Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü / European Union and International Relations Institute

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11727/1391

Browse

Search Results

Now showing 1 - 10 of 50
  • Item
    The mobilization of the al-Nahda movement in Tunisia (1981-2010)
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Sivrikaya, Halil Atilla; Eligür, Banu
    The research question of this dissertation is how best to explain the nonviolent mobilization of the al-Nahda in Tunisia during a three-decade state repression between 1981 and 2010. This study examines why and how the al-Nahda emerged; founded a political party, created distinct goals different from contemporary Islamist movements in Tunisia, and showed remarkable moderation, pragmatism and flexibility in its preferences of alliance, strategies and policies, involving alliance with the secular groups facing regime repression. This dissertation analyzes the al-Nahda in accordance with the Social Movement Theory, and in this context, applies the Political Process Model (PPM) advanced mainly by Sidney George Tarrow, Doug McAdam and Charles Tilly. The answer to the research question hence lies in uncovering the changing and transforming factors, which are political opportunity structures, organizational dynamics and framing processes, at both international and national levels of the political domain as well as the movement. Process tracing method is also essential to underline these factors at different periods of the movement, which form the strategy of its political engagement. This dissertation contributes to literature by examining mobilization of an Islamist movement in a non-Western semi-authoritarian political setting by applying the PPM. Drawing on the al-Nahda case, this dissertation argues that an Islamist movement can survive and mobilize its base through moderation despite a heavy state repression. Bu tezin araştırma sorusu, 1981 ile 2010 yılları arasında otuz yıl süren devlet baskısı sırasında Tunus’taki En-Nahda’nın şiddet içermeyen toplumsal hareketliliğinin en iyi nasıl bir şekilde açıklanacağıdır. Bu çalışma, En-Nahda’nın neden ve nasıl ortaya çıktığını; siyasi bir parti kurduğunu, Tunus’taki çağdaşı İslami hareketlerden farklı hedefler yarattığını ve ittifak tercihlerinde (ki aralarında rejimin baskısına maruz kalan seküler gruplar da vardı), stratejilerinde ve politikalarında dikkate değer bir ılımlılık, pragmatizm ve esneklik gösterdiğini araştırıyor. Bu tez, En-Nahda’yı Sosyal Hareket Teorisi’ne göre analiz ediyor ve bu bağlamda Sidney George Tarrow, Doug McAdam ve Charles Tilly tarafından geliştirilen Siyasi Süreç Modeli’ni uyguluyor. Dolayısıyla araştırma sorusunun cevabı, siyasi fırsat yapıları, örgütsel dinamikler ve çerçeveleme süreçleri gibi değişen ve dönüşen faktörleri siyasi alanın ve hareketin hem uluslararası hem de yerel düzeylerinde ortaya çıkarmakta yatıyor. Hareketin politik stratejisini belirleyen bu faktörlerin farklı dönemlerde altının çizilmesi ise süreç izleme yöntemini elzem kılıyor. Bu tez, Siyasi Süreç Modeli’ni uygulayarak Batılı olmayan yarı otoriter bir siyasi ortamda İslami bir hareketin toplumsal hareketliliğini inceleyerek literatüre katkıda bulunuyor. En-Nahda örneğinden yola çıkan bu tez, İslami bir hareketin, ağır bir devlet baskısına rağmen ılımlılık yoluyla ayakta kalabileceğini ve tabanını harekete geçirebileceğini savunuyor.
  • Item
    Türkiye’de göçmen kadın emeği ile ilgili yazılmış lisansüstü tezler ve prekarya kavramsallaştırması
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Tunç, Dilara; Özcan, Nazlı Şenses
    Türkiye’de göçmenler, neoliberal kapitalizm ile beraber esnek ve güvencesiz çalışma koşullarından toplumda en çok etkilenen kesimdir. Neoliberal politikaların sonucunda esnek istihdam biçimlerinde güvencesiz bir şekilde çalışan insanlar prekarya olarak tanımlanmaktadır. Uluslararası emek göçü bağlamında, göçmenlerin gittikleri ülkelerde ucuz iş gücü kaynağı olarak, genelde kayıt dışı işlerde ve düzensiz statülerde çalıştıkları görülmektedir. Göçmen kadınlar bu koşullardan daha olumsuz etkilenmekte ve gerek emek piyasasında gerek sosyal yaşamda toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri deneyimlemektedir. Bu araştırmada, Türkiye’deki sosyal bilimler alanında 2013-2023 yılları arasında “kadın göçmen” ile ilgili yayınlanmış yüksek lisans ve doktora tezlerinde kadın göçmen emeğinin nasıl incelendiği, kavramsal ve teorik çerçevede nasıl ele alındığı incelenmektedir ve bu anlamda daha özelde Türkiye’de çalışan göçmen kadınlar, prekaryanın çeşitli tanımlamaları doğrultusunda değerlendirilmiştir. Migrants in Turkey are the segment of society most affected by flexible and precarious working conditions under neoliberal capitalism. As a result of neoliberal policies, people who work precariously in flexible forms of employment are defined as precariat. In the context of international labour migration, it is seen that migrants generally work in unregistered jobs and irregular statuses as a source of cheap labour in the countries they go to. Migrant women are more negatively affected by these conditions and experience gender inequalities both in the labour market and in social life. In this research, the examination of female immigrant labor in master's and doctoral theses published in the field of social sciences in Turkey between 2013-2023 is investigated. This includes how it is approached in a conceptual and theoretical framework, focusing specifically on immigrant women working in Turkey and evaluating them in line with various definitions of precarity.
  • Item
    Fransa ve Almanya örneğinde aşırı sağ'ın siyaset yapımında yeni bir sorun olarak digital aktivizm
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Atalay, Deniz; Mercan, Süleyman Sezgin
    1960 ve 1970’li yıllarda meydana gelen pek çok sosyal ve siyasal hareket, toplumlarda köklü değişimlere sebep olmuş ve toplumların giderek özgürlük ve hak arayışlarını arttırmıştır. Eskiye nazaran ele alınan konuların kitlelere daha çabuk iletilmesi ve daha anlaşılabilir olması bakımından değişim gösteren bu hareketler, gönüllülük esasına dayanmaktadır. Bu değişimlerin daha görünür ve anlaşılabilir olması açısından, bu hareketlere “yeni toplumsal hareketler” denilmiştir. Yeni toplumsal hareketlerin en büyük hedefi kamuoyu oluşturmaktır. Çünkü, güçlü bir kamuoyu sayesinde, yapılacak olan hareketin başarıya ulaşabileceğine hareketin katılımcıları inanmaktadırlar. Güçlü ve geniş bir kamuoyu için de dijital platformlara sıklıkla başvurmaktadırlar. Dijital platformlar sayesinde geniş kitlelere kolay bir şekilde ulaşarak, hareketin hangi amaca yönelik olduğunu kitlelere iletmektedirler. İnsanların dijital platformlar üzerinden örgütlenerek, fiziksel alanda eylemler gerçekleştirmesine dijital aktivizm denir. Dijital aktivizm yeni toplumsal hareketler için oldukça önemlidir. Elbette dijital platformların avantajlarından sadece yeni toplumsal hareketler yararlanmaz. Yeni oluşan kimlikleri tehdit olarak gören aşırı sağ kesim de bu platformları sıklıkla kullanmaktadır. Özellikle dijital platformlarda basit ve açık bir dil tercih eden yükselen aşırı sağ, hedef kitlelerine kolaylıkla erişebilmekte ve giderek kitlelerini genişletmektedir. Kendilerini halkın gerçek temsilcisi olarak konumlandıran ve başka siyasi hareketlerin himayesi altına girmek istemeyen aşırı sağ siyasetin temsilcileri, her şeye tepki gösterirken gözetim aracı haline gelen dijital platformların kendilerine karşı olan yönüne neden tepki göstermemektedirler sorusuna da bütün bu kavramlardan yola çıkarak yeni toplumsal hareketler kuramı çerçevesinde Almanya ve Fransa örnekleri ile tez boyunca cevaplandırılacaktır.Many social and political movements that occurred in the 1960s and 1970s have led to profound changes in societies, increasing the pursuit of freedom and rights among communities. These movements underwent transformations that facilitated the quicker and more understandable communication of their agendas to the masses, compared to the past. Due to these changes, they are referred to as "new social movements." The primary goal of these new social movements is to shape public opinion because the participants believe that a strong public support can lead the movement to success. To achieve a powerful and widespread public opinion, they frequently turn to digital platforms.Through digital platforms, they can easily reach broad audiences and communicate the purpose of their movement effectively. The process of organizing people through digital platforms to carry out physical actions is known as digital activism. Digital activism is highly important for new social movements. However, it's worth noting that not only new social movements benefit from the advantages of digital platforms. The rising far-right factions, who perceive these platforms as threats to their newly formed identities, also extensively use them. Especially the emerging far-right, favoring a straightforward and clear language on digital platforms, can easily access their target audiences and expand their following. The main question posed here is why representatives of the far-right politics, who position themselves as the true representatives of the people and do not want to be under the patronage of other political movements, do not react to the aspects of digital platforms that have turned into surveillance tools, despite their reactions to almost everything. In the context of a new social movement theory, this question will be explored throughout the thesis, with examples from Germany and France.
  • Item
    Türk-Yunan nüfus mübadelesi ve birinci kuşak giritli mübadillerin kimlik süreçleri
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Serdar, Irmak Seren; Şenses Özcan, Nazlı
    Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi, 1923 senesinde imzalanan Lozan Barış Anlaşması’ndan hemen sonra uygulamaya konulan ek bir protokol aracılığı ile kendisini hayata geçirmiştir. Anlaşmaya göre, Batı Trakya Türkleri ile İstanbul’da yaşayan Rumlar hariç olmak üzere, Yunanistan’da yaşayan Türkler Türkiye’ye ve Türkiye’de bulunan Rumlar ise Yunanistan’a gönderilmiştir. Böylelikle Anadolu’ya gelen mübadiller, ekonomik ve kültürel anlamda birçok değişiklik yaşamış ve bunun sonucunda iskan edildikleri yeni yerleşim yerlerine uyum sağlamakta zorlanmışlardır. Bu zorluklarla başa çıkmak için her mübadil grup farklı stratejiler geliştirmiştir. Örneğin Midilli'den gelen göçmenler kendilerini ‘Adalı’ kimliğiyle tanımlarken, Girit'ten gelen göçmenler kendilerini Giritli kimliğiyle tanımlamışlardır. Yani hemen hemen her grup içinde bulunduğu grubu referans almış ve bunun sonucunda da kendi sosyal kimliklerini yaratmışlardır. Giritlilik kimliği pek çok yönüyle hem Anadolu’nun yerel halkından hem de diğer göçmen gruplarından ayrılmayı ifade etmektedir. Bu çalışmada 1923 yılında gerçekleşen nüfus mübadelesinin Anadolu’ya gelen Giritli 1.Kuşak mübadillerin kimlik süreçlerine nasıl etki ettiği sosyal kimlik kuramıyla ele alınmıştır. Tez, ‘Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi Sosyal Kimlik Kuramı Bağlamında Giritli 1.Kuşak Mübadillerin Kimlik Süreçlerine Nasıl Etki Etmiştir?’ sorusu etrafında şekillenmiştir. Bu soruyu cevaplamak için gereken bulgular ise; ikincil kaynaklardan, filmlerden, belgesellerden ve romanlardan toplanmıştır.The Turkish-Greek Population Exchange was realized through an additional protocol that was put into effect immediately after the Lausanne Peace Agreement signed in 1923. According to the agreement, except for the Turks of Western Thrace and the Greeks living in Istanbul, the Turks living in Greece were sent to Turkey and the Greeks living in Turkey were sent to Greece. Thus, the immigrants who came to Anatolia experienced many economic and cultural changes and as a result, they had difficulty in adapting to their new settlements. To cope with these difficulties, each exchange group has developed different strategies. For example, while the immigrants from Lesbos identified themselves with the identity of being ‘Islanders’, the immigrants from Crete defined themselves with the identity of Cretan. In other words, almost every group took their group as a reference and as a result, they created their own social identities. The identity of Cretanism in many ways expresses separation from both the local people of Anatolia and other immigrant groups. In this study, how the population exchange that took place in 1923 affected the identity processes of the first generation immigrants from Crete, who came to Anatolia, is discussed with social identity theory. The thesis is shaped around the question of ‘How Did the Turkish-Greek Population Exchange Affect the Identity Process of Cretan 1st Generation Emigrants in the Context of Social Identity Theory?’ The findings required to answer this question are; collected from secondary sources, films, documentaries and novels.
  • Item
    Küresel adaletsizlikler ve toplum sözleşmesi: Beş adalet ilkesi ile Birleşmiş Milletler Analizi
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Aydın, Cihan; Damar, Erdem
    Bu tez çalışması günümüzde küresel olarak artan adaletsizliklerin nedenlerini araştırmaktadır. Adalet siyasi tarih boyunca talep edilen bir olgu olsa da adaletsizliklerin radikal bir biçimde arttığı dönemlerde daha fazla aranılan bir kavram olarak öne çıkmaktadır. Bu nedenle adalet arayışımız her ne kadar siyasi tarih kadar uzun bir geçmişe dayansa da her dönemin adalet arayışının kendine özgü nitelikleri; kavramın her dönemde yeniden düşünülmesini ve kümülatif/eklenik bir kuramsal yaklaşımla değerlendirilmesini gerektirmektedir. Çünkü siyasi tarih göstermektedir ki adalet çözülmesi ya da mutlak anlamda tanımlanması gereken bir kavramdan öte, her dönemde yaşanan adaletsizlikleri tanımlayabilen, bu bağlamda siyasi tarihten adalete dair norm ve ilkelerin analizlerine dayanarak sürekli geliştirilebilen kuramsal bir yaklaşımla kümülatif ve dinamik bir süreci ifade etmektedir. Bu ihtiyaç doğrultusunda bu tez çalışması günümüzde yaşanan bazı küresel adaletsizlikleri tanımlayarak, uzun bir adaletsizlik deneyimine sahip siyasi tarihten toplum sözleşmesi kuramı özelinde örneklerle adalete dair norm ve ilkeleri analiz ederek kuramsal bir yaklaşım geliştirmiştir. Bu kuramsal yaklaşım adalete dair mutlak tanımlardan öte, siyasi tarihin günümüzün adaletsizlikleriyle ilişkilendirilebilecek adaletsizlik deneyimlerini analiz ederek ulaştığı norm ve ilkelerin adaletin sağlanmasına dair kümülatif ve dinamik süreçte nasıl konumlanabileceğine dayanmaktadır. Buna göre bu tez çalışması günümüzde yaşanan kimi adaletsizlik sorunlarını siyasi tarihte yaşanan adaletsizlik deneyimleriyle ilişkilendirerek her bölüm sonunda adalete dair ulaştığı normların / ilkelerin birbiri ile olan nedensellik ilişkisini açıklayarak bütüncül bir kuramsal yaklaşım geliştirilmiştir. Sonuç olarak geliştirilen bu kuramsal modelle günümüzde küresel olarak barış ve adaleti sağlaması beklenen Birleşmiş Milletler (BM) analiz edilerek; günümüzde artmaya devam eden adaletsizliklerin ve küresel olarak sağlanamayan adaletin nedenleri açıklanmaktadır. This doctoral dissertation analyses causalities of today's accrescent global injustice. As justice has been an in demand concept throughout political history, it stands out as a more sought-after concept in times when injustice increased radically. For this reason, although our search for justice goes back as long as political history, the unique characteristics of each period's search for justice; requires the concept to be rethought and evaluated with a cumulative theoretical approach at all times. Because political history shows that justice, rather than a concept that needs to be resolved or defined in an absolute way, expresses a cumulative and dynamic process with a theoretical approach that can define the injustices experienced of all times and that can be continuously developed based on the analysis of norms and principles related to justice from political history. In line with this need, this doctoral dissertation has developed a theoretical approach by defining some global injustices experienced today and analyzing the norms and principles of justice with examples from political history with a long experience of injustice, specifically the social contract theory. This theoretical approach is based on how the norms and principles reached by analyzing the injustice experiences that can be associated with today's injustices in political history can be positioned in the cumulative and dynamic process of ensuring justice, rather than absolute definitions of justice. Accordingly, a holistic theoretical approach has been developed by associating some of the injustice problems experienced today with the injustice experiences in political history and explaining the causality relationship between the norms / principles regarding justice reached at the end of each chapter. As a result, the United Nations (UN), which is expected to provide global peace and justice today, is analyzed with this theoretical model; the reasons for the injustices that continue to increase today and the justice that cannot be provided globally are explained.
  • Item
    Aftermath of brexit: Inequalities and the organic crisis in the uk
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Usta, Kemal; Mercan, Süleyman Sezgin
    This thesis was written to examine the organic crisis in the UK with the Neo- Gramscian method. In this context, it is argued that the reasons and problems underlying the outcome of the Brexit referendum are still not resolved and that this constitutes an organic crisis indicator in the country. It is also thought that increasing inequalities and populist discourses played an important role in shaping the outcome of the referendum and that the roots of this organic crisis are based on historical, political and economic factors. This thesis has determined that there are few studies that use the Neo-Gramscian approach in analyzing Brexit and considers it important to investigate the referendum and the organic crisis in the UK within this theoretical framework. This thesis analyzes Brexit and the organic crisis over five main questions. These are: 1) Can the political and economic turmoil in the recent times in the UK classified as an organic crisis?; (2) If so, what is the state of hegemony and counter-hegemony in the UK?; (3) What are the main components of the organic crisis in the UK?; (4) Was the Brexit referendum the end of the organic crisis?; (5) If not, is the organic crisis still deepening? An organic crisis represents a profound and systemic crisis in a society involving economic, political, and cultural factors. In the case of the UK, the crisis is thought to have been driven by neoliberal policies that widened the gap between the working class and the elite and the resulting inequality. Additionally, the 2008 financial crisis exacerbated the crisis by intensifying inequality and fueling resentment among citizens, and this, combined with the rise of populism, may have affected the outcome of the Brexit referendum. This thesis adopts a comparative analysis method to examine the organic crisis in the UK before and after the Brexit referendum. Indicators of crisis components such as political and economic turmoil, hegemonic projects and ideologies, anti-hegemonic movements and income inequality and social polarization were analyzed through this method.Bu tez Birleşik Krallık’taki organik krizi Neo-Gramscici yöntem ile incelemek üzere yazılmıştır. Bu bağlamda, Brexit referandumunun sonucunun altında yatan nedenlerin ve sorunların hala çözülmediği ve bunun ülkede bir organik kriz göstergesi teşkil ettiği savunulmaktadır. Ayrıca, artan eşitsizliklerin ve popülist söylemlerin referandumun sonucunu şekillendirmede önemli bir rol oynadığı ve bu organik krizin köklerinin tarihsel, siyasi ve ekonomik faktörlere dayandığı düşünülmektedir. Bu tez, Brexit’i analiz etmede Neo-Gramscici yaklaşım kullanan çalışmaların az olduğunu tespit etmiş ve referandumun ile Birleşik Krallık’taki organik krizin bu teorik çerçeve içerisinde araştırılmasının önemli olduğunu savunmuştur. Bu tez beş ana soru üzerinden Brexit’i ve organik krizi analiz etmiştir. Bunlar: (1) İngiltere'de son zamanlarda yaşanan siyasi ve ekonomik çalkantılar organik bir kriz olarak sınıflandırılabilir mi? (2) Eğer öyleyse, Birleşik Krallık'ta hegemonya ve karşı hegemonya durumu nedir? (3) Birleşik Krallık'taki organik krizin ana bileşenleri nelerdir? (4) Brexit referandumu organik krizin sonu muydu? (5) Değilse, organik kriz hala derinleşiyor mu? Organik bir kriz, bir toplumda ekonomik, politik ve kültürel faktörleri kapsayan köklü ve sistemik bir krizi temsil eder. Birleşik Krallık örneğinde, kriz, işçi sınıfı ile seçkinler arasındaki uçurumu genişleten neoliberal politikalar ve bunun sonucunda ortaya çıkan eşitsizlik tarafından yönlendirildiği düşünülmektedir. Dahası, 2008 mali krizi, eşitsizliği yoğunlaştırarak ve vatandaşlar arasında kızgınlığı besleyerek krizi daha da kötüleştirmiş ve popülizmin yükselişiyle birleşen bu durum, Brexit referandumunun sonucunu etkilemiştir. Bu tez, Brexit referandumundan önce ve sonra İngiltere'deki organik krizi incelemek için karşılaştırmalı bir analiz yöntemini benimsemiştir. Siyasi ve ekonomik kargaşa, hegemonik projeler ve ideolojiler, hegemonya karşıtı hareketler ve gelir eşitsizliği ve toplumsal kutuplaşma gibi kriz bileşenlerine ilişkin göstergeler bu metot üzerinden analiz edilmiştir.
  • Item
    2001 sonrasından 2022'ye gelen süre içerisinde islamofobi'nin Almanya ve İngiltere'de gösterdiği değişiklik
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Uslu, Ahsen İrem; Mercan, Süleyman Sezgin
    İslamofobi konusu oldukça derin bir havuzu oluşturmaktadır. Dolayısıyla geçmişten günümüze pek çok araştırmacının dikkatini çekerek bu alanda çeşitli çalışmaların (İslamofobi’nin değerlendirilmesi konusunda yapılan vaka analizleri, Batı medyasının kullandığı ırkçı söylemler, 11 Eylül Saldırısı sonucunda Batı’nın Müslümanlara karşı bakışı vb.) yapılmasına neden olmuştur. Fakat, bu araştırmayı diğer araştırmalardan özgün kılan nokta; Batı’nın İslam’a ve Müslümanlara karşı olan algısını anlamlandırmaya çalışmasıdır. Yani tek bir ülke seçip bunun üzerinden genel bir sonuca ulaşmak yerine İslamofobi konusunda eylemleri ve söylemleriyle ön plana çıkan Almanya ile bu alanda çok fazla kendini göstermeyen ama arkadan arkaya İslam karşıtı tutumunu devam ettiren İngiltere örnekleri üzerinden gidilecektir. Böylece, 11 Eylül 2001 ve sonrasından günümüze gelene kadar ki süreçte bu ülkelerin İslam karşıtı tutumlarında bir değişiklik olup olmadığını ve bunun sonucunda hangisinin bir diğerine göre İslamofobi konusunda daha fazla derinleşme yaşayıp yaşamadığı tespit edilmeye çalışılacaktır. Almanya ve İngiltere örnekleri üzerinden konuyu karşılaştırmalı bir şekilde ele almadan önce konunun alt yapısını oluşturmak için ilk olarak, İslamofobi’nin Batı nezdinde nasıl ele alınarak tanımlandığından ve onu besleyen unsurlardan (yabancı düşmanlığı, köktencilik vb.) bahsedilip sonrasında Avrupa’nın İslam’a karşı neden fobi geliştirdiği ve zaman içerisinde bu fobide bir değişiklik olup olmadığı ortaya koyulacaktır. Son bölümde de örnek iki ülke olarak seçilen Almanya ve İngiltere’yi İslamofobi konusunda verdikleri tepkileri anlamak bağlamında karşılaştırmalı bir şekilde ele alarak hem benzer ve farklı oldukları yönleri hem de 2001’den 2022 yılına kadar ki süreçte İslamofobi’ye karşı verdikleri tepkilerin değişiklik gösterip göstermediği açıklanacaktır. Bu noktada süreç analizini gerçekleştirebilmek için uluslararası ve ulusal nitelikteki kurum ve kuruluşların raporlarından, yerel üniversitelerin bu kapsamda hazırladıkları değerlendirmelerden, ulusal ve uluslararası haber kaynaklarından, Alman ve İngiliz medyasının İslam ve Müslümanlara karşı kullandığı söylemlerden yararlanılarak yukarıda belirtilen bu zaman aralığı içinde bir değişimin olup olmadığının ortaya konması amaçlanmıştır.The subject of Islamophobia creates a very deep pool. Therefore, it has attracted the attention of many researchers from the past to the present and has led to various studies such as case studies on the evaluation of Islamophobia, racist rhetoric used by the Western media, the West's view of Muslims as a result of the September 9/11 Attack, etc. in this field. However, the point that makes this research unique from other studies is; it is trying to make sense of the West's perception of Islam and people who have adopted this belief. In other words, instead of choosing a single country and reaching a general conclusion, it will be gone through the examples of Germany, which stands out with its actions and discourses on Islamophobia, and England, which does not show itself much in this area. Thus, it will be tried to determine whether there has been a change in the anti-Islamic attitudes of these countries in the process from and after September 11 2001, and as a result, whether one of them has experienced more deepening in Islamophobia than the other. Before discussing the subject in a comparative way through the examples of Germany and England, in order to create the infrastructure of the subject firstly, explaining how Islamophobia is handled and defined by the West and the factors that feed it (xenophobia, fundamentalism, etc.) will be discussed. Afterwards, it will be revealed why Europe has developed a phobia against Islam and whether there has been a change in this phobia over time. In the last chapter, By considering Germany and England, chosen as the two sample countries, in a comparative way in order to understand their reactions to Islamophobia, it will be explained both their similarities and differences and whether their reactions to Islamophobia have changed in the period from 2001 to 2022. At this point, so as to carry out the process analysis, the reports of international and national institutions and organizations, the evaluations prepared by local universities in this context, national and international news sources, from the discourses used by the German and British media against Islam and Muslims were benefitted. At the same time, it is aimed to reveal whether there has been a change in the Islamophobic perception of these countries over a 20-year period.
  • Item
    Türkiye'nin kamu diplomnasisi faaliyetleri ve diaspora ile ilişkileri
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2024) Mert, Yunus Emre; Dizdaroğlu, Cihan
    Bu çalışma, kamu diplomasisi çerçevesinde değerlendirilebilecek diaspora diplomasisinin tarihsel ve kavramsal analizini gerçekleştirerek, Türkiye’nin diaspora ile ilişkilerini incelenmeye odaklanmaktadır. Türkiye’nin geçmişten günümüze kadar sahip olduğu kültürel ve tarihi miras kamu diplomasisinin uygulanması konusunda önem arz etmektedir. Bu tarihsel mirasın Türk dış politikasında kullanılmaya başlaması ilk olarak Kamu Diplomasi Koordinatörlüğü ile başlamış akabinde kamu diplomasisi paradigması içerisinde yer alan diaspora diplomasisini şekillendirmiştir. Türk diasporasının dış politikayı şekillendirmesi ise yine bir başka kamu diplomasisi aktörü olan Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı aracılığı ile gerçekleşmiştir. Çalışma kapsamında Türk diasporasının kavramsal çerçevesi değerlendirilmiş ve Türk diasporasının dış politikada etkili olup olmadığı araştırılmıştır. Kamu diplomasisi ve diaspora kavramlarının ve politikalarının olmadığı ama uygulanış biçimiyle benzeştiği tarihsel olaylar bu kavramlar üzerinden değerlendirilmiştir. 2000’li yıllarla beraber kamu diplomasisi ve diaspora politikalarının karar vericiler tarafından ciddiye alındığı ve kurumsallaştığı görülmektedir. Bu kurumsallaşma kamu diplomasisi aktörü olarak tanımlanan bir dizi kurumun açılmasını sağlamıştır. Bu kurumların diaspora ile olan ilişkisi özellikle 1961 İş Göçü Anlaşmaları neticesinde orta Avrupa’ya göç eden Türk vatandaşlarının günümüzde diaspora olarak görüldüğü analiz edilerek Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın ve diğer kurumların çalışmaları değerlendirilmiştir. This study focuses on analysing Turkey's relations with the diaspora by conducting a historical and conceptual analysis of diaspora diplomacy, which can be considered within the framework of public diplomacy. Turkey’s cultural and historical heritage from the past to the present is important for the implementation of public diplomacy. The use of this historical heritage in Turkish foreign policy first started with the Public Diplomacy Coordination Office and then shaped the diaspora diplomacy within the public diplomacy paradigm. The Turkish diaspora shaped foreign policy through another public diplomacy actor, the Presidency for Turks Abroad and Related Communities. Within the scope of the study, the conceptual framework of the Turkish diaspora has been assessed, and the effectiveness of the Turkish diaspora in foreign policy has been discussed. Historical events resembling, in implementation, the concepts of public diplomacy and diaspora, even though these terms did not exist at the time, have been evaluated through these concepts. It has been observed that, since the 2000s, public diplomacy and diaspora policies have been taken seriously and institutionalized by decisionmakers. This institutionalization has led to the establishment of several institutions defined as public diplomacy actors. The relationship of these institutions with the diaspora, by analysing that the Turkish citizens who migrated to Central Europe particularly as a result of the 1961 Labor Migration Agreements are considered part of the diaspora, the efforts of the Presidency for Turks Abroad and Related Communities and other institutions have been evaluated.
  • Item
    Avrupa Birliği - Türkiye ilişkilerini iklim ve Avrupa yeşik mutabakatı üzerinden okumak
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Kıymaz, Gaye Gizem; Dizdaroğlu, Cihan
    İklim krizi 1990’lı yıllardan itibaren küresel bir sorun haline gelerek Avrupa Birliği’nin (AB) de gündeminde önemli bir yer tutmaya başlamıştır. Bu çerçevede AB, iklim kriziyle mücadelede öncü bir rol oynayarak, AB ekonomisinin çevresel olarak sürdürülebilir olmasını sağlayacak kapsamlı bir politika paketi olan Avrupa Yeşil Mutabakatı’nı 11 Aralık 2019’da kabul etmiştir. Türkiye-AB ilişkileri başlangıçtan itibaren inişli çıkışlı bir yapı göstermektedir ve ikili arasındaki köklü ilişkiler nedeniyle Türkiye iklim krizi ve Avrupa Yeşil Mutabakatı gibi gelişmelerden de doğrudan etkilenmektedir. Her ne kadar Türkiye-AB ilişkileri son yıllarda durma noktasında olsa da taraflar 2012’den beri pozitif gündem çerçevesinde ikili ilişkilerin güçlenmesine çalışmaktadır. Bu kapsamda, vize serbestisi, göç, enerji gibi konular pozitif gündem başlığı altında değerlendirilmiş fakat hiçbiri Türkiye-AB ilişkilerinde pozitif gündem yaratmada uzun ömürlü bir etkiye sahip olamamıştır. Literatürde, Avrupa Yeşil Mutabakatı ve iklim krizinin uzun bir aradan sonra Türkiye-AB ilişkileri üzerindeki olumlu etkisine odaklanan çalışmalar görebilmek mümkündür. Bu yüksek lisans tezi de Türkiye-AB ilişkilerini iklim krizi ve Avrupa Yeşil Mutabakatı çerçevesinde değerlendirmeyi ve söz konusu gündemlerin ikili arasındaki ilişkilerin iyileşmesine bir etkiye sahip olup olmadığını araştırmayı hedeflemektedir. The climate crisis has become a global issıe since the 1990s and has begun to occupy an important place in the agenda of the EU. In this framework, the EU has played a forerunner role in this issue by adopting a comprehensive political package on 11 December 2019 entitled European Green Deal, which will pave the way for environmental sustainability of European economy. The relationship between Turkey and the EU dominated by ups and downs since the beginning, and Turkey has also directly affected by the developments of climate crisis and European Green Deal due to the deep ties between the two. Although the Turkey-EU relations has been standstill for a while, the parties have tried to strengthening the relationship within the framework of positive agenda since 2012. In this context, the issues such as visa liberalization, migration and energy are evaluated under the positive agenda, none of them create a long-term effect in Turkey-EU relations. It is possible to see several studies in the literature that focus on the positive aspect of the European Green Deal and climate crisis on Turkey-EU relations following a long hiatus. This master thesis also aims to evaluate the Turkey-EU relationship within the framework of the climate crisis and European Green Deal and to investigate whether these agendas will have any potential to mend ties between the two.
  • Item
    11 Eylül sonrası değişen güvenlik paradigmaları ışığında nato'nun dönüşümü ve Türkiye'ye etkileri
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2022) Karaca, Mutlu; Dizdaroğlu, Cihan
    Bu tez, 11 Eylül sonrası dönemde NATO’nun güvenlik algısının değişimi ve bu değişimin üye ülkelerden Türkiye Cumhuriyeti güvenliğine olan etkilerine odaklanmaktadır. Tez kapsamında öncelikle dönemsel olarak değişim gösteren güvenlik kavramı ile güvenliğin realizm perspektifinden nasıl anlaşıldığının kavramsal çerçevesi tartışılmaktadır. Müteakiben, NATO’nun özellikle 11 Eylül sonrası dönemde geçirdiği dönüşüm ve güvenlik algısındaki değişiklikler tarihsel olarak incelenmiştir. Tezin odağını Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenlik algısındaki değişim oluşturduğu için öncelikle tarihsel olarak Türk güvenlik algısı incelenmiş, sonrasında güvenlik algısında değişim olup olmadığını tespit etmek amacıyla 2001 sonrasındaki Milli Güvenlik Kurulu basın bildirileri ile söz konusu tarih aralığındaki hükümet programları incelenmiştir. Yapılan araştırmada NATO’nun Türkiye Cumhuriyeti güvenlik mimarisinde önemli bir sütun oluşturduğu tespit edilmiştir. Yine de NATO ile Türkiye Cumhuriyeti arasında tüm konularda mutabık kalındığını ifade etmek güçtür. Nitekim, Türkiye Cumhuriyeti’nin gerek bulunduğu coğrafya gerek Osmanlı İmparatorluğu’ndan alınan tarihi sorunları olduğu ve bu sorunlarla mücadele etmek için NATO desteği olmadan da çaba sarf ettiği görülmektedir. Bu konuların başında önemli bir güvenlik sorunu olan terörizm gelmektedir. Diğer kemikleşmiş sorun ise Yunanistan ile yaşanan Ege ve Akdeniz kaynaklı sorunlardır. Özellikle 2014 yılında Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı sonrası Türkiye, NATO tarafından tekrar tehdit olarak görülmeye başlayan Rusya ile ikili bir ilişki geliştirmektedir. Bunun en önemli sebepleri Rusya’nın tarihi olarak aynı coğrafyada olmasının yanı sıra Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine yaptığı sınır ötesi harekâtlarda Rusya hava sahasını kullanması, Rusya’dan alınan S-400 hava savunma sistemleri ve Mersin’de yapımı devam eden Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin Rusya tarafından yapılması olduğu ifade edilebilir. Sonuç olarak, Türkiye tarihsel olarak bir taraftan NATO’nun güvenlik şemsiyesinden faydalanırken, diğer taraftan da kendi ulusal çıkarlarını korumak adına zaman zaman NATO ile ters düşmektedir. Özetle Türkiye’nin dış politikasını NATO ile paralel olarak yürütmeye çalıştığı fakat ulusal çıkarları doğrultusunda gerektiğinde NATO’nun sorgulayan bir üyesi olduğu öne sürülebilir. This study examines the change in NATO’s security perception in the post-September 11 period and its effects on the security of the Republic of Turkey. First of all, the conceptual framework of security and security, which gained a wide dimension after 1990, was studied from the perspective of realism. Subsequently, the transformation of NATO in the same period and the changes in the perception of security were examined. Then, in order to make sense of the change in the security perception of the Republic of Turkey, first the Turkish security perception was examined historically, and then the decisions of the National Security Council and the Government Programs of the ruling party were examined in order to compare them. In the research, it has been understood that NATO constitutes an important pillar in the security architecture of the Republic of Turkey. However, it cannot be said that there is an agreement between NATO and the Republic of Turkey on all issues. It is seen that the Republic of Turkey has both geographical problems and historical problems taken from the Ottoman Empire, and it has made efforts to combat these problems without NATO support. At the forefront of these issues is the problem of terrorism, which is a national security problem, and separatism. Another entrenched problem is the Aegean and Mediterranean-based problems with Greece. Both problems have historical roots. Especially after the annexation of Crimea by Russia in 2014, Turkey has been developing a special bilateral relationship with Russia, which has again been seen as a threat by NATO. It can be said that the most important reasons for this are Russia's historically being in the same geography, Turkey's use of Russian airspace in its cross-border operations to the north of Syria, acqusition of Russian S-400 missiles, and Turkey's first Nuclear Power Plant, which is under construction in Mersin, is being built by Russia. In short, while Turkey benefits from NATO's security umbrella, it sometimes contradicts NATO in order to protect its own national interests. For example, Turkey did not support to the NATO membership of Sweden and Finland on the grounds that they supported terrorism. In summary, it can be said that Turkey is trying to carry out its foreign policy in parallel with NATO, but it is a questioning member of NATO in line with its national interests.