Sağlık Bilimleri Enstitüsü / Health Science Institute
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11727/1393
Browse
605 results
Search Results
Item Beneslider ve minivida destekli pendulum apareylerinin dentoalveoler ve iskeletsel etkilerinin karşılaştırmalı olarak incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Bulut, Poyraz; Tunçer, Nilüfer İremBu retrospektif çalışmanın amacı, palatinale yerleştirilen minividalardan destek alan ve distalizasyon kuvvetini elastik kollar (minivida destekli Pendulum) ve rijit bir ark (Beneslider) aracılığıyla ileten iki maksiller molar distalizasyon sisteminin dentoalveoler ve iskeletsel etkilerini karşılaştırmaktır. Çalışmaya minivida destekli Pendulum (Grup 1; 15 kız, 3 erkek; ortalama yaş, 16,5±2,1 yıl) ve Beneslider (Grup 2; 11 kız, 7 erkek; ortalama yaş, 15,7±1,5 yıl) apareyleriyle tedavi edilmiş toplam 36 hasta dahil edilmiştir. Hastalardan molar distalizasyonu öncesi ve sonrasında alınan lateral sefalometrik film ve dijital modeller analiz edilerek dentoalveoler ve iskeletsel değişimler karşılaştırılmış ve ayrıca aparey başarı oranları değerlendirilmiştir. Tedavi başı kronolojik yaş, cinsiyet dağılımı ve Sınıf II maloklüzyon şiddeti gruplar arasında benzerdir. Tedavi süresi Grup 1’de anlamlı düzeyde daha kısadır; ancak 1. molarlar bu grupta daha fazla distale devrilmiş ve kron, trifurka ve kök ucu seviyelerinden ölçülen distalizasyon değerleri ve distalizasyon hızları daha az bulunmuştur. Ayrıca Grup 1’de SNB açısı anlamlı azalma, ANB ve SN.GoGn açıları anlamlı artış sergilemiş; aynı ölçümlerdeki değişimler ise Grup 2’de ihmal edilebilir düzeyde kalmıştır. Birinci molarlarda görülen distobukkal rotasyon Grup 1’de anlamlı düzeyde daha fazladır. Üst 2. molarlarda meydana gelen distalizasyon ve devrilme miktarları ile aparey başarı oranları gruplar arasında benzerdir. Minivida destekli Pendulum apareyi maksiller 1. molarlarda daha fazla distale devrilme ve distobukkal rotasyon ile kök apeksinde mezializasyon hareketine neden olmuştur. Buna karşın Beneslider apareyi birinci molar dişlerde paralele daha yakın bir hareket ile birlikte kökte anlamlı distalizasyon sağlayarak maksiller molar distalizasyonunda daha etkin olduğunu kanıtlamıştır. Apareyler, minivida destekli Pendulum grubunda %88,89, Beneslider grubunda %94,44 oranında başarılı olmuştur. The aim of this retrospective study was to compare the dentoalveolar and skeletal effects of two maxillary molar distalization systems anchored on palatal miniscrews, which deliver the distalization force through elastic arms (the miniscrew-supported Pendulum) and a rigid arch bar (the Beneslider). The study included a total of 36 patients treated with the miniscrew-supported Pendulum (Group 1; 15 girls, 3 boys; mean age, 16.5±2.1 years) and the Beneslider (Group 2; 11 girls, 7 boys; mean age, 15.6± 1.5 years) appliances. Lateral cephalometric radiographs and digital dental models taken before and after molar distalization were analyzed to compare dentoalveolar and skeletal changes, as well as the success rates of the appliances. Chronological age, sex distribution, and Class II malocclusion severity at the beginning of treatment were similar between groups. Treatment duration was significantly shorter in Group 1; however, the first molars tipped more distally in this group, and both distalization values and distalization rates measured from the crown, trifurcation and root tip levels were found to be less. Furthermore, the SNB angle showed a significant decrease, and the ANB and SN.GoGn angles showed a significant increase in Group 1, all of which were negligible in Group 2. Distobuccal rotation seen in the first molars was significantly higher in Group 1. The amounts of distalization and tipping in the upper second molars and the appliance success rates were similar between the groups. The miniscrew supported Pendulum appliance caused more distal tipping and distobuccal rotation of the maxillary first molars, along with mesial movement at the root apex. In contrast, the Beneslider appliance proved to be more effective in maxillary molar distalization by providing significant distalization at the roots with a more parallel movement of the first molars. The appliances were successful in 88.89% of cases in the miniscrew supported Pendulum group and 94.44% in the Beneslider group.Item Hemodiyaliz hastalarına verilen motivasyonel görüşme temelli danışmanlığın hemodiyaliz dayanıklılık ve tedavi uyumuna etkisi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Özdemir Eler, Çiğdem; Kav, SultanBu araştırma hemodiyaliz hastalarına verilen motivasyonel görüşme temelli danışmanlığın, hemodiyaliz dayanıklılık ve hemodiyaliz tedavi uyumuna etkisinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Araştırmanın birinci aşaması olan “Hemodiyaliz Dayanıklılık Ölçeği’nin Türk toplumu için geçerlilik ve güvenirlilik çalışması” Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi Çiğdem Diyaliz Merkezi ve Yenikent Diyaliz Merkezi’nde 26 Nisan- 25 Mayıs 2021 tarihleri arasında 136 hasta ile tamamlanmıştır. Ölçeğin zaman içinde değişmezliği ve güvenilirliğinin incelenmesi amacıyla, ilk değerlendirmeden 2 hafta sonra örneklem içinde ulaşılabilen 50 hasta ile test-tekrar test çalışması yapılmıştır. Hemodiyaliz Dayanıklılık Ölçeği-TR için cronbach alfa katsayısı 0.940 olarak elde edilmiş olup ölçek 20 madde ve 3 alt boyuttan oluşmaktadır. Araştırmanın randomize kontrollü deneysel ikinci aşaması, Haziran 2021-Aralık 2021 tarihlerinde 56 hasta (27 hasta müdahale ve 29 hasta kontrol) ile gerçekleştirilmiştir. Veriler, Hasta Bilgi Formu, Hemodiyaliz Dayanıklılık Ölçeği-TR (HDDÖ), Son Dönem Böbrek Yetmezliği Uyum Ölçeği (SDBYUÖ), Motivasyonel Görüşme Tekniği Memnuniyet Formu ile elde edilmiştir. Müdahale grubuna 4 oturumdan oluşan motivasyonel görüşme yöntemi uygulanmıştır. Ayrıca ayda 1 kez telefonla görüşerek ve ayda 1 kez kısa mesaj ile hatırlatmalar yapılmıştır. Kontrol grubuna ise rutin bakım verilmiştir. Müdahale ve kontrol grubuna müdahale öncesi ve sonrası olmak üzere 2 kez veri toplama formları uygulanmıştır. Verilerin analizinde Wilcoxon İşaretli Sıralar Testi, Mann-Whitney U Testi, Spearman Korelasyon analizi, Cohen d etki büyüklüğü kullanılmıştır. İkinci değerlendirmede SDBYUÖ toplam puanı her iki grupta da artmasına rağmen bu artışın müdahale grubunda daha fazla olduğu ve bu artışın istatistiksel olarak anlamlı olduğu (p=0.02) görülmüştür. SDBYUÖ’nin HD katılım (p=0.52), ilaç kullanımı (p=0.46) ve sıvı uyumu (p=0.30) alt boyutları çeyrekler açıklıkları bakımından ikinci değerlendirmede gruplar arasında anlamlı bir farklılık görülmezken diyet kısıtlaması (p=0.001) alt boyutu çeyrekler açıklığının anlamlı düzeyde arttığı saptanmıştır. HDDÖ toplam puanı (p=0.002) ile F2 (p=0.003) ve F3 (p=0.014) alt boyutlarının medyan değerlerinin arttığı saptanmıştır. HDDÖ, F1 alt boyutu puan ortalamasının her iki grupta da arttığı fakat bu artışın istatistiksel olarak anlamlı olmadığı görülmüştür (p=0.013). Cohen d analizi gruplar arasında elde edilen farkın orta-yüksek düzeyde etki büyüklüğüne sahip olduğunu göstermiştir. Müdahale grubundaki hastalar motivasyonel görüşme temelli danışmanlıktan memnun olduklarını (x̄ ±ss=9.37±0.42) ifade etmiştir. Araştırmanın sonucunda, motivasyonel görüşme yönteminin hemodiyaliz dayanıklılık ve hemodiyaliz tedavisine uyumlarını arttırmada etkili olduğu bulunmuştur. Hemodiyaliz tedavisi alan hastalarla etkin iletişim kuran hemşirelerin motivasyonel görüşme yöntemi kullanımının yaygınlaşması önerilmektedir. This research was conducted to determine the effect of motivational interview-based counseling given to hemodialysis patients on their hemodialysis resilience and treatment adherence. In the first phase, ‘the validity and reliability of the Hemodialysis Resilience Scale for the Turkish population’ was conducted with a total of 136 patients at Başkent University Ankara Hospital Çiğdem Dialysis Center and Yenikent Dialysis Center between 26 April and 25 May 2021. Test-retest study was conducted with 50 patients within the sample who could be reached 2 weeks after the first evaluation. The cronbach alpha coefficient for the Haemodialysis Resilience Scale-TR was obtained as 0.940 and the scale consists of 20 items and 3 sub-dimensions. In the second phase, the randomized controlled experimental study was conducted between June 2021 and December 2021 with 56 patients (27 patients in the intervention and 29 patients in the control group). Data in the study were obtained through the Patient Information Form, Patients on Hemodialysis Resilience Scale-TR (PHRS), End-Stage Renal Disease Adherence Questionairie (ESRD), and Motivational Interviewing Technique Satisfaction Form. Motivational interviewing method consisting of 4 sessions was applied to the intervention group. In addition, reminders were made by phone call once a month and by text message once a month. The control group received routine care. Data collection forms were applied to the intervention and control groups twice, before and after the intervention. Wilcoxon Signed Rank Test, Mann-Whitney U Test, Spearman Correlation analysis, Cohen's d effect size were used to analyze the data. In the second evaluation, although the ESRD total score increased in both groups, it was observed that this increase was greater in the intervention group and this increase was statistically significant (p=0.02). While there was no significant difference between the groups in the second evaluation in terms of the quartile gaps of the HD participation (p=0.52), medication use (p=0.46) and fluid restriction (p=0.30) sub-dimensions of ESRD, the dietary restriction (p=0.001) sub-dimension had a lower quartile gap. It was found that it increased significantly. It was found that the median values of PHRS total score (p=0.002) and F2 (p=0.003) and F3 (p=0.014) subscales increased. It was observed that the PHRS, F1 subscale score average increased in both groups, but this increase was not statistically significant (p = 0.013). Cohen's d analysis showed that the difference between the groups had a medium-high effect size. Patients in the intervention group stated that they were satisfied with motivational interviewing-based counseling (x̄ ±sd=9.37±0.42). As a result, it was found that the motivational interviewing method was effective in increasing the resilience and treatment adherence in hemodialysis patients. It is recommended that nurses who communicate effectively with patients receiving hemodialysis treatment use motivational interviewing methods more widely.Item Hemodiyaliz hastalarında sağlık okuryazarlığı, öz yönetim ve hasta güçlendirme düzeylerinin incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Ölmez, Sude NurBu araştırma hemodiyaliz alan hastaların sağlık okuryazarlığı, öz yönetim ve hasta güçlendirme düzeylerini incelemek amacıyla yapılan tanımlayıcı türde bir araştırmadır. Araştırmanın evrenini, Başkent Üniversitesi Ankara hastanesi diyaliz merkezlerinde hemodiyaliz (HD) alan 377 hasta oluşturmuştur. Araştırmanın örneklemini ise bu merkezlerde 25.01.2024-15.05.2024 tarihleri arasında tedavi alan ve araştırmaya dahil edilme kriterlerini sağlayan 219 hasta oluşturmuştur. Araştırmanın verileri, “Hasta Tanıtıcı Bilgi Formu”, “Hemodiyaliz Hastalarında Sağlık Okuryazarlığı Ölçeği (SOY-HD)”, “Kronik Hastalık Öz Yönetim Ölçeği” ve “Hasta Güçlendirme Ölçeği” kullanılarak toplanmıştır. Araştırmada hastaların SOY-HD ölçeği puan ortalaması 62,19±8,96’dur ve hastaların sağlık okuryazarlığı (SOY) düzeyleri ortalamanın üstünde bulunmuştur. 18-44 yaş arası, üniversite mezunu, çalışan, geliri giderinden fazla olan, ek bir hastalığı olmayan, doktor kontrollerini düzenli yaptıran, hastalığa ilişkin daha önce eğitim alan ve aldığı eğitimi yeterli bulan hastaların SOY-HD puan ortalamaları daha yüksek bulunmuştur. Kronik Hastalıklarda Öz Yönetim Ölçeği madde puan ortalaması 3,34±0,48 iken ölçeğin alt boyutlarının puan ortalamaları kendini damgalama 2,28±1,14, damgalamayla baş etme 3,37±0,86, sağlık bakım etkinliği 3,39±0,96, tedavi uyumu ise 4,32±0,83’dür. Hastaların öz yönetim düzeyi ortalamanın üstündedir. Kronik hastalık öz yönetim ölçeğinin kendini damgalama alt boyut madde puan ortalaması çalışan hastaların düşük bulunmuştur. 75 yaş ve üzeri hastaların sağlık bakım etkinliği alt boyut madde puan ortalaması düşük, böbrek yetmezliği tanı süresi 16 yıl ve üzeri olan hastaların yüksek bulunmuştur. Hasta Güçlendirme ölçeği toplam puan ortalaması 129,92±25,08, madde puan ortalaması 3,49±0,68 iken alt boyutların puan ortalamaları kimlik/özdeşlik 3,33±0,83, kişisel kontrol 3,66±0,73, karar alma 3,72±0,61, bilme ve anlama 3,60±0,77, başkaları ile etkileşim 3,11±1,11’dir. Hastaların güçlenme düzeyi ortalamanın üstünde bulunmuştur. Komorbiditeye sahip hastaların güçlendirme düzeyi daha düşük bulunmuştur. 16 yıl ve üzeri böbrek yetmezliği tanısı alan hastaların güçlendirme düzeyi daha yüksek bulunmuştur. Hastaların eğitim düzeyi arttıkça güçlenme düzeyi artmaktadır. Çalışan hastaların güçlenme düzeyi çalışmayan hastalara göre daha yüksektir. Geliri giderinden fazla olan hastaların geliri giderinden az olan hastalara göre güçlenme düzeyi daha yüksektir. Daha önce eğitim alan ve eğitimi yeterli bulan hastaların güçlenme düzeyi daha yüksektir. Hastaların SOY düzeyi ile hasta güçlendirme düzeyi arasında pozitif yönde orta düzeyde ilişki bulunmuştur (r:0,604; p<0,01). Hastaların SOY düzeyi arttıkça tedavi uyumu, kendi sağlığını yönetebilme ve hasta güçlendirme düzeyi artmakta kendini damgalama düzeyi azalmaktadır. Kronik hastalıkların yönetimi, hasta güçlendirme çalışmaları ile başarılabilmektedir. Bu yüzden kronik hastaların hastalıklarını yönetebilmelerini ve kendi sağlık kararlarını alarak uygun sağlık davranışlarını sergilemelerini sağlayabilmek için hem hasta güçlendirme hem de sağlık okuryazarlık düzeylerini geliştirecek çalışmaların birlikte yapılması gerektiği düşünülmektedir. This study is a descriptive study conducted to investigate the health literacy, self-management and patient empowerment levels of patients receiving hemodialysis. The population of the study consisted of 377 patients receiving hemodialysis (HD) in dialysis centers of Başkent University Ankara Hospital. The sample of the study consisted of 219 patients who received treatment in these centers between 25.01.2024-15.05.2024 and met the inclusion criteria. The data of the study were collected by using “Patient Descriptive Information Form”, “Health Literacy Scale in Hemodialysis Patients (HLS-HD)”, “Chronic Disease Self-Management Scale” and “Patient Empowerment Scale”. In the study, the mean score of the patients' health literacy (HLS) scale was 62.19±8.96 and their health literacy (HLS) levels were found to be above the average. The mean scores of HLS-HD the patients aged 18-44 years, university graduates, employed, with an income higher than their expenses, without any additional disease, having regular medical check-ups, receiving previous education about the disease and finding the education adequate were found to be higher. While the mean item score of the Self-Management Scale in Chronic Diseases was 3.34±0.48, the mean scores of the sub-dimensions of the scale were self-stigmatization 2.28±1.14, coping with stigmatization 3.37±0.86, health care effectiveness 3.39±0.96, and treatment compliance 4.32±0.83. The self-management level of the patients was above average. The mean score of the self-stigmatization sub-dimension item of the chronic disease self-management scale was found to be lower in working patients. Patients aged 75 years and older had a low mean score on the health care effectiveness sub-dimension and patients with a diagnosis of renal failure of 16 years or more had a high mean score. The mean total score of the Patient Empowerment Scale was 129.92±25.08, the mean item score was 3.49±0.68, and the mean scores of the sub-dimensions were identity/identity 3.33±0.83, personal control 3.66±0.73, decision making 3.72±0.61, knowing and understanding 3.60±0.77, and interaction with others 3.11±1.11. The empowerment level of the patients was found to be above average. The empowerment level of patients with comorbidities was found to be lower. Patients diagnosed with 16 years or more of renal failure had a higher level of empowerment. The level of empowerment increased as the education level of the patients increased. Empowerment level of working patients was higher than non-working patients. Patients whose income is higher than their expenses have higher empowerment levels than patients whose income is lower than their expenses. The empowerment level of patients who received education before and found the education adequate was higher. A moderate positive correlation was found between the patients' level of SOI and the level of patient empowerment (r: 0.604; p<0.01). As the SOY level of the patients increased, the level of treatment compliance, self-health management and patient empowerment increased, and the level of self-stigmatization decreased. The management of chronic diseases can be achieved through patient empowerment activities. Therefore, it is thought that studies to improve both patient empowerment and health literacy levels should be carried out together in order to ensure that chronic patients can manage their diseases and exhibit appropriate health behaviors by taking their own health decisions.Item Okul öncesi çocuklarda seçici yeme davranışının beslenme durumuna etkisi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Yurten, Elif Begüm; Bayram, SinemSeçici yeme davranışı özellikle tamamlayıcı beslenme süreci ve okul öncesi dönemde ortaya çıkan bir yeme davranışı bozukluğudur. Bu davranış ebeveynler için de oldukça zorlayıcıdır ve önlem alınmaz ise çocukların beslenme durumları, büyüme-gelişmeleri belki de gelecekteki sağlık durumları olumsuz yönde etkilenebilir. Bu çalışma okul öncesi çocuklarda seçici yeme davranışına sahip olanları tespit ederek bu davranışın beslenme durumlarına nasıl yansıdığını ve anne tutumunun bu davranış üzerinde nasıl bir etkisi olduğunu araştırmak amacıyla yürütülmüştür. Çalışma 2022-2023 eğitim öğretim döneminde Ankara’da bulunan üç farklı anaokuluna kayıtlı 3-6 yaş aralığında 16 erkek 104 kız olmak üzere toplam 120 çocuğun annesi ile gerçekleştirilmiştir. Çocukların annelerine yüz yüze görüşme tekniği kullanılarak anket formu uygulanmıştır. Anket formu genel bilgiler, aile ve sağlık bilgileri, 3 günlük besin tüketim kaydı, “Davranışsal Pediatrik Besleme Değerlendirmesi Ölçeği (DPBDÖ)” ve “Beslenme Süreci Anne Tutumları Ölçeği (BSATÖ) bölümlerinden oluşmaktadır. DPBDÖ’nin Türkçeye uyarlanan versiyonu 24 maddeden oluşmaktadır. Ölçekten alınan puanın fazlalığı çocukta yeme sorununun ve sağlıksız beslenme alışkanlığının arttığının göstergesidir. BSATÖ ise 27 maddeden oluşmaktadır. Ölçekten alınan puanın artışı annelerin çocuklarına beslenme sürecinde göstermiş oldukları tutumlarla ilgili sorunların arttığının göstergesidir. Buna göre; kızların DPBDÖ toplam puan ortalaması 59.5±14.53 ve BSATÖ toplam puan ortalaması 60.6±6.42; erkeklerin DPBDÖ toplam puan ortalaması 54.7±12.10 ve BSATÖ toplam puan ortalaması 58.3±5.22 olarak tespit edilmiştir. Ölçek toplam puanlarında cinsiyet açısından anlamlı farklılık bulunmamıştır (p>0.05). Öğrencilerin DPBDÖ toplam puanı yaşa göre beden kütle indeksi (BKİ) Z skoruna göre çok zayıf olanlarda 53.0±10.4, zayıf olanlarda 56.8±17.2, normal olanlarda 60.2±14.34, fazla kilolu olanlarda 54.8±14.47 ve obez grupta 58.3±8.54 bulunmuştur. Çocukların yaşa göre BKİ değerlerine göre DPBDÖ toplam puanları arasında anlamlı farklılık bulunmamıştır (p>0.05). Yaşa göre BKİ Z skoruna göre çok zayıf olan çocukların annelerinin BSATÖ toplam puan ortalaması 59.7±5.03, zayıfların 62.0±5.44, normal aralıkta olanların 60.6±6.62, fazla kilolu olanların 57.8±5.77 ve obez grupta olanların 58.0±4.16 bulunmuştur. Çocukların antropometrik değerlerine göre DPBDÖ toplam puanı arasında anlamlı farklılık bulunmamıştır (p>0.05). Anne-babanın ayrı ya da beraber olma durumu çocukların erken dönem pütürlü yiyecekleri reddetme davranışını etkilediği belirlenmiş, ayrı olan ebeveynlerin çocuklarında pütürlü besinleri reddetme davranışı DPBDÖ toplam puanı 6.8±2.49 ile daha fazla olduğu saptanmıştır (p<0.05). Annelerin eğitim durumlarına bakıldığında çoğunluğun %62.5 ile lisans mezunu olduğu; yüksek lisans, doktora mezunu olanların ise sırasıyla % 25.8 ve %5.8 olduğu belirlenmiş olup yüksekokul ve altı düzeyde eğitimi olan annelerin sıklığının %5.9 olduğu da saptanmıştır. Eğitim düzeyi lisans olan annelerin beslenme tutumu toplam puan ortalaması diğer eğitim durumunda olan annelerden düşük bulunmuştur (p<0.05). Besin alerjisi olan çocukların annelerinin ve sağlık sorunu olmayan çocukların annelerinin BSATÖ toplam puanları sırasıyla 55.7±5.8 ve 60.4±6.25 olarak belirlenmiştir (p<0.05). Eğlenceli tabaklar hazırlamaya özen gösteren annelerin özen göstermeyenlere göre yetersiz ve dengesiz beslenmeye ilişkin tutum puanları daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). Katılımcıların BSATÖ ve DPBDÖ toplam puanları arasında pozitif korelasyon saptanmıştır (p<0.05). Buna göre annenin BSATÖ puanı ile yanlış tutumun artmasıyla çocuğun besin seçiciliği de artmaktadır (p<0.05). Sonuç olarak annenin besleme tutumu ile çocuğun besin seçimi davranışının birbirleriyle ilişkili olduğu saptanmıştır. Bu yaş grubundaki çocuklarda seçici yeme davranışını engellemek için ebeveynlere yeme farkındalığı kazandırmak, sağlıklı beslenme ve çocuk beslenmesi konularında eğitimler düzenlemenin önemli olduğu düşünülmektedir. Picky eating behavior is a dietary disorder that particularly emerges during the weaning process and preschool period. This behavior is quite challenging for parents, and if left unaddressed, it is believed that children's nutritional status, growth, and possibly future health may be adversely affected. This study was conducted to identify children with selective eating behavior in preschoolers, to investigate the relationship between mothers' attitudes and this behavior, and to explore how this behavior affects their nutritional status, as well as how maternal attitudes reflect on this behavior. The study was carried out with the mothers of 120 children, consisting of 16 boys and 104 girls aged 3-6 years enrolled in three different kindergartens in Ankara during the 2022-2023 academic year. A face-toface interview technique was used to apply a questionnaire form to the children's mothers. The questionnaire form consists of general information, family and health information, a 3day food consumption record, the Pediatric Feeding Behavior Assessment Scale (PFBAS), and the Feeding Process Maternal Attitudes Scale (FPMAS) sections. The Turkish version of PFBAS consists of 24 items and 4 sub-dimensions. An excess score from the scale indicates an increase in eating problems and unhealthy eating habits in children. FPMAS, on the other hand, consists of 27 items and 5 sub-dimensions. An increase in the score from the scale indicates an increase in the problems related to the attitudes of mothers towards their children's nutrition process. Accordingly, the mean total score of PFBAS for girls was found to be 59.5±14.53 and the mean total score of FPMAS was 60.6±6.42; for boys, the mean total score of PFBAS was 54.7±12.10 and the mean total score of FPMAS was 58.3±5.22. There was no significant difference in total scores of the scales by gender (p>0.05). The mean total PFBAS score of the students by BMI Z score according to age was found to be 53.0±10.4 for those who were severely underweight, 56.8±17.2 for underweight, 60.2±14.34 for normal weight, 54.8±14.47 for overweight, and 58.3±8.54 for the obese group. There was no significant difference in the total PFBAS scores of the children according to BMI Z score by age (p>0.05). The mean total FPMAS score of the mothers of children who were severely underweight by BMI Z score according to age was 59.7±5.03, 62.0±5.44 for underweight, 60.6±6.62 for normal range, 57.8±5.77 for overweight, and 58.0±4.16 for the obese group. There was no significant difference in the total PFBAS scores of the children according to anthropometric values (p>0.05). It was determined that whether the parents were together or not affected the behavior of rejecting early lumpy foods in children; it was found that the behavior of rejecting lumpy foods in children of parents who were separated was higher with a total PFBAS score of 6.8±2.49 (p<0.05). When the educational status of the mothers was examined, it was determined that the majority (62.5%) were graduates, while 25.8% were postgraduates and 5.8% were doctoral graduates, and the frequency of mothers with vocational school and below education was 5.9%. The total mean score of nutrition attitudes of mothers who were graduates was lower than that of mothers with other educational status (p<0.05). The total scores of FPMAS of mothers of children with food allergies and children without health problems were determined as 55.7±5.8 and 60.4±6.25, respectively (p<0.05). The attitude scores related to inadequate and unbalanced nutrition were found to be higher in mothers who paid attention to preparing fun plates compared to those who did not (p<0.05). A positive correlation was found between the total scores of FPMAS and PFBAS of the participants. Accordingly, as the wrong attitude of the mother increased, the child's food selectivity also increased (p<0.05). In conclusion, it was found that the mother's nutrition attitude and the child's food selection behavior are related to each other. It is considered important to raise awareness among parents about eating, organize training on healthy eating and child nutrition to prevent selective eating behavior in this age group.Item Multiple skleroz tanılı bireylerde pulmoner fonksiyonların ve fiziksel uygunluk seviyelerinin sağlıklı bireyler ile karşılaştırılması(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Gözlekçi, Ilgın; Durutürk, NeslihanBu çalışmanın amacı Multiple Sklerozlu (MS) bireylerde pulmoner fonksiyonları ve fiziksel uygunluk seviyelerinin sağlıklı bireyler ile karşılaştırılmasını araştırmaktır. Çalışmaya Genişletilmiş Yetersizlik Durum Ölçeği (EDSS) skoru ≤ 6.5 aralığında olan 34 MS’li birey ve benzer yaş ve cinsiyette 34 sağlıklı birey dahil edildi. Bireylerin solunum fonksiyonları; spirometre, inspiratuar kas kuvveti; solunum kas kuvvet ölçüm cihazı, inspiratuar kas enduransı; artan eşik yükleme testi, biseps brachii ve kuadriseps femoris kas kuvveti; dijital dinamometre, kardiyorespiratuar endurans; 6 Dakika Yürüme Testi, esneklik; otur-uzan testi ve sırt kaşıma testi ve denge; postürografi cihazı ile değerlendirildi. MS grubunun tüm solunum fonksiyon testi ve inspiratuar kas kuvvet ölçüm parametreleri, sağ ve sol biseps braki kas kuvveti ve kuadriceps femoris kas kuvveti, 6 Dakika Yürüme Testi yürüme mesafesi ve beklenen yüzde, sekiz farklı duruştaki statik denge parametreleri, stabilite ve düşme indeksi parametreleri ile sağlıklı grubun değerleri arasında anlamlı farklılıklar görüldü (p<0,05). Çalışmamızın sonucunda MS’li bireylerde solunum ve fiziksel uygunluk parametrelerinin sağlıklı bireylerden düşük ve solunum parametrelerinin tümünün 6 Dakika Yürüme Testi ile ilişkili olduğunu ve özellikle FVC ve FEV1 değerleri, kas kuvveti ve 6DYT yürüme mesafesi ile anlamlı pozitif ilişkiler görüldü. Bu anlamda MS’li bireylere özel fizyoterapi ve rehabilitasyon programlarında bu faktörlerdeki etkilenimler dikkate alınarak uygun değerlendirme ve bunları geliştirmeye yönelik tedavi planının yapılması gerektiğini düşünmekteyiz. The study aimed to investigate the comparison of pulmonary function and physical fitness levels in individuals with Multiple Sclerosis and healthy individuals. The study included 34 individuals with MS with “Expanded Disability Status Scale” EDSS scores of ≤ 6.5 and 34 healthy individuals of similar age and gender. Respiratory function was measured by spirometer, inspiratory muscle strength by respiratory muscle strength meter, inspiratory muscle endurance by ascending threshold loading test, biseps brachii and kuadriseps femoris muscle strength by biseps brachii and kuadriseps femoris muscle strength; digital dynamometer, cardiorespiratory endurance; 6 Minutes Walking Test, flexibility; sit and reach test and back scratch test and balance; with post urography device. There were significant differences between the MS group's respiratory function test and inspiratory muscle strength measurement parameters, right and left biseps brachii brachii and kuadriseps femoris femmoris muscle strength, 6 Minutes Walking Test walking distance and expected percentage, static balance parameters in eight different postures, stability and fall index parameters and the values of the healthy group (p<0,05). As a result of our study, respiratory and physical fitness parameters in individuals with MS were lower than healthy individuals and all respiratory parameters were associated with the 6 Minute Walking Test and significant positive relationships were observed especially with FVC and FEV1 values, muscle strength and 6MWT walking distance. In this sense, we think that appropriate evaluation and treatment plans should be made by considering the effects of these factors in physiotherapy and rehabilitation programs specific to MS individuals and developing them.Item E-Sporcularda fonksiyonel baş itme testiyle farklı optotip görüntülenme sürelerinde vestibülo oküler refleksin değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Şanlısavaş, Elif; Öz, IşılayAmaç: Bu çalışmanın amacı farklı C optotip görüntülenme sürelerinde elektronik spor (e-spor) oyuncularının ve oyun oynamayan kişilerin fonksiyonel baş itme testi (f-HIT) yüzdelerini karşılaştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Mart – Aralık 2023 tarihleri arasında Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Anabilim Dalı Odyoloji Kliniği’nde e-sporcular ve sağlıklı gönüllüler, iki gruptan eşit sayıda toplam 36 kişi dahil edilmiştir. Çalışmaya dahil edilen 36 kişiye de f-HIT testi 30 ms Landolt C optotip görüntülenmesi, 45 ms optotip görüntülenmesi ve 60 ms optotip görüntülenmesi olmak üzere toplamda 3 kez uygulanmıştır. Elde edilen çalışma verileri IBM SPSS Statistics 26 programına aktarılarak analizler tamamlanmıştır. İstatistiksel anlamlılık için p değerinin 0.05’in altında olması anlamlı kabul edildi. Bulgular: Kontrol grubu katılımcılarının %55,6’sı (n=10) kadın iken %44,4’ü (n=8) ise erkektir. E-sporcu grubun katılımcılarının ise %50’si (n=9) kadın iken %50’si (n=9) ise erkektir. Tüm katılımcıların 30 ms, 45 ms ve 60 ms lateral, LARP (left anterior/right posterior – sol ön/sağ arka) ve RALP (right anterior/left posterior – sağ ön/sol arka) z değeri ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık olduğu görülmüştür (p<0,05). Normal ve e-sporcu grubundaki katılımcıların lateral, LARP ve RALP z değeri ölçümlerinin (30 ms, 45 ms ve 60 ms) ortalamaları arasında ise istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık görülmemiştir (p>0,05). Kontrol grubu ile e-sporcu grubundaki katılımcıların lateral sağ ve sol 30 ms, 45 ms ve 60 ms doğru cevap yüzdesi ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık olduğu görülmüştür. Katılımcıların lateral sağ ve sol doğru cevap yüzdesi ölçümlerinin (30 ms, 45 ms ve 60 ms) ortalamaları arasında ise istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık görülmemiştir (p>0,05). Kontrol grubu ile e-sporcu grubundaki katılımcıların LARP sağ 45 ms ve 60 ms, LARP sol 30 ms ve 60 ms doğru cevap yüzdesi ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık olduğu görülmüştür (p<0,05). Kontrol ve e-sporcu grubundaki katılımcıların LARP sağ ve sol doğru cevap yüzdesi ölçümlerinin (30 ms, 45 ms ve 60 ms) ortalamaları arasında ise istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık görülmemiştir (p>0,05). Kontrol grubu ile e-sporcu grubundaki katılımcıların RALP sağ 30 ms, 45 ms ve 60 ms, RALP sol 45 ms ve 60 ms doğru cevap yüzdesi ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık olduğu görülmüştür (p<0,05). Kontrol ve e-sporcu grubundaki katılımcıların RALP sağ ve sol doğru cevap yüzdesi ölçümlerinin (30 ms, 45 ms ve 60 ms) ortalamaları arasında ise istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık görülmemiştir (p>0,05). Objective: The aim of this study is to compare the functional head impulse test (f-HIT) percentages of e-sports (electronic sports) players and non-gaming individuals at different C optotype display times. Material and Method: The study, conducted between March and December 2023 at the Baskent University Ankara Hospital Otorhinolaryngology Department Audiology Clinic, included a total of 36 participants equally divided into two groups: e-sports players and healthy volunteers. All 36 participants underwent the f-HIT test three times, with Landolt C optotype displays at 30 ms, 45 ms, and 60 ms. The collected data were analyzed using IBM SPSS Statistics 26 software. A p-value below 0.05 was considered statistically significant. Results: In the control group, 55.6% (n=10) of participants were female, and 44.4% (n=8) were male. In the e-sports group, 50% (n=9) were female and 50% (n=9) were male. There was a statistically significant difference between the control and e-sports groups in the mean z-values for lateral, LARP (left anterior/right posterior), and RALP (right anterior/left posterior) at 30 ms, 45 ms, and 60 ms (p<0.05). However, no significant difference was observed in the mean z-values for lateral, LARP, and RALP measurements (30 ms, 45 ms, and 60 ms) within the control and e-sports groups (p>0.05). There was a statistically significant difference in the average percentages of correct responses for lateral right and left at 30 ms, 45 ms, and 60 ms between the control and e-sports groups. However, no significant difference was observed in the average percentages of correct responses for lateral right and left (30 ms, 45 ms, and 60 ms) within the controll and e-sports groups (p>0.05). A statistically significant difference was found in the average percentages of correct responses for LARP right at 45 ms and 60 ms, and LARP left at 30 ms and 60 ms between the control and e-sports groups (p<0.05). However, no significant difference was observed in the average percentages of correct responses for LARP right and left (30 ms, 45 ms, and 60 ms) within the control and e-sports groups (p>0.05). A statistically significant difference was observed in the average percentages of correct responses for RALP right at 30 ms, 45 ms, and 60 ms, and RALP left at 45 ms and 60 ms between the control and e-sports groups (p<0.05). However, no significant difference was observed in the average percentages of correct responses for RALP right and left (30 ms, 45 ms, and 60 ms) within the control and e-sports groups (p>0.05). Conclusion: The study concluded that e-sports players had lower z-values and higher correct response rates across all lateral, LARP, and RALP data. According to the results of our study, it is suggested that further studies with larger populations may be beneficial.Item Geriatrik bireylerde total diz protezi ameliyatı öncesi verilen hasta eğitiminin ağrı ve hareket korkusu üzerine etkisi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Kaya, Aşkın Deniz; Durutürk, NeslihanBu çalışma geriatrik bireylerde total diz protezi ameliyatı öncesi verilen hasta eğitiminin ağrı ve hareket korkusu üzerine etkisini araştırmak için planlandı. Çalışma randomize kontrollü klinik çalışma olarak gerçekleştirildi. Çalışmaya 65 yaş ve üstü, tek taraflı semptomatik primer veya sekonder diz OA'si olan primer TDP endikasyonu bulunan 54 gönüllü birey (45K/8E) dahil edildi. Hastalar tek kör, basit randomizasyon olacak şekilde müdahale (27 birey) ve kontrol olmak üzere (27 birey) iki gruba ayrıldı. Cerrahi sonrası müdahale grubundaki 1 kişide derin ven trombozu oluştu, kontrol grubunda ise 1 kişi değerlendirme randevusuna gelmedi. Böylece 2 hasta çalışmadan dışlandı. Her iki grupta da 26 kişi olacak şekilde çalışma tamamlandı. Müdahale grubundaki hastalara ameliyattan 3 gün önce, tek seans, ortalama 30-45 dakika, bir fizyoterapist tarafından yüz yüze görüşme ile hasta eğitimi ve broşür verildi. Kontrol grubundaki bireyler ise ameliyat öncesi, ortalama 15 dakikalık kısa ön görüşme yapıldı ve herhangi broşür verilmedi. Hastalar aynı cerrah tarafından, aynı cerrahi teknikle ameliyat edildi. Tüm çalışma, eğitimler ve ameliyat sonrası rehabilitasyon programı aynı klinikte, aynı fizyoterapist tarafınfan yürütüldü. Tüm bireylerin cerrahi öncesi ve sonrası ağrı durumları; Vizüel Analog Skala (VAS), Ağrı Felaketleştirme Ölçeği (AFÖ) ve Ağrı İnançları Ölçeği (AİÖ) ile, hareket korkuları ise Hareket Korkusu Nedenleri Ölçeği (HKNÖ) ile değerlendirildi. Gruplarda VAS ve AFÖ skorları bakımından önce-sonra ölçümlerinin karşılaştırılmasında tüm alt bileşenlerinde anlamlı farklılık bulundu (p<0,05). Gruplarda AİÖ skorları bakımından önce-sonra ölçümlerinin karşılaştırılması yapıldığında müdahale grubunda tüm alt bileşenlerinde anlamlı fark bulundu (p<0,05), kontrol grubunda organik bileşende anlamlı bir fark varken (p<0,05) psikolojik bileşende anlamlı bir fark bulunmadı (p=0,055). Gruplarda HKNÖ skorları bakımından önce-sonra ölçümlerinin karşılaştırılması yapıldığında müdahale grubunda tüm alt parametrelerde anlamlı bir fark bulundu (p<0,05), kontrol grubunda ise yok idi (p>0,05). Çalışma gruplarının karşılaştırılmasının yapıldığı tüm ölçümlerde, gruplar arasında fark saptanmadı (p>0,05). Çalışmanın sonucunda ameliyat öncesi verilen hasta eğitiminin hastaların tüm sonuç ölçümlerini anlamlı yönde etkileyebildiği görüldü. Geriatrik rehabilitasyonda ilk tercih olarak uygulanmayan hasta eğitiminin, TDP hastaları için rehabilitasyonda kilit bir rol oynama potansiyeline sahiptir. This study was planned to investigate the effect of patient education provided before total knee replacement surgery on pain and movement fear in geriatric individuals. The study was conducted as a randomized controlled clinical trial. A total of 54 voluntary individuals (45 females/8 males) aged 65 and over, with unilateral symptomatic primary or secondary knee OA, and indicated for primary TKR, were included. Patients were divided into two groups: intervention (27 individuals) and control (27 individuals), using single-blind, simple randomization. Post-surgery, one individual in the intervention group developed deep vein thrombosis, and one individual in the control group did not attend the evaluation appointment. Thus, 2 patients were excluded from the study. The study was completed with 26 individuals in each group. Patients in the intervention group received patient education and a brochure through a face-to-face interview with a physiotherapist, 3 days before surgery, in a single session lasting approximately 30-45 minutes. In the control group, individuals had a short preoperative interview of approximately 15 minutes, with no brochure provided. All patients were operated on by the same surgeon using the same surgical technique. The entire study, including education and postoperative rehabilitation program, was conducted in the same clinic by the same physiotherapist. Pain levels of all individuals before and after surgery were assessed using the Visual Analog Scale (VAS), Pain Catastrophizing Scale (PCS), and The Pain Beliefs Questionnaire (PBQ). Movement fears were assessed using the Kinesiophobia Causes Scale (KCS). In both groups, significant differences were found in all subcomponents when comparing pre- and post-measurements of VAS and PCS scores (p<0.05). When comparing pre- and post-measurements of PBQ scores, a significant difference was found in all subcomponents in the intervention group (p<0.05), while in the control group, a significant difference was found in the organic component (p<0.05), but not in the psychological component (p=0.055). When comparing pre- and post-measurements of KCS scores, a significant difference was found in all subparameters in the intervention group (p<0.05), but not in the control group (p>0.05). No significant differences were found between the groups in all comparisons of the study measurements (p>0.05). The study concluded that preoperative patient education could significantly affect all outcome measurements in patients. Patient education, which is not the first choice in geriatric rehabilitation, has the potential to play a key role in the rehabilitation of TKR patients.Item Farklı yüzey işlemlerinin ölçü maddelerinin dentin tübüllerine penetrasyonuna etkisinin incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Özer, Hasan Yıldırım; Erkut, SelimBu in vitro çalışmanın amacı, sabit protetik restorasyon amaçlı ölçü alımı öncesinde diş yüzeyine uygulanan farklı yüzey işlemleriyle; hidrofilik bir ölçü maddesi ve diş yüzeyindeki etkileşimin incelenmesidir. Bu amaçla ölçü alma aşamasında farklı retraksiyon solüsyonu ve immediat dentin sealing (IDS) protokolü etkisi de değerlendirilecektir. Bu işlemler sonrasında ölçü maddelerinin dentin tübüllerine olan penetrasyonu taramalı elektron mikroskopu (SEM) analiziyle incelenip kantitatif olarak gruplar arası karşılaştırmalar yapılacaktır. Çalışmada 60 adet dolgusuz 18-35 yaşlar arasındaki hastalardan çekilmiş molar diş kullanıldı. Dişler, 30.000 devir/dakika (Dentsply Sirona, Amerika) hızında aeratör ile su soğutması altında dişin okluzal minesinden dentin yüzeyine kadar önce büyük grid boyutuna sahip yeşil kuşaklı elmas shoulder frez ile (Lot: 22906) (GZ Instrumente, Avusturya) ardından daha küçük grid boyutuna sahip kırmızı kuşaklı elmas shoulder frez ile (Lot: 14181) (GZ Instrumente, Avusturya) horizontal olarak aşındırıldı. Bu aşındırma işlemi tamamlandığında dentin yüzeyinde düz bir zemin elde edildi. Preparasyonu tamamlanan 60 örnek rastgele 6 gruba ayrıldı (n=10): Grup K: Kontrol grubu, Grup A: AlCl3 grubu (ViscoStat™ Clear %25, Ultradent Products, Amerika), Grup F: Ferrik Sülfat grubu (Astringedent™ X %12.7, Ultradent Products, Amerika), Grup I: IDS grubu (Clearfil Se Bond, KURARAY, Japonya), Grup IA: IDS+ AlCl3 grubu, Grup IF: IDS+Ferrik Sülfat grubu. Yüzey işlemleri tamamlanan dişlere polivinilsiloksan (PVS) (KETTENBACH Panasil İnitial Contact X-Light, Amerika) ölçü materyali enjekte edildi ve daha sonra hafif hava basıncı kullanılarak ölçü yüzeyleri üzerinde hafifçe dağıtıldı. Materyal, üreticinin talimatları izlenerek klinik ortamda olduğu gibi normal şekilde sertleşmeye bırakıldı. Sertleşen ölçü dikkatli bir şekilde diş yüzeyinden ayrıldı. SEM analizi Gaziantep Üniversitesi ULUTEM ve Bilkent Üniversitesi UNAM’da yapıldı. Analizde dentin tübüllerine nüfuz eden ölçü materyali ve yapılan işlemlerin yüzeyde oluşturduğu değişikliklerin görüntülenmesi hedeflendi. Ölçü malzemesi uzantılarının (impression tags) uzunluklarını ve çaplarını belirlemek için SEM görüntüleri üzerinde Öklid analizi ölçümleri yapıldı. Şekil indeksi olarak, düzensiz şekilli nesnelerin bir ölçüsü olarak tanımlanan fraktal analiz kullanıldı. Sayısal değişkenlerin normal dağılıma uygunluğu Shaphiro Wilk testi ile test edilmiştir. Normal dağılan değişkenlerin 6 grupta karşılaştırılmasında ANOVA ve Tukey testi kullanılmıştır. Çalışmamızın sonuçlarına göre IDS uygulaması yapılan gruplarda hidrofilik ölçü maddesinin dentin tübüllerine penetrasyonu IDS uygulaması yapılmayan gruplara göre anlamlı oranda düşük bulunmuştur. Bu çalışma Başkent Üniversitesi Tıp ve Sağlık Bilimleri Araştırma Kurulu tarafından onaylanmış (Proje no: D-DA20/06) ve Başkent Üniversitesi Araştırma Fonunca desteklenmiştir. The aim of this in vitro study is to investigate the interaction between a hydrophilic impression material and the tooth surface with different surface treatments applied to the tooth surface prior to impression taking for fixed prosthetic restoration. For this purpose, the effect of different retraction solutions and immediate dentin sealing (IDS) protocols will also be evaluated during the impression taking phase. After these procedures, the penetration of the impression materials into the dentinal tubules will be examined by scanning electron microscope (SEM) analysis and quantitative comparisons will be made between the groups. In the study, 60 unfilled molars extracted from patients aged 18-35 years were used. The teeth were abraded horizontally from the occlusal enamel of the tooth to the dentin surface under water cooling with an aerator at a speed of 30,000 rpm (Dentsply Sirona, USA), first with a large grid size green-belted diamond shoulder bur (Lot: 22906) (GZ Instrumente, Austria) and then with a smaller grid size red-belted diamond shoulder bur (Lot: 14181) (GZ Instrumente, Austria). When this abrasion was completed, a flat surface was obtained on the dentin surface. The 60 prepared specimens were randomly divided into 6 groups (n=10): Group K: Control group, Group A: AlCl3 group (ViscoStat™ Clear 25%, Ultradent Products, USA), Group F: Ferric sulfate group (Astringedent™ X 12.7%, Ultradent Products, USA), Group I: IDS group (Clearfil Se Bond, KURARAY, Japan), Group IA: IDS+ AlCl3 group, Group IF: IDS+Ferric sulfate group. Polyvinylsiloxane (PVS) (KETTENBACH Panasil Initial Contact X-Light, USA) impression material was injected into the surface treated teeth and then gently distributed over the impression surfaces using light air pressure. The material was allowed to harden normally as in a clinical setting, following the manufacturer's instructions. The hardened impression was carefully removed from the tooth surface. SEM analysis was performed at Gaziantep University ULUTEM and Bilkent University UNAM. The aim of the analysis was to visualize the impression material penetrating the dentinal tubules and the changes on the surface caused by the procedures. Euclidean analysis measurements were performed on SEM images to determine the lengths and diameters of impression tags. Fractal analysis, defined as a measure of irregularly shaped objects, was used as a shape index. The conformity of numerical variables to normal distribution was tested by Shaphiro Wilk test. ANOVA and Tukey test were used to compare normally distributed variables in 6 groups. According to the results of our study, the penetration of the hydrophilic impression material into the dentinal tubules was found to be significantly lower in the groups with IDS application compared to the groups without IDS application. This study was approved by Baskent Üniversity Institutional Review Board (Project no: DDA20/ 06) and supported by Baskent University Research Fund.Item Seröz otitis media tanılı çocuklar ile sağlıklı çocukların fonksiyonel baş savurma testi sonuçlarının karşılaştırılması(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Doğan, Şevval; Öz, IşılayAmaç: Bu çalışmada, seröz otitis media (SOM) tanısı almış çocukların lateral semisirküler kanalda farklı baş akselerasyonlarında vestübülo-oküler refleks (VOR) fonksiyonelliğinin, fonksiyonel head impulse test (fHIT) ile değerlendirilmesi ve fHIT’de elde edilen doğru cevap yüzdesi (DCY) sonuçlarının sağlıklı çocuklar ile karşılaştırılması amaçlanmıştır. Bununla birlikte seröz otitli çocuklarda vestibüler fonksiyonu değerlendirmek için fHIT testinin tanısal katkısının incelenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya; yaş ortalaması 6,82±1.66 olan unilateral seröz otitis media tanısı almış 17 katılımcı, yaş ortalaması 5.80±1.58 olan bilateral seröz otitis media tanısı almış 25 katılımcı ve yaş ortalaması 6.85±1.84 olan sağlık problemi olmayan 34 katılımcı (kontrol grubu) olmak üzere toplam 76 çocuk dahil edilmiştir. Tüm katılımcılara yalnızca lateral semisirküler kanallarda fHIT testi uygulanmıştır. fHIT sonuçları toplam DCY ve 4000, 5000, 6000 °/s2 baş akselerasyonlarındaki DCY değerleri ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmamızda, lateral SSK’da gruplar arasında sağ lateral kanal toplam DC yüzdeleri (4000-6000°/s2 aralığındaki doğru cevapların ortalama yüzdesi) arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark elde edilmiştir (p<0,05). Sol lateral kanal toplam DC yüzdeleri arasında ise istatistiksel olarak anlamlı bir fark elde edilmemiştir (p>0,05). Ayrıca sağ lateral kanal 4000 ve 6000°/s2 de gruplar arasında anlamlı bir farklılık elde edilmiş (p<0,05) fakat sağ lateral kanal 5000°/s2 de ve sol lateral kanalda tüm baş akselerasyonlarında anlamlı bir farklılık elde edilmemiştir (p>0,05). Sonuç: Sonuç olarak SOM’un VOR fonksiyonelliğini kısmen etkilediğini ve fHIT’in seröz otitli çocuklarda VOR fonksiyonelliğini değerlendirmek için kullanılabileceğini düşünmekteyiz. Ayrıca ilerleyen dönemlerde yapılacak çalışmalarda, daha fazla hastayla çalışılıp VOR’u değerlendiren diğer vestibüler testler ile fHIT'in tamamlayıcılığının incelenmesi önerilmektedir. Objective: The aim of this study was to evaluate the vestubulo-ocular reflex (VOR) functionality of children with serous otitis media (SOM) at different head accelerations in the lateral semicircular canal using the functional head impulse test (fHIT) and to compare the Percentage of correct Answers (PCA) results obtained in fHIT with healthy children. In addition, it was aimed to examine the diagnostic contribution of fHIT test to evaluate vestibular function in children with serous otitis. Materials and Methods: A total of 76 children, including 17 participants with unilateral serous otitis media with a mean age of 6.82±1.66 years, 25 participants with bilateral serous otitis media with a mean age of 5.80±1.58 years, and 34 participants with no health problems (control group) with a mean age of 6.85±1.84 years, were included in this study. All participants underwent fHIT test only in the lateral semicircular canals. fHIT results were evaluated by total PCA and PCA values at head accelerations of 4000, 5000, 6000°/s2. Results: In our study, a statistically significant difference was obtained between the right lateral canal total PCAs (mean percentage of correct responses in the range of 4000-6000 °/s2) between the groups in lateral SSC (p<0,05). There was no statistically significant difference between the total PCAs of the left lateral canal (p>0,05). In addition, a significant difference was obtained between the groups at 4000 and 6000 °/s2 in the right lateral canal (p<0,05), but no significant difference was obtained at 5000 °/s2 in the right lateral canal and at all head accelerations in the left lateral canal (p>0,05). Conclusion: In conclusion, we suggest that SOM partially affects the VOR functionality and fHIT can be used to evaluate VOR functionality in children with serous otitis. It is also recommended that future studies should include more patients and examine the complementarity of fHIT with other vestibular tests evaluating the VOR.Item Kilo vermede Akupunktur tedavisinin etkinliğinin değerlendirilmesi: Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi Akupunktur Tedavi Merkezi örneği(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Danışık, Sema; Aydın, SelmaAmaç: Obezite toplumda sıkça görülen ve sıklığı giderek artan bir sağlık sorunudur. Obezite sorunu yaşayan insanların yaş ortalaması giderek azalmakta ve insanların beden kitle endeksi ortalamaları giderek yükselmektedir. Obezite insidansının tüm dünyada giderek artması obeziteye bağlı sağlık sorunlarının da giderek artması anlamına gelmektedir. Adipoz doku içerisinde yer alan sitokinlerin kronik inflamasyona sebep olması nedeniyle obezite pek çok inflamatuar hastalığın da asıl sebepleri arasındadır. Obezite ile savaş veren insanların diyet ve egzersiz planı ile yaptıkları mücadele oldukça zorlu bir süreçtir. Aylarca hatta bazen yıllarca süren bu süreçte, artan stres ile birlikte bir yol almak da oldukça zordur. Bu sebeple kişiler obeziteden kolayca kurtulmak için yollar aramaktadır. Son dönemlerde obeziteden kısa yoldan kurtulmak için cerrahi yöntemler geliştirilmiş ancak bunların yol açtığı komplikasyonlar sebebiyle herkes için uygun bir yöntem olmadığı görülmüştür. Akupunktur kilo verme sürecine destek olan ve zayıflamada oldukça etkili ve ucuz bir yöntemdir. Pek çok sistemde düzenlemeler yaptığı için kalıcı iyileşmeye ve zayıflamaya da destek olmaktadır. Çalışmamızın amacı kilo vermek isteyen kişilerde akupunktur tedavisinin etkinliğini değerlendirmektir. Akupunkturun kişilerin kilo verme sürecine desteğini, kronik hastalıkların ve inflamasyonun önüne geçerek zayıflamayı kolaylaştırıcı etkisini göstermektir. Aynı zamanda obezitede kullanılan oldukça etkili ve ucuz bir yöntem olan akupunkturun ülkemizde kullanımının artmasına yardımcı olmaktır. Yöntem: Çalışmaya 01 Nisan 2023 – 01 Nisan 2024 tarihleri arasındaki bir yıllık süreçte; Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi Akupunktur Tedavi Merkezi’ne akupunktur ile zayıflamak için başvuruda bulunan kişiler dahil edilmiştir. Bu kişilerde akupunktur uygulaması öncesinde genel vücut ağırlığı, iskelet kası ağırlığı, vücut yağ ağırlığı, vücut yağ oranı ve beden kitle indeksi değerlerine bakılmış; akupunktur uygulaması sonrasındaki değerler ile karşılaştırılmıştır. Sonuç: Çalışmaya 9’u erkek 26’sı kadın olmak üzere toplam 35 kişi alınmıştır. Çalışmaya katılan hastaların BKİ’lerine bakıldığında %34,3’ünün normalin üstünde, %37,1’inin 1. derece obez, %22,9’unun 2. derece obez ve %5,7’sinin morbit obez olduğu görülmüştür. Hastaların iskelet kas ağırlıklarında tedavi öncesi ve sonrasında anlamlı farklılık yokken; vücut ağırlığı, yağ ağırlığı, yağ oranı ve BKİ değerleri arasında istatistiksel açıdan anlamlı farklılık saptanmıştır. Vücut ağırlığı, yağ ağırlığı, yağ oranı ve Beden Kitle İndeksi (BKİ) değerlerinin; akupunktur tedavisi sonrasında ilk ölçülen değerlere göre daha düşük olduğu bulunmuştur. Yapılan ilk ölçümler ve tedavi sonrası yapılan ölçümlerin ortalamalarında kadınlar ve erkekler arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunamamıştır. Yapılan seans sayısı ile incelenen parametreler karşılaştırıldığında altı ve üzerinde seansa devam eden kişilerin tedavi sonrası vücut ağırlığı, yağ ağırlığı ve BKİ değerleri istatistiksel olarak daha düşük bulunmuştur. Tedavi sonrası iskelet kas ağırlığı ve yağ oranında farklılık saptanmamıştır. Objective: Obesity is a common and increasingly prevalent health issue in society. The average age of individuals with obesity is decreasing, and the average body mass index ( of individuals is increasing. The rising incidence of obesity worldwide also implies a growth of health problems related to obesity. Due to cytokines within adipose tissue causing chronic inflammation, obesity is among the primary causes of many inflammatory diseases. The battle against obesity through die t and exercise plans is a highly challenging process. Progressing through this process, which can last for months or even years, is also quite difficult due to increasing stress. Therefore, individuals are seeking ways to overcome obesity easil y. Lately, s urgical methods for easily getting rid of obesity have been developed, but it has been seen that due to the complications they cause, they are not suitable for everyone. Acupuncture is a supportive and effective method for weight loss which is relatively i nexpensive. By making adjustments in many systems it supports permanent healing and weight loss. The aim of our study is to evaluate the effectiveness of acupuncture treatment in individuals who want to lose weight. The goal is to demonstrate how acupunc ture supports the weight loss process, facilitating slimming by preventing chronic diseases and inflammation. Additionally, we seek to promote the increased use of acupuncture which is a highly effective and affordable method for treating obesity. Materials and Methods: During the one year period from April 1, 2023, to April 1, 2024, individuals who applied for acupuncture treatment for weight loss at Ba ş kent University Ankara Hospital Acupuncture Treatment Center were included in the study. For the se individuals, general body weight, skeletal muscle weight, body fat weight, body fat percentage, and body mass index values were measured before the acupuncture application; these values were then compared with the values obtained after the acupuncture a pplication. Results: A total of 3 5 individuals, 9 men and 26 women participated in the study. When looking at the BMI of the participants, it was found that %34,3 was above normal, %37,1 were classified as Grade 1 obese, %22,9 as Grade 2 obese, and %5,7 as morbidly obese. Where there was no significant difference in skeletal muscle weight of the patients before and after the treatment, significant differences were found in body weight, fat weight, fat percentage and BMI values. The body weight, fat weight, fat percentage and Body Mass Index values were found to be lower after the acupuncture treatment compared to the initial measurements. There was no statistically significant difference between men and women in the averages of the initial measurements and t he measurements taken after the treatment. When the number of sessions was compared with the examined parameters, it was found that individuals who had six or more sessions had statistically lower post treatment body weight, fat weight and BMI values. No d ifferences were found in skeletal muscle weight and fat percentage after the treatment.