Erişim Şekline Göre Kaynaklar
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11727/11219
Browse
Item Borsa İstanbul'un mikro yapısındaki değişiklerin gün içi getiri, volatilite ve kapanış fiyatına etkisi(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2014) Kadıoğlu, Eyüp; Küçükkocaoğlu, GürayBorsa İstanbul’da gün içi getiri ve volatilite yapıları ve bu yapıları oluşturan nedenlerden biri olan kapanış fiyatı manipülasyonunu test etmek üzere 1 Kasım 2006 – 31 Mayıs 2012 döneminde farklı endekslerde yer alan 102 adet hisse senedi kullanılmıştır. Yine aynı dönemde Borsa İstanbul’un mikro yapısında meydana gelen açılış seansı uygulamasına geçilmesi, disketle emir iletimi uygulamasının kaldırılması, fiyat adımlarının küçültülmesi, emir iptalinin serbest bırakılması ve kapanış seansı uygulamasına geçilmesinin gün içi yapılara olan etkileri araştırılmıştır. Borsa İstanbul’un gün içi getiri yapısının genel literatüre paralel olarak çift seans uygulaması nedeniyle çift U formunda (ya da W formu) olduğunu söylemek mümkündür. Borsa İstanbul’un seans açılışlarında ve kapanışlarındaki getirinin diğer zaman dilimlerine göre daha yüksek olduğu gözlemlenmiştir. Gün içi volatilite yapısının ise çift seans uygulaması nedeniyle çift L formunda olduğunu söylemek mümkündür. Borsa İstanbul’un seans açılışındaki volatilitenin yüksek olduğu ve seans sonuna doğru bu volatilitenin azaldığı gözlemlenmiştir. Açılış seansı uygulaması getiri formunu istatistiki olarak önemli ölçüde değiştirmiş olup, açılış seansıyla birlikte ilk 15 dakikalık getirilerde önemli bir düşüş olmuştur. Ancak açılış seansı uygulaması açılışta gözlemlenen volatiliteyi de anlamlı bir şekilde arttırmıştır. Kapanış seansı uygulaması kapanıştaki getiriyi ve sabah açılışta gözlemlenen volatiliteyi anlamlı bir şekilde düşürmüştür. Borsa İstanbul’da tek fiyat yöntemli kapanış seansının uygulamaya girmesine kadar olan dönemde Felixson ve Pelli (1999) modeline göre kapanış fiyatını artırmaya yönelik manipülatif hareketlerin olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Son 15 dakikaya kadar olan dönemde “Alım-Satım”ın toplam işlem miktarına oranı değişkeninin katsayısının pozitif ve yüksek anlamlılık düzeyine sahip olması kapanış fiyatı manipülasyonunu destekleyici nitelikte olduğu düşünülmektedir. Kapanış seansı uygulamasının kapanış fiyatı manipülasyonunu önemli ölçüde ortadan kaldırdığı görülmüştürItem Bukkal segment distalizasyonunda zigoma ankrajı ve ağız dışı ankraj uygulamarının karşılaştırılması(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2007) Kaya, Burçak; Uçkan, SinaBu tez çalışması bukkal segment distalizasyonunda zigoma ankraj sisteminin iskeletsel, dentoalveoler ve yumuşak dokular üzerindeki etkilerinin incelenmesi ve bu etkilerin servikal headgear ankrajıyla karşılaştırılması amacıyla yürütülmüştür. Dişsel Sınıf II posterior ilişki, iskeletsel Sınıf I veya II sagital ilişkiye sahip hastalar çalışmaya dahil edilmiştir. Ayrıca araştırmaya alınmak için düşük açılı veya normal vertikal büyüme paterni, tüm daimi dişlerin varlığı, maksiller dental arkta çapraşıklık ve/veya artmış overjet, mandibuler dental arkta çok az yer darlığı olması veya hiç olmaması, normal veya artmış overbite, tam sürmüş maksiller ikinci molarlar gibi kriterler de aranmıştır. Bu kriterleri sağlayan 30 hasta 2 gruba ayrılmıştır. Distalizasyon başlangıcında ortalama yaşları 14.74 yıl olan 15 hastadan oluşan birinci grupta, zigoma ankraj sistemi ile bukkal segment distalizasyonu yapılmıştır. Zigoma plağından birinci premolar braketinin mezialindeki sıkıştırılabilir ark teli kuvvet çengeline uzanan nikel-titanyum kapalı sarmal yaylar ile, her iki tarafta 450 gram distalizasyon kuvveti uygulanmıştır. Distalizasyon başlangıcında ortalama yaşları 15.26 yıl olan 15 hastadan oluşan ikinci grupta, servikal headgear ile bukkal segment distalizasyonu yapılmıştır. Dış kolu başlangıçta okluzal düzleme paralel olan ve bukkal segmentte özellikle kanin ve birinci premolarlar arasında diastemalar açıldıktan sonra 10-15° yukarı açılandırılan yüz arkı kullanılarak her iki tarafta 450 gram distalizasyon kuvveti uygulanmıştır. Hastalardan headgearlerini günde en az 20 saat kullanmaları istenmiştir. Bütün hastalarda sınıf II bukkal ilişki başarıyla düzeltilip Sınıf I bukkal ilişki sağlanmıştır. Bukkal segment distalizasyonunun ortalama süresi zigoma ankraj grubunda 9.03 ± 0.62 ay, servikal headgear grubunda 9.00 ± 0.76 ay olarak ölçülmüş, gruplar arasında fark bulunmamıştır. Tedavi gruplarında oluşan değişiklikleri belirlemek için lateral sefalometrik filmler üzerinde 43, alçı modeller üzerinde 6 parametre ölçülmüştür. Normal dağılım gösteren ve homojen varyanslı olup tekrarlı ölçüm içeren grup ortalamaları İki Faktörlü Tekrarlı Ölçümler Varyans Analizi ve Bonferroni düzeltmeli t testi ile, yaş ve tedavi süresi parametrelerinin grup ortalamaları ise Student t testi ile karşılaştırılmıştır. Normal dağılıma uymayan veya heterojen varyanslı olan grup ortalamalarının karşılaştırılmasında ise bağımsız gruplar için Mann Whitney U testi, bağımlı gruplar için ise Wilcoxon testi kullanılmıştır. Bukkal segment distalizasyonuna bağlı olarak her iki tedavi grubunda da, ‘A’ noktası geriye gitmiş, mandibula posterior rotasyon yapmış, ön yüz yükseklikleri artmıştır. Her iki grupta da maksiller posterior dişlerde p<0.001 düzeyinde önemli miktarda distalizasyon sağlanmıştır. Bunun yanısıra, zigoma ankraj grubundaki premolarlar dışında, her iki grupta da tüm maksiller posterior dişlerde distale devrilme görülmüştür. Zigoma ankraj grubunda maksiller posterior dişlerde vertikal hareket görülmezken, servikal headgear grubunda premolarlarda ekstrüzyon gözlenmiştir. Her iki grupta da maksiller keserler retrüze olmuş ve overjet azalmıştır. Overbite yalnızca servikal headgear grubunda azalmıştır. Alt ve üst dudaklarda her iki grupta da belirgin retrüzyon saptanmıştır. Bütün maksiller posterior dişlerde distobukkal rotasyona rastlanmış, ancak zigoma ankraj grubunda özellikle premolarlardaki rotasyon daha belirgin bulunmuştur. Zigoma ankraj sistemi ile hiç bir ağız dışı aygıt kullanmadan, servikal headgear ile benzer sonuçlar elde edilebildiği ve Sınıf II ilişkinin düzeltilebildiği gösterilmiştir.Item Çekimli olgularda zigoma ankrajının kanin retraksiyonuna etkilerinin incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2007) Çetinşahin, Alev; Dinçer, MüfideBu çalısmanın amacı zigoma ankraj sistemiyle birlikte ve zigoma ankraj sistemi olmadan kullanılan PG retraksiyon springinin kanin retraksiyonuna etkilerini karsılastırmaktır. Bu amaçla, postpubertal gelisim döneminde, Angle sınıf I veya sınıf II maloklüzyona sahip, üst birinci premolar dislerinin çekim endikasyonu ve maksimum veya moderate ankraj gereksinimi olan 30 hasta bu çalısmaya dahil edildi. Hastalar 15 bireyden olusan iki gruba ayrıldı. Maksimum ankraj olguları (16 yıl 8 ay ortalama yasa sahip, 9 kız, 6 erkek) implant destekli gruba alındı ve kanin retraksiyonu için PG retraksiyon springi kullanılırken posterior ankrajı güçlendirmek için sag ve sol zigomatik buttress bölgelerine zigoma ankraj sistemleri yerlestirildi. Moderate ankraj olguları (15 yıl 5 ay ortalama yasa sahip, 10 kız, 5 erkek) kanin retraksiyonu için zigoma ankraj sistemi kullanılmadan PG retraksiyon springi uygulanan ikinci gruba alındı. Kanin retraksiyonu baslangıcında ve bitiminde alçı modeller ve lateral sefalometrik filmler alındı ve zigoma ankrajının kanin retraksiyonuna etkilerini karsılastırmak için kullanıldı. Sefalometrik ölçümler ve model ölçümleri istatistiksel olarak degerlendirildi. Ankraj güçlendirilmeden PG retraksiyon springi kullanılan grupta daha fazla olmak üzere her iki grupta da anlamlı ankraj kaybı gözlendi. Kanin retraksiyon hızı, kaninlerin sagital ve vertikal hareketlerinde gruplar arasında anlamlı fark gözlenmedi.Item Diş hekimliğinde kullanılan multimod, etch and rinse ve self etch adezivlerin süt ve daimi dişlerin sınıf I restorasyonlarında mikrosızıntı açısından karşılaştırılması, Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Pedodonti Doktora(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2014) Kaya, Tuğba; Çehreli, S. BurçakBu çalışma, çekilmiş süt ve daimi dişlerin sınıf I kavitelerinde beş farklı adeziv sistemin farklı metotlarla (self etch, selektif etch, etch and rinse) uygulanması sonucunda dişlerde görülen mikrosızıntı miktarının ölçülmesi, süt ve daimi dişlerde mikrosızıntı açısından bir farklılık görülüp görülmediğinin anlaşılması amacıyla planlanmıştır. Çeşitli nedenlerle çekilmiş 110 adet süt dişi ve 110 adet daimi diş rastgele olarak 11’er gruba ayrılmıştır. Çalışmada kullanılan adeziv materyaller (All Bond Universal (Bisco Inc., Schaumburg, ABD), Single Bond Universal (3M ESPE, St. Paul. MN, ABD), Clearfil SE Bond (Kuraray Medical Inc., Tokyo, Japonya), Tri- S Plus Bond (Kuraray Medical Inc., Tokyo, Japonya) ve Single Bond 2 (3M ESPE, St. Paul. MN, ABD)’dir. Tüm gruplar Filtek Z250 (3M ESPE, St. Paul. MN, ABD) A2 kompozit ile restore edilmiştir. Restorasyon sonrası dişlere 5-55±20C‘de 1000 kez termal siklus uygulanmış ve sonrasında dişler mikrosızıntı testine tabii tutulmuştur. Boya penetrasyon sonrasında oluşan mikrosızıntı değerleri, her diş örneğinden alınan 4‘er kesit üzerinde dijital imaj analizi yöntemiyle kantitatif olarak tespit edilmiştir. Verilerin istatistiksel analizinde Kruskal Wallis Varyans Analizi, Mann Whitney U Testi ve Ki-Kare Testi kullanılmıştır (p=0.05). Sonuçlar incelendiğinde, Clearfil SE Bond ve Single Bond Universal hem süt hem daimi dişlerde self etch metodu ile uygulandığında en az mikrosızıntı değerini göstermiştir (p<0.05). Selektif etch metodunda ise daimi dişlerde All Bond Universal ve Clearfil SE Bond, Tri-S Plus Bond ve Single Bond Universal’a göre daha az mikrosızıntı değerleri göstermiştir (p<0.05). Süt dişlerinde ise Single Bond Universal diğer materyallere göre en fazla mikrosızıntıyı değerlerine yol açarken (p<0.05), diğer materyaller arasında mikrosızıntı miktarı açısından anlamlı bir fark bulunamamıştır (p>0,05). Kullanılan adezivlerin selektif etch olarak uygulanması ile Single Bond 2 vii materyali karşılaştırıldığında daimi dişlerde Clearfil SE Bond en az mikrosızıntı değerine sahipken(p<0.05) diğer materyaller arasında anlamlı bir fark görülmemiştir(p>0,05). Süt dişlerinde ise All bond universal, Single Bond Universal, Clearfil SE Bond, Tri-S Plus Bond materyallerinin selektif etch olarak uygulanması ile Single Bond 2 materyali arasında mikrosızıntı açısından anlamlı bir fark görülmemiştir(p>0,05). Süt ve daimi dişlerde görülen sızıntı miktarları karşılaştırıldığında All Bond Universal, Single Bond Universal ve Tri-S Plus Bond materyalleri self etch metoduyla uygulandığında daimi dişlerde süt dişlerine göre daha fazla mikrosızıntı görülmüştür(p<0.05), selektif etch ve etch and rinse metotlarında ve Single Bond 2 materyalinde ise süt ve daimi diş arasında anlamlı bir fark bulunamamıştır(p>0,05). Clearfil SE Bond materyalinin self etch metoduyla uygulanmasında süt ve daimi dişler arasında bir fark görülmezken(p>0,05), selektif etch metodunda süt dişleri, daimi dişlere göre daha fazla mikrosızıntı göstermiştir(p<0.05).Item Farklı final irrigasyon rejimlerinin çeşitli kanal dolgu patlarının dentil tübül penetrasyonuna etkisinin konfokal lazer tarama mikroskobu ile in vitro incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2014) Özaşır, Tufan; Üngör, MeteDt. Tufan Özaşır, Farklı final irrigasyon rejimlerinin çeşitli kök kanal dolgu patlarının dentin tübül penetrasyonuna etkisinin konfokal lazer tarama mikroskobu ile in vitro incelenmesi, Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Endodonti Anabilim Dalı, Doktora Tezi, 2014 Bu çalışmanın amacı; %17’lik EDTA, %7’lik MA ve %2’lik CHX final irrigasyon solüsyonlarının, 3 farklı kök kanal dolgu patının (AH Plus, EndoRez, Tech BioSealer Endo) dentin tübül penetrasyonuna etkilerinin lazer taramalı konfokal mikroskop (LSCM) ile incelenmesidir. Çalışmada 160 adet tek köklü, kök gelişimini tamamlamış, insan alt çene premolar dişleri kullanıldı. Kemomekanik preparasyon, %5,25’lik NaOCl irrigasyonu kullanılarak Ni-Ti el aletleri ile yapıldı. Preparasyon işlemlerinden sonra dişler 5ml %5,25’lik NaOCl ile ardından 2,5ml distile su ile irrige edilip 5 farklı final irrigasyon grubuna ayrıldı (n=32). Grup 1: 5ml %17 EDTA + 2,5ml DS, Grup 2: 5ml %17 EDTA + 2,5ml DS + 2,5ml %2 CHX, Grup 3: 5ml %7 MA + 2,5ml DS, Grup 4: 5ml %7 MA + 2,5ml DS + 2,5ml %2 CHX, Grup 5: 5ml %5,25 NaOCl + 5ml DS. İrrigasyon işlemlerinin ardından her gruptan ikişer kök smear tabakanın durumunu görmek amacı ile SEM analizi için ayrıldı. Kalan kökler farklı kanal dolgu patları ve guta-perka konlarla doldurulmak üzere 3 alt gruba ayrıldı (n=10). Grup A: AH Plus Grup E: EndoRez Grup T: Tech BioSealer Endo vi Obturasyon işlemlerinden sonra apeksten 2, 6 ve 10 mm mesafeden transvers yönde kesitler alınıp lazer taramalı konfokal mikroskop ile incelendi. Elde edilen verilere göre AH Plus patı dentin tübüllerine en iyi penetrasyonu göstermiştir. Klorheksidin irrigasyonunun, MA + CHX grubunda (G4A) AH Plus patının penetrasyon derinliğini azaltması haricinde olumsuz etkisi olmamış, EndoRez ve Tech BioSealer Endo patlarının tübül penetrasyonunu artırmıştır.Item İskeletsel sınıf III bireylerde maksiller ekspansiyon ve protraksiyon uygulamasının dentofasiyal yapılara ve temporomandibular ekleme olan etkilerinin incelenmesi(Başkent Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, 2007) Köse, Cansuf; Uçkan, İ. SinaOrtodontik tedavi ile temporomandibular düzensizlik (TMD) arasındaki ilişki literatürde geniş olarak tartışılmıştır. Çene ucundan destek alarak maksillaya kuvvet uygulayan yüz maskelerinde, bu kuvvetin yaklaşık olarak %75’inin TME bölgesine iletildiği belirtilmiştir. Bu çalışmadaki amaç, hızlı üst çene genişletmesi/yüz maskesi uygulamasının dento-fasiyal yapılar ve kondil-disk-glenoid fossa üçlüsü üzerindeki etkilerinin kontrol grubu ile karşılaştırılmalı olarak incelenmesidir. Bu amaçla çalışmada, iskeletsel ve dişsel sınıf III düzensizliğe sahip 14 hasta tedavi grubunu, 12 hasta ise kontrol grubunu oluşturmuştur. Çalışmaya pubertal atılım öncesi gelişim döneminde olan ve TMD belirti ve bulguları bulunmayan bireyler dahil edilmiştir. Çalışmanın materyali, tedavi-kontrol öncesi ve sonrası alınan, lateral sefalometrik filmler, el-bilek filmleri, manyetik rezonans görüntüleri (MRG) ve alçı modellerden oluşmaktadır. Sefalometrik filmler üzerinde, iskeletsel, dentoalveolar ve yumuşak doku ölçümleri, manyetik rezonans görüntüleri üzerinde kondil-disk konumu şekli ve fossa morfolojisi ile ilgili ölçümler yapılmıştır. Alçı modellerde ise kanin ve 1.molar dişler arası transvers genişlikler ölçülmüştür. Çalışmanın bulguları değerlendirildiğinde, tedavi grubunda sagittal maksiller gelişim stimule edilmiş, mandibular gelişim, büyümenin posteriora yönlendirilmesiyle kontrol altına alınmıştır. Dento-alveolar yapılarda gözlenen, alt keserlerdeki retraksiyon ve overjet’teki artma Sınıf III düzensizliğin çözümüne yönelik olumlu katkıda bulunmuştur. Yumuşak doku ilişkisi, iskeletsel ve dentoalveolar değişimlere paralel olumlu gelişim göstermiştir. Disk kondil ilişkisi değerlendirildiğinde, tedavi grubunda disk bir miktar anteriora yer değiştirmiş ancak kontrol grubu ile karşılaştırıldığında gruplar arasında fark anlamsız bulunmuştur. Tedavi ile kondil-glenoid fossa ilişkisinde bir değişiklik gözlenmemiştir. Çalışma sonunda, tedavi grubunda kondiler açılanmada (kondil başı eğimi) azalma olduğu, ancak kontrol grubu ile karşılaştırıldığında gruplar arasında önemli bir fark olmadığı saptanmıştır. Fossa morfolojisinde bir değişiklik bulunmamıştır. Diskin bölgesel konumu değerlendirildiğinde tedavi ile B bölgesindeki disk konumunda artış gözlendiği ancak kontrol grubu ile karşılaştırıldığında gruplar arasında fark olmadığı bulunmuştur. Uygulama sonunda, disklerin %92,85’inin diskin normal şekli olarak kabul edilen, bikonkav konfigürasyona sahip olduğu saptanmıştır. Hızlı üst çene genişletmesi/yüz maskesi uygulamasının kraniyofasiyal yapılarda önemli miktarda düzeltici etkisi bulunurken, TMD için predispozan bir etkisinin olmadığı saptanmıştır.Item İşletmelerin yatırım kararları ile finansman kararları arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi: Türkiye imalat sektörü işletmeleri üzerine bir dinamik panel veri analizi(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2014) Gülaç, Hakan; Sarıaslan, Halilİşletmeler yatırım, finansman ve kâr üzerine optimizasyonu amaçlayan kurumlardır. İşletme değerini maksimum yapma amacıyla yatırım yaparlar ve bu yatırımların finansmanını en az maliyetle gerçekleştirmek isterler. Bu bağlamda tam etkin olmayan piyasalar ve bilgi sürtünmeleri nedeniyle ortaya çıkan yatırımlar ve finansman arasındaki ilişkiyi ampirik olarak tespit etmek işletmelerin finansal yönetiminde önem arz etmektedir. Özellikle de yatırımların daha maliyetli ve uzun dönem odaklı olduğu imalat sektöründe yatırım finansman kaynaklarının daha etkili yönetilebilmesi zorunlu hale gelmeye başlamaktadır. Sonuçta da günümüzde yatırım için gerekli kıt finansman kaynaklarının daha dikkatli yönetilmesi ve yatırım finansman kararlarının daha dikkatli verilmesi gerekmektedir. Bu çalışmada 2005 – 2012 yılları arasında Türk İmalat Sektöründe yatırım kararları ile finansman kararları arasındaki ilişki ve hangi yatırımın hangi kaynak bileşkesi ile finanse edildiği araştırılmış, temel makroekonomik değişken risksiz faiz oranının yatırım finansmanına etkisine bakılmıştır. Aynı zamanda temel olarak Türk imalat sektörünün finansman yönetiminin nasıl gerçekleştiği sorusuna cevap aranmaktadır. Sonuçlar göstermektedir ki yatırım kararları, temettü ve kâr finansman kararlarında etkili olmaktadır. Geçmiş yıllardaki finansman kararları öz kaynak haricinde borçlarda ve nakit ve nakit benzerleri üzerinde etkilidir. Çalışma sermayesi; nakit, kısa vadeli borçlar ve öz kaynaklar ile finanse edilirken, yatırımlar; nakit, uzun vadeli borçlar ve öz kaynaklar ile finanse edilmektedir. Risksiz faiz oranı ise finansman kaynakları ile ters orantılı ilişkili gerçekleşmektedir ancak işletmeye özgü faktörler olan yatırımların, çalışma sermayesinin, kârın ve temettünün finansman kararları üzerindeki etkisinin yönünü ve anlamlığını değiştirecek etkisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla istikrar ortamında işletmeye özgü faktörler yatırım finansman kararlarında en önemli faktörler olmaktadır.Item Kemik defektlerinde ABM/P-15 ile lokal alendronatın kombine kullanımının histopatolojik olarak incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2006) Alikaya, Ceren; Bulut, ŞulePeriodontitis ve periimplantitis sonucu diş ve dental implantların etrafındaki kemik dokusunda yıkım olmakta ve bu yıkım ile doğru orantılı olarak diş veya dental implantlarda kayıplar söz konusu olmaktadır. Klasik tedavilerle hastalığın ilerlemesini durdurmak söz konusu olsa da kayıp dokuların yeniden kazandırılması için rejeneratif tedaviler uygulanmaktadır. Rejeneratif tedavilerde rutin olarak kullanılan kemik greftleri ile başarılı sonuçlar elde edilse de etkilerini artırmak amaçlı kombine tedavilere ihtiyaç duyulmaktadır. Bu çalışmada kemik greftinin başarısını artırmak amaçlı lokal olarak bifosfonat grubu ilaçlardan biri olan alendronat sodyum kullanılmıştır. Bifosfonatlar kemik metabolizmasını etkileyerek kemik yıkımını önlemekte ve birçok hastalığın tedavisinde sistemik olarak kullanılmaktadır. Bu çalışma, alendronat sodyumun, lokal olarak greftle beraber kullanımının kemik oluşumuna ve inflamasyona olan etkisinin incelenmesi için planlamıştır. Bu amaçla 30 adet ratta, 3 mm çaplı deneysel kemik defektleri oluşturulmuş ve sağ mandibuladaki defekt bölgesine alendronat emdirilmiş ABM/P-15 kemik grefti, sol mandibuladaki defekt bölgesine ise sadece salinle nemlendirilmiş ABM/P-15 kemik grefti yerleştirilmiştir. Ratlar, işlemden sonraki 2., 4. ve 6. haftalarda sakrifiye edilmiştir. Örneklerden elde edilen kesitler, hematoksilen ve eozin ile boyanarak iltihabi hücre infiltrasyonu, osteoklast ve osteoblast yoğunluğu açısından değerlendirilmiştir. Ayrıca immunohistokimyasal çalışma ile iltihabi hücreler, osteoblastlar ve epitel hücreleri cox-2 boyanması açısından incelenmiştir. Sonuçlarda, kemik grefti ile beraber lokal uygulanan alendronat sodyumun osteoklast sayısını artırdığı, osteoblast sayısını azalttığı ve cox-2 ekspresyonunu baskıladığı gözlenmiştir.Item Kilitli vida ve plak sisteminin sagittal split ramus osteotomisinde kullanılmasının üç boyutlu modelleme ve sonlu elemanlar analiziyle incelenmesi(Başkent Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, 2007) Oğuz, Yener; Uçkan, İ. SinaSagittal Split Ramus Osteotomisi (SSRO) çenelerdeki birçok konjenital ya da kazanılmış deformitenin düzeltilmesinde kullanılmaktadır. Obwegeser ve Trauner tarafından tanımlanmış ve zamanla Dal Pont ve Hunsuck tarafından modifiye edilerek son halini almıştır. SSRO uygulanmasını takiben fiksasyon ve stabilizasyon sağlamak amacıyla tel osteosentezinden metal plak ve vidalara kadar birçok teknik geliştirilmiş ve uygulanmıştır. Ortognatik cerrahide miniplak ve vidalar 1980’li yıllardan itibaren rijit internal fiksasyon sağlamak amacıyla rutin kullanılır hale gelmiştir. Titanyum vida sisteminin dezavantajlarını gidermek ve fiksasyon stabilitesini arttırmak için araştırmalar devam etmiş ve bu amaçla kilitli vida ve plak sistemleri üretilerek travma ve rekonstrüktif işlemlerde kullanılmıştır. Bu çalışmada 2.0mm kilitli mini vida ve plak sistemleri ile 2.0mm standart mini vida ve plak sistemlerinin fiksasyon güvenirliliği SSRO uygulamalarında 3 boyutlu modelleme ve sonlu elemanlar analiziyle 200 N çiğneme kuvveti uygulanarak incelenmiştir. Sonuçta SSRO ile 5 mm ilerletme yapılıp fikse edilen modellerde kilitli vida ve plak ile konvansiyonel vida ve plak sistemleri arasında kemiğe iletilen kuvvetler ve kemikte oluşan deformasyonlar açısından önemli bir fark gözlenmemiştir.Item Konvansiyonel teknik ve bilgisayar ile yapılmış sefalometrik analizlerin güvenilirlik açısından karşılaştırılması(Başkent Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, 2007) Çelik, Esat Erkan; Memikoğlu, T. Ufuk ToygarBu çalışmadaki amaç, farklı araştırmacıların analiz metodlarından parametreler alarak oluşturduğumuz analiz sisteminde, farklı bilgisayar programları (Jiffy Orthodontic Evaluation (JOE), Vistadent 2.1 AT) ile elde edilen ölçümleri, konvansiyonel çizim tekniği ile karşılaştırmaktır. Çalışma sonucunda hem teknikler arasında, hem de programların birbirlerine karşı olan güvenilirliğini saptamak hedeflenmiştir. Çalışmamızda, Başkent Üniversitesi Ortodonti Anabilim Dalı hasta arşivinden seçilmiş toplam yüz yirmi beş adet bireyin, tedavi başı lateral sefalometrik filmleri kullanılmıştır. Tüm sefalometrik kayıtlar aynı pantomogram ile (PM 2002 CC Proline Planmeca Oy SF-00810 Helsinki Finland) alınmıştır. Tüm sefalometrik analizler aynı araştırmacı tarafından yapılmıştır. Tekniklerden biri konvansiyonel (elle çizim), diğer ikisi ise farklı bilgisayar yazılımlarından (JOE ve Vistadent 2.1 AT) oluşmaktadır. Çalışmada toplam yirmiyedi adet açısal ve boyutsal parametre kullanılmıştır. Sonuçlara göre çalışmamızda yirmisekiz adet parametreden yirmibir adet parametrede istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır. Bu parametreler: BaNA açısı, SNA açısı, Condylion-A mesafesi, Condylion-Gnathion mesafesi, SNB açısı, Maksillo-mandibular fark, WITT’S ölçümü, ANB açısı, GoGn. SN açısı, Ar.GoGn açısı, Palatal düzlem-mandibular düzlem açısı, Üst keser-NA açısı, Alt keser-NB mesafesi, İnterinsizal açı, Overbite ölçümü, Overjet ölçümü, IMPA açısı, Oklüzal düzlem eğimi, Alt dudak-E düzlemi, Üst dudak uzunluğu, A - Nasion perpendiküler mesafesidir. Nasolabial açı, ANS – Menton mesafesi, Antero-posterior yüz oranı, Alt keser-NB açısı, Nasion perpendikülar - Pg mesafesi, Gonion - Menton mesafesi, Üst keser-NA mesafesi üç grupta da istatistiksel olarak anlamlı farklılık gösteren parametrelerdir. JOE yazılımı, Vistadent 2.1 AT yazılımına oranla, konvansiyonel tekniğe daha yakın sonuçlar vermiştir. JOE grubunda Nasolabial Açı ölçümünün tekrarlama katsayısı, en düşük olan parametredir.Item Kronik periodantitis hastaların ağız sağlığı ile ilişkili yaşam kalitesinin ve hastalık semptomlarının öz algısının değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2014) Kutsal, Derya; Bulut, ŞuleÇalışmamızda, generalize kronik periodontitisli bireylerden oluşan çalışma grubu ve periodontal açıdan sağlıklı bireylerden oluşan kontrol grubunun ağızdiş sağlığı ile ilişkili yaşam kalitesinin ölçülmesi ve hastalık semptomlarına ilişkin algı düzeylerinin değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Çalışmamıza 50 kronik periodontitisli ve 50 sağlıklı birey dahil olmuştur. Bireylere sosyo-demografik özellikleri, oral hijyen alışkanlıkları, diş hekimi muayene sıklıklarını tespit etmeye yönelik sorularla birlikte ağız-diş sağlığı ile ilişkili yaşam kalitesini ölçmeye yönelik OHRQoL-UK ölçeği uygulanmış ve hastalık semptomlarına ilişkin algı düzeylerini tespit etmek amacıyla VAS üzerinde değerlendirmeler yapmaları istenmiştir. Kronik periodontitis grubundaki bireylerin eğitim seviyesi kontrol grubuna göre istatiksel olarak anlamlı bir Ģekilde daha düşük seviyededir. Hasta grubundaki bireylerin fırçalama sıklığı ve düzenli diş hekimine gitme sıklığı kontrol grubuna göre daha düşük seviyededir ve aradaki fark istatiksel açıdan anlamlıdır. Kronik periodontitisli bireylerdeki doğal diş sayısı sağlıklı kontrol grubuna göre daha düşük bulunmuştur ve aradaki fark istatiksel açıdan anlamlıdır. PI, GI, CD, AK değerleri periodontitisli grupta anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur. OHRQoL-UK ölçeği uygulanarak yapılan yaşam kalitesi değerlendirmesinde kronik periodontitisli grubunun skorlarının istatiksel olarak daha düşük seviyede olduğu tespit edilmiştir. VAS üzerinde yapılan hastalığa ilişkin semptomların algı düzeylerinin değerlendirmesinde ise kronik periodontitisli bireylerin algı düzeyleri kontrol grubuna göre istatiksel olarak daha yüksek seviyede tespit edilmiştir. Eğitim seviyesi ve sigara tüketimi ile yaşam kalitesi arasında anlamlı ilişki bulunmuşken cinsiyet ile yaşam kalitesi arasında ilişki bulunmamıştır. Sonuç olarak kronik periodontitis hastalarının ağız-diş sağlığı ile ilişkili yaşam kaliteleri sağlıklı kontrol grubuna göre daha kötü seviyededir ve kronik periodontitisli bireylerin hastalık semptomlarına ilişkin algı seviyeleri kontrol grubuna göre daha yüksek seviyede bulunmuştur.Item Kronik periodontitis ile serum C-Reaktif protein düzeyleri arasındaki ilişkinin incelenmesi(Başkent Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, 2006) Savaşan, Latif Kıvanç; Bulut, ŞuleKalp ve damar hastalıklarının başlıca nedeni olan ateroskleroz, arterlerin tunica intimalarında başlar, lümenlerinin daralmalarıyla devam eder ve tıkanmalarıyla son bulur. Oluşumu oldukça erken yaşlarda başlayabilir ve yaşam süresince yavaş olarak gelişir. Bu süreçte, aterosklerozun oluşma ve ilerleme hızına bağlı olarak kalp ve damar hastalıkları ve belirtileri görülür. Kalp ve damar hastalıkları bir çok toplumda genel mortalité ve morbiditenin önemli bir nedenidir ve bu oranlar gittikçe de artmaktadır. Bu nedenle kalp ve damar hastalıklarının risk faktörlerinin iyi bilinmesi ve belirli zaman aralıklarıyla kontrollerinin yapılması önem kazanmaktadır. Bu risk faktörlerinden birisi de, bir akut faz reaktanı olan C-reaktif proteindir. İnflamatuar hastalıklar sırasında kan düzeyleri yükselmektedir. Periodontitis gelişiminde mikrobiyal dental plağın rol aldığı, diş destek dokularında görülen, ataçman ve alveolar kemik kaybı ile karakterize bir hastalıktır. Kronik periodontitis sıklıkla erişkinlerde görülen, yavaş ilerleyen, az miktarda kemik harabiyetiyle süren ve dönemsel aktif fazlarla devam eden bir periodontal hastalık tipidir. Bu çalışmada amaç, sistemik bir hastalığı bulunmadığı saptanan kronik periodontitisli hastalarda C-reaktif protein ile diğer biyokimyasal ve hematolojik parametre düzeylerinin ölçümü ve değerlendirilmesidir. Çalışma 55 erkek bireyden oluşturuldu. Alınan anamnez ve yapılan ağız içi ölçümlerle bireylerin genel sağlık durumları ve periodontal hastalık dereceleri saptandı. Biyokimyasal ve hematolojik parametreler alınan kan örneklerinde ölçüldü. Periodontal parametreler olan cep derinlikleri, gingival indeks ve ataçman kayıp ölçümleri özellikle C- reaktif protein değerleri başta olmak üzere, serum düzeyleri ölçülen diğer parametrelerle karşılaştırıldı ve ilişkilendirildi. Sonuçlar istatistiksel analizlerle incelendi. Cep derinliği (r=0.569 pcO.OOl), ataçman kaybı (r=0.555 p<0.001) ve gingival indeks (r=0.331 p<0.05) ile C-reaktif protein arasındaki ilişkinin istatistiksel olarak pozitif yönde ve yüksek düzeyde anlamlı olduğu görüldü. Benzer anlamlı ilişkiler ataçman kayıpları ile artmış LDL-kolesterol düzeyleri (p<0.05) ve eritrosit sayımları (MCH ve MCV; p<0.05, pcO.OOl) arasında bulundu. Sonuç olarak, kalp ve damar hastalıklarının önemli risk faktörü olan C-reaktif protein ve LDL-kolesterol serum düzeylerinin bu çalışma modelinde kronik periodontitis ile pozitif yönde ve yüksek düzeyde anlamlı ilişkisi bulunabileceği, yeni bilgiler, yeni çalışmalar ve bulunabilecek yeni yöntemlerle konunun daha detaylı olarak incelenebileceği sonucuna varıldı. Atherosclerosis is the major cause of cardiovascular diseases. Its formation takes place in the tunica intima of the arteries, resulting with their constriction and obstruction. Formation begins in the early ages and continues during life-long. In this course, onset of the cardiovascular disease depends on the progression and quantity of the atherosclerosis. In many communities, cardiovascular diseases are the major and the increasing cause of the general mortality and morbidity. Because of this reason, the screening of cardiovascular diseases’s risk factors is becoming more important in cardiovascular healt or diseases. One of these factors is C-reactive protein, an acute phase reactant envolving in the inflammation process. Periodontitis is an inflammatory disease characterized with attachment and bone loss. Chronic periodontitis is the long duration type of periodontitis with random flare ups. Because of the long duration of inflammation, its relations with cardiovascular disease are important. The aim of this study is to investigate the relations of periodontal status between the cardiovascular risk factors, serum C-reactive protein and other biochemical parameters in patients with normal general health. 55 healty men were included in this study. The detailed anamnesis and general examination of the mouth determination of the patologies and measurements of the periodontal parameters, attachment loss and gingival index were determined. Blood samples were taken for biochemical and heamatological parameters measurements. The results were investigated with adequate statistical tests. Statistical evidences indicated that the relationship between attachment loss values and the serum C- reactive protein levels (r=0.555, pcO.OOl), was highly significant. The relation between gingival index and the C-reactive protein values was (r=0.331, p<0.014). The conclusion in this study is that C-reactive protein levels, the risk factor of cardiovascular diseases were highly significant related to chronic periodontitis. As a result in this study model, the important risk factors of cardiovascular heart diseases which are C-reactive protein and LDL-cholesterol might be positively and highly correlated to chronic periodontitis. With new study models and emerging technologies this issue should be investigated more intensively.Item Kuşaklararası değişimin örgütlerarası ağ düzenekleri yapılanmasına etkisi(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2013) Erdem Tuzlukaya, Şule; Sargut, A. SelamiThis Ph.D. dissertation aims to clarify the issues relating to the evolution of networks. In the literature on the Social Network Theory, there is a lack of dynamic perspective. In particular, the salient feature in the wide literature pertaining to the antecedents and outcomes of networks is that the studies handling the structure and positions of actors of networks with a static approach are numerous. The result of this is that the focus point of theoretical and empirical studies is unilateral; and the issue of change usually remains outside the focus in network studies. In consideration of this shortcoming, this thesis study, investigates the interorganizational network structuring through the concept of change, which is overlooked in network theory research. By focusing on static properties of networks, it is possible to obtain limited information. Therefore, it is of utmost importance to analyze networks from a dynamic perspective and to assess how the networks have evolved. A prominent reason for the issue of change to receive less attention in the social network studies is the need for data obtained from long-term and longitudinal analyses to conduct such research. In this regard, with the aim to contribute to the literature by filling such gap, this research has been structured on the basis of the main proposition that the evolution of the dominant economic actors and boards of directors in organizations, in other words, the intergenerational changes in organizations, would alter the characteristics of network relations at the interorganizational level. An important contribution of this study is to provide an explanation to the evolution of the network structures and the positions of actors in particular. Considering change of network structures, connections of previous and current network structures are in an interpenetrated state. Organizations make an important impact on network structures when they hand down all their interactions and experiences on previous network structures the next generations. In this vein, for testing the hypotheses of this study, first of all large family businesses that have reached their third generation are chosen. Accordingly, of these organizations, the interorganizational network relations of the representatives of the first, second and third generations are identified. Afterwards, the dominant economic actors representing each generation were compared. The results supported the main hypotheses and the objective of this study. Results of the analysis support suggestions of the study and reveal that intergenerational change in V organizations have an impact on the change of characteristics of interorganizational network structures. It is found that intergenerational change in organizations reduces the rate of strong relations at the interorganizational level; intergenerational change increases the number of brokers in network relations at the interorganizational level; the ratio of the positioning of the members of the Board of Directors at the center in the network as well as the ratio of brokerage increase.Item Lokalize alveoler defektlerin intraoral otojen onley kemik greftleri ile onarımında tünel ve krestal insizyon tekniklerinin karşılaştırılması(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2014) Altıparmak, Nur; Uçkan, Sinau çalışmanın amacı; krestal ve tünel olmak üzere iki farklı insizyon tekniği kullanılarak hazırlanan alıcı bölgelerde meydana gelen komplikasyon oranlarının karşılaştırılmasıdır. u amaçla 2013 şubat -2014 ocak tarihleri arasında aşkent Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Ağız Diş ve Çene Cerrahisi kliniğine implant yaptırmak için başvuran ve alveoler kret atrofisi olan, 24-65 yaş aralığındaki gönüllü hastalar, cinsiyet ayırımı gözetilmeksizin çalışmaya dahil edilmiştir. Çalışmaya dahil edilecek hastalar, ardışık olarak krestal insizyon tekniği ve tünel insizyon tekniği kullanılarak opere edilmiştir. Verici saha olarak mandibuler ramus veya simfiz bölgeleri kullanılmıştır. Kemik greftinin alınacağı bölgenin seçiminde; alıcı bölgenin lokalizasyonu, ihtiyaç olunan kemiğin kalite-kantititesi ve oluşabilecek cerrahi komplikasyonlar göz önünde bulundurulmuştur. Krestal ve Tünel gruplarında gerçekleştirilen ogmentasyon prosedürlerinin tamamında verici saha olarak mandibular ramus veya simfiz tercih edilmiştir. Otojen blok kemik greftleri, piezoelektrik cerrahi cihazı ile elde edilmiş ve alıcı sahaya iki vida (Syntess) ile fikse edilmiştir. lok kemik greftlerinin üzerinde trombositten zengin fibrin (TZF) membran olarak kullanılmıştır. 6 aylık bekleme süreci sonunda implant cerrahileri gerçekleştirilmiştir. Her iki grupta gerçekleştirilen operasyonlarda ve takip seanslarında minor komplikasyonlar (geçici parestezi, ılımlı enfeksiyon, greftte minor açılma), major komplikasyonlar (greftte major açılma, kalıcı parestezi, greft kaybına neden olan enfeksiyon), ameliyat süresi, Visual Analog Scala (VAS) parametreleri değerlendirilmiştir. vi Tünel grubunda; 33 hastada 5‟i bilateral olmak üzere 27 horizontal ve 11 vertikal ogmentasyon yapılmıştır. 38 ogmentasyon prosedürünün 16‟sında ramus, 22‟sinde simfiz verici saha olarak kullanılmıştır. Ogmentasyon yapılan 37 bölgeye, çapları 3.3, 4.1 ve 4.8 mm, uzunlukları 10 ve 12 mm olan toplam 59 implant (Straumann) yerleştirilmiştir Krestal grubunda; 35 hastada 2‟si bilateral olmak üzere 27 horizontal ve 10 vertikal ogmentasyon yapılmıştır. Ogmentasyon yapılan 34 bölgeye çapları 3.3, 4.1 ve 4.8 mm, uzunlukları 8, 10 ve 12 mm olan toplam 61 implant yerleştirilmiştir. Tünel grubunda; ogmente edilen 38 alıcı sahadan 4‟ünde minor açıklık meydana gelmiştir. Alıcı sahalardan 1‟inde meydana gelen major açıklık ve enfeksiyona bağlı olarak greft kaybedilmiştir. Krestal grubunda; ogmente edilen 37 alıcı sahadan 12‟sinde minör, 3‟ünde major açıklık meydana gelmiştir. 6 aylık izlem sonucunda, Tünel grubuna göre Krestal grubunda minör açılma sıklığı istatistiksel anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur (p<0,001). 6 aylık izlem sonucunda, Krestal ve Tunel grupları arasında; ılımlı enfeksiyon, major açılma, greft kaybına neden olan enfeksiyon, ciltte ve mukozada parestezi, komşu dişte dişeti çekilmesi görülme sıklıkları istatistiksel olarak benzer bulunmuştur. Sonuç olarak; tünel insizyon tekniği ile hazırlanan alıcı sahalarda, otojen kemik greftleri ile ogmentasyon prosedürlerinin en sık karşılaşılan komplikasyonu olarak bildirilen insizyon hattındaki açıklık oranının anlamlı olarak daha az meydana gelmiş olması, minimal invaziv tünel tekniğinin sık kullanılan krestal insizyon tekniğine alternatif olarak kullanılabileceği görülmüştür.Item Mandibula angulus kırıklarında farklı kırık tiplerinin pitanyum plak ve vida Fiksasyonunun stabilitesine etkisinin sonlu elemanlar analiziyle incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2011) Deniz, Kağan; Uçkan, SinaMandibula angulus kırıkları tüm mandibula kırıklarının içinde en yaygın görülen kırık tiplerinden biridir. Bu bölgede meydana gelen kırıklar oluşan kırık hattının yönüne ve kırık segmentler üzerinde etkili kas kuvvetlerine bağlı olarak uygun olan ve uygun olmayan kırık olarak sınıflandırılır. Uygun olan ve uygun olmayan her iki angulus kırığında en sık kullanılan tedavi yöntemi Champy tarafından biyomekanik prensiplerle tarif edilen mandibula eksternal oblik hat üzerine yerleştirilen miniplak ve vidalarla yapılan rijit internal fiksasyondur. Bu çalışmanın amacı horizontal yönde uygun olan ve uygun olmayan kırıklarda miniplak, vidalar ve kemik üzerine gelen mekanik stresler değerlendirmektir. İki boyutlu bilgisayarlı tomografi ile 1 mm kesitler alınarak oluşturulan insan modelinden elde edilen verilerden mandibulanın üç boyutlu sonlu elemanlı modeli oluşturulmuştur. Bu modelden horizontal yönde uygun olan ve uygun olmayan kırık modelleri oluşturulup, mini plak ve vidalarla fiksayonları yapılmış ve modellere 200 N vertikal molar çiğneme kuvveti uygulanmıştır. Mini plak, vidalar ve kemik üzerine gelen stres değerleri değerlendirilmiş, uygun olan ve uygun olmayan kırıklarda karşılaştırılmıştır. Uygun olan kırık modelinde kemiğin ve miniplak vida sisteminin üzerindeki stres değerleri uygun olmayan kırığa göre daha fazla bulunmuştur. En yüksek stres değerleri uygun olan kırıkta plağın proksimal kemiğe yakın kısmında ve proksimal kemikteki distal vidada oluşmuştur. Sonuç olarak uygun olan ve uygun olmayan kırıktaki miniplak ve vidalar üstündeki mekanik stres karşılaştırıldığında uygun olmayan kırığın aleyhinde bulgular elde edilmemiştir.Item Sagital yöndeki iskeletsel sınıflandırma ile dentoalalveoler morfoloji arasındaki ilişkinin konik ışınlı bilgisayarlı tomografi yöntemi ile incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2014) Coşkun, İpek; Kaya, BurçakBu retrospektif çalışmanın amacı; Sınıf I, II ve III iskeletsel patern ile dentoalveoler morfoloji arasındaki ilişkinin konik ışınlı bilgisayarlı tomografi (KIBT) ile incelenmesidir. Çalışmaya 60 hasta dahil edilmiş ve hastalar 3 gruba bölünmüştür. Sınıf I grubunda ANB açısı 0–4° olan 20 hasta (18 kız, 2 erkek; ortalama yaş 18,20±3,33); Sınıf II grubunda ANB açısı 4°’den büyük olan 20 hasta (11 kız, 9 erkek; ortalama yaş 18,25±4,92); Sınıf III grubunda ANB açısı 0°’den küçük olan 20 hasta (10 kız, 10 erkek; ortalama yaş 18,90±4,97) bulunmaktadır. KIBT görüntülerinde çenelerin sağ tarafında tüm dişlerin kök uzunluğu, kök genişliği, bukkolingual inklinasyonu, dehisens-fenestrasyon varlığı; interdental bölgelerindeki bukkal ve palatinal/lingual kortikal kemik ve spongioz kemik kalınlığı ölçümleri ve bu ölçümlerin istatistiksel analizleri yapılmıştır. Sınıf I, II ve III grupları arasında kök uzunluğu, kök genişliği, bukkal ve palatinal/lingual kortikal kemik kalınlıkları değerleri açısından anlamlı bir fark bulunamamıştır (p˃0,05). Spongioz kemik kalınlıkları Sınıf II grubunda anlamlı derecede yüksektir (p˂0,001). Üst santral ve laterallerin bukkolingual inklinasyonu Sınıf II grubunda diğer gruplara göre anlamlı derecede düşüktür; alt çenede 2. molarlar hariç tüm dişlerin bukkolingual inklinasyonları ise Sınıf III grubunda diğer gruplara göre anlamlı derecede düşüktür (p˂0,001). Dişlerin bukkalinde, Sınıf I grubunda diğer gruplara göre daha fazla dehisens, Sınıf II grubunda ise diğer gruplara göre daha fazla fenestrasyon bulunmuştur. Dişlerin bukkolingual inklinasyonu, dehisens/fenestrasyon varlığı ve spongioz kemik kalınlıkları sagittal yöndeki iskeletsel ilişkiden etkilenmektedir.Item Sermaye piyasasında portföy sigortası uygulamaları(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2012) Soyalp, Levent; Küçükkocaoğlu, GürayPortföy yöneticileri, portföylerini olası düşüşlerden korumak ve portföyün değerini artırmak ihtiyacı içindedirler. Bu tarz bir strateji portföy sigortası ismiyle 70‟lerde Leland tarafından bulunmuş ve 80‟lerde finansal piyasalarda garantili ve koruma amaçlı fonların portföy sigortalaması yöntemini kullanmasıyla gelişmeye başlamıştır (Leland ve Rubinstein, 1976). Portföy sigortası, portföyü değer kayıplarına karşı koruyan ve portföyün başlangıç değerinin tamamını veya bir kısmını koruyarak vade sonunda belirli bir getirinin elde edilmesini sağlayan yatırım stratejisidir. Black ve Sholes‟un opsiyon fiyatlama modelini geliştirmesinin ardından opsiyon mekaniğine dayalı portföy sigortası geliştirilmiştir. Bu çalışmanın amacı portföy sigortasını incelemek ve varsayımsal opsiyon fiyatlama yöntemlerini kullanarak portföy sigortası stratejileri oluşturmaktır. Portföy sigortasının genel teorisinin çatısı altında “Satın al ve tut, Sabit Oranlı ve Sentetik Opsiyon” portföy sigortaları yöntemleri incelenmiştir. Değişen varyans ve ardışık bağımlı koşullu varyans yaklaşımları altında hesaplanan opsiyon fiyatları kullanılarak sentetik dinamik portföy sigortası stratejileri geliştirilmiştir. Portföy sigortası yöntemlerinin performansları karşılaştırılarak Türkiye piyasasına uygun modeller araştırılmıştır. Ekonomik krizler nedeniyle riskli piyasalara yatırım yapmaktan kaçınan yatırımcılar için portföy sigortası stratejileri yatırım alternatifi olarak önerilmektedir.Item Sigara İçen ve İçmeyen Periodontitisli Bireylerde Dişeti Dokusu MMP-2 VE MMP-9 Seviyeleri(2013) Atasoy Şentürk, RahşanSigaranın periodontitis için bir risk faktörü olduğu bilinse de, periodontal yıkım mekanizmasını nasıl etkilediği tam olarak anlaĢılamamıĢtır. Bu çalıĢmada sigaranın ve kronik periodontitisin, diĢeti MMP-2 ve MMP-9 seviyeleri üzerine olan etkisini; MMP-2 ve MMP-9’un periodontal hastalıktaki rolünü ve sigaranın jelatinazlarla olan iliĢkisini belirlemek amaçlanmıĢtır. ÇalıĢmaya yaĢları 16-62 arasında değiĢen, 35’i kadın, 45’i erkek olmak üzere toplam 80 birey dahil edildi. ÇalıĢma grupları sigara içen kronik periodontitis grubu (n=20), sigara içmeyen kronik periodontitis grubu (n=20), sigara içen kontrol grubu (n=20) ve sigara içmeyen kontrol grubu (n=20) olarak belirlendi. Tüm bireylerde periodontal parametreler (cep derinliği, diĢeti çekilmesi, plak indeksi ve gingival indeks) kaydedildi ve aynı seans diĢeti doku örnekleri alındı. Periodontitisli hastalarda diĢeti dokusu örnekleri en derin periodontal cebin olduğu bölgeden, kontrol grubu bireylerin örnekleri ise kron boyu uzatma ve ortodontik diĢ çekimi iĢlemleri sırasında elde edildi. DiĢeti örneklerinde enflamatuar hücre, neovaskülarizasyon ve fibroblastik proliferasyon değerleri hematoksilen-eozin boyaması ile; MMP-2 ve MMP-9 seviyeleri ise immünohistokimyasal boyama ile değerlendirildi. Yapılan istatiksel analizler sonucunda periodontitisli hastaların diĢetindeki MMP-2 ve MMP-9 seviyesi kontrol grubundan yüksek bulunmuĢtur (p<0,05). Sigaranın periodontitisli bireylerde MMP-2 ve MMP-9 seviyesini düĢürdüğü; fakat kontrol grubunda MMP-2 seviyesi üzerine etkisi olmadığı, MMP-9 seviyesini ise arttırdığı görülmüĢtür (p<0,05). Ayrıca periodontitisli bireylerde MMP-2 ve MMP-9 seviyesi ile inflamasyon, neovaskülarizasyon ve fibroblastik proliferasyon arasında pozitif korelasyon olduğu tespit edilmiĢtir. ÇalıĢmamızda MMP-2 ve MMP-9 değerleri periodontitis hastalarında yüksek çıksa da sigaranın MMP-2 ve MMP-9 üzerine etkisine dair olan sonuçlar çeliĢkilidir. Sigaranın jelatinazlara olan etkisini belirleyebilmek için daha ileri çalıĢmalara ihtiyaç duyulmaktadır.Item Şirket birleşmeleri ve performans ölçümü: Türkiye'de halka açık şirket birleşmelerinin faaliyet performansı ölçümü üzerine bir uygulama(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2012) Sezer, Nuray; Sarıaslan, HalilBu çalıĢma ile, ülkemizde hisseleri Ġstanbul Menkul Kıymetler Borsası‟nda iĢlem gören Ģirketler tarafından 2004-2008 yılları arasındaki beĢ yıllık dönemde gerçekleĢtirilen birleĢmelerin faaliyet performansının karlılık, nakit yaratma, mali yapı, büyüme ve etkinlik açısından ölçülmesi ve faaliyet gösterilen sektörün, birleĢme türünün (yatay-dikey-karma), devrolan ve devralan Ģirketin göreli büyüklüğünün ve devralınan Ģirketin niteliğinin (halka açık olup olmama durumunun) birleĢme performansına etkisinin analiz edilmesi amaçlanmaktadır. Bu bağlamda, 2004-2008 yılları arasındaki beĢ yıllık dönemde gerçekleĢen 26 birleĢmenin performansına birleĢme öncesi bir ve birleĢme sonrası üç (-1/+3) yıllık bir pencereden bakılmıĢtır. Bu kapsamda, bu çalıĢmada iki temel soruya cevap aranmıĢtır: (i) BirleĢme sonrası faaliyet performansı (karlılık, nakit yaratma, mali yapı, büyüme ve etkinlik oranları bakımından) birleĢme öncesi göstergelere göre olumlu yönde geliĢme göstermiĢ midir? (ii) Devralan Ģirketin faaliyet gösterdiği sektörün, birleĢme türünün (yatay-dikey-karma), devrolan ve devralan Ģirketin göreli büyüklüğünün ve devralınan Ģirketin niteliğinin (halka açık olup olmama durumunun) birleĢme sonrası faaliyet göstergeleri üzerinde olumlu etkisi var mıdır? Bu bağlamda, birleĢen Ģirketler yukarıda sayılan performans göstergeleri açısından birleĢme öncesi ile birleĢme sonrasına göre kendi içinde ve kontrol grubu Ģirket ile karĢılaĢtırılmıĢtır. Analiz sonucunda, nakit yaratma gücünün (faaliyet nakit akıĢ oranının) istatistiksel olarak anlamlı bir Ģekilde azaldığı sonucuna ulaĢılmıĢtır. Diğer taraftan, istatistiksel olarak anlamlı bulunmasa da, birleĢme sonrasında, karlılığın arttığı, mali yapının güçlendiği ve etkinlik oranlarının iyileĢme gösterdiği bulgularına ulaĢılmıĢtır. Son olarak istatistiksel anlamlılığı tespit edilememekle birlikte, karlılık, mali yapı ve etkinlik oranları açısından yatay birleĢmelerin yatay olmayanlara göre daha baĢarılı olduğu, bunun yanında sadece mali yapı ve etkinlik oranları açısından büyük birleĢmelerin küçüklere göre ve borsa Ģirketlerinin devralındığı birleĢmelerin kapalı Ģirketlerin devralındığı birleĢmelere göre daha baĢarılı olduğu bulguları edinilmiĢtir.Item Temporomandibular eklem internal düzensizliklerinde sinoviyal sıvıdaki sIL- 1RII, sTNF- αRI ve sIL-6r seviyesinin değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2006) Yener, Efsun; Araz, KenanToplumda sıklıkla görülen temporomandibular eklem internal düzensizliklerinin etiyolojisi, disk pozisyonuna, intraartiküler vakum etkisine, sinoviyal sıvı içeriğindeki değişikliğe ve eklem yüzeylerindeki dejenerasyona bağlanmaktadır. Son yıllarda sinoviyal sıvı içeriğindeki değişikliklerin ve proinflamatuar sitokinlerin etkisi popülarite kazanmaktadır. Özellikle de IL- 6, TNF-α, IL- 1β ve reseptörleri üzerinde sıklıkla durulmaktadır. Bu çalışma temporomandibular eklem internal düzensizliği olan hastaların sinoviyal sıvılarındaki sIL- 6R, sTNF- αRI ve sIL- 1RII konsantrasyonlarının artrosentezin başarısına etkisini değerlendirilmek amacıyla planlanmıştır. Serbest halde bulunan bu reseptörlerden sTNF-αRI ve sIL- 1RII sitokinlerinin etkisini baskılayacak yönde etkilerken, sIL- 6R tam tersi yönde etki göstermektedir. Çalışmada 23 adet sınırlı ağız açıklığı ve ağrı şikayeti olan hastaya artrosentez işlemi yapılmış ve işlemden önce alınan sinoviyal sıvı örneği biyokimyasal olarak incelenmiştir. Her hastada preoperatif, erken postoperatif ve postoperatif 1. haftada ve 1. ayda maksimum ağız açıklığı ölçülmüş, ayrıca görsel analog skala (VAS) çene hareketleri sırasında duyulan ağrının belirlenmesi için kullanılmıştır. Biyokimyasal analizde her reseptöre spesifik Eliza Kiti kullanılmıştır. Tedavinin başarı kriteri maksimum ağız açıklığının 38mm’ den fazla olması ve VAS değerlerindeki düşüş olarak belirlenmiştir. Sonuçlarda tedavinin başarılı kabul edildiği grupla başarısız olduğu grup arasında sTNF-αRI ve sIL- 1RII konsantrasyonları açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark olmadığı, fakat sIL- 6R konsantrasyonun tedavinin başarısız kabul edildiği grupta anlamlı düzeyde yüksek olduğu gözlemiştir.