Sosyal Bilimler Enstitüsü / Social Sciences Institute
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11727/1394
Browse
1133 results
Search Results
Item İşçinin sır saklama yükümlülüğü(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2024) Altuntaş, Ala Nur; Tuncay Kaplan, EmineSır kelimesi, belirli kişilerce bilinen ve gizli tutulmasında sahibinin hukuki yararının bulduğu dolayısıyla da diğer kişilerce bilinmesi istenmeyen bilgilere karşılık gelmektedir. İşte bu özelliklere sahip olan sırrın korunmasının şüphesiz ki maddi olarak bir gereği de bulunmaktadır. Sır niteliğindeki bilgilerin ticari hayatta giderek daha fazla yer kaplaması ve buna bağlı olarak artan önemi, pek tabii iş hukukuna da yansımıştır. İşçinin sır saklama yükümlülüğünün temeli aslen, dürüstlük kuralı veya geniş anlamda sadakat borcu ile ilişkilendirilmekle birlikte, bu husus aynı zamanda kanunlarda da ayrı ayrı yer bulmuştur. İşçinin iş gördüğü sırada öğrendiği, özellikle üretim ve iş sırları gibi bilgileri, hizmet ilişkisinin devamı süresince kendi yararına kullanamayacağı veya başkalarına açıklayamayacağı düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye ek olarak aynı zamanda işçi, işverenin haklı menfaatinin korunması için gerekli olan ölçüde hizmet ilişkisinin sona ermesinden sonra da sır saklamakla yükümlü olabilmektedir. Bir işveren için iş sırrı dediğimiz kavram, özellikle günümüzde rekabetin baskın olduğu ve giderek hızlanan dünyamızda son derece önemlidir. Bu sebeple biz de çalışmamız kapsamında işçinin sır saklama yükümlülüğüne uygun davranmasına, bu yükümlülüğün kapsamına ve sır saklama ve rekabet etmeme borçlarına aykırılığın sonuçlarına değinmeye çalıştık. Bu çerçevede tarafımızca iş sırrı, devlet sırrı, meslek sırrı, müşteri sırrı, banka sırrı, sır saklama yükümlülüğü, rekabet etmeme borcu gibi kavramlara değinilerek bu konular iş hukuku penceresinden ele alınmıştır. The word secret corresponds to information that is known to certain people and is therefore found to be of legal benefit to the owner in keeping it secret, and therefore it is undesirable to be known by other people. There is undoubtedly a material necessity for the protection of the secret that has these characteristics. The importance of confidential information taking up more and more space in commercial life and increasing importance accordingly has also been reflected in labor law. Although the basis of the employee's obligation to keep secrets was originally associated with the rule of honesty or the obligation of loyalty in a broad sense, this issue has also found a separate place in the laws. It is arranged that the employee cannot use the information learned while working, especially production and business secrets, for his own benefit or disclose to others during the continuation of the service relationship. In addition to this regulation, the employee may also be obliged to keep secrets after the termination of the service relationship to the extent necessary to protect the valid interests of the employer. The concept that we call a business secret for an employer is extremely important, especially in our world where competition dominates today and is gradually accelerating. For this reason, we have tried to address the employee's compliance with the obligation to keep secrets, the scope of this obligation, and the consequences of non-competition obligations within the scope of our study. Within this framework, we have addressed concepts such as business secret, professional secret, customer secret, bank secret, obligation to keep secrets, non-competition debt and these issues have been examined from the labor law perspective.Item Kurumsal yönetim banka risk ilişkisi: ABD bankaları üzerine inceleme(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2024) Gülençer, Sinan; Gürol, BurcuKurumsal yönetim, finansal sektörde risk ve performans arasındaki ilişkinin anlaşılması ve yönetilmesinde hayati bir role sahiptir. Bu uygulamaların etkinliği, şeffaflığı ve hesap verebilirliği, finansal kurumların risk ile performans arasında denge kurabilmesi için stratejik karar alma süreçlerini önemli ölçüde iyileştirebilir. Yönetim kurulları ve üst düzey yöneticilerin bilgiye dayalı, iyi değerlendirilmiş ve riskleri göz önünde bulunduran kararlar alması, finansal istikrar ve sürdürülebilir performansın temel taşlarındandır. Kurumsal yönetim, risk yönetimi politikalarının geliştirilmesi ve uygulanmasında merkezi bir rol oynamıştır. Etkin bir kurumsal yönetim yapısı, risk değerlendirme süreçlerini, iç kontrol sistemlerini ve uyum mekanizmalarını güçlendirerek bu alanda büyük katkılar sağlamıştır. Şeffaflık ve hesap verebilirlik, yatırımcı güvenini ve piyasa istikrarını pekiştirmiştir. Açık ve net raporlama uygulamaları ise risk yönetimi süreçlerinin daha iyi anlaşılmasını ve değerlendirilmesini mümkün kılmış, bu da genel performansı olumlu yönde etkiler. Yönetim kurulundaki çeşitlilik, farklı bakış açılarını ve deneyimleri bir araya getirmeyi sağlamıştır, bu da risk yönetimi ve stratejik karar alma süreçlerine daha geniş bir perspektif ve yenilikçi çözümler sunmuştur. Özellikle finansal krizler sırasında, kurumsal yönetim yapısının sağlamlığı, şirketlerin risklere karşı direncini ve krizlere hızlı yanıt verme kapasitesini artırmıştır. Bu çalışma, finansal sektörde kurumsal yönetim ilkelerinin benimsenmesi ve uygulanmasının, yasal bir zorunluluk olmanın ötesinde, stratejik bir avantaj ve piyasa değerini artırmanın bir yolu olarak değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Çalışmanın amacı, kurumsal yönetim öğelerinin finansal sektör açısından risk parametrelerine olan etkisini incelemektir. Bu kapsamda, NASDAQ 100 finansal endeksinde yer alan Amerika Birleşik Devletleri'ndeki 49 banka verileri üzerinde yapılan araştırma ile yönetim kurulunda kadın oranı ve kadın yönetici sayısının, bankaların risk parametreleri üzerindeki etkileri analiz edilmiştir. Araştırma, yönetim kurullarında kadın yönetici sayısının "Takipteki Krediler" (Non-Performing Loans- NPL) üzerindeki etkisinin istatistiksel olarak anlamlı ve negatif yönlü olduğunu göstermiştir. Bu bulgular, kurumsal yönetimde cinsiyet çeşitliliğinin finansal risk yönetimi ve performans üzerindeki etkilerine dair akademik literatüre önemli katkılar sağlamaktadır ve bankacılık sektöründe risk yönetimi ile cinsiyet çeşitliliği konularında daha fazla araştırma yapılmasının gerekliliğini ortaya koymaktadır. Bu çalışma, kurumsal yönetim ve risk yönetimi arasındaki ilişkiyi daha iyi anlamak için sağlam bir temel oluşturur ve finans sektöründe cinsiyet çeşitliliği politikalarının önemini vurgulamıştır. Corporate governance plays a critical role in understanding and managing the relationship between risk and performance in the financial sector. The effectiveness, transparency, and accountability of these practices significantly enhance the strategic decision-making processes necessary for financial institutions to balance risk and performance. Decision-making by boards and senior management that is informed, well-evaluated, and considers risks is fundamental to financial stability and sustainable performance. Corporate governance plays a central role in developing and implementing risk management policies. An effective corporate governance structure strengthens risk assessment processes, internal control systems, and compliance mechanisms, contributing greatly in this area. Transparency and accountability bolster investor confidence and market stability; clear and transparent reporting practices enable better understanding and assessment of risk management processes, positively impacting overall performance. Diversity on the board brings together different perspectives and experiences, offering a broader viewpoint and innovative solutions to risk management and strategic decision-making processes. Especially during financial crises, the robustness of the corporate governance structure increases the resilience of companies against risks and enhances their capacity to respond quickly to crises. This study emphasizes that adopting and implementing corporate governance principles in the financial sector should be seen not only as a legal requirement but as a strategic advantage and a way to enhance market value. The aim of this research is to examine the impact of corporate governance elements on risk parameters in the financial sector. In this context, the study analyzed the effects of the number of female executives and gender diversity on the boards of 49 banks listed in the NASDAQ 100 financial index in the United States on the banks' risk parameters. The research found that the number of female executives on the board has a statistically significant and negative effect on Non-Performing Loans (NPL). These findings make significant contributions to the academic literature on the effects of gender diversity in corporate governance on financial risk management and performance, highlighting the need for further research on risk management and gender diversity in the banking sector. This study establishes a solid foundation for better understanding the relationship between corporate governance and risk management and highlights the importance of gender diversity policies in the finance sector.Item Sağlıklı yaşam tesislerinde iyileşmeyi destekleyici terapötik tasarım taklaşımı(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2024) Özer, Nil; Özdamar, Betül BilgeModern yaşamın bir getirisi olan modern kentlerde artan nüfus; şehirde yoğunluk artışı, betonlaşma, doğadan uzaklaşma ve ekolojik sorunları beraberinde getirmiştir. Yaşanan bu değişimler bireyler üzerinde stres oluşumunu artırmakta, bireylerin hem psikolojik hem de fizyolojik sağlığını olumsuz etkilemektedir. Bunlara ek olarak yakın zamanda Covid-19 salgınıyla birlikte birçok insan sağlığını kaybetmiştir. Yaşanan pandemi süreciyle birlikte dünya genelinde bilinçlenme artarak, sağlığa yönelik hem bireysel hem kamusal farkındalık sağlanmış ve sağlık harcamalarında artış yaşanmıştır. Bu çerçevede sağlıklı yaşam tesisleri ve sağlık kazanımına yönelik farklı yaklaşımlar gittikçe artan bir talep görmektedir. Sağlıklı yaşam tesisleri şehir karmaşasından uzak ve doğayla iç içe bir ortamda; medikal, estetik, spa, sağlıklı beslenme, spor gibi birçok farklı hizmeti tek çatı altında toplayarak bütüncül bir yaklaşım sağlaması ve kişisel tedavi planları sunmasıyla öne çıkmaktadır. Bireylerin sağlıklarını korumak ve geliştirmek hedefleriyle başvurdukları bu yapılarda, iyileşme deneyiminin geliştirilmesi adına mekânsal tasarım önem kazanmaktadır. Kullanıcı sağlığını ve iyileşme sürecini geliştirmeyi hedefleyen ve sağlık mekânlarına odaklanan ‘Terapötik Tasarım’, bu süreç içerisinde öne çıkan ve sağlık mekanlarına yönelik tasarım değerlerine etkisi olan yaklaşımları içermektedir. Bireylerin stresini en aza indirmeye ve dolayısıyla iyileşme sürecini olumlu yönde etkilemeye yönelik terapötik tasarım temelli mekânsal özelliklerin belirlenmesi ve sağlıklı yaşam tesisleri iç mekânları kapsamında mekânsal uygulamaların ortaya konulması çalışmanın amacını oluşturmaktadır. Alanında öne çıkan ve tesis tasarımında mekânın iyileştirici etkisinin kullanıldığı belirten örnek tesisler; literatür taraması sonucu belirlenen terapötik mekân özellikleri, mekânsal organizasyon ve mekânsal işlevler açısından değerlendirilmiştir. The increasing population in modern cities, which is a consequence of modern life, has brought with it increased density, concretization, distancing from nature and ecological problems in the city. These changes increase stress on individuals and negatively affect both the psychological and physiological health of individuals. In addition to these, many people have recently lost their health with the Covid-19 pandemic. People have realized the value of their health with the pandemic, and health expenditures have increased worldwide. Today, wellness facilities, which are among the more frequently visited health structures and offer individuals the opportunity to improve their health both psychologically and physiologically within a holistic approach, are in increasing demand. Wellness facilities are become prominent by gathering many different services such as medical, aesthetic, spa, healthy nutrition, sports under one roof and offering personalized treatment plans in an environment away from the chaos of the city and surrounded by nature. Spatial design becomes important in order to improve the healing experience in these buildings where individuals apply to protect and improve their health. 'Therapeutic Design', which aims to improve user health and the healing process and focuses on health spaces, includes approaches that stand out in this process and have an impact on design values for health spaces. The aim of the study is to identify therapeutic design-based spatial features to minimize the stress of individuals, and thus positively affect the healing process and to reveal spatial applications within the scope of wellness facility interiors. Sample facilities that stand out in the field and where the healing effect of space is used in facility design were evaluated in terms of therapeutic space features, spatial organization, and spatial functions that determined as a result of the literature review.Item Caz vokalistin doğaçlama araçları üzerine bir inceleme(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2024) Bulut, Melda; Yüksel, KaanBu araştırmada, caz vokalistin doğaçlama için kullanabileceği araçlardan, teorik bilgi, duyuş, transkripsiyon çalışmaları ve rutin vokal egzersizleri incelenerek, caz vokaliste doğaçlamaya yönelik bir yol haritası oluşturulması amaçlanmıştır. Ele alınan araçlardan teori ve kulak eğitimi için kaynak tarama yöntemi kullanılmıştır. Transkripsiyonların kullanımı için iki tanınmış caz vokalist olan Sarah Vaughan ve Bobby McFerrin’in Autumn Leaves parçası üzerine doğaçlama örnekleri karşılaştırılarak, doğaçlamanın farklı vokalistlerce nasıl ele alındığı incelenmiştir. Vokal egzersizlerinin, teori, duyuş ve transkripsiyon çalışmalarına göre, caz müziğinin doğaçlama unsuruna hizmet edecek şekilde nasıl genişletilebileceğine dair çıkarımlarda bulunulmuştur. Tüm araçların kullanımı, bölümler arasında uyum sağlamak ve okuyanın anlamasını kolaylaştırmak için Autumn Leaves isimli caz standardı üzerinden incelenmiştir. Yapılan incelemeler sonucunda; teorinin bilinmesinin, vokalistin doğaçlama becerilerine ne gibi katkılar sağlayabileceği ile doğaçlama için ne gibi yaklaşımların mümkün olduğu ortaya konulmuştur. Kulak eğitiminin zihnin duyduğu müziği algılayabilmesi ve buna uygun ses üretilebilmesi için zihnin programlanması demek olduğu, iç duyuş (audiation) kavramı, iç duyuş becerisinin gelişimi için ritmik hecelerin ve ses perdelerine ait heceler olan hareketli do sistemindeki solfej hecelerinin kullanımı, ritmik ve melodik kalıpların, müziğin algılanması ve üretilebilmesi için kalıplar halinde içselleştirilmesi gerektiği, doğaçlama sırasında kullanılmak üzere bilinçli olarak bu kalıpların biriktirildiği bir “zihinsel depo” nun oluşturulması gerektiği görülmüştür. Transkripsiyonların, doğaçlamaları anlayabilmek için sadece duysal değil ayrıca görsel bir kaynak oluşturduğu, taklit etme için yararlanılabilecek bir materyal olduğu, taklit etmeye çalışmanın hem vokal tekniği hem de caz müziğine özgü ritmik hissin ve cümlelemelerin içselleşmesinde önemi olduğu anlaşılmıştır. Rutin vokal egzersizlerinin, teori, duyum ve transkripsiyon çalışmalarına göre genişletilerek ele alınması gerektiği ortaya konulmuştur. Bu sonuçlar kapsamında, bir caz standardı üzerine doğaçlamanın kompleks bir iş olduğu ve bu işle başa çıkabilmek için hedefin daha küçük parçalar halinde ele alınması gerektiği, bunun için günlük rutin vokal egzersizleri, tekniğin gelişimine ve doğaçlama becerilerinin gelişimine yönelik olarak ikiye ayrılmıştır. Tekniğe yönelik egzersizler, ritmik kalıplar ile akor ve mod seslerinden oluşan melodik kalıpların scat heceleri ile seslendirildiği, transkripsiyonlardan seçilen motif ve cümleleme kesitlerinin vokal egzersizlerine entegre edilmesi ile genişletilmiştir. Doğaçlamaya yönelik egzersizler, direkt bir caz standardı üzerine değil, sıkça görülen akor karakterleri ve akor geçişleri gibi daha küçük doğaçlama alanları üzerine, scat heceleri, ritmik kalıplar, akor ve mod sesleri ile ayrı ayrı doğaçlayarak, bu konuların her birinde ayrı ayrı içselleşme ve ustalık kazanılacağı ve doğaçlamanın vokalist için bir alışkanlığa dönüştürüleceği şekilde tasarlanmıştır. Son olarak, bir caz standardı üzerine doğaçlamaya geçildiğinde, bu performansa yönelik izlenecek adımlar belirlenmiştir. In this research, it is aimed to create a roadmap for jazz vocalists towards improvisation by examining the tools that a jazz vocalist can use for improvisation, including theoretical knowledge, ear training, transcription studies, and routine vocal exercises. The source scanning method was used for the tools of theory and ear training. For the use of transcriptions, the improvisation examples of two well-known jazz vocalists, Sarah Vaughan and Bobby McFerrin, on the song "Autumn Leaves" were compared to examine how improvisation is handled by different vocalists. Inferences were made about how vocal exercises can be expanded to serve the improvisational element of jazz music, compared to theory, ear training, and transcription studies. The use of all tools was examined through the jazz standard "Autumn Leaves" to ensure coherence between sections and facilitate understanding for the reader. As a result of the examinations, it was revealed what contributions the knowledge of theory can make to a vocalist's improvisation skills and what approaches are possible for improvisation. It was seen that ear training means programming the mind to perceive the music it hears and produce appropriate sounds, the concept of inner hearing (audiation), the use of rhythmic syllables and solfege syllables in the movable do system for the development of inner hearing skills, the internalization of rhythmic and melodic patterns in order to perceive and produce music, and the creation of a "mental repository" where these patterns are consciously accumulated for use during improvisation. Transcriptions were found to be not only an auditory but also a visual resource for understanding improvisations, a material that can be used for imitation, and that trying to imitate is important both for vocal technique and for internalizing the rhythmic feel and phrasing unique to jazz music. It was demonstrated that routine vocal exercises should be expanded in line with theory, ear training, and transcription studies. Within the scope of these results, it was concluded that improvisation on a jazz standard is a complex task and that the goal should be approached in smaller parts to cope with this task. For this purpose, daily routine vocal exercises were divided into two: for the development of technique and for the development of improvisation skills. Exercises aimed at technique were expanded with rhythmic patterns and melodic patterns consisting of chord and mode notes vocalized with scat syllables, and with the integration of motifs and phrasing excerpts selected from transcriptions into vocal exercises. Exercises aimed at improvisation were designed in a way that focuses not directly on a jazz standard but on smaller improvisation areas such as frequently seen chord characteristics and chord transitions, with scat syllables, rhythmic patterns, chord and mode notes, so that mastery and internalization are achieved separately in each of these areas, and improvisation becomes a habit for the vocalist. Finally, the steps to be followed for improvisation on a jazz standard were determined when transitioning to this performance.Item Sürdürülebilir bir atık değerlendirme yöntemi olarak Kırkyama/Patchwork ve çağdaş koleksiyon tasarımı(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2024) Biçer, Berna; Türkdemir, PınarBu tez çalışması, moda endüstrisinde sürdürülebilirlik, atık yönetimi ve kültürel miras konularına odaklanarak, geleneksel kırkyama (patchwork) tekniğinin çağdaş moda tasarımlarında nasıl kullanılabileceğini araştırmaktadır. Hızlı modanın ve aşırı tüketimin yarattığı olumsuz çevresel etkiler, tekstil atıkları ve hammaddelerin sürdürülemez kullanımı gibi sorunlar, moda endüstrisinin sürdürülebilir çözümler aramasına neden olmuştur. Bu bağlamda, kırkyama tekniği hem kültürel mirası koruyan hem de atık malzemeleri değerlendiren yenilikçi bir yöntem olarak öne çıkmaktadır. Tezde, sürdürülebilirlik kavramının tarihsel gelişimi incelenmiş, sürdürülebilirliğin ekonomik, sosyal ve çevresel boyutları ele alınmış, moda endüstrisinde kullanılan sürdürülebilir uygulamalar detaylandırılmıştır. Kırkyama tekniği, bir ileri dönüşüm yöntemi olarak, geçmişten günümüze tarihsel olarak incelenmiş, tekniğin farklı kültürlerde nasıl uygulandığı ve günümüz çağdaş moda tasarımcılarının kırkyamayı nasıl kullandığı araştırılmıştır. Özellikle, kırkyamanın estetik, kültürel ve pratik boyutları detaylandırılmıştır. Çalışmada, araştırmacının ailesinin üç nesil kadınlarının kırkyama tekniği ile yapılan çalışmaları incelenmiş, dördüncü nesil olan araştırmacının koleksiyon çalışması ise tezin bulgularında sunulmuştur. Bu inceleme, kırkyamanın nesilden nesile nasıl aktarıldığını ve her neslin bu teknikle nasıl yenilikler getirdiğini göstermektedir. Bu bağlamda, geleneksel kırkyama tekniklerinin modern moda tasarımında nasıl kullanılabileceği ve kültürel mirasın korunması konusundaki önemi vurgulanmıştır. Çalışmanın amacı, kırkyama tekniği ile oluşturulan yaratıcı bir giysi koleksiyonu aracılığıyla sürdürülebilirlik bağlamında atık değerlendirme yöntemlerini ve kültürel mirasın korunmasını literatüre katkı sağlayacak şekilde irdelemektir. Nitel bir araştırma olan tezin yöntemi eylem araştırması olarak tasarlanmış, tez sürecinde yapılan araştırma ve uygulamalar eylem araştırması doğrultusunda ilerlemiştir. Elde edilen araştırma verileriyle koleksiyonun ilham ve hikâye kolajı hazırlanmış, yüzey çalışmaları yapılmış, fikir çizimleri ardından model geliştirilmiştir. Moda endüstrisinde sürdürülebilir uygulamalardan “yeniden tasarım” ilkesiyle hareket edilerek geleneksel dar dokuma Anadolu göynekleri baz alınmış ve “ileri dönüşüm” tekniği kırkyama ile birleştirilerek altı adet kadın giyiminden oluşan kapsül bir koleksiyon tasarlanmıştır. Hazırlanan koleksiyonda, farklı kültürel unsurlar crazy tekniğinden ilhamla bir araya getirilerek estetik açıdan zengin bir tasarım örneği sunmak hedeflenmiştir. Sonuç olarak, çalışmada geleneksel kırkyama tekniklerinin modern moda tasarımında nasıl uygulanabileceği ve sürdürülebilirlik hedefleri doğrultusunda nasıl değer yaratılabileceği gösterilmiştir. Bu çalışmanın, moda endüstrisi, kültürel mirasın korunması, sürdürülebilirlik konularında önemli katkılar sağlayacağı, ayrıca hem tasarımcılarına hem de tasarımcı adayı öğrencilere yol gösterici olacağı düşünülmektedir. This thesis focuses on sustainability, waste management, and cultural heritage in the fashion industry, investigating how the traditional patchwork technique can be utilized in contemporary fashion design. The negative environmental impacts of fast fashion and excessive consumption, such as textile waste and the unsustainable use of raw materials, have prompted the fashion industry to seek sustainable solutions. In this context, the patchwork technique emerges as an innovative method that both preserves cultural heritage and repurposes waste materials. The thesis examines the historical development of the concept of sustainability, addressing its economic, social, and environmental dimensions, and details sustainable practices employed in the fashion industry. Patchwork, as an upcycling method, has been historically analyzed from past to present, exploring how the technique has been applied in different cultures and how contemporary fashion designers utilize patchwork. The aesthetic, cultural, and practical aspects of patchwork are particularly detailed. The study examines the works of three generations of women in the researcher’s family using the patchwork technique, with the fourth generation, represented by the researcher’s collection, presented in the findings. This examination demonstrates how patchwork is transmitted from generation to generation and how each generation brings innovations to the technique. In this context, the importance of using traditional patchwork techniques in modern fashion design and preserving cultural heritage is emphasized. The purpose of the study is to scrutinize waste evaluation methods and the preservation of cultural heritage in the context of sustainability through a creative clothing collection created with the patchwork technique, contributing to the literature. The qualitative research method of the thesis is designed as action research, with the research and practices conducted during the thesis process progressing in line with action research. The research data obtained led to the creation of the collection’s inspiration and story collage, surface studies, concept sketches, and model development. Based on the “redesign” principle from sustainable practices in the fashion industry, traditional narrow-woven Anatolian shirts were taken as a basis, and an upcycling technique was combined with patchwork to design a capsule collection consisting of six women's garments. In the prepared collection, different cultural elements were brought together with inspiration from the crazy technique to present an aesthetically rich design example. In conclusion, the study demonstrates how traditional patchwork techniques can be applied in modern fashion design and how value can be created in line with sustainability goals. This study is expected to make significant contributions to the fashion industry, cultural heritage preservation, and sustainability, as well as provide guidance to both designers and design students.Item Askerî ceza hukukunda amir ve üste hakaret suçu(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2024) Erbaş, Oğuz; Aygün Eşitli, EzgiŞeref, onur ve haysiyet kavramları insanın toplum içeresindeki rolünü etkileyen en temel değerlerdir. Sosyal düzenin sağlanmasında bireylere ait bu değerlerin korunması büyük önem arz etmektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri de kendi içerisinde sıkı düzen kurallarının bulunduğu bir topluluk olarak; amir veya üst konumundaki kişilerin şeref, onur ve saygınlığını korumak ve askeri disiplin ile mutlak itaat anlayışını sağlamlaştırmak suretiyle gerçekleştirdiği faaliyetlerde başarılı olmayı hedefler. Amir veya üstlere karşı kasıtlı olarak gerçekleştirilen tahkir edici fiillerin engellenmesi ordunun elde edeceği başarılara giden yolda kilit bir rol oynamaktadır. Bu nedenle, Askeri Ceza Kanunu’nun 85’inci maddesinde amir veya üste hakaret edenlerin cezalandırılması öngörülmüştür. Çalışmamızda amir veya üste karşı hakaret suçu, doktrinde yer alan görüşler ile mevcut yüksek mahkeme ve kapatılan askeri yüksek mahkeme içtihatlarından da yararlanmak suretiyle incelenecektir. The concepts of honor, dignity and self-dignity are the most fundamental values that affect the role of humans in society. Protecting these values of individuals is of great importance in ensuring social order. Turkish Armed Forces, as a community with strict rules of order; It aims to be successful in its activities by protecting the honor, dignity and esteem of those in superior positions and by strengthening the understanding of military discipline and absolute obedience. Preventing deliberate defamation acts against commanders or superiors play a key role on the path to the success of the army. For this reason, Article 85 of the Military Penal Code stipulates that those who insult their commanders or superiors will be punished. In our study, the crime of defamation against a commander or a superior will be examined by making use of the opinions in the doctrine and the jurisprudence of the current supreme court and the closed military court of cassation.Item Türkiye Cumhuriyeti Devleti gastrodiplomasi faaliyetleri incelemesi: Amerika Birleşik Devletleri örneği(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2024) Küçükyavuz, Süleyman Emre; Turgut, HakanPek çok medeniyete ev sahipliği yapmış Anadolu toprakları, günümüzde Türkiye Cumhuriyeti’ne ev sahipliği yapmaktadır. Bu ev sahipliği ve kültürel birikim neticesinde, tarihin kronolojik gelişiminden itibaren pek çok yemek ortaya çıkmış, bunların bazıları unutulmuş bazıları ise hâlihazırda günümüzde üretilmekte ve tüketilmektedir. Bu kültürel bilgi birikiminin çeşitli mecralarda paylaşımı sonucu bireyden topluma kadar çeşitli etkiler yaratmıştır. Bu etkilerin doğal sonucu olarak birçok farklı disiplin gibi diplomasi faaliyetleri de bu gelişmeden etkilenmiştir. Yapmış olduğumuz çalışmada Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gastrodiplomasi faaliyetlerini özel sektör ve devlet destekli girişimleri ayrıntılı şekilde inceleyerek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gerek özel gerekse devlet destekli faaliyetlerinin analiz edilmesi amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda Amerika Birleşik Devletleri’nde Türk mutfak kültürü alanında faaliyet gösteren katılımcılar ve Türk yemeği tüketen Amerikalılar ile görüşülerek veri toplanmıştır. Dünya’da pek çok ülkenin kendi mutfağını tanıtma ve kamu diplomasisi aracı olarak gastrodiplomasi organizasyonları günden güne artmaktadır. Gastronomi ve gastrodiplomasi alanında birçok faaliyete ev sahipliği yapan Amerika Birleşik Devletleri’nin uygun bir çalışma sahası niteliği taşıdığı değerlendirilmiştir. Çalışmanın ana odak noktalarından birisi de Türkiye Cumhuriyeti’nin Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekleştirdiği gastrodiplomasi faaliyetlerinin kapsamını, etkinliğini ve yeterliliğini sorgulamaktır. Bu bağlamda Amerika Birleşik Devletleri’nde Türkiye Cumhuriyeti gastrodiplomasi faaliyetleri ve Türk mutfağının bilinirliği hakkında bilgi elde edilmesi hedeflenmiştir. Çalışma beş alt başlıktan oluşmaktadır. Giriş kısmında konuyla ilgili genel bilgiler yer almaktadır. Kavramsal çerçeve kapsamında; diplomasi, kamu diplomasi, yumuşak güç ve kültürel diplomasi kavramları ele alınmaktadır. Bu kısmın son bölümü ise gastrodiplomasi kavramı bağlamında, Dünya’daki gastrodiplomasi uygulamaları ve çalışmanın ana hatlarını oluşturan Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki gastrodiplomasi faaliyetlerine yer verilmiştir. Üçüncü kısımda çalışmanın yöntem bölümü yer alırken, dördüncü kısımda ise araştırmanın bulgularından elde edilen verilere yer verilmektedir. Beşinci ve son kısımda ise sonuçlar ve öneriler yer almaktadır. Çalışma nitel araştırma modeli olarak tasarlanmıştır. Veriler yarı yapılandırılmış görüşme yöntemi ile toplanmıştır. Toplanan bu veriler, içerik analizi yöntemi ile analiz edilmiştir. Araştırmanın çalışmanın deseni ise fenomenoloji araştırma desenidir. Nitel araştırmanın temellerini oluşturan bakış açılarından biri olan fenomenoloji de olguların açıklanması ve betimlenmesine odaklanmaktadır. Bu noktada kesişen fenomenoloji ve felsefe nitel araştırmanın odaklandığı alanlarla uyuşmaktadır (Yıldırım ve Şimşek, 2018). Çalışmanın örneklem grubu ise amaçlı örneklem grubu olarak belirlenmiştir. Çalışmanın ana soruları: “Türkiye Cumhuriyeti’nin gastrodiplomasi faaliyetleri Amerika Birleşik Devletleri’nde yeterli düzeyde midir?” ve “Türk mutfağının Amerika Birleşik Devletleri’nde bilinirlik düzeyi yeterli seviyede midir?” sorularından oluşmaktadır. Araştırma için veri toplamak amacıyla Amerika Birleşik Devletleri’nde faaliyet gösteren devlet ve özel sektör kuruluşları ve Amerikan vatandaşlarının Türk Mutfağı hakkındaki görüşlerini saptamak için iki ayrı yarı yapılandırılmış görüşme formu hazırlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığına bağlı Türkevi ve Türk restoranlarıyla yapılan görüşmeler ve Amerikan vatandaşlarından toplanan bilgiler içerik analizi yöntemi ile incelenmiştir. Bu verilerin değerlendirilmesi ve analizi sonucunda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gastrodiplomasi faaliyetleri Amerika Birleşik Devletleri’nde yeterli düzeyde olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. İkinci soru ise Amerika Birleşik Devletleri’nde Türk mutfağının bilinirlik düzeyinin yetersiz olduğu çalışma verilerince saptanmıştır. Son bölünde bu soruların çözümü için öneriler sunulmuştur. The Anatolian lands, which have hosted many civilizations, are today home to the Republic of Turkey. As a result of this historical and cultural accumulation, numerous dishes have emerged throughout the chronological development of history; some of these dishes have been forgotten, while others are still produced and consumed today. The sharing of this cultural knowledge across various platforms has created diverse effects ranging from individuals to society. As a natural consequence of these effects, diplomacy activities, like many other disciplines, have also been influenced by this development. In our study, it is aimed to analyze the gastrodiplomacy activities of the Republic of Turkey by examining in detail both private sector and state-supported initiatives, focusing on both types of activities. In line with this aim, data were collected through interviews with participants operating in the field of Turkish culinary culture in the United States and Americans who consume Turkish cuisine. The number of gastrodiplomacy organizations worldwide, where countries promote their own cuisine as a tool of public diplomacy, is increasing day by day. The United States, which hosts numerous activities in the fields of gastronomy and gastrodiplomacy, was deemed an appropriate study area. One of the main focuses of the study is to question the scope, effectiveness, and adequacy of the gastrodiplomacy activities carried out by the Republic of Turkey in the United States. In this context, the aim is to obtain information on the gastrodiplomacy activities of the Republic of Turkey in the United States and the recognition of Turkish cuisine. The study consists of five sections. The introduction includes general information related to the topic. In the conceptual framework, the concepts of diplomacy, public diplomacy, soft power, and cultural diplomacy are addressed. The final section of this part focuses on global gastrodiplomacy practices and the gastrodiplomacy activities of the Republic of Turkey and the United States, which constitute the main outline of the study. The third section presents the research methodology, while the fourth section includes the findings of the research. The fifth and final section presents the results and recommendations. The study is designed as a qualitative research model. Data were collected through semi-structured interviews. These data were analyzed using the content analysis method. The research design of the study is based on the phenomenology research design. Phenomenology, one of the perspectives forming the foundation of qualitative research, focuses on the explanation and description of phenomena. In this regard, the intersection of phenomenology and philosophy aligns with the areas of focus in qualitative research (Yıldırım & Şimşek, 2018, p. 71). The sample group of the study was determined as a purposive sampling group. The main research questions of the study are: "Are the gastrodiplomacy activities of the Republic of Turkey in the United States at a sufficient level?" and "Is the level of awareness of Turkish cuisine in the United States adequate?" To collect data for the research, two separate semi-structured interview forms were prepared to determine the views of American citizens and institutions operating in the public and private sectors in the United States regarding Turkish cuisine. Interviews conducted with the Türkevi (Turkish House) affiliated with the Ministry of Foreign Affairs of the Republic of Turkey and with Turkish restaurants, as well as the information collected from American citizens, were analyzed using the content analysis method. As a result of evaluating and analyzing these data, it was concluded that the gastrodiplomacy activities of the Republic of Turkey in the United States are not at a sufficient level. The second research question revealed that the awareness level of Turkish cuisine in the United States is also insufficient, according to the study data. In the final section, recommendations are presented for resolving these issues.Item Algılanan örgütsel çevikliğin işgören performansı üzerindeki etkisinde kişilik özellikleri ve dayanıklılığın biçimlendirici rolü(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2025) Küçük, Alper; Tüzün, İpek KalemciBu araştırmada, algılanan örgütsel çeviklik ile iş gören performansı arasındaki ilişkide kişilik özelliklerinin düzenleyici etkileri incelenmiştir. Çalışmanın bulguları, alan yazındaki bulgularla hem benzerlikler hem de farklılıklar göstermektedir. Araştırmanın bulguları, algılanan örgütsel çevikliğin iş performansı üzerinde pozitif ve anlamlı bir etkisi olduğunu ortaya koymaktadır Araştırma “psikolojik dayanıklılığın” algılanan örgütsel çeviklik ile iş performansı arasındaki ilişkiyi zayıflattığını ortaya koymuştur. Araştırma yine aynı şekilde kişiliğin karanlık yönlerinden olan “narsisizmin” algılanan örgütsel çevikliğin iş performansı üzerindeki etkisini zayıflattığını ancak “makyavelizmin” algılanan örgütsel çeviklik ile iş performansı arasındaki ilişkiyi anlamlı şekilde düzenlemediğini göstermiştir. Diğer taraftan kişiliğin pozitif yönlerini ifade eden “deneyime açıklığın” ve “sorumluluğun” algılanan örgütsel çeviklik ile iş performansı arasındaki ilişkiyi zayıflattığını, “dışadönüklüğün” ise algılanan örgütsel çeviklik ile iş performansı arasındaki ilişkide biçimlendirici rolü olmadığını göstermektedir. Tüm bu sonuçlar doğrultusunda kişiliğin pozitif yönleri ve karanlık yönleri olarak adlandırılan kişilik özelliklerinin örgütsel çevikliğe ve performansa olan etkileri göz önüne alındığında; kişilik özelliklerinin olumlu veya olumsuz olarak adlandırılmasından ziyade, örgütsel alana etkilerinin bağlamsal faktörlere bağlı olduğu görülmektedir. Bu araştırma, işletme yönetimi ve örgütsel davranış alanlarına katkı sağlayarak çeviklik, kişilik ve performans dinamiklerine ilişkin uygulanabilir bilgiler sunmaktadır. Çalışma, hızla değişen iş ortamlarında uyum ve etkililiği artırmak için bireysel ve örgütsel faktörlerin bütünleşik bir şekilde ele alınmasının önemini vurgulamaktadır. In the current study, the moderating effects of personality traits on the relationship between organizational agility and employee performance were examined. The findings of the study show both similarities and differences with the findings in the literature. In addition, the findings of the study reveal that organizational agility has a positive and significant effect on job performance. Research has revealed that psychological resilience weakens the relationship between organizational agility and job performance. The research also showed that narcissism, one of the dark aspects of personality, weakens the effect of organizational agility on job performance, but Machiavellianism does not significantly moderate the relationship between organizational agility and job performance. On the other hand, openness to experience and conscientiousness, which express the positive aspects of personality, weaken the relationship between organizational agility and job performance, while extraversion does not moderate the relationship between organizational agility and job performance. In line with all these results, when the effects of personality traits called positive aspects of personality and dark aspects of personality on organizational agility and performance are considered, it is seen that naming personality traits as positive or negative becomes meaningless and their effects in the organizational field depend on contextual factors. This research contributes to the fields of business management and organizational behavior and provides actionable information on agility, personality, and performance dynamics. The study emphasizes the importance of addressing individual and organizational factors in an integrated manner to increase adaptability and effectiveness in rapidly changing business environments.Item İş güvencesizliği algısının ve algılanan istihdam edilebilirliğin gazetecilerde mesleki özdeşleşmeye etkisi(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2024) Tokatlı Ahiska, Burcu; Çakar, MehmetBu çalışma, iş güvencesizliği algısının ve algılanan istihdam edilebilirliğin gazetecilerde mesleki özdeşleşmeye etkisinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Giriş bölümünü takiben öncelikle mesleki özdeşleşmenin kuramsal çerçevesini oluşturan sosyal kimlik kuramı açıklanmaktadır. Daha sonra, çalışmada bağımlı değişken olarak ele alınan mesleki özdeşleşme kavramı ve literatürde bu konuda yapılan çalışmalar incelenmiştir. Dördüncü bölüm, çalışmanın bağımsız değişkenlerinden iş güvencesizliği algısı, beşinci bölüm de diğer bağımsız değişken olan algılanan istihdam edilebilirlik üzerinedir. İş güvencesizliği algısının ve algılanan istihdam edilebilirliğin mesleki özdeşleşmeye etkisi kaynakların korunması kuramı bağlamında açıklanmıştır ve altıncı bölüm bu kuram hakkında bilgiler içermektedir. Sonraki bölümlerde araştırmanın yöntemi ve kapsamı, gazetecilik mesleğinde mesleki özdeşleşme ve iş güvencesizliği çerçevesinden bahsedilmiştir ve araştırmanın hipotezleri verilmiştir. Bu tez çalışması kapsamında Ankara ve İstanbul’da 116 gazeteciden anket verisi toplanmıştır. İş güvencesizliğinin alt boyutları olan nicel iş güvencesizliği ve nitel iş güvencesizliği ile istihdam edilebilirliğin alt boyutları olan içsel istihdam edilebilirlik ve dışsal istihdam edilebilirliğin mesleki özdeşleşmeye etkisini belirlemek için verilere çoklu regresyon analizi yapılmıştır. Sonuçta; nicel iş güvencesizliğinin mesleki özdeşleşmeyi düşük düzeyde olumlu etkilediği, nitel iş güvencesizliğinin mesleki özdeşleşmeyi etkilemediği, içsel ve dışsal istihdam edilebilirliğin mesleki özdeşleşmeyi orta düzeyde olumlu etkilediği bulunmuştur. Bağımsız değişkenler arasında mesleki özdeşleşmeye etkisi en yüksek olan içsel istihdam edilebilirlik olmuştur. This study was conducted to determine the effect of job insecurity perception and perceived employability on occupational identification in journalists. Following the introduction, firstly, the social identity theory, which constitutes the theoretical framework of occupational identification, is explained. Then, the concept of occupational identification, which is the dependent variable in the study, and the studies conducted on this subject in the literature are examined. The fourth section is about the perception of job insecurity, which is one of the independent variables of the study, and the fifth section is about the other independent variable, perceived employability. The effect of job insecurity perception and perceived employability on occupational identification is explained in the context of conservation of resources theory, and the sixth section includes information about this theory. In the following sections, the method and scope of the research, the framework of occupational identification and job insecurity in the journalism profession are mentioned, and the hypotheses of the research are given. Within the scope of this thesis study, survey data were collected from 116 journalists in Ankara and Istanbul. In the conclusion section, the findings of the analysis of the data obtained through the survey conducted during this thesis study are interpreted. Multiple regression analysis was performed on the data to determine the effects of the quantitative and qualitative job insecurity and internal and external employability on occupational identification. As a result, it was found that quantitative job insecurity has a low positive effect on occupational identification, qualitative job insecurity does not affect occupational identification, and internal and external employability has a moderate positive effect on occupational identification. Among the independent variables, internal employability has the highest effect on occupational identification.Item Elektronik ağızdan ağıza iletişimin müşterilerin yiyecek içecek işletmesi tercihleri üzerindeki etkisinin müşteriler ve işletmeler açısından incelenmesi: Ankara ili örneği(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2025) Ertürk, Gökçe İrem; Tokmak, İsmailİnternetin icadı ile başlayan sosyal ağlarda iletişim kurma biçimi zamanla hayatımızın her alanında etkili olmuştur. Başlarda sadece belirli kişilere ve kurumlara hitap eden internet teknolojisi, zamanla her yaştan bireye hitap eder hale gelmiştir. İnsanlar gidecekleri yiyecek içecek ve konaklama işletmeleri hakkında, internette bulunan yorumlar sayesinde bilgi edinebilir hale gelmişlerdir. Başlarda sadece tanıdık bireyler arasında gerçekleşen ağızdan ağıza iletişim, internetin icadı ve buna paralel olarak artan sosyal ağlar ile elektronik ağızdan ağıza iletişim biçimine dönüşmüştür. Dünya genelinde yaşanılan Covid-19 Pandemisi ile beraber bireylerin dijital oramlarda bulunma sıklığı ve elektronik ağızdan ağıza iletişimde de önemli oranda artış yaşanmıştır. Yaşanılan bu gelişmeler sayesinde bir ürün veya hizmet satın almak isteyen tüketiciler için, sosyal ortamlarda yapılan yorumlar, tercih etme ve bilgi arama açısından değerli bir hal almıştır. Bu çalışmanın ilk amacı, Ankara’da yaşayan 18 yaş üzeri bireylerin kullandıkları sosyal medya uygulamalarında, deneyim sahibi kişiler tarafından yapılan yorumlardan etkilenme düzeylerinin belirlenmesidir. Bu amaçla 18 yaşından büyük bireylere anket çalışması gerçekleştirilmiştir. Çalışmanın ikinci amacı, işletme sahibi ve yöneticilerinin kendi işletmelerine yapılan yorumlara yönelik değerlendirmelerinin alınmasıdır. Bu amaçla Anakara İli’nde bulunan seçili ve görüşmeyi kabul eden işletmelerle görüşmeler yapılmıştır. Bu amaçlar çerçevesinde elektronik ağızdan ağıza iletişimin tüketicilerin satın alma davranışı üzerindeki etkisinde bilgiye duyarlılığın aracılık rolü hiyerarşik regresyon analizleri ile araştırılmıştır. Yapılan analizler sonucunda elektronik ağızdan ağıza iletişimin alt boyutları olan; yorum sayısı, yorum kalitesi ve yoruma duyulan güvenin satın alma davranışını pozitif yönde etkilediği. Yorum sayısı, yorum yapana duyulan güven ve yorum kalitesinin bilgiye duyarlılığı pozitif yönde etkilediği, bilgiye duyarlılığın elektronik ağızdan ağıza iletişim ile satın alma davranışı arasındaki ilişkide kısmi aracılık rolünün bulunduğu belirlenmiştir. İşletme sahibi veya yöneticileri ile yapılan görüşmelerde elde edilen veriler içerik analizi ile analiz edilmiş olup sosyal medya uygulamalarının müşteri taleplerinin alınması, yeni müşterilerin işletmeye çekilmesi, işletmenin kurumsal itibarının yükseltilmesi gibi konularda önemli olduğu katılımcılar tarafından vurgulanmıştır. Ayrıca nicel ve nitel araştırma bulgularının karşılaştırılması sonucunda paralel sonuçlara ulaşıldığı belirlenmiştir. The way of communicating on social networks, which started with the invention of the Internet, has been effective in all areas of our lives over time. Internet technology, which initially appealed only to specific individuals and institutions, has become appealing to individuals of all ages over time. People have become able to obtain information about the food and beverage and accommodation establishments they will go to, thanks to the comments on the Internet. Word-of-mouth communication, which initially took place only between familiar individuals, has turned into electronic word-of-mouth communication with the invention of the Internet and the increasing social networks in parallel with this. With the COVID-19 pandemic experienced worldwide, there has been a significant increase in the frequency of individuals' presence in digital environments and electronic word-of-mouth communication. Thanks to these developments, for consumers who want to buy a product or service, comments made in social environments have become valuable in terms of preference and information search. The first aim of this study is to determine the level of impact of the comments made by experienced people in social media applications used by individuals over the age of 18 living in Ankara. For this purpose, a questionnaire survey was conducted among individuals over the age of 18. The second aim of the study is to obtain the evaluations of business owners and managers regarding the comments made about their businesses. For this purpose, interviews were conducted with selected firms in the province of Ankara that were accepted to be interviewed. Within the framework of these objectives, the mediating role of sensitivity to information in the effect of electronic word-of-mouth on consumers' purchase behavior was investigated through hierarchical regression analyses. As a result of the analyses, it was determined that the number of comments, comment quality and trust in comments, which are the sub-dimensions of electronic word-of-mouth communication, positively affect purchase behavior, the number of comments, trust in the commenter and comment quality positively affect information sensitivity, and information sensitivity has a partial mediating role in the relationship between electronic word-of-mouth communication and purchase behavior. The data obtained from the interviews with business owners or managers were analyzed by content analysis and it was emphasized by the participants that social media applications are important in receiving customer demands, attracting new customers to the business, and increasing the corporate reputation of the business. In addition, it was determined that parallel results were reached as a result of the comparison of quantitative and qualitative research findings.