Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü / European Union and International Relations Institute
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11727/1391
Browse
Item Avrupa Anayasasının oluşumu: kavramlar ve problem alanları(Başkent Üniversitesi Avrupa Biriliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2005) Okmen, Muzaffer Tayfun; Yıldız, AhmetAvrupa Birligi için bir anayasa olusturulması süreci, iç ve dıs dinamiklere baglı gelisen bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıstır. Birinci bölümde, anayasanın ne anlama geldigi ve mantıgının ne oldugu tanımlanmakta ve AB’nin neden bir anayasaya ihtiyaç duydugu ortaya konulmaktadır. Avrupa Birligi’nin tarihsel gelisimi ve entegrasyonu süreci çerçevesinde, AB anayasacılıgının nasıl bir seyir izledigi ele alınarak günümüzde AB anayasacılık anlayısı üzerine hakim mevcut iki yaklasım irdelenmektedir. Bunlar, federal ve konfederal bütünlesmeyi öngören yaklasımlardır. 3kinci bölümde AB entegrasyonu ve buna baglı anayasallasma süreci içerisinde nasıl bir politik yapılanmanın öngörüldügünü anlatmaktadır. AB entegrasyonu ve AB Anayasası arasındaki bag incelendiginde, siyasal liberalizmin anayasacılıga yaptıgı etki dogrultusunda bir Anayasa iskeletinin ortaya çıktıgı anlasılmaktadır. Bu normların çevresinde yapılanan kimlik, kamuoyu ve vatandaslık olguları, AB anayasasının kurumsallasma zorunluluk ve yöntem esaslarını belirlemektedir. Son bölümde, Anayasallasma sürecinin pratigi ortaya konulmaktadır. Üzerinde tartısılan felsefe, norm, düsünce tarzı, ihtiyaç ve önerilerin sonucunda, nasıl bir anayasa metni yazıldıgı anlatılmaktadır. Söz konusu baglamda Nice ve Laeken Zirveleri, Avrupa’nın gelecegine iliskin bildiri, Hükümetlerarası Konferanslar, Kurultay çalısmaları, ülkelerin yaklasımları ve son olarak da Anayasal Antlasma’nın bazı hükümlerin genel degerlendirmesi ile ülkeler bazında onama süreçleri de ele alınmıstır. Chartering process of a constitution for the European Union emerges as a necessity based upon both interior and exterior dynamics. In the first chapter, the question why the EU needs a constitution is addressed. The development of EU constitutionalism is explained within the context of the historical developments and integration processes. Today, there are mainly two different approaches to constitutional integration: federal and confederal. In the second Chapter, EU integration and the construction of the European constitutionalism, which is contingent upon the integration process, is discussed. As the link between the EU constitutionalism and the EU integration is evaluated, it is possible to see that the outline of the constitution is greatly affected by political liberalism. Phenomena such as identity, public opinion and citizenship are the founding principles of the necessities and the procedures of EU constitutional institutionalism. In the last chapter, practice of constitutionalism is explained. Characteristics of the final constitutional text, is determined by necessities that informed the constitutionalism. Summits of Nice and Laeken, Declaration for the Future of Europe, Intergovernmental Conferences, Convention sessions and national approaches are elaborated in this context. Lastly, evaluations of main provisions of the constitution and ratification processes by the participant nation states are explored.Item AB - Batı Balkan Ülkeleri ilişkisi: istikrar ve ortaklık süreci(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2006) Tontu, Ela; Çınar, MenderesBu tez, AB’nin 26 Mayıs 1999 tarihinde olusturdugu stikrar ve Ortaklık Süreci dogrultusunda gelisen AB-Batı Balkan ülkeleri iliskisini incelemek amacıyla hazırlanmıstır. Bu konunun seçilmesinin nedeni, AB’nin yeni genisleme gündeminde Türkiye ile birlikte Batı Balkan ülkelerinin bulunması olmustur. Bu dogrultuda bu tez iki argümanı savunmustur. lk olarak, AB’nin Batı Balkan ülkeleri ile iliskilerini gelistirmesinin ve bu bölgeyi kendi içerisine entegre etmek istemesinin altında yatan temel güdünün, AB’nin güvenlik anlayısına dayandıgını belirtmektedir. kinci olarak ise, Batı Balkan ülkelerinin, basta Hırvatistan ve Makedonya olmak üzere, AB’ye üyeliklerinin, AB’nin kendi güvenliginin pekistirilmesi amacıyla, Türkiye’den önce kabul edilmesinin muhtemel gözüktügünü ifade etmektedir. Her iki argümanın AB’nin günümüzdeki güvenlik algılaması ile dogrudan iliskisi olması nedeniyle bu tez, güvenlik kuramlarını temel almıstır. Genel olarak bu çalısma, teorik çerçeve kapsamında, Soguk Savas ve özellikle 11 Eylül sonrasında tüm dünyada degisen güvenlik anlayısını incelemis, bununla baglantılı olarak bu degisen güvenlik anlayısı içerisinde AB’nin günümüzde sahip oldugu güvenlik algılamasını tasvir etmeye çalısmıstır. Bu dogrultuda öncelikli olarak Batı Balkan ülkelerinin ve daha sonra Türkiye’nin AB’nin güvenlik algılaması içerisindeki konumlarını açıklamaya çalısmıs ve bununla baglantılı olarak bu ülkelerin AB’ye üyelik süreçlerini incelemistir.Item Avrupa Birliği 2004 genişlemesinin kobiler üzerindeki olası ekonomik etkileri(Başkent Üniversitesi Avrupa Biriliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2006) Yonar, Özlem; Çınar, MenderesBu tezde Avrupa Birliği 2004 genişlemesinin Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler (KOBİ) üzerindeki olası ekonomik etkileri konusu işlenmiştir. Avrupa Birliği 1 Mayıs 2004’te tarihindeki en büyük ve en zorlu genişlemesini gerçekleştirmiştir. Avrupa Birliği, 2004 Genişlemesini planlarken Avrupa kıtasının bölünmüşlüğüne son vermeyi ve Orta ve Doğu Avrupa Ülkelerinin demokrasi ve serbest piyasa ekonomisine geçmesini sağlayarak istikrarsızlığa yol açabilecek tüm unsurların engellenmesini amaçlamıştır. Dünyada tüm ülkeler KOBİ’lerin öneminin farkına varmıştır ve gün geçtikçe ekonomideki önemleri de artmaktadır. Çünkü KOBİ bir ülkeye istihdam yaratma, bölgesel kalkınma ve yerel kalkınma gibi hem ekonomik hemde sosyal yönden oldukça önemli getirileri vardır. Avrupa Birliği genişlemesinin ekonomik etkileri ele alınırken ekonomilerin vazgeçilmez unsurlarından biri olan, KOBİ’lerin bu genişlemelerden nasıl etkilendiğinin incelenmesi kanımızca oldukça doğru olacaktır. Sonuç olarak, KOBİ’lerin ekonomideki etkisi yadsınamaz şekilde ortadadır. Bu tez çerçevesinde 2004 genişlemesinin KOBİ’ler üzerindeki ekonomik etkileri analiz edilecektir.Item İsrail-Filistin çatışması örnek olayı ve Avrupa dış politikası(Başkent Üniversitesi Avrupa Biriliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2007) Mercan, Süleyman Sezgin; Çınar, MenderesBu tezde srail-Filistin çatısması örnek olayı üzerinden Avrupa Birligi’nin (AB) uluslararası alandaki etkinliginin ortaya koyulması amaçlanmaktadır. Avrupa dıs politikasının niteligi, srail-Filistin çatısması olayı karsısında sergilenen yaklasım ve eylemlere yansımıstır. Bu olay Avrupa dıs politikasının uzun vadeye yayılan gelisim sürecinin ve sonuçlarının sınanmasında uygun bir örnegi olusturmaktadır. Tezde Avrupa dıs politikasının, srail-Filistin çatısmasının ve AB’nin çatısmaya yönelik yaklasım ve eylemlerinin gelisimleri incelenerek, AB’nin örnek olay üzerindeki siyasi, ekonomik, sosyal etkileri analiz edilmeye çalısılmıstır. Buna göre birinci bölümde Avrupa Ortak Dıs ve Güvenlik Politikası’nın (ODGP) gelisimi anlatılmıstır. kinci bölümde, AB’nin Avrupa Siyasi sbirligi ve ODGP baglamında çatısmaya yaklasımı incelenmistir. Üçüncü bölümde ise AB’nin uluslararası alanda örnek olay üzerinden etkinligi analiz edilmistir. Sonuçta, AB’nin srail-Filistin çatısmasına yönelik uluslararası politikaların uygulanmasına yardımcı olan, katkı saglayan ikincil bir role sahip sivil güç konumunda bulundugu görülmüstür. Aynı zamanda, AB’nin yaklasımlarında, eylemlerinde ve üye ülkeler arasında ortaklık, tutarlılık ilkelerinin karsılandıgı sonucuna ulasılmıstır. This study aims at assessing the international effectiveness of the European Union (EU) with special reference to the Israeli-Palestinian conflict. The nature of the European foreign policy is reflected in the positions and actions of the EU in the Israeli-Palestinian conflict. Therefore, the Israeli-Palestinian conflict is a convenient case for examining the long term progress and outcomes of the European foreign policy. In the thesis, the political, economic and social impacts of the EU on the Israeli-Palestinian case are analyzed by studying the development of the Israeli-Palestinian conflict and the European foreign policy. In the first chapter, the development of the European Common Foreign and Security Policy (CFSP) is reviewed. In the second chapter, the approach of the EU to the conflict is evaluated within the context of European Political Cooperation and CFSP. In the third chapter, the activities of the EU in international arena are analyzed with special reference to the case in question. In conclusion, it is observed that the EU as a civilian power plays a secondary role, assisting and contributing to the implementation of international policies on the Israeli- Palestinian conflict. It is also observed that in the case of the Israeli-Palestinian conflict, the approaches and actions of the EU and the member states are harmonious and consistent.Item Güvenlik eksenli bir bakış açısından Avrupa'da değişen göç politikaları(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2007) Ünsal, Zeynep; Coşar, SimtenBu tez çalışmasında değişen güvenlik algılarının Avrupa Birliği göç politikalarına olan etkisi incelenmiştir. Bu çerçevede, hem Avrupa Birliği genelinde politikalar ele alınmış, hem de Almanya, Fransa ve İngiltere’deki politikalar incelenmiştir. Bu incelemenin hangi aşamalarda ele alındığı giriş bölümünde özetlenmiştir. Çalışma dört bölüm halinde düzenlenmiştir. Birinci bölümde çalışmanın bütününde kullanılacak genel kavramlar ve teoriler detaylandırılmıştır. İkinci bölümde ulus-devletlerin tarihsel süreç içerisinde değişen güvenlik algılamaları, temel güvenlik teorileri etrafında ele alınmış, göç ve güvenlik ilişkilendirilmesi değerlendirilmiştir. Üçüncü bölümde ise, Avrupa Birliği’ne yönelik İkinci Dünya Savaşı sonrasında gerçekleşen göçün tarihsel gelişimi, Birlik’in genelinde ve ele alınan üç örnek ülkede uygulanmış olan göç politikaları çerçevesinde incelenmiştir. Dördüncü bölümde de, 11 Eylül terörist saldırılarının Avrupa Birliği göç politikalarına etkileri irdelenmişti. Sonuç bölümünde ise Avrupa Birliği’nin birçok nedenden ötürü, henüz tam anlamıyla bir ortak göç ve sığınmacı politikası oluşturamamış olduğu sonucuna varılmıştır.Item Beyin manyetik rezonans görüntülemede hiperintes odağı olan migren hastalarında tromboza eğilim yaratan genetik faktörlerin rolü(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2007) Öcal, Ruhsen; Can, UfukMigren, tüm dünyada sık karsılasılan sorunlardan biridir. Đnme ve migrende normal popülasyona göre beyin manyetik rezonans görüntülemede (MRG) subklinik hiperintens beyin lezyonları daha sık görülmektedir. Ayrıca migren tek basına inme için risk faktörü olarak kabul edilmistir. Tromboza eğilim yaratan genetik faktörler ve migren birlikteliğini arastıran çalısmalar sonucunda henüz tutarlı bir sonuç elde edilememistir ve bu durum etnik köken farklılığına bağlanmıstır. Bu çalısmada migrenli hastalarda faktör V Leiden, protrombin G20210A, metilentetrahidrofolat redüktaz geni C677T mutasyonu ve anjiyotensin konverting enzim geni (ACE) I/D (insersiyon/delesyon) polimorfizmi sıklığı ve bu faktörlerin beyin MRG’deki subklinik hiperintens lezyonlar ile iliskisi arastırılmıstır. Amacımız beyin MRG’de hiperintens lezyon olusumu ve tromboza eğilim yaratan moleküler faktörler arasındaki iliskiyi arastırmak, migrenli hasta grubu ile kontrol grubunu karsılastırmak ve saptanabilecek bir iliskiden yola çıkarak migren inme birlikteliğinin ortak patogenezine ısık tutmaktır. Daha önceden beyin MRG tetkiki bulunan ve migren tanısı konulan 160 hasta çalısmaya alındı. Tüm hastalardan bilgilendirilmis onam formu alındıktan sonra DNA izolasyonu için EDTA’lı tüplere 10 cc. kan örneği alındı. Đzole edilen genomik DNA’dan gerçeklestirilen moleküler analizler ile koagülasyon kaskadında görevli yukarıda adı geçen faktörlerin genotiplemesi gerçeklestirildi. Elde edilen bulgular sağlıklı Türk popülasyon çalısmalarının sonuçları ile de karsılastırıldı. Migrenli grupta ACE D/D genotipi sıklığının sağlıklı Türk popülasyonuna göre istatistiksel olarak anlamlı derecede fazla olduğu saptandı (p=.0001). Ayrıca beyin MRG’de hiperintens lezyonu olan grupta, lezyonu olmayan gruba göre ACE I/D genotipinin istatistiksel olarak anlamlı (p=.02) derecede fazla olduğu görüldü. Arastırılan diğer genlerdeki mutasyonlar için migrenliler ve sağlıklı popülasyon arasında, ayrıca auralı ve aurasız migrenliler arasında ve beyin MRG’de hiperintens lezyon olup olmamasına göre istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı. Sonuç olarak; bu çalısmada ACE D/D genotipinin migren hastalığı için bir risk faktörü ve ACE I/D genotipinin ise migrenlilerde beyin MRG’de gözlenen hiperintens lezyonlar açısından bir risk faktörü olabileceği bulunmustur. Bu konuda farklı etnik gruplar ve daha fazla sayıda hastayla ACE I/D polimorfizminin migren inme birlikteliğine katkısının arastırılması için yeni çalısmaların yapılması faydalı olabilir.Item Avrupa Birliği eğitim politikasının öncelikleri: kavramsal bir analiz(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2007) Sungur, Derya; Çınar, MenderesBu çalısmanın amacı, AB egitim politikasının önceliklerini bazı analitik araçlar yardımıyla tartısmaktır. Modern toplumlarda egitimin ekonomik, toplumsal ve siyasi-ideolojik olmak üzere üç temel islevi oldugu ve bu islevlerin Ernest Gellner’in de isaret ettigi gibi milliyetçilik ideolojisiyle ilgili oldugu söylenebilir. Sanayi Devrimi sonucu toplumsal yapıdaki degisim, egitimin islevlerindeki degisiklige de yansımıstır. Modern egitim, modern toplumun ihtiyaçlarına cevap verir ve bu ihtiyaçlardan biri de ortak kimliktir. AB’de entegrasyon sürecini açıklamak için yola çıkan neo-fonksiyonalist yaklasım da egitim politikalarını AB bütünlesmesinin bir türevi olarak görür. Bu baglamda, çalısmada yapılan tartısma üç asamadan olusmaktadır. Çalısmanın ilk bölümünde modern toplumlarda egitimin islevleri incelenecek ve AB’de egitim politikasının bu islevlerle anlasılabilirligi tartısılacaktır. ikinci asamada AB’de egitim alanında ‘politika olusturma’ ve ‘politika uygulama’ düzeyleri arasındaki farklılıklardan ve egitim politikasındaki önceliklerden bahsedilecektir. Tartısmanın son bölümünde ise, ulus-devlet düzeyinde standart bir egitim politikası olusturma ve uygulamanın ortak bir kimlik duygusuna yol açacagı tezinden hareketle Gellner’ci ve neo-fonksiyonalist yaklasımların AB düzeyinde geçerli olup olmadıgı tartısılacaktır.Item Avrupa Birliği kültür politikaları'nın Avrupa kimliği üzerine etkileri(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2007) Tolunay, Selin; Demirağ, YeldaBu çalışmada Avrupa Birliği kültür politikalarının Avrupa kimliği üzerine etkileri incelenmiştir. İlk bölümde çalışmanın amacı ve içeriği belirlenmiş, konunun hangi aşamalar ile ele alınacağı özetlenmiştir. Çalışma beş bölümden oluşmaktadır. İkinci bölümde kavramsal açıklamalar yer almıştır. Ulus, ulus devlet, kültür ve kimlik kavramlarının incelendiği bu bölümde ayrıca Avrupa kimliğine de değinilmiştir. Avrupa kimliğinin tarihsel gelişim süreci ele alınmıştır. Üçüncü bölümde Avrupa Birliği kültür politikalarının ortaya çıkışı ve Avrupa Birliği kültür politikaları sürecinin Avrupa kimliği üzerine etkilerinin dönemsel olarak gelişimi ortaya koyulmuştur. Üçüncü bölüm, anlaşmalarda ve araştırmalarda yer alan kültür politikaları ve Avrupa kimliği olmak üzere iki ayrı alt bölüm olarak ele alınmıştır. Dördüncü bölümde ise Avrupa Birliği kültür politikalarının Türkiye’ye yansımaları incelenmiştir. Avrupa Birliği’ne aday ülke konumunda olan Türkiye’nin kültür bağlamında Avrupa Birliği’ne uyumu tartışılmıştır. Sonuç bölümünde, yapılan incelemeler sonucunda Avrupa Birliği kültür politikalarının Avrupa kimliği yaratmada ve oluşmaya başlamış olan Avrupa kimliğini güçlendirmede nasıl ve ne derece etkili olduğu ortaya koyulmaya çalışılmıştır.Item "Avrupa güvenliğinde Türkiye'nin değişken konumu: AGSP ve Türkiye"(Başkent Üniversitesi Avrupa Biriliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2008) Olkaç, Pınar; Demirtaş Coşkun, BirgülBu tez, Avrupa Birligi’nin bir süreden beri gelistirmeye çalıstıgı Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimligi ve Politikası içerisinde Türkiye’nin yerini ve önemini analiz etmek amacıyla hazırlanmıstır. Bu çalısmada AGSP ve Türkiye baglamındaki iliskiler Karl Deutsch’un “güvenlik toplulugu” kavramı çerçevesinde ele alınırken; iliskilerin bu kavram kapsamında geçmisten günümüze kadar ne çesit bir yapıda ilerledigi de sorgulanmıstır. Bu konunun seçilmesinin temel nedeni, Avrupa Toplulugu ve daha sonrasında Avrupa Birligi ile Türkiye arasında gelisen siyasi ve ekonomik iliskilere ragmen; Soguk Savas sonrasında güvenlik isbirliginde yasanan gerilemenin hangi nedenlerden kaynaklandıgını ortaya çıkarmaktır. Bu baglamda, iki taraf arasında yasanan güvenlik iliskilerinin neden sorunlu bir hal aldıgı sorgulanırken; AB ile Türkiye’nin hangi süreçlerde hangi etkenlerden dolayı güvenlik toplulugu iliskisi olusturdukları ya da olusturamadıkları da ele alınmıstır. Bu kapsamda tez içerisinde iki argüman üzerinde önemle durulmustur. Birincisi, Soguk Savas sürecinde NATO çerçevesinde Avrupa ile Türkiye arasında ortak tehdit unsuru olan SSCB tehlikesinden dolayı, enstrümental bir boyutta da olsa güvenlik toplulugu iliskisinin gelistirildigidir. İkincisi ise; Soguk Savas sonrası AB ile Türkiye arasında farklılasan güvenlik algılamaları ve kültürlerinin de etkisiyle, güvenlik toplulugu iliskisinin mevcut konjonktürde mümkün gözükmedigidir. Bunun yanı sıra, özellikle Soguk Savas ve 11 Eylül sonrası degisen dünya sartlarının da etkisiyle gelisen yeni güvenlik anlayısları üzerinde de durulmaktadır. This thesis is prepared to analyse Turkey’s position and importance in European Security and Defence Identity and Policy which European Union tries to develop for some time. In this study, the relations between the European Union and Turkey are discussed in the framework of “security community” concept of Karl Deutsch. It is also examined within this context in which type of structure the relations have developed from past to present. The fundamental reason for choosing this subject is to analyse the reasons for the worsening of the security relations after the Cold War, despite the improving political and economic relations between the European Community -European Union- and Turkey. In this context, it is examined why the security relations between the two parties became problematic and in which processes and through which factors EU and Turkey were able or not able to establish a security community. This study has two main arguments: firstly, because of the common threat factor -the USSR- in the Cold War period, even it was in an instrumental dimension, a security community was developed between NATO and Turkey. Secondly, with the effects of differing security perceptions and cultures between the EU and Turkey after the Cold War, maintaining the security community became impossible. Moreover, the study examines new security conceptions developed as a result of the changing global conditions, for example the end of the Cold War era and attacks of 9/11.Item Tek kutupluluktan çok kutupluluğa doğru yeni dünya(Başkent Üniversitesi Avrupa Biriliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2015) Çevik, Ayben; Erkmen, Ahmet SerhatUluslararası sistem, ekonomi, politika, bilim, teknoloji ve askeri faktörlerin sürekli devinin içerisinde olduğu karmaşık bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Geçmişte olduğu gibi günümüzde de dünya üzerinde yaşanan gelişmeler uluslararası sistemi çeşitli şekillerde etkilemiş ve uluslararası sisteminin değişmeye başlamasına sebep olmuştur. Bu tezde, sistem analizi yaklaşımı kullanılarak, Soğuk Savaş’ın bitmesinin ardından ortaya çıkan tek kutuplu sistemin 11 Eylül saldırılarıyla sarsılmaya başladığı ve günümüze kadar yaşanan gelişmelerle uluslararası sistemin çok kutuplu bir sisteme doğru evrilmeye başladığı konusu işlenmiştir. Soğuk Savaş sonrasında ortaya çıkan tek kutuplu sistemin lideri ABD olmuştur. Ancak ABD’nin (Afganistan ve Irak müdahalesi gibi) izlediği politikalar sonucu dünya üzerinde eski güvenirliliğinin azalması ve zaman içinde BRICS gibi yükselen ekonomilerin ortaya çıkması gibi faktörlerle uluslararası sistemin değişmeye başladığı görülmüştür. Sonuç olarak, bu tez çalışmasında genel sistem kuramından başlanarak sistemin tanımı, uluslararası sistem ve çeşitleri incelenerek bir altyapı oluşturulmuştur. Sonrasında tarihte karşılığı bulunan tek kutuplu, iki kutuplu ve çok kutuplu sistemler tarihsel verilerinin yardımıyla teorik olarak analiz edilmiştir. Elde edilen bilgiler ışığında Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan ve günümüzde varlığı halen hissedilen ABD liderliğindeki tek kutuplu sistemin çok kutuplu sisteme doğru evrildiği sonucuna ulaşılmıştır. The international system appears to us in a complex structure that includes economy, politics, technology and military factors together in constant action. As it was the case in the past, the developments in the world have influenced the international system in various ways and today have given rise to a change in this system. In this thesis, a System Analysis Approach is used, and the issue of unipolar system that appeared with the end of the Cold War, and the shocks it experienced with the September 11th attacks are investigated. Also, the tranformation of the international system towards a multi-polar system with the developments experienced so far is studied. The leader of the unipolar system that appeared after the Cold War was the USA. However, with the American policies on Afghanistan and Iraq, the former reliability of the USA has decreased. With the emergence of the rising economies like BRICS in time, it has been observed that the international system has started to change. As a result, a background has been formed in this study by examining the system definition, by defining the international system and its varieties. Then the unipolar, bipolar and multi-polar sytems, which have historical counterparts, have been analyzed theoretically with the historical data. In the light of the obtained data, it is concluded that the unipolar system that appeared after the Cold War whose fiery leader was the USA, the effects of which are still felt today, has begun to be transformed into a multi-polar system.Item Avrupa Birliği güvenlik ve terör(Başkent Üniversitesi Avrupa Biriliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2015) Şahinoğlu, Sinem; Çağlar, AliBu çalışmanın amacı Avrupa Birliği’nde terör, terörizm ve güvenliğin araştırılmasıdır. Terörizm, tüm dünyayı şiddet ve korku yayarak tehdit eden bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Dünyanın büyük bir bölümünde olduğu gibi, Avrupa Birliği de bu tehdit unsuru ile savunma ve güvenlik politikaları oluşturarak başa çıkma yoluna gitmiştir. Jean Monnet ve Robert Schuman tarafından Konfederal bir Avrupa fikrinin ortaya atılmasından günümüze kadar Avrupa Birliği önce ekonomik, daha sonra ise siyasal bir yapı oluşturmaya çalışmıştır. Siyasal yapı içerisinde Avrupa içerisinde oluşturulmuş, Birliğin güvenliğini sağlayabilecek kuruluşlara gereksinim duyulmuştur. Güvenlik ve savunma çalışmaları, Avrupa Ordusu fikrinin hayata geçirilmesini takiben başlamış, Avrupa Savunma Topluluğu ve Batı Avrupa Birliği düşünceleri ile gelişmiştir. Avrupa sınırları içerisinde teşkilatlı bir bütünlük sağlanamaması nedeniyle savunma fikrini politika olarak benimseme yoluna gidilmiş ve bu amaçla çalışmalar yapılmıştır. Terörizm, tüm devletler, etnik yapılar ve toplumun tamamını tehdit eden çok önemli bir sorundur. Avrupa Birliği gibi hem nitelik hem de nicelik açısından giderek genişleyen bir yapının terörle mücadele konusunda sınırlayıcı tedbirler alması gerekmektedir. Uzun süredir söz konusu olan sınırların olmaması durumu ve serbest dolaşımın rahatça yapılması terörizmi tetikleyen unsurlar olmakla birlikte, Avrupa Birliği 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika Birleşik Devletlerin’de yaşanan terörist eylemler ile birlikte terörle mücadele politikalarına önem vermiş, bu konudaki girişimlerini olması gerektiği düzeye taşımak için çalışmalarına başlamıştır. The main aim of this study is to investigate terror, terrorism and security in the European Union. Terrorism appears as a problem that threatens the whole world by spreading violence and fear. Like in most of the world, European Union tries to cope wıth this threatening factor by constituting defence and security policies. The idea of a Confederal Europe was put forward by Jean Monnet and Robert Schuman in the 1960s. Since then Europe has completed it’s economic integration to the track of political integration. European political integration requires institutions that could provide security. Defence and security actions started with the idea of European Army, developed with European Defence Community and Western European Union. Because an organized totality could not be established inside European borders, the idea of defence policy was adopted in principle and action was taken. Terrorism is a very important issue that threatens all states, ethnic origins and whole of the community. A structure, that gradually widens both in quality and quantity like European Union, should take exact measures in combatting terrorism. With open borders and free circulation of people being the issues that trigger terrorism, European Union has given importance to policies of combatting terrorism only after September 11th, 2001 and has been trying to take the action up to the level where they should be.Item Understanding and investigating Iran's nuclear ambitions: What causes states to pursue nuclear weapons?(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler, 2016) Rangarıraı Chıyangwa, Samuel; Mercan, S. SezginThis thesis focuses on three questions: First, what type of propositions provides a helpful framework to investigate a state‟s nuclear ambition? Secondly, what are the driving forces behind Iran‟s nuclear program. Thirdly, is Iran a threat to international security? Thus, this thesis is not concerned about the type of Iranian nuclear program be it military or civilian program but looks at the reasons of pursuing a nuclear program in the first place. In addition, the researcher outlines international relations security frameworks, before extracting a hypothesis and applying it to the case of Iran. It is also important to apply theoretical frameworks in analyzing Iran`s nuclear intentions. For this purpose, three theories will be utilized and these are realism, constructivism and Copenhagen approach. Furthermore, this thesis provides a summary of technical issues and the current status of Iran‟s nuclear program and the military aspect of Iran focusing on its missile program in relation to interpretation of realism, constructivism and Copenhagen approach. A narrow assessment of history shows the political development of the case until September 2015. In the literature, it is widespread to comment that Iran might pose an immediate threat for the USA and European security and interests. In the same vein, Iran‟s situation does offer a chunk of notable reasons which becomes a matter of concern, particularly when it concerns nuclear non-proliferation and the balance of regional security. It is also necessary to investigate the causes of nuclear proliferation on a comparative level. Thus the case of India, Pakistan and Israel will be highlighted although this will not be the focus of the study. Bu tez üç soruya odaklanmaktadır: İlki, bir devletin nükleeri elde etme isteğini araştırmak için ne tip bir önermenin yardımcı bir çerçeve sağlayabileceğidir. Ikincisi, İran‟ın nükleer programı arkasındaki itici güçlerin ne olduğudur? Üçüncüsü, İran‟ın uluslararası güvenliğe bir tehdit mi olduğudur? Böylelikle, bu tez İran‟ın nükleer programının askeri veya sivil olma yönü, yani programın türü ile ilgilenmemekte, bir nükleer programı takip etmesinin arkasındaki nedenlere bakmaktadır. Buna ek olarak, araştırmacı, hipotezini geliştirmeden ve onu İran örnek olayıyla ilişkilendirmeden önce, uluslararası ilişkilerin güvenlik çerçevesini ana hatlarıyla belirtmektedir. Teorik bir çerçeveye başvurmak, İran‟ın nükleeri elde etme isteğini analiz etmek için önemlidir. Bu nedenle, realizm, inşacılık ve Kopenhag yaklaşımı olmak üzere üç teoriden yararlanılacaktır. Ayrıca, bu tez, konuyla ilgili teknik meseleler, İran‟ın nükleer programındaki mevcut durum ve İran‟ın füze programı üzerinden askeri duruşu hakkında, realizm, inşacılık ve Kopenhag yaklaşımının yorumları ile bağlantılı bir özet sunacaktır. Dar kapsamlı bir tarihsel değerlendirme, örnek olayın siyasi gelişiminin Eylül 2015‟e kadar olduğunu göstermektedir. Literatürde, İran‟ın ABD‟nin ve Avrupa‟nın güvenlik ve çıkarları için yakın bir tehdit olabileceği yorumu yaygındır. Aynı şekilde, İran‟ın durumu, özellikle nükleer silahsızlanma ve bölgesel güç dengesi göz önünde bulundurulduğunda, dikkate alınacak nedenler yığını ortaya koymaktadır. Nükleer silahlanmanın nedenlerini, karşılaştırmalı bir düzeyde araştırmak gerekmektedir. Bu nedenle, bu çalışmanın odağında olmamasına rağmen, Hindistan, Pakistan, İsrail örnekleri vurgulanacaktır.Item Ukrayna'nın ulus ve devlet inşa süreci ve küresel güçlerin bu sürece etkisi(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2016) Benli, Zeynep; Aydıngün, İsmailBu çalışma bağımsızlık sonrası Ukrayna’nın ulus devlet ve inşa sürecini ve küresel güçlerin bu sürece etkisini jeopolitik kuramlar çerçevesinde incelemeyi amaçlamaktadır. Soğuk Savaş sona erdikten sonra ABD Soğuk Savaşın galibi olarak görülmüş, Rusya uluslararası sistemdeki güçlü konumunu kaybetmiştir. Soğuk Savaş sonrası başlayan yeni dönemde ABD’nin hedefi, elde ettiği hegemonyayı devam ettirmek iken, Rusya’nın hedefi ise yeniden uluslararası sistemde süper güç olarak yer olmak olmuştur. Dünya üzerindeki jeopolitik dengelerin değiştiği bu dönemde, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla bağımsızlığına kavuşan Ukrayna son derece önemli bir jeopolitik konuma sahiptir. Çalışmada, Ukrayna’nın henüz ulus ve devlet inşa sürecinde engelleri olan bir devlet olduğu görüşünden yola çıkılmış, bu sürecin devam etmesinden dolayı küresel güçlerin etkisine güçlü ve modern yapılı ulus devletlere kıyasla daha açık olduğu, bu nedenle de ulus ve devlet inşa sürecinin küresel güçlerin mücadelelerinden etkilendiği ileri sürülmüştür. Ukrayna’nın ulus devlet inşa sürecinin beklendiğinden yavaş ilerlemesine bağlı olarak ulus ve devlet inşa sürecinde, etnik, tarihî, dinsel unsurlar ve kültürel miras kadar uluslararası sistemin ve küresel güçlerin de belirleyici olduğu iddia edilmiştir.Çalışma kapsamında gerçekleştirilen analizler sonucunda Ukrayna’nın ulus ve devlet inşa sürecinin yavaş ilerlediği, bu nedenle söz konusu güçlerin (Batı ve Rusya’nın) etkisine daha fazla maruz kaldığı ve küresel güçlerin ulus ve devlet inşa sürecini etkiledikleri doğrulanmıştır. Ukrayna, bağımsızlığı sonrasında, Rusya ile olan ilişkilerin devam ettirilmesinin kaçınılmaz oluşu, etnik heterojen yapısı ve ulusal birliği bozan Rus kültürü ve etkisinin devam ediyor olması gibi nedenlerle ulus inşasını gerçekleştirmekte zorlandığı, Ukrayna’da Rusya’nın etkisinin bağımsızlık sonrası dönemde de devam etmesi nedeniyle ulus inşasının güçleştiği ortaya konmuştur. 2014 yılında Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesi ve hemen ardından Ukrayna’nın doğusunda bulunan Donbas bölgesinde işgaller gerçekleştirmesi, uluslararası toplumda Ukrayna’da bir ‘iç savaş’ ve çatışma ortamı olduğu izlenimini vermiştir. Halbuki, Rusya’nın Ukrayna topraklarındaki müdahaleleri Ukrayna toplumunda ‘biz’ bilincinin oluşmasına; ulusal dayanışma, birlik, vatanseverlik gibi değerlerin güçlenmesine ve Rusya’nın ‘öteki’ olarak görülmesine sebep olmuştur. Rusya’nın Batı ile olan güç mücadelesi Ukrayna üzerinden gerçekleşmiş, Ukrayna bağımsızlığı sonrasında 23 yıl boyunca Rusya’nın etkisi nedeniyle ulus devlet inşa sürecini gerçekleştirmekte zorlanmış, ancak 2014 yılında Rusya’nın topraklarını işgal etmesi sonrasında ulus inşasında hızlı bir ilerleme kaydetmiştir. This study analyses the nation and state building process in Ukraine following independence, with additional emphasis on the influence of the global powers in this process within the framework of geopolitical theories. The United States was considered the winner of the Cold War in its aftermath, Russia having lost its formerly strong position in the global arena. In the era that started after the Cold War, as the United States was pushing to retain its hegemony, Russia was looking to regain its status as a super power, and within this environment, the world’s geopolitical balance changed. For Ukraine, which had gained its independency following the disintegration of the Soviet Union, this was an extremely significant period given its geopolitical location. This study is based on the assumption that Ukraine, as a state continues to face obstacles in its nation- and state-building processes, is more susceptible to the influence of global powers due to its inability to bring these processes to an end. When compared to the more powerful and modern nation states, the nation and state building processes in Ukraine is more likely to be affected by struggles among the global powers. It has been argued that the international system and the global powers have played a defining role in Ukraine’s nation building process, equalling that of the country’s ethnic, historical, religious and cultural heritage, which has led to the process taking longer than expected. The analysis, conducted as a part of the study, affirms that the slowness of Ukraine’s state and nation building renders it more exposed to the influence of the aforementioned outside forces (the West and Russia), and it is apparent that some global powers have the ability to influence the nation and state building process. It is shown that Ukraine has difficulties in achieving its state and nation building due to inevitability of sustaining relations with Russia; its heterogeneous ethnic composition; the Russian culture, which prevents national unity and its on-going effects; and continuing Russian effect in Ukraine even after the independence. Russia’s annexation of Crimea in 2014 and the occupation of the Donbass region in eastern Ukraine give the impression in the international arena that a ‘civil war’ is continuing in Ukraine, although the Russian interventions in Ukrainian territories have actually led to the creation of a sense of identity in Ukraine. In this regard, the ‘we’ of the Ukrainian community and the consolidation of values such as national solidarity, unity and patriotism, are in direct opposition to Russia, which is seen as the ‘other’. Russia’s power struggle with the West is currently focused on Ukraine, and while the country is still encountering hurdles in its state- and nation-building efforts 23 years after gaining independence from Russia, rapid advances were made in its endeavours after Russia invaded its territory in 2014.Item Türkiye'de değiştirilen çalışma yaşamı: Ulusal İstihdam stratejisi(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2016) Saklıca, Emre İlhan; Oğuz, ŞebnemUlusal İstihdam Stratejisi, Türkiye’deki çalışma yaşamında köklü değişiklikler meydana getirmeyi amaçlayan ve uluslararası kuruluşlar ile sermayenin talepleri doğrultusunda hazırlanan kapsamlı bir pakettir. Paket, çalışanların en önemli güvencelerinden kıdem tazminatından, çalışma saatlerine, sosyal güvenlik haklarından, kadının işgücüne katılımına varana kadar pek çok değişikliği içeren bir yapıya sahiptir. Çalışmada, Düzenleme Kuramı kullanılarak, 2000’li yılların sonundan itibaren çalışma yaşamında yapılan değişiklikler ve bu değişikliklerin hangi yöntemlerle hazırlandığı, neleri etkileyeceği incelenmeye çalışılmıştır. Kurama göre, devlet artık tek başına, her şeyi yöneten aktör değil, içinde barındırdığı toplumsal katmanlarla bir bütündür. Devlet, sermaye ve ücretli kesim gibi sınıflandırılan bu katmanlar arasında bahsedilen istikrarın sürmesinin en önemli yöntemi, sistemde sorun çıkarması olası kısımların dağıtılarak yeniden yapılandırılmasıdır. Bu bağlamda Türkiye’nin de Post-Fordist dönemde ekonomik istikrarını devam ettirmek için seçtiği yöntem Ulusal İstihdam Stratejisi başlığı altındaki geçici işçilik, esnek çalışma ve kıdem tazminatı konusunda yapılan ve yapılması planlanan değişikliklerdir.Sonuç olarak, bu çalışmada küreselleşme kavramının ortaya çıkışından başlanarak, ekonomik küreselleşme ve Düzenleme Kuramı’nın tanımı yapılmış ve farklı birikim modelleri tarihsel karşılaştırmalarla kuramsal olarak analiz edilmiştir. Sistemin genelinde ortaya çıkan değişiklik ve Türkiye’nin bu süreçte nerede durduğu tartışıldıktan sonra ise kuram yardımıyla Türkiye’deki çalışma yaşamının değişimleri ele alınmıştır. Elde edilen bilgiler ışığında Ulusal İstihdamStratejisi’nin, sistemdeki ülkelerin yaptığı değişikliklerin Türkiye versiyonu olduğu tespit edilmiş, düzenlemenin gelişmiş ülkeler tarafından oluşturulmuş yapılar aracılığıyla Türkiye’ye tavsiye edildiği ve sermaye kesiminin de çıkarları gereği bu değişiklikleri savunduğu tespit edilmiştir. Neoliberal yaklaşımların iddialarının aksine, yapılan değişikliklerin ücretli kesimin yaşamında olumsuz yönde büyük değişiklikler yaratacağı ve güvencesiz, düşük ücretli köleleşmiş bir sınıfın ortaya çıkacağı sonucuna varılmıştır. National Employment Strategy, which is a detailed legal package that aims extensive changes in the working life, has been prepared in accordance with the demands of international organizations and business groups. This package includes many changes in areas such as severence payments, working hours, social security rights and women's participation in the labor force. Using Regulation Theory, this study analyzes the transformations in the working life, as well as the methods through which these transformations were made since the late 2000s. The theory comes up by defining the state as a complete system with lots of social layers but not a solid actor alone. The most important method for maintaining stability among these layers which are classified as state, capital and wage labor is reorganization through the dismissal of problematic parts. In this context, Turkey’s method for maintaining stability in the Post-Fordist era has been the National Employment Strategy which contains changes in areas such as temporary work, labor flexibility and severence payments. In conclusion, this thesis first explains the rise of the globalization concept and defines economic globalization as well as Regulation Theory and then analyzes different accumulation models with historical comparisons. The general changes in the system and the position of Turkey is discussed and changes in the working life of Turkey are explored. According to the results of these analyses, National Employment Strategy is defined as the Turkish version of the general transformation in the system. It is a strategy which is recommended by international organizations and supported by business groups in line with their interests. Contrary to neoliberal approaches, it is also figured out that these changes create negative impacts on workers’ lives by creating a modern slavery class with insecure and low-wage jobs.Item Ulus-Üstü bütünleşmeden ulusal parçalanmaya Avrupa Birliği'ndeki ayrılıkçı hareketler: İskoç ve katalan örnekleri(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2016) Birlikseven, Bilgin; Mercan, S. SezginAvrupa Birliği, ortak bir siyaset, kimlik ve benzeri unsurlar üzerinden Avrupa için bir bütünleşme ideali öne sürerken, Birleşik Krallık, İspanya, Fransa, İtalya ve Belçika, siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel temelli ayrılıkçı hareketler ile karşı karşıya kalmıştır. Bu hareketler Avrupa bütünleşmesi açısından bir ikilem yaratmıştır. Diğer taraftan, İskoç ve Katalan ayrılıkçı örnekleri, Avrupa ülkelerindeki diğer ayrılıkçı hareketlerden farklı bir konuma yerleşmiştir. Bu iki örnek, ulus olarak tanınabilmenin gerektirdiği niteliklere sahip olmuş ve ayrılma yönünde kuvvetli bir toplumsal mutabakat sergilemiştir. Ayrılma sonrası için de, kendi ayakları üzerinde durabilmeleri yönünde ekonomik bir potansiyele sahip olduklarını hissettirmişlerdir. Avrupa bütünleşmesinin bölgeselleşme bağlamında ayrılıkçı hareketler üzerinde etkisinin olduğu düşünülmektedir. Bununla birlikte, ayrılma taleplerinin arkasında, Avrupa’nın bölgeselleşme politikalarının dışında başka faktörler de yer almıştır. İskoç ve Katalanların, ayrılma için temel gerekçelerini, tarihlerinde ve bugünkü ekonomik kaynakların paylaşımında ortaya çıkan ihtilaflarda aramak gerekmektedir. Bu tezde, İskoç ve Katalanların ayrılma talepleri, kavramsal, kuramsal, tarihsel ve ekonomik çerçevede incelenmeye çalışılarak, bu taleplerin Avrupa Birliği’nin bölgeselleşme politikalarıyla etkileşimi ortaya koyulacaktır. Haklı Neden Kuramları ile İskoç ve Katalanların talepleri, İngiliz Okulu Kuramı ile de, ayrılıkçı hareketlere karşı olan Birleşik Krallık, İspanya ve Avrupa Birliği’nin mevcut konumları anlamlandırılmaya çalışılacaktır. Kuramsal temellendirme ile birlikte, İskoç ve Katalanların kendi tarihsel süreçleri ve ekonomileri ele alınacak ve Birliğin bölgeselleşme politikalarının etkisi detaylı olarak irdelenecektir. Bu sayede de Avrupa Birliği'nde ve üye ülkelerde, bütünleşme ilerletilmeye ve derinleştirilmeye çalışılırken niçin ayrılıkçı hareketlerin güçlenme eğilimi taşıdığı sorusuna cevap aranmış olunacaktır. In spite of The European Union’s ideal of European integration through common politics, identity and similar components, the United Kingdom, Spain, France, Italy and Belgium have encountered political, economic, social and cultural based secessionist movements. These movements have caused a dilemma in terms of European integration. On the other hand, Scottish and Catalan cases of secessionism have been placed in a position that is dissimilar to other secessionist movements in European countries. These two cases, have held the qualities required by being acknowledged as nation and maintained a strong social consensus towards disintegration. They have implicated having an economic potential of supporting themselves also after the disintegration. It is thought that the European integration has an impact on the secessionist movements within the context of regionalization. In addition to this, other factors than regionalization policies of Europe have taken part in demands on disintegration. The basic justification of disintegration related to the Scottish and Catalan should be scrutinized in disagreements appeared in sharing their economic resources both today and in their history.Throughout this dissertation, the disintegration demands of the Scottish and Catalan will be examined within cognitive, theoretical, historical and economic framework and the interaction of aforesaid demands with regionalization policies of the European Union will be revealed. Just Cause Theories with the demands of the Scottish and Catalan; The English School Theory along with the current positions of the United Kingdom, Spain and the European Union that are against secessionist movements will be given a meaning. Along with theoretical justification, the historical processes and economies of both the Scottish and Catalan will be approached and the impact of the Union’s regionalization policies will be scrutinized in detail. Thus, an answer will be sought to the question of why secessionist movements have a tendency to gain power when it is tried to improve and deepen the integration in the European Union and member countries.Item Türkiye’de Neoliberal – muhafazakâr politikalara kısmi rızanın serüveni: 2002- 2017(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2017) Akdemir, Ahmet; Oğuz, ŞebnemTürkiye son 15 yıldır Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) tek başına iktidarda olduğu, neoliberal politikaların hâkim olduğu ve neoliberal politikaların bir sonucu olarak, işsizlik, özelleştirme, piyasalaştırma, sendikal hak ihlalleri, güvencesizleştirme, esnekleştirme uygulamalarının yoğunlaşmaya başladığı bir dönüşüm sürecinden geçmektedir. Bu çalışma, neoliberal dönüşümün siyasi aktörü olarak AKP’nin katıldığı her seçimde oy oranını nasıl artırdığı ve bağımlı sınıfların rızasını nasıl devşirdiğini anlamayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda birinci bölümde neoliberalizm, muhafazakarlık ve hegemonya teorileri ekseninde kuramsal çerçeve oluşturulmuştur. İkinci bölümde AKP’nin doğuşu ve iktidar oluşuna katkı sağlayan tarihsel dinamiklerden bahsedilmektedir. Üçüncü bölümde AKP hükümetinin iktidar dönemleri hegemonya sorunsalı çerçevesinde incelenmiştir. Dördüncü ve son bölümdeyse AKP’nin hegemonyasını hangi yöntemlerle yeniden ürettiğini anlamak açısından neoliberal popülizm çerçevesinde eğitim, sağlık, sosyal yardımlar ve AKP-örgütlü emek ilişkisi incelenmektedir. AKP’nin İslami öğelerle süslenmiş neoliberal popülizmi, neoliberalizmin açtığı yaraları bu politikalarla hafifletilmiş ve görünmez kılmış ve hegemonyanın tekrar üretilmesinde kilit bir işlev üstlenmiştir. For the last 15 years Turkey has been undergoing a transformation process in which Justice and Development Party (JDP: AKP) has been in power alone, neoliberal policies dominates, and as a consequence of the neoliberal politics unemployment, privatization, marketization, violation of union rights, precarity, and flexibility of labor have begun to be intensified. The purpose of this study is to understand how AKP, as the political actor of the neoliberal transformation, has increased its votes in every election and how it has gathered the consent of dependent classes. In this context, in the first section of this study, a theoretical framework is formed on the axis of the neoliberalism, conservatism, and hegemony theories. In the second section, the origins of AKP and historical dynamics which contribute to its era are described. In the third section, the era of AK Party government is examined in the framework of hegemony problematic. In the fourth and the last section, regarding understanding how AKP has regenerated its hegemony; education, health, social policies, and AKP’s relationship with organized labor are examined in the framework of neoliberal populism. AKP’s Islamic-oriented neoliberal populism has moderated the social costs of neoliberal policies and made them invisible, so it has played a key role in the reproduction of hegemony.Item Nuclear wıll of north korea: An Exceptıonal case of deterrence strategy(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2018) Koçtaş, Görkem; Karadağ, HalukAs being state who gained the most attention from all over the world, North Korea has been one of the unique countries which international system has ever seen. With her sole and unparalleled Juche regime which emphasizes on government’s self-reliance policy and unpredictable leaders, North Korea has not ceased her dedication to develop nuclear weapons. Since her establishment in 1950 with Korea War and also with 38th Parallel, Democratic People’s Republic of Korea have been trying to enhance her military, economy, industry and also mass weapons of destruction programme. With Union of Soviet Socialist Republics assistance, North Korea was able to start her Nuclear Weapon programme by saying that it was for peaceful uses in 1980. However, her abrupt development and receiving aid from the Soviet Union disturbed USA and European countries. Therefore, North Korea signed Treaty on the Non-Proliferation of Nuclear Weapons in 1993 but she said that she withdrew from the agreement which led first North Korea Nuclear crisis to break out. Although USSR(Union of Soviet Socialist Republics) was collapsed in 1991, North Korea has not left her devotion to nuclear weapons. With her new leader, Kim Jong Un who took power from his father’s abrupt death in 2011, have been aggressive for developing and testing mass weapons of destruction. Since 2009, North Korea made her first missile test in 2012 which was done successfully. Thus, North Korea has become a serious threat which could cause a major effect with her missiles in the international area. North Korea’s possession of nuclear weapons gives concern to her neighbours and also USA who she designated as her archenemy. With President Donald Trump’s inauguration and his words of “ bring Fire and Fury” to Northern part of Korean peninsula, made two state’s relationship to be conflicted. However, relations of USA and North Korea have been strained ever since. DPRK(Democratic People’s Republic of Korea) knows that USSR possessed mass weapons of destruction and used them as deterrent strategy. And she challenged the USA with those weapons. Thus, North Korea, with her nuclear power, she is able to maintain her unique Juche regime as well as her politics both inside and outside without any state especially USA to interfere. Therefore, by using nuclear weapons programme as a deterrence strategy, North Korea have been advancing in her programme and continuing to challenge USA and other states with her mass weapons of destruction. Under the question of why North Korea is willing to develop and possess nuclear weapons and in order to answer and defend thesis question, case study approach is used which approaches a problem with different angles. As the thesis qualitative one, two results were reached. The first result for North Korea’s and the second result for other state’s. For the first result, it is indicated that North Korea is aware of her unique and unparalleled regime and therefore, in order to avoid USA and also other states to interfere her politics and destroy her regime, she uses nuclear weapons a deterrence tool. Accordingly, North Korea needs mass weapons of destruction in order to support her regime, economy and future of her country. For the second result, all of the states have their reasons for North Korea in terms of mass weapons of destruction. However, they all compromise on one thing: They do not want North Korea to be threat to whole world. In addition, they are against proliferation of nuclear weapons. Because in the past, Second World War set an example of a nuclear war which could only bring chaos, millions of casualties. Therefore, states are against North Korea’s ambition to develop mass weapons of destruction. Although they are trying to stop her with sanctions by the United Nations, North Korea does not seem to give up her nuclear weapons yet. Dünyanın en fazla ilgi gören devletlerin biri olan Kuzey Kore, uluslararası sistemin tanık olduğu eşsiz ülkelerden biri olmuştur. Benzersiz Juche rejimi ve eşsiz liderleri ile, Kuzey Kore nükleer silah geliştirme konusundaki kararlılığını hala devam ettirmektedir. 1950'de Kore Savaşı ve 38. Paralel ile kuruluşundan bu yana, Kuzey Kore askeri alandaki kitle imha silahlarını geliştirmeye çalışmaktadır. SSCB’nin yardımı ile Kuzey Kore, Nükleer silah programını 1980'de barışçıl kullanımlar için olduğunu söyleyerek başlatabilmiş ancak, almış olduğu söz konusu yardım ABD ve Avrupa ülkelerini rahatsız etmiştir. Bu nedenle Kuzey Kore 1993 yılında Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması'nı imzalamaya zorlanmış, daha sonra anlaşmadan çekildiğini söylemiştir. Her ne kadar 1991'de SSCB çökmüş olsa da, Kuzey Kore nükleer silahlara olan bağlılığını bırakmamıştır. 2011'de babasının ani ölümü yüzünden liderliği devralan yeni lider, Kim Jong Un, kitle imha silahlarını geliştirmek ve test etmek konusunda babasından ve büyükbabasından daha saldırgan bir politika takip etmiştir. Kuzey Kore, 2009 füze testlerinden bu yana, 2012’de füze denemesini başarıyla tamamlamıştır. Böylece, Kuzey Kore , uluslararası sistemin önünde, nükleer füzeleri ile devletler için büyük tehdit haline gelmiştir. Kuzey Kore’nin baş düşmanlarından biri olarak saydığı ABD de, Kuzey Kore’nin nükleer güce sahip olmamasını isteyen ülkelerdendir. Donald Trump’ın ABD başkan olmasıyla ve Kore yarımadasının Kuzey kısmına “ateş ve öfke sözleriyle, iki devletin ilişkileri daha da kötüleşmiştir. Ancak, her iki ülkenin ilişkileri gerginleşse de , Kuzey Kore, kitlesel imha silahlarını ABD ve müttefiklerine caydırıcı bir etken olarak kullanmaya devam etmektedir. Kuzey Kore, zamanında SSCB'nin nükleer silahlara sahip olduğunu ve bu füzelerle ABD'ye meydan okuduğunu ve hatta bunları bir caydırıcı etki olarak kullandığını bilmektedir. Nükleer silah programını caydırıcı bir strateji olarak kullanan Kuzey Kore, kitlesel imha silahlarını geliştirmeye ve ABD ve diğer devletlere de kafa tutmaya devam etmektedir. Kuzey Kore, nükleer füzelerinin verdiği caydırıcılık avantajı ile diğer ülkeleri özellikle ABD’yi kendi iç ve dış politikasından uzak tutabilmeyi başarmıştır. Kuzey Kore neden Nükleer silahlanmayı geliştirmek ve sahip olmak istiyor soru altında, Vaka çalışması yaklaşımını kullanarak sorumu cevaplamaya çalıştım. Vaka çalışması yaklaşımı, bir problemi farklı açılardan inceler ve bu tez de nitel bir tez olduğu için bu tekniğin uygun olduğu düşünülmüştür. Tezde iki sonuca ulaşılmıştır: İlk sonuç Kuzey Kore için, ikinci sonuç ise diğer devletler içindir. İlk sonuçta, Kuzey Kore’nin, eşsiz ve rakipsiz rejimin farkında olduğu ve herhangi bir müdahaleyi, özellikle ABD ve diğer devleti engelleyebilmek için nükleer silahlarını caydırıcılık aracı olarak kullandığı noktasına ulaşılmıştır. Bu yüzden de Kuzey Kore’nin, rejimi, ekonomisi ve geleceği için nükleer güce ihtiyacı vardır. İkinci sonuç için ise, bütün devletlerin nükleer silahlanma hakkında Kuzey Kore karşı nedenleri olduğu belirtilebilir. Lakin, bütün devletlerin ortak bir görüşü var: Kuzey Kore dünyaya bir tehdit olmamalı ve nükleer gücü yayılmamalı. Çünkü İkinci Dünya Savaşı, nükleer savaşın sadece kaos, milyonlarca ölüm getirmesine örnek teşkil etmiştir. Bu yüzden, devletler Kuzey Kore’nin kitlesel imha silahlarını geliştirme ve sahip olma hırsına karşı çıkmaktadırlar. Birleşmiş Milletler tarafından uygulanan yaptırımlarla Kuzey Kore durdurulmaya çalışılmaktadır, ama Kuzey Kore, nükleer silahlanmayı bırakacak gibi de gözükmemektedir.Item Türkiye'de radikal demokrasi pratiği üzerine: kadın hareketi karşı-hegemonya kurabilir mi?(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2019) Gündüz, Melisa; Gencoglu Onbası, FundaBu çalışma, özünde, Türkiye’de bir karşı hegemonyanın olabilirliği sorusundan hareket etmekte ve bu bağlamda Türkiye’de farklı toplumsal talepler arasında agonistik eklemlenmenin kurulmasıyla ilgilenmektedir. Daha özel olarak ise Türkiye’deki kadın hareketinin böyle bir (potansiyel) eklemlenmeye bakış açısını ve böyle bir eklemlenmede kendine biçtiği rolü anlamaya çalışmaktadır. Araştırma “bugün bulunduğu konumda güçlü bir tepki mekanizması oluşturabilen kadın hareketi karşı hegemonyanın kurucu aktörü olabilir mi?” sorusu temelinde tartışılmıştır. Chantal Mouffe ve Ernesto Laclau’nun radikal demokrasi perspektifinden Türkiye’de kadın hareketinin bugün bulunduğu noktaya ve gelişimine bakarak gelecekteki konumuna dair değerlendirmelerle birlikte, mevcut hegemonyayı oluşturan iktidar ilişkileri ve kadın hareketinin bu ilişkiler ağı içerisindeki konumu ve onları kavramsallaştırma biçimi/biçimleri incelenmiştir. Radikal demokrasinin kuramsal çerçevesine bakıldığında, Türkiye’deki eklemlenme aktörlerinden birisinin kadın hareketi olabileceği bir gerçektir. Bunun en önemli sebebi, Türkiye’de kadın hareketinin köklü, kitleselleşmiş, örgütlü ve teori ile pratiği birbirine eklemlemeye çok önem veren bir hareket olmasıdır. Bunun yanında feminist hareket içerisinde özellikle 1960’lı yıllardan itibaren önemli yer tutmaya başlayan kesişimsellik (intersectionality) kavramı da kadın hareketini bu bağlamda ele almamız için bir başka neden oluşturmuştur. Bu nedenle kadın hareketinin radikal demokraside eklemlenme ve agonistik bir demokraside karşı-hegemonya kurabileceği ihtimalinin düşünülmesi gerekmektedir. Kadınların, hayatlarına damga vuran cinsiyet eşitsizliğinin ve ötekileştirme/dışlama/ikincilleştirme pratiklerinin ırklarına ve sınıflarına göre şekil ve içerik değiştirdiğini fark etmesiyle, aslında bunların baskı, sömürü ve ayrımcılık şeklinde sosyo-politik meseleler olarak ele almaları kadın hareketinin seyrini değiştirmiştir. Bu çalışmada kullanılan teorik çerçeveye göre de hegemonya farklı toplumsal talepler arasında, mevcut hegemonya karşısında bir eşdeğerlik zinciri kurulmasıyla mümkündür. Dolayısıyla bu anlamda da karşı hegemonya tartışmasını kadın hareketi üzerinden yürütmek anlamlıdır. This research problematizes the possibility of a counter hegemony in Turkey and it is interested in understanding the capacity of the women’s movement in Turkey in leading an agonistic articulation between different social demands. Research in this study revolves around the following question: Could women’s movement which has a strong reaction mechanism be constituent actor of counter-hegemony?” So, it tries to understand how women’s movement in Turkey conceptualizes the existing power relations that constitute the current hegemony. In that respect, women’s movement in Turkey is assessed from the perspective of radical democracy theory of Chantal Mouffe and Ernesto Laclau. The main argument of this thesis is that when looked from the perspective of radical democracy theory, women’s movement appears as having a considerable potential of deciphering the existing hegemony and also articulating the social demands which exclude and are excluded by the hegemony in Turkey. The main reasons behind this argument are the women’s movement’s deep-rooted history, its openness to combine theory with practice/action, and the notion of intersectionality which has had a place in women’s movement since the 1960s. Throughout its long history, women’s movement in different parts of the world has raised an awareness as to the fact that gender inequality and inequalities stemming from class, race and ethnic and religious identity are not disconnected. To the contrary, different practices of marginalizing and externalizing are closely related to each other. They realized that these were all socio-political issues and acts of oppression, exploitation and discrimination. Subsequently, this recognition shifted the focal point of women’s movement. The light of all these insights gave us a vision about women’s movement in Turkey regarding its counter hegemonic capacity vis a vis the existing neoliberal conservative hegemony. According to the theoretical framework of this research, counter-hegemony is only possible if there is an equivalence in different social demands of social identities opposing to the existing hegemony. Hence it is significant to carry out a research about the counter-hegemony argument in the women’s movement.Item Avrupa kimliği inşa süreci ve Türkiye - AB ilişkileri(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2019) Kılıç, Aylin; Şenses Özcan, NazlıTürkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler, 1959 yılında Türkiye‟nin gerçekleştirmiş olduğu ortaklık başvurusu ile Soğuk Savaş dönemi içerisinde başlamıştır. “Güvenlik kaygısının” hakim olduğu bu dönemde taraflar arasındaki ilişkilerin olumlu bir çerçevede ilerlediği görülmektedir. Ancak, Soğuk Savaş dönemi tehditlerinin ortadan kalkması ve bütünleşme hareketi içerisinde “Avrupa kimliği” inşasının başlaması ile tarafların birbirini tekrar tanımladığı ilişkilerin ilk dönemindeki olumlu atmosferin ortadan kalktığı görülmektedir. Ortaya çıkan bu yeni bağlamda, Türkiye‟nin Avrupa Birliğine üyeliği hususunda “kimlik” temelli tartışmalar gündeme gelmeye başlamıştır. Soğuk Savaş sonrası uluslararası ortamda değişen güvenlik anlayışı ve 11 Eylül ile oluşan “İslami terör” algısı Avrupa‟da Müslümanları ötekileştirmiştir. Sonuç olarak “kimlik” temelli tartışmalar artmış ve bu da Türkiye ve AB arasındaki ilişkileri etkilemiştir. Buradan yola çıkarak, bu tez çalışmasında AB içerisinde Avrupa kimliği inşası ile birlikte ortaya çıkan “kimlik” temelli tartışmaların Türkiye - AB ilişkilerine yansımaları incelenmiştir. “Kimlik” temelli tartışmalar Türkiye‟nin Avrupa Birliği'ne üyeliğinin önünde bir engel teşkil etse de söz konusu bu engellerin, ilişkilerin karşılıklı olarak tekrar inşa edilmesi ile birlikte aşılabileceği vurgulanmıştır. The relations between Turkey and the European Economic Community started with Turkey's membership application in the Cold War era in 1959. Throughout the Cold War period, when security concerns were the main factors determining the nature of the relationships, the relations between the parties had progressed in a rather positive framework. But, after the Cold War, when threats were off the table and the process of reconstructing the "European Identity" has started, Turkey and the EU re-identified each other, and the previous positive framework disappeared. In this new context, identity-based discussions have developed in relation to Turkey's possible membership. With a new understanding of security in the international context after the Cold War, and a perception of "Islamic terror" after the 9/11 have marginalized Muslims in Europe. As a result, identity-based discriminatory remarks have increased and this has influenced also the relations between the EU and Turkey. Following that, this thesis analyses the ways in which the identity-based arguments resulting from the construction of European Identity is reflected in the relationships between the EU and Turkey. It is highlighted that, although the identity-based remarks provide an obstacle before the membership of Turkey, these identity-based obstacles can be removed if the relationships are mutually reconstructed.Item Yeni muhafazakârlar, Irak savaşı ve islamofobi(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2019) Güler, Muhammed Çağrı; Çınar, MenderesABD’deki Yeni Muhafazakarlara göre; Birleşik Devletler Soğuk Savaştan sonra gücünü korumak için yeni bir düşman yaratmak zorundaydı. İhtiyaç duyulan düşman ise diktatör rejimlerin güvenlikçi dış politika algısıyla tehdit olarak görülmesiyle doldurulmuştur. Francis Fukuyama’nın 1989 ve 1992 tarihlerinde ürettiği ‘Tarihin Sonu’ tezi ilk etapta artık düşmanın kalmadığına işaret ederken, demokrasi vurgulu bu yönelim, liberal demokrasiye sahip olan devletler ile diğerleri arasında karşıtlık oluşturmuştur. Fukuyama’nm ürettiği bu çalışma otoriter rejimlerin Yeni Muhafazakarlar tarafından düşmanlaştırılmasına yol açabilecek zemini hazırlamıştır. Samuel Huntington 1993 ve 1996 yıllarında yayımlanan eserlerinde Dünya’yı Batı, Konfuçyüs, Japon, İslam, Hint, Latin Amerika ve Afrika olmak üzere yedi farklı medeniyet temelinde ele almıştır. Huntington, savaşların kültürler arasında gerçekleşeceğini öne sürmüş ve aynı zamanda Hristiyanlık ve İslam arasındaki savaşın hali hazırda başlamış olduğundan bahsetmiştir. Sonraki süreçte Yeni Muhafazakarlar, 11 Eylül öncesinde Çin ve İslam Coğrafyasını Batı’mn karşılaşabileceği en büyük tehlike olarak adlandırmış, 11 Eylül 2001 terör saldırıları sonrasında oryantalist ve güvenlikçi bir dille Müslüman Ortadoğu coğrafyasına odaklanmıştır. Bu zeminde “Radikal İslam” ve “İslami/İslamcı” söylemlerinin yükselmesi, Batı toplumu üzerinde korku etkisi yaratmıştır. Bu çalışma; Yeni Muhafazakarların 11 Eylül 2001 terör saldırılarından 10 yıl öncesine ve 10 yıl sonrasına odaklanarak “söylem”, “karşıtlık oluşturma” ve “şarkiyatçı” kavramlarının bir iktidar pratiği olarak düşman yaratma üzerindeki etkilerini anlaşılır kılmakta ve Yeni Muhafazakarların dış politikadaki güvenlikçi yaklaşımlarım ele almaktadır. According to the New Conservatives in the United States, after the Cold War, the United States had to create a new enemy to maintain its power. The required enemy was fılled with the perception of dictatorial regimes as a threat to security policy. While Francis Fukuyama's The End of History thesis in 1989 and 1992 points out that there is no longer an enemy in the first place, this emphasis on democracy has created a contrast between the States that have liberal democracy and others. This work produced by Fukuyama provided the hasis for the hostility of authoritarian regimes by the New Conservatives. Published in 1993 and 1996, Samuel Huntington explored the world on the basis of seven different civilizations: West, Confucius, Japanese, İslam, Indian, Latin America and Africa. Huntington argued that wars would take place between cultures, and at the same time mentioned that the war between Christianity and İslam had already begun. In the following process, the New Conservatives called China and Islamic Geography the greatest danger that the West could face before September 11, and after the September 11,2001 terrorist attacks, they focused on the Müslim Middle East with an orientalist and security language. On this basis, the rise of the “Radical İslam” and “Islamic / Islamist’’ discourses had a fear effect on Westem society. This work, focuses on the Neo-Conservatives, to understand the effects of “discourse”, “binary opposition” and “orientalisf ’ concepts on creating enemies as apower practice after ten years before and ten years after ffom September 11, 2001 terrorist attacks and the New Conservatives' approach to security in foreign policy.
- «
- 1 (current)
- 2
- 3
- »