon yöntemi ile belirlenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2006) Bacaksız, Ayşegül; Şahin, Feride İ.Hepatoselüler karsinom (HCC) karaciğerin sık rastlanan malign tümörüdür ve en çok Çin ve Afrika popülasyonunda gözlenir. 2000 yılı verilerine göre kanserler arasında sıklık açısından beşinci sırada yer alırken kanserden ölüm sıklıkları arasında üçüncü sırada bulunmaktadır. HCC gelişiminde birçok faktörün önemli rol oynadığı bilinmekte; siroz, alkol kullanımı, hepatit B, C virüsleri ve aflatoksin risk faktörleri arasında değerlendirilmektedir. Hepatokarsinogenez sürecinde proto-onkogenler, growth faktörler ve tümör baskılayıcı genlerin değişiklikleri rol oynamaktadır. Her-2/neu (ErbB2) 17. kromozomun uzun kolunda lokalize olmuş bir proto-onkogendir (17q11.2). Epidermal growth faktör reseptör ailesi üyesi olan Her-2/neu 185 kDa (p185) ağırlığında transmembran tirozin kinaz reseptörünü kodlar ve EGFR ile yüksek derecede homoloji gösterir. Aşırı ifadelenmesi kanserlerde kötü prognostik göstergedir. Değişik epitel tümörlerinde Her-2/neu geninin amplifikasyonu ya da p185 proteininin aşırı ekspresyonu gösterilmiştir. Reseptörün aşırı ifadelenmesi normal kontrol mekanizmasını bozarak agresif tümör hücrelerinin oluşumuna yol açmaktadır. Bu çalışmanın amacı; Her-2/neu onkogeninin amplifikasyonunun HCC oluşumundaki olası rolünü araştırmak ve amplifikasyon ile tümörün klinik yansıması arasındaki ilişkiyi ortaya çıkarmak olarak belirlenmiştir. Bu kapsamda patolojik olarak HCC tanısı almış 35 olgunun parafin blok doku kesitleri çalışmaya alınmış, Her-2/neu probu ile hibridizasyonu takiben yapılan FISH analizleri sonucunda 2 olguda amplifikasyon saptanırken 3 olguda 17. kromozom açısından sayıca artış saptanmıştır. Bu olguların patolojik olarak grade 2 veya 3 olduğu, tümör çapının 3 -14 cm arasında değiştiği, hastalara uygulanan tedavilerin tümör büyüklüğü ve laboratuvar değerleri ile ilişkili olduğu saptanmıştır. Çalışmanın sonuçları değerlendirildiğinde HCC patogenezinde Her-2/neu amplifikasyonunun primer mekanizma olmadığı, çok aşamalı karsinogenezdeki basamakların gelişiminde rol oynadığı düşünülmektedir.Item Hemodiyaliz hasta ve yakınlarında tükenmişlik sendromu, hasta yakınlarının yaşam kalitelerinin değerlendirilmesi ve etkileyen faktörler(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2006) Arat, Zubeyde; Akgün, SevalKronik hastalıklarda aile etmenlerinin önemli bir kısmı "Expressed Emotion" (Duygu Dışavurumu-DD) kavramı ile incelenmektedir. Bu çalışmada hasta ve hasta yakınlarının duygu dışavurumları ile birlikte hasta yakınlarının yaşam kaliteleri ve hastaların umutsuzluk düzeyleri eş zamanlı değerlendirilerek mevcut durumun ve bu durumu oluşturabileceği düşünülen ek faktörlerin saptanması amaçlanmıştır. Çalışmaya yaş ortalamaları 42,8+-18,2 (18-78) olan 30 erkek (%57,7), 22 kadın (%42,3) toplam 52 hasta ve yaş ortalamaları 46,4+-16,6 (20-73) olan 17 erkek (%32,7), 35 kadın (%67,3) toplam 52 hasta yakını dahil edilmiştir. Kronik hasta gruplarında aile kavramını ve tükenmişliğini ölçen, hastalara uygulanan LEE Duygu Dışavurum ölçeği, hasta yakınlarına uygulanan EE Duygu Dışavurum (p<0,02) ve yaşam kalitesi ölçeği ile ilişkili (p<0,005) bulunmuştur. EE ölçeğindeki ilişki yanlızca EE Eleştirel-Düşmancıl oluş alt ölçeğindende saptanmıştır (p<0,01). Hastalara uygulanan BECK umutsuzluk ölçeği ile hasta yakınlarına uygulanan EE Duygu Dışavurum EE Aşırı-İlgi-Koruyucu-Kollayıcı olma alt ölçeği (p<0,02) ve SF-36 Yaşam Kalitesi ölçeği arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır (p<0,001). SF-36 ölçeği ile olan bu anlamlı ilişki yalnızca ruhsal sağlık alt ölçeğinde görülmüştür (p<0,0001). Bu sonuç hasta yakınlarının davranış tutum ve tepkilerinin hastanın durumu ile etkileşim halinde olduğunu yansıtmaktaydı. Familial factors in chronic diseases are mostly evaluated by the "Expressed Emotion (EE)" concept. The aim of the study was to determine the expressed emotion of the patients and patients' relatives, to simultaneously evaluate the life qualities of patients' relatives and patients' desperation levels, to disclose the current situation and additional factors which may be responsible for the situation. Fifty-two patients (mean age: 42.8+-18.2 years, range: 18-78 years) of whom 30 were males (57.7%) and 22 were females (42.3%) and 52 patients' relatives (mean age: 46.4+-16.6 years, range: 20-73 years) of whom 17 were males (32.7%) and 35 were females (67.3%) were included in the study. LEE Expressed Emotion scale, which measures familial factors and exhaustion in chronically ill patients, was related with EE Expressed Emotion (p<0.02) and Quality of Life scales (p<0.005) of patients' relatives. The association with EE scale was present only in the EE Critisizm-Hostility subscales (p<0.01). BECK desperation scale of patients was significantly related with EE Emotional Expression EE-Emotional Overinvolvement subscale (p<0.02) and SF-36 Quality of life scale (p<0.001) of patients' relatives. The association with SF-36 was present only in the mental health subscale (p<0.0001). These results reflected that the behaviors, attitudes and reactions of the patients' relatives were interacting with emotional status of the patients.Item Gecikmiş Kas Ağrısında Kesikli Ultrason Tedavisinin Etkililiği(2006) Aytar, AydanGecikmis kas agrısında kesikli ultrason tedavisinin etkililigini incelemek amacıyla randomize çift-kör plasebo kontrollü arastırma olarak planlanan bu çalısma, Baskent Üniversitesinde egitim gören 90 gönüllü kadın üzerinde gerçeklestirildi. Çalısmaya katılan olgular GKA olusturulmadan 24 saat önce, olusturulduktan 48 saat sonra ve 5 günlük tedavinin sonunda istirahatta ve hareket ve/veya palpasyon ile ortaya çıkan agrı, eklem hareket açıklıgı, eklem pozisyon duyusu, kas kuvveti, basınç agrı esigi, çevre ölçümü, serum kreatin kinaz ve nötrofil sayısı açısından degerlendirildi. Ayrıca olgular bes gün boyunca her gün, tedavi bitiminden 30 dakika sonra istirahatta kolda hissedilen agrı, hareket ve/veya palpasyon ile ortaya çıkan agrı siddeti, basınç agrı esigi, normal eklem hareketleri ve kol çevre ölçümleri ile degerlendirildi. Gecikmis kas agrısı Cybex izokinetik dinamometre ile olguların dominant olmayan kollarındaki M. Biceps Brachii üzerinde olusturuldu. Olgular rastgele örneklem yöntemi ile terapötik kesikli ultrason, plasebo kesikli ultrason ve kontrol olmak üzere üç gruba ayrıldı. Olgular çalısma basında yapılan degerlendirmede tanımlayıcı özellikler, istirahatta ve hareket ve/veya palpasyon ile ortaya çıkan agrı siddeti, agrı esigi, agrının duyusal ve afektif niteligi, normal eklem hareketi, çevre ölçümü, pozisyon duyusu, kas kuvveti ve nötrofil sayım sonuçları yönünden benzerdi. lk grubun kreatin kinaz düzeyi ikinci gruptakinden yüksek bulundu (p < 0.05). Gecikmis kas agrısı öncesi ve sonrası ölçüm sonuçları her üç grupta da gecikmis kas agrısı olustugunu göstermekteydi. Tedavi sonrası ve gecikmis kas agrısı sonrası ölçüm sonuçları kullanılarak hesaplanan etki büyüklükleri, kesikli ultrason uygulamasının gecikmis kas agrısında ortaya çıkan istirahatta ve hareket ve/veya palpasyonla ortaya çıkan agrı, eklem hareket açıklıgında ve kas kuvvetinde azalma, hassasiyet ve ödem gibi belirti ve bulguların düzeltilmesinde önemli bir yararının olmadıgını göstermekteydi. Elde edilen bu sonuç literatürle uyumlu idi.Item Atipik iş sözleşmelerinden evde çalışma ve tele çalışma(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2007) Tan, Gizem; Tuncay Kaplan, EmineTeknolojik gelişmelere paralelolarak, günümüzde işyeri kavramı esneklik anlayışına paralelolarak genişlemiştir. Tele ve evde çalışma "işyerinde esneklik" anlayışının sonucu ortaya çıkan çalışma şekilleridir. Bunun yanı sıra, kısmi ve belirli süreli iş sözleşmeleri de "sürelerde esneklik" anlayışı sonucu ortaya çıkan ve izmetin işyeri dışında görüldüğü atipik çalışma şekillerindendir.Çalışanın işini kendi evinde gördüğü atipik çalışma şekli evde çalışmadır. Evde çalışma, genellikle kadınların tercih ettiği bir çalışma şeklidir. Bunun en büyük sebebi ise ailevi yükümlülükleridir. Bu çalışma şeklinin, Borçlar Kanunu tasarısında düzenlenmesinden dolayı, Borçlar Kanunundaki hizmet sözleşmelerini anımsatmaktadır. Evde çalışanlar, kimi yazarlara göre işçi iken kimi yazarlara göre ise de "işçi benzeri çalışanlardır". Tele çalışma ise, henüz Türk Hukukunda düzenlenmemiştir. Bu sebepten dolayı, bu tür çalışmanın İş Kanunu kapsamına mı, yoksa Borçlar Kanununa mı alınması gerektiğine ilişkin çeşitli görüşlere değinmiş bulunmaktayız. Baskın görüş, tele çalışmada "işverene bağımlılık" ilişkisinin olmasından dolayı, İş Kanunu'nda düzenlenen iş sözleşmelerinden sayılması gerektiğine ilişkindir. Avrupa Ülkelerinde ise, genelolarak "evde çalışma" yasalarla düzenlenmiş, " tele çalışma" ise evde çalışma düzenlemelerine kıyas yapılarak uygulanmaktadır. The meanIng of "workplace" has expanded nowadays, according to technologic developments. Teleworking and home working are the working types arising from the "Flexibilation of Workplace". On the other hand, part time and limited time employment contracts, are arising from "the flexibilation of work time" and those are the contracts in which the services is performed out of the workplace. Generally, women prefer homeworking in which the employee performs the work at his/her home. The most important reason for this are the family responsibilities. Homeworking seems to have same attribution with the employment contracts regulated at the Code of Obligations, due to the reason that they are regulated at the Draft of the Code Of Obligations. Some of the writers state that teleworkers should be considered in Labour Law as workers and some argue that they should be classified as a different kind of workers. The bill has used the words "employer" and "employee", as we sometimes used, but we would like to point out that those word shall not be confused with the ones used in the Labour Code. In Turkey, there are no legal regulations related with "Teleworking". Due to this, we have pointed out different kinds of opinions whether they should be regulated in the scope of Labour Code or Law Of Obligations. According to the dominant opinion, teleworking should be regulated in Labour Code, due to the "dependent relationship" between employee and employer. In European Countries, generally, there are more legal regulations related with homeworking than teleworking. Teleworking is regulated by comparison to the rules of homeworking.Item Çekimli olgularda zigoma ankrajının kanin retraksiyonuna etkilerinin incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2007) Çetinşahin, Alev; Dinçer, MüfideBu çalısmanın amacı zigoma ankraj sistemiyle birlikte ve zigoma ankraj sistemi olmadan kullanılan PG retraksiyon springinin kanin retraksiyonuna etkilerini karsılastırmaktır. Bu amaçla, postpubertal gelisim döneminde, Angle sınıf I veya sınıf II maloklüzyona sahip, üst birinci premolar dislerinin çekim endikasyonu ve maksimum veya moderate ankraj gereksinimi olan 30 hasta bu çalısmaya dahil edildi. Hastalar 15 bireyden olusan iki gruba ayrıldı. Maksimum ankraj olguları (16 yıl 8 ay ortalama yasa sahip, 9 kız, 6 erkek) implant destekli gruba alındı ve kanin retraksiyonu için PG retraksiyon springi kullanılırken posterior ankrajı güçlendirmek için sag ve sol zigomatik buttress bölgelerine zigoma ankraj sistemleri yerlestirildi. Moderate ankraj olguları (15 yıl 5 ay ortalama yasa sahip, 10 kız, 5 erkek) kanin retraksiyonu için zigoma ankraj sistemi kullanılmadan PG retraksiyon springi uygulanan ikinci gruba alındı. Kanin retraksiyonu baslangıcında ve bitiminde alçı modeller ve lateral sefalometrik filmler alındı ve zigoma ankrajının kanin retraksiyonuna etkilerini karsılastırmak için kullanıldı. Sefalometrik ölçümler ve model ölçümleri istatistiksel olarak degerlendirildi. Ankraj güçlendirilmeden PG retraksiyon springi kullanılan grupta daha fazla olmak üzere her iki grupta da anlamlı ankraj kaybı gözlendi. Kanin retraksiyon hızı, kaninlerin sagital ve vertikal hareketlerinde gruplar arasında anlamlı fark gözlenmedi.Item Patellofemoral ağrı sendromunda fiziksel yetersizliğin egzersiz kapasitesi ve yaşam kalitesi ile ilişkisi(Başkent Üniversitesi sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2007) Gümüşay, Betül; Gültekin, ZuhalÇalısmamızın amacı, patellofemoral ağrı sendromunda fiziksel yetersizliğin, egzersiz kapasitesi ve yasam kalitesi arasındaki iliskisini değerlendirmektir. Çalısmamızda, Özel Mesa Hastanesi, Ortopedi polikliniğinde patellofemoral ağrı sendromu tanısı konmus 25 olgu arastırma grubunu, sağlıklı 25 olgu ise kontrol grubunu olusturdu. Her iki gruba, fonksiyonel kapasitesini değerlendirmek için 12 dakikalık yürüme testi yapıldı. 12 dakikalık yürüme testi öncesinde, hemen sonrasında, toparlanma 3. ve 5. dakikalarda; olguların kalp hızı, kan basıncı, solunum frekansı, ağrı siddetleri görsel analog skalası (VAS) ve algılanan zorluk dereceleri BORG ile değerlendirildi. Her iki grupta 12 dakika yürüme testi sonrası tahmini oksijen tüketimi değerleri hesaplandı. Çalısmamızda, olgularımızın patellofemoral ağrı değerlendirmesi Kujala patellofemoral ağrı puanlaması ile yapıldı. Olguların yasam kalitesi Dünya Sağlık Örgütü Yasam Kalitesi Ölçeği Kısa Formu (WHOQOL-BREF) ile, depresyon durumu ise Beck depresyon anketi ile yapıldı. Gruplar arasında hem 12 dakikalık yürüme mesafeleri hem de tahmini maksimum oksijen tüketimi değerleri açısından istatistiksel fark bulunmadı (p>0,05). Her iki grup arasında yürüme testi öncesi, hemen sonrası, toparlanma 3. ve 5. dakikalar arasında; kalp hızı, kan basıncı, solunum frekansı ve BORG değerleri arasında istatistiksel bir fark bulunmadı (p>0,05). Arastırma grubunda VAS değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (p<0,05). Yürüme testi öncesi ve hemen sonrası BORG değerleri arasındaki fark arastırma grubunda istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0,05). Arastırma grubunda Kujala patellofemoral puanlaması kontrol grubuna göre daha düsük bulundu (p<0,05). Gruplar arasında, WHOQOL-BREF yasam kalitesi ölçeği; fiziksel, psikolojik ve çevresel alt parametrelerinde arastırma grubu aleyhine istatistiksel olarak anlamlı fark saptanırken (p<0,05), sosyal alanda gruplar arasında anlamlı bir farklılığa rastlanmadı (p>0,05). Beck depresyon anketi değerleri incelendiğinde iki grup arasında anlamlı fark saptanmadı (p>0,05). Ancak, her iki gruptaki olguların Kujala patellofemoral puanlaması ile WHOQOL-BREF’ in fiziksel alan puanlaması arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptandı (p<0,05). Sonuç olarak, arastırma grubunda patellofemoral ağrı sendromunun fiziksel yetersizliğe yol açtığı, yasam kalitesini ve fonksiyonel kapasiteyi olumsuz yönde etkilediği bulunduItem İskeletsel sınıf III bireylerde maksiller ekspansiyon ve protraksiyon uygulamasının dentofasiyal yapılara ve temporomandibular ekleme olan etkilerinin incelenmesi(Başkent Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, 2007) Köse, Cansuf; Uçkan, İ. SinaOrtodontik tedavi ile temporomandibular düzensizlik (TMD) arasındaki ilişki literatürde geniş olarak tartışılmıştır. Çene ucundan destek alarak maksillaya kuvvet uygulayan yüz maskelerinde, bu kuvvetin yaklaşık olarak %75’inin TME bölgesine iletildiği belirtilmiştir. Bu çalışmadaki amaç, hızlı üst çene genişletmesi/yüz maskesi uygulamasının dento-fasiyal yapılar ve kondil-disk-glenoid fossa üçlüsü üzerindeki etkilerinin kontrol grubu ile karşılaştırılmalı olarak incelenmesidir. Bu amaçla çalışmada, iskeletsel ve dişsel sınıf III düzensizliğe sahip 14 hasta tedavi grubunu, 12 hasta ise kontrol grubunu oluşturmuştur. Çalışmaya pubertal atılım öncesi gelişim döneminde olan ve TMD belirti ve bulguları bulunmayan bireyler dahil edilmiştir. Çalışmanın materyali, tedavi-kontrol öncesi ve sonrası alınan, lateral sefalometrik filmler, el-bilek filmleri, manyetik rezonans görüntüleri (MRG) ve alçı modellerden oluşmaktadır. Sefalometrik filmler üzerinde, iskeletsel, dentoalveolar ve yumuşak doku ölçümleri, manyetik rezonans görüntüleri üzerinde kondil-disk konumu şekli ve fossa morfolojisi ile ilgili ölçümler yapılmıştır. Alçı modellerde ise kanin ve 1.molar dişler arası transvers genişlikler ölçülmüştür. Çalışmanın bulguları değerlendirildiğinde, tedavi grubunda sagittal maksiller gelişim stimule edilmiş, mandibular gelişim, büyümenin posteriora yönlendirilmesiyle kontrol altına alınmıştır. Dento-alveolar yapılarda gözlenen, alt keserlerdeki retraksiyon ve overjet’teki artma Sınıf III düzensizliğin çözümüne yönelik olumlu katkıda bulunmuştur. Yumuşak doku ilişkisi, iskeletsel ve dentoalveolar değişimlere paralel olumlu gelişim göstermiştir. Disk kondil ilişkisi değerlendirildiğinde, tedavi grubunda disk bir miktar anteriora yer değiştirmiş ancak kontrol grubu ile karşılaştırıldığında gruplar arasında fark anlamsız bulunmuştur. Tedavi ile kondil-glenoid fossa ilişkisinde bir değişiklik gözlenmemiştir. Çalışma sonunda, tedavi grubunda kondiler açılanmada (kondil başı eğimi) azalma olduğu, ancak kontrol grubu ile karşılaştırıldığında gruplar arasında önemli bir fark olmadığı saptanmıştır. Fossa morfolojisinde bir değişiklik bulunmamıştır. Diskin bölgesel konumu değerlendirildiğinde tedavi ile B bölgesindeki disk konumunda artış gözlendiği ancak kontrol grubu ile karşılaştırıldığında gruplar arasında fark olmadığı bulunmuştur. Uygulama sonunda, disklerin %92,85’inin diskin normal şekli olarak kabul edilen, bikonkav konfigürasyona sahip olduğu saptanmıştır. Hızlı üst çene genişletmesi/yüz maskesi uygulamasının kraniyofasiyal yapılarda önemli miktarda düzeltici etkisi bulunurken, TMD için predispozan bir etkisinin olmadığı saptanmıştır.Item Bukkal segment distalizasyonunda zigoma ankrajı ve ağız dışı ankraj uygulamarının karşılaştırılması(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2007) Kaya, Burçak; Uçkan, SinaBu tez çalışması bukkal segment distalizasyonunda zigoma ankraj sisteminin iskeletsel, dentoalveoler ve yumuşak dokular üzerindeki etkilerinin incelenmesi ve bu etkilerin servikal headgear ankrajıyla karşılaştırılması amacıyla yürütülmüştür. Dişsel Sınıf II posterior ilişki, iskeletsel Sınıf I veya II sagital ilişkiye sahip hastalar çalışmaya dahil edilmiştir. Ayrıca araştırmaya alınmak için düşük açılı veya normal vertikal büyüme paterni, tüm daimi dişlerin varlığı, maksiller dental arkta çapraşıklık ve/veya artmış overjet, mandibuler dental arkta çok az yer darlığı olması veya hiç olmaması, normal veya artmış overbite, tam sürmüş maksiller ikinci molarlar gibi kriterler de aranmıştır. Bu kriterleri sağlayan 30 hasta 2 gruba ayrılmıştır. Distalizasyon başlangıcında ortalama yaşları 14.74 yıl olan 15 hastadan oluşan birinci grupta, zigoma ankraj sistemi ile bukkal segment distalizasyonu yapılmıştır. Zigoma plağından birinci premolar braketinin mezialindeki sıkıştırılabilir ark teli kuvvet çengeline uzanan nikel-titanyum kapalı sarmal yaylar ile, her iki tarafta 450 gram distalizasyon kuvveti uygulanmıştır. Distalizasyon başlangıcında ortalama yaşları 15.26 yıl olan 15 hastadan oluşan ikinci grupta, servikal headgear ile bukkal segment distalizasyonu yapılmıştır. Dış kolu başlangıçta okluzal düzleme paralel olan ve bukkal segmentte özellikle kanin ve birinci premolarlar arasında diastemalar açıldıktan sonra 10-15° yukarı açılandırılan yüz arkı kullanılarak her iki tarafta 450 gram distalizasyon kuvveti uygulanmıştır. Hastalardan headgearlerini günde en az 20 saat kullanmaları istenmiştir. Bütün hastalarda sınıf II bukkal ilişki başarıyla düzeltilip Sınıf I bukkal ilişki sağlanmıştır. Bukkal segment distalizasyonunun ortalama süresi zigoma ankraj grubunda 9.03 ± 0.62 ay, servikal headgear grubunda 9.00 ± 0.76 ay olarak ölçülmüş, gruplar arasında fark bulunmamıştır. Tedavi gruplarında oluşan değişiklikleri belirlemek için lateral sefalometrik filmler üzerinde 43, alçı modeller üzerinde 6 parametre ölçülmüştür. Normal dağılım gösteren ve homojen varyanslı olup tekrarlı ölçüm içeren grup ortalamaları İki Faktörlü Tekrarlı Ölçümler Varyans Analizi ve Bonferroni düzeltmeli t testi ile, yaş ve tedavi süresi parametrelerinin grup ortalamaları ise Student t testi ile karşılaştırılmıştır. Normal dağılıma uymayan veya heterojen varyanslı olan grup ortalamalarının karşılaştırılmasında ise bağımsız gruplar için Mann Whitney U testi, bağımlı gruplar için ise Wilcoxon testi kullanılmıştır. Bukkal segment distalizasyonuna bağlı olarak her iki tedavi grubunda da, ‘A’ noktası geriye gitmiş, mandibula posterior rotasyon yapmış, ön yüz yükseklikleri artmıştır. Her iki grupta da maksiller posterior dişlerde p<0.001 düzeyinde önemli miktarda distalizasyon sağlanmıştır. Bunun yanısıra, zigoma ankraj grubundaki premolarlar dışında, her iki grupta da tüm maksiller posterior dişlerde distale devrilme görülmüştür. Zigoma ankraj grubunda maksiller posterior dişlerde vertikal hareket görülmezken, servikal headgear grubunda premolarlarda ekstrüzyon gözlenmiştir. Her iki grupta da maksiller keserler retrüze olmuş ve overjet azalmıştır. Overbite yalnızca servikal headgear grubunda azalmıştır. Alt ve üst dudaklarda her iki grupta da belirgin retrüzyon saptanmıştır. Bütün maksiller posterior dişlerde distobukkal rotasyona rastlanmış, ancak zigoma ankraj grubunda özellikle premolarlardaki rotasyon daha belirgin bulunmuştur. Zigoma ankraj sistemi ile hiç bir ağız dışı aygıt kullanmadan, servikal headgear ile benzer sonuçlar elde edilebildiği ve Sınıf II ilişkinin düzeltilebildiği gösterilmiştir.Item Diz osteoartritli olgularda iki farklı havuz içi egzersiz eğitiminin fiziksel yetersizlik ağrı günlük yaşam aktivitesi ve depresyon üzerine etkisi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2007) Güvenir, Hülya; Gültekin, ZuhalDiz osteoartritinde ortaya çıkan ağrı ve fiziksel yetersizliğin fizik tedavi ile birlikte yapılan havuz içi egzersiz tedavisiyle nasıl değisiklik gösterdiği ve hangi tip havuz içi egzersiz eğitiminin daha etkili olduğunu saptamak önemlidir. Bu çalısmanın amacı, diz osteoartrit tanısı konan olgularda iki farklı havuz içi egzersiz eğitimini, su içi tedavi almayan olgularla ve kendi içinde karsılastırarak, su içi tedavinin ilave katkısının olup olmadığını eğer varsa, bu egzersizlerden hangisinin fiziksel yetersizlik, ağrı, günlük yasam aktivitesi ve depresyon üzerinde daha etkili olduğunu saptamaktır. Çalısmamıza diz osteoartriti tanısı konan toplam 89 hasta katılmıstır. Çalısmaya katılan olgular üç gruba ayrılmıslardır. Đki grup havuz içi egzersiz eğitimi alan grup olmustur ve rastgele örneklem tekniği ile seçilerek 30’ar kisilik esit iki gruba ayrılmıslardır. Üçüncü grup ise ayaktan tedavi edilen ve su içi egzersiz tedavisi almayan 29 kisiden olusan bir grup olmustur. Arastırma grubundaki olgulara iki farklı tipte egzersiz eğitimi uygulanmıstır. Havuz içi egzersiz tedavisi olarak; birinci arastırma grubuna; iki fazdan olusan ve her fazda ısınma, germe ve kuvvetlendirme periyotlarını içeren sadece alt ekstremiteye yönelik egzersiz eğitimi verilmistir. Đkinci arastırma grubuna; birinci gruba uygulanan alt ekstremite egzersizlerine ek olarak, üst ekstremiteye yönelik egzersizler ile birlikte gövdeye yönelik egzersiz eğitimi de verilmistir. Çalısmamızda olgularımızın ağrı siddetleri (Görsel Analog Skalası) VAS’a ile değerlendirilmistir. Fiziksel yetersizlik ve günlük yasam aktivitesi değerlendirmesi (Western Ontario and McMaster Universities Osteoarthritis Index) WOMAC indeksi ile yapılmıstır. Olgularımızın emosyonel durum değerlendirmesi için (Hastane Anksiyete ve Depresyon) HAD ölçeği kullanılmıstır. Her iki arastırma grubu ile kontrol grubunun (Görsel Analog Skalası) VAS’a göre ağrı değerlendirmesi sonucu gruplar kendi içinde karsılastırıldığında, tedavi sonrasında tüm gruplarda istatistiksel olarak olumlu gelismeler saptanmıstır (p<0,001). Gruplar arasında tedavi öncesi ve sonrası (Görsel Analog Skalası) VAS’a göre ağrı değerlerinde zaman içerisindeki değisim incelendiğinde birinci arastırma grubundaki değisim diğer gruplara göre daha yüksek bulunmustur (p<0,001). Gruplar arasında tedavi öncesi ve sonrası (Western Ontario and McMaster Universities Osteoarthritis Index) WOMAC ağrı, sertlik ve fiziksel fonksiyon değerlerinde zaman içerisindeki değisim incelendiğinde ikinci arastırma grubundaki değisim diğer gruplara göre daha yüksek bulunmustur (p<0,001). Gruplar arasında tedavi öncesi ve sonrası (Hastane Anksiyete ve Depresyon ölçeği) HAD depresyon değerleri incelendiğinde, tedavi sonrasında birinci arastırma grubundaki olguların depresyon durumlarının diğer gruplara göre daha çok azaldığı görülmüstür (p<0,05). Tüm gruplarda altı dakikalık yürüme testi değerlendirmesi sonucu, tedavi sonrası yürüme mesafesi artmıstır (p<0.001). Sonuç olarak, diz OA tedavisinde havuz içi egzersiz tedavisinin yararlı olduğu saptanmıstır. Olguların ağrı sonuçlarında birinci arastırma grubunun daha iyi olduğu görülmüstür. Đkinci arastırma grubunda günlük yasam aktivitesi ve fiziksel yetersizlik sonuçlarının birinci arastırma grubuna göre daha çok gelistiği saptanmıstır. Üst, alt ekstremite ve gövde egzersizlerinden olusan havuz içi egzersiz tedavisinin fonksiyonların gelismesinde daha etkili olduğu görülmüstür. Üç hafta uygulanan havuz içi egzersiz tedavisiyle olgularımızın depresyon durumları azalmıstır ve egzersiz kapasiteleri gelismistir.Item Kas iskelet sistemi hastalıklarına bağlı Kronik ağrıların yaşam kalitesi üzerine olan etkileri(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2007) Aytar, Ayça; Tüzün, Emine HandanBu tez kronik kas iskelet sistemi hastalıklarına baglı kronik agrıların yasam azalan yasam kalitesinin belirleyicilerini tesbit etmek amacı ile tasarlandı. RA, OA, FMS, MAS, bel ve boyun agrılı kisileri içeren 304 kronik kas iskelet sistem hastası (çalısma grubu) ve kronik agrı yakınma problemi olmayan 157 (kontrol grubu) olgu çalısmaya katıldı. Olguların sosyo-demografik ve agrı özellikleri, depresyon, anksiyete, uyku bozuklukları, yeti yitimleri ve saglıkla ilgili yasam kaliteleri özel anketlerle degerlendirildi. Çalısma grubundaki olguların duyusal, afektif ve toplam agrıları ile ölçümün yapıldıgı anda hissedilen agrı siddetleri ve degerlendirilen toplam agrı siddeti kontrol grubundaki olguların agrı özelliklerinden daha fazla idi (p<0.05). Kontrol grubu ile karsılastırıldıgında çalısma grubundaki olguların uyku kaliteleri daha kötü idi (p<0.05). Kas iskelet sistem hastalıklarına baglı kronik agrısı olan olguların mental, fiziksel ve toplam yorgunluk düzeyleri kontrol grubundaki olgulardan daha fazla bulundu (p<0.05). (p<0.05). Çalısma grubundaki olguların kontrol grubundan daha fazla depresyona egilimi oldugu bulundu (p<0.05). Çalısma grubundaki olguların sürekli anksiyete düzeyleri kontrol grubundakilere göre daha fazla bulunmusken (p<0.05) , durumluluk anksiyete puanları arasında fark yoktu (p>0.05). Çalısma grubundaki olguların agrıya baglı olusan yeti yitimi düzeyleri kontrol grubundaki olgulardan daha fazla idi (p<0.05). Çalısma grubundaki olguların saglıkla ilgili yasam kalite düzeyleri Kısa Form-36 anketinin vitalite ve mental saglık alt ölçekleri dısındaki diger alt ölçeklerde kontrol grubundaki olgulardan anlamlı düzeyde daha düsük idi (p<0.05). Fiziksel fonksiyon ve genel saglık dısında hastalık gruplarının saglıkla ilgili yasam kalite düzeyleri benzerdi (p>0.05). Bu çalısmamızın bulguları sonucunda saglıkla ilgili yasam kalitesi üzerinde uyku kalitesi, yorgunluk ve depresyon düzeylerinin önemli etkisi oldugunu göstermistir. Elde edilen sonuç literatür ile uyumludur.Item Miyofasiyal ağrı sendromunda klasik fizyoterapi yöntemlerine ek olarak uygulanan servikal mobilizasyonun etkinliği(2007) Şahin, EmelBu tezin amacı miyofasiyal ağrı sendromunda klasik fizyoterapi yöntemlerine ek olarak uygulanan servikal mobilizasyonun etkinliğini incelemekti. Çalışmaya katılan 40 olgu, tesadüfi olarak mobilizasyon (n=21) ve kontrol grubu (n= 19) olarak ikiye ayrıldı. Her iki gruba hotpack, masaj ve ev egzersiz programı uygulandı. Mobilizasyon grubuna bu modalitelere ek olarak mobilizasyon teknikleri uygulandı. Olguların sosyodemografik özellikleri ve klinik semptomları ile ilgili veriler toplandı. Tedavi öncesi ve sonrasında olguların ağrı özellikleri, tetik nokta hassasiyeti ve sayısı, kas kuvveti, eklem hareket açıklığı, depresyon, yeti yitimi ve yaşam kalite düzeyleri değerlendirildi. Tüm veriler non-parametrik istatistiksel testler kullanılarak analiz edildi. Tedavi öncesinde her iki gruptaki olguların yaş, vücut kitle indeksi ve eğitim süresi yönünden anlamlı şekilde farklı oldukları bulundu (p<0.05). Bu nedenle bazı ileri istatistiksel analizler için bu değişkenler kontrol edildi. Tedavi öncesi değerlerle karşılaştırıldığında, tedaviden sonra her iki grupta da ağrı yakınmalarında anlamlı bir azalma, eklem hareket açıklığı ve kas kuvvetinde artma, yeti yitiminde azalma saptandı (p < 0.05). Her iki grupta depresyon düzeyinde de azalma bulundu (p < 0.05). Mobilizasyon grubunda tetik nokta sayısında azalma olurken diğer grupta bir değişim olmadı. Etki büyüklüğü karşılaştırmaları, mobilizasyon grubunda bu ölçümlerde klinik düzelmelerin daha fazla olduğunu gösterdi. Bu grupta Kısa-Form 36’ nın tüm alt ölçek puanlarında anlamlı şekilde düzelmeler bulunmasına karşın, kontrol grubunda sadece fiziksel fonksiyon, genel sağlık ve vitalite alt ölçek puanlarında düzelmeler saptandı. Sonuçlarımız mobilizasyon tekniklerini içeren klasik fizyoterapi programının kronik boyun ağrısı olan miyofasiyal ağrı sendromlu olguların tedavisinde etkili olduğunu göstermektedir. Geniş örneklem gruplarında ve izlem periyotlarını içeren çalışmaların yapılması bu sonuçların kanıt düzeyini artıracaktır.Item Tip II diyabetli hastalarda aerobik ve dirençli egzersizlerden oluşan egzersiz eğitim programının metabolik kontrol, depresyon ve yaşam kalitesi üzerine etkisi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2007) Küçükarslan, Aylin; Daşkapan, ArzuBu çalısma, Tip II diyabetli hastalarda aerobik ve dirençli egzersizlerden olusan gözetimli egzersiz programının metabolik kontrol, depresyon ve yasam kalitesi üzerine etkilerini degerlendirmek amacı ile planlandı. Sögütözü Bayındır Hastanesi Endokrinoloji Bölümünde izlenen 36 Tip II diyabetli hasta çalısmaya alındı. Hastalar gelisigüzel olarak egzersiz ve kontrol grubu olmak üzere iki gruba ayrıldı. Kontrol grubunda standart tedaviye (diyet, tıbbi tedavi, egzersiz önerisi) devam edildi. Egzersiz grubunda geleneksel tedavi yaklasımına ek olarak sekiz hafta boyunca, fizyoterapist gözetiminde egzersiz programı uygulandı. Program dirençli egzersizler, kalistenik egzersizler ve yürüyüsü kapsadı. Çalısma öncesi ve sonrası iki grupta açlık kan glikoz, hemoglobin A1c, total kolesterol, HDL, LDL kolesterol ve trigliserit degerleri ölçüldü ve yasam kalitesi, depresyon düzeyleri degerlendirildi. Kısa Form 36 (SF-36) yasam kalitesi anketi, Center for Epidemiological Studies Depression Scale (CES-D) depresyon ölçegi, yasam kalitesi ve depresyonu degerlendirmek için kullanıldı. Kontrol grubunda hemoglobin A1c, açlık kan glikoz, total kolesterol, HDL, LDL kolesterol ve trigliserit düzeylerinde degisiklik gözlenmedi. Egzersiz grubunda, LDL kolesterol degismezken; hemoglobin A1c, açlık kan glikoz, total kolesterol, ve trigliserit düzeylerindeki azalma ve HDL kolesterol düzeyinde artma anlamlıydı. Egzersiz grubunda sosyal fonksiyon hariç yasam kalitesinin tüm alt ölçekleri ve depresyondaki düzelmeler anlamlıydı. Kontrol grubunda depresyon ve yasam kalitesinde anlamlı degisiklik bulunmadı. Sonuç olarak, dirençli egzersizler, kalistenik egzersizler ve yürüyüsü içeren gözetimli egzersiz programının Tip II diyabetli hastalarda metabolik kontrol, yasam kalitesi ve depresyon üzerine olumlu etkiler yaptıgı saptandı.Item Konvansiyonel teknik ve bilgisayar ile yapılmış sefalometrik analizlerin güvenilirlik açısından karşılaştırılması(Başkent Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, 2007) Çelik, Esat Erkan; Memikoğlu, T. Ufuk ToygarBu çalışmadaki amaç, farklı araştırmacıların analiz metodlarından parametreler alarak oluşturduğumuz analiz sisteminde, farklı bilgisayar programları (Jiffy Orthodontic Evaluation (JOE), Vistadent 2.1 AT) ile elde edilen ölçümleri, konvansiyonel çizim tekniği ile karşılaştırmaktır. Çalışma sonucunda hem teknikler arasında, hem de programların birbirlerine karşı olan güvenilirliğini saptamak hedeflenmiştir. Çalışmamızda, Başkent Üniversitesi Ortodonti Anabilim Dalı hasta arşivinden seçilmiş toplam yüz yirmi beş adet bireyin, tedavi başı lateral sefalometrik filmleri kullanılmıştır. Tüm sefalometrik kayıtlar aynı pantomogram ile (PM 2002 CC Proline Planmeca Oy SF-00810 Helsinki Finland) alınmıştır. Tüm sefalometrik analizler aynı araştırmacı tarafından yapılmıştır. Tekniklerden biri konvansiyonel (elle çizim), diğer ikisi ise farklı bilgisayar yazılımlarından (JOE ve Vistadent 2.1 AT) oluşmaktadır. Çalışmada toplam yirmiyedi adet açısal ve boyutsal parametre kullanılmıştır. Sonuçlara göre çalışmamızda yirmisekiz adet parametreden yirmibir adet parametrede istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır. Bu parametreler: BaNA açısı, SNA açısı, Condylion-A mesafesi, Condylion-Gnathion mesafesi, SNB açısı, Maksillo-mandibular fark, WITT’S ölçümü, ANB açısı, GoGn. SN açısı, Ar.GoGn açısı, Palatal düzlem-mandibular düzlem açısı, Üst keser-NA açısı, Alt keser-NB mesafesi, İnterinsizal açı, Overbite ölçümü, Overjet ölçümü, IMPA açısı, Oklüzal düzlem eğimi, Alt dudak-E düzlemi, Üst dudak uzunluğu, A - Nasion perpendiküler mesafesidir. Nasolabial açı, ANS – Menton mesafesi, Antero-posterior yüz oranı, Alt keser-NB açısı, Nasion perpendikülar - Pg mesafesi, Gonion - Menton mesafesi, Üst keser-NA mesafesi üç grupta da istatistiksel olarak anlamlı farklılık gösteren parametrelerdir. JOE yazılımı, Vistadent 2.1 AT yazılımına oranla, konvansiyonel tekniğe daha yakın sonuçlar vermiştir. JOE grubunda Nasolabial Açı ölçümünün tekrarlama katsayısı, en düşük olan parametredir.Item Kilitli vida ve plak sisteminin sagittal split ramus osteotomisinde kullanılmasının üç boyutlu modelleme ve sonlu elemanlar analiziyle incelenmesi(Başkent Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, 2007) Oğuz, Yener; Uçkan, İ. SinaSagittal Split Ramus Osteotomisi (SSRO) çenelerdeki birçok konjenital ya da kazanılmış deformitenin düzeltilmesinde kullanılmaktadır. Obwegeser ve Trauner tarafından tanımlanmış ve zamanla Dal Pont ve Hunsuck tarafından modifiye edilerek son halini almıştır. SSRO uygulanmasını takiben fiksasyon ve stabilizasyon sağlamak amacıyla tel osteosentezinden metal plak ve vidalara kadar birçok teknik geliştirilmiş ve uygulanmıştır. Ortognatik cerrahide miniplak ve vidalar 1980’li yıllardan itibaren rijit internal fiksasyon sağlamak amacıyla rutin kullanılır hale gelmiştir. Titanyum vida sisteminin dezavantajlarını gidermek ve fiksasyon stabilitesini arttırmak için araştırmalar devam etmiş ve bu amaçla kilitli vida ve plak sistemleri üretilerek travma ve rekonstrüktif işlemlerde kullanılmıştır. Bu çalışmada 2.0mm kilitli mini vida ve plak sistemleri ile 2.0mm standart mini vida ve plak sistemlerinin fiksasyon güvenirliliği SSRO uygulamalarında 3 boyutlu modelleme ve sonlu elemanlar analiziyle 200 N çiğneme kuvveti uygulanarak incelenmiştir. Sonuçta SSRO ile 5 mm ilerletme yapılıp fikse edilen modellerde kilitli vida ve plak ile konvansiyonel vida ve plak sistemleri arasında kemiğe iletilen kuvvetler ve kemikte oluşan deformasyonlar açısından önemli bir fark gözlenmemiştir.Item Miller sınıf I ve II defektlerin tedavisinde trombositten zengin plazma ve koronale konumlandırılmış flep tekniklerin etkinliklerinin değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2008) Ünal, Seda; Alaaddinoğlu, Emine ElifOtojen büyüme faktörleri içeren Trombositten Zengin Plazma (TZP), yumuşak doku iyileşmesini hızlandırdığı düşünülen bir materyaldir. Bu çalışmanın amacı, dişeti çekilmelerinin tedavisinde koronale pozisyone flep (KPF)+TZP kombine tekniğinin etkinliğini klinik olarak değerlendirmek ve sonuçlarını sadece KPF uygulanan grupla karşılaştırmaktır. Çalışmaya çift taraflı Miller Sınıf I veya II dişeti çekilmelere sahip, sistemik olarak sağlıklı 17 birey dahil edilmiştir. Öncelikle, yapışık dişetinin yetersiz olduğu Miller II çekilmelere serbest dişeti grefti uygulanarak yapışık dişetinin arttırılması amaçlanmıştır. Üç ay sonra, bölgeler rastgele KPF veya KPF+TZP gruplarına ayrılmıştır. Operasyon öncesi, 1., 3. ve 6. aylarda klinik parametreler kaydedilmiştir. Ondördüncü günde yara iyileşme indeksi değerlendirilmiştir. Her iki grupta da cep derinliği, çekilme derinliği, klinik ataşman seviyesinde başlangıca göre pozitif yönde gelişme olmuştur. Keratinize dişeti genişliği kontrol grubunda değişmezken; test grubunda anlamlı şekilde artmıştır. Ondördüncü günde yara iyileşmesinin test grubunda daha iyi olduğu ve postoperatif komplikasyonların daha az olduğu kaydedilmiştir. Bu randomize kontrollü klinik çalışmanın sonuçlarına göre Miller Sınıf I dişeti çekilmelerinin tedavisinde, yara iyileşmesini hızlandırmada ve daha başarılı klinik sonuçlar elde etmede TZP; KPF tekniğine ilave katkılar sağlayabilir. Platelet-rich plasma (PRP), containing autologous growth factors, has been thought to accelerate soft tissue healing. Therefore, the aim of this study is to evaluate the clinical effectiveness of CAF+PRP combined technique and also to compare its results with CAF alone in the treatment of gingival recession. Seventeen systemically healthy patients with bilateral Miller Class I/II gingival recessions participated in this study. Firstly, Miller Class II recessions were treated with free gingival grafts in order to improve inadequate keratinized tissue. After three months, sites were randomly assigned into CAF (control) or PRP+CAF groups. Clinical parameters were recorded at baseline, and at 1, 3 and 6 months. Wound healing at postoperative 14th day was also evaluated. Probing depth, recession depth and clinical attachment levels improved for both study groups. The increase in keratinized tissue width was statistically significant in the test group while it didn’t change in the control group. Wound healing was better and complication occurrences were less than the control group on 14th day. Based on the results of this randomized controlled study, PRP may provide additional clinical benefits and accelerate wound healing compared to CAF alone in the treatment of Miller Class I recessions.