Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü / European Union and International Relations Institute

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11727/1391

Browse

Search Results

Now showing 1 - 10 of 32
  • Item
    Türkiye’de göçmen kadın emeği ile ilgili yazılmış lisansüstü tezler ve prekarya kavramsallaştırması
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Tunç, Dilara; Özcan, Nazlı Şenses
    Türkiye’de göçmenler, neoliberal kapitalizm ile beraber esnek ve güvencesiz çalışma koşullarından toplumda en çok etkilenen kesimdir. Neoliberal politikaların sonucunda esnek istihdam biçimlerinde güvencesiz bir şekilde çalışan insanlar prekarya olarak tanımlanmaktadır. Uluslararası emek göçü bağlamında, göçmenlerin gittikleri ülkelerde ucuz iş gücü kaynağı olarak, genelde kayıt dışı işlerde ve düzensiz statülerde çalıştıkları görülmektedir. Göçmen kadınlar bu koşullardan daha olumsuz etkilenmekte ve gerek emek piyasasında gerek sosyal yaşamda toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri deneyimlemektedir. Bu araştırmada, Türkiye’deki sosyal bilimler alanında 2013-2023 yılları arasında “kadın göçmen” ile ilgili yayınlanmış yüksek lisans ve doktora tezlerinde kadın göçmen emeğinin nasıl incelendiği, kavramsal ve teorik çerçevede nasıl ele alındığı incelenmektedir ve bu anlamda daha özelde Türkiye’de çalışan göçmen kadınlar, prekaryanın çeşitli tanımlamaları doğrultusunda değerlendirilmiştir. Migrants in Turkey are the segment of society most affected by flexible and precarious working conditions under neoliberal capitalism. As a result of neoliberal policies, people who work precariously in flexible forms of employment are defined as precariat. In the context of international labour migration, it is seen that migrants generally work in unregistered jobs and irregular statuses as a source of cheap labour in the countries they go to. Migrant women are more negatively affected by these conditions and experience gender inequalities both in the labour market and in social life. In this research, the examination of female immigrant labor in master's and doctoral theses published in the field of social sciences in Turkey between 2013-2023 is investigated. This includes how it is approached in a conceptual and theoretical framework, focusing specifically on immigrant women working in Turkey and evaluating them in line with various definitions of precarity.
  • Item
    Fransa ve Almanya örneğinde aşırı sağ'ın siyaset yapımında yeni bir sorun olarak digital aktivizm
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Atalay, Deniz; Mercan, Süleyman Sezgin
    1960 ve 1970’li yıllarda meydana gelen pek çok sosyal ve siyasal hareket, toplumlarda köklü değişimlere sebep olmuş ve toplumların giderek özgürlük ve hak arayışlarını arttırmıştır. Eskiye nazaran ele alınan konuların kitlelere daha çabuk iletilmesi ve daha anlaşılabilir olması bakımından değişim gösteren bu hareketler, gönüllülük esasına dayanmaktadır. Bu değişimlerin daha görünür ve anlaşılabilir olması açısından, bu hareketlere “yeni toplumsal hareketler” denilmiştir. Yeni toplumsal hareketlerin en büyük hedefi kamuoyu oluşturmaktır. Çünkü, güçlü bir kamuoyu sayesinde, yapılacak olan hareketin başarıya ulaşabileceğine hareketin katılımcıları inanmaktadırlar. Güçlü ve geniş bir kamuoyu için de dijital platformlara sıklıkla başvurmaktadırlar. Dijital platformlar sayesinde geniş kitlelere kolay bir şekilde ulaşarak, hareketin hangi amaca yönelik olduğunu kitlelere iletmektedirler. İnsanların dijital platformlar üzerinden örgütlenerek, fiziksel alanda eylemler gerçekleştirmesine dijital aktivizm denir. Dijital aktivizm yeni toplumsal hareketler için oldukça önemlidir. Elbette dijital platformların avantajlarından sadece yeni toplumsal hareketler yararlanmaz. Yeni oluşan kimlikleri tehdit olarak gören aşırı sağ kesim de bu platformları sıklıkla kullanmaktadır. Özellikle dijital platformlarda basit ve açık bir dil tercih eden yükselen aşırı sağ, hedef kitlelerine kolaylıkla erişebilmekte ve giderek kitlelerini genişletmektedir. Kendilerini halkın gerçek temsilcisi olarak konumlandıran ve başka siyasi hareketlerin himayesi altına girmek istemeyen aşırı sağ siyasetin temsilcileri, her şeye tepki gösterirken gözetim aracı haline gelen dijital platformların kendilerine karşı olan yönüne neden tepki göstermemektedirler sorusuna da bütün bu kavramlardan yola çıkarak yeni toplumsal hareketler kuramı çerçevesinde Almanya ve Fransa örnekleri ile tez boyunca cevaplandırılacaktır.Many social and political movements that occurred in the 1960s and 1970s have led to profound changes in societies, increasing the pursuit of freedom and rights among communities. These movements underwent transformations that facilitated the quicker and more understandable communication of their agendas to the masses, compared to the past. Due to these changes, they are referred to as "new social movements." The primary goal of these new social movements is to shape public opinion because the participants believe that a strong public support can lead the movement to success. To achieve a powerful and widespread public opinion, they frequently turn to digital platforms.Through digital platforms, they can easily reach broad audiences and communicate the purpose of their movement effectively. The process of organizing people through digital platforms to carry out physical actions is known as digital activism. Digital activism is highly important for new social movements. However, it's worth noting that not only new social movements benefit from the advantages of digital platforms. The rising far-right factions, who perceive these platforms as threats to their newly formed identities, also extensively use them. Especially the emerging far-right, favoring a straightforward and clear language on digital platforms, can easily access their target audiences and expand their following. The main question posed here is why representatives of the far-right politics, who position themselves as the true representatives of the people and do not want to be under the patronage of other political movements, do not react to the aspects of digital platforms that have turned into surveillance tools, despite their reactions to almost everything. In the context of a new social movement theory, this question will be explored throughout the thesis, with examples from Germany and France.
  • Item
    Türk-Yunan nüfus mübadelesi ve birinci kuşak giritli mübadillerin kimlik süreçleri
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Serdar, Irmak Seren; Şenses Özcan, Nazlı
    Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi, 1923 senesinde imzalanan Lozan Barış Anlaşması’ndan hemen sonra uygulamaya konulan ek bir protokol aracılığı ile kendisini hayata geçirmiştir. Anlaşmaya göre, Batı Trakya Türkleri ile İstanbul’da yaşayan Rumlar hariç olmak üzere, Yunanistan’da yaşayan Türkler Türkiye’ye ve Türkiye’de bulunan Rumlar ise Yunanistan’a gönderilmiştir. Böylelikle Anadolu’ya gelen mübadiller, ekonomik ve kültürel anlamda birçok değişiklik yaşamış ve bunun sonucunda iskan edildikleri yeni yerleşim yerlerine uyum sağlamakta zorlanmışlardır. Bu zorluklarla başa çıkmak için her mübadil grup farklı stratejiler geliştirmiştir. Örneğin Midilli'den gelen göçmenler kendilerini ‘Adalı’ kimliğiyle tanımlarken, Girit'ten gelen göçmenler kendilerini Giritli kimliğiyle tanımlamışlardır. Yani hemen hemen her grup içinde bulunduğu grubu referans almış ve bunun sonucunda da kendi sosyal kimliklerini yaratmışlardır. Giritlilik kimliği pek çok yönüyle hem Anadolu’nun yerel halkından hem de diğer göçmen gruplarından ayrılmayı ifade etmektedir. Bu çalışmada 1923 yılında gerçekleşen nüfus mübadelesinin Anadolu’ya gelen Giritli 1.Kuşak mübadillerin kimlik süreçlerine nasıl etki ettiği sosyal kimlik kuramıyla ele alınmıştır. Tez, ‘Türk-Yunan Nüfus Mübadelesi Sosyal Kimlik Kuramı Bağlamında Giritli 1.Kuşak Mübadillerin Kimlik Süreçlerine Nasıl Etki Etmiştir?’ sorusu etrafında şekillenmiştir. Bu soruyu cevaplamak için gereken bulgular ise; ikincil kaynaklardan, filmlerden, belgesellerden ve romanlardan toplanmıştır.The Turkish-Greek Population Exchange was realized through an additional protocol that was put into effect immediately after the Lausanne Peace Agreement signed in 1923. According to the agreement, except for the Turks of Western Thrace and the Greeks living in Istanbul, the Turks living in Greece were sent to Turkey and the Greeks living in Turkey were sent to Greece. Thus, the immigrants who came to Anatolia experienced many economic and cultural changes and as a result, they had difficulty in adapting to their new settlements. To cope with these difficulties, each exchange group has developed different strategies. For example, while the immigrants from Lesbos identified themselves with the identity of being ‘Islanders’, the immigrants from Crete defined themselves with the identity of Cretan. In other words, almost every group took their group as a reference and as a result, they created their own social identities. The identity of Cretanism in many ways expresses separation from both the local people of Anatolia and other immigrant groups. In this study, how the population exchange that took place in 1923 affected the identity processes of the first generation immigrants from Crete, who came to Anatolia, is discussed with social identity theory. The thesis is shaped around the question of ‘How Did the Turkish-Greek Population Exchange Affect the Identity Process of Cretan 1st Generation Emigrants in the Context of Social Identity Theory?’ The findings required to answer this question are; collected from secondary sources, films, documentaries and novels.
  • Item
    Türkiye'nin kamu diplomnasisi faaliyetleri ve diaspora ile ilişkileri
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2024) Mert, Yunus Emre; Dizdaroğlu, Cihan
    Bu çalışma, kamu diplomasisi çerçevesinde değerlendirilebilecek diaspora diplomasisinin tarihsel ve kavramsal analizini gerçekleştirerek, Türkiye’nin diaspora ile ilişkilerini incelenmeye odaklanmaktadır. Türkiye’nin geçmişten günümüze kadar sahip olduğu kültürel ve tarihi miras kamu diplomasisinin uygulanması konusunda önem arz etmektedir. Bu tarihsel mirasın Türk dış politikasında kullanılmaya başlaması ilk olarak Kamu Diplomasi Koordinatörlüğü ile başlamış akabinde kamu diplomasisi paradigması içerisinde yer alan diaspora diplomasisini şekillendirmiştir. Türk diasporasının dış politikayı şekillendirmesi ise yine bir başka kamu diplomasisi aktörü olan Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı aracılığı ile gerçekleşmiştir. Çalışma kapsamında Türk diasporasının kavramsal çerçevesi değerlendirilmiş ve Türk diasporasının dış politikada etkili olup olmadığı araştırılmıştır. Kamu diplomasisi ve diaspora kavramlarının ve politikalarının olmadığı ama uygulanış biçimiyle benzeştiği tarihsel olaylar bu kavramlar üzerinden değerlendirilmiştir. 2000’li yıllarla beraber kamu diplomasisi ve diaspora politikalarının karar vericiler tarafından ciddiye alındığı ve kurumsallaştığı görülmektedir. Bu kurumsallaşma kamu diplomasisi aktörü olarak tanımlanan bir dizi kurumun açılmasını sağlamıştır. Bu kurumların diaspora ile olan ilişkisi özellikle 1961 İş Göçü Anlaşmaları neticesinde orta Avrupa’ya göç eden Türk vatandaşlarının günümüzde diaspora olarak görüldüğü analiz edilerek Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın ve diğer kurumların çalışmaları değerlendirilmiştir. This study focuses on analysing Turkey's relations with the diaspora by conducting a historical and conceptual analysis of diaspora diplomacy, which can be considered within the framework of public diplomacy. Turkey’s cultural and historical heritage from the past to the present is important for the implementation of public diplomacy. The use of this historical heritage in Turkish foreign policy first started with the Public Diplomacy Coordination Office and then shaped the diaspora diplomacy within the public diplomacy paradigm. The Turkish diaspora shaped foreign policy through another public diplomacy actor, the Presidency for Turks Abroad and Related Communities. Within the scope of the study, the conceptual framework of the Turkish diaspora has been assessed, and the effectiveness of the Turkish diaspora in foreign policy has been discussed. Historical events resembling, in implementation, the concepts of public diplomacy and diaspora, even though these terms did not exist at the time, have been evaluated through these concepts. It has been observed that, since the 2000s, public diplomacy and diaspora policies have been taken seriously and institutionalized by decisionmakers. This institutionalization has led to the establishment of several institutions defined as public diplomacy actors. The relationship of these institutions with the diaspora, by analysing that the Turkish citizens who migrated to Central Europe particularly as a result of the 1961 Labor Migration Agreements are considered part of the diaspora, the efforts of the Presidency for Turks Abroad and Related Communities and other institutions have been evaluated.
  • Item
    Soğuk savaş sonrasında nato ve yapısal değişiklikler
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2022) Ok, Ege; Mercan, S. Sezgin
    Bu tezde, NATO’nun uluslararası alanda siyasi etkinliğinin arttırılması sürecinde, örgütün stratejik vizyonunu dönemsel olarak değiştirme girişimlerinin nedenleri incelenecektir. Bu bağlamda NATO’nun Transatlantik alanında, örgütsel faaliyetlerini ve diğer bölgelere de etkisini genişletme politikasında oluşan değişimler gösterilmeye çalışılacaktır. Örgüt kurulduğu tarihten itibaren Rusya Federasyonu’nun, önceki adıyla SSCB’nin, dizginlenmesi ve yayılmasını önleme düşüncesi ön planda yer almaktadır. SSCB dağıldıktan sonra ise NATO gerek kendi üye devletleri tarafından gerekse diğer dünya devletleri tarafından misyonunu tamamlamış bir örgüt olarak görülerek varlığı sorgulanmaya başlanmıştır. Bu tez kapsamında yeni politika açılımları gösteren NATO’nun, Soğuk Savaş koşullarından günümüze kadar olan politik değişim ve karar mekanizmalarındaki önceliklerin dönüşümü açıklanacaktır. Diğer taraftan, NATO’nun üye devletlerinin çıkarları ve dış politikaları arasında farklar gözlenmektedir. Örgütün, süreç içinde Rusya tehdidinden korunma konusundaki ortak politikaları çerçevesinde üye ülkeleri askeri ve ekonomik kaynaklarını bir havuzda toplayarak birleştirmeye yönlendirdiği görülmektedir. Bu durum günümüzde de Çin’in yeni bir tehdit olarak algılanmasından kaynaklı olarak, bu ülkeleri NATO nezdinde önleyici politikalar geliştirmek ve yeni hamleler yapmak zorunda bırakmıştır. Ayrıca tez kapsamında; Libya, Afganistan gibi ülkeleri kapsayan ve NATO’nun etkisini içine alacak bölgesel analizler yapılacaktır. Bu analizler sayesinde NATO’nun zaman içerisinde Kopenhag Okulu çerçevesinde güvenlik algısının ne denli değiştiği ve öncelik sıralamasında devlet güvenliği kapsamından, nasıl farklı sektörlerdeki güvenlik tehditlerine odaklanıldığı ve böylece birey güvenliği gibi farklı sektörlerdeki güvenlikleştirme tutumlarına nasıl geçiş yapıldığı gösterilecektir. Örgütün politik genişleme kapsamında yaşadığı zorluklar ve ikilemler Kopenhag Okulu tarafından öne sürülen argümanlar üzerinden tartışılacaktır. Yeni savaş koşulları altında, yeniden bir politik bütünleşme içerisine giren ittifakın bünyesini sürekli revize ettiği görülmektedir. Değişen dünya düzeni ve savaş konseptlerinin NATO’ya uyarlanması kapsamındaki revizyonlar, yapılan zirveler ve operasyonlar neticesinde şekillenmekte olup, bu tezde dar ve geniş güvenlik anlayışlarının NATO’ya yansımaları gösterilecektir. In this thesis, the main reasons for the attempts to periodically change the strategic vision of the organization in the process of increasing NATO's political effectiveness in the international arena will be examined. In this context, changes in NATO's policy of expanding its organizational activities in the Transatlantic field and its influence in other regions will be evaluated. Since the establishment of the organization, the idea of restraining and preventing the expansion of the Russian Federation, formerly the USSR, has been at the forefront within NATO. After the collapse of the USSR, NATO was seen as an organization that had completed its mission, and its existence began to be questioned both by its own member states and by other world states. In the thesis, NATO’s, which shows new policy initiatives, political change and the transformation of priorities in decision mechanisms from the Cold War to the present will be explained. On the other hand, the differences between the NATO’s member state’s interests and its foreign policies will be observed. It is seen that the organization directed the member countries to gather their military and economic resources together within the framework of their common policies on protection from the Russian threat. Today, this situation has forced these countries to develop preventive policies and take new steps in the presence of NATO due to the perception of China as a new threat. In addition, within the scope of the thesis; regional analyzes covering countries such as Libya, Afghanistan and including the impact of NATO into such countries will be performed. Thanks to these analyzes, it will be shown how much the perception of security has changed over time within the framework of the Copenhagen School of NATO and the transition from the scope of state security to individual security. The difficulties and dilemmas of the organization within the context of political expansion will be discussed through the Copenhagen School. Under the new war conditions, it is seen that the alliance, which has entered a political integration again, constantly revises its structure. The revisions within the context of adapting the changing world order and war concepts to NATO are shaped because of the summits and operations, and the reflections of narrow and broad security understandings on NATO will be shown in this thesis.
  • Item
    Jeopolitik bir entite olarak K.K.T.C.’nin Türkiye’nin ekonomik güvenliğine etkileri
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2022) Bal, Altuğ Gürkan; Karadağ, Haluk
    Kıbrıs meselesi 1955 yılından bugüne Türk dış politikasının en önemli konuları arasında yer almaktadır. Kıbrıs meselesi tahlil edilirken öncelikle uluslararası sistemdeki güç dağılımındaki değişim tespit edilmelidir. Dünya düzeni 2008 yılından sonra çok kutuplu bir yapıya dönüşmektedir. Çok-kutuplu dünya düzeni neo-realist bir perspektifle devletleri uluslararası ilişkilerde ana aktör olarak ön plana çıkararak güç merkezli politikaların egemen olmasına sebebiyet vermektedir. Bu durum, orta büyüklükte bir devlet olan Türkiye’nin bölgesinde daha aktif bir dış politika izlemesine imkân vermektedir. Türkiye’nin ekonomik güvenliğinin sağlanmasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (K.K.T.C.) jeopolitik bir entite olarak stratejik bir öneme haizdir. K.K.T.C.’nin varlığı, Doğu Akdeniz hidrokarbon kaynakları üzerindeki egemenlik çatışmasında coğrafi konumu sebebi ile Türkiye’nin ekonomik olarak ihtiyaç duyduğu enerji kaynakları üzerinde hak sahibi olmasına imkân tanımaktadır. Bunun yanı sıra, K.K.T.C.’nin varlığı ve Ada’da Türk askeri gücü, Türkiye’ye alternatif enerji nakil projelerinin gerçekleşmesini engelleyerek, Türkiye’nin enerji merkezi olma politikasını desteklemektedir. Türkiye’nin uluslararası enerji politikası çerçevesinde İskenderun Körfezi kritik öneme sahip bir coğrafi kesimdir. Aynı zamanda dış ticaretinin %60’ını deniz yolu ile yapan Türkiye’nin en önemli ihracat limanları Mersin ve İskenderun Limanlarıdır. Deniz jeopolitiğinin temel prensipleri olan deniz ticaret ve enerji iletim hatlarının korunmasında Türkiye için K.K.T.C.’nin varlığı stratejik önemdedir. Türkiye’nin en önemli gelir kaynaklarından biri olan turizm sektörünün merkezlerinden biri Antalya’dır. Antalya Körfezi’nin askeri güvenliği Türkiye’nin turizm sektöründen ekonomik kazanım elde etmesi için vazgeçilmezdir. Antalya Körfezi’nin güvenliği için de K.K.T.C.’nin varlığı stratejik öneme sahiptir. Türkiye’nin kurulu elektrik gücünün yaklaşık %20’si ve yapımı devam eden Akkuyu Nükleer Reaktörü Kıbrıs coğrafyasına çok yakın bir mesafededir. Kıbrıs’ta K.K.T.C.’nin varlığını ortadan kaldıracak siyasi bir değişim Türkiye’nin askeri güvenliğini doğrudan tehdit edecek ve Türkiye’nin güney sınırları saldırıya açık hale gelecektir. Bu durum sadece Türkiye’nin genel güvenliğine değil, muhtelif yönlerden ekonomik alt yapısının önemli bir kısmını da barındıran güney coğrafyasının tehdit altına girmesinden dolayı ekonomik güvenliğini de doğrudan etkileyecektir. Bu sebeplerden dolayı, Kıbrıs’ın Türkiye’nin ekonomik güvenliğine etkisinin temel taşı K.K.T.C.’nin varlığıdır. Cyprus issue has a pivotal role in the Turkish foreign policy issues since 1955. Before analyzing Cyprus issue, change of power distribution in international system should be examined at first glance. World order has been changing in a multipolar structure since 2008. Multipolar world order with a neorealistic perspective causes domination of power politics by featuring states as main actors in international relations. This situation allows Türkiye to implement a more active foreign policy as a middle size state. Turkish Republic Of Northern Cyprus (TRNC) has a strategic importance as a geopolitical entity for providing economic security of Türkiye. In the conflict of East-Mediterranean hydrocarbon reserves, because of its geographic location, TRNC, allows Türkiye eligible for energy reserves which is economically vital for Türkiye. Besides this, TRNC and Turkish military presence on the island support Türkiye’s energy-hub policy by preventing energy supply lines alternative to Türkiye route. İskenderun Bay is a geographical zone which has a vital a role in the framework of Türkiye’s international energy policy. Moreover, Mersin and İskenderun Ports have a critical role in Türkiye’s foreign trade approximately %60 of which is realized in sea lanes. TRNC has also a vital role for Türkiye in protecting sea trade and energy transport lines which are the basic parameters of sea geopolitics. One of the centers of tourism industry which is vital for Turkish economy in Türkiye is Antalya province. Security of Antalya Bay is irrevocable for Türkiye to gain economic revenue from tourism industry. To secure Antalya Bay in a military perspective, TRNC has a strategic importance as well. Approximately %20 of Türkiye’s installed capacity and ongoing Akkuyu Nuclear Reactor are located very near distance of Cyprus geography. A political change which causes disappearance of TRNC in Cyprus will directly threat Türkiye’s security and southern coasts of Türkiye become vulnerable to an amphibious assault. This situation not only effects on Türkiye’s general security condition but also directly effects on Türkiye’s economic security by threatening the southern coasts of Türkiye in many respects which contains an important part of Turkish economic infrastructure. As a result, the milestone of Turkish economic security in Cyprus is keeping the geopolitical entity of TRNC under shelter.
  • Item
    Türkiye'de prekaryanın yükselişi: Ev hizmetlerinde çalışan kadın göçmenler
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2022) Akgün, Pınar; Damar, Erdem
    Türkiye’ye yönelik göç hareketleri uzun yıllardır var olsa da son on yılda dikkat çekici bir şekilde artmıştır. Buna bağlı olarak, göçmenler Türkiye’deki görünürlükleri artmış, hayata ne kadar karıştıkları belirginleşmiştir. Küçük yaşlardan itibaren çalışma hayatına karışmış milyonlarca göçmen Türkiye işgücü piyasalarında varlığını sürdürmektedir. Göçmenlerin neredeyse her sektörde ucuz emek olarak görülmesi ise ciddi sorunları beraberinde getirmektedir. Göçmenler, neoliberalizmle yaygınlaşan esnek ve güvencesiz çalışmadan toplumda en çok etkilenen kesimdir. Esnek istihdam biçimlerinde güvencesiz bir şekilde çalışan insanların prekarya olarak tanımlanan yeni bir sınıfı oluşturduğunu iddia eden yeni bir literatür vardır. Bu literatürde bir sınıf olarak prekarya neoliberal politikaların sonucunda ortaya çıkmıştır ve büyümeye devam etmektedir. Buna bağlı olarak Türkiye’de göçmen emeğinin dikkat çekici derecede fazla olduğu ev içi hizmetler özellikle önem kazanmaktadır. Ev içi hizmetlerin emekçisi göçmen kadınlar, Türkiye’de çalışırken birçok sorunla karşılaşmaktadır. Bu tez, Türkiye’de ev içi hizmetlerde çalışan göçmen kadınların çalışma hayatındaki sorunları değerlendirerek ilgili literatüre sınıf odaklı bir katkı sunmayı amaçlamaktadır. Bu değerlendirmeyi Guy Standing’in prekarya kavramı çerçevesinde yaparak yeni bir bakış açısı sağlamaya çalışmaktadır. Standing’in yaklaşımından farklı olarak prekarya kavramı ayrı bir sınıf olarak değil proletarya içerisindeki bir kesim olarak değerlendirilmiştir. Migration from different countries to Turkey have existed for many years. However it has increased remarkably after Syrian civil war. Accordingly, the visibility of immigrants in Turkey has increased and it has become clear how much they are involved in social life. Millions of immigrants who have been involved in working life from an early age continue to exist in the Turkish labor market. The fact that immigrants are seen as cheap labor in almost every sector brings serious problems. Immigrants are the segment most affected by the flexible and insecure work spread by neoliberalism. There is a flourishing literature arguing that people who work in a precarious way in flexible employment form a new class called precariat. This class emerged as a result of neoliberal policies and continues to grow. Accordingly, domestic services, where migrant labor is remarkably high, gain particular importance in Turkey. Migrant women working in domestic services face many problems while working in Turkey. This thesis aims to make a class-oriented contribution to the literature by evaluating the problems in the working life of migrant women working in domestic services in Turkey. It tries to provide a new perspective by making this evaluation within the framework of Guy Standing's concept of precariat. Unlike Standing’s approach, the concept of precariat is not considered as a separate class, but as a segment within the proletariat.
  • Item
    Devlet inşasında kalpleri ve zihinleri kazanmak: NATO-Afganistan örneği
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Parlak, Emre; Karadağ, Haluk
    II.Dünya Savaşı’nın ardından Almanya, Ruanda, Bosna ve Afganistan gibi çeşitli nedenlerleuluslararası sisteme tekrar dâhil olabilmek için yönetimsel ya da ekonomik fonksiyonlarını yürütemeyen bölgelerde dış müdahalelerle devlet inşası faaliyetleri yürütülmeye başlanmıştır. Devlet inşasında temel amaç inşa edilen devletin dış müdahale sona erdikten sonra da uluslararası sisteme entegrasyonunun sorunsuz şekilde sürdürülebilmesidir. Devlet inşası müdahaleleri çoğunlukla batılı devletlerce yürütülmektedir. Müdahalede bulunan gruplar, bildikleri batılı demokratik kurumları tanımadıkları toplumlara kabul ettirmeye çalışmaktadır. Ancak her devlet demokratik yönetimi kabul etmemektedir. Tarihten gelen yönetim anlayışlarına körü körüne bağlı toplumlar da bulunmaktadır. Hatta ulus devlet olamamış toplumlarda da devlet inşasına ihtiyaç duyulduğu durumlar yaşanmaktadır. Bazı toplumlar devletin otoritesinden bağımsız bir şekilde bölgesel, kabilesel ya da feodal yapılar şeklinde yönetilmektedir. Bu nedenle, devlet inşası çalışmalarında toplumun ortak beklentilerinin belirlenerek tüm toplumun beklentilerini karşılayacak bir yöntem uygulamak önemlidir. Kısacası topluma ulaşılarak kalplerinin ve zihinlerinin kazanılması kilit bir rol oynamaktadır. Burada belirtilen “kalpler”, müdahaleye karşı oluşabilecek isyanlara karşı çıkmanın toplumun faydasına olduğunu; “zihinler” ise müdahil güçlerin toplumu korumayı amaçladığını açıklamaktadır. Toplum tarafından bu iki olgu yeterince kabullenildiğinde, müdahaleye karşı direniş yerine destek verme eğilimi oluşmaktadır. Afganistan’a uluslararası müdahale de bu minvalde liberal bir müdahale olarak gerçekleşmiştir. Askeri ve sivil tüm unsurlar toplumun kalplerini ve zihinlerini kazanmak üzerine kurulan bir strateji ile liberal bir devlet inşası amacına yönlendirilmiştir. 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’ye yönelik terör saldırılarının ardından ilk defa NATO Anlaşmasının 5’inci maddesi yürürlüğe konmuş ve saldırıları Taliban yönetiminin ev sahipliğinde Afganistan’da kamplaşan El Kaide’nin üstlenmesi üzerine Afganistan’a uluslararası bir müdahale başlatılmıştır. Taliban’ın yönetimden çekilmesinin ardından Bonn Konferansı’yla geçici yönetim kurulmuş, bu yönetimin desteklenmesi ve ülke inşasının sağlanması için Uluslararası Güvenlik Desteği Gücü (International Security Assistance Force-ISAF) oluşturulmuş ve 2003 yılında BMGK’nın 1510 Sayılı Kararı ile ISAF sorumluluğu NATO’ya devredilmiştir. ISAF sorumluluğunun devredilmesi sonucunda NATO, Taliban ve El Kaideyle mücadelenin yanında yeni kurulan yönetimin desteklenmesi ve tüm ülkede otoritesinin tesis edilmesine, ülkedeki sosyal reformların tesisine, kalkındırma faaliyetlerinin yürütülmesine ve Afgan güvenlik güçlerinin yetiştirilmesine öncülük etmeye başlamış ve müdahale 20 yıl sürmüştür. Ancak tüm bu çabalara rağmen yeni yönetim tüm ülkede egemenlik sağlayamamış, Taliban’a karşı bir üstünlük kurulamamış ve NATO güçlerinin ülkeden ayrılmasının ardından Afganistan devlet yönetiminden eğitime, insan haklarından ekonomiye ulaşılan seviyesini koruyamamış ve tekrar başarısız bir devlet konumuna düşmüştür. Bu durumun bir nedeni de NATO’nun Afganistan’da sorumluluğunu üstlendiği devlet inşası faaliyetlerinin Afgan toplumu tarafından tam olarak kabul görmemesi ve Taliban’ın bu durumdan faydalanması olmuştur. After World War II, in regions such as Germany, Rwanda, Bosnia and Afghanistan, where there was a lack of administrative or economic functions to be reintegrated into the international system for numerous reasons, foreign interventions to implement state-building activities began. The main purpose of state-building is to ensure that the integration of the constructed state into the international system can continue after the intervention. Interventions in state-building are mostly conducted by western states. The intervening groups try to impose the western democratic institutions they know on the societies they do not recognize. However, not every state accepts the western democratic governance. There are also societies that are committed to their historical management concepts. Some societies may be governed as regional, tribal, or feudal structures independent of the authority of the central government. For this reason, it is important first to determine the common expectations of the target society in the state building works, then to apply a suitable method that meets the expectations of the whole society. In short, reaching out to society and winning their hearts and minds plays a key role. The "hearts" mentioned here states that it is in the interest of society to oppose any rebellion against interference; "minds" explains that the aim of the forces involved is to protect the society. When these two phenomena are sufficiently accepted by the society, there is a tendency to support intervention instead of resistance. In this regard, the international intervention in Afghanistan has also taken place as a liberal intervention. All elements, military and civilian, have been directed towards the goal of building a liberal state with a strategy based on winning the hearts and minds of society. On September 11, 2001, Article 5 of the NATO Treaty was put into effect for the first time after the terrorist attacks against the United States, and an international intervention was launched in Afghanistan upon the responsibility of Al Qaeda, which was camped in Afghanistan under the hosting of the Taliban administration. Following the withdrawal of the Taliban, an interim administration was established with the Bonn Conference, the International Security Assistance Force (ISAF) was established to support this administration and ensure the construction of the country, and in 2003, the UNSC Resolution 1510 transferred the responsibility of ISAF to NATO. As a result of the transfer of responsibility, NATO began to support the newly established administration and establish its authority throughout the country, to establish social reforms in the country, to conduct development activities and to train Afghan security forces, in addition to fighting the Taliban and al-Qaeda. The intervention lasted for 20 years. However, despite all these efforts, the new administration could not establish authority over the whole country and could not establish an advantage over the Taliban. Consequently, after the departure of NATO forces, Afghanistan could not sustain the level of state administration from state administration to education, human rights to economy, and became a failed state again. One reason for this is that the state-building activities for which NATO assumed responsibility in Afghanistan have not been fully accepted by the Afghan community and the Taliban have taken advantage of this situation.
  • Item
    Türkiye'de neoliberal politikalara emeğin rızasının inşası: Sınıf hegemonyası mı, parti hegemonyası mı?
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2022) Bingöl, Şehnaz Dilan; Oğuz, Şebnem
    Neoliberal politikaların 1980’li yıllardan itibaren uygulanmaya başlanmasıyla Türkiye’de emekçilerin sömürülmesini ve güvencesizleşmesini destekleyen bir yapı oluşmaya başlamıştır. Neoliberal politikalarla birlikte devletin piyasanın bir aktörü gibi görüldüğü ve neoliberal dönüşüme karşı emekçilerin işgücü piyasasıyla baş başa bırakıldığı bir durum ortaya çıkmıştır. Bu çalışma, neoliberal politikalara emeğin rızasının inşa edilme sürecini hegemonya üzerinden incelemeyi amaçlamaktadır. Çünkü emeğin, yarattığı esnekleşmeye ve güvencesizliğe rağmen neoliberal uygulamalara rıza gösteriyor oluşu önem arz eden bir konudur. Buradan hareketle çalışmanın birinci bölümünde hegemonyanın tanımından ve hegemonyanın öznesine dair literatürdeki ayrımdan bahsedilmiştir. Türkiye’deki literatür, ülkemizdeki rıza inşa sürecinin açıklamasını yaparken partiye odaklı kalmıştır ve sınıf hegemonyası boyutu ihmal edilmiştir. Bu nedenle Türkiye’de emeğin rızasının oluşumunu derinlemesine analiz edebilmek için, bu çalışmada sınıf hegemonyası da ele alınarak bu boşluğun doldurulması amaçlanmıştır. İkinci bölümde Türkiye’de uygulanan neoliberal politikalar kapsamında atılan adımlardan ve bunların emekçiler üzerindeki olumsuz etkilerinden bahsedilmiştir. Üçüncü bölümde neoliberal politikalara kaynaklık ettiği düşünülen sınıf hegemonyası incelenmiş ve hegemonyanın emeğin rızasını üreten aygıtları araştırılmıştır. Sınıf hegemonyasının inşa ettiği emeğin rızası; sendikasızlaşma, işsizlik, tüketim kültürü, kapitalizmin alternatifsizliği, sınıf hegemonyasının değerlerinin kabulü ve medya üzerinden açıklanmaya çalışılmıştır. Dördüncü ve son bölümde ise Adalet ve Kalkınma Partisi’nin hegemonyanın öznesi olarak tanımlanıp tanımlanamayacağı netleştirilmiştir. Aynı zamanda da AKP’nin neoliberal politikaların Türkiye’deki sistemik uygulayıcısı olarak emeğin rızasını inşa etmede ne gibi etkileri olduğu incelenmiştir. Bu incelemeler yapılırken AKP’nin sıklıkla kullandığı mağduriyet söyleminden, muhafazakârlıktan, sosyal yardım politikalarından ve popülist söylemlerden yola çıkılmıştır. Bu temel aygıtların yardımıyla parti hegemonyası varsayımının emeğin rızasını nasıl inşa ettiği açıklanmaya çalışılmıştır. İki farklı hegemonya düşüncesinin ve aygıtlarının incelenmesi sonucunda AKP’nin ve burjuva sınıfının, hegemonya tartışmaları içerisindeki konumları netleştirilmiştir. With the implementation of neoliberal policies since the 1980s, a structure that supports the exploitation and precariousness of workers started to emerge in Turkey. With neoliberal policies, a situation emerged where the state is seen as an actor of the market and the workers are left alone with the labor market against the neoliberal transformation. This study aims to examine the process of constructing the consent of labor to neoliberal policies through hegemony. Because it is an important issue that labor consents to neoliberal practices despite the flexibility and insecurity it creates. From this point of view, in the first part of the study, the definition of hegemony and the distinction in the literature about the subject of hegemony are mentioned. While the literature on Turkey explains the consent building process in our country, it remains party-oriented and the class hegemony dimension is neglected. For this reason, in order to analyze the formation of the consent of labor in Turkey in depth, this study aims to fill this gap by considering class hegemony. In the second part, the steps taken within the scope of the neoliberal policies implemented in Turkey and their negative effects on the workers are mentioned. In the third chapter, class hegemony, which is thought to be the source of neoliberal policies, is examined and the apparatuses of hegemony that produce the consent of labor are investigated. The consent of labor built by class hegemony is explained through non-unionization, unemployment, consumption culture, the lack of alternatives of capitalism, the acceptance of the values of class hegemony and the media. In the fourth and last part, it has been clarified whether the Justice and Development Party can be defined as the subject of hegemony. At the same time, the effects of AKP on constructing the consent of labor as a systemic implementer of neoliberal policies in Turkey were examined. While making these analyzes, the AKP's frequently used victimization discourse, conservatism, social aid policies and populist discourses were taken into consideration. With the help of these basic devices, this thesis tries to explain how the assumption of party hegemony builds the consent of labor. As a result of the examination of two different hegemony ideas and devices, the positions of the AKP and the bourgeois class in hegemony debates is aimed to be clarified.
  • Item
    The Role of Lobbying Activities During the EU Membership Process of Turkey
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Şenel, Eda; Mercan, Süleyman Sezgin
    Decision-making in democratic systems is an open process. It is a process in which before decisions are made, public authorities learn the opinions and views of relevant parties and find a way to compromise. The parties affected by the decisions will try to influence the authorities in line with their interests. These activities, called lobbying, have become an important part of the political culture in modern democratic countries. The aim is to influence the political mechanism in decision-making processes. These structural features in democratic systems are also reflected in the structure of the European Union (EU). Turkey is a unique example for one of the longest membership processes a country has had to the EU and the role of lobbying is valuable in terms of introducing Turkey throughout this process. Lobbying is based on an ethical framework in the EU and transparency is essential. Contrary to this, in Turkey, lobbying activities have not been placed in an official framework nor a legal basis and it is an informal field. Examining the role of lobbying and how it is socially constructed in this relationship accordingly with interests and as a result of interactions, will help to better understand some of the EU's criticisms of Turkey and Turkey’s deficiencies in this area. It would not be correct to attribute the current point of Turkey-EU relations entirely to lobbying, but despite this long-standing relationship with ups and downs, both sides do not give up on each other and examining the role of lobbying will bring a different perspective to their relations. Demokratik sistemlerde karar alma mekanizması açık bir süreçtir. Alınacak kararlar öncesinde ilgili tarafların konu ile ilgili düşüncelerini öğrenmek, görüşlerini almak ve uzlaşma yolu bulmak kamu otoritelerinin izlediği bir yoldur. Çıkacak kararlardan etkilenecek taraflar da kendi çıkarları doğrultusunda otoriteleri etkilemeye çalışırlar. Lobicilik olarak adlandırılan bu faaliyetler, çağdaş demokratik ülkelerde siyasi kültürün önemli bir parçası haline gelmiştir. Bu faaliyetler karar alma süreçlerinde siyasi mekanizmayı etkilemeyi amaçlarlar. Demokratik sistemlerdeki bu yapısal özellikler Avrupa Birliği’nin (AB) yapısına da yansımıştır. Türkiye (TR), AB’ne en uzun üyelik süreci olan ülkeler arasında eşsiz bir örnektir ve bu süreçte tanıtımı açısından lobiciliğin rolünün değerli bir yeri vardır. Lobicilik AB’de etik ve yasal bir çerçeveye oturtulmuştur, şeffaflık esastır. Türkiye’de ise lobicilik faaliyetleri resmi bir çerçeveye oturtulmamıştır, düzensiz yapılmaktadır ve gayri resmi bir alandır, etik bir çerçevesi çizilmemiştir. Etkileşimler sonucunda tarafların çıkarlarına göre sosyal olarak inşa ettiği bu karşılıklı ilişkide lobiciliğin rolünü incelemek AB’nin TR’ye yönelik bazı eleştirilerinin daha iyi anlaşılmasına ve TR’nin bu alandaki eksiklerinin görülmesine yardımcı olacaktır. Türkiye ile AB ilişkilerinin geldiği noktayı bütünüyle lobiciliğe bağlamak doğru olamaz, ancak uzun süredir devam eden bu inişli çıkışlı ilişkiye rağmen iki taraf da birbirinden vazgeçmemektedir ve lobiciliğin rolünün incelenmesi buna bir farklı bir boyut katacaktır.