Sağlık Bilimleri Enstitüsü / Health Science Institute

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11727/1393

Browse

Search Results

Now showing 1 - 10 of 19
  • Thumbnail Image
    Item
    Yetişkin bireylerde dürtüselliğin kontrolsüz yeme davranışı ve obezite ile ilişkisi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Genç, Cansu; Köse, Beril
    Bu tanımlayıcı tipteki araştırma, obezitenin ve bir obezite risk faktörü olan kontrolsüz yeme davranışının bireylerdeki dürtüsellik varlığı ile ilişkili olup olmadığını araştırmak amacıyla yürütülmüştür. Çalışma Başkent Üniversitesi Bağlıca Kampüsünde yer alan, Tıp ve Diş Hekimliği Fakülteleri dışındaki tüm fakülte ve yüksekokullarda görev yapmakta olan 118 kadın, 82 erkek olmak üzere toplam 200 öğretim elemanın katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Araştırma verilerinin toplanması için 3 bölümden (Kişisel bilgiler ve antropometrik ölçüm, Barratt Dürtüsellik Ölçeği (BDÖ-11), Üç Faktörlü Yeme Anketi (TFEQ-R21) oluşan bir anket formu kullanılmıştır. Beden kütle indekslerine (BKİ) bakıldığında katılımcıların %4.5’i zayıf, %51.5’i normal, %33.0’ü hafif şişman ve %11.0’i obez bulunmuştur. BKİ’si 25 kg/m2 altı olan katılımcıların tüm dürtüsellik puan türleri (motor dürtüsellik, plan yapmama, dikkatte dürtüsellik, toplam dürtüsellik) diğer gruba (25kg/m2 ve üstü) göre anlamlı şekilde daha düşük bulunmuştur (p<0.05). BKİ, tüm BDÖ-11 alt ölçekleri ile anlamlı pozitif korelasyon göstermiştir (motor dürtüsellik r=0.258, p=0.000, plan yapmama r=0.286, p=0.000, dikkatte dütüsellik r=0.183, p=0.010, toplam dürtüsellik r=0.297, p=0.000). BKİ’si 25 kg/m2 altı olan katılımcıların kontrolsüz yeme ve duygusal yeme puan ortalamaları diğer gruba (25kg/m2 ve üstü) göre anlamlı şekilde daha düşük bulunmuştur (p<0.05). Bilişsel kısıtlama puan ortalaması ise 25 kg/m2 altı BKİ’ye sahip grupta daha yüksek bulunmuştur. Bu sonuç istatistiksel açıdan anlamlı bulunmamıştır (p>0.05). Dürtüsellik ve kontrolsüz yeme ilişkisi incelendiğinde; BDÖ- 11’in tüm alt ölçek puan türleri ( motor dürtüsellik r=0.426, plan yapmama r=0.366, dikkatte dürtüsellik r=0.38, toplam dürtüsellik r=0.427) kontrolsüz yeme ile anlamlı bir korelasyon göstermiştir. Sonuç olarak dürtüsellik obezite tedavisinde göz ardı edilmemesi gereken, obezite ve kontrolsüz yeme ile ilişkili bir durum olarak saptanmıştır. This descriptive study was conducted to investigate whether obesity and uncontrolled eating behavior, an obesity risk factor, were associated with the presence of impulsivity in individuals. The study was carried out with the participation of a total of 200 faculty members, 118 women and 82 men working in all faculties and schools except for the Faculties of Medicine and Dentistry, located on the Bağlıca Campus of Başkent University. A questionnaire form consisting of 3 sections (Personal Information and anthropometric measurement, Barratt Impulsivity Scale (BIS-11), Three Factor Eating Questionnaire (TFEQ-R21) was used to collect the research data. When body mass indexes (BMI) were examined, 4.5% of the participants were underweight, 51.5% were normal, 33.0% were overweight and 11.0% were obese. All impulsivity subscores (motor impulsivity, nonplanning, attention impulsivity, total impulsivity) of the participants whose BMI was below 25 kg / m2 were found to be significantly lower than the group with BMI 25kg / m2 and above. BMI showed a significant positive correlation with all BIS-11 subscales. The mean uncontrolled eating and emotional eating scores of the participants whose BMI was below 25 kg / m2 were significantly lower than the other group (25 kg / m2 and above) (p <0.05). The mean score of cognitive restraint was found to be higher in the group with BMI below 25 kg/m2. This result was not statistically significant (p> 0.05). When the relationship between impulsivity and uncontrolled eating was examined; All subscale scores of BIS-11 (motor impulsivity r = 0.426, non-planning r = 0.366, attention impulsivity r = 0.38, total impulsivity r = 0.427) showed a significant correlation with uncontrolled eating. In conclusion, impulsivity is a condition associated with obesity and uncontrolled eating which should not be ignored in the treatment of obesity.
  • Thumbnail Image
    Item
    Obez bireylerde damgalanma hissi ile yeme davranışları ve depresyon arasındaki ilişkinin incelenmesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Cihan, Gizem; Tayfur, Muhittin
    Bu çalışma obez bireylerde damgalanma hissi ile yeme davranışları ve depresyon arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmada fazla kilolu ve obez bireyde algılanan ağırlık damgalaması ve içselleştirilmiş ağırlık önyargılarının depresyon, yeme davranışları ve benlik saygıları arasındaki ilişki sorgulanmıştır. Araştırma Şubat-Nisan 2018 yılında Ankara’da bulunan özel iki diyet danışma merkezine başvuran ve çalışmada yer almayı gönüllü olarak kabul eden 106 kadın, 39 erkek toplam 145 fazla kilolu ve obez birey ile gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmada veri toplama aracı olarak araştırmacı tarafından hazırlanan anket formu ile Damgalayıcı Durumlar Envanteri-Kısa (DDE-K), İçselleştirilmiş Kilo Önyargı Ölçeği (İKÖÖ), Hollanda Yeme Davranışı Anketi (DEBQ), CES-Depresyon Ölçeği (CES-D) ve Rosenberg Benlik Sayıgısı Envanteri (RBSE) kullanılmıştır. Çalışma kapsamında DDE-K envanterinin Türkçe geçerlik ve güvenirlik analizi yapılmış ve literatüre kazandırılmıştır. Damgalayıcı Durumlar Envanteri-Kısanın cronbach’s alpha katsayısı 0.848 olarak bulunmuştur ve yüksek güvenirlik gösterdiği bulunmuştur. Çalışma verileri SPSS 20.0 paket programı kullanılarak uygun istatistiksel yöntemler ile değerlendirilmiştir. Obez bireylerin ortalama puanları DDE-K için 1.62 (hayatında birkaç kez), İKÖÖ için 4.11 (kararsız), DEBQ alt ölçekleri olan kısıtlatıcı yeme için 2.93 (bazen), duygusal yeme için 3.08 (bazen), dışsal yeme 2.98 (bazen), CES-D için 19.71 (hafif depresyon), RBSE için 20.66 (yeterli benlik saygısı) olarak bulunmuştur. Çalışma sonucunda başlangıç ağırlığı daha yüksek olan katılımcıların damgalayıcı durumlarla karşılaşma sıklıkları daha fazla bulunmuştur (p=0.011). Ayrıca BKİ sınıfı yüksek olan katılımcılar daha sık bir şekilde damgalayıcı durumlarla karşılaştıkları bulunmuştur (p=0.005). Katılımcıların fazla kilolarından dolayı karşılaştıkları damgalayıcı durumlarla karşılaşma sıklıkları ile ağırlık önyargısı içselleştirme düzeyleri arasında pozitif yönlü doğrusal bir ilişki vardır. Öyle ki damgalayıcı durumlarla karşılaşma sıklığı daha yüksek olan katılımcıların ağırlık önyargılarını içselleştirme seviyeleri de yüksek olmaktadır (r=0.279 ; p=0.001). Damgalayıcı durumlarla karşılaşma sıklığı ile depresyonda hissetme düzeyi arasında anlamlı düzeyinde pozitif yönlü doğrusal bir ilişki söz konusudur. Buna göre bu tür durumlarla daha sık karşılaşanlar daha yüksek düzeyde depresyonda hissetmektedir (r=0.177 ; p=0.033). Damgalayıcı durumlarla karşılaşma sıklığı ile benlik saygısı seviyesi arasında negatif yönlü bir ilişki söz konusudur. Bu tür durumlarla karşılaşma sıklığı daha fazla olan katılımcılatın benlik saygısı algısı daha düşük olmaktadır (r=-0.234 ; p=0.003). Ağırlık önyargısı içselleştirme puanı ile duygusal ve dışsal yeme seviyeleri arasında pozitif yönlü doğrusal ilişkiler olduğu görülmüştür. Buna göre önyargıları içselleştirme seviyeleri daha yüksek olan katılımcıların duygusal yeme (r=0.343 ; p<0.001) ve dışsal yeme (r=0.214 ; p=0.010) düzeyleri de yüksek olmaktadır. Ağırlık önyargılarını içselleştirme düzeyleri ile depresyon düzeyleri arasında da pozitif yönlü doğrusal bir ilişki belirlenmiştir. Öyle ki önyargıları içselleştirme düzeyi yüksek olan katılımcıların depresyonda hissetme düzeyleri de yüksek olmaktadır (r=0.367 ; p<0.001). This study was carried out to evaluate the relationship between stigmatization and eating behaviors and depression in obese individuals. In this study, we aimed to determine the weight stigma and internalized weight bias, depression, eating behaviors and self-esteem in overweigt and obese individuals. The survey was conducted in February-April 2018 with 106 women and 39 men with a total of 145 overweigt and obese individuals who accepted to take part in the study voluntarily. In this study, a questionnaire which is prepared by the researcher, Brief Stigmatizing Situations Inventory (SSI-B), Modified Weight Bias Internalization Scale (MWBIS), Dutch Eating Behaviour Questionnaire (DEBQ), Center for Epidemiologic Studies Depression Scale (CES-D), Rosenberg Self Esteem Scale (RSES) were used as a data collection tool. In this study the validity and reliability analysis of the SSI-B inventory was conducted in Turkish. The Cronbach's alpha coefficient of SSI-B was found to be 0.848 and was found to show high reliability. Study data were evaluated using appropriate statistical methods using the SPSS 20.0 package programme. The average scores of the overweight and obese individuals were found 1.62 for SSI-B, 4.11 for MWBIS, 3.0 for DEBQ, 19.71 for CES-D and 20.66 for RSES. At the end of the study, it was found that the participants with higher initial weight were more likely to frequent stigmatizing conditions (p = 0.011). In addition, participants with higher BMI levels were found to have more frequent stigmatizing conditions (p=0.005). There is a linear relationship between the frequency of encounter with the stigmatizing situations that people face due to their overweight and the level of weight bias internalization. Thus, the level of internalization of the prejudices of people with higher incidence of stigmatizing situations is also high (r=0.279 ; p=0.001). There is a linear relationship between the frequency of stigmatizing situations and the level of feeling in depression. According to this, people who experience these conditions more frequently feel higher levels of depression (r=0.177 ; p=0.033). There is an inverse relationship between the incidence of stigmatizing situations and the level of self-esteem. The self-esteem perception of people with higher incidence of such situations is lower (r=-0.234 ; p=0.003). There was a linear relationship between weight bias internalization score and emotional and external eating levels. Accordingly, individuals with higher levels of internalizing prejudices have higher levels of emotional eating (r=0.343 ; p<0.001) and external eating (r=0.214 ; p=0.010). A positive linear correlation was also found between the levels of internalizing prejudices of weight and levels of depression. People with high levels of internalization have high levels of depression (r=0.367 ; p<0.001).
  • Thumbnail Image
    Item
    Ağırlık kontrolü ve beslenme eğitiminin erektil disfonksiyon tedavisinde öneminin belirlenmesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Yıldırım Karacanoğlu, Elif; Ercan, Aydan
    Çalışmanın amacı; Erektil Disfonksiyonun (ED) etiyolojisi ve tedavisinde beslenme ve vücut ağırlık kontrolünün yeri ve önemini araştırmaktır. Çalışmaya Hisar Hospital Üroloji polikliniğine başvuran ve ED tanısı almış 24-66 yaşları arasında, 54 gönüllü hasta dahil edilmiştir. Hastalar doktor muayenesinin ardından, belirlenen biyokimyasallar analizleri yaptırmış, ardından araştırmacıya yönlendirilmiş ve beslenme eğitimi verilmiştir. Toplamda 2 aylık süre içinde 3 defa görüşmeye alınan hastaların her görüşmede antropometrik ölçümleri ve kan basıncı ölçümleri yapılmıştır. Çalışmanın başında ve sonunda biyokimyasal analizleri, İİEF (Uluslararası Erektil Fonksiyon İndeksi) anketi ve besin tüketim sıklık anketi tekrarlanmıştır. Hastaların yaş ortalaması 41.87 yıl olup, çoğu lise (%38.9) ve üniversite (%57.4) mezunudur. ED ile birlikte görülen diğer hastalıklar; Diyabet % 17.5, Hipertansiyon % 12.6, Hiperlipidemi % 19.4, Hepatosteatoz % 5.8 olarak saptanmıştır. Hastaların % 85.2’ si haftada 150 dakikadan az egzersiz yapmaktadır. İki besin tüketim sıklığı ortalamalarının farkına göre; enerji, protein, yağ, karbonhidrat, doymuş yağ asitleri ve sodyum alımı 40 yaş ve altı grupta anlamlı azalmıştır. Kırk yaş üzeri grupta, enerji, protein, yağ, karbonhidrat ve ürik asit düzeylerinde görülen azalma istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.05). BKİ ortalaması başlangıçta 40 yaş ve altı için 30,3±4,2 kg/m2, 40 yaş üzeri için 31,4±5,1 kg/m2olarak hesaplanmıştır. Çalışmanın sonunda ise sırasıyla 29,2±3,9 kg/m2 ve 30,3±4,6 kg/m2 olarak hesaplanmıştır ve çalışmanın başı ve sonu arasındaki fark istatistiksel olarak önemli bulunmuştur (p<0.05). Biyokimyasal analiz sonuçlarında görülen değişiklikler; 40 yaş ve üzeri bireylerde Total testesteron (T) ve 40 yaş altı bireylerde Serbest Testesteron (Serbest T) değerinde görülen artış istatistiksel olarak önemli bulunmuştur. HDL kolesterol (K) değerinde artış, Total K, LDL K, HbA1c ve HOMA IR’ te görülen azalma tüm yaş gruplarında istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. İİEF 1. ve 2. değerlendirme sonuçları arasında, 30-39 yaş (p=0,020) ve 40-49 yaş (p=0,014) gruplarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark vardır. Antropometrik ölçümler ile İİEF skoru arasında pozitif bir ilişki saptanmış olmakla beraber istatistiksel olarak önemli bulunmamıştır. Diyabet, kardiyovasküler hastalıklar ve obezitenin dolaşımı etkileyerek birçok hastalığa yol açtığı bilinmektedir. Ağırlık kaybı ve beslenme eğitiminin de bu rahatsızlıklarda olduğu gibi erkek cinsel sağlığında da düzeltici etkileri kanıtlanmaya çalışılmıştır. The aim of the study was to determine the position and the importance of nutrition and body weight control in etiology and treatment of erectile dysfunction. Fifty four patients, between 24-66 years age all diagnosed as erectile dysfunction are included in the study who applied to Hisar Hospital Urology Clinic. After medicaal examination and taken blood determined biochemical parameters analysis all patients referred to the dietitian and nutritional education was given. The anthropometric and blood pressure measurements of the patients, who were interviewed 3 times in total within 2 months, were made at each visit. Blood biochemical parameters, IIEF (International Erectile Function Index) and food frequency questionaire were analyzed in the beginning and at the end of the study. The mean age of the patients was 41.87 years, and most of them were high school (38.9%) and university (57.4%) graduates. The frequency of comorbidities were; Diabetes 17.5 %, Hypertension 12,6 %, Hyperlipidemia 19,4 % and Hepatosteatosis 5,8 %. The 85,2 % of the patients were doing exercises lower than 150 hours a week. According to the difference in average of the 2 food consumption frequency; the intake of dietary energy, protein, fat, carbohydrate, saturated fatty acids and sodium intake were significantly decreased in 40 years and younger age patients group. The decrease in dietary energy, protein, fat, carbohydrate levels are found statistically significant in older than 40 years age patient group. At the beginning of the study, the BMI average was calculated as 30,3±4,2 kg/m2 for 40 years and younger age patients and 31,4±5,1 kg/m2 for 40 and older age patients. At the end of the study the mean values of BMI were as 29,2±3,9 kg/m2 ve 30,26±4,65 kg/m2, found statistically significant. According to the changes among biochemical parameters, Total T (Testesteron) levels were increased in 40 and older age group and Free Testesteron levels in under 40 years age group found statistically significant. The increase in HDL Cholesterol (C) and decrease in Total C, LDL C, HbA1c and Homa IR are found statistically significant in all age groups. There was no statistically significant differance of first and second evaluation of IIEF values between 30-39 age (p=0,020) and 40-49 age (p=0,014). Although there was a positive corelation is found between antropometric measurement and IIEF score but it was not stastically significant. It is known that diabetes, cardiovascular diseases and obesity cause many diseases by affecting circulation. It was tried to prove the corrective effects of weight loss and dietetics in male sexual health as in these disorders.
  • Thumbnail Image
    Item
    Sıçanlarda farklı karbonhidrat örüntüsüne sahip diyetlerin davranış üzerine etkisinin incelenmesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Parlak Özer, Zeynep; Saka, Mendane
    Düşük karbonhidratlı yüksek yağlı diyet tüketimi obezitenin yanı sıra anksiyete ve depresyon gibi duygusal bozukluklara neden olduğu bilinmektedir. Bu çalışma, farklı karbonhidrat ve yağ örüntüsüne sahip diyetlerin sıçanların vücut ağırlığı, perirenal yağ miktarı, besin alımı, kan keton düzeyi ve davranış parametreleri üzerindeki etkisini belirlemek amacı ile planlanmıştır. Çalışmada 40 adet Wistar albino erkek sıçan kontrol (K), ılımlı karbonhidrat (IK), ılımlı düşük karbonhidrat (IDK) ve çok düşük karbonhidrat (ÇDK) içeren diyetlerle beslenmek üzere 4 gruba ayrılmıştır. Deney süresince günlük yem tüketim kaydı alınmış, haftalık ağırlık takibi yapılmış ve davranış analizleri yapılmış ve iki haftada bir kere kuyruk veninden kan keton düzeyi ölçülmüştür. Kontrol, ılımlı karbonhidrat, ılımlı düşük karbonhidrat ve çok düşük karbonhidrat içeren diyetlerle hafta süresince beslenen sıçanlarda başlangıca göre ağırlık artışı anlamlıdır (K grubu p˂0.05, IK p˂0.05, IDK p˂0.05, ÇDK p˂0.05). Sadece çok düşük karbonhidrat içeren diyetle beslenen sıçanların 21. ve 28. günde ağırlıkları kontrolden yüksektir (p˂0.05, p˂0.05). Çok düşük karbonhidrat grubunun β-hidroksibütirat düzeyi (BHB) 14. günde yükselmiş bu yükseklik 28.günde de devam etmiştir. Ilımlı düşük karbonhidrat grubunun BHB düzeyi ise 28. günde yükselmiştir. Kontrol ve ılımlı karbonhidrat gruplarının BHB düzeylerinde artış belirlenmemiştir. Çalışmanın başından 28. güne BHB düzeylerinin artışı ve artış oranının gruplar arası farkına bakıldığında IDK ve ÇDK grupları K ve IK grubundan anlam düzeyde yüksek bulunmuştur. Hareketsizlik süreleri (oturma ya da uzanma sırasında hareketin olmaması) 28. günde başlangıca göre K (p˂0.05), IK (p˂0.05), IDK grubunda (p˂0.05) artış gösterirken; ÇDK grubunda (p˃0.05) farklılık bulunmamıştır. Davranış parametreleri ile kan keton düzeyi arasında korelasyon bulunmamıştır (p˂0.05). Bu çalışma davranış ve keton düzeyi arasındaki ilişkiyi inceleyen ilk çalışmadır. Wistar albino erkek sıçanlarda yağ:karbonhidra+protein 1.01 ve 0.4 olan diyetlerle BHB’inkontrol grubundan anlamlı derecede yüksek olduğu gösterilmiştir. Yükselmiş kan keton düzeyine maruziyet süresinin davranış üzerine farklı etkileri olabileceği düşünülmektedir. Low-carbohydrate, high-fat dietary intake is known to cause obesity, as well as emotional disturbances such as anxiety and depression. This study was designed to investiate the impact of diets with different carbohydrate and fat patterns on parameters such as body weight, perirenal fat amount, food consumption, blood ketone level and behavior in rats. In the study, 40 Wistar albino male rats were divided into four groups to be fed with different diets including control (C), moderate carbohydrate MC, moderately low carbohydrate (MLC), and very low carbohydrate (VLC). During the experiment, daily food consumption rates were recorded; weekly weight changes were tracked; behavioral analyses were performed; and blood ketone level was measured every two weeks with blood drawn from tail vein. There was a significant increase in body weight of rats fed with control, moderate carbohydrate, moderately low carbohydrate and very low carbohydrate diets compared to the initial weights (C group p˂0.05, MC p˂0.05, MLC p˂0.05, VLC p˂0.05). The weight of rats fed only with low carbohydrate diets was heavier than control on the 21st and 28th days (p˂0.05, p˂0.05). The β-hydroxybutyrate (BHB) level of VLC group was higher on the 14th day and this increase was olso observed on the 28th day. The BHB level of VLC group, on the other hand, got higher on the 28th day. When the increase in BHB levels and the difference in the increase rate between the groups were examined from the beginning to the 28th day of the study, the MLC and the VLC groups were found meaningfully higher in the C and MC groups. There was not any increase in the BHB levels of C and MC groups. While the immobility duration (no movement during sitting or lying down) increased in C (p˂0.05), MC (p˂0.05), and VLC groups on the 28th day compared to the beginning, there was not any significant difference in VLC group (p˃0.05). There was no correlation between ketone level and behavior parametres. As being the first study to examine the relationship between behavior and ketone level, this study demonstrated that BHB and diets with fat:carbohydrate+protein at 1:01 and 0:4 for male rats was significantly higher than the control in male Wistar rats. It is thought that the duration of exposure to elevated blood ketone levels may have different effects on behavior.
  • Thumbnail Image
    Item
    Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi'nde çalışan yetişkin bireylerin beslenme durumları ile uyku kalitesi arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2017) Balcı, Kadriye; Tayfur, Muhittin
    Bu çalışma, Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi’nde çalışan yetişkin bireylerde beslenme alışkanlıkları ve uyku kalitesi arasındaki ilişkinin saptanması amacıyla yapılmıştır. Çalışma, yaşları 19-64 arasında olan sağlıklı, herhangi bir diyet uygulamayan, çalışmaya katılmayı gönüllü olarak kabul eden, 80 kadın, 40 erkek toplam 120 birey üzerinde yürütülmüştür. Bireylerin, demografik özellikleri, sigara ve alkol kullanımı, fiziksel aktivite durumu, beslenme alışkanlıkları ve çalışma şekli anket formuyla sorgulanmıştır. Günlük enerji ve besin alımını belirlemek için 3 günlük besin tüketim kaydı alınmış, uyku kalitesinin değerlendirilmesinde Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi (PUKİ) uygulanmış, antropometrik ölçümleri alınmıştır. BKİ ortalaması kadınlarda 23.3±4.4 kg/m2; erkeklerde ise 26±3.2 kg/m2 bulunmuştur (p<0.05). Vücut yağ yüzdesi ortalaması kadınlarda 26.2±8.7, erkeklerde 19.9±4.7 olarak bulunmuştur (p<0.05). Yaş arttıkça bireylerde iyi uyku kalitesi sıklığının arttığı saptanmıştır (p<0.05). Cinsiyet, eğitim durumu, medeni durum, meslek, yaşanılan kişi, çocuk yaşına göre uyku kalitesi anlamlı farklılık göstermemektedir. Vardiyalı çalışanların PUKİ puan ortalaması 7.90±3.56, vardiyasız çalışanların 5.78±3.12’dir (p<0.05). Vardiyalı çalışanların %70.6’sının, vardiyasız çalışanların %46.4’ünün uyku kalitesi kötüdür (p<0.05). Çalışma süresi 1 yıldan az olanların %62.5’i, 1-4 yıl çalışanların %73.9’u, 5-8 yıl çalışanların %61.1’i 9-12 yıl çalışanların %54.5’i, 13 yıl ve üzeri çalışanların ise %24.1’i kötü uyku kalitesine sahiptir (p<0.05). Kadın ve erkeklerde alınan antropometrik ölçümlerin ortalaması uyku kalitesi ile anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0.05). İyi uyku kalitesine sahip kadınların riboflavin, folat ve kalsiyum; iyi uyku kalitesine sahip erkeklerin folat ortalaması kötü uyku kalitesine sahip olanlarınkinden anlamlı derecede yüksektir (p<0.05). Vardiyalı çalışanlarda PUKİ puanının, çoklu doymamış yağ asitleri, pridoksin, riboflavin ve folat ile negatif yönlü korelasyon gösterdiği bulunmuştur (p<0.05). Sigara, alkol kullanımı ve fiziksel aktivite ile uyku kalitesi arasında anlamlı ilişki bulunamamıştır (p>0.05). Yatmadan önce yemek tüketenlerin %72.7’si, tüketmeyenlerin %50.6’sı kötü uyku kalitesine sahiptir (p<0.05). Öğün atlayanların %71.9’u kötü, atlamayanların ise %42.9’u kötü uyku kalitesine sahiptir (p<0.05). Uyku ve beslenme durumunun sağlık üzerinde birçok etkisi bulunmaktadır. Bu nedenle çalışan bireylerin uyku kalitesinin artırılması ve beslenme durumlarının iyileştirilmesi için bireylere eğitimler verilmeli, çalışma koşulları iyileştirilmelidir.
  • Thumbnail Image
    Item
    Üniversite öğrencilerinin yeme farkındalığının üzerine bir araştırma
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2017) Köse, Gizem; Tayfur, Muhittin
    Bu araştırmada öğrencilerde yeme tutumu ve yeme farkındalığının ölçülmesi ile beslenme dersi ile bilgilenmenin yanında öğrencilerin yeme farkındalığının değişiminin incelenmesi amaçlanmıştır. Araştırma, Eylül 2015-Mayıs 2016 tarihleri arasında Üsküdar Üniversitesi’nde okuyan öğrenciler arasından rastgele seçilen, yaşları 18-45 arasında olan 318 sağlıklı öğrenci üzerinde yürütülmüştür. Öğrenciler, beslenme dersi alan ve almayan olarak ikiye ayrılmıştır. Öğrencilere kişisel ve sağlık bilgilerini içeren bir anket formunun yanında Savaşır ve Erol tarafından geçerlilik ve güvenilirlik araştırması yapılan Yeme Tutumu Testi (YTT-40) ile Köse ve arkadaşları tarafından Türkçe’ye uyarlanan Yeme Farkındalığı Ölçeği-30 (YFÖ-30) uygulanmıştır. Araştırmaya katılan öğrencilerin yaş ortalaması 21.56±3.82 yıl olarak belirlenmiştir. Katılımcıların YTT-40 ortalama puanı 24.22±13.98 ve YFÖ-30 ortalama puanı 98.11±13.81 olarak bulunmuştur. Katılımcıların YFÖ-30 puanı arttıkça YTT-40 puanı azalmaktadır ancak bu ilişki önemsiz bulunmuştur (p>0.05). Kesme noktası olan YTT-40 puanlamalarında öğrencilerin %28.9’unun YTT-40 puanı 30 puandan yüksek bulunmuş olup, yeme bozukluğu riski taşımaktadır. Cinsiyete göre YTT-40 puan ortalamalarına bakıldığında ise erkekler (23.33±15.60) ile kadınlar (24.48±13.50) arasında istatistiksel olarak fark saptanmamıştır (p>0.05). Beden kütle indeksi hafif şişman-şişman sınıfındaki öğrencilerin YTT-40 puan ortalamaları diğer BKİ sınıflarına göre daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). Öğrencilerin vücut ağırlığı ve BKİ değeri yükselirken yeme bozukluğu riski artmakta olup (r=0.112, p<0.05 ve r=0.139, p<0.05), yeme farkındalığı düşmektedir (p>0.05). Vücut ağırlığı ve BKİ ile YFÖ-30 alt faktörlerinden sadece yeme kontrolü arasında önemli bir ilişki saptanmıştır (r=-0.252, p<0.01 ve r=-0.208, p<0.01). Öğrencilerden vegan olanların %33.3’ü, besin seçimi olmayanların %26.4’ü ve kırmızı et tüketmeyenlerin %24.1’i yeme bozukluğu riski taşımaktadır (p<0.05). Uyku süreleri ve defekasyon sorunları arasındaki ilişki önemli bulunmuştur (p<0.05). Kadınların defekasyon sorunları erkeklerden daha yüksek olarak saptanmıştır (p<0.05). Katılımcıların yürüyüş durumuna göre dağılan YTT-40 puan gruplarında anlamlı bir fark saptanmamıştır (p>0.05). Yürüyüş durumları ile YFÖ-30 alt faktörlerinden sadece duygusal yeme arasında istatistiksel açıdan önemli bir ilişki saptanmıştır (r=-0.159, p<0.01). Defekasyon sorunu ile ölçekler arasındaki ilişkilerde YFÖ-30 puanı (r=0.173, p<0.01) ile pozitif, YTT-40 puanı (r=-0.136, p<0.05) ile negatif ilişki saptanmıştır. Defekasyon sorunu ile disinhibisyon, duygusal yeme ve enterferans faktörleri arasında negatif ilişki saptanmış (p<0.05), YFÖ-30 puan ortalamasının anlamlılığı daha yüksek bulunmuştur (p=0.002). Bu araştırmaya katılan öğrencilerin %31.1’i beslenme dersi almıştır. Beslenme dersi alan öğrencilerde YTT-40 puanı azalmakta, YFÖ-30 puanı ise artmaktadır ancak istatistiksel açıdan bu ilişki önemsiz bulunmuştur (p>0.05). Beslenme dersi alma durumu ile YFÖ-30 alt faktörleri arasında istatistiksel açıdan önemli bir ilişki bulunmamıştır (p>0.05). Sonuç olarak; beslenme dersleri öğrencilerin yeme tutumlarını ve farkındalıklarını olumlu yönde etkilemektedir. Bunun yanında yeme farkındalığının kazandırılması vücut ağırlığı yönetimine yardımcı olacaktır. Present study, it was aimed to examine the eating attitude and mindful eating of the students and to examine the change of mindful eating of the students besides informing with nutrition lesson. The study was executed by 318 healthy students aged 18-45 years, randomly selected among students studying at Uskudar University between September 2015 and May 2016. In addition to a survey form containing personal and health information of the students, the Eating Attitudes Test (EAT-40) was conducted by Savasir and Erol, and the Mindful Eating Questionnare-30 (MEQ-30) scale adapted Turkish Kose et al. The mean age of the participants’ was 21.56 ± 3.82 year. The mean score of the participants’ EAT-40 score was found to be 24.22 ± 13.98 and the mean score of the MEQ-30 was 98.11 ± 13.81. As the EAT-40 scores decreased, MEQ-30 scores increased, but this relationship was not statistically significant (p> 0.05) Eating disorder risk can be determined by 30 cut-off point in the EAT-40. It has been shown that 28.9% of students have an eating disorder risk. There was no statistically significant difference between men’s (23.33 ± 15.60) and women’s (24.48 ± 13.50) mean EAT-40 scores (p> 0.05). Overweight-obese group was found to be having higher YTT-40 scores than the other BMI classes (p <0.05). While the students' body weight and BMI increased, the risk of eating disorder increased (r = 0.112, p <0.05 and r = 0.139, p <0.05), and mindful eating decreased (p> 0.05). A significant relationship was found between weight, BMI and MEQ-30 subscales (r =-0.252, p <0.01 and r =-0.208, p <0.01). As food choices evaluated, 33.3% of students that is vegan, 26.4% of the students that have no food choice and 24.1% of the students that don’t eat red meat were at risk of eating disorder (p <0.05). The relationship between sleep duration and defecation problems were found to be significant (p <0.05). Females' defecation problems were found to be higher than males (p <0.05). There was no statistically significant difference between the EAT-40 score groups according to walking status of the participants (p> 0.05). There was a statistically significant relationship between walking status and emotional eating that is one of MEQ-30 subscales (r = -0.159, p <0.01). Defecation problems and MEQ-30 score have positive correlation (r = 0.173, p <0.01) and negative correlation with EAT-40 score (r = -0.136, p <0.05). There was a negative correlation between compliance with defecation problems and disinhibition, emotional eating and ınterference sub-scales (p <0.05), while the mean of MEQ-30 score’s significancy was higher than EAT-40 scores (p = 0.002). In this study, 31.1% of students who participated in this study took nutrition course. As having nutrition course, EAT-40 score decreased and the score of MEQ-30 increased (p> 0.05). There was no statistically significant relationship between the level of taking the course and EAT-40, MEQ-30 or the sub-scales of MEQ (p> 0.05). As a result of this study, nutrition lessons influence students' eating attitudes and mindful eating positively. In addition, gaining mindfulness of eating will be helping manage to weight status.
  • Thumbnail Image
    Item
    Yetişkin ve yaşlı bireylerde sarkopenik obezite durumunun saptanması ve tanı yöntemlerinin karşılaştırılması
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2016) Özdemir, Merve; Aksoydan, Emine
    Bu araştırma, yetişkin ve yaşlı bireylerde sarkopenik obezite durumunun saptanması ve tanı yöntemlerinin karşılaştırılması amacı ile planlanıp uygulanmıştır. Araştırma, Eylül 2015-Temmuz 2016 tarihleri arasında, Ankara ili sınırları içinde yaşayan 40 yaş ve üzeri 423 bireyle yapılmıştır. Katılımcıların yaş ortalaması 55.1±9.90 (40-88) yıl olarak saptanmıştır. Sarkopeni tanısı için European Working Group on Sarcopeni in Older People (EWGSOP)„ın 2010 yılında yayınladığı raporda önerilen sarkopeni tanı kriterleri kullanılmıştır. Bu kriterlere göre 423 kişiden yalnızca bir kişi sarkopeni tanısı almıştır. Obezite tanısı için Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)‟nün kesim noktası olarak belirlediği 30 kg/m2 ve üzeri Beden Kütle İndeksi (BKİ) değeri kullanılmıştır. Tüm katılımcıların %39.4‟ü (167) obez olarak saptanmasına karşın obezler içinde sarkopeni tanısı alan bulunmamaktadır. Bu nedenle bu araştırmanın sonucunda sarkopenik obez tanısı alan hiç kimse olmamıştır. Araştırmanın başlangıcında sarkopenik obezite tanısında kullanılan Dual Enerji X Ray Absorbsiyometre (DEXA) ile Bioimpedans Analizi (BİA)‟nın karşılaştırılması amaçlanmıştır ancak sarkopenik obez tanısı alan katılımcı olmaması nedeniyle bu karşılaştırma yapılamamıştır. Sarkopenik obez katılımcı olmaması nedeniyle katılımcılar obezite ve kas gücü durumlarına göre 4 gruba ayrılmıştır ve bu gruplar arasında karşılaştırılmalı analizler yapılmıştır. Bu gruplar, obez olmayan kas gücü yeterli olanlar, obez olmayan kas gücü yetersiz olanlar, obez kas gücü yeterli olanlar, obez ve kas gücü yetersiz olanlardır. Katılımcıların %46.6‟sı obez olmayan kas gücü yeterli, %13.9‟u obez olmayan kas gücü yetersiz, %27.2‟si obez kas gücü yeterli, %12.3‟ü ise obez ve kas gücü yetersiz olarak saptanmıştır. Bu sınıflamaya göre hem obez hem de kas gücü yetersizlerin %36.4‟ünün yürüme hızı yetersizdir. Obezite ve kas gücü ile yürüme hızı arasında anlamlı bir ilişki bulunmuştur (p<0.05). Vücut yağ kütlesi yüzdesi ortalaması hem obez olup hem de kas gücü yetersiz olan grupta %40.1±3.49 iken obez olmayan kas gücü yeterli grupta %29.9±5.58‟dir (p<0.05). Obez olmayan ve kas gücü yeterli olan grupta enerji alımı ortalaması 1740.0±515.67 kkal iken obez ve kas gücü yetersiz olan grupta 1581.2±457.94 kkal‟dir. Obez ve kas gücü yetersiz olan grupta karbonhidrat, protein ve yağ alımı yüzdesi ortalaması sırasıyla 36.7±10.66, 15.4±21.0, 47.7±10.22 iken obez olmayan ve kas gücü yeterli olanlarda sırasıyla 36.9±8.61, 15.3±2.24, 47.0±8.14‟dir (p>0.05). Bireylerin enerji, toplam yağ, doymuş yağ asidi alımları ile obezite ve kas gücü grupları arasında istatsitiksel açıdan anlamlı bir ilişki saptanmıştır (p<0.05). Kas gücü ve kas kütlesi ile enerji (kkal), karbonhidrat (g), protein (g), toplam yağ (g), doymuş yağ asidi (%), tekli doymamış yağ asidi (%), kolestrol (mg) ve posa (g) tüketimleri arasında pozitif yönlü ve istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Sonuç olarak, araştırma grubunda EWGSOP ve DSÖ kriterlerine göre sarkopenik obez saptanmamıştır fakat sarkopeni kriterlerinden biri olan kas gücüne göre yapılan sınıflamada bireylerin %12.3‟ünde obezite ve kas gücü yetersizliği saptanmıştır. Bu konuda yapılan araştırmaların arttırlması, sarkopenik obezite tanı kriterlerinin uluslararası karşılaştırmalar yapılabilecek şekilde belirlenmesi ve başta beslenme tedavisi olmak üzere tedavi protokollerinin oluşturulması gerekmektedir. The aim of the present study was to evaluate the sarcopenic obesity and to compare diagnostic methods in adults and elderly. The study had been made between 2015 September and 2016 July with 423 individuals aged 40 years and over living in the Ankara. The age average of the participants was 55.1±9.90 (40-88) years. The sarcopenia diagnosis was based on the diagnostic criteria for sarcopenia, which was published in the European Working Group on Sarcopenia in Older People (EWGSOP) in 2010. According to this, only one person had been specified as sarcopenic among the 423 people. For the diagnosis of obesity, the Body Mass Index (BMI) value of over 30 kg/m2 determined by the World Health Organization (WHO) as the cut-off point was used. Although 39.4% (137) of total population (423 people) has specified as obese, none of them is sarcopenic. For that reason, no sarcopenic obese was found, as a result of this study. At the beginning of the study, it was aimed to compare the Dual Energy X Ray Absorptiometer (DEXA) and Bioimpedance Analysis (BIA) used in the diagnosis of sarcopenic obesity, but this comparison was not possible because of the lack of participation in sarcopenic obesity. Because of the lack of sarcopenic obese participants, participants were divided into 4 groups according to obesity and muscle strength status, and comparative analyzes were made among these groups. These groups were non-obese adequate muscle strength, non-obese inadequate muscle strength, obese adequate muscle strength, obese and inadequate muscle strength. The people in the study was found 46.6% non-obese and adequate muscle strength, 13.9% non-obese and inadequate muscle strength, 27.2% obese and adequate muscle strength, 12.3% obese and inadequate muscle strength. According to this classification, 36.4% of the people inadequate walking speed were both obese and muscle strength inadequate. It is found a significant corelation between walking speed and obesity and muscle strength (p<0.05). The percentage of body fat mass was 40.1±3.49% in the group which was both obese and inadequate muscle strength. The mean energy intake was 1740.0 ± 515.67 kcal in the non-obese and muscular strength group, and 1581.2 ± 457.94 kcal in the obese and inadequate muscle strength group. The mean percentage of carbohydrate, protein and fat intake was 36.7±10.66, 15.4±21.0, 47.7±10.22 respectively, in the group with in the obese and inadequate muscle strength. There was statistically significant correlation between energy, total fat, saturated fatty acid intake and obesity and muscle strength groups of individuals (p <0.05). Between muscle strength, muscle mass and consumption of energy (kcal), carbohydrate (g), protein (g), total fat (g), saturated fatty acid (%), monounsaturated fatty acid (%), cholesterol) was positively and statistically significant. In conclusion, it was not determined sarcopenic obese in the study population depending on EWGSOP and WHO criteria, but it was determined that 12.3 % of the people is obese and muscle strength is inadequate in terms of the classification depending on muscle strength, which is one of the criteria of sarcopenia. It is necessary to increase the number of studies conducted in this area, to determine the criteria for diagnosis of sarcopenic obesity to make international comparisons and to define the treatment protocols, especially nutritional therapy.
  • Thumbnail Image
    Item
    Obstrüktif uyku apne sendromu olan bireylerde metabolik sendrom ve beslenme durumlarının değerlendirilmesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2015) Çelik, Yeter; Kızıltan, Gül
    Bu çalışma obstrüktif uyku apne sendromu (OUAS) olan bireylerde metabolik sendrom (MS) ve beslenme durumunun belirlenmesi amacıyla Haziran 2014- Aralık 2014 tarihleri arasında yapılmıştır. Çalışmaya Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi Uyku Bozuklukları merkezinde OUAS tanısı alan 18 yaş üstü hastalar alınmıştır. Bu hastalara Uyku Bozuklukları Merkezinde rutin olarak uygulanan polisomnografi (PSG) öncesi gündüz uykululuk halini gösteren Epworth Uykululuk Testi ve OUAS’nin toplum taramalarında kullanılan Berlin Anketi uygulanmıştır. Ayrıca hastaların polisomnografide belirlenen uyku parametreleri, biyokimyasal bulguları, genel alışkanlıkları, beslenme alışkanlıkları, antropometrik ölçümleri, enerji ve besin öğeleri alımları, enerji harcamaları, depresyon görülme durumları değerlendirilmiştir. Bireylerin beslenme durumları besin tüketim sıklığı ile saptanmıştır. Araştırmaya katılan 79 bireyin 55’i (%69.6) erkek iken 24’ünün (%30.4) kadın olduğu saptanmıştır. Bireylerin %34.2’si 50 yaşında ve daha küçük, %40.5’i 51-60 yaş arasında, % 25.3’ü 61 yaşında ve daha büyük olduğu belirlenmiştir. Bu çalışmada boyun çevresi, bel çevresi, toplam yağ yüzdesi, abdominal ve visseral yağlanmanın artmasının OUAS gelişimi için bir risk faktörü olup olmadığını bakıldığında kadınlarda ve erkeklerde BKİ ile birlikte boyun çevresi, bel çevresi, visseral ve abdominal yağ ölçümleri ile uyku apnesinin şiddetini gösteren parametrelerin korele olduğu görülmüştür. Yapılan bu antropometrik ölçümler uyku apnesinin şiddetinin de göstergesi olabileceği saptanmıştır. Katılımcılardan kadınların %62.5’inde MS belirlenirken, erkek katılımcıların %76.4’ünde MS saptanmıştır. Hastaların beslenme durumları değerlendirilirken makro besin öğelerinin enerji dağılımına bakıldığında enerjinin yağdan gelen yüzdesinin kadınlarda ve erkeklerde yüksek olduğu ve OUAS şiddetine göre gruplar arasında bir fark olmadığı görülmüştür (p>0.05). OUAS hastalarının günlük ortalama kolesterol alım düzeylerine bakıldığında her iki cinsiyette ve tüm yaş gruplarında 200 mg’ın üzerinde olduğu belirlenmiştir. OUAS’li bireylerin besinle antioksidan etkinlik gösteren A,C,E vitaminleri alımlarına bakıldığında kadınların ve erkeklerin A ve C vitamini alımları OUAS şiddetine göre yeterli ya da fazla olduğu, E vitamini alımlarının da yeterli olduğu belirlenmiştir. Antioksidan enzimler için kofaktör rolü olan çinko ve magnezyum gibi besin öğeleri de değerlendirildiğinde kadınlarda ve erkeklerde çinko ve magnezyum alımları da yeterli ve fazla olarak belirlenmiştir. Sonuç olarak OUAS’li bireylerde MS görülme oranı yüksektir ve hipertansiyon, obezite, insulin direnci, dislipidemi gibi MS bileşenlerinin gelişiminde bireylerin yaşam ve beslenme şekilleri ön plana çıkmaktadır. This study was conducted to determine metabolic syndrome and nutritional status of individuals with obstructive sleep apnea syndrome (OSAS). Patients over the age of 18, who have been diagnosed with OSAS in Başkent University Ankara Hospital Sleep Disorders Center between June 2014 and December 2014 were included in this study. Epworth Sleepiness Scale that indicates state of sleepiness in the daytime before polisomnography and being applied routinely at the Sleep Disorders Center, and Berlin Survey that is used in community screening of OSAS were applied to these patients. Sleep parameters determined in polysomnography, biochemical findings, general habits, nutritional habits, anthropometric measurements, energy and nutritional intakes, energy expenditures, and status of depression incidence of them were assessed. Nutritional status of individuals were determined with food consumption frequency. While 55 of 79 participents participated in the study were male (69.6%), 24 of them (30.4%) were female and 34.2% of participents were at the age of 50 or younger, 40.5% of them were between the ages of 51-60, and 25.3% of them were at the age of 61 or older. When it was analyzed in the study whether neck circumference, waist circumference, total fat percent and increase in abdominal and visceral adiposity are a risk factor for OSAS development or not, neck circumference, waist circumference, visceral and abdominal fat measurements together with BMI were seen to be correlated with parameters that indicates the severity of sleep apnea in males and females. These anthropometric measurements performed might be an indicator of severity of sleep apnea also. Of participants, metabolic syndrome was detected in 62.5% of females and 76.4% of male participents. While nutritional status of the patients were being assessed, when energy distribution of macronutrients was analyzed, energy percent coming from fat was high in females and males, and there were no difference between the groups by OSAS severity (p>0.05). When daily average cholesterol intakes of patients with OSAS were analyzed, it was determined that it is over 200 mg for both genders and all age groups. When vitamin A,C,E that shows antioxidant activity intakes of individuals with OSAS were analyzed, it was determined that vitamin A and C intakes of females and males are sufficient or more in respect to severity of OSAS, and vitamin E intakes are sufficient also. Nutrients such as zinc and magnesium that has a cofactor role for antioxidative enzymes were assessed too. Zinc and magnesium intakes were determined as sufficient and more in females and males. In conclusion, rate of metabolic syndrome incidence is high in individuals with OSAS and life and nutrition styles of individuals stand out for development of metabolic syndrome components such as hypertension, obesity, insulin resistance and dyslipidemia.
  • Thumbnail Image
    Item
    Çocukluk çağı travmalarının erişkin dönem obezitesiyle ilişkisinin değerlendirilmesi.
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2015) Mutlu, Hayrettin; Tayfur, Muhittin
    Bu çalışmaya, Eylül 2014 ile Aralık 2014 tarihleri arasında, Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Beslenme ve Diyetetik Polikliniği’ne başvuran, beden kütle indeksine (BKİ) göre obez olan (BKİ≥30) 157 (111 kadın - 46 erkek) birey çalışma grubu, BKİ’ye göre normal (BKİ=18.5-25.0) vücut ağırlığında olan 157 (122 kadın-35 erkek) birey kontrol grubu olmak üzere toplam 314 birey katılmıştır. Çalışmada erişkin dönem obezitesi ve çocukluk çağı travmaları arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bireylerin, vücut ağırlığı, boy uzunluğu, bel çevresi, kalça çevresi ölçümü antropometrik ölçüm tekniklerine uygun yapılmıştır. Sosyo-demografik veri formu yüz yüze anket yöntemiyle uygulanmıştır. Çocukluk çağı travmalarını belirlemek için, 20 yaş öncesi istismar ve ihmal yaşantılarını geriye dönük nicelik olarak değerlendirmede kullanılan, Türkçe geçerlilik ve güvenilirliği gösterilmiş öz bildirime dayalı Çocukluk Çağı Travma Ölçeği (CTQ-28) kullanılmıştır. Obezite ile benlik saygı düzeylerini değerlendirmek için de Rosenberg Benlik Saygısı ölçeği uygulanmıştır. Çalışma grubunun yaş ortalaması 31.5±7.2 yıl ve kontrol grubunun 30.2±7.8 yıl olarak belirlenmiştir (p>0.05). Ortalama BKİ değeri, çalışma grubuda 34.3±6.4 kg/m2 kontrol grubunda 22.7±2.9 kg/m2 olarak belirlenmiştir (p<0.05). Çalışma grubunun CTQ ortalama puanı 42.6±10.5 kontrol grubu ise 37.2±6.6 bulunmuştur (p<0.05). Çalışma grubunda fiziksel istismar, fiziksel ihmal, duygusal istismar, duygusal ihmal, cinsel istismar bildirme sıklığı sırasıyla %26.1, %80.3, %59.2, %89.8, %31.2, kontrol grubunda %13.1 %69.4 %42.7 %86.6 %21.7 olarak bulunmuştur. Fiziksel istismar, fiziksel ihmal, duygusal istismar ve cinsel istismar bildirme sıklıkları çalışma grubunda anlamlı şekilde yüksek bulunmuştur (p<0.05). Duygusal ihmal bildirme sıklığında ise gruplar arası anlamlı fark yoktu (p>0.05). Çalışma grubu için travmatik bir deneyime maruz kalma sıklığı %68.8 iken, kontrol grubunda %38.8 olarak belirlenmiştir (p<0.05). Obez bireylerde düşük benlik saygısı bildirme sıklığı obez olmayan bireylere göre anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (p<0.05). In this study, a total of 314 individuals (111 female and 46 male with a BMI ≥ 30; 122 female and 35 male (n=157) with a BMI between 18.5 and 25) were attended among those who applied to the Nutrition and Dietetics Department of Fatih University Medical School Hospital from September 2014 to December 2014. The aim of this study was to assess the relationships between childhood traumas and adult obesity. The body weight, height, waist circumference and hip circumference measurements of the participants were completed based by anthropometric measurement techniques. Socio-demographic data form was conducted by face to face interview technique. The CTQ-28 method, also known as the self report childhood trauma scale to evaluate retrospectively the quantity of abuse and neglect experiences before 20 yr-old was used to determine the childhood trauma. The level of self-esteem was determined by the Rosenberg Self-Esteem Scale. The mean age and BMI were found to be as 31.5±7.2 and 34.3±6.4 in the experimental group, and 30.2±7.8 and 22.7±2.9 in the control group, respectively. The mean CTQ rate was determined 42.6±10.5 for the experimental group while it was 37.2±6.6 for the control group. The frequencies of physical abuse, physical neglect, emotional abuse, emotional neglect and sexual abuse were 26.1%, 0.3%, 59.2%, 89.8% and 31.2% for the experimental group, and 13.1%, 69.4%, 42.7%, 86.6% and 21.7%, respectively. Especially, the frequencies of physical abuse, physical neglect, emotional abuse, emotional neglect and sexual abuse in the experimental group were significanlty high (P<0.05) whereas there was no significant difference between both of the groups based on frequency of emotional neglect reporting (p>0.05). The frequency of exposure to having a traumatic experience was 68.8% for the experimental group. However, it was 38.8% for the control group (p<0.05). In the same manner, the frequency of low self-esteem reporting in the obese individuals was considerably higher than non-obese individuals (P<0.05).
  • Thumbnail Image
    Item
    Başkent Üniversitesi İstanbul Hastanesi’nde çalışan 20-64 yaş arası yetişkin bireylerde şekerli ve tatlandırıcılı içecek tüketiminin enerji alımı ve obezite üzerine etkisi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2015) Terzioğlu, Emel; Aksoydan, Emine
    Bu çalışma bireylerin şekerli ve tatlandırıcılı içecek tüketiminin enerji alımı ve obezite üzerini etkisini incelemek amacıyla yapılmıştır. Çalışma, Ağustos 2014- Kasım 2014 tarihleri arasında Başkent Üniversitesi İstanbul Hastanesi’nde doktor, hemşire ve diğer sağlık personeli ile hasta danışmanı olarak çalışan, yaşları 16-48 arasında değişen 100 ( 82 kadın, 18 erkek) sağlıklı birey üzerinde yürütülmüştür. Bireylerin kişisel bilgileri, genel sağlık durumları, yaşam tarzı alışkanlıkları ve temel beslenme alışkanlıkları anket formu ile sorgulanmıştır. Bireylerin beslenme durumları ve sıvı alımları besin tüketim kaydı formu ve içecek tüketim kaydı formu ile belirlenmiştir. Çalışmaya katılan bireylerin yaş ortalaması 28.75±6.96 yıl, BKI ortalamaları 22.16±3.53 kg/m2 olarak bulunmuştur. Kadınların zayıf olma sıklıkları, erkeklerden anlamlı şekilde yüksek iken; erkeklerin hafif şişman olma sıklıkları, kadınlardan anlamlı şekilde yüksektir. (p<0.05). Çalışmaya katılan erkeklerin düzenli fiziksel aktivite yapma sıklığı (%61.1), kadınlardan (%26.8) istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur (p<0.05). Bireylerin günlük diyetle enerji tüketim ortalaması kadınlarda 1722.8±304.47 kkal, erkeklerde 1657.41±208.19 kkal’dir. Enerjinin karbonhidrat, protein ve yağdan gelen yüzdesi sırasıyla kadınlarda ortalama %48.06±4.17, %14.70±1.52 ve %36.37±3.47 erkeklerde ise %47.78±4.29, %15.33±1.33 ve %36.22±2.88’dir. Bireylerin diyetle şekerli ve tatlandırıcılı içeceklerden aldıkları günlük enerjinin ortalaması kadınlarda 250.42±154.21 kkal ve erkeklerde 261.55±199.58 kkal olarak bulunmuştur. Katılımcıların %3’ünün günde 3-5 kez kola, %5’inin günde 3-5 kez limonata, %3’ünün günde 1-2 kez kola dışındaki diğer gazlı içecekler, %6’sının günde 1-2 kez gazsız meyve suları, %9’unun günde 1-2 kez meyveli soda ve %5’inin haftada 1-2 kez enerji içeceği saptanmıştır. Beden kütle indeksine göre katılımcıların içecek tüketimiyle aldıkları enerji miktarlarının ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). Şekerli ve tatlandırıcılı içecek tüketimindeki artış son 30 yıldaki artan obezite epidemisi ile paralellik göstermektedir. Bu konuda yapılacak çalışmaların artması şekerli ve tatlandırıcılı içecek tüketimi ile enerji alımı ve obezite arasındaki ilişkiye ışık tutacaktır. This study was performed to investigate the effect of consumption of sugary and sweetened beverages of individuals on energy intake and obesity. The study was conducted on 100 healthy individuals (82 females, 18 males) aged 16-48 years working as doctor, nurse, other healthcare personnel and patient consultant in Baskent University Istanbul Hospital between August 2014 and November 2014. Personal information, general states of health, lifestyle habits and basic nutrition habits of the individuals were inquired with questionnaire form. Nutritional status and fluid intakes of the individuals were determined by using food consumption record form and beverage consumption record forms. The mean age of the individuals participated in the study is 28.75±6.96. The mean BMI were determined to be 22.16±3.53 kg/m2. While frequency of being thin among women is significantly higher compared to the men, frequency of being overweight among men is significantly higher compared to the women (p<0.05). The frequency of regular participation in physical activity among men participated in the study (61.1%) was found to be statistically significantly higher compared to the women (26.8%) (p: 0.012; p<0.05). Average daily energy consumption of the individuals with diet for women is 1722.8±304.47 kcal and 1657.41±208.19 in men. The percentage of diet energy coming from carbonhydrat, protein and fat were found %48.06±4, %14.70±1.52 and %36.37±3.47 in women respectively. However in men %47.78±4.29, 15.33±1.33 and %36.22±2.88. Average energy intake of the individuals coming from sugary and sweetened beverages with daily nutrition was found to be 250.42±154.21 kcal in women and 261.55±199.58 kcal in men. It was determined that 3% of the participants consumed coke 3-5 times in a day, 5% of them consumed lemonade 3-5 times in a day, 3% of them consumed carbonated beverages other than coke 1-2 times in a day, 6% of them consumed uncarbonated beverages1-2 times in a day, %9 of them consumed fruit soda water and 5% of them consumed energy drink 1-2 times in a week. There is no statistically significant difference between average energy intake of the individuals with beverage consumption according to body mass index (p>0.05). Increase in consumption of sugary and sweetened beverage shows parallelism with increased obesity epidemic in the last 30 years. Increasing number of studies in this field will shed light on the relationship between energy intake with consumption of sugary and sweetened beverages and obesity.