Tıp Fakültesi / Faculty of Medicine
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11727/1403
Browse
8 results
Search Results
Item Jinekolojik malignitelerde akciğer metastazı sıklığını artıran ve akciğer metastazı gelişenlerde sağkalımı etkileyen faktörler(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2022) İsgandarova, Lala; Ayhan, AliAmaç: Jinekolojik malignitelerde akciğer metastazı nadir görülür ve tanıya göre ayrıcalık gösterir. Özellikle mezenkimal tümörler gibi hematojen yayılım gösteren jinekolojik kanserlerde akciğer metastazı oranı diğer jinekolojik kanserlere göre daha yüksektir. Bu çalışmada, jinekolojik malignitelerde akciğer metastazı sıklığını artıran ve akciğer metastazı gelişenlerde sağkalımı etkileyen faktörler araştırıldı. Gereç ve Yöntem: Bu retrospektif ve tek merkezli çalışmada ocak 2007 ve haziran 2022 arasında Başkent Üniversitesi Jinekolojik Onkoloji Kliniğinde takip ve tedavileri yapılan 242 akciğer metastazı tanısı alan hasta değerlendirildi. Primer tanı anından itibaren hastaların demografik, klinik, patolojik özellikleri, aldıkları tedavilerin jinekolojik kanserlere göre dağılımı gösterildi. Akciğer metastazı tanısı sonrası medyan sağkalım süreleri istatistiksel olarak değerlendirildi. Akciğer metastazı sıklığını artıran faktörler (over ve endometrium kanserinde) ve metastaz tanısı sonrasında sağkalıma etki eden prognostik faktörler istatistiksel olarak analiz edildi. Sonuç ve Tartışma: Etken faktörlerin multivaryant analizinde over kanser grubunda histolojik tanının (seröz), lenfovasküler alan tutulumunun, platin direncinin, endometrıum kanser grubunda ise histolojik tipin (tip2), ileri evrenin ve lenfovaskuler alan tutulumunun akciğer metastazı sıklığını artırdığı görüldü. Metastaz sonrası sağkalımı etkileyen faktörlerin multivaryant analizinde ise akciğerde tek lezyonu olan hastaların, over kanserli hastalardan ise platine duyarlı olan ve lenfovasküler alan tutulumu olmayanların daha iyi prognoza sahip olduğu görüldü. Akciğer metastazı tanısı sonrası medyan sağkalım 19 ay olarak bulundu. Jinekolojik orijine göre sağkalım over, endometrium, serviks kanserinde ve uterin sarkomlarda sırası ile 18, 23, 11 ve 24 ay olarak görüldü. Olguların erken teşhisi, etken ve prognostik faktörlerin doğru şekilde değerlendirilmesi, hastaya uygun tedavi verilmesi ile sağkalım süresinin artacağı beklenmektedir ancak bu konuda kesin sonuç söylenilmesi için daha fazla hasta sayısı içeren ve prospektif çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Objective: Lung metastases are rare in gynecological malignancies and differ according to the diagnosis. Especially in gynecological cancers with hematogenous spread such as mesenchymal tumors, the rate of lung metastasis is higher than other gynecological cancers. In this study, factors that increase the frequency of lung metastases in gynecological malignancies and affect survival in patients with lung metastases were investigated. Material and Methods: In this retrospective and single-center study, 242 patients with lung metastases, who were followed up and treated at Baskent University Gynecological Oncology Clinic between January 2007 and June 2022 were evaluated. Demographic, clinical and pathological characteristics of the patients from the time of primary diagnosis, and the distribution of the treatments they received according to gynecological cancers were shown. Median survival times after diagnosis of lung metastasis were evaluated statistically. Factors that increase the frequency of lung metastases (in ovarian and endometrial cancer) and prognostic factors that affect survival after the diagnosis of metastasis were statistically analyzed. Results and Discussion: The median survival after diagnosis of lung metastasis was 19 months. Survival by gynecological origin was respectively 18, 23, 11 and 24 months in ovarian, endometrial, cervical cancer and uterine sarcomas. It was observed that histological diagnosis (serous), lymphovascular area involvement, platinum resistance in the ovarian cancer group, histological type (type2), advanced stage and lymphovascular area involvement in the endometrium cancer group increased the frequency of lung metastasis in the multivariate analysis of the causative factors. In the multivariate analysis of the factors affecting survival after metastasis, it was seen that patients with a single lung lesion and patients with ovarian cancer who were sensitive to platinum and did not have lymphovascular area involvement had a better prognosis. It is expected that the survival time will increase with the early diagnosis of the cases, the correct evaluation of the causative and prognostic factors, and the appropriate treatment to the patient, but prospective studies with a larger number of patients are needed to give definitive results on this issue.Item Jinekolojik orijinli kanserlerin kemik metastazlarının oluşumunu etkileyen faktörler, kemik metastazların prognostik olarak önemi ve morbiditelerinin değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2022) Aliyeva, Khayala; Ayhan, AliAmaç: Bu çalışmada jinekolojik kanser tanısı ile takip edilen hastalarda kemik metastaz oluşumunu etkileyen faktörler ve kemik metastazı saptanan hastalarda yaşam süresinin değerlendirilmesi planlandı. Gereç ve Yöntem: Tek merkezli ve retrospektif bir çalışma olarak, ocak 2007 ve mayıs 2022 arasında Başkent Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Jinekoloji Onkoloji bölümüne başvuran ve jinekolojik kanser tanısı alan hastalar değerlendirildi. Hastaların klinik, patolojik özellikleri, aldıkları tedavilerin jinekolojik kanserlere göre dağılımı gösterildi. Kemik metastazı olan ve olmayan olgular karşılaştırılarak kemik metastaz oluşumunda prediktif faktörler analiz edildi. Kemik metastazı sonrası medyan sağkalım süreleri ve sağkalıma etki eden prognostik faktörler istatistiksel olarak değerlendirildi. Sonuçlar: Kemik metastazı olan ve olmayan olgular karşılaştırıldığında multivaryant analizde serviks kanserinde lenf nodu tutulumu ve ileri evre, endometrium kanserlerinde ise ileri evre hastaların kemik metastazı ile ilişkili olduğu görüldü. Tüm jinekolojik kanserlerin kemik metastazı sonrası medyan sağkalım süresi 10 ay, over kanserlerinde 13.5 ay, endometrium kanserlerinde 9 ay, serviks kanserlerinde 8 ay, uterin sarkomlarda 11 ay, vulva kanserlerinde 6 ay olarak tespit edildi. Kemik metastazı sonrası sağkalıma etkisi araştırılan prognostik faktörlerin univaryant analizinde hiperkalsemi, ALP yüksekliği, ekstraskletal metastaz ve diğer hematojen metastaz durumu kemik metastazı sonrası sağkalımla ilişkili olduğu, multivaryant analizde ise hiperkalsemi ve alkalen fosfataz (ALP) yüksekliğinin sağkalımı etkileyen bağımsız değişken olduğu görüldü. Jinekolojik kanser tanılı kemik metastazı prediktif ve prognostik faktörlerine sahip olan hastaların daha yakın takip edilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Bu çalışmanın sonuçları ve literatür incelendiğinde daha fazla hasta içeren ve multisentirik çalışmaya ihtiyaç olduğu düşünülmektedir. Objective: In this study, it was planned to evaluate the factors affecting the formation of bone metastases in patients under observation with a diagnosis of gynecological cancer and life expectancy in patients with bone metastases. Material and Methods: Patients who applied in the Baskent University Department of Gynecological Oncology from January 2007 to May 2022 and were diagnosed with gynecological cancer were evaluated as a single-center and retrospective study. The clinical and pathological characteristics of the patients and the distribution of the treatment they received depending on the gynecological cancer were shown. The prognostic factors for the formation of bone metastases were analyzed by comparing cases with and without bone metastases, the median survival time after bone metastases and prognostic factors affecting survival were statistically evaluated. Results: When comparing cases with and without bone metastases, multivariate analysis showed that lymph node involvement and advanced cervical and advanced endometrial cancer were associated with bone metastases. Median survival after bone metastasis for all gynecological cancers was 10 months, 13.5 months for ovarian cancer, 9 months for endometrial cancer, 8 months for cervical cancer, 11 months for uterine sarcoma and 6 months for vulvar cancer. In an univariate analysis of prognostic factors, the effect of which was investigated on survival after bone metastasis, hypercalcemia, high levels of alkaline phosphatase, extrascletal metastasis and other hematogenous metastases were associated with survival after bone metastasis, while in multivariate analysis, hypercalcemia and high levels of ALP are independent variables affecting survival. We believe that patients with bone metastases and prognostic factors for a diagnosis of gynecologic cancer should be observed more carefully in terms of bone metastasis. In reviewing the results of this study and the literature, there is an opinion that a multicenter research with a large number of patients is required.Item Maliyn tümör tanısı alan hastaların epidemiyolojik özellikleri ve sağkalımlarının değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2016) Geçkalan Soysal, Damla; Yazıcı, NalanKanser hastalığı, çocukluk çağı hastalıklarının içinde enfeksiyon ve kazalardan sonra, ülkelere göre değişen sırada önemli bir mortalite ve morbidite nedenidir. Amacımız; hastanemizde takip edilen hastaların epidemiyolojik özelliklerini ve sağkalım hızlarını analiz etmektir. Çalışmamızda; 2007-2014 yılları arasında Başkent Üniversitesi Adana Dr. Turgut Noyan Uygulama ve Araştırma Merkezi, Çocuk Onkoloji Bölümü‟ne başvuran 599 kayıtlı çocukluk çağı kanseri olan hasta ve bu hastalardan bir aydan uzun süre merkezimizde takip edilmiş 440 hasta retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Veriler özel istatistik programları ile analiz edilmiştir. Sınıflandırmada; Uluslararası Çocukluk Çağı Kanserleri Sınıflandırması (ICCC) kullanılmıştır. Çalışmamız sonucunda, bir aydan uzun takipli hastaların ortanca yaş ve cinsiyete göre dağılımı sırası ile 6,6 yıl ve E/K:1 saptandı. Yaş gruplarına göre dağılıma bakıldığında sıklığın; 0-4 yaş %41,4; 5-9 yaş %25,2; 10-14 yaş %22,5; 15-19 yaş %10,9 olduğu görüldü. Vakaların %90‟nın histopatolojik olarak, geriye kalan %10‟unun klinik ve radyolojik yöntemlerle tanı aldığı belirlendi. Tümör tanı alt gruplara göre görülme sıklığı tanı ortanca yaşı ve erkek/kız (E/K) oranı olacak şekilde sırası ile verilmiştir. Hastaların %9‟u lösemi [5,1 yıl, E/K:1,4]; %21,8‟i lenfoma [8,7 yıl, E/K:2]; %20,9‟u SSS tümörleri [6,4 yıl, E/K:0,8]; %10,9‟u sempatik sistem tümörleri [1,5 yıl, E/K:1]; %9‟u gonad ve germ hücreli tümörler [6,8 yıl, E/K:0,4 ]; %8,2‟si yumuşak doku sarkomları [8 yıl, E/K:1,2]; %6,3‟ü kemik tümörleri [11,8 yıl, E/K:1,1]; %5,9‟u böbrek tümörleri [3,8 yıl, E/K:0,8]; %3,6‟sı karsinom ve diğer epitelyal tümörler [12,7 yıl, E/K:0,8]; %2,7‟si karaciğer tümörleri [4,9 yıl, E/K:0.7]; %1,1‟i nadir maliyn tümörler ve %0,5‟i retinoblastomdu. Beş yıllık olaysız sağkalım hızı %66,9, genel sağkalım hızı %75,3 saptandı. Hastalarımızın epidemiyolojik özellikleri lösemi görülme sıklığı dışında diğer epidemiyolojik çalışmalardaki sonuçlara benzer şekilde saptanmıştır. Merkezimizde lösemi hastaları 2010 yılından itibaren izlenmeye başlanmıştır. Genel olarak hastalarımızın genel ve olaysız sağkalım hızları literatür ile karşılaştırabilir düzeyde bulunmuştur. Pediatrik onkoloji hastalarında yüksek sağkalım hızları multidisipliner tedavi protokolerinin ve profesyonel ekibin önemini göstermektedir. Cancer is one of the most difficult diseases of childhood with growing incidence after infections and accidents. Our aim is to analyze the epidemiological characteristics and survival rates of our patients whom were followed at our center. In this study; there were 599 patients with childhood malignancy who admitted to Başkent University Adana Medical and Research Center, Department of Pediatric Oncology between 2007-2014 and 440 of them who were followed-up in our hospital more than one month were included to our retrospective evaluation. Data were analysed with special statistical programs. For the cancer classification; International Classification of Childhood Cancer ( ICCC ) is used. Median age of patients was 6,6 years and male to female ratio was 1. Age group distribution of the patients were as follows: 41.4% of patients were between 0-4 years; 25.2% of them were between 5-9 years, 22.5% of them were between 10-14 years and 10.9% of them were between 15-19 years. In 90% of cases tumors were diagnosed with histopathology. Type of malignancy, median age at diagnosis and male to female ratio for all type of leukemia were 9%; 5.1 years and 1.4 respectively. For lymphoma they were 21.8%; 8.7 years and 2 respectively. For central nervous systems tumors they were 20.9%; 6.4 years and 0.8, respectively. For tumors of the sympathetic system, they were 10.9%, 1.5 years and 1 respectively. For the germ cell tumors they were 9%; 6.8 and 0.4, respectively. For soft tissue sarcomas, they were 8.2%, 8 years and 1.2, respectively. For bone tumors they are 6.3%, 11.8 years and 1.1, respectively. For kidney tumors they were 5.9%, 3.8 years, and 0.8 respectively. For epithelial tumors, they were 3.6 %, 12.7 years and 0.8 respectively. For liver tumors, they were 2.7%, 4.9 years and 0.7 respectively. Incidence rate of rare malignant tumors and retinoblastoma were 1.1% and 0.5%. Event-free and overall survival analysis were also estimated for 440 patients. Five year event-free and overall survival rates of the whole group were calculated as 66.9% and 75.3%. As a summary, epidemiological data except incidence of leukemia were similar with many epidemiological studies. Leukemia is majorly being folllowed up by our department since 2010. In general, overall and event-free survival rates of our patients were comparable with the studies in the literature. Multidisciplinary treatment protocols and a professional team are important in high survival rates in pediatric oncology.Item Hepatosellüler karsinom'da tedavi maliyeti ve tedavi yöntemlerinin sağkalım üzerine etkisi(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2015) Ulusoylar, Neziha; Özer, BirolHepatosellüler karsinom (HSK) tanısı alan hastaların sağkalım verileri farklılık göstermektedir. Çalışmamızın amacı, HSK tanısı alan sirotik hastaların tedavi ile ilişkili olarak maliyet ve sağkalım verilerini incelemektir. Mayıs 1998 ve Mart 2015 tarihleri arasında tek merkezde tedavi gören, 157 hastanın bilgileri retrospektif olarak tarandı. Etiyoloji, biyopsi sonucu, Child-Pugh-Turcotte (CPT) skoru, BCLC evrelemesi, tedavi cevabı, maliyet ve prognostik faktörleri kaydedildi. Siroz komplikasyonları ve diğer hastalarıklara bağlı vefat edenler çalışmadan çıkarıldı. 157 hastanın (% 82.8 erkek) tanı anındaki ortalama yaşı 62.2±11.4 yıl idi. Etyoloji de HBV (% 56), HCV (% 26.1), kriptojenik (%11.7) ve diğer patolojiler (%19.1) mevcuttu. Ortanca kitle boyutu 4 (0.5-28) cm‟di. Kitle sayılarına göre % 46.5 tek kitle, % 19.1‟inde 2 adet kitle ve % 34.2 hastada ise ≥3 kitle saptandı. Uygulanan tedaviler, palyatif (n:53), TAKE (n:53), RF (n:14), radyoembolizasyon (n:3), alkol (n:5) ve kemoterapi (n:14) idi. Rezeksiyon (n:9) ve transplantasyon (n:6) sadece birkaç hasta için uygundu. Tedavi öncesi, 114 (% 72.6) hasta CPT A/B idi. Fakat başlangıçta tüm hastaların % 59.3 (n:93)‟ ünde BCLC evrelemesi B/C„ydi. Ortalama sağkalım 11.6±0.9 ay ve 1 senelik sağkalım olasılığı % 33 olarak saptandı. Kaplan-Meier analizi ile incelendiğinde tedavi öncesi CPT skoru, BCLC evresi (evre B: HR=9.58, % 95 G.A.=1.03-88.98, p=0.047; evre C: HR=13.41, % 95 G.A.=1.37-130.85, p=0.026, evre D: HR=24.72, % 95 G.A.=2.33-262.46, p=0.008), TAKE yapılması (HR=2.36, % 95 G.A.=1.18-4.71, p=0.015) ve rezeksiyon yapılmasının sağkalımla anlamlı olarak ilişkili olduğu bulundu. Cox regresyon analizine göre BCLC evrelemesinin, sağkalım üzerinde bağımsız risk faktörü olduğu saptandı. Tedavi modaliteleri arasında maliyet açısından anlamlı fark saptanmadı. (p= 0.656) HSK tanı anında, öncelikle rezeksiyon, transplantasyon ve küçük kitlelerin varlığında ise RF için değerlendirilmelidir. Erken dönemde uygulanan küratif tedaviler, palyatif bakım ve lokal ablatif tedavilere göre, maliyet ve sağkalım açısından daha etkin olduğu gösterilmiştir. Survival data for patients with hepatocellular carcinoma (HCC) is heterogeneous. We aimed to analyze the survival and cost related with treatment in cirrhotic patients with HCC. From May 1998 to March 2015, 157 patients with HCC diagnosed and treated in a single center were assessed retrospectively. Etiology, biopsy findings, Child-Pugh-Turcotte (CPT) scores, BCLC stages, treatment response, cost and prognostic factors were recorded. Deaths due to complications of cirrhosis or other diseases were excluded. 157 patients (82.8% male) with mean age of 62.2 ±11.4 years at diagnosis were included. Etiology was HBV (56%), HCV (26.1%), cryptogenic (11.5%) and others (6.4%). Median lesion diameter was 4 (0.5-28) cm. 1, 2 and ≥3 lesions were present in 46.5%, 19.1% and 34.2% of patients, respectively. Treatments were as follows: palliative (n: 53), TACE (n: 53), RF (n: 14), radioembolisation (n: 3), alcohol (n: 5), and chemotherapy (n: 14). Resection (n: 9) and transplantation (n: 6) were amenable in few patients. Before treatment, 114 (72.6%) patients were in CPT A/B group, but 93 (59.3%) of all patients were initially staged as BCLC-C/D. Overall survival was 11.6±0.9 months with 32% probability of surviving 1 year. Kaplan-Meier analysis revealed pre-treatment CPT score, BCLC stage, TACE and resection as factors affecting survival significantly. Cox regression defined BCLC stage (stage B: HR=9.58, 95% CI=1.03-88.98, p=0.047; stage C: HR=13.41, 95% CI=1.37-130.85, p=0.026, stage D: HR=24.72, 95% CI=2.33-262.46, p=0.008) and TACE (HR=2.36, 95% CI=1.18-4.71, p=0.015) as independent predictors of survival. Treatments modalties were not significantly different for cost (p= 0,656) HCC was usually diagnosed at late stage and treatment modalities were similar in terms of cost. BCLC stage and TACE were predictive on survival.Item Kolorektal kanserli hastalarda tromboz varlığında klinkopatolojik verilerin prognozla ilişkisi(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2015) Kalacı Katayıfçı, Gaye; Oğuz, ArzuKanser hastalığında tromboz sıklığının yüksek olduğu bilinen bir gerçektir. Kanser hastalarının yaklaşık %20’sinde klinik olarak venöz tromboemboli (VTE) görülebilir. Tromboz, kanseri olan hastalarda artmış mortalite ve morbidite nedenidir. Kanser hastalarında tromboz riski kişiye, hastalık durumuna, tedaviye göre farklılık gösterir. Çalışmamızın amacı, Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji bölümünde kolorektal kanser (KRK) tanısı almış hastalarda tromboz olan ve olmayan gruplarda klinik ve patolojik özelliklerin karşılaştırılması ve tromboz varlığının prognozla ilişkisini araştırmaktır. 2000-2015 yılları arasında Onkoloji polikliniğine başvurmuş 162 hastanın verileri retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Hastaların 66’sı ‘trombozu olan grup’, 96’sı ise ‘tromboz olmayan grup’ olarak incelenmiştir. Hasta grupları sağkalım açısından karşılaştırıldığında, trombozun genel sağkalımı azalttığı görülmektedir, fakat istatistiksel olarak anlamlı sonuç bulunamamıştır. Kanserli hastalarda VTE riskini belirlemeye yardımcı olan Khorana skorlama sisteminde kullanılan parametreler kanserin yeri, lökosit sayısı, trombosit sayısı, hemoglobin ve vücut kitle indeksidir. Çalışmamızda yüksek lökosit ve trombosit düzeylerinin tromboz varlığına etkisi istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Eastern Cooperative Oncology Group (ECOG) performans durumu hastaların öz bakımlarını, günlük aktivitelerini, fiziksel aktivitelerini sağlayabilme becerilerini tanımlar. Hastaların performans durumları ile tromboz ilişkisine bakıldığında, trombozu olan hastaların performans durumlarının daha kötü olduğu görülmektedir. Evre açısından değerlendirildiğinde, trombozu olan hasta grubunda ileri evre hastalık tespit edildi. Trombozu olan hasta grubunda 21 (%31,8) hastada, trombozu olmayan grupta 8 (%8,3) hastada periton metastazı saptanmıştır. Çalışmamızda, tromboz ve periton metastazı varlığı arasında anlamlı bir ilişki tespit edildi. Çalışmamız, retrospektif ve göreceli olarak az sayıda hasta ile yapılmıştır. Bu nedenle, belirlenen konularda güncel uygulamayı etkileyecek kesin sonuçların çıkarılması için çok daha fazla sayıda hastayı içeren çalışmaların yapılması uygun olur. The prevalence of thrombosis increases in the presence of cancer. Venous thromboembolism could be seen in approximately 20% of cancer patients. Thrombosis leads to an increase in the mortality and morbidity rates of cancer patients. Personal factors, course of the disease and the treatment process affect the risk of thrombosis in cancer patients. The aim of this study is to compare the clinical and pathological properties of patients with and without thrombosis, who were diagnosed with colorectal cancer in Medical Oncology Department of Başkent University Hospital and to investigate the effect of thrombosis on the prognosis. For this purpose the data of 162 patients administered to the Oncology Department between the years of 2000 and 2015 were evaluated. Among these patients 66 were determined to have thrombosis. When patients with and without thrombosis were compared according to their survival rates, it was seen that thrombosis decreases the general survey. However this result was not found to be statistically significant. Khorana score is used for the prediction of cancer associated VTE risk. Parameters of this score system are location of cancer, leukocyte and platelet counts, hemoglobin level and body mass index. In our study the effect of high leukocyte and platelet counts on the development of thrombosis was found to be statistically significant. Eastern Cooperative Oncology Group (ECOG) performance status describes the patient’s ability to provide self-care, and measures the daily activity and physical ability. When the association between performance status of patients and thrombosis was evaluated, it was observed that the performance status of patients with thrombosis was worse. When the stage was taken into consideration, it was seen that patients with thrombosis were at more advanced stages. Peritoneal metastasis was detected in 21 patients with thrombosis (31.8 %) and 8 patients (8.3%) without thrombosis. The association between the thrombosis and the presence of metastasis was found to be statistically significant in our study. Limitations of our study include its retrospective structure and relatively low number of patients. Further studies with greater number of patients are needed in order to subtract valid conclusions that will affect current applications.Item Preemptif olan ve olmayan renal transplant alıcılarının transplantasyon sonrası beş yıllık takiplerinin karşılaştırılması(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2009) Sayın, Cihat Burak; Çolak, TuranSon dönem böbrek yetmezliği (SDBY), ülkemizde ve dünyada insidansı her geçen yıl artmakta olan morbidite ve mortalitesi yüksek bir sağlık sorunudur. Günümüzde, SDBY gelişmiş olan hastalara başlıca 2 renal replasman tedavisi modeli uygulanmaktadır: Bu tedavi modelleri, sırasıyla, diyaliz tedavisi ve renal transplantasyondur. Preemptif renal transplantasyon diyalize bağlı gelişebilecek komorbiditeleri önlemek açısından da önemli bir alternatif tedavidir. Son dönem böbrek yetmezliği gelişen hastaların, diyaliz tedavisi almaksızın, canlı yada kadavradan böbrek nakli yapılarak, gerek hasta gerek greft sağkalımı üzerine olumlu etkileri olması beklenmektedir. Preemptif renal transplantasyon, özellikle son 15 yıldır yapılan çalışmalarda, diyaliz tedavisine başlamış (preemptif olmayan) hastalarda gerçekleştirilen transplantasyona göre, erken dönem sonuçları açısından üstünlük göstermektedir. Preemptif hastalarda enfeksiyon gelişim oranlarının, hipertansiyon gelişiminin ve akut rejeksiyon ataklarının ilk 1 yıllık dönemde daha az görülmesi, bu üstünlüğün başlıca nedenleri olarak görünmektedir. Çalışmamızda, Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi’nde renal transplantasyon yapılan 37’si preemptif, 63’ü preemptif olmayan toplam 100 hastanın 5 yıllık izlemlerini karşılaştırarak, preemptif böbrek naklinin, preemptif olmayan nakile göre, yan etkiler, komplikasyonlar, eşlik eden hastalıklar, laboratuvar parametreleri, klinik semptomlar, greft ve hasta sağkalımı açılarından bir farklılıklarını değerlendirmeyi amaçladık. Çalışmada, preemptif hastalar Grup 1, preemptif olmayanlar Grup 2 olarak adlandırıldı. Yaptığımız istatistiksel analizlerde, Grup 1 hastalarından 3’ünde (% 8,1) greft kaybı, 1 hastada (% 2,7) mortalite gelişti. Grup 2 hastalarda ise 5 hastada (% 7,95) greft kaybı, 1 hastada (% 1,6) mortalite gelişti. Grup 1 ve Grup 2 hastaları arasında, 5 yıllık greft ve hasta sağkalımı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark ortaya çıkmadı (sırasıyla p=0,36 ve p=1,00). Komplikasyonlar açısından yaptığımız 5 yıllık kıyaslamada; Grup 1 hastalardan 4’ünde (% 10,8) enfeksiyon gelişimine karşılık, Grup 2 hastalardan 20’sinde (% 31,7) enfeksiyon gelişimi, iki grup arasında, preemptif olmayan hastalarda enfeksiyon gelişme oranlarının anlamlı olarak daha fazla olduğunu gösterdi (p=0,02). Her 2 gruptaki hastaların hipertansiyon gelişimi karşılaştırıldığında, preemptif renal transplant alıcılarında hipertansiyon oranı (% 67,6) olarak bulunurken, preemptif olmayan grupta bu oran (% 85,4) olarak saptandı. Bu bulgular, preemptif olmayan hastaların hipertansiyon gelişiminin preemptif gruba göre daha yüksek oranlarda olduğunu göstermekteydi (p=0,03). Bunların dışındaki komplikasyonlar arasında belirgin bir fark saptanmadı. Sonuç itibariyle, preemptif renal transplantasyon, preemptif olmayan hastalara kıyasla, daha düşük komplikasyon oranı ile seyretmektedir. Greft ve hasta sağkalımı üzerine etkilerinin daha net bir biçimde karşılaştırılması için, daha uzun vadeli çalışmalara ihtiyaç vardır. End-stage chronic renal disease (ESCRD) is a severe health problem with high mortality and morbidity rates and growing incidence both in our country and in the world. Recently, 2 main renal replacement therapy modalities have been used for ESCRD patients: Dialysis and renal transplantation. Preemptive renal transplantation is an important treatment modality for preventing dialysis-related comorbidities. Both graft and patient survival are expected to have better results with transplantation than dialysis. Specially in the studies of the last 15 years, preemptive transplantation has better outcomes than non-preemptive transplantation. Low infection and hypertension and less acute rejection episodes rates in preemptive transplant patients may be the main reasons for these results. In our study, we compared the 5 year outcomes of 37 preemptive and 67 non-preemptive renal transplant patients and aimed to find out the differences of preemptive and nonpreemptive transplantation according to adverse effects, complications, comorbidities, laboratory parameters, clinical symptomes, and both graft and patient survival. In the study, preemptive patients were named as group 1 and non-preemptives as group 2. According to our statistical analysis, 3 (8,1%) of group 1 and 5 of group 2 (7,95%) patients had graft loss, whereas 1 (2,7%) of group1 and 1 (1,6%) of group 2 patients died respectively. No significant statistical differences were found for graft and patient survival between two groups at the end of 5 years (p=0,36 and p=1,00 respectively). In the comparison for the complications, 4 (10,8%) of group 1 patients had serious infection whereas 20 (31,7%) of group 2 patients had infection which was statistically significant (p=0,02). Hypertension rates of two groups were also significantly different with 67,6% in group 1 and 85,4 % in group 2 (p=0,03). There were no differences for other complications between groups. As a result, preemptive renal transplantation, when compared ton on-preemptive renal transplantation, has lower complication rates. Further long-term studies may be more helpful for evaluating graft and patient survival rates.Item Küçük hücreli olmayan akciğer kanserli hastalarda C-erbB-2 onkojen ifadesinin prognostik önemi(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2007) Çalışkuşu, Züleyha; Özyılkan, ÖzgürKüçük hücreli olmayan akciğer karsinomlu (KHOAK) hastaların % 30’undan fazlasında, c-erbB-2 proteininin olduça fazla eksprese edildiği ve bunun da kötü prognoz ile ilişkili olduğu bildirilmiştir. Araştırmamızda, KHOAK’li hastaların doku örneklerinde immünohistokimyasal yöntem ile c-erbB-2 ekspresyonunu ve bunun sağkalım üzerine olan etkisinin gösterilmesi amaçlanmıştır. Çalışmaya KHOAK tanısı olan 89 hasta alındı. Hastalara ait tümör preparatlarından immünohistokimyasal boyanma için uygun olanları, seçilerek immünohistokimya işlemi uygulandı. Şiddetli boyanma (3+), orta şiddette kesintili boyanma (2+), ve soluk kesintili boyanma (1+), membran boyanması göstermeyen (–) olarak kabul edildi. Çalışmaya alınan 89 hastanın 84’ü (%94,4) erkek, 5’i (%5,6) kadındı. Hastaların yaş ortalaması; c-erbB-2 (-) olanların 60 (35-78), c-erbB-2 (+) olanları ise 62 (47-77) idi. Hastaların KHOAK hücre tiplerine göre dağılımında; 45 (% 50,6) hasta adenokarsinom, 32 (%36) hasta epidermoid karsinom, 12 (% 13,5) hasta NSCLC idi. Toplam 89 hastanın 18 (% 20,2)’inde c-erbB-2 pozitif bulundu. 3 (% 3,4)’ünde (+), 13 (% 14,6)’ünde (++), 2 (% 2,2)’sinde (+++) idi. Sağkalım süreleri Kaplan-Meier analizine göre değerlendirildiğinde c-erbB-2 (-) hastaların ortanca sağkalım süresi 13 ay % 95 CI (10- 15), c-erbB-2 (+) olan hastaların, sağkalım süresi ise 6 ay % 95 CI (2-10) olarak bulundu ve sonuç istatistiksel olarak anlamlıydı p=0.022. C-erbB-2 pozitifliği ile klinik evre arasında istatistiksel anlamlı bir ilişki saptanmadı p=0,798. C-erbB-2 pozitifliği ile histoloji arasında istatistiksel anlamlı bir ilişki saptanmadı p=0,13. Cox regresyon analizinde sağkalıma etki eden faktörler (c-erbB-2, patoloji, evre) değerlendirildiğinde, c-erbB-2 ve klinik evrenin sağkalım üzerine etkilerinin istatistiksel olarak anlamlı olduğu gözlendi. CerbB- 2 (+) olanların ölüm riski c-erbB-2 (-) olanlara göre 1,96 kat daha fazla % 95 CI (1,08-3,54) bulundu p=0,26. Sonuç istatiksel olarak anlamlı idi. İleri evre hastaların ölüm riski, erken evredeki hastalara göre 4 kat daha fazla % 95 CI (1,6-10,3) bulundu p=0,001. Sonuç olarak, literatür bilgileri ile uyumlu olarak c-erbB-2 aşırı ekspresyonunun KHOAK’de kötü prognozun bir belirleyicisi olduğu sonucuna vardık.Item Küçük hücre dışı akciğer karsinomu tanısı alan hastalarda patolojik alt grup analizi ve sağkalım üzerine olan etkileri(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Karadeniz, Cemile; Özyılkan, ÖzgürAmaç: Dünyada kansere bağlı ölümlerin en sık nedeni akciğer kanseridir. Küçük Hücre Dışı Akciğer Kanserinin (KHDAK) adenokarsinoma histolojik alt grubunun sıklığı giderek artmaktadır. KHDAK’ nin histolojik alt grubundaki artış oranı ile sağkalım üzerine olan etkilerine bakmayı amaçladık. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya Ocak 2006-Aralık 2011 tarihleri arasında KHDAK tanısı histopatolojik olarak kanıtlanmış 493 hasta dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri, başvuru şikayetleri, hastalığın evresi, hangi tanısal işlem uygulandığı, alt grup analizi için kullanılan TTF-1 ve CK-20 belirteç durumları, hastalığın primer bölgesi, hangi tedavinin uygulandığı, ölüm ve progresyon sürelerine retrospektif olarak bakıldı. Bulgular: Hastaların %86,4’ ü erkek, %13,6’ sı kadın ve ortanca yaş 60 idi. Hastaların %90,5 sigara kullanmıştı. KHDAK’ nin kadınlarda sıklığının giderek arttığını (p=0,024) ve adenokarsinomanın en sık görülen histolojik alt grup olduğunu (%44,9) tespit ettik. Performansı iyi olan, erken evrede tanı alan ve adenokarsinoma histolojisine sahip hastaların sağkalımını daha iyi (p<0,05) bulduk. Yıllara göre sağkalım oranının arttığını (p=0,011) tespit ettik. TTF-1 pozitifliğinin de yıllara göre arttığını ve kadınlarda sıklığının daha fazla (p<0,05) olduğunu saptadık. Cinsiyetin, yaşın, TTF-1 pozitifliğinin, primer tümör yerleşim yerinin sağkalıma etkisi olmadığını saptadık (p>0,05). Sonuç: Günümüzde adenokarsinoma sıklığı, kadınlarda görülme ve sağkalım oranları giderek artmaktadır. Elde ettiğimiz veriler tüm dünyada yapılan sağkalım ve histolojik alt grup analizleri ile benzer olarak değerlendirildi.