Enstitüler / Institutes
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11727/1390
Browse
48 results
Search Results
Item Differences in Anchoring Effect on Willingness-to-Pay in the context of Decision-Making Styles(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2024) Soysal, Ümmügülsüm; Doğutepe, ElvinDecision-making constitutes a significant aspect of human behavior. A variety of biases affect human judgment, with the anchoring effect being a significant one, where individuals tend to lean their judgment towards a value initially presented, known as the anchor. The aim of this study is to explore how anchors influence economic behavior and specifically, on consumer valuations (Willingness-to-Pay) across different types of anchors and levels of product familiarity. Another key aim is to examine how individual differences in decision-making styles are related to WTP. The sample of the study consists of adults between the ages of 18-30. After getting confirmation of participation to attend this study, they proceeded to access the anchor paradigm in an online platform. They were then randomly assigned in equal numbers to one of the four groups manipulated, with both relevance and level of the anchor as the between-subject variables, and familiarity as the within-subject variable. Then, they completed the Decision-Making Styles Scale, and Demographic Information Form, respectively. A combined approach of experimental and correlational methods was utilized to investigate variables related to WTP. The results indicated that higher levels of anchoring significantly increased the WTP for various consumer goods. Furthermore, participants in the higher irrelevancy condition stated significantly higher WTP than those exposed to relevant information. The results also indicated that higher levels of familiarity significantly increased the WTP. Contrary to expectations, analysis of the correlations between decision-making styles and WTP revealed no significant correlation. These findings have been discussed in the context of the relevant literature. Karar verme, insan davranışının önemli bir yönünü oluşturmaktadır. Çeşitli yanlılıklar insan kararlarını etkilemekte olup, bireylerin kararlarını başlangıçta sunulan ve çıpa olarak bilinen bir değere doğru yönlendirme eğiliminde oldukları çıpalama etkisi; bu yanlılıklar arasında önemli olanlardan biridir. Bu çalışmanın amacı, çıpaların ekonomik davranışı nasıl etkilediğini göstermektir. Özellikle, farklı çıpa türleri ve ürün aşinalık düzeylerinin tüketici değerlemeleri (Ödeme İstekliliği) üzerindeki çıpa etkisinin gücünü araştırmaktır. Bir diğer temel amaç ise, bireysel farklılıkların ödeme istekliliği ile ilişkisini ortaya koymaktır. Yaşları 18 ve 30 arasında değişen toplam 308 katılımcının verileri değerlendirilmiştir. Bu çalışmaya katılmak için katılım onayı alındıktan sonra online bir platformda çıpa paradigmasına erişmişlerdir. Daha sonra, çıpanın alaka düzeyi ve de seviyesinin denekler arası değişken, aşinalığın denek içi değişken olarak dizayn edildiği dört deneysel gruptan birine eşit sayıda rastgele atanmışlardır. Daha sonra sırasıyla Karar Verme Stilleri Ölçeğini ve Demografik Bilgi Formunu doldurmuşlardır. Ödeme istekliliği ile ilgili değişkenleri araştırmak için deneysel ve korelasyonel yöntemlerinin birleştirilmiş bir yaklaşımı kullanılmıştır. Sonuçlar, daha yüksek düzeydeki çıpanın çeşitli tüketim malları için Ödeme İstekliliğini anlamlı bir şekilde artırdığını göstermiştir. Ayrıca, alakasız bilgiye maruz kalan katılımcıların, daha yüksek alaka düzeyine maruz kalan katılımcılara göre anlamlı olarak daha yüksek Ödeme İstekliliği belirttikleri bulundu. Sonuçlar ayrıca, daha yüksek düzeydeki aşinalığın Ödeme İstekliliğini anlamlı bir şekilde artırdığını gösterdi. Beklenenin aksine, karar verme stilleri ile Ödeme İstekliliği arasında anlamlı bir korelasyon ortaya çıkmamıştır. Bulgular ilgili literatür bağlamında tartışılmıştır.Item The Turkish lip reading using deep learning method(Başkent Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2023) Berkol, AliAutomated lip reading is a research problem that has developed considerably in recent years. Lip reading is evaluated both visually and audibly in some cases. Detecting an unwanted word from a security camera is an example of a visual lip-reading problem. Audio-visual datasets are not applicable where such image-only data is involved. Therefore, we may not have audio input in all cases. In certain cases, it is not feasible to obtain the audio input of the spoken word. In this study, we have gathered a novel Turkish dataset consisting solely of images. The dataset was generated using YouTube videos, which constitute an uncontrolled environment. Consequently, the images present challenging parameters with respect to environmental factors such as lighting conditions, angles, colors, and individual facial characteristics. Despite the variations in facial attributes like mustaches, beards, and makeup, the visual speech recognition problem was addressed using Convolutional Neural Networks (CNN) without making any modifications to the data. The problem was formulated with 10 classes, comprising single words and two-word phrases. While developing the study, comparisons were made with LSTM, BGRU, and Dilated CNN. The proposed study using only-visual data obtained a model which is automated visual speech recognition with a deep learning approach. In addition, since this study uses only-visual data, the computational cost and resource usage is less than in multi-modal studies. Also, we introduce introduced a novel approach called Concatenated Frame Images, which involved combining image frames into a single large frame. It is also the first known study to address the lip reading problem with a deep learning algorithm using a new dataset belonging to the Ural-Altaic languages. Otomatik dudak okuma, son yıllarda önemli ölçüde gelişen bir araştırma problemidir. Dudak okuma bazen görsel olarak, bazen de işitsel olarak değerlendirilmektedir. Güvenlik kamerasından istenmeyen bir kelimenin tespiti, görsel dudak okuma problemine bir örnektir. İlgili birimler sadece görüntü verilerinin olduğu durumlarda işitme-görsel veri setlerinden yararlanamazlar. Bu nedenle, tüm durumlarda ses girdisine sahip olmak mümkün değildir. Telaffuz edilen kelimenin ses girişini her zaman elde etmek mümkün değildir. Bu çalışmada yalnızca görüntü kullanılarak yeni bir Türkçe veri seti toplandı. Yeni veri seti, kontrolsüz bir ortam olan Youtube videoları kullanılarak oluşturulmuştur. Bu nedenle, görüntüler ışık, açı, renk ve yüzün kişisel özellikleri gibi çevresel faktörler açısından zor parametrelere sahiptir. Bıyık, sakal ve makyaj gibi farklı yüz özelliklerine rağmen, görsel konuşma tanıma problemi, veri üzerinde herhangi bir müdahale olmadan Konvolüsyonel Sinir Ağları (CNN) kullanılarak tek kelime ve iki kelime öbeklerini içeren 100 sınıfta geliştirilmiştir. Öte yandan çalışma geliştirilirken LSTM, BGRU ve Dilated CNN ile karşılaştırmalar yapılmıştır. Yalnızca görsel veri kullanılarak yapılan önerilen çalışma, derin öğrenme yaklaşımıyla otomatik görsel konuşma tanıma modeli elde etmiştir. Ayrıca, bu çalışma yalnızca görsel veri kullandığından çoklu modalite çalışmalarına göre hesaplama maliyeti ve kaynak kullanımı daha azdır. Ayrıca, Birleşik İmajlar Yönetimiyle, görüntü çerçevelerini tek bir büyük çerçeveye birleştirme işlemine dayandırarak klasik kesik yöntemle karşılaştırma yaptık. Ayrıca, bu çalışma, Ural-Altay dillerine ait yeni bir veri seti kullanarak derin öğrenme algoritmasıyla dudak okuma problemine yönelik yapılan ilk bilinen çalışmadır.Item Türkiye’s renewable energy policies during the justice and development party era (2002-2024): An assessment of wind and solar energy policies(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2025) Canbolat, Ufuk BurakRenewable energy sources have become increasingly important, particularly solar and wind in the years following the beginning of the 2000s. Green energy sources are particular significant as the effects of global warming and the climate crisis, caused by the use of fossil fuels, are being felt more and more. The main aim of this thesis is to focus on Türkiye-European Union relations in terms of energy. More specifically, the thesis aims to analyse Türkiye's renewable energy electricity generation policies and their impact on the process of integration with the European Union. It is argued in the literature that Türkiye has had varying levels of success with renewable energy and the EU harmonisation process. However, it is generally accepted that solar and wind energy, in particular, have become more widespread in Türkiye and the European Union compared to other energy types, and that these forms play an important role in energy production from renewable energy sources. This thesis investigates the role and impact of renewable energy policies in Türkiye's electricity sector, as well as considering privatisation policies, efforts to increase the share of renewable energy in Türkiye's power generation, and also the impact of this process on the country's European Union integration and accession. Examining the link between privatisation policies and efforts to increase the share of renewable energy in Türkiye's energy production is made possible through document analysis. Privatisation is seen as a key element in the significant steps Türkiye has taken in the area of incentive policies, especially since 2010. The findings of the study show that the country's electricity generation from renewable energy increased after the implementation of YEKA (Renewable Energy Resource Area) and YEKDEM (Renewable Energy Resources Support Mechanism), and that there is no relationship between privatisation and renewable energy Despite these successes, it is important to note that the country is still lagging behind expectations in terms of electricity generation from renewable energy sources. In the privatisation process in Türkiye, the government has been close to certain companies in the YEKA and YEKDEM incentives created by the government, and this closeness has leads to irregularities in these incentive programs as such government favored companies tend to win tenders. These incentive tenders held by the government represent unsuccessful project management as the winning companies sell the tender. In other words, the installed capacity is seen numerically but does not represent a contribution to the actual energy power production of the country. Yenilenebilir enerji kaynakları özellikle 2000’li yılların başından itibaren güneş ve rüzgâr enerjisi olmak üzere, giderek daha önemli hâle gelmiştir. Fosil yakıtların kullanımı küresel ısınma ve iklim krizine sebebiyet vermesi sebebiyle ve küresel iklim krizinin etkileri giderek daha da hissedilmeye başladıktan sonra yeşil enerji kaynaklarının anlam ve önemi bir kez daha önem kazanmıştır. Bu tez çalışmasının temel amacı, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine enerji boyutu üzerinden odaklanmayı amaçlamaktadır. Daha özel olarak, tezin amacı Türkiye’nin yenilenebilir enerji üzerinden elektrik üretim politikalarını ve bu politikaların Avrupa Birliği entegrasyon sürecine etkisini incelemektir. Literatürde, Türkiye'nin yenilenebilir enerji alanında attığı adımlar özelinde ve AB uyum süreci kapsamında yeterlilik düzeyinin farklılaştığı öne sürülmektedir. Fakat, özellikle güneş ve rüzgâr enerjisi kapsamında Türkiye ve Avrupa Birliği genelinde diğer enerji türlerine nazaran daha yaygınlaştığı ve yenilenebilir enerji kaynaklarından enerji üretiminde önemli bir rol oynadığı kabul edilmektedir. Bu tez çalışmasında, Türkiye’nin elektrik sektöründe yenilenebilir enerji politikalarının rolü ve etkisi araştırılmaktadır. Özelleştirme politikaları ve Türkiye’nin enerji üretiminde yenilenebilir enerjinin payını arttırmak için yapılan çabalar, bu sürecin ülkenin Avrupa Birliği entegrasyonu ve katılımı üzerindeki etkisi de dahil edilmiştir. Söz konusu araştırma, Türkiye’nin enerji üretimindeki payını arttırmaya yönelik özelleştirme politikaları ve çabaları arasındaki bağlantıyı incelemeyi mümkün kılan doküman analizi yöntemiyle gerçekleştirilmiştir. Özelleştirme alanı, Türkiye’nin özellikle 2010 senesinden bu yana teşvik politikaları alanında attığı önemli adımların kilit noktası durumunda görülmektedir. Çalışmaya ait bulgular, YEKA ve YEKDEM sonrası ülkenin yenilenebilir enerjiden elektrik üretiminde artış gözlemlendiği ve özelleştirme ile yenilenebilir enerji arasındaki ilişkinin olmadığı tespit edilmiştir. Buna karşın yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimi konusunda ülkenin hala beklenenin geresinde kaldığını eklemekte önem arz etmektedir. Türkiye’de özelleştirme sürecinde, hükümet tarafından oluşturulan YEKA ve YEKDEM teşviklerinde, hükümet belirli şirketlere yakınlık göstermektedir. Bu yakınlık bu teşvik programlarında usulsüzlük yapılmasına sebebiyet vermektedir. Hükûmete yakın olan şirketler teşvik yarışmalarına katılıp ihale yarışmasını kazanmaktadır. Hükümet tarafından yapılan bu teşvik ihaleleri sonrasında ihaleyi kazanan şirketler ihaleyi satması sebebiyle başarısız proje yönetimi olarak sonuçlanmaktadır. Bir diğer ifadeyle, kurulu güç sayısal olarak gözükmekte, ülkenin fiili enerji gücüne bir katkısı olamamaktadır.Item Avrupa Birliği Geçici Koruma Yönergesi: Suriye ve Ukrayna’dan alınan dersler(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2025) Sert Önder, GökçenThe primary objective of this thesis is to examine the emergence of the temporary protection framework within the broader international protection regime and to assess its effectiveness as an emergency mechanism in responding to large-scale displacement. Specifically, the thesis explores whether temporary protection offers a valuable and practical solution for providing immediate protection to displaced individuals during humanitarian crises. To this end, the study critically analyzes the evolution of the international protection system and the development of the European Union’s migration and asylum policies, with the aim of identifying the underlying factors that necessitated the adoption of temporary protection directive. The thesis also seeks to highlight the legal, political, and institutional dynamics that have shaped these frameworks and to evaluate the operational challenges faced during this phase. Although the Temporary Protection Directive was introduced in the EU to provide swift and collective responses during mass influx situations—where national asylum systems are overwhelmed by the volume of individual applications—it remained inactive during the 2015 Syrian refugee crisis. By contrast, the TPD was activated in response to the Ukrainian refugee crisis in 2022. This study investigates the reasons for the non-implementation of the directive in 2015 and the motivations behind its activation in 2022, employing European integration theories to analyze the political and institutional factors influencing these divergent responses.Bu tezin temel amacı, geçici koruma çerçevesinin uluslararası koruma rejimi içerisindeki ortaya çıkışını incelemek ve büyük ölçekli yerinden edilmeler karşısında acil bir müdahale mekanizması olarak etkinliğini değerlendirmektir. Özellikle, geçici korumanın, insani krizler sırasında yerinden edilen bireylere doğrudan koruma sağlamak açısından değerli ve uygulanabilir bir çözüm sunup sunmadığı araştırılmaktadır. Bu doğrultuda, uluslararası koruma sisteminin evrimi ile Avrupa Birliği’nin göç ve iltica politikaları ele alınarak, geçici koruma direktifinin benimsenmesine neden olan temel dinamikler ortaya konulmaya çalışılmıştır. Tez ayrıca, bu çerçeveleri şekillendiren hukuki, siyasi ve kurumsal süreçleri incelemekte ve bu süreçlerde karşılaşılan zorlukları değerlendirmektedir. Geçici Koruma Direktifi (GKD), bireysel iltica başvurularının sayıca fazla olduğu ve üye devletlerin bu süreçleri yönetmekte zorlandığı kriz anlarında hızlı ve ortak bir yanıt geliştirmek amacıyla AB düzeyinde kabul edilmiş olsa da, 2015 yılındaki Suriye mülteci krizi sırasında yürürlüğe konulmamıştır. Buna karşılık, 2022 yılında Ukrayna mülteci kriziyle birlikte GKD ilk kez hayata geçirilmiştir. Bu çalışma, direktifin 2015 yılında neden uygulanmadığını ve 2022’de hangi siyasi ve kurumsal nedenlerle yürürlüğe konulduğunu Avrupa bütünleşme kuramlarından da yararlanarak ortaya koymaya çalışmıştır.Item Robust keyword spotting in noisy environments based on deep learning(Başkent Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2025) Mercan, FatihThe present thesis introduces a novel keyword spotting (KWS) system aimed at enhancing performance under adverse noisy conditions by integrating supplementary acoustic information through a transformer-based meta-classifier framework. To accomplish this, KWT-1—a variant of the Keyword Transformer family introduced by Berg et al.—is reimplemented as the base KWS component. This model is applied without the use of knowledge distillation and is trained on the Google Speech Commands v2 dataset for a 12- label classification task. Extensive data augmentation strategies are employed in alignment with the original study to ensure robust model performance. To extract complementary acoustic features, two additional modules are integrated: a noise type classifier and a signalto- noise ratio (SNR) prediction model. The noise classifier is implemented as a onedimensional convolutional neural network informed by the methodology of Abdoli et al. and trained on the UrbanSound8K dataset to recognize ten distinct environmental noise classes. The SNR prediction model adopts a novel hourglass-style convolutional architecture to perform continuous SNR regression. During its training, clean speech samples from the Google Speech Commands v2 dataset are mixed with noise from UrbanSound8K at random SNR levels ranging from 0 to 20 dB, simulating realistic acoustic environments. The outputs from the three branches—keyword prediction, noise type, and estimated SNR—are fused at the decision level using a transformer-based meta-classifier. In this configuration, each model output is treated as a discrete token, projected into a shared embedding space, and processed by a transformer encoder block. This design is intended to capture the complex interdependencies between semantic, environmental, and acoustic factors. Although the proposed fusion model did not surpass the performance of the standalone KWT-1 baseline in terms of keyword classification accuracy, the work contributes to the academic literature by introducing an hourglass-style CNN for SNR level estimation that outperforms existing neural network-based approaches. Evaluation is conducted using classification accuracy for keyword and noise type detection tasks and mean absolute error (MAE) for the SNR regression task.Bu tez çalışmasında, olumsuz gürültü koşullarında anahtar kelime algılama (KWS) performansını artırmak amacıyla, tamamlayıcı akustik bilgilerin dönüştürücü tabanlı bir meta-sınıflandırıcı çerçevesi aracılığıyla bütünleştirildiği özgün bir sistem önerilmektedir. Bu doğrultuda, Berg ve diğerleri tarafından geliştirilen Keyword Transformer ailesinin bir türevi olan KWT-1 modeli bilgi damıtımı (knowledge distillation) uygulanmaksızın yeniden tasarlanmış ve Google Speech Commands v2 veri kümesi üzerinde 12 sınıflı bir sınıflandırma görevi için eğitilmiştir. Modelin dayanıklılığını artırmak amacıyla, ilgili literatürde önerilen kapsamlı veri artırma stratejileri uygulanmıştır. Sisteme tamamlayıcı akustik özellikler kazandırmak amacıyla iki ek modül geliştirilmiştir: bir gürültü türü sınıflandırıcısı ve bir sinyal-gürültü oranı (SNR) tahmin modeli. Gürültü türü sınıflandırıcısı, Abdoli ve diğerlerinin yöntemi temel alınarak tasarlanmış tek boyutlu bir evrişimli sinir ağı mimarisi kullanılarak geliştirilmiş ve UrbanSound8K veri kümesi üzerinde on farklı çevresel gürültü sınıfını tanıyacak şekilde eğitilmiştir. SNR tahmin modeli ise, kum saati (hourglass) tarzında özgün bir evrişimsel sinir ağı mimarisi benimseyerek sürekli SNR tahmini gerçekleştirmektedir. Bu modelin eğitimi sırasında, Google Speech Commands v2 veri kümesinden elde edilen temiz konuşma örnekleri, UrbanSound8K veri kümesinden seçilen gürültü sinyalleriyle 0 ila 20 dB arasında rastgele belirlenen SNR seviyelerinde karıştırılarak gerçekçi akustik ortamlar simüle edilmiştir. Anahtar kelime tahmini, gürültü türü sınıflandırması ve SNR tahmini olmak üzere üç farklı modülden elde edilen çıktılar, karar düzeyinde dönüştürücü tabanlı bir meta-sınıflandırıcı kullanılarak bütünleştirilmiştir. Bu yapı içerisinde her bir model çıktısı ayrı bir token olarak ele alınmış, ortak bir gömme (embedding) uzayına projekte edilmiş ve bir dönüştürücü kodlayıcı (transformer encoder) bloğu aracılığıyla işlenmiştir. Bu tasarım, anlamsal, çevresel ve akustik faktörler arasındaki karmaşık ilişkileri etkin bir şekilde modellemeyi amaçlamaktadır. Önerilen birleştirme modeli, anahtar kelime sınıflandırma doğruluğu bakımından temel KWT-1 modelinin performansını aşamamakla birlikte, kum saati tarzında tasarlanan SNR tahmin ağı sayesinde mevcut sinir ağı tabanlı yaklaşımlara kıyasla daha başarılı sonuçlar elde edilmiştir. Modelin performansı, anahtar kelime ve gürültü türü tespiti için sınıflandırma doğruluğu; SNR tahmini için ise ortalama mutlak hata (MAE) metriği kullanılarak değerlendirilmiştir.Item Transcriptomic responses to severe boron toxicity in roots of arabidopsis thaliana at single-cell level(Başkent Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2025) Can, BuğraBoron (B) is an essential plant micronutrient vital plant cell. It is vital for cell wall formation and cell membrane integrity. Boron’s concentration levels have a narrow range on the plant cells. Deficiency of boron cause negative impact such as plant growth arrest and disruption of developmental processes. It is essential for cell wall formation stability by forming boron-bridge structure and insufficient boron on the cell causes fragile tissue formation, resulting as death of plant. Excess Boron aligning with parallel reasons toxic due to impaired growth and significant yield losses on crops especially in arid regions with boron-rich soil. Cellular mechanisms to tolerate boron balance in the plant cell, especially for severe boron treatment, remain poorly understood. In this study, severe boron treated (3mM and 5mM) Arabidopsis thaliana root cells have been investigated at single-cell level in order to reveal how plant tolerance mechanisms perform. Single-cell RNA sequencing (scRNA-seq) using 10x Genomics platform has been applied to Control (col-0) 3mM (3B) and 5mM (5B) treated groups of cells. Transcriptomes resulting from this methodology have been analyzed with Seurat R package to cluster and identify cells based on their transcriptome profiles using differential gene expression (DGE) analysis. Then, Gene Ontology (GO) and Kyoto Encyclopedia of Genes and Genomes (KEGG) pathway enrichment analysis have been applied to reveal cellular mechanisms that have been impacted. This Approach identified 16 clusters in Arabidopsis thaliana root cells with annotation of major cell types of columella, cortex, endodermis, and the epidermal/root cap. Under the influence of severe boron toxicity, transcriptional responses have been highly cell type specific. Columella cells upregulated ATP-dependent detoxification pathways to pump out high level of boron from the cytoplasm, cortex cells undergo broad metabolic reprogramming to remodel cell-wall for sequestering or neutralizing boron and epidermis together with root cap, which are outer cell layers, demonstrated high expression levels of ribosome biogenesis genes to produce border-like cells shed as a boron loaded tissues and export. The outermost cells layer consisting of epidermis and root cap demonstrated largest transcriptomic shifts with 5mM B treatment, which provides this layer is the first defense line against toxic boron treatment. The distinct yet coordinated responses demonstrate that each root cell type utilizes specialized strategies to handle severe boron toxicity. Our single-cell approach helps us to understand new insights into the mechanisms of plant stress adaptation to severe levels of boron stress environment, bringing out the value of cell-type-resolved transcriptomics in explaining stress responses of Arabidopsis thaliana root cells against severe boron toxic environments. Bor (B), bitki hücreleri için hayati öneme sahip temel bir bitki mikro besin elementidir. Hücre duvarı oluşumu ve hücre zarı bütünlüğü için gereklidir. Borun bitki hücrelerindeki konsantrasyon seviyesi dar bir aralıkta tutulmalıdır. Bor eksikliği, bitki büyümesinin durması ve gelişim süreçlerinin bozulması gibi olumsuz etkilere yol açar. Hücre duvarının kararlılığı için bor-köprü yapısı oluşturarak gerekli olan bor, hücrede yetersiz kaldığında kırılgan doku oluşumuna ve sonunda bitkinin ölümüne neden olur. Aşırı bor ise, benzer şekilde, büyümenin bozulması ve özellikle bor bakımından zengin topraklara sahip kurak bölgelerde önemli ürün kayıpları nedeniyle toksiktir. Bitki hücresinde bor dengesini tolere etmeye yönelik hücresel mekanizmalar, özellikle yüksek düzeyde bor uygulamalarında, hâlâ tam olarak anlaşılmamıştır. Bu çalışmada, yüksek düzeyde borka maruz bırakılmış (3 mM ve 5 mM) Arabidopsis thaliana kök hücreleri tek hücre düzeyinde incelenerek, bitkinin tolerans mekanizmalarının nasıl işlediği ortaya konulmuştur. Bu amaçla, Kontrol (col-0), 3 mM (3B) ve 5 mM (5B) ile muamele edilmiş hücre gruplarına 10x Genomics platformu kullanılarak tek hücreli RNA dizileme (scRNA-seq) uygulanmıştır. Bu yöntemle elde edilen transkriptomlar, hücreleri transkriptom profillerine göre kümelemek ve tanımlamak amacıyla Seurat R paketi ile analiz edilmiştir. Daha sonra, etkilenen hücresel mekanizmaları ortaya koymak için Gen Ontolojisi (GO) ve Kyoto Gen ve Genom Ansiklopedisi (KEGG) yol zenginleştirme analizleri yapılmıştır. Bu yaklaşım, Arabidopsis thaliana kök hücrelerinde kolumella, korteks, endodermis ve epidermis/kök şapkası gibi ana hücre tiplerinin anotasyonu ile 16 küme tanımlamıştır. Şiddetli bor toksisitesinin etkisi altında, transkripsiyonel yanıtlar oldukça hücre tipi spesifik olmuştur. Kolumella hücreleri, sitoplazmadaki yüksek bor düzeyini dışarı atmak için ATP-bağımlı detoksifikasyon yollarını yukarı regüle etmiştir. Korteks hücreleri, boru tutmak veya etkisizleştirmek için hücre duvarını yeniden yapılandırmaya yönelik geniş çaplı metabolik yeniden programlamadan geçmiştir. Epidermis ve kök şapkası ise, dış hücre katmanları olarak, sınır benzeri hücrelerin üretimi ve bor yüklü doku olarak dökülmesi için ribozom biyogenezi genlerinde yüksek düzeyde ekspresyon göstermiştir. Epidermis ve kök şapkasından oluşan en dış hücre katmanı, 5 mM bor uygulamasında en büyük transkriptomik değişimleri göstermiş ve bu katmanın toksik bor tedavisine karşı ilk savunma hattı olduğunu ortaya koymuştur. Bu belirgin fakat koordineli tepkiler, her bir kök hücre tipinin şiddetli bor toksisitesine karşı özelleşmiş stratejiler kullandığını göstermektedir. Tek hücreli yaklaşımımız, Arabidopsis thaliana kök hücrelerinin şiddetli bor toksisitesine karşı verdiği stres yanıtlarını hücre tipi bazında anlamamıza olanak sağlayarak, bitkilerin çevresel streslere adaptasyon mekanizmalarına dair yeni bakış açıları kazandırmaktadır.Item Safety assessment of avionics large area display design(Başkent Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2025) Özden Saray, TutkuEnsuring the safety and reliability of avionics systems is critical for flight operations. Within the scope of this thesis, a comprehensive safety assessment of the Avionic Large Area Display (ALAD) equipment is conducted, focusing on its functional reliability and compliance with established aviation safety standards, specifically the FAA Advisory Circular AC 23.1309-1E and AC 25.1309-1B. The assessment employs multiple analytical methods, including Functional Hazard Assessment (FHA), Failure Modes, Effects, and Criticality Analysis (FMECA), Fault Tree Analysis (FTA) and Common Mode Analysis (CMA), to systematically identify and evaluate potential failure modes and their impacts. Quantitative risk analysis based on standardized failure rates enables determination of system reliability and safety integrity. Results indicate that the ALAD equipment meets the required safety targets, while also highlighting areas for potential design enhancements. This study provides a structured framework for early-stage safety evaluation of avionics display systems, contributing to improved flight safety. Uçuş operasyonlarında aviyonik sistemlerin emniyet ve güvenilirliğinin sağlanması kritik öneme sahiptir. Bu tez kapsamında, Aviyonik Geniş Alan Ekranı (ALAD) ekipmanının kapsamlı bir emniyet değerlendirmesi gerçekleştirilmiş olup, çalışmada özellikle işlevsel güvenilirliği ve FAA Danışma Genelgesi AC 23.1309-1E ile AC 25.1309-1B’de tanımlanan havacılık emniyet standartlarına uygunluğu ele alınmıştır. Değerlendirme sürecinde, potansiyel arıza türlerini ve bunların etkilerini sistematik olarak belirleyip incelemek amacıyla Fonksiyonel Tehlike Değerlendirmesi (FHA), Hata Türleri, Etkileri ve Kritikliği Analizi (FMECA), Hata Ağacı Analizi (FTA) ve Ortak Neden Analizi (CMA) gibi çeşitli analitik yöntemler kullanılmıştır. Standardize edilmiş arıza oranlarına dayalı nicel risk analizi, sistemin güvenilirliğinin ve emniyet bütünlüğünün belirlenmesine olanak sağlamaktadır. Elde edilen sonuçlar, ALAD ekipmanının gerekli emniyet hedeflerini karşıladığını, aynı zamanda tasarımda potansiyel iyileştirme alanlarını da ortaya koyduğunu göstermektedir. Bu çalışma, aviyonik ekran sistemlerinin erken aşamada emniyet değerlendirmesi için yapılandırılmış bir çerçeve sunarak uçuş emniyetine katkı sağlamaktadır.Item Analysis of gps and Imu system performance in unmanned aerial vehicles (Uavs): Features, advantages, and limitations(Başkent Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2025) Erbaş, MuammerThis thesis presents a performance evaluation of Global Positioning System (GPS) and Micro-Electro-Mechanical Systems-based Inertial Measurement Unit (MEMS-based IMU) technologies in Unmanned Aerial Vehicles (UAVs), based on experimental analysis of the built-in GPS and IMU sensors of the DJI and an externally integrated MPU6050 IMU module. Tests were conducted under open-sky, semi-obstructed, and Global Navigation Satellite System (GNSS)-denied indoor conditions to assess sensor reliability and environmental adaptability. Sensor data were post-processed using Kalman filter-based fusion to enhance positioning accuracy and continuity. A loosely coupled aided Inertial Navigation System (INS) was implemented to mitigate the limitations of standalone GPS and IMU systems. Results showed that fusion reduced positional error by 50–75% during temporary GPS outages and decreased orientation drift by ~75% compared to the standalone MPU6050 without GPS correction. For attitude estimation, Kalman filtering improved pitch stability by up to 80% and roll stability by up to 75% over raw IMU data. While GPS performs well in open areas, it degrades under obstruction due to signal loss and multipath effects. MEMS-based IMUs enable continuous motion tracking but suffer from drift, bias instability, and thermal sensitivity, whereas their fusion significantly improved robustness during short-term GPS outages. The comparison between the onboard IMU and MPU6050 revealed that low-cost inertial sensors require precise calibration and advanced filtering. The study highlights the need for adaptive fusion frameworks and the future integration of multi-constellation GNSS, vision-based odometry, and machine learning for reliable UAV navigation in GPS-denied environments. Bu tez, insansız hava araçlarında (İHA) Küresel Konumlama Sistemi (GPS) ve Mikro-Elektro-Mekanik Sistem (MEMS) tabanlı Ataletsel Ölçüm Birimi (IMU) teknolojilerinin performans değerlendirmesini, DJI’ın dahili GPS ve IMU sensörleri ile harici entegre MPU6050 IMU modülü üzerinde yapılan deneysel analizlere dayandırmaktadır. Sensör güvenilirliği ve çevresel uyarlanabilirlik, açık hava, yarı kapalı ve GNSS sinyalinin bulunmadığı kapalı alan koşullarında test edilmiştir. Sensör verileri, konum doğruluğu ve sürekliliği artırmak için Kalman filtre tabanlı füzyonla işlenmiştir. Bağımsız GPS ve IMU sistemlerinin sınırlamalarını azaltmak amacıyla gevşek bağlı destekli Ataletsel Seyrüsefer Sistemi (INS) uygulanmıştır. Sonuçlar, füzyonun geçici GPS kesintilerinde konum hatasını %50–75, yalnız çalışan MPU6050’e kıyasla yönelim sapmasını yaklaşık %75 azalttığını göstermektedir. Kalman filtreleme, pitch kararlılığını %80, roll kararlılığını ise %75 iyileştirmiştir. GPS açık alanlarda yüksek doğruluk sağlasa da sinyal kaybı ve çok yollu etkilerle engelli ortamlarda performansı düşer. MEMS tabanlı IMU’lar hareket takibi sağlasa da sapma, bias kararsızlığı ve sıcaklık hassasiyeti sorunları yaşar; füzyon ise kısa süreli GPS kesintilerinde sağlamlığı artırmıştır. Dahili IMU ile MPU6050 karşılaştırması, düşük maliyetli sensörlerin hassas kalibrasyon ve gelişmiş filtreleme gerektirdiğini göstermiştir. Çalışma, uyarlanabilir füzyon algoritmalarının geliştirilmesi ve GPS olmayan ortamlarda güvenilir İHA seyrüseferi için çok takımyıldızlı GNSS, görüntü tabanlı odometri ve makine öğrenmesi teknolojilerinin entegrasyonunu önermektedir.Item Elucidation of effects of propranolol and labetalol on sensitive and doxorubicin resistant mammary carcinoma cell lines at cellular and molecular level(Başkent Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2025) Öncel, Buse CeydaMetastasis and drug resistance are major challenges in breast cancer therapy. The repurposing of existing therapeutic agents offers a viable alternative to the lengthy and costly process of de novo drug discovery. This study investigated the anticancer potential and mechanisms of two commonly used β-blockers, propranolol (a first-generation non-selective beta-adrenergic receptor antagonist) and labetalol (a non-selective agent that blocks both β-adrenergic and α1-adrenergic receptors), on MCF-7 and drug resistant MCF-7/1000Dox breast cancer cell lines. Cell viability was determined by MTT and colony formation assays, while migration was assessed using wound healing analysis. Cell cycle and apoptosis were evaluated by flow cytometry, and molecular effects were identified through RNA-seq analysis. The results showed that both propranolol and labetalol caused a concentration-dependent decrease in the proliferation of both cell lines. Labetalol demonstrated higher cytotoxicity after 72 hours compared to 48 hours. Both drugs significantly reduced the colony-forming capacity of MCF-7 and MCF-7/1000Dox cells in a dose-dependent manner. Migration analyses revealed that propranolol and labetalol significantly inhibited the migratory ability of the cells, with high concentrations even causing cell detachment from the wound area. Propranolol induced apoptosis without causing a significant cell cycle arrest, whereas antiproliferative effect of labetalol effect was associated with a G2 phase cell cycle arrest. Both drugs effectively induced apoptosis in the cells. Furthermore, RNA-seq analysis revealed that propranolol treatment, a total of 31 genes were upregulated, and 54 genes were down regulated in MCF-7. Propranolol, 326 genes were upregulated and downregulation of 164 genes in MCF-7/1000Dox cells. Labetalol treatment, 286 and 62 genes were found to be upregulated in MCF-7 and MCF-7/1000Dox cells, respectively. RNA-seq analysis, propranolol downregulates the DHFR gene, potentially inhibiting nucleotide synthesis and overcoming drug resistance. Labetalol, up-regulation of the PDGFRA gene suggests that its anti-cancer effects may be linked to a complex compensatory mechanism. In conclusion, our findings demonstrate that propranolol and labetalol possess antiproliferative, pro-apoptotic, and antimigratory properties that extend beyond their known cardiovascular effects. The distinct mechanisms of action of these two drugs make them strong candidates for synergistic combination therapies with standard chemotherapeutics or with each other. This study provides data for the evaluation of repurposing of propranolol and labetalol as potential adjuvant therapeutic agents in breast cancer treatment. Meme kanseri tedavisindeki en büyük zorluklardan biri metastaz ve kemoterapiye karşı gelişen ilaç direncidir. Mevcut terapötik ajanların yeniden konumlandırılması yeni ilaç keşfi süreçlerinin uzunluğuna ve yüksek maliyetine bir alternatif sunmaktadır. Bu çalışmada, yaygın olarak kullanılan beta-blokörler olan propranolol ve labetalolün, MCF-7 ve MCF-7/1000Dox hücre hatları üzerindeki anti-kanser potansiyeli ve etki mekanizmaları araştırılmıştır. Propranolol, birinci nesil seçici olmayan beta-adrenerjik reseptör antagonisti, labetalol, hem β-adrenerjik hem de α1-adrenerjik reseptörleri bloke eden non-selektif bir ajandır. Bu çalışmanın temel amacı, propranolol ve labetalolün meme kanseri hücreleri üzerindeki hücresel ve moleküler etkilerini kapsamlı bir şekilde incelemektir. Hücre canlılığı MTT ve koloni oluşumu analizleri ile belirlenirken, hücre göçü yara iyileşmesi analizi ile değerlendirildi. Hücre döngüsü ve apoptoz akış sitometrisi ile değerlendirildi ve ilaçların moleküler etkileri RNA-seq analizi ile belirlenmiştir. Propranolol ve labetalol, MCF-7 ve MCF7/1000Dox hücrelerinin proliferasyonunda konsantrasyona bağlı ancak farklı azalmaya neden olmuştur. Labetalol, 48 saate kıyasla 72 saat sonra daha yüksek sitotoksisite göstermiştir. Hem propranolol hem de labetalol, MCF-7 ve MCF-7/1000Dox hücrelerinin koloni oluşturma kapasitesinde belirgin ve konsantrasyon bağımlı azalmaya neden olmuştur. Yapılan migrasyon analizlerinde, propranolol ve labetalolün, hücrelerin göç yeteneğini önemli ölçüde azalttığı; yüksek konsantrasyonlarda ise hücrelerin oluşturulan yara alanından daha da uzaklaşmasına neden olduğu gözlenmiştir. Propranolol, hücre döngüsünde belirgin bir duraklamaya neden olmadan apoptozu indüklerken, labetalolün anti-proliferatif etkisi G2 fazında hücre döngüsü duraklamasıyla ilişkilendirilmiştir. Propranolol ve labetalol, hücrelerin apoptozunu indüklemiştir. Ayrıca, RNA-seq analizleri sonuçlarına göre propranolol uygulaması, MCF-7 hücrelerinde toplam 31 genin yukarı yönlü ve 54 genin aşağı yönlü düzenlediği bulunmuştur. MCF-7/1000Dox hücrelerinde ise propranolol 326 genin yukarı yönlü ve 164 genin aşağı yönlü düzenlediği bulunmuştur. Labetalol uygulaması, MCF-7 ve MCF-7/1000Dox hücrelerinde sırasıyla 286 ve 62 genin yukarı yönlü düzenlediği bulunmuştur. RNA-seq analizleri, propranololün DHFR genini aşağı yönlü düzenleyerek nükleotid sentezini baskılayabileceğini ve ilaç direncini kırma potansiyeli taşıdığı bulunmuştur. Labetalolün PDGFRA genini yukarı yönlü düzenlemesi, ilacın anti-kanser etkilerinin karmaşık bir telafi mekanizmasıyla ilişkili olabileceğini düşündürmektedir. Elde edilen veriler, propranolol ve labetalolün, bilinen kardiyovasküler etkilerinin ötesinde, anti-proliferatif, apoptotik ve migrasyonu engelleyen özelliklere sahip olduğunu kanıtlamaktadır. Bu iki ilacın farklı etki mekanizmaları, standart kemoterapötiklerle veya birbirleriyle sinerjik kombinasyon tedavilerinde kullanmak için güçlü adaylar haline getirmektedir. Bulgularımız, propranolol ve labetalolün meme kanseri tedavisinde potansiyel yardımcı terapötik ajanlar olarak yeniden konumlandırılması ile ilgili çalışmalara veri sunmaktadır.Item Modeling the effects of global climate change on the distribution of the cilician water frog lineage (Genus: Pelophylax) in the Çukurova plain of Türkiye(Başkent Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2025) Gazezoğlu, İremThis study investigates the impact of global climate change on the distribution of the Cilician water frog lineage (genus: Pelophylax) in the Çukurova Plain of Türkiye. Using advanced species distribution modeling (SDM) techniques, particularly MaxEnt, the research identifies key environmental factors influencing the current habitat suitability of the lineage and predicts future habitat shifts under different climate change scenarios (low and high carbon emissions) for the years 2030, 2050, 2080, and 2100. Results indicate that temperature seasonality, minimum temperature of the cold quarter, ruggedness, and proximity to water bodies are critical determinants of the lineage's distribution. Projections reveal a significant northward shift in suitable habitats, accompanied by fragmentation and potential loss of core southern habitats. While the total climatically suitable area may expand, habitat connectivity and anthropogenic pressures pose challenges to the lineage's survival. This study underscores the urgent need for conservation strategies to mitigate climate change impacts, protect critical habitats, and ensure the long-term survival of this vulnerable amphibian lineage.Bu çalışma, küresel iklim değişikliğinin Türkiye'nin Çukurova Ovası'ndaki Kilikya su kurbağası soyu (cins: Pelophylax) üzerindeki etkilerini araştırmaktadır. İleri düzey tür dağılım modelleme (SDM) teknikleri, özellikle MaxEnt kullanılarak, soyun mevcut habitat uygunluğunu etkileyen temel çevresel faktörler belirlenmiş ve 2030, 2050, 2080 ve 2100 yılları için farklı iklim değişikliği senaryoları (düşük ve yüksek karbon salınımı) altında gelecekteki habitat değişimleri tahmin edilmiştir. Sonuçlar, sıcaklık mevsimselliği, soğuk çeyrek minimum sıcaklığı, arazi engebeliliği ve su kaynaklarına yakınlığın soyun dağılımını belirleyen kritik faktörler olduğunu göstermektedir. Projeksiyonlar, uygun habitatların kuzeye doğru önemli bir kayma yaşadığını, bununla birlikte güneydeki çekirdek habitatların parçalanması ve kaybı riskini ortaya koymaktadır. İklim açısından uygun toplam alan genişleyebilirken, habitat bağlantısı ve insan kaynaklı baskılar soyun hayatta kalması için zorluklar oluşturmaktadır. Bu çalışma, iklim değişikliği etkilerini hafifletmek, kritik habitatları korumak ve bu hassas amfibi soyunun uzun vadeli hayatta kalmasını sağlamak için acil koruma stratejilerinin gerekliliğini vurgulamaktadır.