Sağlık Bilimleri Enstitüsü / Health Science Institute
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11727/1393
Browse
5 results
Search Results
Item Yetişkin bireylerde diyetin inflamatuvar indeksi ile beslenme durumları arasındaki ilişkinin saptanması(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Kocamış, Rabia Nur; Türker, Perrin FatmaBu çalışmada, yetişkin bireylerin beslenme durumlarının saptanarak diyetin inflamatuvar indeksi (Dİİ) ile arasındaki ilişkinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışmaya, Şubat - Eylül 2017 tarihleri arasında Özel Ortadoğu Hastanesi Dahiliye Polikliniğine başvuran 119 yetişkin kadın birey dahil edilmiştir. Bireylerin sosyodemografik özellikleri, fiziksel aktivite durumları ve beslenme alışkanlıkları anket formuna kaydedilmiştir. Bireylerin antropometrik ölçümleri, bazı biyokimyasal parametreleri ve üç günlük besin tüketim kayıtları değerlendirilmiştir. Diyet inflamatuvar indeksi skorlama sistemi diyetin inflamatuvar göstergeler üzerine etkisinin incelendiği çalışmalardan yola çıkarak geliştirilmiştir. Besin ögesi inflamasyonu arttırıcı (pro-inflamatuvar) etki gösteriyorsa pozitif, inflamasyonu önleyici (anti-inflamatuvar) etki gösteriyor ise negatif skorlanmaktadır. Bu çalışmada bireylerin üç günlük besin tüketim kayıtlarından yararlanılarak diyet inflamatuvar indeksleri hesaplanmıştır. Bunların yanı sıra hastalara Beck depresyon ölçeği uygulanmıştır. Çalışmaya katılan bireylerin yaş ortalaması 36.2±10.22 yıl olarak tespit edilmiştir. Beden kütle indeksi (BKİ) gruplamasına göre bireylerin %36.1’i hafif şişman (BKİ 24.9-29.9 kg/m2), %49.6’sı şişman (BKİ≥30 kg/m2) olduğu belirlenmiştir. Bireylerin diyet inflamatuvar indeksi değerleri quartillere ayrılarak değerlenmiştir. Bireylerin diyet inflamatuvar indeksi sınır değerleri -3.32 ile 4.74 arasında değişmektedir. Diyet inflamatuvar indeksi ortalama değeri 0.18±1.73 olarak saptanmıştır. Diyet inflamatuvar indeksi quartillerine göre bireylerin C-reaktif protein ve diğer biyokimyasal parametreleri arasında anlamlı farklılık bulunmamıştır (p>0.05). Bireylerin yaşları ile diyet inflamatuvar indeksleri arasında negatif bir ilişki olduğu görülmüştür (p<0.05). Antropometrik ölçümler, bazal metabolizma hızı, toplam enerji harcaması ve fiziksel aktivite düzeyinin quartiller arasında önemli farklılık göstermediği tespit edilmiştir (p>0.05). Diyet inflamatuvar indeksi düşük olan bireylerin diğerlerine göre günlük diyetle protein, çoklu doymamış yağ asitleri (ÇDYA), omega-3 ve posa alımları önemli olarak daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). Diyet inflamatuvar indeksi yüksek olan bireylerin, A, E, B6, C vitamini ve folat, tiamin, riboflavin, niasin alımları Dİİ düşük olan bireylere göre önemli olarak daha düşük bulunmuştur (p<0.05). Ayrıca bireylerin magnezyum, potasyum, kalsiyum, fosfor ve demir alımları Dİİ düşük olan bireylerde önemli olarak daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). Bireylerin Dİİ quartilleri ile yeşil çay, siyah çay, kahve tüketimi, metabolik sendrom (MetS), depresyon ve uyku süreleri arasında önemli bir farklılık bulunmamıştır (p>0.05). Sonuç olarak yetişkin bireylerin diyet içeriklerinin diyet inflamatuvar indeksini etkilediği gösterilmiştir. Bireylerin diyetin inflamatuvar yükünü azaltacak şekilde günlük diyetlerinde enerji, makro ve mikro besin ögeleri ile anti-inflamatuvar besinleri yeterli miktarda bulundurmaları obezite, MetS, Tip 2 diyabet (Tip 2 DM), kardiyovasküler hastalıklar (KVH) gibi kronik hastalıkların önlemesinde yarar sağlayacaktır. In this study, it was aimed to estimate the nutritional status of adult individuals and determine the relationship between nutritional status and dietary inflammatory index (DII) . In the study, 119 adult women who applied to the Private Middle East Hospital Internal Medicine Policlinic were included between February and September 2017. Socio-demographic characteristics, physical activity status and eating habits of the individuals were recorded in the questionnaire form. Individuals’ anthropometric measurements, some biochemical parameters, and three-day nutritional records were assessed. The dietary inflammatory index scoring system was developed by the studies that analyzed the effects of the diet on inflammatory markers. The scoring was done positive if the food item enhanced inflammation effect (pro-inflammatory), whereas it was scored negative in case inflammation effect was reduced (anti-inflammatory). In this study, the dietary inflammatory indexes were calculated by using the three-day food consumption records of the individuals. In addition to these, the Beck depression scale was applied. The mean age of the participants in this study was determined as 36.2±10.22 years. According to the body mass index (BMI) classification, 36.1% of the individuals were found to be overweight (BMI 24.9-29.9 kg/m2) and 49.6% obese (BMI≥30 kg/m2). Individuals DII values in the study were assessed by division of quartiles. Individuals' dietary inflammatory index limit values range from -3.32 to 4.74. The mean value of DII was determined as 0.18±1.73. There was no significant difference between C-reactive protein and other biochemical parameters of individuals according to dietary inflammatory index quartiles (p> 0.05). It was found that there was a negative correlation between individuals' age and DII (p <0.05). Anthropometric measurements, basal metabolic rate, total energy expenditure and physical activity level were not significantly different in quartiles (p> 0.05). Dietary protein, polyunsaturated fatty acids (PUFA), omega-3 and fiber intake of individuals with low DII were found to be significantly higher than the others (p <0.05). Dietary A, E, B6, C vitamins and folate, thiamin, riboflavin and niacin intake of individuals with high DII were found to be significantly lower in subjects than those with low DII (p <0.05). In addition, magnesium, potassium, calcium, phosphorus and iron intake of the subjects were found to be significantly higher in individuals with low DII (p <0.05). There was no significant difference between DII quartiles and consumption of green tea, black tea and coffee, the presence of metabolic syndrome (MetS), depression status, and sleep duration of individuals (p>0.05). In conclusion, it has been shown that dietary contents of adult individuals affect the dietary inflammatory index. Reducing the inflammatory burden of the diet of individuals by considering adequate amounts of energy, macro and micro-nutrients and antiinflammatory nutrients intake may help to prevent chronic diseases such as obesity, metabolic syndrome, type 2 diabetes (Type 2 DM), cardiovascular diseases (CVD).Item Koroner anjiyografi uygulanacak hastalarda beslenmeyle ilişkili kardiyovasküler risk faktörlerinin değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2016) Bektaş, Buket; F. Türker, PerimBu çalışma, koroner anjiyografi işlemi uygulanacak yetişkin bireylerin beslenmeyle ilişkili kardiyovasküler risk faktörlerinin değerlendirmek ve beslenme durumlarını saptamak amacıyla yapılmıştır. Kasım 2014- Şubat 2015 tarihleri arasında Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi’nde koroner anjiyografi işlemi uygulananan 30 yaş ve üzeri 58’i kadın 42’si erkek olmak üzere toplam 100 hasta üzerinde yürütülmüştür. Bireylerin demografik özellikleri, bazı beslenme alışkanlıkları anket formu ile sorgulanmıştır. Bireylerin antropometrik ölçümleri alınmış, bazı biyokimyasal parametreleri analiz edilmiş ve fiziksel aktivite durumları belirlenmiştir. Bireylerin beslenme ile ilişkili kardiyovasküler risk faktörlerinin belirlenmesi amacıyla 35 besin çeşidini içeren kardiyovasküler hastalıklar için beslenme risk testi ve 24 saatlik besin tüketim formu uygulanmıştır. Koroner anjiyografi işlemi sonrası koroner arter hastalığı (KAH) tanısı alan ve almayan olmak üzere katılımcılar iki gruba ayrılmış ve beslenme ile ilişkili kardiyovasküler risk faktörleri açısından değerlendirilmiştir. KAH grubundaki bireylerin yaş ortalaması 59.9±9.11 yıl, NKA grubundaki bireylerin yaş ortalaması ise 57.0±6.76 yıl olarak bulunmuştur. İki grup arasında yaş gruplarına göre istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmıştır (p<0.05). Beden kütle indeksi (BKİ) gruplamasına göre KAH grubundaki erkeklerin % 60’ının, kadınların ise % 30.6’sının hafif şişman (BKİ 25-29.9 kg/m2), erkeklerin % 25.7’sinin ve kadınların % 50’sinin şişman (BKİ ≥ 30.0 kg/m2) ve NKA grubunda ise erkeklerin % 57.1’inin ve kadınların % 40.9’unun hafif şişman, (BKİ 25-29.9 kg/m2), erkeklerin % 28.6’sının ve kadınların % 36.4’ünün şişman (BKİ≥30.0 kg/m2) olduğu saptanmıştır. Hem KAH hem de NKA grubunda her iki cinsiyetin de yüksek riskli grupta (BÇ= Erkek ≥ 102 cm, Kadın ≥ 88 cm) yer aldığı belirlenmiştir. KAH ve NKA gruplarının her ikisinde de günlük enerjinin doymuş yağ asidinden (DYA) gelen yüzdesinin Ulusal Kolesterol Eğitim Programı (NCEP) Yetişkin Tedavi Paneli III (ATP III) önerilerin üzerinde olduğu ve tekli doymamış yağ asidi (TDYA), çoklu doymamış yağ asidi (ÇDYA) alımlarının da NCEP ATP III’de önerilen düzeyin altında olduğu belirlenmiştir. Diyetle günlük vitamin ve mineral tüketim ortalamaları diyetle referans alım düzeyi (DRI) önerileri ile karşılaştırıldığında; her iki grupta da bireylerin diyetle potasyum tüketimlerinin yetersiz, sodyum tüketimlerinin ise yüksek olduğu saptanmıştır. Bireylerin beslenme ile ilgili kardiyovasküler risk faktörleri biyokimyasal parametreler açısından değerlendirildiğinde, hem KAH hem de NKA grubunda serum açlık kan şekeri ve serum trigliserit (TG) düzeyleri referans değerlerinin üzerinde saptanmıştır. Çalışmaya katılan tüm bireylerde serum LDL kolesterol değerleri kadınlarda erkeklere göre daha fazla bulunmuştur ve cinsiyetler arası fark istatistiksel açıdan önemli olarak belirlenmiştir (p<0.05). Erkeklerin ve kadınların HDL kolesterol değerleri referans düzeylerin altında olarak belirlenmiştir. NKA grubundaki kadınların % 72.7’si, erkeklerin % 85.7’si, KAH grubundaki kadınların % 77.8’i, erkeklerin % 85.7’si yaşla ilgili kardiyovasküler hastalık riski taşımaktadır. KAH grubundaki kadınlarda en sık bel çevresi (% 97.2), en az ise sigara içmeyle (% 8.3) ilgili risk saptanmıştır. KAH grubundaki erkeklerde en sık bel kalça oranı (% 91.4) ilgili risk saptanmıştır. NKA grubunda kadınlarda bel çevresi ve bel kalça oranı riskli bulunmuştur. NKA grubundaki erkeklerde ise bel kalça oranı (% 100.0) en az diyabetle (% 14.3) ilgili risk saptanmıştır. Tüm bireylerin % 76’sında MetS var iken % 24’ünde MetS varlığı saptanmamıştır. KAH grubundaki bireylerin % 76.3’ü NKA grubundaki bireylerin ise % 23.7’sinde MetS gözlenmiştir. Gruplar arası bu farklılık istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.05). Diyetle DYA, TDYA, ÇDYA, posa, karbonhidrat, kolesterol ile serum açlık kan şekeri (AKŞ), serum LDL kolesterol ve sistolik kan basıncı (SKB) arasında negatif yönde korelasyon saptanmıştır. Diyetle karbonhidrat tüketimi ile serum AKŞ, LDL kolesterol, TG, SKB, DKB arasında negatif yönde anlamlı olmayan korelasyon olduğu belirlenmiştir (p>0.05). Kardiyovasküler hastalıklara ilişkin risk faktörlerine dair halkın bilinç ve farkındalık düzeyinin yükseltilmesi, bu hastalıklara yol açan risk faktörleriyle etkin mücadele bu hastalıktan korunmada uygun medikal tedavinin anında uygulanacak beslenme ve yaşam tarzı değişiklikleri sağlığın geliştirilmesi için en önemli basamaktır. Ayrıca kardiyovasküler hastalık riski bulunan bireyler uygun tıbbi beslenme tedavisine yönlendirilmelidir. This study has been done with the objective to determine nutrition-related cardiovascular risk factors on the individuals to whom the coronary angiography will be performed. The study has been carried out on 100 patients in total, composed of 58 females and 42 males, at the age of 30 and over, undergoing coronary angiography operation in Başkent University Ankara Hospital between the dates of November 2014 and February 2015. Patients’ demographic characteristics and some have been examined by the survey form. Individuals’ anthropometric measurements have been recorded, some biochemical parameters have been analyzed, and physical activity conditions have been determined. To determine nutrition-related cardiovascular risk factors of the individuals the nutritional risk test containing 35 nutrient sorts for cardiovascular diseases and 24 hours food consumption questionnaire have been carried out. Coronary angiography after treatment of coronary artery disease (CAD), including the participants were divided into two groups with and without diagnosis were evaluated for cardiovascular risk factors associated with diet and divided into two groups. The average age of the individuals in CAD group has been determined as 59.9±9.11 years as to in NCA group as 57.0±6.76 years. Statistically significant difference has been determined between this two groups in terms of age groups (p<0.05). It has been determined that in CAD group, 60% of male individuals and 30.6% of female individuals are slightly overweight (BMI 25-29.29 kg/m2), 25.7% of male individuals and 50% of female individuals are overweight (BMI ≥ 30.0 kg/m2), and in NCA group 57.1% of male individuals and 40.9% of female individuals are slightly overweight (BMI 25-29.29 kg/m2), 28.6% of male individuals and 36.4% of female individuals are overweight (BMI ≥ 30.0 kg/m2). It has been determined that both genders are ranked in the high-risk group in CAD and NCA groups (WC=Male≥ 102 cm, Female ≥ 88 cm). In both CAD and NCA groups, it has been determined that the percentage of daily energy originated from SFA is above the suggestions of NECP ATP III and intake of PUFA and MUFA is under the level suggested in NCEP ATP III. When the average of daily vitamin and mineral consumption with dietary and dietary reference ıntake (DRI) suggestions are compared, the dietary potassium consumption of the individuals in CAD and NCA groups are insufficient according to DRI suggestions as to sodium consumptions are quite above. When nutrition-related cardiovascular risk factors are evaluated in terms of biochemical parameters, it has been observed that average value of pre-prandial blood glucose in both groups is above serum triglyceride (TG) level reference levels. It has been detected that serum LDL cholesterol values in females are higher than in male individuals and the gender difference is determined as statistically significant (p<0.05). HDL cholesterol values of male and female individuals are determined as below reference values. 72.7% of females and 85.7% of males in NCA group, and 77.8%of females and 85.7% of males in CAD group carry age-related cardiovascular disease risk. On females in CAD group, it has been determined that the risk concerning waist circumference (97.2%) is the most common and smoking is the rare (8.3%). On males in CAD group, it has been determined that the risk concerning waist-hip ratio (91.4%) is the most common. On females in NCA group, it has been determined that waist circumference and waist-hip ratio are risky. On males in NCA group, it has been determined that the risk concerning waist-hip ratio (% 100.0) and diabetic is rare (14.3%). Metabolic syndrome (MetS) has been observed in 76% of all individuals and MetS existence has not been detected 24% of all individuals. MetS has been observed in 76.3% of CAD group individuals and 23.7% of NCA group individuals. The difference between groups is determined as statistically significant (p<0.05). Between saturated fat, monounsaturated fat, polyunsaturated fat, bagasse, carbohydrate, cholesterol and serum FBG, serum LDL-C and SBP negative correlation has been determined. A positive correlation between bagasse and serum HDL cholesterol, sodium; a negative correlation between bagasse and serum FBG, serum LDL cholesterol, serum triglyceride, DBP, SBP has been determined. A negative correlation between carbohydrate and FBP, LDL cholesterol, triglyceride, SBP, DBP has been determined (p>0.05). Enhancing the level of public consciousness and awareness with respect to CVDs risk factors is the most important step to fight effectively against the risk factors that lead to these diseases, to reduce the threats towards public health, and to develop the public health. Besides individuals, who carries cardiovascular disease risk, should be canalized to proper medical nutrition therapy.Item Obstrüktif uyku apne sendromu olan bireylerde metabolik sendrom ve beslenme durumlarının değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2015) Çelik, Yeter; Kızıltan, GülBu çalışma obstrüktif uyku apne sendromu (OUAS) olan bireylerde metabolik sendrom (MS) ve beslenme durumunun belirlenmesi amacıyla Haziran 2014- Aralık 2014 tarihleri arasında yapılmıştır. Çalışmaya Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi Uyku Bozuklukları merkezinde OUAS tanısı alan 18 yaş üstü hastalar alınmıştır. Bu hastalara Uyku Bozuklukları Merkezinde rutin olarak uygulanan polisomnografi (PSG) öncesi gündüz uykululuk halini gösteren Epworth Uykululuk Testi ve OUAS’nin toplum taramalarında kullanılan Berlin Anketi uygulanmıştır. Ayrıca hastaların polisomnografide belirlenen uyku parametreleri, biyokimyasal bulguları, genel alışkanlıkları, beslenme alışkanlıkları, antropometrik ölçümleri, enerji ve besin öğeleri alımları, enerji harcamaları, depresyon görülme durumları değerlendirilmiştir. Bireylerin beslenme durumları besin tüketim sıklığı ile saptanmıştır. Araştırmaya katılan 79 bireyin 55’i (%69.6) erkek iken 24’ünün (%30.4) kadın olduğu saptanmıştır. Bireylerin %34.2’si 50 yaşında ve daha küçük, %40.5’i 51-60 yaş arasında, % 25.3’ü 61 yaşında ve daha büyük olduğu belirlenmiştir. Bu çalışmada boyun çevresi, bel çevresi, toplam yağ yüzdesi, abdominal ve visseral yağlanmanın artmasının OUAS gelişimi için bir risk faktörü olup olmadığını bakıldığında kadınlarda ve erkeklerde BKİ ile birlikte boyun çevresi, bel çevresi, visseral ve abdominal yağ ölçümleri ile uyku apnesinin şiddetini gösteren parametrelerin korele olduğu görülmüştür. Yapılan bu antropometrik ölçümler uyku apnesinin şiddetinin de göstergesi olabileceği saptanmıştır. Katılımcılardan kadınların %62.5’inde MS belirlenirken, erkek katılımcıların %76.4’ünde MS saptanmıştır. Hastaların beslenme durumları değerlendirilirken makro besin öğelerinin enerji dağılımına bakıldığında enerjinin yağdan gelen yüzdesinin kadınlarda ve erkeklerde yüksek olduğu ve OUAS şiddetine göre gruplar arasında bir fark olmadığı görülmüştür (p>0.05). OUAS hastalarının günlük ortalama kolesterol alım düzeylerine bakıldığında her iki cinsiyette ve tüm yaş gruplarında 200 mg’ın üzerinde olduğu belirlenmiştir. OUAS’li bireylerin besinle antioksidan etkinlik gösteren A,C,E vitaminleri alımlarına bakıldığında kadınların ve erkeklerin A ve C vitamini alımları OUAS şiddetine göre yeterli ya da fazla olduğu, E vitamini alımlarının da yeterli olduğu belirlenmiştir. Antioksidan enzimler için kofaktör rolü olan çinko ve magnezyum gibi besin öğeleri de değerlendirildiğinde kadınlarda ve erkeklerde çinko ve magnezyum alımları da yeterli ve fazla olarak belirlenmiştir. Sonuç olarak OUAS’li bireylerde MS görülme oranı yüksektir ve hipertansiyon, obezite, insulin direnci, dislipidemi gibi MS bileşenlerinin gelişiminde bireylerin yaşam ve beslenme şekilleri ön plana çıkmaktadır. This study was conducted to determine metabolic syndrome and nutritional status of individuals with obstructive sleep apnea syndrome (OSAS). Patients over the age of 18, who have been diagnosed with OSAS in Başkent University Ankara Hospital Sleep Disorders Center between June 2014 and December 2014 were included in this study. Epworth Sleepiness Scale that indicates state of sleepiness in the daytime before polisomnography and being applied routinely at the Sleep Disorders Center, and Berlin Survey that is used in community screening of OSAS were applied to these patients. Sleep parameters determined in polysomnography, biochemical findings, general habits, nutritional habits, anthropometric measurements, energy and nutritional intakes, energy expenditures, and status of depression incidence of them were assessed. Nutritional status of individuals were determined with food consumption frequency. While 55 of 79 participents participated in the study were male (69.6%), 24 of them (30.4%) were female and 34.2% of participents were at the age of 50 or younger, 40.5% of them were between the ages of 51-60, and 25.3% of them were at the age of 61 or older. When it was analyzed in the study whether neck circumference, waist circumference, total fat percent and increase in abdominal and visceral adiposity are a risk factor for OSAS development or not, neck circumference, waist circumference, visceral and abdominal fat measurements together with BMI were seen to be correlated with parameters that indicates the severity of sleep apnea in males and females. These anthropometric measurements performed might be an indicator of severity of sleep apnea also. Of participants, metabolic syndrome was detected in 62.5% of females and 76.4% of male participents. While nutritional status of the patients were being assessed, when energy distribution of macronutrients was analyzed, energy percent coming from fat was high in females and males, and there were no difference between the groups by OSAS severity (p>0.05). When daily average cholesterol intakes of patients with OSAS were analyzed, it was determined that it is over 200 mg for both genders and all age groups. When vitamin A,C,E that shows antioxidant activity intakes of individuals with OSAS were analyzed, it was determined that vitamin A and C intakes of females and males are sufficient or more in respect to severity of OSAS, and vitamin E intakes are sufficient also. Nutrients such as zinc and magnesium that has a cofactor role for antioxidative enzymes were assessed too. Zinc and magnesium intakes were determined as sufficient and more in females and males. In conclusion, rate of metabolic syndrome incidence is high in individuals with OSAS and life and nutrition styles of individuals stand out for development of metabolic syndrome components such as hypertension, obesity, insulin resistance and dyslipidemia.Item Hipertiroidili ve hipotiroidili kadınlarda metabolik sendrom belirteçleri üzerine tıbbi beslenme tedavisinin etkilerinin değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2015) Bardak Dirikli, Nazal; Kızıltan, GülEn sık görülen klinik tiroid fonksiyon bozukluğu hipotiroidizmdir ve tiroid bezinde tiroksin (T4) ve triiyodotironin (T3) yapımı ve sekresyonunda azalmaya yol açan bozukluklar nedeniyle oluşmakta ve varlığında serum tiroid stimule edici hormon (TSH) sekresyonu artmaktadır. Hipertiroidizm ise T4 ve T3 seviyesinin normal olmasına karşın düşük tiroitropin seviyesi ile karakterizedir. Hipotiroidizm erkeklere göre kadınlarda, gençlere göre yaşlılarda daha sık karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışma hipotiroidili ve hipertiroidili hastalarda tıbbi beslenme tedavisinin metabolik sendrom belirteçleri üzerine etkisinin değerlendirilmesi amacı ile yürütülmüştür. Çalışma, Nazal Beslenme ve Diyet Merkezine Ağustos 2014 ile Ekim 2014 tarihleri arasında yeni hipotiroid ve/veya hipertiroid teşhisini almış 20 ile 64 yaş arası 120 kadın üzerinden yürütülmüştür. Bu hastalara çalışmanın başlangıcında kişisel bilgilerini ve hastalıklarına ilişkin bilgileri saptamaya yönelik anket formu uygulanmıştır. Hastalara, 3 ay süreyle bireye özgü tıbbi beslenme tedavisi uygulanmıştır. Hastaların beslenme durumları; besin tüketim sıklığı formu, 3 günlük besin tüketim kaydı ve besin tüketim alışkanlıkları formu ile belirlenmiştir. Hastaların 3 günlük besin tüketim kayıtları çalışmanın başında, birinci ay sonunda, ikinci ay sonunda ve üçüncü ay sonunda alınmıştır. Hastaların antropometrik ölçümleri alınmış, bazı biyokimyasal parametreleri analiz edilmiş ve fiziksel aktivite durumları değerlendirilmiştir. Bu çalışmada hastaların yaş ortalaması 43.36±11.36 yıl olarak saptanmıştır. Hastaların hipotiroidi ve hipertiroidi oranları sırasıyla %84.6, %15.4’dir. Tedavi alan 78 hastanın 52’si (%66.7) ilaç tedavisi alırken, 14’ü (%17.9) diyet tedavisi, 10’u (%12.8) ilaç ve diyet tedavisi, 1’i (%0.8) psikolojik tedavi, 1’i de (%0.8) insülin tedavisi görmektedir. Hastaların 69’u (%57.5) iyotlu tuz, 24’ü (%20) iyotsuz tuz, 25’i (%20.8) diyet tuz, 2’si (%1.7) kaya tuzu kullanmaktadır. Üç aylık tıbbi beslenme tedavisinin ardından hastaların kan biyokimyasal parametleri (total kolesterol, düşük dansiteli lipoprotein, trigliserit) ve antropometrik ölçümlerinde (vücut ağırlığı, vücut yağ oranı yüzdesi, vücut kas kütlesi, bel çevresi kalınlığı) değişiklikler saptanmıştır. Çalışmanın başında hipotiroidili grubun beden kütle indeksi (BKİ) ortalaması 30.44±5.67 kg/m² iken; 3. ayın sonunda 28.19±5.34 kg/m² olarak saptanmıştır. Hipertiroidili grupta ise BKİ, başlangıçta 24.06±2.73 kg/m² iken 3. ayın sonunda sonunda 22.69±2.54 kg/m² olarak belirlenmiştir. ATP III kriterlerine göre hipotiroidili hastalarda metabolik sendrom görülme sıklığı %75.2 iken, hipertiroidili hastalarda bu sıklık %15.8 olarak belirlenmiştir. Hastaların hem başlangıç serum TSH düzeyleri ile başlangıç BKİ değerleri arasında (r =0.292, p<0.001), hem de son serum TSH düzeyleri ile son BKİ değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı pozitif korelasyon belirlenmiştir (r = 0.223, p<0.05). Hastaların son insülin direnci (HOMA-IR) değeri ile son BKİ değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı pozitif korelasyon saptanmıştır (r =0.639, p<0. 001). Çalışmanın sonunda tiroid hormon fonksiyon bozukluğu olan bireylerde bireye özgü tıbbi beslenme tedavisi uygulamasının metabolik sendrom belirteçlerinin düzeltilebileceği sonucuna varılmıştır. Frequently clinically occured thyroid disorder is hypothyroidism. This disease occurs when the production and secretion of thyroxine (T4) and triiodothyronine (T3) hormones decreases and cause blood TSH level to increase. In hyperthyroidism the blood levels of T3 and T4 is normal but the thyrothyropine level decreases. Hypothyroidism occurs more frequently in women compared to men and older people compared to adolesents. This study was conducted to determine the medical nutrition thraphy effect on the parameters of metabolic syndrome in hypohyroidic and hyperthyroidic women patients. The study was carried on 120 female ages between 20-64 years old at Nazal Nutrition Center between August 2014 and October 2014. To these selected patients to determine the personal and disease information a questionnarie form is applied. In 3 month period a personal nutrition theraphy was applied. To analyse the nutrition habits of the patients food consumption frequency test, three day food consumption and nutrition habit questionnarie form were applied. The three day food consumption was requested at the beginning, end of the first month, end of the second month and at the end of the study. The anthropometric values were taken, some of the biochemical parametres were analysed and physical activity status were evaluated. The mean age of the patients was 43,36±11,36 years. The ratio of hypothyroidic patients is 84,6% and the ratio of the hyperthyroidic patients is 15.4%. The patients that are taken the theraphy are 78 patient of whom 52 (66.7%) is taken a medicine theraphy, 14 (17.9%) is taken a diet theraphy, 10 (12.8%) is taken both medicine and diet theraphy, 1 (0.8%) is taken physchological theraphy and 1 (0.8%) is taken insülin needle theraphy. Total of patients 69 (57.5%) are using iodised salt, 24 (20%) non-iodised salt, 25 (20.8%) diet salt, 2 (1.7%) rock salt. After treating the patients with nutrition theraphy blood parametric values (total cholesterol, low density lipoprotein, triglyceride) and the antropometric values (body weight, body fat percentage, body muscle weight, waist circumference) are both getting closer to the boundaries. At the beginning of the study the body mass index (BMI) of the hypothyroidic group is 30.44±5.67 kg/m² where as at the end of the study the value is 28.19±5.34 kg/m². In hyperthyroidic group the BMI at the beginning is 24.06±2.73 kg/m² where as at the end of the study the value is 22.69±2.54 kg/m². According to ATP III criterias the metabolic syndrome prevelance in hypothyroidic group is 75.2% where as in hyperthyroidic group thr prevelance is analysed as 15.8%. The correlation between the variables is calculated and a positive correlation is found between the start value of TSH and BMI (r = 0, 292, p< 0, 001), and also a positive correlation between last TSH value and BMI values. (r = 0,223, p<0,05). There is a significant correlation between insülin resistance (HOMA-IR) and the last BMI value. (r = 0,639, p<0, 001). Patients are evaluated for metabolic syndrome and seen that after 12 month of diet theraphy and seen that the related status are decreased, this is because of the decreased level of antropometric and biochemical values.Item Yetişkin bireylerde beslenme ile ilişkili kardiyovasküler risk faktörlerinin belirlenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2009) Paycı, Berçin; Aksoydan, EmineBu çalışma, Ocak - Şubat 2009 tarihleri arasında Özel Ankara Güven Hastanesi’nde çalışan 30 yaş ve üzeri 103 sağlık personelinin (41 erkek, 62 kadın) beslenme ile ilgili kardiyovasküler hastalık risk faktörlerinin saptanması, sağlıklı beslenme ve yaşam biçimi alışkanlıklarına ilişkin girişimlerin başlatılması ve kardiyovasküler hastalık riski bulunan bireylerin gereken tedavi için yönlendirilmeleri amacı ile yapılmıştır. Araştırmaya katılan tüm bireylere, sosyo-demografik özelliklerini, beslenme durumlarını ve beslenme ile ilgili kardiyovasküler risk faktörlerini saptamak amacıyla üç bölümden oluşan bir anket formu ve 24 saatlik besin tüketim formu uygulanmıştır. Bireylerin antropometrik ölçümleri alınmış, vücut bileşim analizleri yapılmış, kan basıncı ve biyokimyasal parametreleri değerlendirilmiştir. Çalışma grubunun yaş ortalaması 39.4±8.19 yıl olarak bulunmuştur. BKİ gruplamasına göre erkeklerin %58.5’inin, kadınların %32.3’ünün kilolu (BKİ=25.0-29.9 kg/m2), erkeklerin %17.1’inin, kadınların %8.1’inin ise şişman (BKİ ≥30.0 kg/m2) olduğu belirlenmiştir. Erkeklerin %31.7’sinde, kadınların %40.3’ünde abdominal obezite saptanmıştır. Enerjinin yağdan karşılanan yüzdesinin her iki cinsiyette de yüksek olduğu, günlük toplam enerjinin %36.2’sinin yağdan geldiği belirlenmiştir. Doymuş yağ tüketimlerinin önerilen miktardan yüksek olduğu saptanmıştır. Diyetle günlük vitamin ve mineral tüketim ortalamaları Türkiye için önerilen düzeylerle karşılaştırıldığında her iki cinsiyette de A vitamini ve folat tüketiminin yetersiz, sodyum tüketiminin ise yüksek olduğu, kadınların vitamin E, B6, tiamin, niasin, demir ve çinko tüketimlerinin yetersiz olduğu belirlenmiştir. E vitamini, tiamin, riboflavin, nisain, B6 vitamini, folat, sodyum, potasyum, magnezyum ve fosfor tüketimi açısından erkeklerle kadınlar arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur. Bireylerin beslenme ile ilgili kardiyovasküler risk faktörleri biyokimyasal parametreler açısından değerlendirildiğinde, saptanan risklerin sıklığı; total kolesterol %26.2, LDLkolesterol %16.5, trigliserit %22.3, total kolesterol/HDL-kolesterol düzeyi %3.9’dir. HDL-kolesterol düzeyleri önerilenin altında olanların sıklığı %39.8 olarak bulunmuştur. Bireylerin %12.6’nda da yüksek C-Reaktif Protein yüzeyleri saptanmıştır. Erkeklerde yaş, yüksek kan basıncı, obezite, total kolesterol, LDLkolesterol, trigliserit, total kolesterol/HDL-kolesterol oranı ve C-Reaktif Proteine ilişkin risklerin kadınlardan daha yüksek olduğu, kadınlarda ise sigara ve HDLkolesterol düşüklüğüne ilişkin risklerin yüksek olduğu; toplamda kadınların erkeklerden daha fazla sayıda riske sahip olduğu belirlenmiştir. Kardiyovasküler hastalıklar için beslenme ile ilgili risk faktörlerinin ortalama sayısının 3.3±2.08 olduğu ve kadınların beslenme ile ilgili risklerinin erkeklere göre daha yüksek olduğu bulunmuştur. Erkeklerin %65.9’u ve kadınların %24.2’sinin metabolik sendromlu olduğu ve metabolik sendrom sıklığının erkeklerde kadınlara göre daha yüksek olduğu belirlenmiştir (p<0.001). Çalışma sonucunda saptanan metabolik sendrom sıklığı %40.8’dir. Bireylerin beden kütle indeksi, bel çevresi ve bel kalça oranı ile açlık kan glikozu, trigliserit, fibrinojen, C-Reaktif Protein, sistolik ve diyastolik kan basıncı değerleri arasında anlamlı pozitif ilişki, HDLkolesterol değerleri arasında anlamlı negatif ilişki olduğu; sigara tüketimi ile HDL-kolesterol değerleri arasında negatif ilişki, fiziksel aktivite süresi ile trigliserid ve fibrinojen değerleri arasında pozitif yönde ve istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptanmıştır. Kardiyovasküler hastalıklardan korunma stratejilerinin temeli, hastalığa yol açan yaşam tarzını ve çevresel faktörleri değiştirmek ve yüksek riskli bireyleri belirleyip bu bireylerde özel önlemler almaktır. Bu nedenle, hastalık riski yüksek, fakat hastalığın hiçbir belirtisinin olmadığı bireylerde yaşam tarzını ve risk faktörlerini değiştirerek hastalığın oluşmasını önlemenin gerekli olduğu düşünülmektedir. This study has been conducted on 103 health personnel (41 males and 62 females) over 30 years old working in Private Ankara Güven Hospital between January - February 2009 in order to determined their risk factors for cardiovascular disease related to nutrition, to start interventions associated with habits of healthy nutrition and living style and to direct individuals with cardiovascular disease risk for therapy. A questionnaire form consisting of three parts and 24-hours food consumption form have been applied on all individuals included in the study in order to determine their socio-demographic characteristics, nutritional status and cardiovascular risk factors related to nutrition. Anthropometric measurements of individuals have been obtained, body content analyses have been made, and blood pressure and biochemical parameters have been evaluated. Average age of study group has been found as 39.4±8.19 years. It has been determined according to BKİ grouping that 58.5% of males and 32.3% of females are overweight (BKİ=25.0-29.9 kg/m2), 17.1% of males and 8.1% of females are obese (BKİ ≥30.0 kg/m2). Abdominal obesity has been determined in 31.7% of males and 40.3% of females. It has been determined that percent of energy obtained from fat was high in both gender, and 36.2% of total daily energy comes from fat. It has been determined that consumption of saturated fats is higher than recommended amount. When average consumption of daily vitamins and minerals in the diet is compared with recommended levels for Turkey, it has been determined that consumption of vitamin A and folic acid are inadequate, sodium consumption is high in both gender, and that women are deficient for consumption of vitamin E, B6, tiamin, niacin, iron and zinc. Difference of vitamin E, tiamin, riboflavin, niacin, vitamin B6, folate, sodium, potassium, magnesium and phosphorus between men and women has been found statistically significant. When cardiovascular risk factors related to nutrition of individuals are compared for biochemical parameters, frequency of risks are; total cholesterol 26.2%, LDL-cholesterol 16.5%, triglyceride 22.3%, total cholesterol/HDL-cholesterol level 3.9%. Frequency of persons having HDL-cholesterol levels below the recommended levels has been found as 39.8%. High C-reactive protein levels have been determined in 12.6% of individuals. It has been determined that risks associated with age, higher blood pressure, obesity, total cholesterol, LDL-cholesterol, triglyceride, total cholesterol/HDL-cholesterol ratio and C-Reactive Protein was higher in men than women; and that women have more number of risks than men in total. It has been found that mean number of risk factors associated with nutrition was 3.3±2.08 for cardiovascular diseases, and that risks of women related to nutrition was higher than men. It has been determined that 65.9% of men and 24.2% of women had metabolic syndrome, and that frequency of metabolic syndrome was higher in men than women (p<0.001). Frequency of metabolic syndrome assessed as a result of the study is 40.8%. It has been found that there is a positive correlation between body mass index of individuals, waist circumference and waist-hip ratio and fasting blood glucose, triglyceride, fibrinogen, C-Reactive Protein, systolic and diastolic blood pressure values, there is a significantly negative correlation between HDL-cholesterol values; there is a negative correlation between cigarette consumption and HDLcholesterol values, and there is a positive and statistically significant correlation between activity durations and triglyceride and fibrinogen values. Basis of the strategy for protecting from cardiovascular diseases is to change living style and environmental factors causing the disease, and to determine high risk individuals and taking special precautions for these persons. Therefore, it is thought that it is necessary to prevent occurrence of the disease by changing living style and risk factors in persons who have high risk for the diseases and don’t have any symptom of the disease.