Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü / European Union and International Relations Institute
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11727/1391
Browse
Item 11 Eylül sonrası değişen güvenlik paradigmaları ışığında nato'nun dönüşümü ve Türkiye'ye etkileri(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2022) Karaca, Mutlu; Dizdaroğlu, CihanBu tez, 11 Eylül sonrası dönemde NATO’nun güvenlik algısının değişimi ve bu değişimin üye ülkelerden Türkiye Cumhuriyeti güvenliğine olan etkilerine odaklanmaktadır. Tez kapsamında öncelikle dönemsel olarak değişim gösteren güvenlik kavramı ile güvenliğin realizm perspektifinden nasıl anlaşıldığının kavramsal çerçevesi tartışılmaktadır. Müteakiben, NATO’nun özellikle 11 Eylül sonrası dönemde geçirdiği dönüşüm ve güvenlik algısındaki değişiklikler tarihsel olarak incelenmiştir. Tezin odağını Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenlik algısındaki değişim oluşturduğu için öncelikle tarihsel olarak Türk güvenlik algısı incelenmiş, sonrasında güvenlik algısında değişim olup olmadığını tespit etmek amacıyla 2001 sonrasındaki Milli Güvenlik Kurulu basın bildirileri ile söz konusu tarih aralığındaki hükümet programları incelenmiştir. Yapılan araştırmada NATO’nun Türkiye Cumhuriyeti güvenlik mimarisinde önemli bir sütun oluşturduğu tespit edilmiştir. Yine de NATO ile Türkiye Cumhuriyeti arasında tüm konularda mutabık kalındığını ifade etmek güçtür. Nitekim, Türkiye Cumhuriyeti’nin gerek bulunduğu coğrafya gerek Osmanlı İmparatorluğu’ndan alınan tarihi sorunları olduğu ve bu sorunlarla mücadele etmek için NATO desteği olmadan da çaba sarf ettiği görülmektedir. Bu konuların başında önemli bir güvenlik sorunu olan terörizm gelmektedir. Diğer kemikleşmiş sorun ise Yunanistan ile yaşanan Ege ve Akdeniz kaynaklı sorunlardır. Özellikle 2014 yılında Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı sonrası Türkiye, NATO tarafından tekrar tehdit olarak görülmeye başlayan Rusya ile ikili bir ilişki geliştirmektedir. Bunun en önemli sebepleri Rusya’nın tarihi olarak aynı coğrafyada olmasının yanı sıra Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine yaptığı sınır ötesi harekâtlarda Rusya hava sahasını kullanması, Rusya’dan alınan S-400 hava savunma sistemleri ve Mersin’de yapımı devam eden Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin Rusya tarafından yapılması olduğu ifade edilebilir. Sonuç olarak, Türkiye tarihsel olarak bir taraftan NATO’nun güvenlik şemsiyesinden faydalanırken, diğer taraftan da kendi ulusal çıkarlarını korumak adına zaman zaman NATO ile ters düşmektedir. Özetle Türkiye’nin dış politikasını NATO ile paralel olarak yürütmeye çalıştığı fakat ulusal çıkarları doğrultusunda gerektiğinde NATO’nun sorgulayan bir üyesi olduğu öne sürülebilir. This study examines the change in NATO’s security perception in the post-September 11 period and its effects on the security of the Republic of Turkey. First of all, the conceptual framework of security and security, which gained a wide dimension after 1990, was studied from the perspective of realism. Subsequently, the transformation of NATO in the same period and the changes in the perception of security were examined. Then, in order to make sense of the change in the security perception of the Republic of Turkey, first the Turkish security perception was examined historically, and then the decisions of the National Security Council and the Government Programs of the ruling party were examined in order to compare them. In the research, it has been understood that NATO constitutes an important pillar in the security architecture of the Republic of Turkey. However, it cannot be said that there is an agreement between NATO and the Republic of Turkey on all issues. It is seen that the Republic of Turkey has both geographical problems and historical problems taken from the Ottoman Empire, and it has made efforts to combat these problems without NATO support. At the forefront of these issues is the problem of terrorism, which is a national security problem, and separatism. Another entrenched problem is the Aegean and Mediterranean-based problems with Greece. Both problems have historical roots. Especially after the annexation of Crimea by Russia in 2014, Turkey has been developing a special bilateral relationship with Russia, which has again been seen as a threat by NATO. It can be said that the most important reasons for this are Russia's historically being in the same geography, Turkey's use of Russian airspace in its cross-border operations to the north of Syria, acqusition of Russian S-400 missiles, and Turkey's first Nuclear Power Plant, which is under construction in Mersin, is being built by Russia. In short, while Turkey benefits from NATO's security umbrella, it sometimes contradicts NATO in order to protect its own national interests. For example, Turkey did not support to the NATO membership of Sweden and Finland on the grounds that they supported terrorism. In summary, it can be said that Turkey is trying to carry out its foreign policy in parallel with NATO, but it is a questioning member of NATO in line with its national interests.Item 2001 sonrasından 2022'ye gelen süre içerisinde islamofobi'nin Almanya ve İngiltere'de gösterdiği değişiklik(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Uslu, Ahsen İrem; Mercan, Süleyman Sezginİslamofobi konusu oldukça derin bir havuzu oluşturmaktadır. Dolayısıyla geçmişten günümüze pek çok araştırmacının dikkatini çekerek bu alanda çeşitli çalışmaların (İslamofobi’nin değerlendirilmesi konusunda yapılan vaka analizleri, Batı medyasının kullandığı ırkçı söylemler, 11 Eylül Saldırısı sonucunda Batı’nın Müslümanlara karşı bakışı vb.) yapılmasına neden olmuştur. Fakat, bu araştırmayı diğer araştırmalardan özgün kılan nokta; Batı’nın İslam’a ve Müslümanlara karşı olan algısını anlamlandırmaya çalışmasıdır. Yani tek bir ülke seçip bunun üzerinden genel bir sonuca ulaşmak yerine İslamofobi konusunda eylemleri ve söylemleriyle ön plana çıkan Almanya ile bu alanda çok fazla kendini göstermeyen ama arkadan arkaya İslam karşıtı tutumunu devam ettiren İngiltere örnekleri üzerinden gidilecektir. Böylece, 11 Eylül 2001 ve sonrasından günümüze gelene kadar ki süreçte bu ülkelerin İslam karşıtı tutumlarında bir değişiklik olup olmadığını ve bunun sonucunda hangisinin bir diğerine göre İslamofobi konusunda daha fazla derinleşme yaşayıp yaşamadığı tespit edilmeye çalışılacaktır. Almanya ve İngiltere örnekleri üzerinden konuyu karşılaştırmalı bir şekilde ele almadan önce konunun alt yapısını oluşturmak için ilk olarak, İslamofobi’nin Batı nezdinde nasıl ele alınarak tanımlandığından ve onu besleyen unsurlardan (yabancı düşmanlığı, köktencilik vb.) bahsedilip sonrasında Avrupa’nın İslam’a karşı neden fobi geliştirdiği ve zaman içerisinde bu fobide bir değişiklik olup olmadığı ortaya koyulacaktır. Son bölümde de örnek iki ülke olarak seçilen Almanya ve İngiltere’yi İslamofobi konusunda verdikleri tepkileri anlamak bağlamında karşılaştırmalı bir şekilde ele alarak hem benzer ve farklı oldukları yönleri hem de 2001’den 2022 yılına kadar ki süreçte İslamofobi’ye karşı verdikleri tepkilerin değişiklik gösterip göstermediği açıklanacaktır. Bu noktada süreç analizini gerçekleştirebilmek için uluslararası ve ulusal nitelikteki kurum ve kuruluşların raporlarından, yerel üniversitelerin bu kapsamda hazırladıkları değerlendirmelerden, ulusal ve uluslararası haber kaynaklarından, Alman ve İngiliz medyasının İslam ve Müslümanlara karşı kullandığı söylemlerden yararlanılarak yukarıda belirtilen bu zaman aralığı içinde bir değişimin olup olmadığının ortaya konması amaçlanmıştır.The subject of Islamophobia creates a very deep pool. Therefore, it has attracted the attention of many researchers from the past to the present and has led to various studies such as case studies on the evaluation of Islamophobia, racist rhetoric used by the Western media, the West's view of Muslims as a result of the September 9/11 Attack, etc. in this field. However, the point that makes this research unique from other studies is; it is trying to make sense of the West's perception of Islam and people who have adopted this belief. In other words, instead of choosing a single country and reaching a general conclusion, it will be gone through the examples of Germany, which stands out with its actions and discourses on Islamophobia, and England, which does not show itself much in this area. Thus, it will be tried to determine whether there has been a change in the anti-Islamic attitudes of these countries in the process from and after September 11 2001, and as a result, whether one of them has experienced more deepening in Islamophobia than the other. Before discussing the subject in a comparative way through the examples of Germany and England, in order to create the infrastructure of the subject firstly, explaining how Islamophobia is handled and defined by the West and the factors that feed it (xenophobia, fundamentalism, etc.) will be discussed. Afterwards, it will be revealed why Europe has developed a phobia against Islam and whether there has been a change in this phobia over time. In the last chapter, By considering Germany and England, chosen as the two sample countries, in a comparative way in order to understand their reactions to Islamophobia, it will be explained both their similarities and differences and whether their reactions to Islamophobia have changed in the period from 2001 to 2022. At this point, so as to carry out the process analysis, the reports of international and national institutions and organizations, the evaluations prepared by local universities in this context, national and international news sources, from the discourses used by the German and British media against Islam and Muslims were benefitted. At the same time, it is aimed to reveal whether there has been a change in the Islamophobic perception of these countries over a 20-year period.Item AB - Batı Balkan Ülkeleri ilişkisi: istikrar ve ortaklık süreci(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2006) Tontu, Ela; Çınar, MenderesBu tez, AB’nin 26 Mayıs 1999 tarihinde olusturdugu stikrar ve Ortaklık Süreci dogrultusunda gelisen AB-Batı Balkan ülkeleri iliskisini incelemek amacıyla hazırlanmıstır. Bu konunun seçilmesinin nedeni, AB’nin yeni genisleme gündeminde Türkiye ile birlikte Batı Balkan ülkelerinin bulunması olmustur. Bu dogrultuda bu tez iki argümanı savunmustur. lk olarak, AB’nin Batı Balkan ülkeleri ile iliskilerini gelistirmesinin ve bu bölgeyi kendi içerisine entegre etmek istemesinin altında yatan temel güdünün, AB’nin güvenlik anlayısına dayandıgını belirtmektedir. kinci olarak ise, Batı Balkan ülkelerinin, basta Hırvatistan ve Makedonya olmak üzere, AB’ye üyeliklerinin, AB’nin kendi güvenliginin pekistirilmesi amacıyla, Türkiye’den önce kabul edilmesinin muhtemel gözüktügünü ifade etmektedir. Her iki argümanın AB’nin günümüzdeki güvenlik algılaması ile dogrudan iliskisi olması nedeniyle bu tez, güvenlik kuramlarını temel almıstır. Genel olarak bu çalısma, teorik çerçeve kapsamında, Soguk Savas ve özellikle 11 Eylül sonrasında tüm dünyada degisen güvenlik anlayısını incelemis, bununla baglantılı olarak bu degisen güvenlik anlayısı içerisinde AB’nin günümüzde sahip oldugu güvenlik algılamasını tasvir etmeye çalısmıstır. Bu dogrultuda öncelikli olarak Batı Balkan ülkelerinin ve daha sonra Türkiye’nin AB’nin güvenlik algılaması içerisindeki konumlarını açıklamaya çalısmıs ve bununla baglantılı olarak bu ülkelerin AB’ye üyelik süreçlerini incelemistir.Item Aftermath of brexit: Inequalities and the organic crisis in the uk(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Usta, Kemal; Mercan, Süleyman SezginThis thesis was written to examine the organic crisis in the UK with the Neo- Gramscian method. In this context, it is argued that the reasons and problems underlying the outcome of the Brexit referendum are still not resolved and that this constitutes an organic crisis indicator in the country. It is also thought that increasing inequalities and populist discourses played an important role in shaping the outcome of the referendum and that the roots of this organic crisis are based on historical, political and economic factors. This thesis has determined that there are few studies that use the Neo-Gramscian approach in analyzing Brexit and considers it important to investigate the referendum and the organic crisis in the UK within this theoretical framework. This thesis analyzes Brexit and the organic crisis over five main questions. These are: 1) Can the political and economic turmoil in the recent times in the UK classified as an organic crisis?; (2) If so, what is the state of hegemony and counter-hegemony in the UK?; (3) What are the main components of the organic crisis in the UK?; (4) Was the Brexit referendum the end of the organic crisis?; (5) If not, is the organic crisis still deepening? An organic crisis represents a profound and systemic crisis in a society involving economic, political, and cultural factors. In the case of the UK, the crisis is thought to have been driven by neoliberal policies that widened the gap between the working class and the elite and the resulting inequality. Additionally, the 2008 financial crisis exacerbated the crisis by intensifying inequality and fueling resentment among citizens, and this, combined with the rise of populism, may have affected the outcome of the Brexit referendum. This thesis adopts a comparative analysis method to examine the organic crisis in the UK before and after the Brexit referendum. Indicators of crisis components such as political and economic turmoil, hegemonic projects and ideologies, anti-hegemonic movements and income inequality and social polarization were analyzed through this method.Bu tez Birleşik Krallık’taki organik krizi Neo-Gramscici yöntem ile incelemek üzere yazılmıştır. Bu bağlamda, Brexit referandumunun sonucunun altında yatan nedenlerin ve sorunların hala çözülmediği ve bunun ülkede bir organik kriz göstergesi teşkil ettiği savunulmaktadır. Ayrıca, artan eşitsizliklerin ve popülist söylemlerin referandumun sonucunu şekillendirmede önemli bir rol oynadığı ve bu organik krizin köklerinin tarihsel, siyasi ve ekonomik faktörlere dayandığı düşünülmektedir. Bu tez, Brexit’i analiz etmede Neo-Gramscici yaklaşım kullanan çalışmaların az olduğunu tespit etmiş ve referandumun ile Birleşik Krallık’taki organik krizin bu teorik çerçeve içerisinde araştırılmasının önemli olduğunu savunmuştur. Bu tez beş ana soru üzerinden Brexit’i ve organik krizi analiz etmiştir. Bunlar: (1) İngiltere'de son zamanlarda yaşanan siyasi ve ekonomik çalkantılar organik bir kriz olarak sınıflandırılabilir mi? (2) Eğer öyleyse, Birleşik Krallık'ta hegemonya ve karşı hegemonya durumu nedir? (3) Birleşik Krallık'taki organik krizin ana bileşenleri nelerdir? (4) Brexit referandumu organik krizin sonu muydu? (5) Değilse, organik kriz hala derinleşiyor mu? Organik bir kriz, bir toplumda ekonomik, politik ve kültürel faktörleri kapsayan köklü ve sistemik bir krizi temsil eder. Birleşik Krallık örneğinde, kriz, işçi sınıfı ile seçkinler arasındaki uçurumu genişleten neoliberal politikalar ve bunun sonucunda ortaya çıkan eşitsizlik tarafından yönlendirildiği düşünülmektedir. Dahası, 2008 mali krizi, eşitsizliği yoğunlaştırarak ve vatandaşlar arasında kızgınlığı besleyerek krizi daha da kötüleştirmiş ve popülizmin yükselişiyle birleşen bu durum, Brexit referandumunun sonucunu etkilemiştir. Bu tez, Brexit referandumundan önce ve sonra İngiltere'deki organik krizi incelemek için karşılaştırmalı bir analiz yöntemini benimsemiştir. Siyasi ve ekonomik kargaşa, hegemonik projeler ve ideolojiler, hegemonya karşıtı hareketler ve gelir eşitsizliği ve toplumsal kutuplaşma gibi kriz bileşenlerine ilişkin göstergeler bu metot üzerinden analiz edilmiştir.Item Artificial intelligence in the context of defense industry: the comparative study on russian and the us national ai strategies(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2022) Khaipnazarova, Milavsha; Karadağ, HalukEvery state has to provide its own security since there is no higher authority to apply in the international system. This upper authority gap constitutes the anarchy of states that tend to solve the perceived problems on their own. In this environment of anarchy, states have made many new initiatives to ensure their safety and to maintain their existence. In the 21st century, with the development of technology, states have increased their investments in the defense industry against the elements that threaten their security. In this study, Russian and American national strategies on AI will be analyzed to determine the potential of Russia in AI-integrated defense industry. The study was limited to analyze AI national strategies of the USA and Russia. Due to the fact that China is an important international actor in the artificial intelligence competition, a general assessment will be made of it, but this will be excluded from the scope of the study. Furthermore, this research gives an overview on the capacity of Russia in AI-integrated defense industry and explains aspirations of Russia to be a leading state in the international arena in this field.Item Avrupa Anayasasının oluşumu: kavramlar ve problem alanları(Başkent Üniversitesi Avrupa Biriliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2005) Okmen, Muzaffer Tayfun; Yıldız, AhmetAvrupa Birligi için bir anayasa olusturulması süreci, iç ve dıs dinamiklere baglı gelisen bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıstır. Birinci bölümde, anayasanın ne anlama geldigi ve mantıgının ne oldugu tanımlanmakta ve AB’nin neden bir anayasaya ihtiyaç duydugu ortaya konulmaktadır. Avrupa Birligi’nin tarihsel gelisimi ve entegrasyonu süreci çerçevesinde, AB anayasacılıgının nasıl bir seyir izledigi ele alınarak günümüzde AB anayasacılık anlayısı üzerine hakim mevcut iki yaklasım irdelenmektedir. Bunlar, federal ve konfederal bütünlesmeyi öngören yaklasımlardır. 3kinci bölümde AB entegrasyonu ve buna baglı anayasallasma süreci içerisinde nasıl bir politik yapılanmanın öngörüldügünü anlatmaktadır. AB entegrasyonu ve AB Anayasası arasındaki bag incelendiginde, siyasal liberalizmin anayasacılıga yaptıgı etki dogrultusunda bir Anayasa iskeletinin ortaya çıktıgı anlasılmaktadır. Bu normların çevresinde yapılanan kimlik, kamuoyu ve vatandaslık olguları, AB anayasasının kurumsallasma zorunluluk ve yöntem esaslarını belirlemektedir. Son bölümde, Anayasallasma sürecinin pratigi ortaya konulmaktadır. Üzerinde tartısılan felsefe, norm, düsünce tarzı, ihtiyaç ve önerilerin sonucunda, nasıl bir anayasa metni yazıldıgı anlatılmaktadır. Söz konusu baglamda Nice ve Laeken Zirveleri, Avrupa’nın gelecegine iliskin bildiri, Hükümetlerarası Konferanslar, Kurultay çalısmaları, ülkelerin yaklasımları ve son olarak da Anayasal Antlasma’nın bazı hükümlerin genel degerlendirmesi ile ülkeler bazında onama süreçleri de ele alınmıstır. Chartering process of a constitution for the European Union emerges as a necessity based upon both interior and exterior dynamics. In the first chapter, the question why the EU needs a constitution is addressed. The development of EU constitutionalism is explained within the context of the historical developments and integration processes. Today, there are mainly two different approaches to constitutional integration: federal and confederal. In the second Chapter, EU integration and the construction of the European constitutionalism, which is contingent upon the integration process, is discussed. As the link between the EU constitutionalism and the EU integration is evaluated, it is possible to see that the outline of the constitution is greatly affected by political liberalism. Phenomena such as identity, public opinion and citizenship are the founding principles of the necessities and the procedures of EU constitutional institutionalism. In the last chapter, practice of constitutionalism is explained. Characteristics of the final constitutional text, is determined by necessities that informed the constitutionalism. Summits of Nice and Laeken, Declaration for the Future of Europe, Intergovernmental Conferences, Convention sessions and national approaches are elaborated in this context. Lastly, evaluations of main provisions of the constitution and ratification processes by the participant nation states are explored.Item Avrupa Birliği - Türkiye ilişkilerini iklim ve Avrupa yeşik mutabakatı üzerinden okumak(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Kıymaz, Gaye Gizem; Dizdaroğlu, Cihanİklim krizi 1990’lı yıllardan itibaren küresel bir sorun haline gelerek Avrupa Birliği’nin (AB) de gündeminde önemli bir yer tutmaya başlamıştır. Bu çerçevede AB, iklim kriziyle mücadelede öncü bir rol oynayarak, AB ekonomisinin çevresel olarak sürdürülebilir olmasını sağlayacak kapsamlı bir politika paketi olan Avrupa Yeşil Mutabakatı’nı 11 Aralık 2019’da kabul etmiştir. Türkiye-AB ilişkileri başlangıçtan itibaren inişli çıkışlı bir yapı göstermektedir ve ikili arasındaki köklü ilişkiler nedeniyle Türkiye iklim krizi ve Avrupa Yeşil Mutabakatı gibi gelişmelerden de doğrudan etkilenmektedir. Her ne kadar Türkiye-AB ilişkileri son yıllarda durma noktasında olsa da taraflar 2012’den beri pozitif gündem çerçevesinde ikili ilişkilerin güçlenmesine çalışmaktadır. Bu kapsamda, vize serbestisi, göç, enerji gibi konular pozitif gündem başlığı altında değerlendirilmiş fakat hiçbiri Türkiye-AB ilişkilerinde pozitif gündem yaratmada uzun ömürlü bir etkiye sahip olamamıştır. Literatürde, Avrupa Yeşil Mutabakatı ve iklim krizinin uzun bir aradan sonra Türkiye-AB ilişkileri üzerindeki olumlu etkisine odaklanan çalışmalar görebilmek mümkündür. Bu yüksek lisans tezi de Türkiye-AB ilişkilerini iklim krizi ve Avrupa Yeşil Mutabakatı çerçevesinde değerlendirmeyi ve söz konusu gündemlerin ikili arasındaki ilişkilerin iyileşmesine bir etkiye sahip olup olmadığını araştırmayı hedeflemektedir. The climate crisis has become a global issıe since the 1990s and has begun to occupy an important place in the agenda of the EU. In this framework, the EU has played a forerunner role in this issue by adopting a comprehensive political package on 11 December 2019 entitled European Green Deal, which will pave the way for environmental sustainability of European economy. The relationship between Turkey and the EU dominated by ups and downs since the beginning, and Turkey has also directly affected by the developments of climate crisis and European Green Deal due to the deep ties between the two. Although the Turkey-EU relations has been standstill for a while, the parties have tried to strengthening the relationship within the framework of positive agenda since 2012. In this context, the issues such as visa liberalization, migration and energy are evaluated under the positive agenda, none of them create a long-term effect in Turkey-EU relations. It is possible to see several studies in the literature that focus on the positive aspect of the European Green Deal and climate crisis on Turkey-EU relations following a long hiatus. This master thesis also aims to evaluate the Turkey-EU relationship within the framework of the climate crisis and European Green Deal and to investigate whether these agendas will have any potential to mend ties between the two.Item Avrupa Birliği 2004 genişlemesinin kobiler üzerindeki olası ekonomik etkileri(Başkent Üniversitesi Avrupa Biriliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2006) Yonar, Özlem; Çınar, MenderesBu tezde Avrupa Birliği 2004 genişlemesinin Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler (KOBİ) üzerindeki olası ekonomik etkileri konusu işlenmiştir. Avrupa Birliği 1 Mayıs 2004’te tarihindeki en büyük ve en zorlu genişlemesini gerçekleştirmiştir. Avrupa Birliği, 2004 Genişlemesini planlarken Avrupa kıtasının bölünmüşlüğüne son vermeyi ve Orta ve Doğu Avrupa Ülkelerinin demokrasi ve serbest piyasa ekonomisine geçmesini sağlayarak istikrarsızlığa yol açabilecek tüm unsurların engellenmesini amaçlamıştır. Dünyada tüm ülkeler KOBİ’lerin öneminin farkına varmıştır ve gün geçtikçe ekonomideki önemleri de artmaktadır. Çünkü KOBİ bir ülkeye istihdam yaratma, bölgesel kalkınma ve yerel kalkınma gibi hem ekonomik hemde sosyal yönden oldukça önemli getirileri vardır. Avrupa Birliği genişlemesinin ekonomik etkileri ele alınırken ekonomilerin vazgeçilmez unsurlarından biri olan, KOBİ’lerin bu genişlemelerden nasıl etkilendiğinin incelenmesi kanımızca oldukça doğru olacaktır. Sonuç olarak, KOBİ’lerin ekonomideki etkisi yadsınamaz şekilde ortadadır. Bu tez çerçevesinde 2004 genişlemesinin KOBİ’ler üzerindeki ekonomik etkileri analiz edilecektir.Item Avrupa Birliği eğitim politikasının öncelikleri: kavramsal bir analiz(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2007) Sungur, Derya; Çınar, MenderesBu çalısmanın amacı, AB egitim politikasının önceliklerini bazı analitik araçlar yardımıyla tartısmaktır. Modern toplumlarda egitimin ekonomik, toplumsal ve siyasi-ideolojik olmak üzere üç temel islevi oldugu ve bu islevlerin Ernest Gellner’in de isaret ettigi gibi milliyetçilik ideolojisiyle ilgili oldugu söylenebilir. Sanayi Devrimi sonucu toplumsal yapıdaki degisim, egitimin islevlerindeki degisiklige de yansımıstır. Modern egitim, modern toplumun ihtiyaçlarına cevap verir ve bu ihtiyaçlardan biri de ortak kimliktir. AB’de entegrasyon sürecini açıklamak için yola çıkan neo-fonksiyonalist yaklasım da egitim politikalarını AB bütünlesmesinin bir türevi olarak görür. Bu baglamda, çalısmada yapılan tartısma üç asamadan olusmaktadır. Çalısmanın ilk bölümünde modern toplumlarda egitimin islevleri incelenecek ve AB’de egitim politikasının bu islevlerle anlasılabilirligi tartısılacaktır. ikinci asamada AB’de egitim alanında ‘politika olusturma’ ve ‘politika uygulama’ düzeyleri arasındaki farklılıklardan ve egitim politikasındaki önceliklerden bahsedilecektir. Tartısmanın son bölümünde ise, ulus-devlet düzeyinde standart bir egitim politikası olusturma ve uygulamanın ortak bir kimlik duygusuna yol açacagı tezinden hareketle Gellner’ci ve neo-fonksiyonalist yaklasımların AB düzeyinde geçerli olup olmadıgı tartısılacaktır.Item Avrupa Birliği ekonomi güvenliği: tehdit algısı inşa sürecinde bir kuşak bir yol girişimi(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2022) Demiroğlu, Oğulcan; Karadağ, HalukBu çalışma, Çin’in modern ipek yolu projesi olarak nitelendirilen Bir Kuşak Bir Yol Girişimi’ne karşı Avrupa Birliği’nin yeterli düzeyde aksiyon alıp alamadığını ve literatürde önemli bir kavram olan ekonomi güvenliği kavramı çerçevesinde Girişimin Avrupa Birliği üzerinde tehdit algısı oluşturup oluşturmadığını tartışmaktadır. Çalışmanın ilk bölümünde ekonomi güvenliği kavramı ve neoliberal kuram bağlamında AB ekonomi politiğinin değerlendirilmesi yapılmaktadır. Bölüm iki ve üç çalışmanın ana hedefini oluşturan bölümlerdir. İkinci bölüm, AB ve Çin’in ekonomik ilişkilerine açıklık kazandırılan ve devamında Kuşak-Yol Girişimine odaklanılan bölümdür. Üçüncü bölüm ise Avrupa Birliği’nin, Kuşak-Yol Girişimine karşı tehdit algısı inşa sürecini ortaya koymayı hedefler. Bu bölümde hem bir blok olarak AB’yi ele alırken hem de daha geniş anlamda ayrıntılı bir bakış açısı sunmak için Avrupa Birliği üye ülkeleri farklı gruplara ayrılarak incelenmiştir. Çalışmanın Sonuç kısmında ortaya konulan tüm bulgu ve yorumlar çerçevesinde toparlayıcı ve bütünlük oluşturacak bir tartışma yapılarak “AB’nin Kuşak -Yol Girişimi’ne karşı aldığı önlemler yeterli midir?” sorusuna cevap aranmıştır. Böylece Avrupa Birliği üyesi ülkelerin Birlik ve ulusal çıkarları için ürettiği ekonomik güvenlik politikalarının Bir Kuşak Bir Yol Girişimi’nin tamamlanması durumunda ortaya çıkabilecek olası etkileri karşılamaya yeterli olup olmadığı hususuna açıklık getirilmiştir. This study discusses whether the European Union has taken sufficient action against the One Belt One Road Initiative, also described as China’s modern silk road project, and whether the Initiative creates a threat perception on the European Union within the framework of the important concept of economic security. In the first part of the study, the EU’s political economy is evaluated in the context of the notion of economic security and neoliberal theory. Part two and three comprise study’s main objectives. The second part clarifies the economic relations of the EU and China and focuses on the Belt-Road Initiative. The third part aims to reveal the threat perception process of the European Union against the Belt-Road Initiative. In this part, along with discussing EU as a block, the member nations of the European Union are examined by dividing them into different groups in order to provide a broader, detailed perspective. In the conclusion part of the study, a comprehensive and integrated discussion is made within the framework of all the findings and comments, and the answer to the question “Are the measures taken by the EU against the Belt-Road Initiative sufficient?” is searched for. Thus, it has been clarified that whether the economic security policies produced by the European Union member nations for the union and national interests are sufficient to meet the possible effects that may arise in the event of the completion of the One Belt One Road Initiative.Item Avrupa Birliği Geçici Koruma Yönergesi: Suriye ve Ukrayna’dan alınan dersler(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2025) Sert Önder, GökçenThe primary objective of this thesis is to examine the emergence of the temporary protection framework within the broader international protection regime and to assess its effectiveness as an emergency mechanism in responding to large-scale displacement. Specifically, the thesis explores whether temporary protection offers a valuable and practical solution for providing immediate protection to displaced individuals during humanitarian crises. To this end, the study critically analyzes the evolution of the international protection system and the development of the European Union’s migration and asylum policies, with the aim of identifying the underlying factors that necessitated the adoption of temporary protection directive. The thesis also seeks to highlight the legal, political, and institutional dynamics that have shaped these frameworks and to evaluate the operational challenges faced during this phase. Although the Temporary Protection Directive was introduced in the EU to provide swift and collective responses during mass influx situations—where national asylum systems are overwhelmed by the volume of individual applications—it remained inactive during the 2015 Syrian refugee crisis. By contrast, the TPD was activated in response to the Ukrainian refugee crisis in 2022. This study investigates the reasons for the non-implementation of the directive in 2015 and the motivations behind its activation in 2022, employing European integration theories to analyze the political and institutional factors influencing these divergent responses.Bu tezin temel amacı, geçici koruma çerçevesinin uluslararası koruma rejimi içerisindeki ortaya çıkışını incelemek ve büyük ölçekli yerinden edilmeler karşısında acil bir müdahale mekanizması olarak etkinliğini değerlendirmektir. Özellikle, geçici korumanın, insani krizler sırasında yerinden edilen bireylere doğrudan koruma sağlamak açısından değerli ve uygulanabilir bir çözüm sunup sunmadığı araştırılmaktadır. Bu doğrultuda, uluslararası koruma sisteminin evrimi ile Avrupa Birliği’nin göç ve iltica politikaları ele alınarak, geçici koruma direktifinin benimsenmesine neden olan temel dinamikler ortaya konulmaya çalışılmıştır. Tez ayrıca, bu çerçeveleri şekillendiren hukuki, siyasi ve kurumsal süreçleri incelemekte ve bu süreçlerde karşılaşılan zorlukları değerlendirmektedir. Geçici Koruma Direktifi (GKD), bireysel iltica başvurularının sayıca fazla olduğu ve üye devletlerin bu süreçleri yönetmekte zorlandığı kriz anlarında hızlı ve ortak bir yanıt geliştirmek amacıyla AB düzeyinde kabul edilmiş olsa da, 2015 yılındaki Suriye mülteci krizi sırasında yürürlüğe konulmamıştır. Buna karşılık, 2022 yılında Ukrayna mülteci kriziyle birlikte GKD ilk kez hayata geçirilmiştir. Bu çalışma, direktifin 2015 yılında neden uygulanmadığını ve 2022’de hangi siyasi ve kurumsal nedenlerle yürürlüğe konulduğunu Avrupa bütünleşme kuramlarından da yararlanarak ortaya koymaya çalışmıştır.Item Avrupa Birliği güvenlik ve terör(Başkent Üniversitesi Avrupa Biriliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2015) Şahinoğlu, Sinem; Çağlar, AliBu çalışmanın amacı Avrupa Birliği’nde terör, terörizm ve güvenliğin araştırılmasıdır. Terörizm, tüm dünyayı şiddet ve korku yayarak tehdit eden bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Dünyanın büyük bir bölümünde olduğu gibi, Avrupa Birliği de bu tehdit unsuru ile savunma ve güvenlik politikaları oluşturarak başa çıkma yoluna gitmiştir. Jean Monnet ve Robert Schuman tarafından Konfederal bir Avrupa fikrinin ortaya atılmasından günümüze kadar Avrupa Birliği önce ekonomik, daha sonra ise siyasal bir yapı oluşturmaya çalışmıştır. Siyasal yapı içerisinde Avrupa içerisinde oluşturulmuş, Birliğin güvenliğini sağlayabilecek kuruluşlara gereksinim duyulmuştur. Güvenlik ve savunma çalışmaları, Avrupa Ordusu fikrinin hayata geçirilmesini takiben başlamış, Avrupa Savunma Topluluğu ve Batı Avrupa Birliği düşünceleri ile gelişmiştir. Avrupa sınırları içerisinde teşkilatlı bir bütünlük sağlanamaması nedeniyle savunma fikrini politika olarak benimseme yoluna gidilmiş ve bu amaçla çalışmalar yapılmıştır. Terörizm, tüm devletler, etnik yapılar ve toplumun tamamını tehdit eden çok önemli bir sorundur. Avrupa Birliği gibi hem nitelik hem de nicelik açısından giderek genişleyen bir yapının terörle mücadele konusunda sınırlayıcı tedbirler alması gerekmektedir. Uzun süredir söz konusu olan sınırların olmaması durumu ve serbest dolaşımın rahatça yapılması terörizmi tetikleyen unsurlar olmakla birlikte, Avrupa Birliği 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika Birleşik Devletlerin’de yaşanan terörist eylemler ile birlikte terörle mücadele politikalarına önem vermiş, bu konudaki girişimlerini olması gerektiği düzeye taşımak için çalışmalarına başlamıştır. The main aim of this study is to investigate terror, terrorism and security in the European Union. Terrorism appears as a problem that threatens the whole world by spreading violence and fear. Like in most of the world, European Union tries to cope wıth this threatening factor by constituting defence and security policies. The idea of a Confederal Europe was put forward by Jean Monnet and Robert Schuman in the 1960s. Since then Europe has completed it’s economic integration to the track of political integration. European political integration requires institutions that could provide security. Defence and security actions started with the idea of European Army, developed with European Defence Community and Western European Union. Because an organized totality could not be established inside European borders, the idea of defence policy was adopted in principle and action was taken. Terrorism is a very important issue that threatens all states, ethnic origins and whole of the community. A structure, that gradually widens both in quality and quantity like European Union, should take exact measures in combatting terrorism. With open borders and free circulation of people being the issues that trigger terrorism, European Union has given importance to policies of combatting terrorism only after September 11th, 2001 and has been trying to take the action up to the level where they should be.Item Avrupa Birliği kültür politikaları'nın Avrupa kimliği üzerine etkileri(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2007) Tolunay, Selin; Demirağ, YeldaBu çalışmada Avrupa Birliği kültür politikalarının Avrupa kimliği üzerine etkileri incelenmiştir. İlk bölümde çalışmanın amacı ve içeriği belirlenmiş, konunun hangi aşamalar ile ele alınacağı özetlenmiştir. Çalışma beş bölümden oluşmaktadır. İkinci bölümde kavramsal açıklamalar yer almıştır. Ulus, ulus devlet, kültür ve kimlik kavramlarının incelendiği bu bölümde ayrıca Avrupa kimliğine de değinilmiştir. Avrupa kimliğinin tarihsel gelişim süreci ele alınmıştır. Üçüncü bölümde Avrupa Birliği kültür politikalarının ortaya çıkışı ve Avrupa Birliği kültür politikaları sürecinin Avrupa kimliği üzerine etkilerinin dönemsel olarak gelişimi ortaya koyulmuştur. Üçüncü bölüm, anlaşmalarda ve araştırmalarda yer alan kültür politikaları ve Avrupa kimliği olmak üzere iki ayrı alt bölüm olarak ele alınmıştır. Dördüncü bölümde ise Avrupa Birliği kültür politikalarının Türkiye’ye yansımaları incelenmiştir. Avrupa Birliği’ne aday ülke konumunda olan Türkiye’nin kültür bağlamında Avrupa Birliği’ne uyumu tartışılmıştır. Sonuç bölümünde, yapılan incelemeler sonucunda Avrupa Birliği kültür politikalarının Avrupa kimliği yaratmada ve oluşmaya başlamış olan Avrupa kimliğini güçlendirmede nasıl ve ne derece etkili olduğu ortaya koyulmaya çalışılmıştır.Item "Avrupa güvenliğinde Türkiye'nin değişken konumu: AGSP ve Türkiye"(Başkent Üniversitesi Avrupa Biriliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2008) Olkaç, Pınar; Demirtaş Coşkun, BirgülBu tez, Avrupa Birligi’nin bir süreden beri gelistirmeye çalıstıgı Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimligi ve Politikası içerisinde Türkiye’nin yerini ve önemini analiz etmek amacıyla hazırlanmıstır. Bu çalısmada AGSP ve Türkiye baglamındaki iliskiler Karl Deutsch’un “güvenlik toplulugu” kavramı çerçevesinde ele alınırken; iliskilerin bu kavram kapsamında geçmisten günümüze kadar ne çesit bir yapıda ilerledigi de sorgulanmıstır. Bu konunun seçilmesinin temel nedeni, Avrupa Toplulugu ve daha sonrasında Avrupa Birligi ile Türkiye arasında gelisen siyasi ve ekonomik iliskilere ragmen; Soguk Savas sonrasında güvenlik isbirliginde yasanan gerilemenin hangi nedenlerden kaynaklandıgını ortaya çıkarmaktır. Bu baglamda, iki taraf arasında yasanan güvenlik iliskilerinin neden sorunlu bir hal aldıgı sorgulanırken; AB ile Türkiye’nin hangi süreçlerde hangi etkenlerden dolayı güvenlik toplulugu iliskisi olusturdukları ya da olusturamadıkları da ele alınmıstır. Bu kapsamda tez içerisinde iki argüman üzerinde önemle durulmustur. Birincisi, Soguk Savas sürecinde NATO çerçevesinde Avrupa ile Türkiye arasında ortak tehdit unsuru olan SSCB tehlikesinden dolayı, enstrümental bir boyutta da olsa güvenlik toplulugu iliskisinin gelistirildigidir. İkincisi ise; Soguk Savas sonrası AB ile Türkiye arasında farklılasan güvenlik algılamaları ve kültürlerinin de etkisiyle, güvenlik toplulugu iliskisinin mevcut konjonktürde mümkün gözükmedigidir. Bunun yanı sıra, özellikle Soguk Savas ve 11 Eylül sonrası degisen dünya sartlarının da etkisiyle gelisen yeni güvenlik anlayısları üzerinde de durulmaktadır. This thesis is prepared to analyse Turkey’s position and importance in European Security and Defence Identity and Policy which European Union tries to develop for some time. In this study, the relations between the European Union and Turkey are discussed in the framework of “security community” concept of Karl Deutsch. It is also examined within this context in which type of structure the relations have developed from past to present. The fundamental reason for choosing this subject is to analyse the reasons for the worsening of the security relations after the Cold War, despite the improving political and economic relations between the European Community -European Union- and Turkey. In this context, it is examined why the security relations between the two parties became problematic and in which processes and through which factors EU and Turkey were able or not able to establish a security community. This study has two main arguments: firstly, because of the common threat factor -the USSR- in the Cold War period, even it was in an instrumental dimension, a security community was developed between NATO and Turkey. Secondly, with the effects of differing security perceptions and cultures between the EU and Turkey after the Cold War, maintaining the security community became impossible. Moreover, the study examines new security conceptions developed as a result of the changing global conditions, for example the end of the Cold War era and attacks of 9/11.Item Ekonomilerin güvenlikleştirilmesi ve blokzinciri uygulamalarının söylem analizi bakımından analizi: ABD hükümet politikasi örnekleri(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2024) Çerçi, Abdullah AlperenKüreselleşme ile ülkeler arasındaki ekonomik bağımlılık artmıştır. Bununla birlikte uluslararası para politikaları ve piyasa gözlemleme mekanizmaları dalgalı kur sistemi esasında iş birliği eksikliği yaşamaktadır. Bu eksikliğin en belirgin göstergesi 2008 yılında yaşanan küresel ekonomik krizde görülmektedir. Amerika Birleşik Devletleri konup piyasalarındaki türev ürünlerde yaşanan ödeme sıkıntıları küresel ölçekte resesyona sebebiyet vermiştir. Krizi önlemek veya etkilerini azaltmakla görevli uluslararası kuruluşlar pek çok çevre açısından görevlerini yerine getirememiştir. 2008 ile devam eden yıllarda blokzincir teknolojisi temelinde dağıtık mimaride borç kayıtlarının saklaması fikri Satoshi Nakamoto mahlasıyla kişi veya kişilerce internet üzerinden yayınlanmıştır. Kredi derecelendirme kuruluşlarından bankalara ve diğer finansal çevrelerin mevcut merkezi borç kayıtlarına dayanan parasal sistemi kötüye kullanması böyle bir alternatifin üretilmesinde etkilidir. Blokzincir teknolojisinin hem değiştokuş aracı hem de devam eden süreçte akıllı sözleşmelerle pek çok farklı alanda kullanılabilirliğini göstermiştir. En çok bilinen örnekleriyle Bitcoin ve Etereum internet üzerinden alım satımı ile günümüze kadar uzanan kripto para örnekleridir. Her ne kadar gerek kripto piyasaları açısından yüksek volatilitenin oluşu gerekse halen hukuki manada düzenlenmemiş alanların oluşu bu inovasyona karşı pozitif ve negatif görüşlerin oluşmasını beraberinde getirmiştir. Öyle halen ABD Kongresi kripto yasalarını destekleyenler ve yasaklama yanlıları olarak neredeyse ikiye bölünmüş vaziyettedir. ABD’de piyasaları gözlemlemek ve korumak amacıyla kurulmuş pek çok devlet kurumu bulunmakla birlikte söz konusu teknolojik inovasyonun ortaya çıkışıyla birlikte her kurum kendi çalışma alanında farklı raporlar, basın bildirileri veya konferanslar oraya koymuştur. Söz konusu halka açık bu belgelerin zaman yaygın şekilde toplanıp kelime analizi yöntemiyle kurumların bu husustaki genel kanısı araştırılmıştır.Globalization has increased the economic dependency between countries. However, international monetary policies and market monitoring mechanisms are experiencing a lack of cooperation on the basis of the floating exchange rate system. The most obvious indicator of this deficiency is seen in the global economic crisis experienced in 2008. Payment problems experienced in derivative products in the United States domestic markets caused a global recession. International organizations responsible for preventing the crisis or reducing its effects have failed to fulfill their duties in many circles. In the years following 2008, the idea of storing debt records in a distributed architecture based on blockchain technology was published on the internet by a person or persons under the pseudonym of Satoshi Nakamoto. The abuse of the monetary system based on existing centralized debt records by credit rating agencies, banks and other financial circles is effective in the production of such an alternative. Blockchain technology has shown its usability in many different areas both as a medium of exchange and in the ongoing process with smart contracts. The most well-known examples are Bitcoin and Ethereum, which are examples of cryptocurrencies that have survived to the present day with their purchase and sale over the internet. Although the high volatility in crypto markets and the fact that there are still areas that are not legally regulated have brought about the formation of positive and negative views towards this innovation. As such, the US Congress is almost divided into two, those who support crypto laws and those who support the ban. Although there are many government agencies established in the US to monitor and protect the markets, each institution has put out different reports, press releases or conferences in their own fields of work with the emergence of this technological innovation. These publicly available documents were collected over time and the general opinion of the institutions on this issue was investigated by word analysis.Item The polar silk road and Its impacts on economic security of China(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Toprak, ÖzgürIn January 2018, People’s Republic of China (hereinafter referred to as “China”) State Council Information Office released a White Paper titled, “China’s Arctic Policy” (See Appendix 1). In the Arctic White Paper, China formally announced itself as a ‘Near-Arctic State’ and explained its aims in the Arctic. The Arctic White Paper introduced the ‘Polar Silk Road’ concept, which refers to China’s ambitious plans to develop shipping lanes through the Arctic that would reduce shipping times and costs for trade between Asia and Europe. This would likely positively affect China’s economic security by providing a faster and more reliable trade route, potentially reducing their dependence on the more congested and politically unstable shipping lanes through the South China Sea and the Suez Canal. The Arctic White Paper also indicated that China is not only aiming to leverage the shorter passage to Europe by the Polar Silk Road but also to do scientific research, explore natural resources, and implement governance in the Arctic region. This thesis concludes that although leveraging the Polar Silk Road will have significant positive effects on Chinese economic security; it will also present some serious risks such as governance issues in the Arctic, and international power conflict which may lead to political backlash and economic sanctions. Each of the advantages and risks has been examined and evaluated from the Copenhagen School perspective with an aim to predict how leveraging the ‘Polar Silk Road’ will impact the economic security of China. Ocak 2018’de Çin Halk Cumhuriyeti (bundan sonra “Çin” olarak anılacaktır) Devlet Konseyi Enformasyon Ofisi “Çin’in Arktik Politikası” başlıklı bir resmi rapor yayınladı (Bkz. Ek 1). Raporda kendisini resmi olarak “Arktik Yakını Devlet” olarak ilan eden Çin, Kuzey Kutbu stratejilerini paylaşmaktadır. Rapor, Çin’in Kuşak Yol Projesi kapsamında Asya ile Avrupa arasındaki nakliye süresini ve maliyetini azaltacak olan “Kutup İpek Yolu” konseptini tanıtıyor. Ekonomisi büyük ölçüde uluslararası ticarete dayanan Çin, Kutup İpek Yolu sayesinde hem daha hızlı ve güvenilir, hem de büyük ölçüde Batı’nın kontrolünde olmayan bir uluslararası ticaret yoluna sahip olmayı hedeflemektedir. Kutup İpek Yolu halihazırda kullanılmakta olan Güney Çin Denizi, Malakka Boğazı ve Süveyş Kanalı gibi trafiğin yoğun olduğu ve gerek siyasi açıdan gerekse güvenlik açısından ciddi aksaklıkların olabildiği istikrarsız nakliye yollarına nazaran iyi bir alternatif olarak görülmektedir. Bununla beraber rapora göre Çin, Kutup İpek Yolu’nu sadece uluslararası ticaret yolu olarak kullanmakla kalmayıp, Kuzey Kutbu bölgesinde bilimsel araştırma yapmayı, doğal kaynakları keşfetmeyi ve bölgede kontrol sahibi olmayı amaçladığı da belirtilmektedir. Bu tez, Kutup İpek Yolu’ndan yararlanmanın Çin’in ekonomik güvenliği üzerinde göstereceği etkileri incelemektedir. Daha kısa bir ticaret yolunun elbette ekonomik güvenlik üzerinde olumlu etkileri olacağı beklenir. Öte yandan Çin kutup ülkesi olmayıp Arktik Konseyi üyesi de değildir. Dolayısıla doğal kaynaklarla dolu Kuzey Kutbu’nda keşif yapması bölgede hak sahibi olan Arktik Konseyi üyesi ülkelerde gerilime neden olacaktır. Ayrıca Kutup İpek Yolu’nun aktif olarak kullanılması ile Çin ekonomisin daha hızlı büyüyerek ABD ekonomisini yakalama ve geçme olasılığı da artacaktır. Bu nedenlerle Kutup İpek Yolu Çin’in ekonomik güvenliğini geliştirecek ve düşük maliyetlerle küresel ekonomiye de katkıda bulunacak alternatif bir uluslararası ticaret yolu olabileceği gibi; ABD, Çin ve Rusya gibi süper güçlerin karşı karşıya gelebileceği bir çatışma alanına da dönüşebilecek potansiyele sahiptir. Bu tezde sözkonusu olasılıklar Kopenhag Ekolü perspektifinden ele alınarak incelenip Kutup İpek Yolu’nun Çin’in ekonomik güvenliği üzerindeki olası etkileri değerlendirilmektedir.Item Türkiye’s renewable energy policies during the justice and development party era (2002-2024): An assessment of wind and solar energy policies(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2025) Canbolat, Ufuk BurakRenewable energy sources have become increasingly important, particularly solar and wind in the years following the beginning of the 2000s. Green energy sources are particular significant as the effects of global warming and the climate crisis, caused by the use of fossil fuels, are being felt more and more. The main aim of this thesis is to focus on Türkiye-European Union relations in terms of energy. More specifically, the thesis aims to analyse Türkiye's renewable energy electricity generation policies and their impact on the process of integration with the European Union. It is argued in the literature that Türkiye has had varying levels of success with renewable energy and the EU harmonisation process. However, it is generally accepted that solar and wind energy, in particular, have become more widespread in Türkiye and the European Union compared to other energy types, and that these forms play an important role in energy production from renewable energy sources. This thesis investigates the role and impact of renewable energy policies in Türkiye's electricity sector, as well as considering privatisation policies, efforts to increase the share of renewable energy in Türkiye's power generation, and also the impact of this process on the country's European Union integration and accession. Examining the link between privatisation policies and efforts to increase the share of renewable energy in Türkiye's energy production is made possible through document analysis. Privatisation is seen as a key element in the significant steps Türkiye has taken in the area of incentive policies, especially since 2010. The findings of the study show that the country's electricity generation from renewable energy increased after the implementation of YEKA (Renewable Energy Resource Area) and YEKDEM (Renewable Energy Resources Support Mechanism), and that there is no relationship between privatisation and renewable energy Despite these successes, it is important to note that the country is still lagging behind expectations in terms of electricity generation from renewable energy sources. In the privatisation process in Türkiye, the government has been close to certain companies in the YEKA and YEKDEM incentives created by the government, and this closeness has leads to irregularities in these incentive programs as such government favored companies tend to win tenders. These incentive tenders held by the government represent unsuccessful project management as the winning companies sell the tender. In other words, the installed capacity is seen numerically but does not represent a contribution to the actual energy power production of the country. Yenilenebilir enerji kaynakları özellikle 2000’li yılların başından itibaren güneş ve rüzgâr enerjisi olmak üzere, giderek daha önemli hâle gelmiştir. Fosil yakıtların kullanımı küresel ısınma ve iklim krizine sebebiyet vermesi sebebiyle ve küresel iklim krizinin etkileri giderek daha da hissedilmeye başladıktan sonra yeşil enerji kaynaklarının anlam ve önemi bir kez daha önem kazanmıştır. Bu tez çalışmasının temel amacı, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine enerji boyutu üzerinden odaklanmayı amaçlamaktadır. Daha özel olarak, tezin amacı Türkiye’nin yenilenebilir enerji üzerinden elektrik üretim politikalarını ve bu politikaların Avrupa Birliği entegrasyon sürecine etkisini incelemektir. Literatürde, Türkiye'nin yenilenebilir enerji alanında attığı adımlar özelinde ve AB uyum süreci kapsamında yeterlilik düzeyinin farklılaştığı öne sürülmektedir. Fakat, özellikle güneş ve rüzgâr enerjisi kapsamında Türkiye ve Avrupa Birliği genelinde diğer enerji türlerine nazaran daha yaygınlaştığı ve yenilenebilir enerji kaynaklarından enerji üretiminde önemli bir rol oynadığı kabul edilmektedir. Bu tez çalışmasında, Türkiye’nin elektrik sektöründe yenilenebilir enerji politikalarının rolü ve etkisi araştırılmaktadır. Özelleştirme politikaları ve Türkiye’nin enerji üretiminde yenilenebilir enerjinin payını arttırmak için yapılan çabalar, bu sürecin ülkenin Avrupa Birliği entegrasyonu ve katılımı üzerindeki etkisi de dahil edilmiştir. Söz konusu araştırma, Türkiye’nin enerji üretimindeki payını arttırmaya yönelik özelleştirme politikaları ve çabaları arasındaki bağlantıyı incelemeyi mümkün kılan doküman analizi yöntemiyle gerçekleştirilmiştir. Özelleştirme alanı, Türkiye’nin özellikle 2010 senesinden bu yana teşvik politikaları alanında attığı önemli adımların kilit noktası durumunda görülmektedir. Çalışmaya ait bulgular, YEKA ve YEKDEM sonrası ülkenin yenilenebilir enerjiden elektrik üretiminde artış gözlemlendiği ve özelleştirme ile yenilenebilir enerji arasındaki ilişkinin olmadığı tespit edilmiştir. Buna karşın yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretimi konusunda ülkenin hala beklenenin geresinde kaldığını eklemekte önem arz etmektedir. Türkiye’de özelleştirme sürecinde, hükümet tarafından oluşturulan YEKA ve YEKDEM teşviklerinde, hükümet belirli şirketlere yakınlık göstermektedir. Bu yakınlık bu teşvik programlarında usulsüzlük yapılmasına sebebiyet vermektedir. Hükûmete yakın olan şirketler teşvik yarışmalarına katılıp ihale yarışmasını kazanmaktadır. Hükümet tarafından yapılan bu teşvik ihaleleri sonrasında ihaleyi kazanan şirketler ihaleyi satması sebebiyle başarısız proje yönetimi olarak sonuçlanmaktadır. Bir diğer ifadeyle, kurulu güç sayısal olarak gözükmekte, ülkenin fiili enerji gücüne bir katkısı olamamaktadır.