Enstitüler / Institutes
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11727/1390
Browse
Item 11 Eylül sonrası değişen güvenlik paradigmaları ışığında nato'nun dönüşümü ve Türkiye'ye etkileri(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2022) Karaca, Mutlu; Dizdaroğlu, CihanBu tez, 11 Eylül sonrası dönemde NATO’nun güvenlik algısının değişimi ve bu değişimin üye ülkelerden Türkiye Cumhuriyeti güvenliğine olan etkilerine odaklanmaktadır. Tez kapsamında öncelikle dönemsel olarak değişim gösteren güvenlik kavramı ile güvenliğin realizm perspektifinden nasıl anlaşıldığının kavramsal çerçevesi tartışılmaktadır. Müteakiben, NATO’nun özellikle 11 Eylül sonrası dönemde geçirdiği dönüşüm ve güvenlik algısındaki değişiklikler tarihsel olarak incelenmiştir. Tezin odağını Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenlik algısındaki değişim oluşturduğu için öncelikle tarihsel olarak Türk güvenlik algısı incelenmiş, sonrasında güvenlik algısında değişim olup olmadığını tespit etmek amacıyla 2001 sonrasındaki Milli Güvenlik Kurulu basın bildirileri ile söz konusu tarih aralığındaki hükümet programları incelenmiştir. Yapılan araştırmada NATO’nun Türkiye Cumhuriyeti güvenlik mimarisinde önemli bir sütun oluşturduğu tespit edilmiştir. Yine de NATO ile Türkiye Cumhuriyeti arasında tüm konularda mutabık kalındığını ifade etmek güçtür. Nitekim, Türkiye Cumhuriyeti’nin gerek bulunduğu coğrafya gerek Osmanlı İmparatorluğu’ndan alınan tarihi sorunları olduğu ve bu sorunlarla mücadele etmek için NATO desteği olmadan da çaba sarf ettiği görülmektedir. Bu konuların başında önemli bir güvenlik sorunu olan terörizm gelmektedir. Diğer kemikleşmiş sorun ise Yunanistan ile yaşanan Ege ve Akdeniz kaynaklı sorunlardır. Özellikle 2014 yılında Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı sonrası Türkiye, NATO tarafından tekrar tehdit olarak görülmeye başlayan Rusya ile ikili bir ilişki geliştirmektedir. Bunun en önemli sebepleri Rusya’nın tarihi olarak aynı coğrafyada olmasının yanı sıra Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine yaptığı sınır ötesi harekâtlarda Rusya hava sahasını kullanması, Rusya’dan alınan S-400 hava savunma sistemleri ve Mersin’de yapımı devam eden Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin Rusya tarafından yapılması olduğu ifade edilebilir. Sonuç olarak, Türkiye tarihsel olarak bir taraftan NATO’nun güvenlik şemsiyesinden faydalanırken, diğer taraftan da kendi ulusal çıkarlarını korumak adına zaman zaman NATO ile ters düşmektedir. Özetle Türkiye’nin dış politikasını NATO ile paralel olarak yürütmeye çalıştığı fakat ulusal çıkarları doğrultusunda gerektiğinde NATO’nun sorgulayan bir üyesi olduğu öne sürülebilir. This study examines the change in NATO’s security perception in the post-September 11 period and its effects on the security of the Republic of Turkey. First of all, the conceptual framework of security and security, which gained a wide dimension after 1990, was studied from the perspective of realism. Subsequently, the transformation of NATO in the same period and the changes in the perception of security were examined. Then, in order to make sense of the change in the security perception of the Republic of Turkey, first the Turkish security perception was examined historically, and then the decisions of the National Security Council and the Government Programs of the ruling party were examined in order to compare them. In the research, it has been understood that NATO constitutes an important pillar in the security architecture of the Republic of Turkey. However, it cannot be said that there is an agreement between NATO and the Republic of Turkey on all issues. It is seen that the Republic of Turkey has both geographical problems and historical problems taken from the Ottoman Empire, and it has made efforts to combat these problems without NATO support. At the forefront of these issues is the problem of terrorism, which is a national security problem, and separatism. Another entrenched problem is the Aegean and Mediterranean-based problems with Greece. Both problems have historical roots. Especially after the annexation of Crimea by Russia in 2014, Turkey has been developing a special bilateral relationship with Russia, which has again been seen as a threat by NATO. It can be said that the most important reasons for this are Russia's historically being in the same geography, Turkey's use of Russian airspace in its cross-border operations to the north of Syria, acqusition of Russian S-400 missiles, and Turkey's first Nuclear Power Plant, which is under construction in Mersin, is being built by Russia. In short, while Turkey benefits from NATO's security umbrella, it sometimes contradicts NATO in order to protect its own national interests. For example, Turkey did not support to the NATO membership of Sweden and Finland on the grounds that they supported terrorism. In summary, it can be said that Turkey is trying to carry out its foreign policy in parallel with NATO, but it is a questioning member of NATO in line with its national interests.Item 12-14 yaş grubu çocukların müziğe ilişkin tutumları ile sosyal beceri düzeyleri arasındaki ilişkinin incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2017) Güven, Esra; Erol, İsmail LütfüBu araştırmada, 12-14 yaş grubu çocukların müziğe ilişkin tutumları ile sosyal beceri düzeyleri arasındaki ilişki belirlenmiş ve bazı değişkenlere göre çocukların müziğe ilişkin tutumları ve sosyal beceri düzeyleri incelenmiştir. Araştırmada var olan durumun belirlenmesine çalışıldığı için betimsel araştırma modeli kullanılmıştır. Araştırmanın çalışma grubunu 2016-2017 eğitim öğretim yılında Ankara’nın farklı yaşam seviyesinde yaşamakta olan ve bu nedenle Altındağ, Çankaya, Etimesgut, Mamak ve Yenimahalle merkez ilçelerinden seçilen 424 kız (%52,8) ve 379 erkek (%47,2) olmak üzere toplam 803 birey oluşturmaktadır. Araştırmada, çocukların müziğe ilişkin tutumlarını belirlemek amacıyla Müziğe İlişkin Tutum Ölçeği, sosyal beceri düzeylerini belirlemek amacıyla Çocuklar İçin Sosyal Beceri Ölçeği ve araştırmacı tarafından hazırlanan Kişisel Bilgi Formu kullanılmıştır. Araştırmada toplanan verilerin analizinde SPSS 21 programından yararlanılarak frekans, yüzde, Pearson Momentler Çarpımı Korelasyon Katsayısı, t-testi, Tek yönlü varyans analizi ve Tukey HSD testi kullanılmıştır. Araştırmada elde edilen bulgular şu şekilde özetlenebilir: 1. Çocukların müziğe ilişkin tutumları ile sosyal beceri düzeyleri arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Buna göre, çocukların müziğe ilişkin tutumları arttıkça sosyal beceri düzeyleri de artmaktadır. 2. Çocukların Ankara’da yaşadıkları merkez ilçelere göre müziğe ilişkin tutumlarında anlamlı bir fark bulunurken, sosyal beceri düzeylerinde anlamlı bir fark bulunmamıştır. 3. Çocukların cinsiyetlerine göre hem müziğe ilişkin tutumlarında hem de sosyal beceri düzeylerinde anlamlı bir fark bulunmuştur. Kızların müziğe ilişkin tutumları ve sosyal beceri düzeyleri erkeklerden daha yüksek bulunmuştur. 4. Çocukların yaşlarına göre hem müziğe ilişkin tutumlarında hem de sosyal beceri düzeylerinde anlamlı bir fark bulunmuştur. 13 yaşındaki çocukların müziğe ilişkin tutumlarının 14 yaşındaki çocuklardan daha yüksek olduğu ortaya çıkmıştır. Diğer yandan 12 yaşındaki çocukların sosyal beceri düzeyleri 13 ve 14 yaşındakilere göre daha yüksek bulunmuştur. 5. Çocukların okullarındaki başarı algılarına göre hem müziğe ilişkin tutumlarında hem de sosyal beceri düzeylerinde anlamlı bir fark bulunmuştur. Akademik başarı algısı yüksek olan çocukların müziğe ilişkin tutumları ve sosyal beceri düzeyleri başarı algısı orta ve düşük olan çocuklara, akademik başarı algısı orta olan çocukların da düşük olanlara göre müziğe ilişkin tutumları ve sosyal beceri düzeyleri daha yüksek bulunmuştur. 6. Çocuklarının anne ve babalarının eğitim durumuna göre hem müziğe ilişkin tutumlarında hem de sosyal beceri düzeylerinde anlamlı bir fark bulunmamıştır. 7. Flüt ve melodika dışında bir müzik enstrümanı çalıp çalmamaya göre çocukların hem müziğe ilişkin tutumlarında hem de sosyal beceri düzeylerinde anlamlı bir fark bulunmuştur. Bir müzik enstrümanı çaldığını belirtenlerin müziğe ilişkin tutumları ve sosyal beceri düzeyleri bir enstrüman çalmadığını belirtenlere göre daha yüksek bulunmuştur. 8. Herhangi bir müzik kursu alıp almama durumlarına göre çocukların hem müziğe ilişkin tutumlarında hem de sosyal beceri düzeylerinde anlamlı bir fark bulunmuştur. Bir müzik kursu aldığını belirtenlerin müziğe ilişkin tutumları ve sosyal beceri düzeyleri müzik kursu almadığını belirtenlere göre daha yüksek bulunmuştur. In this study, the relationship between music attitudes and social skill levels of 12-14 age group was determined and according to some variables, children's attitudes towards music and social skills levels were examined. Since the existing and current situation about the variables was tried to be determined, descriptive research model was used in the research. The participants included a total of 803 individuals 424 female (52.8%) and 379 male (47.2%) selected from six secondary schools in the districts of Altındağ, Çankaya, Etimesgut, Mamak and Yenimahalle in Ankara during the academic year 2016-2017 form. In the study, the Scale of Attitude towards Music was used to determine children's attitudes towards music. Furthermore, the Social Skill Scale for Children was utilized to determine their social skill levels and Personal Information Form developed by the researcher were used to collect the related demographic information. In the analysis of the collected data, frequency, percentage, Pearson Moments Multiplication Correlation Coefficient, t-test, One way ANOVA and Tukey HSD test were used by means of SPSS 21 program in the study. Findings obtained in the research can be summarized as follows: 1. There was a significant positive correlation between children's attitudes towards music and social skills levels. Accordingly, social attitudes increase as children's attitudes towards music increase. 2. A significant difference was found in the attitudes of children towards music according to the central districts they lived in Ankara, but no significant difference was found in their social skills levels. 3. A significant difference was found in both children's attitudes towards music and social skills levels according to their genders. Girls’ attitudes towards music and social skills were found to be higher than boys'. 4. A significant difference was found in both children's attitudes towards music and social skills according to their age. It turns out that the attitudes of 13-yearolds to music are higher than those of 14-year-olds. On the other hand, the social skills of children aged 12 years were found to be higher than those aged 13 and 14 years. 5. A significant difference was found in both children's attitudes towards music and social skills according to their academic achievement perceptions. Children with high academic achievement attitudes were found to have a higher level of attitudes towards music and social skills than children with medium and low achievement perceptions. Similarly, children with a medium academic achievement perception were observed to have a higher level of attitude toward music and social skill level than children with a low achievement perception. 6. There was no significant difference in children’s attitudes towards music and social skills levels according to their parents’ educational status. 7. According to whether to play a musical instrument different from flute and melodicas, there was a significant difference in children's attitudes towards music as well as social skills levels. Children who stated that they played a musical instrument were found to have a higher attitude towards music and social skill levels than children who indicated that they did not play an instrument. 8. There was a significant difference in children's attitudes towards music as well as their social skill levels according to whether they took any music courses or not. Children who said that they had a music course were found to have a higher attitude towards music and social skill levels than those who indicated that they did not attended a music course.Item 18 nolu Türkiye muhasebe standardına hasılatın oluşumu(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007) Duman, Fatma Ceyda; Özmen Uysal, ÖzgürBu çalısmanın amacı, Uluslararası Muhasebe Standartları 18 ve onun resmi tercümesi Türkiye Muhasebe Standartları 18 Hasılat Standardı kapsamında olan mal satıslarında, hizmet sunumlarında ve faiz, isim hakları ve temettülerde, hasılatın dogma zamanı ve miktarını arastırmak, vergi mevzuatımız ve Tekdüzen Hesap Planı uygulaması ile farklılıklarını ortaya koymak, özellikli islemler temelindeki tereddütlerin giderilmesine katkıda bulunmak ve özgün örneklerle anlasılabilirliligini artırmaktır. Türkiye Finansal Raporlama Standartları kapsamındaki dönemsellik ve gerçege uygun deger kavramı temelinde hasılatın muhasebelestirilmesi, vergi mevzuatımız ve Tekdüzen Hesap Planını uygulamaları ile farklılıklar arz etmektedir. Bu farklılıkların azaltılması uygulayıcılara büyük kolaylık saglayacaktır. Hasılat Standardı uzun yıllardır revize edilmedigi için, hasılatın muhasebelestirilmesine iliskin güncel tartısmaları yeterince yansıtmamaktadır. Bu nedenle isletmelerin yeni ihtiyaçlarına cevap veremez ya da yeterince rehberlik sunamaz bir duruma gelmistir. Uluslararası Muhasebe Standartları Kurulu son tartısmalar dogrultusunda, hasılatın muhasebelestirilmesine iliskin yeni yaklasımlara paralel olarak Hasılat Standardı’nı yeniden gündemine almıstır.Item 19. yüzyıl Alman Lied sanatı dağarının şan eğitiminde kullanımı(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2007) Çetiner, EsraBu araştırma, Avusturya VorarlbergerLandeskonservatorium, Başkent Üniversitesi Devlet Konservatuvarı şan Bölümü, Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı şan Bölümü ve Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi Ana Bilim Dalı şan Eğitimi derslerinde 19. Yüzyıl Alman Lied bestecilerinin eserlerinin kullanım durumunun incelenerek, kullanımının artırılmasını ve eğitim materyallerine yenilerinin eklenmesini sağlamak amacıyla yapılmıştır. Araştırma, verilerin bir kısmı Avusturya VorarlbergerlandesKonservatorium, Başkent Üniversitesi Devlet Konservatuvarı şan Bölümü, Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı şan Bölümü ve Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Eğitimi AnaBilim Dalı'ında şan eğitimi dersi veren öğretim elemanları ve bu dersi alan öğrencilerden anket ve sözlü görüşme yöntemleriyle, bir kısmı da yurtiçi ve yurtdışında yapılan literatür taraması yöntemiyle toplanmaya çalışılarak hazırlanmıştır. Konuyla ilgili olarak uygulanan anket ve sözlü görüşmelerin sonuçları tablolar halinde gösterilip yorumlanmış, öneriler araştırmanın sonunda sunulmuştur.Item 19. Yüzyıl İzmir levantenleri ve kent morfolojisine etkisi üzerine bir inceleme(Başkent Üniversitesi Fen Bilimler Enstitüsü, 2022) Gürhan, İlayda; Caner Yüksel, Çağla19. yüzyıl İzmir kentinde Türkler, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Levantenler gibi farklı etnik gruplar barınmaktadır. Bu farklı etnik gruplar kimlik yapıları ve kökenleriyle asimile olmadan varlıklarını sürdürmüşler, kent morfolojisine kendi kültürlerini yansıtmayı başarmışlardır. Kentte büyük ölçüde söz sahibi olan Levantenler kentin fiziksel yapısının biçimlenmesinde büyük rol oynamıştır. İzmir’e gelmelerinin en temel sebebi ticaret hacmi istemi ve pazar arayışı olan Levantenler İzmir’de ticaret hacmini büyütmüş, ekonomik hayatı olumlu yönde etkileyerek kenti dünyanın önemli liman kentlerinden birine çevirmişlerdir. Levantenlerin kıyı şeridinde olan Frenk Mahallesi olarak bilinen bu bölgeye yerleşme sebepleri ticaret bölgesinin, limanın burada olması ve kent ticaretini elinde tutmak istemeleri, ayrıca etnik ve sosyal olarak farklı oldukları Osmanlı toplumundan bağımsız olmak istemeleridir. Kendi yaşam tarzlarını hem estetik değerler hem de işlevsel olarak yapılarına da yansıtmışlardır. Bu yapılar, Levantenlerin kökeni Avrupa’da baskın olmuş mimari anlayış ve yaklaşımların yansımasıyla inşa edilmiştir. 19. yüzyıl İzmir kentinin mekânsal dönüşümünde Levanten kültürünün etkisini inceleyen ve Levanten kültürün kentin fiziksel biçimlenmesindeki izlerini süren bu tez çalışması esas olarak kentsel morfolojinin araştırma yöntemlerini kullanmıştır. Bu araştırma şimdiye kadar yapılan çalışmalardan farklı olarak İzmir’de fiziksel yapının biçimlenmesinde Levanten kültürünün etkisini makroformdan başlanarak mikroforma kadar incelenmiştir. Bu kapsamda üst ölçekten alt ölçeğe kent formu, Levanten Mahallesi, Levanten yapıları olmak üzere bir inceleme ile Levantenlerin İzmir kent morfolojisine etkisi irdelenmektedir. 19. yüzyılın ikinci yarısına ve 20. yüzyılın başına tarihlenen kent haritaları ve planlarına dayalı çözümlemeler kronolojik olarak karşılaştırılıp değerlendirilmekte ve İzmir’in mekânsal gelişim ve değişimi tartışılmaktadır. The 19th century city of İzmir accommodated different ethnic groups such as Turks, Greeks, Armenians, Jews and Levantines. These different ethnic groups have continued their existence without assimilation with their identity structures and origins, and have succeeded in reflecting their own cultures in the morphology of the city. Levantines, who had a great say in the city, played a major role in shaping the physical structure of the city. Levantines, whose main reason for coming to İzmir is the demand for trade volume and the search for a market, increased the trade volume in İzmir and transformed the city into one of the most important port cities of the world by positively affecting the economic life. The reason why the Levantines settled in this area, which is known as the Frenk Mahallesi, which is on the coastline, is that the commercial area, the port is here and they want to keep the city trade, and they also want to be independent from the Ottoman society, which they are ethnically and socially different from. They have reflected their own lifestyles on their structures, both aesthetically and functionally. These structures were built with the reflection of the architectural understanding and approaches that were dominant in Europe, the origin of the Levantines. This thesis study, which examines the effect of Levantine culture on the spatial transformation of the 19th century city of Izmir and traces the traces of Levantine culture in the physical formation of the city, mainly used the research methods of urban morphology. This research, unlike the studies done so far, examined the effect of Levantine culture on the shaping of the physical structure in İzmir, starting from macroform to microform. In this context, the effect of Levantines on İzmir's urban morphology is examined with an examination from upper scale to lower scale, including the city form, Levantine District, and Levantine structures. Analyzes based on city maps and plans dated to the second half of the 19th century and the beginning of the 20th century are compared and evaluated chronologically, and the spatial development and change of İzmir is discussed.Item 1939-1945 yılları Tan Gazetesi Refik Halid Karay’ın yazıları ve 2015-2021 yılları Hürriyet Gazetesi Vedat Milor’un yazılarının benzerlikleri ve farklılıkları(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022) Erzeybek, Eray; Albustanlıoğlu, TulgaBu çalışma gastronomide farklı disiplinlerden yararlanılarak yapılan bir araştırma çalışmasıdır. Araştırma belli bir yıl aralığını kapsamaktadır. Özellikle 1939-1945 yılları arasındaki yazılar Türkiye’nin de içinde bulunduğu 2.Dünya savaşı yıllarının siyasi ve sosyal yansımalarını içermektedir. Bu yıllardaki gelişmelerin yemek kültürümüzdeki izlerini Refik Halit Karay’ın yazılarında görmek mümkündür. Refik Halit Karay’ın 1939-1945 yılları arasında Tan Gazetesi’nde çıkan otuz yazısı ile 2015-2021 yılları arasında Hürriyet Gazetesi’nde Vedat Milor’a ait onaltı yazı bu çalışmanın içeriğini oluşturmuştur. 1939-2021 arasından geçen zaman 82 yıldır. 82 yıllık süreçte Türkiye birçok siyasi-sosyal dönüşümler geçirmiştir. Bu dönüşümlerin hem siyasi hayata hem de günlük sosyal hayata yansımaları olmuştur. Sosyal hayattaki yansımaların toplumsal hayata etkisinde daha çok ekonomik vurgular yer almaktadır. Ancak geçmişten günümüze tartışılmaya devam edilen başlıkların bir kısmı kültürel sorunlardır. Köşe yazılarına konu olan sosyal ve siyasi çalkantıların yaşam tarzına yansıması yemek kültürlerini etkilemiştir ve mutfak kültürüne dair tartışmaları barındırmıştır. 82 yıllık süre boyunca olumlu olumsuz birçok gelişmenin izlerini köşe yazılarında görülmektedir. Bu durum köşe yazılarının benzerliklerinin devam ettiğini göstermektedir. Çalışmada yazıların karşılaştırılmasından çıkan sonuçlar değerlendirilmiştir. Bu çalışma incelendiğinde yemek kültürümüze dair tartışmaların süreklilik oluşturduğu görülmüştür.Nitekim 82 yıl önce ve günümüzde hâla benzer gastronomik ‘’sorunların’’ devam etmesinin nedenleri bir takım soruları da beraberinde getirmiştir. Köşe yazıları üzerinden bu sorulara cevaplar aranmıştır. This study is a research study using different disciplines in gastronomy. The research covers a certain year range. Especially the articles between the years 1939-1945 include the political and social reflections of the years of the Second World War, including Turkey. It is possible to see the traces of the developments in these years in our food culture in the writings of Refik Halit Karay in this date range. Refik Halit Karay's thirty articles published in Tan Newspaper during this period and sixteen articles by Vedat Milor in Hürriyet Newspaper between 2015-2021 constitute the content of this study. The time elapsed between 1939-2021 is eighty-one years. In the 82-year period, Turkey has gone through many political-social transformations. These transformations had reflections on both political life and social life. The effect of the reflections in social life on social life continued in the form of cultural problems from the past and not fully settled, as well as mostly for economic reasons. For all these reasons, the reflection of social and political turmoil on the lifestyle has affected food cultures and has included discussions about culinary culture. During the 82- year period, the traces of many positive and negative developments can be seen in the columns. This situation shows that the similarities of the column articles continue. In the study, the results of the comparison of the articles were tried to be evaluated. In this study, periodical and current columns showing the continuity of our problems were examined. As a matter of fact, the reasons for the continuation of similar gastronomic "problems" 82 years ago and today have brought along some questions. This study has tried to present similar tables of many positive or negative gastronomy developments that we are trying to detect today through columns.Item 1960’larda Türkiye ve İtalya’da yabancılaşma: Sevmek zamanı ve batan güneş filmleri üzerine bir karşılaştırma(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022) Emektar, Latife İrem; Coşkun, ÇiçekYabancılaşma, günümüzde dahi hala birçok açıdan inceleme alanına sahip olan bir kavramdır. Bu kavrama dair çalışmalar modernleşmenin ortaya çıkışıyla birlikte hız kazanmış, neden ve sonuç çerçevesinde yoğun bir şekilde ele alınmıştır. Sanat eserlerinin de toplumsal manada taşıdıkları potansiyel düşünüldüğünde bu gibi kavramları açıklayıcı bir zemin oluşturdukları görülmektedir. Özellikle toplumu yansıtma amacı güdülmüş sinema akımlarının revaçta olduğu 1960’lı yıllarda günlük yaşayış sinema filmlerine çokça konu edilmiştir. Bu yıllar içerisinde yapılmış Batan Güneş (L’Eclisse) ve Sevmek Zamanı filmleri de bu örneklerden iki tanesidir. Biri İtalya’da biri Türkiye’de yapılmış bu iki film, içlerinde bulundukları toplumun ilişki dinamiklerini ele almış ve bunları incelemiştir. Bu çalışma içerisinde bu iki filmin gerçekleştiği tarihlerden yola çıkılarak 1960’lı yıllarda Türkiye ve İtalya’da yaşanan yabancılaşma üzerinde durulmuştur. Bu sebeple öncelikle yabancılaşma çalışmaları incelenmiş, bu kavrama getirilmiş analizlerin durumu betimlenmiştir. Ardından 1960’lı yılların tarihi çerçevesine bakılmış ve toplumsal bağlamda bireyin durumuna açıklık getirilmiştir. Çalışmanın son kısmında ise Sevmek Zamanı ve Batan Güneş filmleri teorik çalışmalar ekseninde belirlenen temalar üzerinden incelenmiştir. Yapılan bu analiz sonucunda da 1960’lı yıllarda bireyin toplumsal manada yaşadığı bütünlük mücadelesinin ayrıntıları açığa çıkmıştır. Görülmektedir ki 1960’lı yıllar seçilen sinema filmlerinin yansıttığı boyutlarda bir yabancılaşmanın sıkıntılarını yaşamakta, bireysel manada toplumsal tecridin yükselişte olduğunu açığa çıkarmaktadır. Alienation is a concept that still has many areas of study even today. Studies on this concept have gained momentum with the emergence of modernization and have been intensively discussed within the framework of cause and effect. Considering the social potential of works of art, it is seen that they form an explanatory ground for such concepts. Especially in the 1960s, when cinema movements aimed at reflecting the society were popular, daily life was the subject of movies a lot. The movies The Eclipse and Time of Love, which were made during these years, are two of these examples. These two films, one made in Italy and the other in Turkey, deal with the relationship dynamics of the society they are in and examine them. In this study, the alienation experienced in Turkey and Italy in the 1960s is emphasized, starting from the dates when these two films were made. For this reason, first of all, alienation studies were examined and the situation of the analyzes brought to this concept was described. Then, the historical framework of the 1960s was examined and the situation of the individual in the social context was clarified. In the last part of the study, the films Time to Love and The Eclipse (L’Eclisse) were analyzed on the basis of the themes determined in the axis of theoretical studies. As a result of this analysis, the details of the individual's struggle for social integrity in the 1960s were revealed. It is seen that the 1960s are experiencing the problems of alienation in the dimensions reflected by the selected movies, revealing that social isolation in the individual sense is on the rise.Item 1995 yılı Türkiye şehir nüfusu hayat tablosunun cinsiyetler ayrımında brass logıt hayat tablosu yöntemi ile hesaplanması(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2016) Özcan, Deniz; Hoşgör, ŞerefBu tezin amacı, Brass logit hayat tablosu sistemini kullanarak, 1995 yılı Türkiye şehir nüfusunun hayat tablosunu cinsiyetler ayrımında hesaplamaktır. Bu amaçla veri olarak, 1990 ve 2000 yıllarının genel nüfus sayımları ve 1995 yılının ölüm istatistikleri kullanılmıştır. İlk önce, 1995 yılı Türkiye şehir nüfusu ve 1995 yılı ölüm sayıları kullanılarak, Reed-Merrell yöntemi ile 1995 yılı Türkiye şehir nüfusu hayat tablosu hesaplanmıştır. Sonra, 1990 ve 2000 yılı Türkiye şehir nüfusları kullanılarak, PrestonBennett yöntemi ile iki nüfus sayımı arası yani 1995 yılı Türkiye şehir nüfusu hayat tablosu tahmin edilmiştir. Daha sonra ise, Coale ve Demeny bölgesel model hayat tablolarının Batı modeli kullanılarak interpolasyon yapılmak suretiyle, Preston-Bennett yöntemi ile tahmin edilmiş olan 1995 yılı Türkiye şehir nüfusu hayat tablosu interpole edilmiştir. Böylece, Brass logit hayat tablosu sistemini uygulayabilmek için gerekli olan veriler elde edilmiştir. Buna göre, tahmin edilmiş hayat tablosu olarak Reed-Merrell yöntemi ile hesaplanan hayat tablosu, standart hayat tablosu olarak da Preston-Bennett yöntemi ile hesaplanan hayat tablosunun interpole edilmiş şekli seçilerek, Brass logit hayat tablosu sistemi ile 1995 yılı düzgünleştirilmiş Türkiye şehir nüfusu hayat tablosu oluşturulmuştur. Sonuç olarak, ülkemizde nüfus sayımlarından elde edilen verilerle yapılan ölümlülük hesaplamalarında erken yaşlarda hatalar ve sapmalar olduğu, ileri yaşların (erkeklerde 35, kadınlarda 45 yaş ve üzeri) ölümlülük seviyesini daha iyi temsil ettiği ve Brass logit hayat tablosu sisteminin, uygun model ve seviyesi (Coale-Demeny, Birleşmiş Milletler, genel standart, vb.) seçildiği takdirde doğruya yakın düzeltme yaptığı söylenebilir. The thesis aims to compute the life table of the urban population in Turkey of the year 1995 with the gender differentiation by using Brass logit life table system. To achieve this goal, the censuses of population of the years of 1990 and 2000 and the death statistics of the year 1995 are used as the data. First of all, the life table of the urban population in Turkey of the year 1995 is computed with the data of the urban population in Turkey and the death statistics of the year 1995 by using the Reed-Merrell method. Moreover, with the data of the urban population in Turkey of the years 1990 and 2000, the life table of the urban population in Turkey is estimated for the intercensal period, i.e. the year of 1995, by using the Preston-Bennett method. Furthermore, the life table of the urban population in Turkey of the year 1995, previously estimated by using Preston-Bennett method, is interpolated by using the West model of Coale and Demeny regional model life tables. By this way, the data is obtained to apply the Brass logit life table system. Finally, the smoothed life table of the urban population in Turkey of the year 1995 is constructed by using the Brass logit life table system, for which two life tables are chosen: the first one is the estimated life table, which is computed by Reed-Merrell method, and the second is the standard life table, which is the interpolated version of the one computed by PrestonBennett method. In conclusion, it can be stated that for mortality computations, that is performed by using the data obtained from the censuses of population in our country, it happens errors and deviations for early ages, yet later ages (35 and over for males, 45 and over for females) represent the mortality level better. Additionally, it can be said that if a proper model and its level (Coale-Demeny, United Nations, general standard etc.) are chosen, the Brass logit life table system smooths the results close to the correct ones.Item 1999,2000,2001 ve 2008 kriz dönemlerinde Türk ticari bankalarının karlılıklarının lojistik regresyon analizi ile incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2013) Telli, Açelya; Hoşgör, ŞerefDünya genelinde daha sık periyotlar ile meydana gelen ve özellikle 1990 sonrası yaĢanan finansal krizler, Türk Bankacılık Sistemi baĢta olmak üzere tüm finansal sistemi oldukça ağır zararlarla karĢı karĢıya bırakmıĢ ve araĢtırmacılar tarafından daha ciddi Ģekilde incelenmesine neden olmuĢtur. Bu doğrultuda çalıĢmanın amacı; 1999, 2000, 2001 ve 2008 yıllarında yaĢanan finansal krizlerin karĢılaĢtırılarak Türk Bankacılık Sistemi‟ndeki ticari bankaların karlılık performansı üzerine etkisini araĢtırmaktır. OluĢturulan çerçevede, öncelikle ekonomik krizler ve bunun içerisinde finansal krizlere dair bir kavramsal açıklama yapılmıĢ, daha sonra 1980 yılı finansal serbestleĢme sonrası yaĢanan finansal krizler ve alınan önlemler detaylı bir Ģekilde açıklanmıĢtır. ÇalıĢmanın son bölümünde; Türkiye Bankalar Birliği‟nce yayınlanan karlılık oranları (Aktif Karlılığı, Özkaynak Karlılığı ve Net Faiz Marjı) bağımlı değiĢkenler, 4 grup halinde yayınlanan finansal rasyolar (sermaye yeterliliği, aktif kalitesi, likidite ve gelir gider grubu rasyoları) ise bağımsız değiĢkenler olarak alınmıĢtır. Uygulama aĢamasında öncelikle bağımsız değiĢkenler Pearson ve Faktör Analizleri‟ne tabi tutularak değiĢkenler azaltılmıĢ, daha sonra bu değiĢkenler bağımlı değiĢkenlerle birlikte Lojistik Regresyon Analizi‟ne alınarak finansal krizlerin karĢılaĢtırılması yapılmıĢtır. Elde edilen sonuçlar genel bir çerçevede değerlendirilmiĢtir. Yapılan çalıĢmanın sonucunda, analizi yapılan söz konusu yıllarda aktif karlılığı ve özkaynak karlılığı bağımlı değiĢkenleri için gelir gider grubu rasyoları ön plana çıkmıĢtır. Net faiz marjı bağımlı değiĢkeni için ise 1999, 2000 ve 2008 yılları için herhangi bir rasyo grubu ön plana çıkmamakla birlikte, 2001 yılı için gelir gider grubu rasyoları ve sermaye yeterliliği grubu rasyoları ön plana çıkmıĢtır. Financial crisis which were occured more frequent intervals and have been encountered especially after 1990, damaged particularly Turkish Banking System then all financial system and caused to be determine by researchers seriously. In this line, the aim of this study is searching the effect of the commercial banks‟ profitability performance in Turkish Banking System comparing with the financial crisis which were occured in 1999, 2000, 2001 and 2008. In this frame, at first a conceptual framework was made about financial crisis and economic crisis, then financial crisis which were occured and the measures which was taken after 1980 were explained detailed. The last part of this study, three profitability ratios were published in the Banks Association of Turkey (the profitability of asset, the profitability of equity and the margin of net interest) were taken as dependent variables, financial ratios which were published as four groups (the group of the adequacy of capital, the group of the quality of asset, the group of liquidity and the group of income and expense) were taken as independent variables. In the implementation phase, firstly independent variables were included the analyze of Pearson and Factor and they were decreased, then those variables with dependent variables were taken into analyze of binary logistic regression and the comparison of financial crisis was made. The results of analyze were evaluated in the general frame. As a result of this study, the ratio group of income and expense took over for dependent variables which are the profitability of asset and the profitability of equity at these years which were analyzed. The margin of interest didn‟t stand out at 1999, 2000 and 2008 but at 2001, the ratio group of income and expense and the ratio group of adequacy of capital took over for dependent variable which is the margin of net interest.Item 2 Boyutlu (2D) ve 3 boyutlu (3D) full hd laparoskopi sistemleri için eğitim fantomu tasarımı ve gerçekleştirilmesi(Başkent Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2015) Başboğa, Özhan; Oğul, OsmanLaparoskopik cerrahi günümüzde açık cerrahiye oranla minimal ınvazif cerrahi yöntemler kullanması, hastanın kısa sürede iyileĢmesi ve hasta konforu için yaygın olarak tercih edilen bir yöntemdir. Laparoksopi sistemlerinin cerraha kolaylık sağlamasının yanısıra, ameliyat olan hastaya da faydası vardır. Ameliyat sürelerinin kısalması buna bağlı olarak anestezi alan kiĢinin daha az anestezik ajanlara maruz kalması, hastanın kısa sürede iyileĢmesi ile iĢ gücü kaybının önlenmesi laparoskopi sistemlerinin avantajları arasındadır. Laparoskopik vakalarda görüntüleme sisteminin çok büyük önemi vardır. Özellikle günümüz endüstrisi ile geliĢen yüksek çözünürlüklü ve 3 boyutlu sistemlerin medikal sektöre uyarlanması ile laparoskopinin daha ayrıntılı ve daha hızlı yapılabilmesi mümkün olmuĢtur. Gelecek seneler içerisinde 3D FULL HD laparoskopik sistemler bir standart haline gelecek, cerrahlar bu sistemler sayesinde gerek manüplasyonda gereksede sütur (dikiĢ) atarken hızlı ve konforlu bir biçimde bu iĢlemi gerçekleĢtirebilmeleri mümkün olacaktır. 3D FULL HD Laparoskopik sistemler cerrahın derinlik duygusuna hitap etmekte, bunun sonucunda hasta içinde yakma ve koagülasyon iĢlemleri daha kısa sürede ve daha baĢarılı bir Ģekilde gerçekleĢtirilebilmektedir. Laparoskopik cerrahi yapacak olan doktorun ameliyat öncesinde gerek laparoskopik donanımların kullanılması gerekse ameliyat tekniklerinin uygulanması ile ilgili eğitimler alması gerekmektedir. Bu eğitimler fantom adı verilen ve hastayı simule eden donanım veya yazılım ağırlıklı eğitim simülatörleri üzerinde yapılmaktadır.Bu tez çalıĢması kapsamında laparoskopik cerrahi uygulayacak cerrahların eğitimleri için yeni bir eğitim fantomu (trainıng box) tasarlanmıĢ ve gerçekleĢtirilmiĢtir. Bu fantom üzerinde 2D FULL HD ve 3D FULL HD laparoskopi sistemleri denenmiĢ ve bu sistemlerin özellikle süturlu platformdaki baĢarımları karĢılaĢtırılmıĢtır. Eğitim fantomu olarak tasarlanan simulatör; cerrahın sütur atma, diseksiyon ve manüplasyon iĢlemlerini gerçekleĢtirebileceği bir platformudur. Bu platform üzerinde eğitim yapacak olan cerrahların ve tıp fakültesi öğrencilerinin, 2D FULL HD ve 3D FULL HD laparoskopi sistemleri ile yaptıkları tüm iĢlemlerin süreleri ve kolaylık dereceleri ölçülerek ve karĢılaĢtırılmıĢtır. Laparoscopic surgery is a method, which is frequently preferred today because of shortened recovery period, patient comfort and use of minimally invasive surgical techniques compared to open surgery. Laparoscopic systems also are useful for patients undergoing operation as well as convenience for surgeons. Shortened operation duration, thus lesser exposure to anesthetic agents in patients who receive anesthesia, and preventing workforce loss by shortened recovery period are among the advantages of laparoscopic systems. Imaging system in laparoscopic cases is crucial. It is now possible to perform more detailed and more rapid laparoscopy especially by implementation of high definition and 3-dimensional systems, which are developed by current industry for medical sector. Within the next years, FULL HD 3D laparoscopic systems will become a standard; it will be possible for surgeons to perform this procedure rapidly and comfortably while either manipulating or suturing by these systems. FULL HD 3D laparoscopic systems appeal to surgeon's feeling of perspective; thus cauterization and coagulation procedures are performed in a shorter time and more successfully for patients. The physician, who will perform laparoscopic surgery, has to be trained about either using laparoscopic hardware or applying operation techniques before surgery. These trainings are carried out on hardware-weighted and software-weighted training simulators, which are called as phantom and simulating the patient.Within the scope of this thesis, a new training phantom (training box) will be designed and carried out for training of surgeons, who will perform laparoscopic surgery. On this phantom, FULL HD 2D and FULL HD 3D laparoscopy systems will be tried and the successes of these systems will be compared especially on sutured platform. The simulator, which will be designed as training phantom, will be a training platform where a surgeon can suture and perform dissection and manipulation. The durations and difficulty levels of all procedures, which are made by FULL HD 2D and FULL HD 3D laparoscopy systems by students of faculty of medicine and surgeons, who will train on this platform, will be measured and compared.Item 2-8 yaş grubu dil gelişimi normal olan çocuklarda artikülasyon tarama ölçeği'nin normalizasyonu(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2015) Mutlu, Meryem; Belgin, ErolAMAÇ: 2-8 yaş grubu dil gelişimi normal olan çocuklarda Okul Öncesi Dil Ölçeği- 5’in(Preschool Language Scale-5/ PLS-5) ek ölçeği olan Artikülasyon Tarama Ölçeği’nin normalizasyon çalışmasının yapılmasıdır. Bu çalışma ile elde edilecek sonuçların, çocukların artikülasyon becerilerinin tarama amaçlı değerlendirilmesinde referans olarak kullanılabilmesi hedeflenmektedir. GİRİŞ: Çocukların ana dillerine ait fonemleri tanımaları ve bu fonemleri kelimeleri ve cümleleri oluşturmak için doğru tonlama örnekleri ile bir araya getirmeleri gerekmektedir. Çocuklardaki dil ve konuşma bozukluklarının erken tanısı çok önemlidir. Ülkemizde ve yurt dışında çocukların artikülasyon becerilerini değerlendirmeye yarayan oldukça sınırlı sayıda test bulunmaktadır. Ancak PLS-5 Artikülasyon Tarama Ölçeği ; dil gelişimi değerlendirmesi sonrasında kolay kullanılabilmesi ve kısa sürede uygulanabilmesi açısından tarama amaçlı kullanılan oldukça yardımcı bir ölçektir. YÖNTEM: Çalışma Kayseri İli Milli Eğitim Müdürlüğü’nün izni ile Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı ilköğretim ve kreşlerden dil gelişimi normal olan ve ek bir hastalığı olmayan sağlıklı toplam 330 çocuk ile yürütülmüştür. Öncelikle çocukların her biri için demografik bilgileri içeren Çocuk Değerlendirme Bilgi Formu ile çocukların genel profilleri belirlenmiştir. Formların değerlendirilmesi sonucunda, aileden alınan öyküye ve Bilgi Formuna göre herhangi bir işitme ve konuşma problemi olduğu görülen, ek bir hastalık veya engeli olan çocuklar çalışma dışı bırakılmıştır. Çalışmaya dahil edilmeye karar verilen çocukların işitsel algı ve ifade edici dil gelişimleri Okul Öncesi Dil Ölçeği-5 ile değerlendirilmiştir. İşitsel algı ve ifade edici dil gelişimleri normal olan çocuklar çalışmaya dahil edilerek, Artikülasyon Tarama Ölçeği ile artikülasyon becerileri değerlendirilmiştir. BULGULAR: Verilerin analizinde SPPS 15.0 Paket programı kullanılmıştır. Bağımsız iki örneklem karşılaştırmalarında ise student t testi ve ikiden fazla bağımsız örneklem karşılaştırmalarında tek yönlü varyans analizi (Post-Hoc test: Tukey) kullanılmıştır. p<0.05 değeri istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Kategorik değişkenler arasındaki ilişkiler ki kare analizi ile değerlendirilmiştir. Araştırmaya katılan çocukların Artikülasyon Tarama Ölçeği toplam puanı her bir yaş aralığında cinsiyetlerine göre karşılaştırıldığında hiç biri istatistiksel olarak anlamlı bulunmamasına rağmen (p>0.05), yaş grupları olmaksızın erkek ve kız çocukları arasında kız çocukları lehinde istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur (p=0.009). SONUÇ: Çocuklarda artikülasyon becerilerini değerlendirmek için bir referans test oluşturulmuştur. Ülkemizde artikülasyon bozukluğu olan çocuklarda tarama amaçlı kullanılabilecek bir testin normalizasyon çalışması yapılmıştır. Çocukların artikülasyon becerilerinin, yeni bir testin Türkçe versiyonu olan Artikülasyon Tarama Ölçeği ile test edilmesi ve artikülasyon bozukluğu olan çocukların erken teşhis, tedavi ve rehabilitasyonun sağlanması için uygun merkezlere yönlendirilmesi hedeflenmektedir. AIM: 2-8 age group children with normal language development in Preschool Language Scale-5 scale, which is made of the additional Articulation Screening Scale normalization work. The results to be obtained with this study in the evaluation of children with articulation skills are targeted for screening can be used as reference. INTRODUCTION: Children in their own language phoneme recognition and extraction of these phonemes to form words and sentences with correct intonation are required to bring together examples. Early diagnosis of language and speech disorders in children is very important. There are some tests for evaluating articulation skills of the children in our country and outside the country. However; PLS-5 Articulation Screening Scale is helpful for screening and diagnosis in terms of easy availability after the test of language development and testing in a short time. METHOD: With the permission of Kayseri Provincial Directorate of National Education, the study was carried out with no additional disease and 330 healthy children with normal language development of primary and nursery school of the Directorate of National Education. Firstly, with the Children's Assessment Information Form containing demographic information for each of the children, the general profile of the children were determined. After the evaluation forms, acorrding to the story of any families and Information Form, children with hearing and speech problems and an additional illness or disability were excluded from the study. The decision on the inclusion of children with auditory perception and expressive language development was assessed by Preschool Language Scale-5. The children with auditory perception and expressive language development skills were included in the study and articulation skills were evaluated by Articulation Screen Scale. RESULTS: The data were analyzed by SPPS 15.0 package program. In the comparison of two independent samples, student t-test and one-way analysis of variance of more than two independent samples comparison (Post-hoc tests: Tukey) were used. P <0.05 was statistically significant. The relationship between categorical variables were evaluated by ki square analysis. While of the surveyed children's articulation screening scale total score compared by gender in each age range was statically insignificant (p>0.05), there is a statistically significant difference in favor of girls without the age group of boys and girls (p = 0.009). CONCLUSION: A reference has been established to assess the articulation skills in children. In our country, normalization of a test that can be used to screen the children with articulation disorders was made. It is expected that children’s articulation skills are tested by Articulation Screening Scale, the Turkish version of a new test. Moreover it is hoped that children are directed to the appropriate place for early diagnosis, treatment and rehabilitation of the children with articulation disorder.Item 20-45 yaş arası kadınlarda menstrüal siklusun her üç döneminde (menstrüal dönem öncesi, menstrüal dönem ve menstrüal dönem sonrası) beslenme alışkanlıklarının belirlenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimler Enstitüsü, 2016) Çukurovalı Soykurt, Seniha; Tayfur, MuhittinMenstrüal siklus birçok faktörden etkilenebilen karmaşık bir döngüdür. Beslenme ve beslenme alışkanlıklarının menstrüal siklus üzerine etkileri hem yetersiz beslenme hem de aşırı beslenme üzerinden görülebilmektedir. Bu çalışma, 20-45 yaş arası kadınlarda premenstrual dönem, menstrüal dönem ve menstrüal dönem sonrasındaki beslenme durumları, besin tercihleri, yeme tutumları ve farklılıkların saptanması, elde edilen verilere göre alınan enerji ve besin ögelerinin değerlendirilmesi amacı ile gerçekleştirilmiştir. Araştırma, Aralık 2015 ile Ocak 2016 tarihleri arasında Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniğine başvuran 20-45 yaş arası 100 kadın üzerinde yürütülmüştür. Bireyların kişisel bilgileri, menstrüasyonun besin tüketimi ve enerji dengesi üzerine etkisinin saptanması, menstrüal siklusun her üç döneminde (menstrüal dönem öncesi, menstrüal dönem ve menstrüal dönem sonrası) oluşan fiziksel ve besin tüketimindeki değişikliklere ilişkin bilgileri saptamaya yönelik anket formu uygulanmıştır. Çalışmada bireyların yaş ortalaması 32.57 ±7.62 yıl olarak saptanmıştır. Bireylerin ilk menstruasyon yaş ortalaması 12.99 ± 1.23 yıl olarak saptanmıştır. Çalışmaya katılan bireylerin BKİ (kg/m²) oratlaması 24.68 ± 4.25’dir. Çalışmaya katılan bireylerden % 62.0’ ının premenstrual dönemde iştahının arttığı, % 8.0’ının bu dönemde iştahının azaldığı ve % 30.0’ının ise bu dönemde iştahlarında herhangi bir değişme olmadığı belirlenmiştir. Çalışmaya katılan 100 kadının 90’ı premenstruasyon dönemde tatlı ihtiyacı hissederken, 21’i tuzlu, 16’sı acı ve 14’ü ekşi besin tüketme ihtiyacı hissetmektedir.Sonuç olarak, menstrüal siklus beslenme durumu ve yeme tutumu ile ilişkilidir ve kadınların yaş gruplarına ve fizyolojik ihtiyaçlarına göre uygun bir beslenme ve yaşam tarzı geliştirilmesi önemlidir. Bu durumun detaylı incelenmesi için daha büyük çaplı çalışmalara ihtiyaç vardır. The Menstrual cycle is a complex cycle that can be affected by many factors. Nutrition and eating habits affect the menstrual cycle through malnutrition and overfeeding. The purpose of this study is to determine the anthropometric measurement of the pre-menstrual period, menstrual period and post-menstrual period on women aged between 20 - 45 and to assess the differences of nutritional status, food preferences and eating attitudes. Using the detailed analysis results, the aim is to make comparisons between energy obtained with the evaluation of input of nutrients. Research was conducted on 100 women aged between 20-45 admitted to Ankara Ataturk Training and Research Hospital the Obstetrics and Gynecology Department between December 2015 and January 2016. A questionnaire consisted of personal information and data gathering from each of the participants to determine the affect on their food intake, energy balance and physical dietary changes seen during the three phases of the menstrual cycle. The average age of participants in the study was found to be 32.5±7.62 years. Average age of first menstruation for participating was found 12.99± 1.23 years old. Moreover, average of BMI (kg/m2) of participating was found 24.68± 4.25. 62 % of the individuals participating in the study experienced an increase in appetite during the pre-menstrual period and 30% of the individuals experienced no change in appetite whilst 8% experienced a decrease in appetite. 90 of the 100 women who participated in the study felt the need to consume dessert before menstruation, 21 women felt the need to consume salty foods, 16 felt the need for bitter food and 14 felt the need to consume sour flavoured food.As a result of the research, we have found that the menstrual cycle is associated with eating behaviours and nutritional value/status and so it is therefore important to develop a healthy diet and lifestyle, in accordance with women’s age groups and physiological needs. However there is a need for a further study to examine this in greater detail.Item 20-49 Yaş arası gebe kadınların vitamin d destekleri kullanım durumları ile beslenme ve depresyon durumlarının karşılaştırılması(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2020) Çukurovalı Soykurt, Seniha; Kızıltan, GülGebelik döneminde yeterli vitamin D alımı maternal ve fetal sağlığın devamlılığı ile olumsuz sonuçların önlenmesi açısından önemlidir. Vitamin D, gebelik ve plasenta ile ilişkili klasik olmayan işlevlerinin önemi üzerinde durmaktadır. Bu çalışma, 20-49 yaş arası gebelerin beslenme durumları, beslenme alışkanlıkları ve vitamin D destek kullanım durumu ile depresyon durumu arasındaki ilişkinin saptanması amacıyla planlanmış ve yürütülmüştür. Araştırma, Aralık 2018 ile Ocak 2019 tarihleri arasında Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniği’ne başvuran 20-49 yaş arası 150 gebe üzerinde yürütülmüştür. Bireylerin kişisel bilgileri, depresyon durumu, fiziksel ve besin tüketimindeki değişikliklere ilişkin bilgileri saptamaya yönelik anket formu uygulanmıştır. Gebelerin, besin tüketimleri ve beslenme durumları değerlendirilmiş, biyokimyasal parametreleri analiz edilmiştir. Çalışmada yer alan bireylerin yaş ortalaması 28.58 ± 5.94 yıl olarak saptanmıştır. Çalışmada yer alan bireylerin 75’i vitamin D kullanmakta, kalan 75’i kullanmamaktadır. Çalışmada yer alan bireylerden vitamin D kullananların ilk üç ayda kazanılan ağırlık ortancası 3.00 (IQR=4), kullanmayanların 4 (IQR=2) olarak saptanmıştır. Vitamin D kullanımı ile ilk üç ayda kazanılan vücut ağırlığı değerleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermiştir (p<0.005). Bireylerin serum D vitamini değerleri gebelik öncesi ve gebelik döneminde istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermiştir (p<0.001). Çalışmada yer alan bireylerden vitamin D kullananların Beck Depresyon Ölçek puan ortancası 9.00 (IQR=6), kullanmayanların 33.00 (IQR=13) olarak saptanmıştır. Vitamin D kullanımı ile ilgili puanlarda istatistiksel olarak anlamlı farklılık vardır (p<0.001). Sonuç olarak, vitamin D eksikliği ya da yetersizliğinin depresyonla ilişkili olduğunu gösteren, özellikle epidemiyolojik çalışmalardan elde edilen kanıtlar olmasına karşın, bu kanıtlar klinik çalışmalardan elde edilen sonuçlarla henüz yeterince desteklenmemektedir. Bu durumun detaylı incelenmesi için daha büyük çaplı çalışmalara ihtiyaç vardır. The sufficient intake off vitamin D during a women pregnancy is very important to prevent potential health problems and insure the health of both mother and baby troughout the pregnancy. The most recent research focused on the importance of functions which do not have a known connection with pregnancy, the placenta and vitamin D. This work of research, was planned and implemented with the purpose of determining the probable correlation between the development of depression and the condition of women who take vitamin D supplements. Their food intake, their eating habits and their attitude towards food were taken into account. Research was conducted on 150 pregnant women aged between 20-49 admitted to Ankara Ataturk Training and Research Hospital the Obstetrics and Gynecology Department between December 2018 and January 2019. A questionnaire consisted of personal information and data gathered from each of the participants to determine the affect on their food intake, depressive mood and physical dietary changes. Serum vitamin D levels were analyzed in Ankara Atatürk Training and Research Hospital Biochemistry Laboratory. In the clinic, general characteristics, food consumption and nutritional status of pregnant women who underwent physical examination were evaluated and biochemical analyzes were performed. The average age of participants in the study was found to be 28.58 ± 5.94 years. 75 of the individuals in the study used vitamin D and the remaining 75 did not used. The median weight gain in the first three months was found to be 3.00 (IQR= 4) and 4 (IQR = 2), respectively. On the basis of the use of vitamin D, the weight values obtained in the first three months showed a statistically significant difference. Serum vitamin D values of the individuals demonstrated statistically significant differences before and during pregnancy. The mean Beck Depression score was found to be 9.00 (IQR= 6) and 33.00 (IQR = 13), respectively. Relative scores were found to be statistically significant (p <0.001). As a result of the research, although evidence from vitamin D deficiency or insufficiency is associated with depression, especially from epidemiological studies, this evidence is not yet sufficiently supported by the results from clinical trials. Further studies are needed to investigate this situation in detail.Item 2001 krizi: Türk bankacılık sektörü üzerine etkileri(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2013) İbiş, Emre; Sunal, OnurKriz; toplumsal belirsizliğin giderilmesi için gerekli kararların alındığı sosyal, politik ve ekonomik hayatta kendini tekrarlayan bir yıkım ve onarım sürecidir. Günümüz dünya ekonomisinde 1970’li yılların sonunda gelişmiş ülkelerde başlayan, 1980’li yıllarla birlikte gelişmekte olan ülkeleri de kapsayacak bir biçimde yaygınlaşan küreselleşme olgusu, krizin kararların verildiği an olarak tanımlanır hale gelmesine yol açmıştır. Türkiye’de Şubat 2001 krizinde yaşananlar krizin bu tanımını doğrulamaktadır. Krizin bankacılık sektörü başta olmak üzere tüm sektörleri etkisi altına alması sonucu 14 Nisan 2001’de acil önlem planı olarak hazırlanan “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” uygulamaya geçirilmiştir. Bu programla yıkıma uğrayan bankacılık sektörünün yeniden yapılandırılması, sektördeki problemlerin ortadan kaldırılması, bankaların sermaye yapılarının güçlendirilmesi ve bankacılık sektörüne olan güvenin tekrar sağlanması amaçlanmıştır Türk bankacılık sektörü sorunlarının çözümüne yönelik olarak 2001 krizinin ardından yeniden yapılandırma programıyla sektöre çeki düzen verilmeye çalışılmaktadır. Ayrıca son dönemlerde Avrupa Birliği’ne uyum sürecinin de etkisiyle bankacılık sektörünün Basel direktiflerine uyumlandırılması gereği doğmuştur. Bankaların mali bünyelerinin iyileştirilmesi ve uluslararası kabul görmüş standartlara göre yeniden yapılandırılması ve faaliyetlerinin etkin olarak denetlenmesi, bilançolarının güçlendirilerek yatırımcılara şeffaf hale getirilmesi, güçlü finansal kuruluşlar için şart olan unsurlar olarak görülmüştür. Crisis is a repetitive destruction and repair process in social, political and economic life in which the decisions necessary to solve social uncertainty are taken. Globalization phenomenon came out in the developed countries by the end of the 1970s in today's World economy and spread as to cover developing countries by the 1980s, became to be defined as the moment that the decisions on crisis were given. Experiences of the February 2001 crisis in Turkey have confirmed this definition. After the crisis affected all sectors, mainly the banking one, “Strong Economy Transition Program” prepared as an emergency measure plan in April 14, 2001 was implemented. This program aimed to restructure of the degraded banking sector, eliminate the problems in the sector, strengthen capital structure of the banks and restore confidence towards the banking sector. In order to solve the problems of Turkish banking sector, after 2001 crises the sector is tried to be reorganized with a restructuring programme. In addition to this recently, with the impact of harmonization process to European Union, there emerged the need of alignment of Turkish banking sector with the Basel directives. Improvement of the financial structure of the banks and restructuring of them in accordance with internationally adopted standards, inspection of their activities, making their balance sheets transparent to the investors through strengthening them were seen as must conditions for strong financial institutions.Item 2001 sonrasından 2022'ye gelen süre içerisinde islamofobi'nin Almanya ve İngiltere'de gösterdiği değişiklik(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Uslu, Ahsen İrem; Mercan, Süleyman Sezginİslamofobi konusu oldukça derin bir havuzu oluşturmaktadır. Dolayısıyla geçmişten günümüze pek çok araştırmacının dikkatini çekerek bu alanda çeşitli çalışmaların (İslamofobi’nin değerlendirilmesi konusunda yapılan vaka analizleri, Batı medyasının kullandığı ırkçı söylemler, 11 Eylül Saldırısı sonucunda Batı’nın Müslümanlara karşı bakışı vb.) yapılmasına neden olmuştur. Fakat, bu araştırmayı diğer araştırmalardan özgün kılan nokta; Batı’nın İslam’a ve Müslümanlara karşı olan algısını anlamlandırmaya çalışmasıdır. Yani tek bir ülke seçip bunun üzerinden genel bir sonuca ulaşmak yerine İslamofobi konusunda eylemleri ve söylemleriyle ön plana çıkan Almanya ile bu alanda çok fazla kendini göstermeyen ama arkadan arkaya İslam karşıtı tutumunu devam ettiren İngiltere örnekleri üzerinden gidilecektir. Böylece, 11 Eylül 2001 ve sonrasından günümüze gelene kadar ki süreçte bu ülkelerin İslam karşıtı tutumlarında bir değişiklik olup olmadığını ve bunun sonucunda hangisinin bir diğerine göre İslamofobi konusunda daha fazla derinleşme yaşayıp yaşamadığı tespit edilmeye çalışılacaktır. Almanya ve İngiltere örnekleri üzerinden konuyu karşılaştırmalı bir şekilde ele almadan önce konunun alt yapısını oluşturmak için ilk olarak, İslamofobi’nin Batı nezdinde nasıl ele alınarak tanımlandığından ve onu besleyen unsurlardan (yabancı düşmanlığı, köktencilik vb.) bahsedilip sonrasında Avrupa’nın İslam’a karşı neden fobi geliştirdiği ve zaman içerisinde bu fobide bir değişiklik olup olmadığı ortaya koyulacaktır. Son bölümde de örnek iki ülke olarak seçilen Almanya ve İngiltere’yi İslamofobi konusunda verdikleri tepkileri anlamak bağlamında karşılaştırmalı bir şekilde ele alarak hem benzer ve farklı oldukları yönleri hem de 2001’den 2022 yılına kadar ki süreçte İslamofobi’ye karşı verdikleri tepkilerin değişiklik gösterip göstermediği açıklanacaktır. Bu noktada süreç analizini gerçekleştirebilmek için uluslararası ve ulusal nitelikteki kurum ve kuruluşların raporlarından, yerel üniversitelerin bu kapsamda hazırladıkları değerlendirmelerden, ulusal ve uluslararası haber kaynaklarından, Alman ve İngiliz medyasının İslam ve Müslümanlara karşı kullandığı söylemlerden yararlanılarak yukarıda belirtilen bu zaman aralığı içinde bir değişimin olup olmadığının ortaya konması amaçlanmıştır.The subject of Islamophobia creates a very deep pool. Therefore, it has attracted the attention of many researchers from the past to the present and has led to various studies such as case studies on the evaluation of Islamophobia, racist rhetoric used by the Western media, the West's view of Muslims as a result of the September 9/11 Attack, etc. in this field. However, the point that makes this research unique from other studies is; it is trying to make sense of the West's perception of Islam and people who have adopted this belief. In other words, instead of choosing a single country and reaching a general conclusion, it will be gone through the examples of Germany, which stands out with its actions and discourses on Islamophobia, and England, which does not show itself much in this area. Thus, it will be tried to determine whether there has been a change in the anti-Islamic attitudes of these countries in the process from and after September 11 2001, and as a result, whether one of them has experienced more deepening in Islamophobia than the other. Before discussing the subject in a comparative way through the examples of Germany and England, in order to create the infrastructure of the subject firstly, explaining how Islamophobia is handled and defined by the West and the factors that feed it (xenophobia, fundamentalism, etc.) will be discussed. Afterwards, it will be revealed why Europe has developed a phobia against Islam and whether there has been a change in this phobia over time. In the last chapter, By considering Germany and England, chosen as the two sample countries, in a comparative way in order to understand their reactions to Islamophobia, it will be explained both their similarities and differences and whether their reactions to Islamophobia have changed in the period from 2001 to 2022. At this point, so as to carry out the process analysis, the reports of international and national institutions and organizations, the evaluations prepared by local universities in this context, national and international news sources, from the discourses used by the German and British media against Islam and Muslims were benefitted. At the same time, it is aimed to reveal whether there has been a change in the Islamophobic perception of these countries over a 20-year period.Item 2010-2014 yılları arasında Türkiye'de halka açık şirketlerde manipülasyon üzerine beneısh modeli ile ampirik çalışma(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2017) Tekin, Eda; Akdoğan, NalanFinansal bilgi manipülasyonunun ortaya çıkarılması ile ilgili çalışmalar, şirketlerin kar açıklamalarına ilişkin tahminler ile gerçekleşenlerin normal bir dağılım göstermediğinin farkedilmesi ile ortaya çıkmıştır. Geçtiğimiz yıllarda birden fazla model ortaya koyulmuştur. Bu modellerden manipülasyonu ortaya çıkaran en başarılı modeller regresyon bazlı modeller olmuştur. Halka açık şirketlerin bağımsız denetimden geçmesi, kullanıcıların etkin bilgiye ulaşması adına önem arz etmektedir. Yatırımcılar, şirketlerin ortaya koyduğu finansal tabloların güvenirliliğini kabul ederek yatırım tercihlerini yönlendirmektedirler. Bu nedenle finansal tablo düzenleyicilerinin, piyasalarda şirketleri adına gerçek verileri sunmaları önemlidir. Bu tezde, Türkiye’de halka açık, borsada işlem gören ve bağımsız denetime tabi finansal tablolar kullanılarak, yatırımcılara sunulan finansal bilginin manipüle edilip edilmediği araştırılmıştır. SPK bültenleri ve bağımsız denetim raporları incelenerek, finansal bilgi manipülasyona ilişkin ceza ya da yaptırımlarla karşılaşan firmalar ile bu firmalar ile aynı sektörde işlem yapan firmalar belirlenmiştir. Seçilen firmalar, Beneish (1999) modeli kapsamında probit analizine tutulmuştur. Analize tabi tutulan 73 şirket için ortaya çıkan katsayılar kullanılarak modelin gücü test edilmiş ve K-kümeleme analizi yönteminden yararlanarak kontrol şirketlerin manipülasyon yapıp yapmadıklarının tahmin edilme olasılığı hesaplanmıştır. Finansal bilgi manipülasyonu tahmininde model açısından sadece Borsa İstanbul’da işlem gören, halka açık ve bağımsız denetimden geçmiş şirketlerin finansal tabloları ele alınmıştır. Bu nedenle bu model ile halka kapalı şirketler için finansal bilgi manipülasyonu tahmini yapıldığı takdirde doğru sonuçlar alınamaması söz konusu olabilir. Studies of the discovery of the manipulation of financial information have emerged with the realization that companies do not have a normal distribution of estimates of profit disclosures. Over the past several years, more than one model has been introduced. The most successful model of manipulation from these models has been regression-based models. Independent auditing of publicly held companies is important for the efficient access of users. Investors are directing their investment preferences by accepting the reliability of the financial statements presented by the companies. For this reason, it is important that financial statement regulators present actual data on behalf of their companies in the markets. In this thesis, it is researched whether the financial information presented to the investor is manipulated by using publicly traded, traded and unadjusted financial statements in Turkey. CMB bulletins and independent auditing reports have been examined and companies that face penalties or sanctions related to the manipulation of financial information and companies operating in the same sector as these companies have been identified. Selected firms were included in the probit analysis under the Beneish (1999) model. The power of the model was tested using the coefficients generated for the 73 firms that were analyzed and the likelihood of estimating whether the control companies were manipulating by calculating the K-cluster analysis method was calculated. In terms of modeling the manipulation of financial information, financial statements of companies publicly traded in Istanbul, publicly traded and independent audited were handled. For this reason, this model may not be able to obtain accurate results if manipulation of financial information for publicly traded companies is estimated.Item 2014 Yerel seçimlerinde Osmaniye'de yerel basının siyasal partilere ve adaylara yaklaşımı(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2015) Şimşek, Gülsüm; Güvenir, MuratSiyasal iletişim, insan yaşamının en önemli unsurlarından birisi olan iletişim ile güç ve iktidarı temsil eden siyaset kavramının birleştiği noktada ortaya çıkmaktadır. Seçim dönemlerinde ön plana çıktığı düşünülen siyasal iletişim, bireylerin yaşamlarının her anında gazete, televizyon, internet, dergi, sinema vb. medya araçları ile yüz yüze oldukları bir kavramdır. Siyasi aktörler ya da kurumlar görsel, işitsel, duyusal araçları propaganda, reklam, pazarlama gibi iletişim yöntemlerini kullanarak hedef kitleye veya seçmene ulaşıp onların siyasi tercihlerini ve algılarını etkileyebilmeyi ve yönlendirebilmeyi amaçlamaktadırlar. Siyasi aktörler siyasi arenada hedeflerine ulaşabilmek ve iktidar olabilmek için medyayı kullanırlar. Öyle ki medya, siyasal aktörlerle seçmen ve kamuoyu arasında köprü konumundadır. İletişim teknolojilerindeki hızlı gelişmeler de medyanın etkisini bu alanda arttırmaktadır. Siyasal iletişim süreci iki yönlü olduğu için medya bu süreçte mesajları hedefe taşır, yorumlar, anlamlandırır ve olgunlaştırır, geri bildirimde bulunur. Medya siyasal iletişim sürecinde alıcı ve verici konumundaki her iki tarafa da hizmet eder. Siyasal iletişim sürecinin vazgeçilmez parçası olan medyanın en önemli unsurlarından bir tanesi gazetelerdir. Gazeteler tarih boyunca insanların iletişim kurabildiği en eski ve ilk yazılı iletişim araçlarıdır. Matbaanın buluşuyla ön plana çıkan yazılı iletişim baskı teknolojisinin gelişmesiyle ve gazete, dergi gibi görsel iletişim araçlarının ucuzlamasıyla geniş halk kitlelerine ulaşmıştır. Siyasal iletişimde kamuoyunu etkileyip, ikna edip, oy verme davranışını değiştiren iletişim araçlarından birisi yerel gazetelerdir. Özellikle yerel seçim dönemlerinde ön plana çıkan yerel gazeteler bölgedeki siyasetçilerin veya adayların kullandığı temel iletişim araçlarından bir tanesidir. Hedef kitlesi yerel halk olan yayın niteliğini taşıyan yerel gazeteler, kasaba ve şehirdeki yerel haberlerin, sorunların veya konuların yer verildiği ve belirli bir bölgede dağıtılan yayınlardır. Yerel gazeteler yayınlandıkları bölgelerde insanların siyasi algısını biçimlendiren, siyasi yaşama katılımda önemli roller üstlenen ve demokratik sürecin sağlıklı biçimde işleyebilmesini sağlayan önemli iletişim araçlardır. Bütün bu nedenlerden dolayı çalışmada 2014 yerel seçimlerinde Osmaniye‟de yerel basının siyasal partilere ve adaylara yaklaşımı incelenmiştir. 1 Mart 2014 ve 29 Mart 2014 tarihleri arasında Osmaniye‟de yayınlanan Kınık, Elde Demokrasi, Takip, Akdeniz, Aydın Osmaniye, Yurt, Hasret ve Olay günlük yerel gazetelerde Osmaniye MHP, AKP ve CHP belediye başkanı adaylarının seçim çalışmaları ile ilgili haberleri Van Dijk‟ın söylem çözümleme yöntemi kullanılarak analiz edilmiştir. Çalışmanın birinci bölümünde siyaset, iletişim, siyasal iletişim kavramlar; ikinci bölümünde yerel basın, Osmaniye‟de yerel basın ve tarihçesi; üçüncü bölümde ise Osmaniye‟deki günlük yerel gazetelerin siyasal iletişim sürecinde değerlendirilmesi yapılmıştır. Political communication emerges on the point where the communication which is one of the most significant part of human life and politic swhich represents the power and pability combine. Believed to be popular only during the elections, political communication is a concept that comes to the stage almost every moment of human lives witht he media tools such as newspaper, television, internet, magazine and cinema. Political actors or institutions aim at effecting and directing the voters or target group‟s political preferences and perceptions by using visual, audial, sensoria lcommunication methods such as publicity, advertisements, marketing. Political actors use the media to be able to reach their golas in politic sand to become Ruling party. Media is like a bridge between political actors, voters and public. Besides the rapid develeopments in communication technologies increase the power of media in that area, too. Because the process of political communication is bidirectional, media carries the messages to the target, comments, makes sense andmatures, gives feedback about the proces. Media serves both of the sides, the receiver and the transmitter in the process of political communication. One of the most indispens able part of media in the political communication process is newspapers. News papers are th eoldes tand the first communication methods through out the history. Written communication coming forehead witht heinvention of printing press, the developments in pressing technolog yand with decreasing cost in visual communication methods as newspaper, magazines reac he the large masses of people. One of the most indispensable part of media in the political communication process is newspapers. Newspapers are the oldest and the first communication methods throughout the history. Written communication coming forehead with the invention of printing press, the developments in pressing technology and with decreasing cost in visual communication methods as newspaper, magazines reache the large masses of people. In political communication, local newspapers are one of them that effects, convinces and changes the behaviour of the voters. Local newspapers which especially come out during the local elections are one of the basic communication methods used by politics or candidates. Local newspapers are publications given place to the news‟ of local people, village and the city‟s problems or themes, distributed within a specific borders. Local newspapers are very important communication means shaping the political sense of people, handling essential roles to take part in the political career and operating a perfect democratic process. All in whole those reasons above, this study examines the approch of local media to the olitical parties and candidates in Osmaniye for 2014 local elections. Osmaniye „s local newspapers, published between 1st of March in 2014 and 29th March of 2014, named Kınık, Elde Demokrasi, Takip, Akdeniz, Aydın Osmaniye, Yurt, Hasret and Olay, the news about the election studies of Osmaniye MHP, AKP and CHP mayor‟s candidates are analyzed by using Van Dijk‟s speech analysis method. The first part of the study is included concepts, politics, communication, political communication; the second part is local media, local media in Osmaniye and its historical background; the third part is the assessment of political communication process in Osmaniye‟s local daily newspapers.Item 2017-2021 Yılları arasında Türkiye’de patent ve faydalı model başvurularının mevcut urum analizleri(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022) Üstünsoy, Gökçe; Yeloğlu, H. OkanKüreselleşen dünyamızda bilgiye dayalı ekonomik ve bilişsel faaliyetlerin önem kazanmasıyla fikri ve sınai haklardan olan patentin önemi giderek artmaktadır. Bu durum da patentin uluslararası alanda anlaşmalarla standart bir biçimde incelenmesini gerekli kılmaktadır. Bu nedenle 1883 yılına uzanan ve Paris Sözleşmesi ile başlayan çok sayıda uluslararası anlaşma imzalanmıştır. Türkiye patent alanındaki anlaşmaların çoğuna üyedir ve 1995 yılından itibaren inceleme standartlarını dünya standartlarına çıkarmaya başlamıştır. Çalışmamızda 2017 yılında incelemesiz patentin kaldırılması ve Türk Patent ve Marka Kurumu’nun kurulmasının ardından dünya standartlarına ulaşan mevcut durumumuz 2017, 2018, 2019, 2020, 2021 yıllarında Türkiye’de yapılan faydalı model ve patent başvuruları yıllara ve aylara göre incelenerek analiz edilmiştir. Araştırma evreni olarak Türk Patent’in internet sitesinden 10.01.2017’den 2021 yılı sonuna kadar elde edilen patent ve faydalı model başvuruları ve tescilleri verileri kullanılmıştır. Ayrıca 2019 yılının sonunda Çin’de başlayıp tüm dünyayı etkisi altına alan ve Türkiye’de 2020 yılının Mart ayında etkisini göstermeye başlayan Covid-19’un başvurulara olan etkisi grafikler çizilerek incelenmiş ve grafikler yorumlanmıştır. Elde edilen bulgular kuramsal ve uygulamalı olarak sonuç kısmında tartışılmış ve değerlendirilmiştir. In our globalizing world, the importance of patents, which is one of the intellectual and industrial rights, is increasing with the growing importance of information-based economic and cognitive activities. This situation necessitates the examination of the patent in a standard way with international agreements. For this reason, many international agreements dating back to 1883 and starting with the Paris Convention were signed. It is a member of most of these agreements in the field of patents in Turkey and has started to increase its examination standards to world standards since 1995. In our study, our current situation, which reached world standards after the abolition of the patent without examination in 2017 and the establishment of the Turkish Patent and Trademark Office, has been analyzed by examining the utility model and patent applications made in Turkey in 2017, 2018, 2019, 2020, 2021 by years and months. As the research universe, patent and utility model applications data obtained from Türk patent's website from 10.01.2017 to the end of 2021 were used. In addition, the effect of Covid-19, which started in China at the end of 2019 and affected the whole world, and started to show its effect in Turkey in March 2020, on the applications was examined by drawing graphs and the graphs were interpreted. The obtained findings were discussed and evaluated in the conclusion part, theoretically and practically.Item 21. Yüzyıl ile değişen yemek yeme pratikleri ve iç mekân biçimlenişleri(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021) Akkülah Köroğlu, Esra; Özdamar, Betül BilgeBeslenme, insanların en temel biyolojik ihtiyaçlarından biridir ve açlık hissini gidermek için yeme ve içme ihtiyacı duyması ilkçağlardan beri küresel bir olgudur. Fakat toplumların sosyal özellikleri ile bulundukları coğrafyaların birbirinden farklı olması; yemek yeme şekli, zamanı ve yiyecek-içecek tercihini etkilemiştir. Bu nedenle tarihsel süreç içerisinde yaşanan ekonomik, sosyal ve teknolojik gelişmelere bağlı olarak beslenme, zorunlu bir ihtiyaç olmaktan öte kültürel bir anlam kazanmıştır. Bu kapsamda yemek kültürü; ateşin kontrol altına alınması, avcılık stratejilerinin geliştirilmesi, evcilleştirme, tarımsal üretimin başlaması, sanayi devrimi ve dünya savaşları gibi süreçlerden etkilenerek değişim ve gelişim göstermiştir. Beslenme ihtiyacı ilkçağlardan beri insanların içinde bulundukları çevre ile etkileşime girerek hem çevreyi tanımasına hem de ihtiyaç ve beklentilerine göre şekillendirmesine neden olmuştur. Bu nedenle beslenme ihtiyacının, tarihsel süreç içerisinde yaşanan; ekonomik, sosyal ve teknolojik gelişmelere bağlı olarak kültürel bir anlam kazanması yemek yeme mekânının da değişim ve gelişim göstermesine ve 21. yüzyılın eşiğinde yemek yeme mekânının toplumsal etkileşimin en yaygın olduğu fiziksel mekânlar haline gelmesine neden olmuştur. Bu kapsamda araştırmanın amacı 21. yüzyıl ile değişen yemek kültürünün ve yeme içme iç mekân biçimlenişine etkisinin araştırılmasıdır. Araştırma sonucunda insanların beslenme ihtiyacının yanı sıra “ait olma”, “mahremiyet”, “sosyal ilişki kurma”, “konfor” ve “statü” ihtiyacını da giderdiği fiziksel mekân haline dönüşen yeme içme iç mekân biçimlenişinin; ekonomik, seri üretim, teknoloji ve iletişim, politik ve siyasi ile toplumsal, sosyal ve kültürel faktörler etkilendiği sonucuna ulaşılmıştır. Bunun yanı sıra yakın çevre, giriş alanı, yemek salonu, mutfak ve yardımcı alanlar (ofis, depo, tuvalet) gibi bölümlerden oluştuğu ve bu bölümlerin tasarımı yemek yeme mekânının konforu ve kullanılabilirliği açısından önem arz ettiği araştırma kapsamında ulaşılan diğer sonuçtur. Nutrition, one of the most basic biological needs of humans and the need to eat and drink to satisfy the feeling of hunger has been a global phenomenon since ancient times. But, the differences between the social characteristics of the societies and the geographies in which they are located; eating style, affected time and food-beverage preference. So, depending on the economic, social and technological developments experienced in the historical process, nutrition has gained a cultural meaning rather than a compulsory need. In this context, food culture; It has changed and developed by being affected by processes such as controlling fire, developing hunting strategies, domestication, starting agricultural production, industrial revolution and world wars. The need for nutrition has caused people to interact with the environment they live in since ancient times, and to know the environment and shape it according to their needs and expectations. So, the need for nutrition, experienced in the historical process; Gaining a cultural meaning depending on economic, social and technological developments has caused the place of eating and drinking to change and develop, and at the turn of the 21st century, the place of eating and drinking has become the physical places where social interaction is most common. In this context, the aim of the research is to investigate the effect of the changing food culture with the 21st century and the shaping of the eating and drinking interior. As a result of the research, the formation of the food and beverage interior, which has turned into a physical space where people meet their nutritional needs as well as their "belonging", "privacy", "social relations", "comfort" and "status" needs; It has been concluded that economic, mass production, technology and communication, political and political and social, social and cultural factors are affected. In addition, it is another conclusion reached within the scope of the research that it consists of sections such as the immediate environment, entrance area, dining hall, kitchen and auxiliary (office, warehouse, toilet) areas and the design of these sections is important for the comfort and usability of the eating and drinking area.Item 21. Yüzyıl ticaret savaşlarının rekabet gücüne etkisi(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022) Develi, İlayda; Araz, BaharBu çalışma kapsamında ilk olarak „Neo Merkantilizm‟ kavramı incelenmiştir. Neo merkantilizm temelini merkantilist felsefeden almaktadır. Günümüzde uygulanan Neo merkantilist politikaların neticesinde; ekonomi politikaları git gide korumacı bir hale gelmektedir. Ülkeler kendi ekonomilerini korumayı hedefleyerek, çeşitli tarife engellerini uygulamaya koymaktadır. Bunun sonucunda tarifelerin muhatabı olan ülkeler misilleme yaparak karşılık vermektedirler. Karşılıklı olarak uygulanan bu yaptırımlar sonucunda Ticaret Savaşları ortaya çıkmaktadır. Ticaret savaşları tarih boyunca dönem dönem yaşanmış ve günümüzde de yaşanmaya devam etmektedir. Çalışma kapsamında korumacı politikaların ve ticaret savaşlarının tarihi incelenerek, tarihte yaşanan benzer ekonomik olaylar hakkında tarihi süreç genel olarak ele alınmakta ve günümüz ile karşılaştırılmaktadır. Tüm bu teorik çalışma literatür taraması ile desteklenmektedir. Son olarak, 21.yüzyılda yaşanan ABD-Çin ticaret savaşı kronolojik olarak incelenmektedir. Ancak çalışmanın odaklandığı asıl nokta ABD‟nin korumacı politikalarına karşı AB‟nin misilleme hareketleri ve bu hareketlerin ortaya koyduğu sonuçlardır. Çalışmanın ikinci aşamasında rekabet gücü kavramı üzerinde durulmaktadır. ilk olarak RCA kavramı incelenmektedir. RCA analizi rekabet gücünün ölçümünde kullanılan en yaygın yöntemlerden biridir. Bu araştırmada yapılan RCA analizinde önce ABD tarafından uygulamaya koyulan ithalat tarifeleri, ardından AB tarafından uygulamaya koyulan ithalat tarifleri incelenmektedir. Örnek olarak seçilen ve Avrupa Birliği tarafından tarifelere konu edilen mal ve mal grupları; genel olarak ABD‟nin tüm dünya bazında ithalatta göreli üstünlüğe sahip olduğu ürünlerdir. Avrupa Birliği adeta ABD‟nin yaptırımlarına genel olarak ABD‟nin ikonikleşmiş mal kalemlerini özenle seçerek karşılık vermeyi tercih etmiştir. Bu nedenle AB ile ABD arasında yaşanan ekonomik çatışmanın ülkelerin rekabet güçlerine etkisi incelenmektedir. Bunun için seçilen mal ve mal gruplarında önce en büyük ithalatçılar ve ihracatçılar analiz edilmektedir. Sonrasında en büyük ihracatçılar için RCA analizi yapılmaktadır. Within the scope of this study, the concept of 'Neo Mercantilism' was first examined. Neo-merkantilism is based on mercantilist philosophy. As a result of the neo-mercantilist policies implemented today; economic policies are becoming more and more protectionist. Countries aim to protect their own economies and implement various tariff barriers. As a result, countries that are the recipients of the tariffs respond by retaliating. Trade wars emerge as a result of these mutually enforced sanctions. Trade wars have been experienced from time to time throughout history and continue to be experienced today. Within the scope of the study, the history of protectionist policies and trade wars is examined, and the historical process about similar economic events in history is discussed in general and compared with today. All this theoretical work is supported by a literature review. Finally, the US-China trade war in the 21st century is analyzed chronologically. However, the main focus of the study is the retaliatory actions of the EU against the protectionist policies of the USA and the results of these actions.In the second stage of the study, the concept of competitiveness is emphasized. First, the concept of RCA is examined. RCA analysis is one of the most common methods used to measure competitiveness. In the RCA analysis made in this research, first the import tariffs implemented by the USA and then the import tariffs implemented by the EU are examined. Goods and groups of goods selected as examples and subject to tariffs by the European Union; In general, these are the products that the USA has a relative superiority in imports on a global basis. The European Union has almost preferred to respond to the sanctions of the USA by carefully choosing the iconic goods of the USA in general. For this reason, the effect of the economic conflict between the EU and the USA on the competitiveness of the countries is examined. For this, the largest importers and exporters are analyzed first in the selected goods and commodity groups. Afterwards, RCA analysis is performed for the largest exporters.