Sosyal Bilimler Enstitüsü / Social Sciences Institute

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11727/1394

Browse

Search Results

Now showing 1 - 10 of 806
  • Item
    In COVID-19 Health Messaging, Loss Framing Increases Anxiety with Little-to-No Concomitant Benefits: Experimental Evidence from 84 Countries
    (2022) Sarioguz, Eyluel; Karaarslan, Cemre; 36185503
    The COVID-19 pandemic (and its aftermath) highlights a critical need to communicate health information effectively to the global public. Given that subtle differences in information framing can have meaningful effects on behavior, behavioral science research highlights a pressing question: Is it more effective to frame COVID-19 health messages in terms of potential losses (e.g., "If you do not practice these steps, you can endanger yourself and others") or potential gains (e.g., "If you practice these steps, you can protect yourself and others")? Collecting data in 48 languages from 15,929 participants in 84 countries, we experimentally tested the effects of message framing on COVID-19-related judgments, intentions, and feelings. Loss- (vs. gain-) framed messages increased self-reported anxiety among participants cross-nationally with little-to-no impact on policy attitudes, behavioral intentions, or information seeking relevant to pandemic risks. These results were consistent across 84 countries, three variations of the message framing wording, and 560 data processing and analytic choices. Thus, results provide an empirical answer to a global communication question and highlight the emotional toll of loss-framed messages. Critically, this work demonstrates the importance of considering unintended affective consequences when evaluating nudge-style interventions.
  • Item
    Ekolojik bir malzeme olan pişmemiş toprağın sanat ve mimaride dünü ve bugünü
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022) Yıldırım, Ceren; Tekkök Karaöz, Billur
    İnsanlar kendilerine bir konut yapabilecekleri bilgi ve beceri düzeyine ulaşmadan, yaşadıkları mağaraların yüzeylerine doğal pigmentler, toprak bazlı boyalarla resimler yapmış, çevrelerindeki temel maddelerden biri olan toprağı suyla karıştırarak şekillendirmiş, doğayı ve kendilerini rölyef ve heykellerle tasvir etmişlerdir. Zamanla çeşitli yerel malzemeleri toprakla bir araya getirerek inşa ettikleri evlerini yine topraktaki minerallerden elde ettikleri boyalarla renklendirmiş, hikâyelerini ve gözlemlerini duvarlarına yansıtmış, toprakla kültürel izler bırakmışlardır. Bu izleri takip ettiğimizde, özellikle çevre ve sağlık sorunları yaşadığımız günümüzde, sağlıklı, sürdürülebilir, ekolojik malzeme ile tasarım ve bunu destekleyen, kökeni 1960’lara dayanan ekolojik sanat ve estetiğinin toplumda çevre anlayışı ve duyarlılığı yaratmak adına önemi görülmektedir. Yeniden doğal çevreye uyumlu, sürdürülebilir şekilde var olma anlayışı günümüzde kadim malzemelerin farklı bir söylev içerisinde ön plana çıkmasına sebep olmaktadır. Bu malzemeler, antik çağlardan itibaren insan hayatının bir parçası olsalar da endüstriyel malzemelerin ve hızlı üretim-tüketim döngülerinin içerisinde geri planda kalmıştır. Katkı malzemeleriyle uyumlu, zengin reçetelendirilme olanağı olan toprağın plastik bir malzeme olarak sınırları geniştir. İnsanın toprakla yaratım ve şekillendirme süreci, bu şekilde karşılıklı olarak çevresiyle kurduğu ilişkinin nitel ve nicel yönleri çalışmanın sorgulama alanı kapsamındadır. Endüstriyel yaşamda bedeninden ve beden aracılığıyla oluşan dünya algısından uzaklaşan insanın günümüzde bedensel üretim biçimlerine dayanan zanaatlara ve yerel malzemelere ilgisi artmaktadır. Zanaat ve sanat sınırında üretirken bedeni ve çevresiyle ilişkilenen insanın toprağı malzemeleştirerek kültürel bir araca dönüştürmesi, estetik ve kullanışlı bir malzeme olarak toprağın geçmişten günümüze plastik sanat ve mimari alanlarından örnekler üzerinden sınırları, temas ettiği malzemelerle birlikte incelenmiş, ortaya ham toprağın insanlık tarihi içerisinde bir resmi konulmuştur. Çeşitli malzemeler arasından pişmemiş toprağın seçilme nedeni yazarın çalışma alanları olan yerel, ekolojik malzemeler ile mimari ve toprak ile mimari resim konularıyla ilişkili olmasıdır. Tezin Giriş ve Araştırma Hakkında bölümlerinden sonra üçüncü bölümde, pişmemiş toprağın tarih öncesi çağlardan itibaren hikâyesi, dördüncü bölümdeyse günümüzde sanat, tasarım, mimari ve sergilemede önemi çeşitli örnekler üzerinden incelenmiştir. Geçmişten günümüze, günümüzden geleceğe malzeme aracılığıyla bir köprü kurulması adına çeşitli üretim biçimleri ve yeni teknolojik gelişmelerle ortaklıkları kişisel olarak seçilen örnekler üzerinden araştırılmıştır. Bu bölüme toprak kültürüyle ilgili pratik veya kuramsal olarak çalışan sanatçı, mimar, arkeolog ve tasarımcılarla yapılan söyleşilerle katkıda bulunulmuştur. Günümüzde pişmemiş killi toprağın önemi, gelişimi ve teknik potansiyelleri ortaya konularak konunun sürdürülebilir bir gelecek için yaygınlaşması adına bir farkındalık yaratılması istenmektedir. Değerlendirme sonucunda sosyal, kültürel ve sanatsal bağlam ve mekânların, doğal bir malzeme olan pişmemiş toprağın duyurulması adına önemi vurgulanmaktadır. Before people reached the level of knowledge to build houses, they painted the caves with earth-based materials and minerals. They depicted nature and themselves with reliefs and sculptures by mixing earth with water. In time, they painted the walls that they also built with earth and local materials; reflected their stories, observations on these earthen walls, leaving cultural traces. Following these traces until today, where we are facing environmental and health problems, together with sustainable design solutions with natural materials; ecological art and aesthetics, whose origins date back to 1960s are important to create environmental awareness. To be more sustainable and compatible with nature brings up ancient materials in a different discourse today. Although being a part of human life since ancient times, these materials’ve been pushed back in context of rapid production-consumption cycles. Earth combines harmoniously with variety of additives and has rich prescription feature. Thus It’s flexible as a plastic material. During the shaping process of earth, the qualitative and quantitative aspects of the reciprocal relationship between human, environment and material are within the scope of this thesis. A picture of raw earth in human history, transformation of the material into an aesthetic and useful cultural tool with its limits and possibilities, various intersections with other materials are put forward by examining the materializing of earth through examples from plastic arts and architecture on the border of art and craft. The reason for choosing raw earth among various materials is its relation to the professional area of the author which is architecture with local and ecological materials and earth wall paintings. After Introduction and About the Research; In the third part of the study, the story of raw earth from prehistoric times; In the fourth part of the study, the importance of raw earth in plastic arts, design, architecture and exhibition are examined. To build a bridge between past, present and future through the material, various production techniques and partnerships with new technologies are explored through various examples. Contribution to this section is made through interviews with artists, architects, archaeologists, designers who practically or theoretically work with raw earth. By putting forth the importance, development and technical potentials of raw earth, It is intended to raise awareness to spread the subject for a sustainable future. As a result, the importance of social, cultural and artistic contexts and spaces like museums for the notice of raw earth are emphasized.
  • Item
    Haute couture giysi tüketim davranışlarındaki talebin arttırılmasına yönelik bir araştırma
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022) Erdoğan, Seren; Türkdemir, Pınar
    Haute Couture 19. yüzyılda Charles Frederick Worth’ün Fransa’da başlattığı bir akım olarak ortaya çıkmıştır. 19. yüzyıl burjuvasının özel günlerde ve partilerde daha farklı ve daha seçkin elbiseler giymek istemesi ile doğmuştur. Pahalı kumaşların kullanıldığı özel tasarım olarak üretilmektedir. Dikilmiş, özel el yapımı kişiye özel giysi üretimidir. 1945’te revize edilen Haute Couture standartlarının artan maliyetler ve günümüzdeki şartlara uygun olabilmesi için değiştirilmesi talep edilmiştir. Günümüzde Haute Couture’ün geldiği son durum analiz edildiğinde, hazır giyim karşısında Haute Couture kullanımının azalması, küreselleşen dünyada hızlı alışveriş, internet üzerinden alışveriş gibi olguların ortaya çıktığı görülmektedir. Son dönemde Covid-19 salgınının da etkisiyle internetin kullanım alanlarının genişlemesi, internet ve e-ticaret platformları üzerinden alışverişin artması gibi faktörler de Haute Couture üzerinde olumsuz bir etki yaratmıştır. Bu çalışma, Sanayi Devrimi’nden günümüze kadar olan dönemde moda endüstrisi ve Haute Couture üzerine bilgi vererek, Haute Couture’e olan ilginin azalmasına çözüm önerileri getirmek amacıyla gerçekleştirilmiştir. Kavramsal açıklama ve analizlerin ardından, gerçekleştirilen 18 soruluk anket çalışması ile birlikte bu iki taramanın birleştirilmesi ve önerilerin sunulması gerçekleştirilmiştir. Uygulanan anket çalışması, SPSS paket programı kullanılarak yapılan frekans analizlerine ve yorumlarına dayanmaktadır. Haute Couture emerged in the 19th century as a movement started by Charles Frederick Worth in France. It was born when the 19th century bourgeois wanted to wear different and more elegant dresses on special occasions and parties. It is produced as a special design using expensive fabrics. It is the production of sewn, custom handmade personalized clothing. It was demanded that the Haute Couture standards, which were revised in 1945, be changed in order to be suitable for increasing costs and today's conditions. When the latest situation of Haute Couture is analyzed today, it is seen that the decrease in the use of Haute Couture against ready-made clothing, fast shopping in the globalizing world, and online shopping have emerged. Factors such as the expansion of the usage areas of the internet and the increase in shopping over the internet and e-commerce platforms have also had a negative impact on Haute Couture. This study was carried out to provide information on the fashion industry and Haute Couture from the Industrial Revolution to the present, and to offer solutions to the decrease in interest in Haute Couture. After the conceptual explanation and analysis, together with the 18-question survey, these two surveys were combined and suggestions were presented. The applied survey is based on frequency analyzes and comments made using the SPSS package program.
  • Item
    Hemşirelerin pandemi sürecinde hata yapma eğilimleri: Bir vakıf hastanesi araştırması
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022) Özdemir, Şükriye Nur; Halıcı, Ali
    Sağlık çalışanları arasında önemli bir çoğunluğa sahip olan hemşireler, genellikle hastalarla yakın ve sıklıkla iletişim kuran sağlık personeli grubu oldukları için psikososyal sağlığı, çalışma motivasyonu ve iş doyumu gibi hasta ile ilişkilerini doğrudan etkileyen kapsamda değerlendirilmiştir. Mart 2020 sonrasında Covid-19 virüsünün ülkemizde görülmesiyle gerek sosyal hayatımız gerek çalışma hayatımız yeniden düzenlendi. Çalışma şartları en çok etkilenenler ise sağlık çalışanlarıdır. Çalışma koşulları, çalışma süreleri, pandemi ile ağırlaşan hemşireler de bu çalışma koşul ve şartlarındaki değişimden etkilenmiştir. Bu araştırma da bir araştırma hastanesinde çalışmakta olan hemşirelerin pandemi dönemiyle birlikte hata yapma sebepleri nicel bir çalışma ile incelenirken, literatür araştırması ile de bunun sebeplerini bulunmaya çalışılmıştır. Çalışmada Covid-19 süreci ile hemşirelerin değişen sosyal yaşamları ve çalışma koşulları ele alınmıştır. Niceliksel olarak bir araştırma hastanesinde çalışmakta olan hemşirelere uygulanmıştır. Söz konusu ölçekler katılımcılara yüz yüze uygulanmış olup bu sayede veri toplanması sağlanmıştır. Çalışma sonucu değerlendirildiğinde sağlık sektörünün önemli unsurlarından biri olan hemşirelerin pandemi dönemiyle birlikte artan iş yoğunlukları ve stresin hem sosyal hem de iş hayatlarında bazı olumsuzlukları beraberinde getirdiği görülmektedir. Bu araştırmada hemşirelerin ihtiyaçlarının ve taleplerinin belirlenmesi ve sonrasında ise ilgili kurum ve kuruluşlar tarafından bu ihtiyaç ve taleplerin giderilmesi halinde hemşirelerin meslekte yaptıkları hatalar azalacak ve bu hatalara bağlı olarak yaşanabilecek hasta kayıplarının önüne geçilebileceği sonucuna ulaşılmıştır. Nurses who have a considerable majority among healthcare professionals are evaluated in terms of their psychosocial health, work motivation and job satisfaction which directly affects their relationship with the patient, as they are a group of health personnel who communicate closely and commonly with patients. After March 20, when the Covid-19 virus diagnosed in our country, both social life and working life was rearranged. Healthcare professionals were the most affected by the working conditions. Working conditions and durations caused by the pandemic became harder for nurses who were also affected by the changes in the working condition. In this study, while examining the reason as to why nurses who work in a research hospital made mistakes in the pandemic period quantitatively, it also tries to find the reasons in a literature aspect. In addition, the changing social lives and working conditions of nurses in the Covid-19 process were discussed. It was implemented quantitatively to nurses working in a research hospital. The preceding scales were applied to the participants face-to-face, thus data collection was provided. When all this work is evaluated, nurses, who are one of the important elements of the health sector, have experienced increased stress and intensity with the pandemic period, which brings some negativity in both their social and work lives. In this research, it can be concluded that once the needs and requests of the nurses are determined and resolved by the relevant institutions and organizations, the mistakes made by nurses in the profession will deteriorate and patient losses due to these errors can be prevented.
  • Item
    Sürdürülebilirlik raporlaması düzeyi ile firma performansı arasındaki ilişkinin incelenmesi
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022) Küçüktop, Fatma Beyza; Gökten, Soner
    Bu tez, sürdürülebilirlik raporlama düzeyi ile firma performansı arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçlamaktadır. Bunu başarmak için “Sürdürülebilirlik raporlamasının seviyesi ile firma performansı arasındaki ilişki nedir?” araştırma sorusunun yanıtlanması gerekmektedir. Bu araştırma sorusunu yanıtlamak için pozitivist bir araştırma yaklaşımı benimsenmiştir. Bu çalışma için ikincil bir veri kullanılmış, veriler Compustat veri tabanına elde edilmiştir. Örneklem, 52.560 gözlem sağlayan 10 yıllık (1 Ocak 2009–31 Aralık 2019) 2 ülkeden 1.052 firmadan alınan verilerden oluşmaktadır. Sürdürülebilirlik raporlaması açıklamalarının (Çevresel, Sosyal ve Yönetişim), operasyonel (ROA), finansal (ROE) ve piyasa (TQ) performansları olmak üzere firma performansı üzerinde olan etkileri incelenmiştir. Analize bağımsız değişkenlerin yanı sıra, firma bazında denetim kalitesi (DK) ve toplam varlıklar (TV) ile ülke bazında gayri safi yurtiçi hasıla (GSYİH) olmak üzere 3 kontrol değişkeni dahil edilmiştir. Kullanılan değişkenlerin türü ve sayısı göz önüne alınarak veriler Çoklu Regresyon Analizi yöntemi ile analiz edilmiştir. Yapılan analizlerin sonuçları, çevresel açıklamaların firmaların operasyonel (ROA) performans üzerinde anlamlı bir etkisi varken, finansal (ROE) ve piyasa (TQ) performansları üzerinde bir etkisi olmadığı gözlemlenmiştir. Sosyal açıklamaların ise operasyonel (ROA), finansal (ROE) ve piyasa (TQ) performansları üzerinde anlamlı bir etkisi olduğu gözlemlenmiştir. Yönetişim açıklamalarının ise operasyonel (ROA), finansal (ROE) ve piyasa (TQ) performansları üzerinde anlamlı bir etkisi olduğu gözlemlenmiştir. Kontrol değişkeni olarak regresyon modeline dahil edilen denetim kalitesi (DK), toplam varlıklar (TV) ve gayri safi yurt içi hasıla (GSYİH) değişkenlerinin operasyonel performans (ROA) üzerinde anlamlı bir etkisinin olduğu gözlemlenmiştir. Bu çalışma, sürdürülebilirlik raporlaması alanındaki bilgilere ve ESG açıklamalarının firmaların performansını nasıl etkilediğine katkı sağlamaktadır. This thesis aims to investigate the relationship between the level of sustainability reporting and firm performance. To achieve this aim, “What is the relationship between the level of sustainability reporting and firm performance?” the research question needs to be answered. A positivist research approach has been adopted to answer this research question. A secondary data was used for this study, the data was facilitated the Compustat database. The sample consists of data from 1,052 companies from 2 countries over 10 years (1 January 2009–31 December 2019), providing 52,560 observations. The effects of sustainability reporting disclosures (Environmental, Social and Governance), operational, financial and market performances on firm performance were examined. In addition to the independent variables, 3 control variables were included in the analysis, namely audit qualit and total assets on a firm basis, and gross domestic product on a country basis. Considering the type and number of variables used, the data were analyzed with the Multiple Regression Analysis method. The results of the analyzes show that while environmental disclosures have a significant effect on the operational performance of the firms, they have no effect on their financial and market performances. Social disclosures, on the other hand, have been observed to have a significant impact on operational, financial and market performances. It has been observed that corporate governance disclosures have a significant effect on operational, financial and market performances. Audit quality, total assets and gross domestic product included in the regression model as control variables have been observed to have a significant effect on operational performance This study contributes to the knowledge in the field of sustainability reporting and how ESG disclosures affect the performance of companies.
  • Item
    Uluslararası havalimanları bekleme alanlarında kullanıcı-mekân etkileşimi ve iç mekân biçimlenişi: Uluslararası İstanbul havalimanı örneği
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022) Genç, Eda; Özdamar, Betül Bilge
    Toplu kullanım alanları olan uluslararası havalimanları, ülkelerin önemli yapılarının başında gelen, kullanıcı sayısı yüksek iç mekân oluşumlarıdır. Uluslararası havalimanları küresel dünyadaki insan hareketliliğine bağlı olarak farklı ülkelerden insanların bir araya geldiği duraklardan biridir. Bu yapılar kullanıcı sayısı yüksek olan büyük ölçekli, karmaşık planlama ve mekânsal dinamiklere sahip iç mekânlar olmaları nedeniyle, günümüz dünyasında kullanıcı etkileşimli olarak sürekli gelişim ve değişim gösteren mekânlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Hava ulaşımı günümüzde en hızlı ulaşım şekli ve yoğun insan trafiğine sahip olması paralelinde havalimanları iç mekânlarında yer alan bekleme alanları, kullanıcı açısından önem kazanmış, farklı ihtiyaçların beklentisinin oluşmasına neden olmuştur. Çalışmada, iç mekân ve kullanıcı etkileşimi, yer ve zaman arasında var olan kullanıcının yarattığı algı ve deneyim üzerinden çalışılarak, belirleyici dinamikler tanımlanmıştır. Yersizlik ve zamansızlık bağlamında yok mekân kavramı mekânsal deneyim ve kullanıcı aidiyeti üzerinden ele alınmıştır. Kullanıcı ve mekânsal etkileşim, örnek havalimanları üzerinden biçimsel karşılıkları ile aranmış; ‘‘mekânsal organizasyon ve form ilişkisi’’, ‘‘fonksiyona yönelik mekânsal kullanım’’ ve ‘‘mekân aidiyeti ve anlam ilişkisi’’ başlıkları altında araştırılmıştır. Uluslararası İstanbul Havalimanı yolcu bekleme alanları üzerinden örnek çalışma kapsamında incelenmiş ve kullanıcı aidiyeti ve memnuniyetine etki eden faktörler göz önüne alınarak değerlendirilmiştir. International airports with public use areas are interior spaces with a high number of users where is one of the most important structures of countries. International airports are one of the stops where people from different countries come together depending on the human mobility in the global world. Since these buildings are large scale, complex planning and interior spaces with a high number of users, hey appear as spaces which are constantly developed and changed in user interaction in today’s world. In parallel with the fact that air transportation is the fastest way of the trasportation and has heavy human traffic today, the waiting areas in the interiors of the airports have gained their importance for the user and have caused the expectation of different needs. In this study, the decisive dynamics of the interaction between the interior and the user are defined by considering the perception and experience created by the user existing between space and time. In the context of placelessness and timelessness, the concept of non-existent space is discussed through spatial experience and user belonging. User and spatial interaction are searched with their formal counterparts through sample airports; It has been researched under titles of “spatial organization and form relationship”, “functional spatial use” and “space belonging and meaning relationship”. Within the scope of this study, international Istanbul airport passenger waiting areas were examined and evaluated by considering the factors affecting user satisfaction.
  • Item
    The role of meaning in life on the relationship between death anxiety and well- being in an existential context
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022) Tekçe, Sena; Yeniçeri Kökdemir, Zuhal
    It is claimed that the unknown of death arouses anxiety in us and this anxiety motivates us to find meaning in life. In addition, the effects of the presence and absence of meaning in life on well-being have been studied extensively. This thesis aims to understand the connections between meaning in life, death anxiety, and well-being in an existential context. Also, it is aimed to understand the mechanism of the relationship between belief and well-being. There is little social scientific data in the literature on individuals who do not believe in any religion, and they are rarely included in belief studies. For this reason, the proposed model is planned to be tested both for individuals who believe in any religion and for individuals who do not believe in any religion. The sample of the study consists of 395 individuals between the ages of 18-67. The research data was collected through Typology of Six Types of Nonbelief, The Meaning in Life Questionnaire, Templer’s Death Anxiety Scale, Psychological Well-Being Scale, and Satisfaction with Life Scale. The results showed that the search for meaning in life mediated the relationship between death anxiety and well-being for all participants. It was seen that the presence of meaning in life mediated the relationship between death anxiety and well-being for individuals who reported that they believed in any religion, while the search for meaning in life was mediated for individuals who reported that they did not believe in any religion. Overall, the results showed that meaning in life was an important variable in the relationship between death anxiety and well-being. The results are discussed in more detail in the light of the relevant literature. Ölümün bilinmezliğinin bizde kaygı uyandırdığı ve bu kaygının bizi hayatta anlam bulmaya motive ettiği öne sürülmektedir. Ek olarak, hayatta anlamın varlığı ve yokluğunun iyilik hali üzerindeki etkileri çokça çalışılmıştır. Bu tez, varoluşsal bağlamda hayatta anlam, ölüm kaygısı ve iyilik hali arasındaki bağlantıları anlamayı amaçlamaktadır. Ayrıca, inanç ve iyilik hali arasındaki ilişkinin mekanizmasını anlamak amaçlanmıştır. Literatürde herhangi bir dine inanmayan bireyler hakkında çok az sosyal bilimsel veri bulunmakta ve inancı içeren çalışmalarda herhangi bir dine inanmayan bireyler nadiren yer almaktadır. Bu nedenle önerilen model hem herhangi bir dine inanmayan hem de herhangi bir dine inanan bireyler için test edilmesi planlanmıştır. Araştırmanın örneklemini 18-67 yaş aralığındaki 395 birey oluşturmaktadır. Araştırmanın verileri; İnançsızlığın Altı Tipolojisi, Hayatta Anlam Anketi, Templer’ın Ölüm Kaygısı Ölçeği, Psikolojik İyilik Hali Ölçeği ve Yaşam Doyumu Ölçeği aracılığıyla toplanmıştır. Sonuçlar, tüm katılımcılar için hayatta anlam arayışının ölüm kaygısı ve iyilik hali arasındaki ilişkiye aracılık ettiğini göstermiştir. Herhangi bir dine inanan bireyler için hayatta anlamın varlığının ölüm kaygısı ile iyilik hali arasındaki ilişkiye aracılık ettiği, herhangi bir dine inanmayan bireyler için ise hayatta anlam arayışının aracılık ettiği görülmüştür. Genel olarak sonuçlar, hayatta anlamın ölüm kaygısı ve iyilik hali arasındaki ilişkide önemli bir değişken olduğunu göstermiştir. Sonuçlar ilgili literatür ışığında daha ayrıntılı olarak tartışılmıştır.
  • Item
    Relationships between attachment style, cognitive flexibility and emotion regulation
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022) Dilmen, Serenay; Doğutepe, Elvin
    This study aims to examine the effect of differentiation in adult attachment styles on cognitive flexibility and emotion regulation. The sample of the study consists of young adults between the ages of 18-30 voluntarily. A total of 259 people participated in the research. In the study, the Experiences in Close Relationships Inventory (ECR), The Cognitive Flexibility Inventory (CFI), Difficulty of Emotion Regulation Scale (DERS) were used. According to the results of the analysis, the hypothesis was that securely attached young adults had more cognitive flexibility and fearfully attached young adults had less cognitive flexibility was not significant. The hypotheses that securely attached young adults are better at emotion regulation and that fearfully attached young adults are more deficient in emotion regulation have been confirmed. The strengths, limitations, and contributions of the study are discussed in light of the relevant literature. Bu araştırmanın amacı, yetişkin bağlanma tarzlarındaki farklılaşmanın bilişsel esneklik ve duygu düzenleme üzerindeki etkisini incelemektir. Araştırmanın örneklemi gönüllülük esasına dayalı olarak 18-30 yaş arası genç yetişkinlerden oluşmaktadır. Araştırmaya toplam 259 kişi katılmıştır. Çalışmada Yakın İlişkilerde Yaşantılar Envanteri (YİYE), Bilişsel Esneklik Envanteri (BEE), Duygu Düzenlemedeki Zorlantılar Anketi kullanılmıştır. Analiz sonuçlarına göre güvenli bağlanan genç yetişkinlerin daha fazla bilişsel esnekliğe ve korkuyla bağlanan genç yetişkinlerin daha az bilişsel esnekliğe sahip olduğu hipotezi yanlışlanmıştır. Güvenli bağlanan genç yetişkinlerin duygu düzenlemede daha iyi olduğu ve korkuyla bağlanan genç yetişkinlerin duygu düzenlemede daha yetersiz olduğu hipotezleri desteklenmiştir. Araştırmanın güçlü yönleri, sınırlılıkları ve katkıları ilgili literatür ışığında tartışılmıştır.
  • Item
    Küçük ve orta büyük işletmelerde kurumsal sosyal sorumluluk ve sürdürülebilirlik raporlaması önerisi
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022) Yahşi, Merve; Doğan, Deniz Umut
    Kurumsal sosyal sorumluluk ve sürdürülebilir kalkınma paralel olarak önemli birer kavram olmakla kalmamış, iş hayatı için de vazgeçilmez olmuştur. İşletmeler için küresel bir değer yaratabilmenin yolu olarak görülen sürdürülebilirlik iş stratejilerine ve günlük iş faaliyetlerine entegre edilmeye başlanmıştır. Küçük ve orta büyüklükteki işletmeler ülke ekonomilerinde %98 oranında temsil edilmektedir. Küçük işletmelerin yerine bakıldığında uluslararası işletmelere göre oldukça yüksek oranda yer tuttuğu görülmektedir. Ancak küçük işletmelerin ekonomilerdeki bu büyük rollerine karşı sürdürülebilirliğe sınırlı olarak katıldıkları gözlemlenmektedir. Küçük işletmelerin sürdürülebilirliğe sınırlı katılımlarına sebep olarak yetersiz finansal kaynaklar, bilgili ve tecrübeli personel eksikliği, yetersiz kurumsallaşma ve yetersiz imaj yönetimi gibi eksiklikler sayılabilir. Ancak küçük işletmelerin gelecek kuşakları da gözeterek faaliyetlerine devam etmeleri en az uluslararası işletmeler kadar hayatidir. Bu sebeple küçük işletmelerin sürdürülebilirlik küresel değer zincirine dâhil edilmesi oldukça önemlidir. Küçük işletmelerin bilinçlendirilmesi, sürdürülebilirlik raporlamasının yarattığı fırsatlardan yararlanması öncelikli amaçtır. Ayrıca küçük işletmeler için uygulanabilir sürdürülebilirlik standartları oluşturulması nihai hedeftir. Bu tezin amacı küçük işletmelerin sürdürülebilirlik uygulamalarını incelemek ve sürdürülebilirlik raporlamasının nasıl olması gerektiğiyle ilgili önerilerde bulunmaktır. Corporate social responsibility and sustainable development have not only been important concepts in parallel, but have also become indispensable for business life. Sustainability, which is seen as a way to create a global value for businesses, has begun to be integrated into business strategies and daily business activities. Small and medium-sized enterprises are represented by 98% in national economies. When we look at the place of small enterprises, it is seen that they have a very high place compared to international enterprises. However, it is observed that small businesses participate in sustainability on a limited basis despite their large role in the economy. Inadequate financial resources, lack of knowledgeable and experienced personnel, insufficient institutionalization and inadequate image management can be counted as the causes of limited participation of small businesses in sustainability. However, it is as vital as international businesses for small businesses to continue their activities by considering future generations. For this reason, it is very important to include small businesses in the sustainability global value chain. The primary objective is to raise awareness of small businesses and to benefit from the opportunities created by sustainability reporting. In addition, establishing viable sustainability standards for small businesses is the ultimate goal. The aim of this thesis is to examine the sustainability practices of small businesses and to make suggestions about how sustainability reporting should be.
  • Item
    Geleneksel enerji tüketimi ve yenilebilir enerji tüketimleri ile gsyih arasındaki ilişki
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022) Şahin, Özgür; Köymen Özer, Seda
    Sürdürülebilir kalkınma ve ekonomik büyüme için enerji temel bir gerekliliktir. Her ülke üretimde bulunmak ve üretimi devam ettirebilmek için enerji girdisine gereksinim duyar. Geleneksel ve yenilenebilir enerji hem maliyet açısından hem de verimlilik açısından GSYİH’yi farklı etkilemektedir. Bu tezin amacı gelişmiş, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin geleneksel (birincil) ve yenilenebilir (alternatif) enerji tüketimlerinin Gayri Safi Yurtiçi Hasıla’ya olan etkisini incelemektir. Çalışma 2010-2019 yıllarını kapsamakta ve 29’u gelişmiş, 61’i, gelişmekte olan ve 22’si az gelişmiş ülke olmak üzere toplam 112 ülkeye ait verileri kullanmaktadır. Çalışmadan elde edilen bulgulara göre, gelişmiş, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülke gruplarının geleneksel ve yenilenebilir enerji kaynaklarının tüketimlerinin GSYİH’ye pozitif etkisi olduğu tespit edilmiştir. Ancak yenilenebilir enerji tüketiminin pozitif etkisi geleneksel enerji kaynaklarına nazaran daha azdır. Ayrıca, gelişmişlik düzeyi arttıkça geleneksel enerji tüketiminin GSYİH’ye etkisinin azaldığı gözlemlenmiştir. Energy is a fundamental requirement for sustainable development and economic growth. Every country needs energy input in order to produce and continue production. Conventional and renewable energy affect Gross Domestic Product (GDP) differently in terms of both cost and efficiency. The aim of this thesis is to examine the effect of traditional (primary) and renewable (alternative) energy consumptions of developed, developing and underdeveloped countries on GDP. The study covers the years 2010-2019 and uses data from a total of 112 countries, including 29 developed, 61 developing and 22 less developed countries. According to the findings obtained from the study, it has been determined that the consumption of traditional and renewable energy sources of developed, developing and underdeveloped country groups has a positive effect on GDP. However, the positive effect of renewable energy consumption is less than that of traditional energy sources. In addition, it has been observed that the effect of traditional energy consumption on GDP decreases as the level of development increases.