Sağlık Bilimleri Enstitüsü / Health Science Institute

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11727/1393

Browse

Search Results

Now showing 1 - 7 of 7
  • Item
    Hemşirelerde profesyonel sağlamlık ve öz-bakım düzeylerinin profesyonel yaşam kalitesine etkisinin incelenmesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2024) Karaer, Hülya; Akgün Çıtak, Ebru
    Çalışma hemşirelerde profesyonel sağlamlık ve öz-bakım düzeylerinin profesyonel yaşam kaliteleri üzerine etkisinin incelenmesi amacıyla yapılan tanımlayıcı özellikte kesitsel bir araştırmadır. Araştırma Aralık 2023- Haziran 2024 tarihleri arasında bir vakıf ve bir devlet üniversitesi hastanesinde çalışan, katılmayı kabul eden 524 hemşire ile gerçekleştirilmiştir. Araştırma verileri, Hemşireler İçin Tanımlayıcı Bilgi Formu, Skovholt Profesyonel Sağlamlık ve Öz-bakım Envanteri (SPSE) ve Çalışan Yaşam Kalitesi Ölçeği (ÇYKÖ) ile toplanmıştır. Verilerin analizi için tanımlayıcı istatistikler, Student t ve ANOVA testi, ileri istatistiksel analiz için Bonferroni düzeltmesi yöntemi kullanılmıştır. İlişki analizleri için Pearson Korelasyon analizi ve sonrasında Lineer Regresyon analizi yapılmıştır. Çalışmanın sonuçlarına göre; hemşirelerin SPSE düzeylerinin ortalamanın üzerinde olduğu, sosyodemografik ve mesleki özellikler ile karşılaştırıldığında gelir durumu, ruhsal ve fiziksel sağlık algıları, mesleği seçme durumu, çalışma şekli, memnuniyet düzeyleri ile SPSE ölçek puanı arasındaki istatistiksel farkın anlamlı olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Katılımcıların ÇYKÖ ölçek puan ortalamalarına göre; mesleki tatmin puan ortalaması düşük, tükenmişlik puan ortalamasının orta, merhamet yoğunluğu puan ortalaması ise yüksek bulunmuştur (p<0.05). SPSE tüm alt boyut ve toplam puan ortalamaları ile mesleki tatmin arasında pozitif yönlü ve orta düzeyde, tükenmişlik ile arasında negatif yönlü ve orta düzeyde anlamlı ilişki, merhamet yorgunluğu ile arasında negatif yönlü ve zayıf düzeyde anlamlı ilişki olduğu tespit edilmiştir (p<0.05). Hemşirelerin profesyonel sağlamlık düzeyleri arttıkça mesleki tatmin düzeylerinin arttığı, tükenmişlik ve merhamet yorgunluğu düzeylerinin azaldığı saptanmıştır. Araştırma sonuçları doğrultusunda; öz-bakım ve profesyonel sağlamlık ile ilgili farkındalık oluşturulması, hemşirlerin mesleki memnuniytetlerinin artırılıması, psikiyatri hemşirerleri konsültan liyezon hemşireliği kapsamında meslektaşlarına danışmanlık yapmaları önerilmiştir. The study is a descriptive cross-sectional study conducted to examine the effect of professional resilience and self-care levels on professional quality of life in nurses. The study was conducted between December 2023 and June 2024 with 524 nurses working in a foundation and a state university hospital who agreed to participate. The research data were collected with the Descriptive Information Form for Nurses, Skovholt Professional Resilience and Self-Care Inventory (SPSI) and Employee Quality of Life Scale (EQLS). Descriptive statistics, Student t and ANOVA tests were used for data analysis and Bonferroni correction method was used for further statistical analysis. Pearson Correlation analysis and then Linear Regression analysis were used for relationship analyses. According to the results of the study, it was determined that the SPSE levels of the nurses were above the average, and the statistical difference between the income status, mental and physical health perceptions, status of choosing the profession, working style, satisfaction levels and SPSE scale score was significant when compared with sociodemographic and occupational characteristics (p<0.05). According to the mean scores of the participants on the SPSE scale; the mean score of professional satisfaction was found to be low, the mean score of burnout was found to be medium, and the mean score of compassion intensity was found to be high (p<0.05). It was determined that there was a positive and moderately significant relationship between SPSE all subscale and total mean scores and professional satisfaction, a negative and moderately significant relationship with burnout, and a negative and weakly significant relationship with compassion fatigue (p<0.05). It was found that as the professional resilience levels of the nurses increased, their professional satisfaction levels increased, burnout and compassion fatigue levels decreased. In line with the results of the study, it was recommended that awareness should be raised about self-care and professional resilience, professional satisfaction of nurses should be increased, and psychiatric nurses should provide counselling to their colleagues within the scope of consultant liaison nursing.
  • Item
    Primipar gebelerde psikososyal sağlık düzeyinin anne bebek bağlanması ile ilişkisi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2022) Esen, Arzu; Taşkın, Lale
    Gebelikte kadının psikolojisini ve sosyal yaşamını olumsuz etkileyen faktörler, anne ve çocuk sağlığını bozmaktadır. Literatürde, gebelikte genellikle göz ardı edilen psikososyal sağlığın da fiziksel sağlık kadar önemli olduğu ve ön planda tutulması gerektiğine işaret edilmektedir. Gebenin sosyal çevreye iyi bir şekilde uyum gösterebilmesi ve yaşadığı sosyal çevrede sağlığını bozabilecek olumsuzlukların olmaması için gebenin değerlendirilmesi ve ihtiyaç duyduğu psikososyal bakım hizmetlerinin sunulması önemlidir. Gebelerin psikososyal değerlendirmeleri annenin bebeğiyle bağlanması açısından da oldukça önemlidir. Araştırma Kastamonu Şehir Hastanesi’nin Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniği’ne başvuran primipar gebelerle yürütülmüştür. Araştırmanın örneklemini 15.11.2021-15.12.2021 tarihleri arasında Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniği’ne başvuran 232 gönüllü gebe oluşturmuştur. Veriler üç form ile toplanmıştır. Araştırmacı tarafından hazırlanan 15 maddelik Gebe Bilgi Formu ve Gebelikte Psikososyal Sağlığı Değerlendirme Ölçeği (GPSDÖ) gebelere uygulanmıştır. Doğumdan sonra iki hafta içinde gebeler telefonla aranmış ve Anne Bebek Bağlanma Ölçeği (ABBÖ) araştırmacı tarafından annelere soru yöneltilerek doldurulmuştur. İstatistiksel analizler SPSS (IBM SPSS Statistics 24) program, “Mann-Whitney U” test (Z-tablo değeri), “Kruskal-Wallis H” test (χ2-tablo değeri) testleri kullanılarak analiz edilmiştir. Normal dağılıma sahip olmayan iki nicel değişkenin ilişkilerinin incelenmesinde “Spearman” korelasyon katsayısı kullanılmıştır. Gebelerin GPSDÖ’den aldıkları toplam puan ortalamasının 4,02±.0,35 Anne Bebek Bağlanma Ölçeği (ABBÖ) toplam puan ortalamasının ise 1,77±1,62 saptanmıştır. GPSDÖ tüm alt boyutlarının kadının yaşı, mesleği, eğitim durumu, gelir düzeyi, gebeliğin planlı olup olmamasından etkilendiği saptanmıştır. ABBÖ ile GPSDÖ alt boyutları ve toplam puanı arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunamamıştır (p>0,05). Psikososyal sağlık düzeyiyle anne bebek bağlanması arasındaki ilişkiyi ve etkileyen faktörleri inceleyen kanıt düzeyi yüksek daha fazla araştırma yapılması önerilebilir. Bu çalışmanın farklı bölgelerden örneklem seçilerek daha büyük bir örneklem grubunda yapılması, farklı sosyokültürel bölgelerdeki özellikleri ortaya çıkarması bakımından önerilir. Factors that negatively affect a woman's psychology and social life during pregnancy harm mother and child health. In the literature, it is pointed out that psychosocial health, which is often ignored during pregnancy, is as important as physical health and should be prioritized. Evaluation of the pregnant and her psychosocial care needed by the pregnant are important for the adaptation to the social environment and avoid the adverse effects that may impair her health in the social environment in which she lives. Psychosocial evaluations of pregnant women are also critical regarding the mother's binding with her baby. In this research, was conducted on primiparous pregnant women who applied to the Gynecology and Obstetrics Clinic of Kastamonu City Hospital. The study sample consists of 235 voluntary pregnant women who apply to the Obstetrics and Gynecology Polyclinic between 15.11.2021 and 15.12.2021. Data were collected in three separate forms. Two of them which applied to pregnants are 15-item Pregnant Information Form (PIF) prepared by the researcher and Psychosocial Health Assessment Scale in Pregnancy (PHASP). The third one, filled by researcher, according to answers that asked questions by phone call to mothers in two weeks after birth is Mother and Baby Binding Scale (MBBS). Statistical analyzes were analyzed using SPSS (IBM SPSS Statistics 24) program, “Mann-Whitney U” test (Z-table value), and “Kruskal-Wallis H” test (χ2-table value). “Spearman” correlation coefficient was used to examine the relationships of two quantitative variables that do not have a normal distribution. The mean total score of pregnant women in the PHASP was 4.02±.0.35, which is reasonable, while the mean MBBS total score of the women was a solid 1.77±1.62. It was determined that MBBS was affected by social pressure and the influence of this pressure on the spouse. At the same time, PHASP sub-dimensions were positively or negatively affected by the woman's age, occupation, education level, and income level, and whether the pregnancy was planned or not. No statistically significant correlation was found between MBBS and PHASP sub-dimensions and the total score (p>0.05). It may be recommended to more research with high level of evidence examining the relationship between the level of psychosocial health and Mother and Baby Binding Scale (MBBS) and the factors affecting it. It is recommended that this study be carried out in a larger sample group by selecting samples from different regions, in order to reveal the characteristics in different sociocultural regions.
  • Thumbnail Image
    Item
    Miyokad infarktüsü geçiren bireylerin travma sonrası büyüme durumları, deneyimleri ve yaşamlarına etkisi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Coşkun, Tayfun; Akgün Çıtak, Ebru
    Bu araştırma miyokard infarktüsü geçiren bireylerin travma sonrası büyüme durumlarını, deneyimlerini ve yaşamlarına etkilerini belirleyebilmek amacıyla tanımlayıcı bir yapıda, karma yöntem kullanılarak yapılmıştır. Travma sonrası büyüme durumları birinci aşamada nicel olarak değerlendirilirken, miyokard infarktüsü deneyimleri ise ikinci aşamada nitel olarak değerlendirilmiştir. Araştırma Ağustos-Aralık 2018 tarihinde Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi‟nin kardiyoloji poliklinik, koroner yoğun bakım ve kardiyoloji servisinde takip ya da tedavi edilen; nicel kısmı için 86 birey, nitel kısmı için 10 birey ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın verileri, “Demografik Form ve Sağlık Davranışları ile ilgili Tanıtıcı Bilgi Formu”, “Travma Sonrası Büyüme Envanteri” ve “Yarı Yapılandırılmış Görüşme Formu” ile toplanmıştır. Araştırmaya 18 yaş ve üzerinde olan, en az iki ay önce miyokard infarktüsü geçiren, deliryum, demans ve diğer mental problemleri bulunmayan, araştırmaya katılmaya gönüllü, bilgilendirilmiş olur formunu onaylayabilecek durumda olan, Türkçe bilen ve iletişim kurmaya engel bir durumu olmayan bireyler dahil edilmiştir. Araştırmaya katılan bireylerin TSBE‟ne verdikleri cevapların ortalama puanı 49.95  21.54‟dür. Bireylerin çalışma durumlarına göre tam gün ve yarım gün ya da belli saatlerde çalıştıklarını belirten bireylerin başkalarıyla ilişkilerde değişim alt boyut puan ortalamaları çalışmayan bireylere göre daha yüksek bulunmuştur (p<0,05). Bireylerin ilaç kullanım düzenlerine göre ilaçlarını „her zaman‟ ve „çoğu zaman‟ düzenli kullandıklarını belirten bireylerin TSBE toplam puan ortalaması, başkalarıyla ilişkilerde değişim ve yaşam felsefesinde değişim alt boyutu puan ortalamaları diğer bireylerden daha yüksektir (p<0,05). Bireylerin egzersiz yapma durumlarına göre „her zaman‟ egzersizlerini düzenli yaptıklarını belirten bireylerin benlik algısında değişim alt boyutu puan ortalamaları diğer bireylerden daha yüksektir (p<0,05). Bireylerin kontrollerine düzenli gitme durumlarına göre „her zaman‟ kontrollerine düzenli gittiklerini belirten bireylerin TSBE toplam puanı ve yaşam felsefesinde değişim, başkalarıyla ilişkilerde değişim alt boyutları puan ortalamaları diğer bireylerden daha yüksektir (p<0,05). Miyokard infarktüsü geçiren bireylerle yapılan görüşmelerin incelenmesi sonucunda duygular, olumlu etkiler ve olumsuz etkiler olmak üzere üç ana tema, 16 adet alt tema elde edilmiştir. Miyokard infarktüsü geçiren bireylerin travma sonrası büyüme durumları incelenirken sosyodemografik özellikleri ve sağlık davranışlarının travma sonrası büyümede etkili olduğunun hemşireler tarafından göz önünde bulundurulması önerilmektedir. The aim of this study was to determine post-traumatic growth status, experiences and effects of trauma on the lives of individuals with myocardial infarction. Posttraumatic growth conditions were evaluated quantitatively in the first stage and myocardial infarction experiences were evaluated qualitatively in the second stage. The study was carried out between August-December 2018 in BaĢkent University Ankara Hospital, cardiology clinic, coronary intensive care and cardiology department, 86 individuals for the quantitative part and 10 individuals for the qualitative part. The data of the study were collected with “demographic form and descriptive data about health behaviors”, “post-traumatic growth inventory” and “semi-structured form”. The study included individuals aged 18 years and over, who had had myocardial infarction at least two months ago, had no delirium, dementia or other mental problems, were willing to participate in the study, were able to approve the informed consent form, and had no disability to communicate. The mean score of the participants in the study was 49,95  21,54. According to the working status of individuals working in full-time and half-day or at certain hours of change in the relationship with others sub-dimension mean scores of individuals who were found to be higher than non-working individuals. According to the drug usage patterns of individuals, the mean scores of TSBE, change in relationships with others and change in life philosophy sub-dimension scores of individuals who stated that they use their medication „always‟ and „often‟ regularly are higher than other individuals. According to the status of individuals exercising düzenli always düzenli regular self-perception sub-dimension of the individuals who stated that they do regular exercise scores are higher than other individuals. According to the status of the individuals who go to the controls regularly, the mean scores of TSBE total score and change in life philosophy and the sub-dimensions of change in relationships with others are higher than the other individuals. As a result of the interviews conducted with individuals who had myocardial infarction, three main themes, emotions, positive effects and negative effects, and 16 sub-themes were obtained. It is recommended that nurses consider the sociodemographic characteristics and health behaviors of post-traumatic growth behaviors of individuals with myocardial infarction.
  • Thumbnail Image
    Item
    Kanser hastaları yakınları ve hemşirelerin ölüme ve iyi ölüme ilişkin görüşleri
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Özyalçın, Dilan; Çevik, Banu
    Bu çalışma; kanser hastaları, hasta yakınları ve hemşirelerin ölüme ve iyi ölüme ilişkin görüşlerini belirlemek amacıyla tanımlayıcı ve kesitsel olarak yapılmıştır. Araştırma, Ankara‟da Başkent Üniversitesi Hastanesinin erişkin ve cerrahi kliniklerinde yatan 100 hasta, 100 hasta yakını ve 100 hemşire ile gerçekleştirilmiştir. Araştırma verileri Hasta, Hasta Yakını ve Hemşire Kişisel Bilgi Formu, Ölüme İlişkin Tutum Profil Ölçeği ve İyi Ölüm Ölçeği kullanılarak, 15 Temmuz 2018 - 1 Aralık 2018 tarihleri arasında toplanmıitır. Çalıimaya en az bir yıl süre ile kanser tedavisi gören, 18 yaiın üzerinde, okuma yazma bilen ve sözel iletiiim kurabilen, çalıĢmaya katılmaya gönüllü olanlar hastalar kabul edilmiĢtir. Hastanın bakım gereksinimlerini hastanede yatarken karşılayan, 18 yaiın üzerinde, sözel iletişim kurabilen okuma yazma bilen ve çalışmaya katılmaya istekli olan hasta yakınları ve lisans mezunu olan, çalışmaya katılmayı kabul eden hemşireler örneklemi oluşturmuştur. Hemşireler ölüm kavramını fizyolojik olarak fonksiyonların durması, hasta ve hasta yakınları iyi ölümü acı çekmeden yaşamak olarak tanımlamışlardır. Çalışmaya katılan hastaların iyi ölüm ölçeği ve ölüme ilişkin tutum profil ölçeği puan ortalaması hasta yakını ve hemşirelerden yüksek olup, hasta ve hasta yakınları iyi ölüm konusunda hemşirelere göre daha iyi düşüncelere sahiptirler. Çalışmada evli olan hemşirelerin iyi ölüm ölçeği puan ortalaması bekar olanlara göre yüksek bulunmuştur (p<0.05). Hastaların yaşları, cinsiyetleri, medeni durumları ile ölüm korkusu, ölümden kaçınma, kabul edici yaklaşım ve DAP-R ölçek toplam puanları arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur (p<0.05). Hasta yakınlarından 48-58 yaş grubunda olan ve evli olanları ölüme ilişkin tutum profil ölçeği puan ortalamaları yüksektir. Hastanede ölmek isteyen hasta ve hasta yakınlarının klinik alt boyut ölçek ortalaması evde ölmek isteyen hastanın klinik alt boyut ölçek ortalamasından yüksek bulunmuştur. Çalışmamızın sonucu olarak hastaların iyi ölüme ilişkin görüşlerinin daha olumlu, ölümden korkma ve kaçınma davranışları daha düşük ve anlamlı bulunmuştur. Hemşirelerin ölüm korkusu ve ölümden kaçınma davranışları daha fazladır. Bu nedenle hemşirelerin yaşam sonu bakım konusuna kapsamlı yer verilmelidir. Hasta ve hasta yakınlarının iyi ölüme karşı tutumlarını etkileyen faktörlerin daha iyi anlaşılabilmesi için başka çalışmaların yapılması önerilebilir. This study has been carried out to find out about the opinions of cancer patients, their relatives and nurses about death and good-death in a more descriptive and crosssectional manner. The study has been conducted with 100 patients hospitalized in the adult and surgical clinics of BaĢkent University Hospital in Ankara together with 100 patients, their 100 companions, as well as 100 nurses working in these clinics. Research data was collected by using patient, patient relatives and nurse personel information form, „‟Death Attitude Profiled-Revised‟‟ and „‟The Good Death Scale‟‟ on between 15th July 2018 and 1st December 2018. Patients who had been undergoing cancer treatment for at least one year, who were over 18 years of age, who were literate and able to communicate verbally, who were volunteered to participate in the study were admitted to research. The patient relatives who meet the patient‟s care requirements while in hospital, who were over 18 years of age, who were literate and able to communicate verbally and who were willingness to participate in the study and the nurses with bachelor‟s degree who accepted to participatein the research created the sample. The nurses have defined the death as function interruption physically while the patients and patient relatives have defined the good death as living without suffering. While the point average between the good death scale and the death attitude profile scale of the patients who participated in the study is higher than the patient relatives and nurses; patients and patient relatives have better thoughts about the good death. In the study, it has been found that good death scale point average of the married nurses are higher than the single ones (p<0.05). A statistically significant relation has been found between the ages, genders, marital status of patients and the fear of death, death avoidance, acceptable approach and the total scores of DAP-R scale (p<0.05). The clinical sub-dimension scale average of the patients and patient relatives who want to die in the hospital has been found higher than the clinical sub-dimension scale average of the patients who want to die at home. As a result of our study, patients‟ views about good death were found to be more positive, fear of death and avoidance behaviors were lower and meaningful. Nurse have more fear of death and avoidance of death. Therefore, comprehensive care should be given to the end-of-life care of nurses.
  • Thumbnail Image
    Item
    Palyatif bakım hastalarının ve hemşirelerinin itibarlı bakıma ilişkin görüşleri
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Eskigülek, Yasemin; Kav, Sultan
    Bu çalışma palyatif bakım hastalarının ve bu alanda çalışan hemşirelerin itibarlı bakım konusundaki görüşlerinin incelenmesi ve Hasta İtibar Envanteri’nin Türkçe geçerlilik ve güvenilirliğinin değerlendirilmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir. Tanımlayıcı ve metodolojik tipteki bu araştırma iki aşamadan oluşmaktadır. İlk aşama Chochinov ve arkadaşları tarafından Kanada’da geliştirilen “Hasta İtibar Envanteri’nin” Türk toplumunda geçerlilik ve güvenilirlik çalışması olup örneklemini Ankara’da iki üniversite hastanesinin kliniklerinde yatan 127 ileri evre kanser hastası oluşturmuştur. Çalışmada demografik form, Palyatif Performans Skoru, Hasta İtibar Envanteri ve Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği kullanılmıştır. Hasta İtibar Envanteri ilk uygulamadan en az bir hafta sonra 32 hastaya tekrar uygulanmıştır. İkinci aşamada ise 10 palyatif bakım hastası ve bu hastalarla çalışan 10 hemşirenin itibarlı bakıma ilişkin görüşleri birebir yarı yapılandırılmış görüşme tekniğiyle incelenmiştir. Çalışma Şubat-Temmuz 2018 tarihleri arasında yapılmıştır. Hasta İtibar Envanteri dil geçerliliği sağlandıktan sonra uzman görüşüne sunulmuş ve uygun bulunmuştur. Cronbach alfa değeri ilk uygulamada 0.94, ikinci uygulamada 0.90 olarak elde edilmiştir. Ölçeğin toplam puanı ilk uygulamada 46.85±18.49 (min:25- max:125), ikinci uygulanmasında ise 40.78±13.96 (min:25-max: 70) olarak bulunmuştur. Ölçeğin yapı geçerliliğini incelemek için açımlayıcı faktör analizi ve doğrulayıcı faktör analizi yapılmıştır. Açımlayıcı faktör analizinde Kaiser-Meyer- Olkin örneklem yeterliği ölçütü değeri 0.89; faktör analizi yeterliği ölçütü Bartlett Küresellik Testi p<0.000 olarak bulunmuştur. Hasta İtibar Envanterinin Türkçe versiyonunun yapı geçerliliği analizleri sonucunda 5 faktör elde edilmiş olup madde dağılımlarında orijinal ölçekle farklılıklar olduğu belirlenmiştir. Elde edilen 5 faktörün varyansın % 68.7’sini açıkladığı saptanmıştır. Hastalarla yapılan görüşmelerin çözümlemesi sonucunda saygınlık, bakım uygulamaları ve yararlılık şeklinde 3 ana tema elde edilmiştir. Hemşirelerle yapılan görüşmelerde ise veriler saygınlığın sürdürülmesi; engeller ve öneriler ile bakımın sonuçları olarak üç ana başlık altında toplanmıştır. Sonuç olarak Hasta İtibar Envanterinin Türk toplumu için geçerli ve güvenilir bir ölçek olduğu belirlenmiştir. Hasta ve hemşirelerle yapılan görüşmelerde itibarlı bakımın hastanın saygınlığını koruyan; sağlık çalışanları ile hasta arasında sağlıklı iletişim kurulmasına ve bireyin kendini değerli ve güvende hissetmesine yol açan olumlu etkilere sahip, hastanın bütüncül bakım almasını sağlayan bir süreç olduğu ve buna bağlı olarak da hemşirenin iş doyumunu artırdığı belirtilmiştir. İtibarlı bakım kültürünü oluşturmak ve sürdürmek için kurumsal politikalar geliştirilmesi; bu politikaların da konuya ilişkin farkındalığı artıracak ve personelin yeterliliklerine göre görevlendirilmelerini sağlayacak; tükenmişliği önleyecek düzenlemeler içermesi önerilmiştir. This study was conducted to investigate the views of the palliative care patients and the nurses working in this field about dignified care and to evaluate Turkish validity and reliability of the Patient Dignity Inventory. This descriptive and methodological study comprise of two phases. The first stage is validity and reliability study of "Patient Dignity Inventory" developed in Canada by Chochinov et al. within the Turkish society with a sample consisted of 127 advanced cancer patients who were hospitalized in the clinics of two university hospitals in Ankara. Demographic form, Palliative Performance Scale, Patient Dignity Inventory and Hospital Anxiety and Depression Scale were used to collect data in the study. Patient Dignity Inventory was reapplied to 32 patients at least one week after the first application. In the second stage, opinions of 10 palliative care patients and 10 nurses working with those patients were investigated relating to dignified care via one-to-one semi-structured interview technique. The study was conducted between February-July 2018. Patient Dignity Inventory was presented to expert opinion after the language validity was provided and, approved by experts. The Cronbach alpha value was calculated as 0.94 for the first application and 0.90 for the second application. The total score of the inventory was 46.85±18.49 (min: 25- max: 125) for the first application and 40.78 ± 13.96 (min: 25-max: 70) for the second application. Explanatory factor analysis and confirmatory factor analysis were performed to examine construct validity of the scale. The Kaiser-Meyer-Olkin sampling adequacy criterion value was found as 0.89 and factor analysis adequacy criterion The Bartlett’s Test of Sphericity was found as p <0.000. Five factors were obtained as result of construct validity analysis of the Turkish version of Patient Dignity Inventory, differing from the original scale in terms of item distribution. It was found that 5 factors obtained by analysis explained 68.7 of total variances. Analysis of the interview data performed with the patients resulted in three themes as respectability, caring practices and usefulness. Three major themes were detected through data of interviews held with nurses such as maintaining respectability; barriers and facilitators and benefits. As a result, it was determined that the Patient Dignity Inventory is a valid and reliable scale for Turkish society. Dignified care is specified through interviews held with patients and nurses as a process that protects patient’s dignity and provides holistic care for the patient resulting in positive effects by establishing healthy communication between healthcare team and patient, and making the patient feel valuable and safe, and therefore enhances job satisfaction of a nurse. Developing institutional policies to build up and maintain a dignified care culture including raising awareness of the issue, assigning staff according to their qualifications and making arrangements to prevent burnout is recommended.
  • Thumbnail Image
    Item
    Hemodiyaliz hastalarının tedavi ve sıvı kısıtlamasına uyum, uyumsuzluk ve öz etkililik durumunun incelenmesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimler Enstitüsü, 2016) Korkmaz, Yasemin; Kav, Sultan
    Tanımlayıcı ve kesitsel tipteki bu araştırma hemodiyaliz hastalarının önerilen tedavi, diyet ve sıvı kısıtlamasına uyum, uyumsuzluk ve öz etkililik durumlarının incelenmesi amacıyla yapılmıştır. Araştırma Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesine bağlı Ümitköy, Çiğdem ve Yenikent Diyaliz Merkezlerinde gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın örneklemini en az 3 aydır hemodiyaliz tedavisi görmekte olan, 18 yaşından büyük ve araştırmaya katılmaya gönüllü 400 birey oluşturmuştur. Verilerin toplanmasında literatürden yararlanılarak hazırlanan anket formu, Genel Öz Yeterlilik Ölçeği ve Diyaliz Diyet ve Sıvı Kısıtlamasına Uyumsuzluk Ölçeği kullanılmıştır. Veriler araştırmacı tarafından yüz yüze görüşerek anket uygulama yoluyla elde edilmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde tanımlayıcı istatistiklerin yanı sıra ki-kare, t testi, ANOVA ve Pearson Korelasyon analizi kullanılmıştır. Araştırmaya katılan hastaların yaş ortalamalarının 56.74 ± 16.09 yıl olduğu, hastaların ortalama 112.13 ± 93.98 ay önce KBY tanısı almış ve ortalama 78.44 ± 69.98 aydır diyaliz tedavi almakta olduğu saptanmıştır. Çalışmaya katılan hastaların genel öz yeterlilik ölçeği toplam puanı ortalamasının 30.62 ± 7.69 olduğu belirlenmiştir. Öz- yeterlilik ölçeği puan ortalamasının erkek, evli, çocuğu olmayan, üniversite mezunu olan, il merkezinde yaşayan ve gelir durumu iyi olanlarda daha yüksek olduğu saptanmıştır (p<0.05). Yaş, cinsiyet, kullandığı ilaç sayısı, kronik böbrek yetmezliği dışında bir hastalık olma durumu ve hemodiyaliz süresinin ilaç tedavisine uyumu etkilediği belirlenmiştir. Hastaların yarıdan fazlasının son 2 haftada diyet (%64.2) ve sıvı kısıtlamasına (%60.0) uyumsuzluk gösterdiği saptanmıştır. Bekar, aile bireyleri ile birlikte yaşayan ve sigara kullananların son 2 haftada diyet ve sıvı kısıtlamasına uyumsuzluk derecesinin daha fazla olduğu görülmüştür. The purpose of this descriptive and cross-sectional study was to evaluate hemodialysis patients’adherence, non-adherence to the treatment,dietaryand fluidrestriction recommendations and self-efficacy. This study has been conducted at the Ümitköy, Çiğdem and Yenikent dialysis centers of Baskent University Ankara Hospital. The sample was included 400 individuals receiving dialysis treatment for at least 3 months,aged over 18 years old and volunteer to participatetothis study. In data collection, a questionnaire that was prepared based on the literature, Turkish version of Dialysis Diet and Fluid Non-Adherence Questionnaire and General Selfefficacy Scale were used. The data was obtained by the researcher via face to face interview. Data were analyzed with using descriptive statistics besides Chi-Square, t-test, ANOVA and Pearson Correlation tests. The mean age of the subjects was 56.74 ± 16.09, the patients were diagnoses for chronic renal failure 112.13 ± 93.98 months prior to dialysis; and they were having dialysis treatment for average 78.44 ± 69.98 months period. The average general self - efficacy scale grade was 30.62 ± 7.69 for the subjects who were enrolled to this study. Self-efficacy scores were higher in male, married, university graduates, who lives in city and higher income level groups (p<0.05). Age, gender, number of medication/tablets, having concomitant diseases and dialyses duration had an impact on medication adherence. More than half of the patients were reported non-adherence to diet ( %64.2) and fluid restriction (%60.0) in the previous 2 weeks. Patients who were single, living with family members and smokers reported higher level of non-adherence.
  • Thumbnail Image
    Item
    Açık kalp ameliyatı olan hastalarda ameliyat öncesi anksiyetelerinin giderilmesinin ameliyat sonrası anksiyete ve ağrı düzeylerine etkisi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2015) Budak, Elif; Ünlü, Hayriye
    Açık kalp ameliyatı, hastalarda duygusal, bilişsel ve fizyolojik reaksiyonların oluşmasına yol açan bir faktördür. Hastanın, fiziksel ve psikolojik olarak ameliyata hazırlanmasında eğitim önemlidir. Bu çalışmanın amacı; açık kalp ameliyatı olan hastalarda ameliyat öncesi anksiyetelerinin giderilmesinin, ameliyat sonrası anksiyete ve ağrı düzeylerine etkisini belirlemektir. Yarı deneysel türde olan bu araştırmanın uygulaması, Ocak 2014 - Ekim 2014 tarihleri arasında Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi Erişkin Kalp-Damar Cerrahisi Servisi’nde ve Erişkin Kalp Damar Cerrahisi Yoğun Bakım’da gerçekleştirilmiştir. Araştırma kapsamına, araştırmaya katılmayı kabul eden 109 hasta alınmıştır. Araştırmanın verileri, “Veri Toplama Formu”, “Durumluk-Sürekli Anksiyete Ölçeği (DSAÖ)” ve “Görsel Analog Skala (GAS)” ile toplanmıştır. Hastaların yaş ortalaması 59.62 olup, %69.7’si erkek, %92.7'si evli, % 49.5’i ilkokul mezunu ve çoğu koroner arter hastalığına (KAH) (%71.6) sahiptir. Hastaların çoğunlukla belirttikleri anksiyete kaynakları bilgi eksikliği (%70.6), aileden uzak kalma (%21.1), ölüm riski (%16.5) ve ağrı (%15.6)’dır. Araştırmada hastaların ameliyat öncesi durumluk anksiyete puan ortalamaları 34.34±9.03, sürekli anksiyete puan ortalamaları 37.98±8.28 olup, ameliyat sonrası durumluk anksiyete puan ortalamaları 35.94±8.92’dir. Hastaların ameliyat öncesi ve sonrası durumluk anksiyete puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmamıştır (p>0.05). Hastaların ameliyat öncesi ve sonrası durumluk anksiyete puan ortalamaları ile ağrı puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Sonuç; hastaların özellikleri göz önünde bulundurularak sağlanan ameliyat öncesi hazırlığın, bireyselleştirilmiş hasta merkezli bir eğitim ile anksiyete düzeylerini azaltabileceği ve ameliyat sonrası hızlı iyileşmeyi sağlayabileceği saptanmıştır. Hasta eğitiminin etkinliğinin arttırılması için eğitimde görsel materyaller (broşür, resim, video gibi) kullanılabilir. Hemşirelik müfredat programlarında, hasta merkezli bakım ve hasta eğitimine ilişkin ders saatleri arttırılabilir. Hemşirelik öğrencilerinin hastane uygulamaları sırasında hasta eğitimine ilişkin becerileri geliştirilebilir ve mezuniyet sonrası düzenli hizmet içi eğitimlerle hasta eğitimine ilişkin bilgiler pekiştirilebilir. Open heart surgery may produce emotional, cognitive, and physiological side effects. Training is essential in preoperative physical and psychological preparation of patients. This study aims to investigate the effects of preoperative anxiety management on postoperative anxiety and pain severity in patients undergoing open heart surgery. This semi-experimental study included 109 volunteers who were admitted to Baskent University Ankara Hospital, Adult Cardiovascular Surgery Clinic and Cardiovascular Surgery Intensive Care Unit between January and October 2014. Data were collected using the “Data Collection Form”, “State-Trait Anxiety Inventory (STAI)”, and “Visual Analogue Scale (VAS)”. The mean age was 59.62 years. Of the patients, 69.7% were males and 92.7% were married, and 49.5% were graduated from primary school. Majority of the patients (71.6%) had concomitant coronary artery disease. Anxiety was mostly originated from lack of knowledge on surgery (70.6%), leaving the relatives (21.1%), fear of death (16.5%), and pain (15.6%). The mean preoperative state and trait anxiety scores were 34.34±9.03 and 37.98±8.28, respectively. The mean postoperative state anxiety scores were 35.94±8.92. There was no statistically significant difference in the mean pre- and postoperative state anxiety scores (p>0.05). However, the mean pre- and postoperative state anxiety scores were statistically significantly associated with the mean pain score (p<0.05). In conclusion, preoperative anxiety management based on individual patient’s characteristics in combination with individualized patientcentered education may reduce the degree of anxiety and improve postoperative healing. Visual materials such as leaflets, images, and video can be used to increase the effectiveness of patient education. In addition, the nursing curriculum can be expanded by the addition of patient-centered care and patient education. Nursing skills of the students should be improved and comprehensive patient education should be reinforced with postgraduate continuous education programs.