Sağlık Bilimleri Enstitüsü / Health Science Institute
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11727/1393
Browse
88 results
Search Results
Item Vitiligolu hastalarda işitsel değerlendirme(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Gezici, Ayşe; Erbek, Selim SermedVitiligo, cildin herhangi bir bölgesinde oluşan ve sınırlı, beyaz lekelerle seyreden bir pigmentasyon bozukluğu hastalığıdır. Çalışmamızın amacı; vitiligolu hastalarda iç kulak ve efferent işitme sistemini saf ses odyometri, geçici uyarılmış otoakustik emisyon (TEOAE) ve kontralateral supresyon testi ile incelemektir. Çalışmaya 31 vitiligo hastası ve 32 sağlıklı birey olmak üzere toplam 63 kişi dahil edilmiştir. Katılımcıların immitansmetrik ölçümleri yapıldıktan sonra saf ses odyometri ile işitme eşikleri ölçülmüştür. Daha sonra her iki grubun geçici uyarılmış otoakustik emisyon testiyle değerlendirmesi, kontrolateral akustik stimülasyon (KAS) verilmeden önce ve 70 dB dar band KAS verilirken olacak şekilde iki aşamalı olarak ölçülmüştür. Vitiligo hastalarının yaş ortalaması 36,81±8,36, kontrol grubunun yaş ortalaması 37,44±7,67 olup, istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmadı (p=0,756). Bireylerin tamamında timpanogram sonuçları normal sınırlarda bulundu. 125Hz- 16000Hz frekansları arasında vitiligo hastaları ve kontrol grubu saf ses işitme eşikleri karşılaştırıldığında, bütün frekanslarda vitiligo hastalarının saf ses işitme eşikleri daha yüksek olarak bulundu. Bu fark tüm frekanslarda istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0,05). İki grup TEOAE sonuçları karşılaştırıldığında, vitiligolu hastalardan alınan emisyon yanıtları kontrol grubuna göre tüm frekanslarda istatistiksel olarak anlamlı düĢük saptandı (p<0,05). Kontralateral supresyon miktarları karşılaştırıldığında; vitiligo hasta grubunda 4000 Hz frekansı dışında tüm frekanslarda, kontrol grubunda tüm frekanslarda supresyon anlamlı derecede saptandı (p˂0.05). Sensörinöral hipoakuzi ile cinsiyet ve vitiligo hastalık süresi arasında istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edilmedi (p˃0.05). Sonuç olarak elde ettiğimiz bulgular, vitiligo hastalığında işitsel disfonksiyon varlığını göstermektedir. Vitiligo tanısı konulduğunda hastaların odyolojik değerlendirmesi yapılmalı ve hastalar olası otolojik tutulum hakkında bilgilendirilmelidir. Vitiligo hastalarında iç kulak fonksiyonlarının etkilenimi ve bu olası etkilenimler ile ilişkili olabilecek hastalık özelliklerine yönelik çalışmalara devam edilmelidir. Vitiligo is a pigmentation disorder that occurs in any region of the skin and is characterized by limited, white spots. The aim of our work was to examine the inner ear and efferent auditory system by using transient evoked otoacoustic emission (TEOAE) and contralateral suppression test in vitiligo patients. A total of 63 subjects; 31 patients with vitiligo and 32 healthy subjects had been participated in the study. Immitansmetric measurements of participants were performed, and then their hearing levels were measured by applying pure tone audiometry. The evaluation of each group with otoacoustic emission test was performed in two stages: before giving contralateral acoustic stimulation (CAS) and during 70 dB narrow band contralateral acoustic stimulation. Mean age of patients with vitiligo was 36,81±8,36, mean age of control group was 37,44±7,67 and the difference between two groups was not statistically significant (p=0,756). Tympanogram results of all subjects were within normal limits. By comparison pure tone hearing levels between vitiligo and control group at 125Hz- 16000 Hz frequency, pure tone hearing levels of vitiligo patients at all frequencies were higher than the control group. These differences were found statistically significant at all frequencies (p<0,05). When compared two group's TEOAE results, emission results obtained from vitiligo patients were statistically significantly lower than control group at all frequencies (p<0,05). When the rates of contralateral suppression were compared; suppression was detected at all frequencies in the vitiligo patient group, except for the frequency of 4000 Hz and detected at all frequencies in the control group at a significant level (p<0,05). There was no statistically significant difference between sensorineural hypoacusis and sex and duration of vitiligo disease (p˃0.05). As a result, our findings indicate the presence of auditory dysfunction in vitiligo. When the vitiligo has been diagnosed, the patients should undergo audiologic evaluation and should be informed about possible pathological involvement. Future studies should continue about inner ear condition in vitiligo patients and potential interactions that may be associated with disease characteristics.Item Sıçanlarda farklı karbonhidrat örüntüsüne sahip diyetlerin davranış üzerine etkisinin incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Parlak Özer, Zeynep; Saka, MendaneDüşük karbonhidratlı yüksek yağlı diyet tüketimi obezitenin yanı sıra anksiyete ve depresyon gibi duygusal bozukluklara neden olduğu bilinmektedir. Bu çalışma, farklı karbonhidrat ve yağ örüntüsüne sahip diyetlerin sıçanların vücut ağırlığı, perirenal yağ miktarı, besin alımı, kan keton düzeyi ve davranış parametreleri üzerindeki etkisini belirlemek amacı ile planlanmıştır. Çalışmada 40 adet Wistar albino erkek sıçan kontrol (K), ılımlı karbonhidrat (IK), ılımlı düşük karbonhidrat (IDK) ve çok düşük karbonhidrat (ÇDK) içeren diyetlerle beslenmek üzere 4 gruba ayrılmıştır. Deney süresince günlük yem tüketim kaydı alınmış, haftalık ağırlık takibi yapılmış ve davranış analizleri yapılmış ve iki haftada bir kere kuyruk veninden kan keton düzeyi ölçülmüştür. Kontrol, ılımlı karbonhidrat, ılımlı düşük karbonhidrat ve çok düşük karbonhidrat içeren diyetlerle hafta süresince beslenen sıçanlarda başlangıca göre ağırlık artışı anlamlıdır (K grubu p˂0.05, IK p˂0.05, IDK p˂0.05, ÇDK p˂0.05). Sadece çok düşük karbonhidrat içeren diyetle beslenen sıçanların 21. ve 28. günde ağırlıkları kontrolden yüksektir (p˂0.05, p˂0.05). Çok düşük karbonhidrat grubunun β-hidroksibütirat düzeyi (BHB) 14. günde yükselmiş bu yükseklik 28.günde de devam etmiştir. Ilımlı düşük karbonhidrat grubunun BHB düzeyi ise 28. günde yükselmiştir. Kontrol ve ılımlı karbonhidrat gruplarının BHB düzeylerinde artış belirlenmemiştir. Çalışmanın başından 28. güne BHB düzeylerinin artışı ve artış oranının gruplar arası farkına bakıldığında IDK ve ÇDK grupları K ve IK grubundan anlam düzeyde yüksek bulunmuştur. Hareketsizlik süreleri (oturma ya da uzanma sırasında hareketin olmaması) 28. günde başlangıca göre K (p˂0.05), IK (p˂0.05), IDK grubunda (p˂0.05) artış gösterirken; ÇDK grubunda (p˃0.05) farklılık bulunmamıştır. Davranış parametreleri ile kan keton düzeyi arasında korelasyon bulunmamıştır (p˂0.05). Bu çalışma davranış ve keton düzeyi arasındaki ilişkiyi inceleyen ilk çalışmadır. Wistar albino erkek sıçanlarda yağ:karbonhidra+protein 1.01 ve 0.4 olan diyetlerle BHB’inkontrol grubundan anlamlı derecede yüksek olduğu gösterilmiştir. Yükselmiş kan keton düzeyine maruziyet süresinin davranış üzerine farklı etkileri olabileceği düşünülmektedir. Low-carbohydrate, high-fat dietary intake is known to cause obesity, as well as emotional disturbances such as anxiety and depression. This study was designed to investiate the impact of diets with different carbohydrate and fat patterns on parameters such as body weight, perirenal fat amount, food consumption, blood ketone level and behavior in rats. In the study, 40 Wistar albino male rats were divided into four groups to be fed with different diets including control (C), moderate carbohydrate MC, moderately low carbohydrate (MLC), and very low carbohydrate (VLC). During the experiment, daily food consumption rates were recorded; weekly weight changes were tracked; behavioral analyses were performed; and blood ketone level was measured every two weeks with blood drawn from tail vein. There was a significant increase in body weight of rats fed with control, moderate carbohydrate, moderately low carbohydrate and very low carbohydrate diets compared to the initial weights (C group p˂0.05, MC p˂0.05, MLC p˂0.05, VLC p˂0.05). The weight of rats fed only with low carbohydrate diets was heavier than control on the 21st and 28th days (p˂0.05, p˂0.05). The β-hydroxybutyrate (BHB) level of VLC group was higher on the 14th day and this increase was olso observed on the 28th day. The BHB level of VLC group, on the other hand, got higher on the 28th day. When the increase in BHB levels and the difference in the increase rate between the groups were examined from the beginning to the 28th day of the study, the MLC and the VLC groups were found meaningfully higher in the C and MC groups. There was not any increase in the BHB levels of C and MC groups. While the immobility duration (no movement during sitting or lying down) increased in C (p˂0.05), MC (p˂0.05), and VLC groups on the 28th day compared to the beginning, there was not any significant difference in VLC group (p˃0.05). There was no correlation between ketone level and behavior parametres. As being the first study to examine the relationship between behavior and ketone level, this study demonstrated that BHB and diets with fat:carbohydrate+protein at 1:01 and 0:4 for male rats was significantly higher than the control in male Wistar rats. It is thought that the duration of exposure to elevated blood ketone levels may have different effects on behavior.Item İki farklı kapaklı braket sistemi kullanılarak yapılan sabit ortodontik tedavi sırasında hissedilen ağrının karşılaştırılması(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Dedeoğlu, Mustafa; Polat Özsoy, ÖmürBu çalışmanın amacı, iki farklı kapaklı braket sistemi kullanılarak tedavi edilen hastalarda ilk ark teli uygulanması sonrası hissedilen ağrının çeşitli zaman aralıklarında karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesidir. Çalışmamıza randomize olarak seçilmiş 17’şerli iki grupta Angle Sınıf I maloklüzyon ve basit çapraşıklığa sahip 34 hasta dahil edilmiştir. Standart olarak ağızda 2. molar - 2. molar arası sürmüş tüm daimi dişler aynı seans braketlenmiştir. 1. grupta Damon Q, 2. grupta SmartClip SL3 braketler uygulanmıştır. Damon Q grubunda başlangıç ark teli olarak 0.014 inç bakır nitinol, SmartClip grubunda 0.014 inç süper elastik nitinol ark telleri kullanılmıştır. Hastalara başlangıç ark teli bağlandıktan hemen sonra 7 sayfalık bir ağrı ölçüm formu verilmiştir. Bu form, braketlemeden hemen sonraki 2. saat, 6. saat, 2. gün, 3. gün ve 7. günde hastaların çiğneme, ön dişler üzerinde ısırma ve arka dişler üzerinde ısırma sırasında hissettikleri ağrı düzeylerini üzerlerine dikey birer çizgi çizerek işaretlemeleri istenen, her sayfada 100’er mm’lik 3’er adet görsel analog skalası (VAS) içermektedir. Skalanın başlangıcında hissedilen ağrı ‘’hiç yok‘’ anlamına gelen 0 değeri, sonunda hissedilebilecek ‘’en şiddetli’’ ağrı anlamına gelen 10 değeri bulunmaktadır. Katılımcılardan 8. günde doldurdukları formları doktoruna geri getirmeleri istenmiştir. Hastalardan toplanan ağrı ölçüm formları üzerinde işaretlenen VAS değerleri cetvel ile manuel olarak ölçülmüş ve kaydedilmiştir. Bu çalışmada elde edilen veriler SPSS Statistics Version 20 paket programıyla analiz edilmiştir. Gruplar arasındaki farklılıklar incelenirken değişkenlerin normal dağılım göstermemesi nedeniyle Mann-Whitney U testinden yararlanılmıştır. İkiden çok bağımlı değişkenlerin analizlerinde normal dağılım göstermemeleri nedeniyle Friedman’s Two-Way ANOVA kullanılmış, anlamlı farklılıkların çıkması durumunda Çoklu Karşılaştırma Testleri’nden yararlanılarak birbiriyle farklılık gösteren değişkenler tespit edilmiştir. Çalışma sonuçlarına göre, SmartClip grubunda 2. ve 6. saatte çiğnemede daha az ağrı hissedildiği tespit edilmiştir. Damon grubunda ağrı 6. saatte, SmartClip grubundaysa 2.günde maksimum seviyeye ulaşmıştır. SmartClip grubu ilk iki günde çiğnemede daha düşük ağrı hissederken, 2. gün ve sonrasında Damon grubuyla benzer ölçüde ağrı skorları bildirmişlerdir. İki braket sistemi arasında ön ve arka dişler üzerinde ısırmada yapılan ölçümlerde herhangi bir zaman diliminde istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunamamıştır. The aim of this study is to compare pain levels of patients treated with 2 different passive self-ligating bracket systems right after initial archwire placement at different time intervals. A total of 34 patients-17 in each group- that had Angle class I malocclusion with mild crowding were selected randomly. Brackets were placed on all erupted permanent teeth from 2nd molar to 2nd molar at the same session for all patients. 0.014 inch copper nitinol and 0.014 inch super-elastic nitinol archwires were selected for Damon Q and SmartClip SL3 systems respectively. 7 page questionnaires that consist of 3 visual analog scales (VAS) of 100 mm length per each page were handled to patients right after initial archwire placement so that patients could mark their pain levels while chewing, biting with anterior teeth and biting with posterior teeth at 2nd hour, 6th hour, 2nd day, 3rd day and 7th day time intervals. On VAS, 0 indicated ‘’no pain’’ while 10 indicated ‘’unbearable pain’’ from left to right. Patients were asked to mark their pain levels with a straight line on the scales. Patients were told to bring their questionnaires back on the 8th day. The pain scores were measured manually with a ruler and noted. Data were analyzed by SPSS Statistics Version 20. Mann-Whitney U test was used for evaluating differences between groups, since the variables were not normally distributed. Friedman’s Two-Way ANOVA was used for analysis of multiple dependent variables due to non-normal distribution of variables. Variables that differ from each other were determined by using Multiple Comparison Tests in case of significant differences. According to our study, SmartClip group reported less pain at the 2nd and the 6th hours while chewing. Pain levels were the highest at the 6th hour and the 2nd day for Damon Q and SmartClip SL3 groups respectively. The SmartClip group reported more pain for the first two days and after the 2nd day pain scores were very similarwith the Damon group. No statistically significant differences were reported between the groups at any time interval while biting on anterior nor posterior teeth.Item Subakromiyal sıkışma sendromunda torakolumbal fasya esnekliğinin değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Sarıoğlu, Kübra; Özünlü Pekyavaş, NihanBu çalışmanın amacı Subakromiyal Sıkışma Sendromlu (SSS) bireylerde Torakolumbal Fasya (TLF) esnekliğinin değerlendirilmesidir. Bu amaçla subakromiyal sıkışma sendromu tanısı almış (n=30) ve sağlıklı (n=30) toplam 60 birey çalışmamıza dahil edildi. Her iki grup bireyin ağrı şiddetleri Görsel Analog Skalası ile, gövde esneklikleri Modifiye Schober testi ve mezura ölçümü ile, gövde eklem hareket açıklıkları (fleksiyon, ekstansiyon ve lateral fleksiyon) gonyometrik ölçüm ile, torakolumbal fasya esneklikleri gonyometrik platform üzerinde rotasyonel ölçüm ve palpasyon ile, lumbal ekstansör kas kısalıkları ve omuz posterior kapsül kısalıkları mezura ile değerlendirildi. İki grup arasında torakolumbal fasya ve gövde esnekliği, gövde eklem hareket açıklıklarından fleksiyon ve ekstansiyon, gövde esneklik testlerinden rotasyon ve lateral fleksiyon ile istirahat ve gece ağrısı bakımından istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı (p>0.05). Gövde eklem hareket açıklıklarından lateral fleksiyonda, gövde esneklik testlerinden ekstansiyon yönünde ve aktivite ile oluşan ağrıda istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu (p< 0.05). Çalışmamızın sonuçları bize subakromiyal sıkışma sendromunda torakolumbal fasyanın esnekliğinin etkilemeyebileceğini düĢündürdü. Çalışmadaki bireylerin yaş ortalamasının düşük olmasının ve bu nedenle fasyanın jelatimsi yapısının ve su içeriğinin daha az deformasyonu sonucunda; subakromiyal sıkışma sendromu tanılı hastalarda fasyanın daha az etkilenmiş olabileceğini düşünmekteyiz. Ayrıca ileriki çalışmalarda, objektifliği artırmak için ultrason ve magnetik rezonans görüntüleme gibi yöntemlerin kullanılabileceğini düşünmekteyiz. The aim of this study was to evaluate the thoracolumbar fascia flexibility in patients with subacromial impingement syndrome. For this purpose, a total of 60 subjects who were diagnosed with subacromial impingement syndrome (n = 30) and healthy (n = 30) were included. Pain severity was assesed by visual analogue scale, trunk flexibility with modified schober test and tape measurement, trunk range of motion ( flexion, extension and lateral flexion) by goniometer, thoracolumbar fascia flexibility with rotational measurement on the goniometric platform and palpation, lumbar extensor muscles shortness and shoulder posterior capsule shortness by tape measurement for both groups. There was no statistically significant difference in thoracolumbar fascia and trunk flexibility, trunk flexion and extension range of motion, trunk rotation and lateral flexion flexibility, pain intensity at rest and night between two groups. (p>0.05). There were statistically significant differences in lateral flexion range of motion, trunk flexibility test in the direction of extention and pain intensity at activity (p <0.05). In conclusion, our study showed that the flexibility of the thoracolumbal fascia may not be affected in subacromial impingement syndrome. We think that subjects included in our study were at young ages, therefore it dues to the low average age of individuals and therefore less deformation of the gelatinous structure and water content of the fascia; it is thought to reduce the possibility of adverse effects of fascia in patients with subacromial impingement syndrome. Further studies involving fascia should include more objective assessment methods such as ultrasound and magnetic resonance imaging to improve objectivity.Item Laringofaringeal reflüsü olan hastalarda tuba eustachi, orta kulak ve işitme fonksiyonlarının değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2017) Özbay, Ece; Hızal, EvrenAmaç: Laringofaringeal reflü tanısı alan erişkin bireylerde Tuba Eustachi ve orta kulak fonksiyonlarını değerlendirmek. Gereç ve Yöntem: Çalışma, Başkent Üniversitesi Adana Dr. Turgut Noyan Uygulama ve Araştırma Merkezi Kulak Burun Boğaz Kliniği‘nde yürütüldü. Laringofaringeal reflü tanısı alan ve yaşları 18-60 arasında değişen 26 birey ile sağlıklı 26 birey çalışmaya dahil edildi. Katılımcıların, laringofaringeal reflü ile ilişkili olabilecek belirti ve bulguların varlığını sorgulayan sorulara cevap vermesi istendi. Tüm katılımcılar için Reflü Saptama Skoru ve Reflü Semptom indeksi skorları belirlendi. Tuba Eustachi ve orta kulak fonksiyonlarını değerlendirmek amacıyla tüm katılımcılara elektroakustik immitansmetri, multifrekans timpanometri, akustik refleks, Eustachi fonksiyon testleri ve saf ses odyometrisi yapıldı. Sonuç: Çalışlma grubu ile kontrol grubu arasında Reflü Saptama Skoru, Reflü Semptom indeksi, üst solunum yolu enfeksiyonu geçirme sıklığı ve kulakla ilgili bazı sübjektif semptomlar açısından anlamlı farklılık tespit edildi. Sol kulak ve toplamda her iki kulak için 500 Hz akustik refleks eşikleri açısından gruplar arası anlamlı farklılık saptandı. Uygulanan diğer tüm odyolojik test sonuçları ise gruplar arasında istatistiksel açıdan anlamlı farklılık göstermedi. Laringofaringeal reflü, Tuba Eustachi ve orta kulak ile ilgili bazı klinik belirti ve bulguların daha fazla gözlenmesine neden olabilir. Ancak, elektroakustik immitansmetri, multifrekans timpanometri, akustik refleks, Eustachi fonksiyon testleri ve saf ses odyometrisi gibi odyolojik test sonuçları üzerinde doğrudan bir etkisi gösterilememiştir. Bu konuda yapılacak ileri çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Objective: To evaluate middle ear and auditory tube functions in adult individuals diagnosed with laryngopharyngeal reflux. Materials and Methods: The study was conducted at Baskent University Adana Dr. Turgut Noyan Research and Application Center Otorhinolaryngology Clinic. 26 individuals diagnosed with laryngopharyngeal reflux between the ages of 18-60 and 26 healthy individuals were included in the study. The participants were asked to answer questions examining the presence of symptoms and signs which may be related to laryngopharyngeal reflux. Reflux Finding Score and Reflux Symptom Index scores were determined for all participants. Electroacoustic immitancemetry, multifrequency tympanometry, acoustic reflex, Eustachi function tests and pure tone audimetry were performed on all participants to evaluate middle ear and auditory tube functions. Results: Significant difference was observed between the control group and the experimental group in terms of Reflux Finding Score, Reflux Symptom Index, upper respiratory tract infection frequency and certain subjective symptoms related to the ear. For left ear and both ears in total, significant difference was detected between the groups with regard to acoustic reflex thresholds at 500 Hz. All the other audiological test results did not show significant difference between groups from a statistical point. Laryngopharyngeal reflux might cause certain clinic symptoms and signs related to the auditory tube. However, its direct effect was not shown on audiological test results like electroacoustic immittancemetry, multifrequency tympanometry, acoustic reflex, auditory tube function tests and pure tone audiometry. Futher research is needed on the subject.Item Prelingual dönemde ortaya çıkan işitme kaybının vestibüler labirent üzerindeki etkisi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2017) Tanyeri, Oya; Büyüklü, Adnan Fuatişitme, dış ortamda meydana gelen ses dalgalarının kulağımız tarafından toplanması ve beyindeki merkezler tarafından algılanmasına kadar olan süreç olarak tanımlanmaktadır. işitme kaybı hangi düzeyde olursa olsun bireylerin topluma uyumunu engellemekte, kişisel ve sosyal bir takım sorunlara yol açmaktadır. işitme kaybı ile doğan olguların önemli bir kısmında radyolojik görüntüleme yöntemleriyle çeşitli derecelerde iç kulak anomalileri saptanmaktadır. Periferal işitme ve vestibüler sistem arasındaki ilişki, sensörinöral tipte işitme kaybı olan bireylerde görülen vestibüler bozukluklarda önemli bir rol oynamaktadır. Vestibüler uyarılmış miyojenik potansiyeller (VEMP), periferik vestibüler organların uyarılması sonucu kaslarda sonlanan refleks arkının ölçüldüğü bir elektrofizyolojik test yöntemidir. Vestibüler sistemin bütünlüğünün değerlendirilmesi için kullanılan bu test yöntemi, refleks ark yanıtı boyun kaslarından ölçülüyorsa servikal VEMP (cVEMP), ekstraoküler kaslardan ölçülüyorsa oküler VEMP (oVEMP) olarak adlandırılır. Bu çalışmanın amacı, prelingual dönem işitme engelli bireylerde vestibüler sistem bütünlüğünün normal işiten bireylerle karşılaştırılmasıdır. Bu amaç doğrultusunda araştırmaya katılan işitme engelli bireylerin vestibüler sistem bütünlüğünün değerlendirilmesi için oVEMP ve cVEMP testleri uygulanmıştır. Bu çalışma, Başkent Üniversitesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı odyoloji kliniğinde, Ankara ilinde yaĢayan ve Anakent Sağırlar Derneğine üye olan 18-60 yaş arası ileri derecede sensörinöral prelingual dönem işitme kayıplı gönüllü kişilerle yürütülmüştür. Araştırma, çalışma grubunda 20 kadın (%76,9) ve 6 erkek (%23,1); kontrol grubunda iste 19 erkek (%73,1) ve 7 erkek (%26,9) olmak üzere toplam 52 kişi üzerinden yapılmıştır.Çalışmaya katılan bireylere KBB muayenesi yapıldıktan sonra hikâyeleri alınmış ve sonrasında vestibüler sistemin bütünlüğünün değerlendirilmesi için cVEMP ve oVEMP testleri yapılarak sonuçlar kontrol grubunun sonuçları ile karşılaştırılmıştır. Testler işaret dili kullanıcısı olan katılımcılara işaret dili ile anlatıldıktan sonra uygulamaya geçilmiştir. Gruplar kendi içinde sağ – sol kulaklar açısından kıyaslandığında dalga latansları ve amplitüdler açısından istatistik anlamlı fark saptanmamıştır. Çalışma grubu ve kontrol grubunun oVEMP ve cVEMP cevapları karşılaştırıldığında arasında fark olduğu ve kontrol grubunda cevap yüzdesinin daha yüksek olduğu gözlenmiştir. Ayrıca oVEMP amplitüd değeri için ve cVEMP P1 latansı için gruplar arasında istatiktik anlamlı fark olduğu gözlenmiştir (p≤.05). Hearing is defined as the process of picking up sound waves from outside in our ears to the point where they are perceived by our headquarters. Whatever the level of hearing loss is, it prevents individual compliance with collecting and leads to personal and social problems. In the majority of cases with hearing loss, inner ear anomalies are determined at various grades by radiological imaging methods. The relationship between peripheral auditory and vestibular systems plays an important role in vestibular disorders seen in individuals with sensorineural hearing loss. Vestibular evoked myogenic potentials (VEMP) are an electrophysiological test method that measures the reflex arc that results in stimulation of peripheral vestibular organs. This test method, which is used to assess the integrity of the vestibular system, is called cervical VEMP (cVEMP) if the reflex arc response is measured from the neck muscles, and ocular VEMP (oVEMP) if measured from the extraocular muscles. The aim of this study is to compare the integrity of the vestibular system with the normal hearing individuals in prelingual hearing impaired individuals. For this purpose, oVEMP and cVEMP tests were applied to evaluate the vestibular system integrity of the hearing impaired individuals participating in the research. This study was carried out in the audiology clinic of the Department of Otorhinolaryngology, BaĢkent University, Ankara, Turkey, with a sensorineural prelingual hearing-loss volunteer from 18 to 60 years of age living in Ankara and member in the Anatolian Association of the Deaf. The study included 20 women (76.9%) and 6 men (23.1%) in the study group; The control group consisted of 52 men, 19 men (73.1%) and 7 men (26.9%). After the otorhinolaryngological examination of the subjects participating in the study, the stories were taken and then cVEMP and oVEMP tests were performed to evaluate the integrity of the vestibular system and the results were compared with the results of the control group. Tests have been passed on to the participant since the participant who is the sign language user has been told by the sign language.When the groups were compared in terms of right - left ears, no statistically significant difference was found in terms of wave latencies and amplitudes. It was observed that there was a difference between the study group and the control group when oVEMP and cVEMP responses were compared and the response percentage was higher in the control group. There was also a statistically significant difference between the groups for oVEMP amplitude and cVEMP P1 latency (p ≤ 0.05).Item Çocuklarda epilepsi varlığında eferent işitme sisteminin değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2017) Aykurt, Ayşe; Erbek, Selim SermedAmaç: Bu çalışmanın amacı çocuklarda epilepsi varlığının medial olivokoklear sistem aktivitesi üzerine olan etkilerinin araştırılması, kontralateral supresyon testlerini kullanarak epilepsi tanılı çocuklarda koklea ve efferent işitme sisteminin detaylı incelenmesidir. Yöntem: Başkent Üniversitesi Hastanesi Çocuk Nöroloji polikliniğine epilepsi tanısı ile başvuran veya yeni epilepsi tanısı alan 5-15 yaş arası 34 hasta (68 kulak) ve aynı yaş aralığında 34 sağlıklı çocuk (68 kulak) alınmıştır. Araştırmaya katılan çocuğun özgeçmişi, soygeçmişi, sosyoekonomik durumu ile ilgili soruların yer aldığı anket uygulanmıştır. Ardından katılımcılara Başkent Üniversitesi Hastanesi, Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı‟nda otoskopik muayene yapıldıktan sonra Odyoloji, Konuşma, Ses Bozuklukları Ünitesi‟nde non-invaziv odyolojik değerlendirilme (saf ses odyometri, konuşma odyometrisi, immitansmetrik değerlendirme, geçici uyarılmış otoakustik emisyon (TEOAE), TEOAE ile kontralateral supresyon ölçümü) yapılmıştır. Bulgular: Çalışma kapsamına alınan kontrol grubunun 16 (%47,1) kız, 18 (%52,9) erkek çocuklardan oluşurken, hasta grubu 17 (%50) kız, 17 (%50) erkek çocuktan oluşmaktadır. Ayrıca hasta grubunun yaş ortalaması 10,6, kontrol grubunun yaş ortalaması 10,5 olarak hesaplanmıştır. Hasta grubu ile kontrol grubu arasında sağ ve sol kulakta 20 dB‟in altında olup normal işitme sınırları içerisinde bulundu ve istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı. İki grup TEOAE sonuçlarını karşılaştırdığımızda, hasta grubuna ait sağ kulakta 2000 Hz, 2800 Hz, 4000 Hz; sol kulakta 1400 Hz, 2000 Hz, 2800 Hz frekanslarda emisyon yanıtları kontrol grubuna göre daha düşük olduğu gözlenmiştir, ancak istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. Hasta grubu ile kontrol grubunun sağ ve sol kulak tüm frekanslarda supresyon miktarlarının, sağ kulakta bakılan bütün frekanslarda hasta grubunun kontrol grubuna göre supresyon miktarları düşük olduğu gözlenmiştir, sadece 2000 Hz frekansta istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Sol kulakta bakılan tüm frekanslarda ise hasta grubunun kontrol grubuna göre supresyon miktarları daha düşük olduğu görülmüş ve 1400 Hz frekansta istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Sonuç: Çalışma sonunda elde edilen bulgular epilepsi tanılı hastaların iç kulağının etkilenmediğini düşündürmektedir. Diğer taraftan, epilepsi hastalarında efferent işitme sistemi etkilenimi ve bu olası etkilenimler ile ilişkili olabilecek hastalık özelliklerine yönelik çalışmalara devam edilmelidir. Objective: The purpose of this study is to investigate the effects on medial olivococlear system activity in children with epilepsy, a detailed examination of cochlea and efferent auditory system in children with epilepsy using contralateral suppression tests Methods: Thirty-four patients (68 ears) aged between 5 and 15 years who received a diagnosis of epilepsy or new diagnosis of epilepsy at the Pediatric Neurology clinic of Başkent University Hospital and 34 healthy children (68 ears) at the same age were recruited. A questionnaire was applied to the questionnaires regarding the reseach, family history, socioeconomic status of the participant. Following the otoscopic examination at the Department of Otorhinolaryngology at the Başkent University Hospital, at the Audiology, Speech, Voice Disorders Unit Başkent University Hospital, non-invasive audiologic evaluation (pure audio audiometry, speech audiometry, immitansmetric evaluation, transient evoked autacoustic emission (TEOAE), Contralateral supression was measured with TEOAE) were performed. Results: The control group consisted of 16 (47.1%) girls and 18 (52.9%) boys while the patient group consisted of 17 (50%) girls and 17 (50%) boys. In addition, the age group of the patient group was calculated as 10.6 and the age group of the control group as 10.5. Between the patient group and the control group, the right and left ears were below 20 dB and were within normal hearing range and no statistically significant difference was found. When we compared the results of two groups of TEOAE, we found that in the right ear of the patient group, 2000 Hz, 2800 Hz, 4000 Hz; the emission responses at the 1400 Hz, 2000 Hz and 2800 Hz frequencies of the left ear were lower than those of the control group, but not statistically significant. The frequency of suppression at the frequencies of in all frequencies in the right and left ear of the control group, in all frequencies seen in the right ear, the amount of suppression was lower in the patient group than in the control group, only 2000 Hz frequency was statistically significant. In all the frequencies seen in the left ear, the patient group had a lower amount of suppression than the control group, and 1400 Hz frequency was found to be statistically significant. Conclusion: Findings at the end of the study indicate that the inner ear of patients with epilepsy is not affected. On the other hand, epilepsy patients should continue their studies on efferent hearing system affects and disease characteristics that may be associated with these possible influences.Item Behçet hastalığının denge sistemine olan etkilerinin video baş savurma testi ile değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Ertuğrul, Özlem; Özlüoğlu, Levent NaciGiriş Behçet hastalığı (BH) küçük damarları tutan bir vaskülit olup birçok sistemi etkilemektedir. Yapılan çalışmalarda BH’da vestibüler sistemin etkilenmiş olabileceği bildirilmiş olup, bu çalışmada BH ve normal bireylerin işitme ve denge sistemlerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Materyal ve Metod Bu çalışma, Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Girişimsel Olmayan Klinik Araştırmalar Merkezinden (KA17/136 proje nolu) etik kurul onayı alınarak yapılmıştır. 31 adet Behcet tanısı olan hasta ve 31 sağlıklı birey çalışmaya dahil edilmiştir. Bütün katılımcılara vestibüler sistem bütünlüğünün değerlendirilmesi için saf ses odyometrisi, Video Head Impulse test (vHIT), Post Head Shake Nistagmus test ve baş dönmesi engellilik anketi (DHI) uygulanmıştır. Veriler uygun istatistiksel yöntemler ile değerlendirilmiştir. Bulgular Behcet hastalarında işitme ve denge sistemlerinin belirgin şekilde etkilendiği görülmüştür. vHIT sonuçlarında BH’nın %12,9’unda sol lateral kanalda, %25,81’inde sağ lateral kanalda overt ve covert sakkad gözlenmiştir. Post head shake nistagmus testi sonucunda BH catch up sakkad gözlenen hastalarda nistagmus varlığı izlenirken, odyometre sonuçlarında ise hastalarda işitme kaybı izlenmiştir. DHI sonuçlarında ise Behçet hastalarında elde edilen skorlar anlamlı düzeyde yükselmiştir.Sonuç vHIT BH’nda vestibüler sistemi değerlendirirken diğer testlere pratik bir alternatif oluşturabilecek kısa ve güvenilir bir testtir. Behçet hastalarında nörobehçet gelişmeden vestibüler sistemin etkilendiği görülmüştür. Introduction Behcet’s disease (BD) is a vasculitis, which involves all small vessels, and influences the multiple systems of the human body. Latest studies mentioned the impact of BD on vestibular system, as well. This study aims to compare the vestibular system results of BD patients and healthy individuals. Material and Method This study was held after the approval of local ethical committee (Baskent University Medical Faculty non-invasive Clinical Studies Center, K17/136 project number). 31 patients, which were diagnosed with BD, and 31 healthy individuals were involved to the study. All the subjects were evaluated via pure tone audiometry, video head impulse test (vHIT), post head shake nystagmus test (pHSNT) and dizziness handicap inventory (DHI) to check for vestibular system integrity. The data was analyzed according to proper statistical method. Results The vestibular system was significantly affected in Behcet patients. In vHIT, 12.9% of patients had overt and covert saccade on left lateral semicircular canal and 25,81% of patients had overt and covert saccade at the right lateral semicircular canal. In pHSNT, catch up saccade and presence of nystagmus were revealed in patients and patients had also hearing loss in pure tone audiometry. DHI results of patients were found significantly high.Conclusion vHIT, which is a short and reliable, may be an alternative test to assess the vestibular system. The affection of the vestibular system was revealed in the patients before the neuro-Behcet appearance.Item Vokal kord nodülü olan hastalarda ses kalitesi ve stres düzeylerinin incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Eroğlu, Merve; Erbek, Selim SermedVokal kord nodülleri, ses problemlerinin içinde en sık karşılaşılan iyi huylu lezyonlardır. Çoğunlukla kadınlarda ve çocuklarda görülmekle birlikte, sesini profesyonel olarak kullananlarda ve vokal hijyenin korunması için yapılması gerekenlere dikkat etmeyenlerde de görülme ihtimali yüksektir. Ayrıca kişilerin karakter özellikleri, psikolojik durumları ve stres gibi aşırı kas gerilimine sebep olabilecek faktörler de vokal kord nodülü oluĢumunda etkili olabilmektedir. Bu çalışmada, stres ile vokal kord nodülü arasındaki iliĢkinin ortaya konması amaçlanmıştır. Araştırmaya, ses kısıklığı şikayeti ile Adana Seyhan Başkent Üniversitesi Hastanesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı‟na Haziran 2017-Ekim 2017 tarihleri arasında başvuran 31 hasta ile ses şikayeti olmayan ve larengeal muayenesi normal 31 gönüllü dahil edilmiştir. Katılan tüm bireylere larengeal muayene yapılmıştır. Daha sonra aerodinamik değerlendirme yapılarak Maksimum Fonasyon Zamanı ve s/z oranları hesaplanmış, tarafımızca hazırlanan kişisel bilgi formu doldurtulmuştur. Bireylerin ses problemlerini kendilerinin değerlendirmesi için Ses Handikap indeksi (SHİ), stres düzeylerini belirleyebilmek içinse Algılanan Stres Ölçeği (ASÖ) ve Stresle Başa Çıkma Tarzları Ölçeği (SBÇTÖ) uygulanmıştır. Son olarak da Computerized Speech Labratory (CSL) programında yer alan Multi Dimensional Voice Parameters (MDVP) akustik analiz programı ile ses analizi yapılmıştır. Çalışma sonucunda, SHİ‟nin tüm bölümlerinde, s/z oranlarında, SBÇTÖ‟nün alt bölümlerinden biri olan Etkisiz BaĢa Çıkma Yöntemleri‟nde ve MDVP‟nin Mutlak Jitter (Jita), Yüzde Jitter (Jitt), Gürültü - Harmonik Oranı (NHR), Yüzde Shimmer (Shim), Mutlak Shimmer (ShdB), Frekans-Tremor şiddet indeksi (FTRI), Amplitüd Tremor şiddet indeksi (ATRI), Amplitüd Maksimum Varyasyonu (vAm), Ses Türbülans indeksi (VTI) parametrelerinde vokal kord nodülü olanlarda olmayanlara göre anlamlı farklılık gözlenmiştir (p<0,05). Bu çalışmanın sonucunda ve benzer literatür çalıĢmaları göz önüne alındığında, vokal kord nodüllerinin fizyolojik ve psikolojik birçok sebebi olabileceği görülmüştür. Vokal kord nodülü olan hastalar değerlendirilirken objektif değerlendirmelerin yanında sübjektif değerlendirmelerin yapılmasının ve tedavi sürecinde bu kişilerin kişilik ve stres gibi psikolojik özelliklerinin de dikkate alınmasının yararlı olacağı sonucuna varılmıştır. Vocal cord nodules are the most common benign lesions in voice problems. It is most likely seen in women and children, but also in people who use their voice professionally and who do not pay attention to what to do to protect vocal hygiene. In addition, factors such as personality traits, psychological states and stress that can cause excessive muscle tension may also have a role in the formation of vocal cord nodules. In this study, it was aimed to reveal the relationship between stress and vocal cord nodule. A total of 31 patients admitted to the BaĢkent University Adana Seyhan Hospital, Ear, Nose and Throat Department between June 2017 and October 2017 and 31 volunteers with normal laryngeal examination and no voice complaints were included in the study. Laryngeal examination was performed on all participating individuals. Afterwards, personal information form and aerodynamic evaluation was performed to calculate the Maximum Phonation Time and s / z ratios were performed to all subjects. Voice Handicap Index (VHI) was used to assess the voice problems of individuals and Perceived Stress Scale and Coping Styles Inventory were used to determine stress levels. Finally, sound analysis was performed with the MDVP acoustic analysis program included in the CSL program. As the results of the study, it was found that in all parts of VHI, in s / z ratios, in the Ineffective Sufficiency Methods which is one of the subdivisions of Coping Styles Inventory and in the MDVP parameters Jita, Jitt, NHR, Shimm, ShimdB, FTRI, ATRI, vAm, VTI significant differences were observed.In conclusion, according to the present study and similar previous studies vocal cord nodules may be caused by many physiological and psychological reasons. When patients with vocal cord nodules are evaluated, it has been concluded that subjective evaluations as well as objective evaluations should be made and psychological characteristics such as personality and stress of these persons should be taken into consideration during the treatment process.Item Kor stabilizasyon eğitiminin teniste servis atışı esnasındaki gövde kinematiği servis performansı üzerine etkisi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Başköy, Fethiye; Yosmaoğlu, Hayri BaranTenis, çok yönlü hareket paternlerini içeren bir spordur ve tenis oyuncuları, üst ve alt ekstremite hareketlerini etkili bir Ģekilde yapabilmek, aynı zamanda da vertebral kolonu korumak için lumbo-pelvik stabilizasyona ihtiyaç duyarlar. Bu sebeple, teniste, lumbo-pelvik stabilizasyon eğitiminin, gövde ve servis üzerine etkisinin belirlenmesi ve bunun objektif değerlendirme yöntemleri ile yapılması faydalı olabilecektir. Bu çalıĢmanın amacı; lumbo-pelvik stabilizasyon eğitiminin, tenis oyununda, servis atıĢı esnasında, kinetik zincir içerisinde önemli rolü olan gövdenin kinematiğini ve servis performansını nasıl etkilediğini kinematik analiz yoluyla değerlendirmek ve böylece, lumbo-pelvik stabilizasyonun önemi ve performansa etkisini objektif olarak belirlemekti. ÇalıĢmaya Türkiye Tenis Federasyonu Ankara bölgesinden, 24 tenis oyuncusu dahil edildi. Bu sporcular 12 kontrol, 12 eğitim olmek üzere 2 gruba ayrıldı. Sporcuların, kuvvet ve güç bileĢenleri ön abdominal güç testi ve yan abdominal güç testi, gövde ve raket kinematikleri ise 3 boyutlu kinematik analiz yöntemi ile değerlendirildi. Ġlk değerlendirmeler sonrası, sporcular, rastgele, kontrol ve eğitim olmak üzere iki gruba ayrıldı. Kontrol grubu, rutin tenis antrenman programına devam ederken, eğitim grubuna, rutin tenis antrenman programına ilave 5 haftalık Jeffrey‟in ilerleyici lumbo-pelvik stabilizasyon programı uygulandı. Eğitim sonunda, güç testleri ve kinematik analiz her iki grup sporcularda tekrarlandı. Elde edilen bulgulara göre; eğitim alan grupta ön ve yan abdominal güç test değerleri ve üst gövde ekstansiyon açısında önemli artıĢ (p=0,01), orta gövde sağ lateral fleksiyon, sol rotasyon, üst gövde sol lateral fleksiyon açılarında, topla temas anındaki raket hızında artıĢ meydana geldi (p<0,05). Diğer gövde hareket açıları ve açısal hız değerlerinde ise iki grup arasında değiĢiklik olmadı (p>0,05). Diğer yandan, eğitim almayan erkek sporcularda; ön abdominal güç test değerinde azalma görüldü (p<0,05), diğer parametrelerde değiĢiklik olmadı (p>0,05). Eğitim alan erkeklerde ise, ön ve yan abdominal güç test değerleri, orta gövde sağ lateral fleksiyon, üst gövde sağ rotasyon açı değerlerinde artıĢ (p<0,05), üst gövde ekstansiyon açı değerinde oldukça yüksek artıĢ meydana geldi (p=0,01). Eğitim almayan kadın sporcuların ölçülen değiĢkenlerinin hiçbirinde değiĢiklik olmazken (p>0,05), eğitim alan kadın tenis oyuncularında, ön abdominal güç test değerlerinde, orta gövde ekstansiyon açı değerinde artıĢ (p<0,05), yan abdominal güç test değerlerinde önemli artıĢ oldu (p=0,01). Sonuç olarak; tenis oyuncularında, rutin antrenman programına ilave olarak uygulanan, lumbo-pelvik stabilizasyon eğitimi, lumbo-pelvik stabilizasyon, gövde hareketleri ve servis performansını olumlu yönde etkileyebilmektedir. Tennis is a sports that include multi-directional movement patterns. Tennis players need core stabilization in order to perform upper and lower limb movements effectively and to protect spinal cord at the same time. For this reason, determining the effect of core stabilization training on trunk and tennis serve with objective assesment methods may be usefull. The purpose of this study was to evaluate how core stabilization training effects kinematics of trunk which has important role in the kinetic chain and serve performance through kinematic analysis during tennis serve, thus determining the importance of core stabilization and the effect on the performance objectively. This study included 24 tennis players from the Ankara region of Turkey Tennis Federation. These tennis players were divided into two groups as 12 control and 12 training. Strength and power components of athletes were evaluated with front abdominal power test and side abdominal power test. In addition, trunk and racquet kinemetics of them were assessed with 3 dimensional kinematic analysis. After first evaluations, the athletes were rondomly divided into control and training groups. While control group was continuing their routine tennis training program, Jeffrey‟s progressive core stability program was applied to training group for five weeks in addition to their routine tennis training program. At the end of the core stability training, power tests and kinematic analaysis were repeated in both groups. Acording to obtained data front and side abdominal power and upper trunk extention angle significantly increased in training group (p=0,01). Middle trunk right lateral flexion, left rotation, upper trunk left lateral flexion and racquet velocity at impact increased in training group (p<0,05), but there was no change in other trunk kinematics between two groups (p>0,05). On the other hand, front abdominal power decreased in male athlets in control group after training period (p<0,05), but there was no difference between other parameters of these athletes before and after training period (p>0,05). In trained male athletes front and side abdominal power middle trunk right lateral flexion, upper trunk right rotation angles improved (p<0,05) and upper trunk extension angle improved significantly (p=0,01). There was no change in the measured variables of the untrained female athletes (p>0,05), whereas there was an increase in the values of front abdominal power test, middle trunk extension angle (p<0,05), and significant increase in the values of side abdominal power tests in trained female tennis players (p=0,01). In conclusion, core stabilization training program in addition to routine tennis training program can positively affect the core stability, trunk kinematics and serve performance in tennis players.