Sağlık Bilimleri Enstitüsü / Health Science Institute

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11727/1393

Browse

Search Results

Now showing 1 - 10 of 10
  • Item
    Tip 2 diyabetes mellituslu bireylerin diyetle antioksidan alımları, antioksidan kapasiteleri ve beslenme durumları arasındaki ilişkinin belirlenmesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Karakaya, Rahime Evra; Saka, Mendane
    Diyabete bağlı komorbidite ve komplikasyonların gelişimde oksidatif stres maruziyeti ve antioksidan kapasitede azalma önemli bir faktördür. Bu araştırma, tip 2 diyabetli bireylerin antioksidan alımları, antioksidan kapasiteleri ve beslenme durumları arasındaki ilişkinin belirlenmesi amacıyla planlanmıştır. Çalışma Ankara Şehir Hastanesi Endokrinoloji Polikliniği’ne başvuran ve dahil edilme kriterlerine uygun 40 diyabetli ve 47 sağlıklı birey ile yürütülmüştür. Bireylere demografik özellikleri ve beslenme alışkanlıklarını içeren anket formu yüz yüze görüşme yöntemi ile uygulanmıştır. Antropometrik ölçümleri araştırmacı tarafından alınmıştır. Vücut kompozisyonu biyoelektrik impedans analizi ile belirlenmiştir. Bireylerden sabah aç karnına kan örneği alınarak rutin biyokimyasal bulguları ve antioksidan/oksidan durumun göstergesi olan dinamik tiyol disülfit dengesi (nativ tiyol, total tiyol, nativ/total tiyol, disülfit, disülfit/nativ tiyol ve disülfit/total tiyol) ile iskemi modifiye albümin (İMA) parametreleri analiz edilmiştir. Bireylerin besin tüketim durumları 3 günlük 24 saatlik besin tüketim kaydı kullanılarak değerlendirilmiştir ve diyet antioksidan kapasiteleri oksijen radikal absorbans kapasitesi (ORAC) yöntemi ile belirlenmiştir. Bireylerin antioksidan ve oksidan bileşenlere maruziyetini değerlendirmek amacıyla oksidatif denge skoru (ODS) ölçeği kullanılmıştır. Fiziksel aktivite düzeylerinin belirlenmesi için bireylere Uluslararası Fiziksel Aktivite Anketi (IPAQ) kısa formu uygulanmıştır. Diyabet grubunun yaş ortalaması 42.48±4.20 yıl ve kontrol grubunun 42.49±4.74 yıl olarak bulunmuştur (p>0.05). Diyabetli grubun nativ tiyol (459.95 [57.05] μmol/L), total tiyol (510.80 [65.88] μmol/L), disülfit (24.22±4.01 μmol/L), disülfit/nativ tiyol (%5.26 [0.85]), disülfit/total tiyol (%4.76 [0.68]), nativ/total tiyol (%90.48 [1.38]) ve İMA (0.72 [026] ABSU) değerleri ile kontrol grubunun nativ tiyol (459.10 [95.90] μmol/L), total tiyol (506.70 [111.50] μmol/L), disülfit (23.35±4.10 μmol/L), disülfit/nativ tiyol (%5.39 [1.04]), disülfit/total tiyol (%4.87 [0.84]), nativ/total tiyol (%90.27 [1.69]) ve İMA (0.80 [0.51] ABSU) değerleri arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0.05). Diyabetli grubun diyet ORAC değeri 4115.83 [5190.44] μmol ve kontrol grubunun 3267.70 [5755.65] μmol olarak belirlenmiş ve gruplar arasında anlamlı bir fark saptanmamıştır (p>0.05). Diyabetli grubun tiyol disülfit dengesi ve İMA değeri ile diyet antioksidan kapasitesi (ORAC) arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (p>0.05). Kontrol grubundaki kadınlarda tiyol disülfit dengesi ile diyet ORAC arasında ilişki bulunmazken, İMA ile diyet ORAC arasında anlamlı negatif (r=-0.479, p<0.01) ilişki saptanmıştır. Sonuç olarak, diyabet ve kontrol grubunun diyetle antioksidan alımları benzerdir ve gruplar arasında anlamlı fark bulunmamıştır. Diyabet ve kontrol grubunun antioksidan kapasitelerinin benzer olduğu gözlenmiştir. Diyabetli ve sağlıklı bireylerin antioksidan içeriği yüksek besinleri diyetle yeterli miktarda tüketmeleri önem taşımaktadır. Diyabetli grupta diyetle antioksidan alımı ve antioksidan kapasite arasında anlamlı ilişki bulunmamıştır. Diyabetli bireylerde diyet ORAC ile dinamik tiyol disülfit dengesi ve İMA arasındaki ilişki hakkında net sonuç elde etmek için daha fazla çalışma yapılması gerekmektedir. Oxidative stress exposure and decreased antioxidant capacity are important factors in the development of diabetes-related comorbidities and complications. This research was planned to determine the relationship between antioxidant intake, antioxidant capacity and nutritional status of individuals with type 2 diabetes. The study was carried out with 40 diabetic and 47 healthy individuals who applied to Ankara City Hospital Endocrinology Outpatient Clinic and met the inclusion criteria. A questionnaire including demographic characteristics and eating habits was applied to the individuals by face-to-face interview method. Anthropometric measurements were taken by the researcher. Body composition was determined by bioelectrical impedance analysis. Routine biochemical findings and dynamic thiol disulfide homeostasis (native thiol, total thiol, native/total thiol, disulfide, disulfide/native thiol and disulfide/total thiol) which reflects antioxidant/oxidant status and ischemia modified albumin (IMA) parameters were analysed by taking blood samples from individuals in the morning on an empty stomach. Dietary assessment were made by 3 day 24-h dietary recall and dietary antioxidant capacities were determined by the oxygen radical absorbance capacity (ORAC) method. Oxidative balance score (OBS) scale was used to evaluate the exposure of individuals to antioxidant and oxidant components. International physical activity questionnaire (IPAQ) short form was applied to individuals to determine their physical activity levels. The mean age of the diabetic group was 42.48±4.20 years and the control group was 42.49±4.74 years (p>0.05). It was determined that the body mass index (BMI) values of the diabetes and control groups were similar (p>0.05). There was no significant difference between diabetic group’s native thiol (459.95 [57.05] μmol/L), total thiol (510.80 [65.88] μmol/L), disulfide (24.22±4.01 μmol/L), disulfide/native thiol (%5.26 [0.85]), disulfide/total thiol (%4.76 [0.68]), native/total thiol (%90.48 [1.38]) and IMA (0.72 [026] ABSU) values and control group’s native thiol (459.10 [95.90] μmol/L), total thiol (506.70 [111.50] μmol/L), disulfide (23.35±4.10 μmol/L), disulfide/native thiol ((%5.39 [1.04]), disulfide/total thiol (%4.87 [0.84]), native/total thiol (%90.27 [1.69]) and IMA (0.80 [0.51] ABSU) values (p>0.05). The dietary ORAC value of the diabetic group was 4115.83 [5190.44] μmol and the control group was 3267.70 [5755.65] μmol, and no significant difference was found between the groups (p>0.05). There was no significant relationship between thiol disulfide homeostasis and IMA value and dietary antioxidant capacity (ORAC) in the diabetic group (p>0.05). While no correlation was found between thiol disulfide homeostasis and dietary ORAC in women in the control group, a significant negative relationship was found between IMA and dietary ORAC (r=-0.479, p<0.01). As a result, dietary antioxidant intake of diabetic and control group were similar and no significant difference was found between the groups. It was observed that antioxidant capacities of diabetes and control groups were similar. It is important that individuals with diabetes and healthy people consume adequate amount of foods with high antioxidant content. There was no significant relationship between dietary antioxidant intake and antioxidant capacity in diabetic group. More studies are needed to obtain clear conclusions about the relationship between dietary ORAC and dynamic thiol disulfide homeostasis and IMA in diabetic individuals.
  • Item
    20-49 Yaş arası gebe kadınların vitamin d destekleri kullanım durumları ile beslenme ve depresyon durumlarının karşılaştırılması
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2020) Çukurovalı Soykurt, Seniha; Kızıltan, Gül
    Gebelik döneminde yeterli vitamin D alımı maternal ve fetal sağlığın devamlılığı ile olumsuz sonuçların önlenmesi açısından önemlidir. Vitamin D, gebelik ve plasenta ile ilişkili klasik olmayan işlevlerinin önemi üzerinde durmaktadır. Bu çalışma, 20-49 yaş arası gebelerin beslenme durumları, beslenme alışkanlıkları ve vitamin D destek kullanım durumu ile depresyon durumu arasındaki ilişkinin saptanması amacıyla planlanmış ve yürütülmüştür. Araştırma, Aralık 2018 ile Ocak 2019 tarihleri arasında Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniği’ne başvuran 20-49 yaş arası 150 gebe üzerinde yürütülmüştür. Bireylerin kişisel bilgileri, depresyon durumu, fiziksel ve besin tüketimindeki değişikliklere ilişkin bilgileri saptamaya yönelik anket formu uygulanmıştır. Gebelerin, besin tüketimleri ve beslenme durumları değerlendirilmiş, biyokimyasal parametreleri analiz edilmiştir. Çalışmada yer alan bireylerin yaş ortalaması 28.58 ± 5.94 yıl olarak saptanmıştır. Çalışmada yer alan bireylerin 75’i vitamin D kullanmakta, kalan 75’i kullanmamaktadır. Çalışmada yer alan bireylerden vitamin D kullananların ilk üç ayda kazanılan ağırlık ortancası 3.00 (IQR=4), kullanmayanların 4 (IQR=2) olarak saptanmıştır. Vitamin D kullanımı ile ilk üç ayda kazanılan vücut ağırlığı değerleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermiştir (p<0.005). Bireylerin serum D vitamini değerleri gebelik öncesi ve gebelik döneminde istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermiştir (p<0.001). Çalışmada yer alan bireylerden vitamin D kullananların Beck Depresyon Ölçek puan ortancası 9.00 (IQR=6), kullanmayanların 33.00 (IQR=13) olarak saptanmıştır. Vitamin D kullanımı ile ilgili puanlarda istatistiksel olarak anlamlı farklılık vardır (p<0.001). Sonuç olarak, vitamin D eksikliği ya da yetersizliğinin depresyonla ilişkili olduğunu gösteren, özellikle epidemiyolojik çalışmalardan elde edilen kanıtlar olmasına karşın, bu kanıtlar klinik çalışmalardan elde edilen sonuçlarla henüz yeterince desteklenmemektedir. Bu durumun detaylı incelenmesi için daha büyük çaplı çalışmalara ihtiyaç vardır. The sufficient intake off vitamin D during a women pregnancy is very important to prevent potential health problems and insure the health of both mother and baby troughout the pregnancy. The most recent research focused on the importance of functions which do not have a known connection with pregnancy, the placenta and vitamin D. This work of research, was planned and implemented with the purpose of determining the probable correlation between the development of depression and the condition of women who take vitamin D supplements. Their food intake, their eating habits and their attitude towards food were taken into account. Research was conducted on 150 pregnant women aged between 20-49 admitted to Ankara Ataturk Training and Research Hospital the Obstetrics and Gynecology Department between December 2018 and January 2019. A questionnaire consisted of personal information and data gathered from each of the participants to determine the affect on their food intake, depressive mood and physical dietary changes. Serum vitamin D levels were analyzed in Ankara Atatürk Training and Research Hospital Biochemistry Laboratory. In the clinic, general characteristics, food consumption and nutritional status of pregnant women who underwent physical examination were evaluated and biochemical analyzes were performed. The average age of participants in the study was found to be 28.58 ± 5.94 years. 75 of the individuals in the study used vitamin D and the remaining 75 did not used. The median weight gain in the first three months was found to be 3.00 (IQR= 4) and 4 (IQR = 2), respectively. On the basis of the use of vitamin D, the weight values obtained in the first three months showed a statistically significant difference. Serum vitamin D values of the individuals demonstrated statistically significant differences before and during pregnancy. The mean Beck Depression score was found to be 9.00 (IQR= 6) and 33.00 (IQR = 13), respectively. Relative scores were found to be statistically significant (p <0.001). As a result of the research, although evidence from vitamin D deficiency or insufficiency is associated with depression, especially from epidemiological studies, this evidence is not yet sufficiently supported by the results from clinical trials. Further studies are needed to investigate this situation in detail.
  • Item
    Yetişkin bireylerde serum folat ve B12 vitamini düzeyleri ile duygudurum ve beslenme durumu arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Çuhadar, Gamze; Saka, Mendane
    Bu çalışma, yetişkin bireylerde serum folat ve B12 vitamini düzeyleri ile duygudurum ve beslenme durumu arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Çalışma, Eylül 2020-Kasım 2020 tarihleri arasında Ankara'da bulunan Özel Lokman Hekim Demet Tıp Merkezi'ne beslenme ve diyet hizmeti almak amacıyla başvuran 19- 45 yaş arası 55 yetişkin birey (9 erkek, 46 kadın) üzerinde yürütülmüştür. Bireylerin demografik özellikleri, beslenme alışkanlıkları, antropometrik ölçümleri uygun yöntemlerle saptanmış, SF-36 (Short Form – 36) Yaşam Kalitesi Ölçeği, beck Depresyon Ölçeği ve fiziksel aktivite düzeylerini saptamak için Uluslararası Fiziksel Aktivite Değerlendirme Anketi Kısa Formu (IPAQ Short Form) uygulanmıştır. Bireylerin besin tüketim düzeyleri 3 günlük besin tüketim kaydı yöntemi ile belirlenmiş, çalışmada kullanılan biyokimyasal bulgular hastane sisteminde bulunan hasta dosyalarından alınarak değerlendirilmiştir. Bireylerin %49.1'inin (n=27) minimal depresyon, %30.9'unun (n=17) hafif depresyon, %14.5'inin (n=8) orta depresyon , %5.5'inin (n=3) şiddetli depresyon grubunda olduğu saptanmıştır. Kadınların ortalama beck depresyon ölçek puanı 12.2±8.82, erkeklerin ise 10.7±13.55 olarak belirlenmiştir. Bireylerin beck depresyon toplam puanının folat ve B12 vitaminlerinin diyetle günlük alımı ve plazma değerleriyle ilişkili olmadığı saptanmıştır (p>0.05). Ancak depresyon gruplarına göre bakıldığında hafif depresyon grubunda diyetle B12 alımı ile depresyon puanı arasında negatif yönde orta düzeyde anlamlı ilişki olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Bireylerin diyetle günlük B12 vitamini alımları önerilen miktarı sağlarken, folat alımlarının önerilen miktarın altında olduğu belirlenmiştir. Bireylerin IPAQ kısa form fiziksel aktivite ölçeğine göre %41.8'inin (n=23) minimal aktif, %40'ının (n=22) inaktif, %18.2'sinin (n=10) çok aktif olduğu saptanmış, fiziksel aktivite düzeyi ile depresyon puanı arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmamıştır (p>0.05). Bireylerin yaş, cinsiyet, sosyodemografik özellikler, genel beslenme alışkanlıkları, diyet yapma durumları, ve hastalık durumları ile depresyon durumu arasında anlamlı ilişki bulunamamıştır. Bireylerin BKİ, bel çevresi, kalça çevresi, bel/kalça oranı, vücut yağ yüzdesi gibi obezite ile ilişkili antropometrik ölçümleri ile depresyon puanının pozitif ilişkili ancak önemsiz olduğu görülmüştür (p>0.05). Erkeklerin depresyon puanı ile diyetle günlük enerji (kkal/gün) ve karbonhidrat (g) alımı arasında negatif yönde yüksek düzeyde anlamlı ilişki saptanmıştır (p<0.05). Diyetle günlük alınan çoklu doymamış yağ asidi ve n-6 çoklu doymamış yağ asidi (%) sadece minimal depresyon grubunda depresyon ile pozitif yönde orta düzeyde ilişkili bulunurken, protein (%) , yağ (%), doymuş yağ asitleri (%), tekli doymamış yağ asitleri (%), karbonhidrat (g), karbonhidrat (%) şiddetli depresyon grubunda depresyon puanı ile çok yüksek düzeyde ilişkili bulunmuştur (p<0.05). Bireylerin depresyon puanı ile yaşam kalitesi tüm alt ölçek puanları arasında negatif yönde anlamlı ilişki tespit edilmiştir (p<0.05). Sonuç olarak yaşam kalitesinin duygudurumu ile önemli derecede ilişkili olduğu belirlenmiştir. Bireyin beslenme durumunun ve serum folat ve B12 değerlerinin duygudurumu üzerinde etkileri olabileceği görülmüş, ancak küçük çalışma grubu nedeniyle istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmamıştır. Konu ile ilgili daha geniş kapsamlı araştırmalara ihtiyaç vardır. This study was conducted to evaluate the relationship between serum folate and vitamin B12 levels and mood and nutritional status in adults. The study was conducted on 55 adult individuals (9 males, 46 females) aged between 19 and 45 years who applied to Private Lokman Hekim Demet Medical Center in Ankara between September 2020 and November 2020 for nutrition and diet services. Demographic characteristics, nutritional habits and anthropometric measurements of the individuals were determined by appropriate methods, SF-36 (Short Form - 36) Quality of Life Scale, Beck Depression Scale and to determine their physical activity levels International Physical Activity Assessment Questionnaire Short Form (IPAQ Short Form) were applied. The food consumption levels of the individuals were determined with the 3-day food consumption record method, and the biochemical findings used in the study were obtained from the patient files in the hospital system. It has been determined that 49.1% (n = 27) of the individuals were in the minimal depression group, 30.9% (n = 17) in the mild depression, 14.5% (n = 8) in the moderate depression, and 5.5% (n = 3) in the severe depression group. The mean beck depression scale score for women was determined as 12.2 ± 8.82, and for men as 10.7 ± 13.55. It was found that the total beck depression score of the individuals was not related to the daily dietary intake and plasma values of folate and B12 vitamins (p> 0.05). However, considering the depression groups, it was found that there was a moderate negative correlation between dietary B12 intake and depression score in the mild depression group (p <0.05). While the daily vitamin B12 intake of individuals provides the recommended amount, it has been determined that their folate intake is below the recommended amount. According to the IPAQ short form physical activity scale, 41.8% (n = 23) of the individuals were found to be minimally active, 40% (n = 22) were inactive, 18.2% (n = 10) were found to be very active. There was no statistically significant relationship between physical activity level and depression score (p> 0.05). No significant relationship was found between the individuals' age, gender, sociodemographic characteristics, general nutritional habits, dieting status, and disease states and depression status. Anthropometric measurements related to obesity, such as BMI, waist circumference, hip circumference, waist / hip ratio, body fat percentage, and depression score were found to be significantly positively correlated (p> 0.05). A high level of negative correlation was found between the depression score of men and diet and daily energy (kcal / day) and carbohydrate (g) intake (p <0.05). Daily intake of dietary polyunsaturated fatty acid and n-6 polyunsaturated fatty acid (%) were found to be moderately positively associated with depression only in the minimal depression group, while protein (%), fat (%), saturated fatty acids (%), monounsaturated fatty acids (%), carbohydrates (g), carbohydrates (%) were found to be highly correlated with depression score in the severe depression group (p <0.05). A significant negative correlation was found between depression scores of individuals and all subscale scores of quality of life (p <0.05). As a result, it was determined that the quality of life is significantly associated with mood. It was observed that the nutritional status of the individual and serum folate and B12 levels may have effects on mood, but there was no statistically significant relationship due to the small study group. More comprehensive research is needed on the subject.
  • Thumbnail Image
    Item
    Kronik böbrek yetmezlikli hemodiyaliz hastalarının gastrointestinal semptomlarının, yaşam kalite düzeylerinin ve hipoalbuminemi durumlarının değerlendirilmesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Ertürk, Melda; Köseler Beyaz, Esra
    Bu araştırma; kronik böbrek yetmezliği nedeniyle hemodiyaliz tedavisi alan hastalarda gastrointestinal semptomların belirlenmesi ve bu durumun hastaların beslenme durumu ve serum albumin düzeyleri üzerine etkisini incelemek amacıyla planlanmıştır. Çalışma, Aralık 2018-Şubat 2019 tarihleri arasında Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi Diyaliz Ünitesinde tedavi gören yaşları 20-88 yıl arasında, 200 (132 erkek, 68 kadın) hasta üzerinde yapılmıştır. Bu hastalara hastalık ve kişisel bilgilerini içeren anket formu yüz yüze görüşme ile uygulanmıştır. Hastaların beslenme durumları 3 günlük Besin Tüketim Kaydı ve Subjektif Global Değerlendirme (SGD) ile belirlenmiştir. Hastaların gastrointestinal semptomları Gastrointestinal Semptom Değerlendirme Ölçeği (GSDÖ), yaşam kalite düzeyleri ise Yaşam Kalitesi Ölçeği (SF-36) ile değerlendirilmiştir. Hastaların antropometrik ölçümleri alınmış, bazı biyokimyasal parametreleri analiz edilmiştir. Bu çalışmada hastaların yaş ortalaması 60.7 ± 15.16 yıl, hastaların diyalize girme süresi ortalama 5.7 ± 6.48 yıl olarak bulunmuştur. Hastaların BKİ değerleri erkeklerde ve kadınlarda sırasıyla 26.0±4.79 kg/m² ve 25.6±6.08 kg/m²'dir. Hastaların SGD sonuçlarına göre %4.5’inin ağır malnütrisyonlu, %14.5’inin orta derecede malnütrisyonlu ve %81’inin ise iyi beslendiği belirlenmiştir (p>0.05). Hemodiyaliz (HD) tedavisi alan kadın hastaların fiziksel ve mental sağlık özet skoru puanlarının erkeklerin fiziksel ve mental sağlık özet skoru puanlarına göre daha yüksek olduğu saptanmıştır (p>0.05). Hastaların hematolojik ve biyokimyasal bulguları referans değerlerle karşılaştırıldığında; serum VLDL-kolesterol, kreatinin, kan üre azotu, fosfor, serum C-reaktif protein düzeyleri yüksek; serum hemoglobin ve hematokrit düzeyleri düşük olarak belirlenmiştir. Hastaların diyetle günlük enerji ve protein alım ortalamaları değerlendirildiğinde; % 92.5’inin enerji ve % 73’ünün protein alım düzeyleri yetersiz olarak belirlenmiştir. Hastaların günlük diyetle aldıkları vitamin ve mineral miktarları National Kidney Foundation (NKF) ve The European Society for Clinical Nutrition and Metabolism (ESPEN) önerilerine göre değerlendirilmiş, buna göre diyetle tiamin, niasin, B6 vitamini, folat, potasyum, magnezyum alımının tüm hastalarda yetersiz; ayrıca erkeklerde günlük diyetle riboflavin ve çinko alımının yetersiz, kadınlarda günlük diyetle demir alımının yetersiz olduğu saptanmıştır (p>0.05). Hastaların gastrointestinal sorunlarının ortalaması; karın ağrısı alt ölçek puan ortalaması 14.9±6.75, reflü alt ölçek puan ortalaması 10.7±5.96, hazımsızlık alt ölçek puan ortalaması 23.4±8.95, konstipasyon alt ölçek puan ortalaması 18.8±12.63, diyare alt ölçek puan ortalaması 12.7±7.29 ve GSDÖ toplam puanı 80.5±25.00 olarak bulunmuştur. Diyetle alınan posa miktarı arttıkça hastalarda gastrointestinal sorunların da istatistiksel açıdan anlamlı olarak arttığı saptanmıştır (p<0.05). Hastaların SGD sonuçlarına göre; ağır malnutrisyonu olanların GSDÖ puanı daha yüksek bulunmuştur (p>0.05). Hemodiyaliz tedavisi alan erkek hastaların fiziksel sağlık özet skoru 57.8±27.24, mental sağlık özet skoru 67.6±26.58; kadın hastaların ise fiziksel sağlık özet skoru 58.8±24.10, mental sağlık özet skoru 69.5±23.48 puan olarak belirlenmiş ve yaşam kalitesine ait bütün özet değerleri ile cinsiyet arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0.05). Fiziksel sağlık özet skoru ile diyet enerjisi ve diyet proteini arasında pozitif yönde; mental sağlık özet skoru ile diyet enerjisi ve diyet proteini arasında da pozitif yönde anlamlı bir ilişki olduğu belirlenmiştir (p<0.05). GSDÖ ile fiziksel sağlık özet skoru ve mental sağlık özet skoru arasında pozitif ilişki bulunmuş ancak bu ilişki istatistiksel olarak anlamlı değildir (p>0.05). Bu nedenle, hastaların diyetleri planlanırken beslenme ile ilişkili gastrointestinal semptom faktörlerinin de mutlaka göz önünde bulundurulması hem hastaların yaşam kalite düzeylerinin arttırılması hem de yaşam sürelerinin uzatılması açısından gerekli olduğu düşünülmektedir. This study was conducted to determine gastrointestinal symptoms in patients undergoing hemodialysis treatment for chronic renal failure and to evaluate the effect of this condition on nutritional status and serum albumin levels of patients. The study was conducted on 200 chronic renal failure patients (132 male, 68 female) between the ages of 20-88 years old at Baskent University Ankara Hospital Hemodialysis Unit between December 2018 and February 2019. A questionnaire was applied to patients including demographic and disease information by face to face interview. The nutritional status of the patients was determined by food-frequency questionnaire, a three days 24 hour dietary record and Subjective Global Assessment (SGA). The gastrointestinal symptoms of the patients were evaluated by the Gastrointestinal Symptom Rating Scale (GSRS), and the quality of the patients was assessed by SF-36 questionnaire. Anthropometric measurements were taken and some biochemical parameters were analyzed. The mean age of the patients was 60.7 ± 15.16 years; and the mean duration of patients undergoing hemodialysis was 8.2±7.43 years and in continuous ambulatory peritoneal dialysis patients was 5.7 ± 6.48 years. The BMI of the patients was 26.0 ± 4.79 kg / m² and 25.6 ± 6.08 kg / m² in males and females, respectively. According to SGA results, it was determined that 4.5% of the patients had severe malnutrition, 14.5% had moderate malnutrition and 81% had good nutrition (p>0.05). Physical and mental health summary score points of female patients receiving hemodialysis treatment (HD) were higher than that of males (p>0.05). The hematological and biochemical findings of the patients were compared with reference values; serum VLDL-cholesterol, creatinine, blood urea nitrogen, phosphorus, serum C-reactive protein levels were high; Serum hemoglobin and hematocrit levels were found to be low. In the evaluation of mean daily energy and protein intake in the patients’ diet; the energy intake levels of 92.5% and the protein intake levels of 73% were insufficient. According to the recommendations of NKF and ESPEN, it was found that dietary intake of niacin, vitamin B6, folate, potassium and magnesium were not sufficient in all patients. In addition, dietary intake of riboflavin and zinc in male patients was insufficient and daily intake of iron was insufficient in female patients (p>0.05). In the evaluation of mean gastrointestinal problems of patients; mean score of abdominal pain subscale was 14.9 ± 6.75, mean score of reflux subscale was 10.7 ± 5.96, mean score of indigestion subscale was 23.4 ± 8.95, mean score of constipation subscale was found to be 18.8 ± 12.63, mean score of diarrhoea subscale was found to be 12.7 ± 7.29 and total GSRS score was found to be 80.5 ± 25.00. As dietary fibre intake increased, gastrointestinal problems were found to be significantly increased in patients (p<0.05). According to the results of the patients SGA; the group with severe malnutrition had the highest Gastrointestinal Symptom Rating Scale score (p> 0.05). Physical health summary score of the male patients receiving hemodialysis treatment was 57.8 ± 27.24, mental health summary score was 67.6 ± 26.58; the physical health summary score of the female patients was 58.8 ± 24.10, the mental health summary score was 69.5 ± 23.48 and there was no statistically significant difference between the gender and quality (p>0.05). It was determined that there is a statistically positive relationship between physical health summary score and diet energy and dietary protein and between mental health status and diet energy and dietary protein (p<0.05). A positive relationship was found between GSRS and physical health summary score and mental health summary score; however, this was not statistically significant (p>0.05). Therefore, while planning the patients’ diet, it is thought to be imperative to take nutritional-related gastrointestinal symptom factors into consideration to increase the quality of life of the patients and to prolong life span.
  • Thumbnail Image
    Item
    İleri evre yaşa bağlı makula dejenerasyonu olan bireylerin beslenme durumlarının değerlendirilmesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Tınkılıç, Şeymanur; Aksoydan, Emine
    Bu çalışma ileri evre yaşa bağlı makula dejenerasyonu tanısı olan bireylerin beslenme durumlarının değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Çalışma Aralık 2017-Şubat 2018 tarihleri arasında Ankara Ulucanlar Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesine başvuran, 50 yaş ve üzeri, Yaşa Bağlı Makula Dejenerasyonu (YBMD) tanısı olan 97 ve YBMD tanısı olmayan (kontrol) 69 toplam 166 birey ile yürütülmüştür. Katılımcıların demografik özellikleri, sağlık durumları, fiziksel aktivite alışkanlıkları, antropometrik ölçümleri, beslenme alışkanlıkları, biyokimyasal parametreleri anket formuyla araştırmacı tarafından yüzyüze görüşme tekniğiyle sorgulanmıştır. Bireylerin beslenme durumları bir günlük 24 saatlik besin tüketim kaydı ve besin tüketim sıklığı yöntemleri ile belirlenmiştir. Biyokimyasal bulgular, hasta dosyasında temin edilmiştir. Çalışmaya katılan bireylerin yaş ortalaması YBMD grupta 71.56±8.33, kontrol grupta 64.10±9.31’dir. YBMD ve kontrol grup arasında kronik hastalık tanısı olma, düzenli fiziksel aktivite yapma, biyokimyasal bulgular açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (p>0.05). İleri evre YBMD tanısı olanlar ile kontrol grubu arasında vücut ağırlığı, boy uzunluğu ve bel/boy oranı ortalamaları bakımından istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunurken (p<0.05), Beden kütle indeksi (BKİ) ortancası bakımından istatistiksel anlamlı farklılık bulunmamıştır (p>0.05). Besin takviyesi kullanan bireylerdeki santral makula kalınlığı ortalamalarına bakıldığında ilk değer 266.27±97.132μm iken, son değer 260.39±104.180μm’dir ve aralarında istatistiksel olarak anlamlı fark olmadığı tespit edilmiştir (p<0.05). Kırmızı et-tavuk tüketim porsiyonları ortancası YBMD grupta 0.45 (0.00-4.82), kontrol grupta 0.77 (0.08-5.21) dir ve iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu saptanmıştır (p<0.05). YBMD grup ile kontrol grup arasında enerji, karbonhidrat, enerjinin karbonhidrattan ve yağdan gelen yüzdeleri, posa, omega-6, omega-6/omega 3 oranı, karoten, folat ve çinko alım düzeyleri bakımından istatistiksel anlamlı farklılık vardır (p<0.05). Posa ve folat tüketimi yetersiz olan YBMD ve kontrol grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık vardır (p<0.05). Diyabet olma durumu (OR: 2.709, %95 CI, 1.060-6.925) ve yaş artışı (OR: 1.126, %95, 1.065-1.191) YBMD riskini artırmaktadır. Sonuç olarak, YBMD’nin önlenmesinde ve tedavisinde yeterlidengeli beslenme ve ideal vücut ağırlığının korunması önemlidir. YBMD ve beslenme durumu arasındaki ilişkinin açıklanabilmesi için daha kapsamlı ve uzun süreli çalışmalara ihtiyaç vardır. This study was performed to evaluate the nutritional status of individuals with late stage of age-related macular degeneration (AMD). The study was conducted with a total of 166 individuals aged 50 years and over, 97 with AMD diagnosis and 69 without AMD, who applied to Ankara Ulucanlar Eye Training and Research Hospital between December 2017 and February 2018. Participants were questioned by means of the face-to-face interview by the investigator with a survey on demographic characteristics, health status, physical activity habits, anthropometric measurements, nutritional habits and biochemical parameters. The nutritional status of the individuals was determined by an one days 24-h dietary record and food-frequency questionnaire. Biochemical parameter values were obtained from the results of the last year in the patient's file information. The mean age of the participants in the study was 71.56±8.33 in the AMD group and 64.10±9.31 in the control group. There was no statistically significant difference in the diagnosis of chronic disease, regular physical activity, biochemical parameters between the AMD and the control group (p>0.05). There was a statistically significant difference in body weight, height and waist to height ratios between the control group and those with a diagnosis of late-stage AMD (p<0.05), but there was no significant difference in BMI median (p>0.05). The average of central macular thickness in individuals using nutritional supplement, the first value was 266.27±97.132 μm, the last value was 260.39±104.180 μm and there was no statistically significant difference between them (p<0.05). Red meat-chicken consumption median was 0.45 (0.00-4.82) in the AMD group, 0.77 (0.08-5.21) in the control group and there was a statistically significant difference between them (p<0.05). There was a statistically significant difference in energy, carbohydrate, the percentages of energy from carbohydrate and fat, fiber, omega-6, omega-6/omega-3 ratio, carotene, folate and zinc intake between the AMD group and the control group (p<0.05). There is a statistically significant difference between AMD and control groups with insufficient consumption of fiber and folate (p<0.05). Status of having diabetes (OR: 2.709, 95% CI, 1.060-6.925), and increased age (OR: 1.126, 95%, 1.065-1.191) increases the risk of AMD. As a conclusion, adequate-balanced nutrition and the maintenance of ideal body weight are important in prevention and treatment of AMD. There is a need for more comprehensive and longitudinal studies to be able to explain the relationship between the AMD and nutritional status.
  • Thumbnail Image
    Item
    Yetişkin bireylerde diyetin inflamatuvar indeksi ile beslenme durumları arasındaki ilişkinin saptanması
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Kocamış, Rabia Nur; Türker, Perrin Fatma
    Bu çalışmada, yetişkin bireylerin beslenme durumlarının saptanarak diyetin inflamatuvar indeksi (Dİİ) ile arasındaki ilişkinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışmaya, Şubat - Eylül 2017 tarihleri arasında Özel Ortadoğu Hastanesi Dahiliye Polikliniğine başvuran 119 yetişkin kadın birey dahil edilmiştir. Bireylerin sosyodemografik özellikleri, fiziksel aktivite durumları ve beslenme alışkanlıkları anket formuna kaydedilmiştir. Bireylerin antropometrik ölçümleri, bazı biyokimyasal parametreleri ve üç günlük besin tüketim kayıtları değerlendirilmiştir. Diyet inflamatuvar indeksi skorlama sistemi diyetin inflamatuvar göstergeler üzerine etkisinin incelendiği çalışmalardan yola çıkarak geliştirilmiştir. Besin ögesi inflamasyonu arttırıcı (pro-inflamatuvar) etki gösteriyorsa pozitif, inflamasyonu önleyici (anti-inflamatuvar) etki gösteriyor ise negatif skorlanmaktadır. Bu çalışmada bireylerin üç günlük besin tüketim kayıtlarından yararlanılarak diyet inflamatuvar indeksleri hesaplanmıştır. Bunların yanı sıra hastalara Beck depresyon ölçeği uygulanmıştır. Çalışmaya katılan bireylerin yaş ortalaması 36.2±10.22 yıl olarak tespit edilmiştir. Beden kütle indeksi (BKİ) gruplamasına göre bireylerin %36.1’i hafif şişman (BKİ 24.9-29.9 kg/m2), %49.6’sı şişman (BKİ≥30 kg/m2) olduğu belirlenmiştir. Bireylerin diyet inflamatuvar indeksi değerleri quartillere ayrılarak değerlenmiştir. Bireylerin diyet inflamatuvar indeksi sınır değerleri -3.32 ile 4.74 arasında değişmektedir. Diyet inflamatuvar indeksi ortalama değeri 0.18±1.73 olarak saptanmıştır. Diyet inflamatuvar indeksi quartillerine göre bireylerin C-reaktif protein ve diğer biyokimyasal parametreleri arasında anlamlı farklılık bulunmamıştır (p>0.05). Bireylerin yaşları ile diyet inflamatuvar indeksleri arasında negatif bir ilişki olduğu görülmüştür (p<0.05). Antropometrik ölçümler, bazal metabolizma hızı, toplam enerji harcaması ve fiziksel aktivite düzeyinin quartiller arasında önemli farklılık göstermediği tespit edilmiştir (p>0.05). Diyet inflamatuvar indeksi düşük olan bireylerin diğerlerine göre günlük diyetle protein, çoklu doymamış yağ asitleri (ÇDYA), omega-3 ve posa alımları önemli olarak daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). Diyet inflamatuvar indeksi yüksek olan bireylerin, A, E, B6, C vitamini ve folat, tiamin, riboflavin, niasin alımları Dİİ düşük olan bireylere göre önemli olarak daha düşük bulunmuştur (p<0.05). Ayrıca bireylerin magnezyum, potasyum, kalsiyum, fosfor ve demir alımları Dİİ düşük olan bireylerde önemli olarak daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). Bireylerin Dİİ quartilleri ile yeşil çay, siyah çay, kahve tüketimi, metabolik sendrom (MetS), depresyon ve uyku süreleri arasında önemli bir farklılık bulunmamıştır (p>0.05). Sonuç olarak yetişkin bireylerin diyet içeriklerinin diyet inflamatuvar indeksini etkilediği gösterilmiştir. Bireylerin diyetin inflamatuvar yükünü azaltacak şekilde günlük diyetlerinde enerji, makro ve mikro besin ögeleri ile anti-inflamatuvar besinleri yeterli miktarda bulundurmaları obezite, MetS, Tip 2 diyabet (Tip 2 DM), kardiyovasküler hastalıklar (KVH) gibi kronik hastalıkların önlemesinde yarar sağlayacaktır. In this study, it was aimed to estimate the nutritional status of adult individuals and determine the relationship between nutritional status and dietary inflammatory index (DII) . In the study, 119 adult women who applied to the Private Middle East Hospital Internal Medicine Policlinic were included between February and September 2017. Socio-demographic characteristics, physical activity status and eating habits of the individuals were recorded in the questionnaire form. Individuals’ anthropometric measurements, some biochemical parameters, and three-day nutritional records were assessed. The dietary inflammatory index scoring system was developed by the studies that analyzed the effects of the diet on inflammatory markers. The scoring was done positive if the food item enhanced inflammation effect (pro-inflammatory), whereas it was scored negative in case inflammation effect was reduced (anti-inflammatory). In this study, the dietary inflammatory indexes were calculated by using the three-day food consumption records of the individuals. In addition to these, the Beck depression scale was applied. The mean age of the participants in this study was determined as 36.2±10.22 years. According to the body mass index (BMI) classification, 36.1% of the individuals were found to be overweight (BMI 24.9-29.9 kg/m2) and 49.6% obese (BMI≥30 kg/m2). Individuals DII values in the study were assessed by division of quartiles. Individuals' dietary inflammatory index limit values range from -3.32 to 4.74. The mean value of DII was determined as 0.18±1.73. There was no significant difference between C-reactive protein and other biochemical parameters of individuals according to dietary inflammatory index quartiles (p> 0.05). It was found that there was a negative correlation between individuals' age and DII (p <0.05). Anthropometric measurements, basal metabolic rate, total energy expenditure and physical activity level were not significantly different in quartiles (p> 0.05). Dietary protein, polyunsaturated fatty acids (PUFA), omega-3 and fiber intake of individuals with low DII were found to be significantly higher than the others (p <0.05). Dietary A, E, B6, C vitamins and folate, thiamin, riboflavin and niacin intake of individuals with high DII were found to be significantly lower in subjects than those with low DII (p <0.05). In addition, magnesium, potassium, calcium, phosphorus and iron intake of the subjects were found to be significantly higher in individuals with low DII (p <0.05). There was no significant difference between DII quartiles and consumption of green tea, black tea and coffee, the presence of metabolic syndrome (MetS), depression status, and sleep duration of individuals (p>0.05). In conclusion, it has been shown that dietary contents of adult individuals affect the dietary inflammatory index. Reducing the inflammatory burden of the diet of individuals by considering adequate amounts of energy, macro and micro-nutrients and antiinflammatory nutrients intake may help to prevent chronic diseases such as obesity, metabolic syndrome, type 2 diabetes (Type 2 DM), cardiovascular diseases (CVD).
  • Thumbnail Image
    Item
    Bir tekstil fabrikasında çalışan işçilerin beslenme durumlarının saptanması
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2017) Şentürk, Burcu; Saka, Mendane
    Bu çalışma, tekstil fabrikasında çalışan işçilerin beslenme alışkanlıkları, antropometrik ölçümleri, fiziksel aktivite düzeyleri, yaşam kaliteleri ve beslenme durumlarının belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Çalışma, Aralık 2016- Şubat 2017 tarihleri arasında Tokat ili Erbaa ilçesinde tekstil ürünleri üretimi yapan bir fabrikada gündüz çalışan 18-65 yaş arası 405 tekstil fabrikası işçisi (166 erkek, 239 kadın) üzerinde yürütülmüştür. Bireylerin demografik özellikleri, beslenme alışkanlıkları, antropometrik ölçümleri, fiziksel aktivite düzeyleri saptanmış ve WHO-8 EUROHIS Yaşam Kalitesi Ölçeği uygulanmıştır. Bireylerin besin tüketim düzeyleri 3 günlük besin tüketim kaydı yöntemi ile belirlenmiştir. Çalışmaya katılan bireylerin %41’i erkek %59’u kadındır ve yaş ortalamaları 30.1±8.9 yıl olarak saptanmıştır. Bireylerin %84.4’ünün öğün atladığı ve en fazla (%44.7) atlanan öğünün sabah kahvaltısı olduğu saptanmıştır. BKİ ortalaması erkeklerde 24.3±3.8 kg/m2ve kadınlarda 25.7±5.9 kg/m2 olarak tespit edilmiştir. BKİ sınıflamasına göre, işçilerin %6.2’si zayıf, %47.4’ü normal, %29.6’sı hafif şişman, %16.8’i obez ve morbid obez olduğu saptanmıştır. Çalışmaya katılan erkeklerin günlük diyetleri ile ortalama 1804.9±326.4 kkal ve kadınların 1649.5±335.3 kkal enerji aldıkları tespit edilmiştir. Türkiye Beslenme Rehberine göre değerlendirildiğinde işçilerin günlük diyetlerinde ve işyerinde öğle öğününde tükettikleri enerjinin yetersiz olduğu saptanmıştır. Bireylerin günlük diyetlerinde tükettikleri ortalama yağ ve doymuş yağdan gelen enerji yüzdesinin önerilerin üzerinde olduğu belirlenmiştir. Diyetle günlük alınan mikro besin ögeleri ortalama miktarları TÜBER önerileri ile karşılaştırıldığında; işçilerin A vitamini, E vitamini, K vitamini, sodyum ve fosfor dışındaki vitamin ve mineralleri yetersiz tükettikleri saptanmıştır. İşçilerin işyerlerinde öğle öğününde makro ve mikro besin ögelerini yetersiz tükettikleri belirlenmiştir. Bireylerin yaşam kalitesini en fazla olumsuz etkileyen durum maddi yetersizliklerdir. İşçilere uygulanan WHO-8 EUROHIS Yaşam Kalite Ölçeği’ne göre en düşük ortalama puanı bireylerin ihtiyaçları için yeterli paraya sahip olma durumları (2.6±0.8) almıştır. Toplam gelir durumu (r=0.141, p=0.004) ve yağsız vücut kütlesi (r=0.106, p=0.035) ile toplam yaşam kalitesi arasında pozitif yönde anlamlı ilişki saptanmıştır. Günlük diyetle alınan enerji, protein, TDYA, DYA, B12 vitamini, piridoksin, kalsiyum, demir ve kırmızı et tüketimi ile yaşam kalitesi toplam puanı arasında pozitif yönde anlamlı ilişki saptanmıştır (p<0.05). Sonuç olarak tekstil fabrikasında çalışan işçilerin işyerlerinde ve günlük diyetlerinde yeterli ve dengeli beslenemedikleri belirlenmiştir. Bireylere sağlıklı yaşam tarzı ve beslenme alışkanlıkları kazandırarak yaşam kalitelerinin artması sağlanmalıdır. This study was performed to determine the nutritional habits, anthropometric measurements, physical activity levels, quality of life and nutritional status of workers in the textile factory. The study was conducted on 405 day-workers (166 males, 239 females) between the age of 18-65 working in a factory that produces textile products in Erbaa district of Tokat between December 2016 and February 2017. Individuals' demographic characteristics, eating habits, anthropometric measurements, physical activity levels were determined and the WHO-8 EUROHIS Quality of Life Scale was applied. The nutrient consumption levels of the individuals were determined by a three day 24-hour food intake record. The average age of participants was 30.1 ± 8.9 years. It has been determined that 41% of the individuals were male and 59% were female. Workers stated that %84.4 of the individuals had skipped meals and it was determined that the most (44.7%) skipped meals were morning breakfast. The mean BMI was 24.3 ± 3.8 kg / m2 in males and 25.7 ± 5.9 kg/m2 in females. According to BMI classification, it was determined that 6.2% of the workers were underweight, 47.4% were normal, 29.6% were overweight, 16.8% were obese and morbid obese. The average energy consumption of male worker was found to be 1804.9 ± 326.4 kcal and female worker was found to be 1649.5 ± 335.3 kcal with daily diets. According to the recommendations of the Dietary Guidelines for Turkey, it has been found that energy intake at lunchtime in the workplace and workers’ daily diets are insufficient. It has been determined that individuals are consuming a high percentage of the energy from the dietary total fat and saturated fat. When the average daily intake of micronutrients on a diet is compared with the Dietary Guidelines for Turkey, it was found that the majority of workers consumed inadequate vitamins and minerals without vitamin A, vitamin E, vitamin K, sodium and phosphorus. It has been found that workers do not consume enough macro and micronutrients at lunchtime in workplaces. The most negative impact on the quality of life of workers is the financial inadequacies. According to the results of the variables of the WHO-8 EUROHIS Quality of Life Scale applied to the workers, it was found that the lowest average score (2.6 ± 0.8) was the ability to have enough money to meet the needs. There was a positive important correlation between total income status (r=0.141, p=0.004), lean body mass (r=0.106, p=0.035) and total quality of life. There was a positive important correlation between the consumption of energy, protein, monounsaturated fatty acids, saturated fatty acids, vitamin B12, pyridoxine, calcium, iron and red meat consumed in the daily diet and total quality of life score (p <0.05). As a result, it has been determined that workers in the textile factories can not feed adequately and balancedly in their workplaces and daily diets. Increasing quality of life should be provided by giving individuals healthy lifestyle and eating habits.
  • Thumbnail Image
    Item
    Kronik böbrek yetmezlikli hepatiti olan ve olmayan diyaliz hastalarının beslenme durumlarının, bazı biyokimyasal bulgularının, iştah ve yaşam kalite düzeylerinin belirlenmesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2015) Köseler, Esra; Kızıltan, Gül
    Bu araştırma; hepatitli hemodiyaliz (HD) ve sürekli ayaktan periton diyalizi (SAPD) uygulanan kronik böbrek yetmezliği olan hastaların beslenme durumlarının, bazı biyokimyasal bulgularının, iştah ve yaşam kalite düzeylerinin belirlenmesi amacıyla planlanmıştır. Çalışma, Şubat 2014 – Haziran 2014 tarihleri arasında Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi Diyaliz Ünitesinde tedavi gören yaşları 18-64 yıl arasında olan 200 (123 erkek, 77 kadın) hasta üzerinde yapılmıştır. Bu hastalara kişisel bilgilerini ve hastalıklarına ilişkin anket formu uygulanmıştır. Hastaların beslenme durumları, besin tüketim sıklığı formu, 3 günlük Besin Tüketim Kaydı ve Subjektif Global Değerlendirme (SGD) ile belirlenmiştir. Hastaların yaşam kalite düzeyleri de SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği ile değerlendirilmiştir. Hastaların antropometrik ölçümleri alınmış, bazı biyokimyasal parametreleri analiz edilmiş ve fiziksel aktivite durumları belirlenmiştir. Bu çalışmada hastaların yaş ortalaması 55.6±14.31 yıl, hastaların diyalize girme süre ortalaması da HD hastalarında 8.2±7.43 yıl, SAPD hastalarında 6.4 ±4.60 yıl olarak bulunmuştur. Hastaların SGD sonuçlarına göre hepatiti olan HD hastalarının %18.4’ünün, hepatiti olmayan HD hastalarının %0.8’inin, hepatiti olan SAPD hastalarının %27.3’ünün, hepatiti olmayan SAPD hastalarının ise %3.4’ünün ağır malnütrisyonlu oldukları belirlenmiştir (p<0.05). Hepatiti olmayan hasta grubunda SAPD tedavisi alan hastaların HD tedavisi alan hastalara göre mental sağlık özet skoru puanlarının istatistiksel açıdan anlamlı olarak daha yüksek olduğu saptanmıştır (p<0.05). Hastaların hematolojik ve biyokimyasal bulguları referans değerlerle karşılaştırıldığında; bütün hasta gruplarında serum hemoglobin düşük; hepatiti olmayan HD hastalarında ve hepatitli SAPD hastalarında serum glukoz düzeyleri yüksek; bütün hasta gruplarında serum kan üre azotu, kreatinin, fosfor, C-reaktif protein düzeyleri yüksek; hepatiti olmayan HD ile hepatitli ve hepatiti olmayan SAPD hastalarında serum trigliserit düzeyleri yüksek; hepatiti olmayan HD ile hepatitli HD hastalarında serum sodyum düzeyleri düşük; olarak belirlenmiştir. Hastaların diyetle günlük enerji ve protein alım ortalamaları değerlendirildiğinde; HD hastalarında hepatitli hastaların tamamının, hepatiti olmayan hastaların %85.2’sinin enerji alım düzeyleri ile hepatitli hastaların %84.2’sinin, hepatiti olmayan hastaların %59.0’ının protein alım düzeyleri yetersiz olarak; SAPD hastalarında hepatitli hastaların %81.8’inin, hepatiti olmayan hastaların %82.8’inin enerji alım düzeyleri ile hepatitli hastaların %63.6’sının, hepatiti olmayan hastaların %72.4’ünün protein alım düzeyleri yetersiz belirlenmiştir (p<0.05). Hastaların günlük diyetle aldıkları vitamin ve mineral miktarlarının NKF ve ESPEN önerilerine göre, diyetle tiamin, riboflavin, niasin, B6 vitamini, folik asit ve kalsiyum alımlarının tüm hastalarda yetersiz; ayrıca hepatiti olan ve HD tedavisi alan hastaların günlük diyetle A vitamini, B12 vitamini, potasyum ve demiri; hepatiti olmayan ve HD tedavisi alan hastaların günlük diyetle potasyum ve demiri; hepatiti olan ve SAPD tedavisi alan hastaların da günlük diyetle potasyum alımının da yetersiz olduğu saptanmıştır. Bu nedenle, hastaların diyetleri planlanırken beslenme ile ilişkili hepatit risk faktörlerinin de mutlaka göz önünde bulundurulması hem hastaların yaşam kalite düzeylerinin arttırılması hem de yaşam sürelerinin uzatılması açısından gerekli olduğu düşünülmektedir. This study was conducted to determine the nutrition status, some biochemical parameters, appetite and quality of life in hemodialysis and continuous ambulatory peritoneal dialysis patients with hepatitis end-stage renal disease (ESRD) patients. The study was planned on 200 chronic renal failure patients (123 male, 77 female) ages between 18-64 years old at Baskent University Ankara Hospital Hemodialysis Unit between February 2014 and June 2014. A questionaire was applied to patients including demografic and disease information. The nutritional status of the patients was determined by food-frequency questionaire, a three-d 24-h dietary record and Subjective Global Assessment (SGA). The quality of the patients was assessed by SF-36 questionaire. Some biochemical parameters, anthropometric measurements and physical activity levels of the patients were also determined. The mean age of the patients was 55.6±14.31 years and mean duration of undergoing in hemodialysis was 8.2±7.43 years and in continuous ambulatory peritoneal dialysis patients was 6.4 ±4.60 years. According to SGA results, the percentage of severely-malnourished HD patients with hepatitis, HD patients without hepatitis, CAPD patients with hepatitis, CAPD patients without hepatitis were 18.4%, 0.8%, 27.3% and %3.4, respectively (p<0.05). The life quality-mental health score of the CAPD patients without hepatitis were higher than HD patients without hepatitis (p<0.05). Hematologic and biochemical findings of the patients compared with the reference value; all patients have low serum hemoglobin; hemodialysis patients without hepatitis and peritoneal dialysis with hepatitis patients have high serum glucose levels; all patients have high serum blood urea nitrogen, creatinine, phosphorus, C-reactive protein levels; hemodialysis patients without hepatitis and peritoneal dialysis patients without hepatitis and with hepatitis have high serum triglyceride levels; hemodialysis patients without hepatitis and hemodialysis patients with hepatitis have low serum sodium levels. The evaluation of nutritional status of the HD patients with hepatitis and the HD patients without hepatitis the 100.0%, 84.2% and 85.2%, 59.0%; the CAPD patients with hepatitis and the CAPD patients without hepatitis the 81.8%, 82.8% and 63.6%, 72.4% of the patients’ dietary energy and protein intakes were in sufficient (p<0.05). All patients dietary thiamin, riboflavin, niasin, vitamin B6, folic asid and calcium intake; HD patients with hepatitis dietary vitamin A, vitamin B12, potassium and iron; hd patients without hepatitis dietary potassium and iron; CAPD patients with hepatitis dietary potassium were above than NKF and ESPEN recommendations. As a conclusion, the hemodialysis patients should be considered to be at high risk for developing cardiovascular disease. It is for this reason, while planning the ESRD patients’ diet it should be so important to consider nutrition related hepatitis risk factors for life quality and for survival.
  • Thumbnail Image
    Item
    Gestasyonel diyabetli bireylerin diyete uyumu ve bazı biyokimyasal parametrelerin değerlendirilmesi.
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2015) Cengiz, Ş.Ecem; Kızıltan, Gül
    Bu çalışma ile gebelerin yaş, aile öyküsü, tıbbi özgeçmiş, geçmiş gebelik öyküsü gibi faktörlerin GDM gelişimine katkısı ile tıbbi beslenme tedavisine uyumu ve gereksinimlerinin karşılanma düzeyinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışma, şubat 2014 ve Ekim 2014 tarihleri arasında Acıbadem Sağlık Grubu Kadıköy Hastanesi Beslenme ve Diyet Polikliniği‘ne başvuran, hekim tarafından tanısı konulmuş yaşları 25-43 arasında olan, gebelik öncesi bilinen diyabeti (Tip 1 ve Tip 2 DM) olmayan, çoğul gebelik ve diyabet komplikasyonları bulunmayan, 81 gestasyonel diyabetli ve 27 sağlıklı gebe ile yürütülmüştür. Gebelerin kişisel ve tıbbi bilgileri anket formu, beslenme durumları anket formu ve 3 günlük besin tüketim kaydı ile belirlenmiştir. Antropometrik ölçümleri ve gebelik bilgileri de alınmış ve bazı biyokimyasal parametreler değerlendirilmiştir. İlk görüşmede gebelerin tıbbi beslenme tedavileri planlanmış ve beslenme eğitimi verilmiştir. İkinci görüşmede ise diyete uyumları ve 3 günlük besin tüketim kayıtları sorgulanmıştır. Gebelik bitiminde de gebelerin gebeliği tamamladıkları ağırlıkları, bebeklerin boyu, cinsiyeti, doğum ağırlıkları ve doğum şekli sorgulanmıştır. Çalışmaya katılan bireylerin yaş ortalaması 32.63±4.00 yıldır (GDM‘li bireylerde 32.95±3.98 yıl, GDM tanısı olmayan bireylerde 31.67±3,96 yıl). GDM‘li bireylerin %76,5‘inin ilk gebeliği, %17.3‘ünün daha önce bir gebeliği, %6.2‘sinin daha önce iki gebeliği; GDM tanısı almayan bireylerin %77.8‘inin ilk gebeliği, %22.2‘sinin daha önce bir gebeliği vardır. GDM‘li bireylerden % 21.1‘inin geçmiş gebeliklerinin en az birinde; GDM tanısı olmayan bireylerden % 16.7‘sinin geçmiĢ gebeliğinde GDM tanısı mevcuttur. Geçmiş gebeliklerinde GDM‘li bireylerin ilk gebelikte ortalama 15.40±8.44 kg, ikinci gebelikte ortalama 10.87±6.17 kg; GDM tanısı olmayan bireylerde ortalama 15.90±6.88 kg ağırlık kazanımı vardır. Geçmiş gebeliklerinde GDM‘li bireylerde birinci bebek doğum ağırlığı ortalama 3586.25±673.68 g, ikinci bebek doğum ağırlığı 3276.25±429.25 g; GDM tanısı olmayan bireylerde bebek doğum ağırlığı ortalama 3586.5±673.68 g‘dır. GDM‘li bireylerin %74.1‘inde ailede kronik hastalık öyküsü olup; bunların % 59.3‘ü Tip 2 diyabet, % 24.7‘si hipertansiyon, % 14.8‘i kronik kalp hastalıkları ve % 3.7‘si kanserdir. GDM tanısı olmayan bireylerin %51.9‘unda ailede kronik hastalık öyküsü olup; bunların % 29.6‘sı Tip 2 diyabet, % 22.2‘si hipertansiyon, % 22.2‘si kronik kalp hastalıklarıdır. Gebelik süresince toplam ağırlık kazanımları ortalaması GDM‘li bireylerde daha düĢüktür (p=0.003; p<0.05). GDM‘li bireylerin %37.0‘si, kontrol grubundaki bireylerin %40.7‘si diyete uyum sağlamada zorluk yaĢadıklarını belirtmiştir (p>0.05). Bireylerin günlük diyetle enerji alımı ortalamaları benzerdir (p>0.05). Diyetle toplam karbonhidrat alımı her iki grupta da benzerdir (p>0.05). Toplam enerjinin karbonhidrattan gelen oranı GDM‘li bireylerde daha düşüktür (p=0.051; p>0.05). Bireylerin posa, protein, toplam yağ alımı ve DYA dıĢındaki yağ asitlerinin toplam enerjiye katkıları benzerdir (p<0.05). GDM‘li bireylerin DYA tüketimi kontrol grubundan fazladır (p<0.01). Mikro besin öğesi (A, B1, B2,, B6, B12, C, E, niasin, folik asit, potasyum, kalsiyum, magnezyum, fosfor, demir ve çinko) tüketimi her iki grupta benzerdir (p>0.05). Hematolojik bulguları ve idrar analizleri ortalama eritrosit hacmi (MCV), eritrosit dağılım genişliği (RDW) ve ortalama eritrosit hemoglobin konsantrasyonu (MCHC) dışında her iki grupta benzerdir. MCV ve RDW GDM‘li bireylerde daha yüksek (p=0.023, p=0.016; p<0.05), MCHC ise kontrol grubunda daha yüksektir (p=0.018; p<0.05). Açlık kan glukozu ortalamaları diyet başlangıcında ve sonunda her iki grupta benzerdir. Bebek doğum ağırlıkları ortalamaları açısından gruplar arasında fark yoktur (p>0.05). Doğum şekli de her iki grupta % 81.5 sezeryan ile benzerdir. Sonuç olarak, gebelik sonuçları açısından değerlendirildiğinde GDM‘li bireylerde uygun ağırlık kazanımı ve normogliseminin sağlandığı, ketonürinin ve makrozominin görülmediği belirlenmiştir. Ancak ileri dönemde Tip 2 DM ve KVH açısında risk taşıyan bu grupta karbonhidrat alımının önerilerin altında, yağ alımının önerilerin çok üzerinde bulunması özellikle doymuş yağ alımının anlamlı düzeyde yüksek olması bu riski daha da arttırmaktadır. Bu nedenle bireyler gebelik sonrasında da beslenme konusunda bilinçlendirilmelidir. This study conducted to determine the gravids‘ dietary adherence to medical nutrition therapy and whether they meet their nutritional requirements during gestational period. To determine the contribution of factors such as age, family history, medical and gestational history to the development of gestational diabetes mellitus. The study conducted on 108 patients (81 with gestational diabetes mellitus and 27 healthy pregnant) without known history of diabetes and complications of diabetes and multiple pregnancies aged between 25-43 at Department of Nutrition and Diet Therapy of Acıbadem Health Group Kadıköy Hospital between February 2014 and October 2014. Gestational diabetes mellitus was diagnosed by their physician. Personal and medical information were obtained with a questionnaire and the nutritional status of pregnant women was determined by questionnaire and 3 days food record. Anthropometric measurements and some biochemical parameters were also obtained. In the first visit medical nutrition therapy of pregnant women was planned and they were given nutrition education. In the second visit their adherence to medical nutrition therapy and 3 days food records were evaluated. At the end of the pregnancy, information about weight in which the pregnancy was completed, birth weight, height, sex of baby and type of delivery was obtained. The mean age of individuals was 32.63±4.00 years (women with GDM 32.95±3.8 years, women without GDM 31.67±3.96). Of the women with GDM % 76.5 was first pregnancy, 17.3 % second pregnancy, 6.2 % third pregnancy; of the women without GDM 77.8 % was first pregnancy, 22.2 % second pregnancy. Of the women with GDM 21.1 % had diagnosed with GDM in their previous pregnancies; Of the women without GDM 16.7 % had diagnosed with GDM in their previous pregnancy. Mean weight gain in their previous pregnancy 15.40±8.44 kg in the first, 10.87±6.17 kg in the second pregnancy of women with GDM; 15.90±6.88 kg in women without GDM. In women with GDM mean birth weight was 3586.25±673.68 g in the first pregnancy, 3276.25±429.25 g in the second pregnancy; in women without GDM it was 3586.25±673.68 g. 74.1 % of women with GDM had history of chronic disease in their first degree relatives, 59.3 % of them had Type 2 DM, 24.7 % hypertension, 14.8 % cardiovascular disease and 3.7 % cancer. 51.9 % of women without GDM had history of chronic disease in their first degree relatives, 29.6 % of them had Type 2 DM, 22.2 % hypertension, 22.2 % cardiovascular diseases. Total weight gain was lower in GDM group (p=0.003; p<0.05). 37.0 % of women in GDM group and 40.7 % of control group reported having some problems about compliance to medical nutrition therapy (MNT) (p>0.05). Dietary energy intake was similar between two groups (p>0.05). Total dietary carbohydrate intake was similar between groups (p>0.05). Percentage of calories come from carbohydrate was lower in GDM group (p=0.051; p>0.05). Dietary fiber, protein, total fat intake and percentage of calories come from fatty acids except SFA were similar between groups (p>0.05). SFA intake in GDM group was significantly more than control group (p<0.01). Micronutrient intakes (vitamin A, B1, B2, B6, B12, C, E, niacin, folic acid, potassium, calcium, magnesium, phosphorus, iron and zinc) were also similar between two groups (p>0.05). Hematologic parameters and urine analysis results were similar between two groups except MCV, RDW and MCHC (p>0.05). MCV and RDW levels were higher (p=0.023, p=0.016; p<0.05), MCHC was lower in GDM group (p=0.018; p<0.05). At the beginning of the MNT and at the end of the pregnancy fasting blood glucose levels were similar between two groups (p>0.05). In terms of mean birth weight the results were also similar between groups (p>0.05). Type of delivery was also similar between two groups; 81.5 % of them cesarean section. As a conclusion, in terms of pregnancy outcomes such as weight gain, glycemic control, birth weight without macrosomic baby or ketonuria, results were similar between two groups. However, it may be important to educate women with GDM about the risks of low carbohydrate and excessive fat intake –especially SFA intake- during pregnancy and postpartum period in order to prevent later onset of Type 2 DM and CVD.
  • Thumbnail Image
    Item
    Özel bir spor merkezine devam eden 18-30 yaş arası bireylerin beslenme durumlarının ve beden algılarının değerlendirilmesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2015) Avan, Zeynep; Türker, Perfim F.
    Bu çalışma 18-30 yaş grubundaki bireylerin beslenme durumları ve alışkanlıkları, fiziksel aktivite düzeyleri ve bedenlerine yönelik algılarını değerlendirmek amacıyla planlanmıştır. Çalışma, Kasım 2014 – Ocak 2015 tarihleri arasında Ankara’nın Çankaya semtindeki özel bir spor merkezi olan Ankara Şehir Kulübü’ ne devam eden yaşları 18-30 yaş arasında olan 100 birey üzerinde yapılmıştır. Çalışmaya katılan bireylerin kişisel özellikleri ve beslenme alışkanlıkları anket formu ile sorgulanmıştır. Bireylerin antropometrik ölçümleri alınmış ve Biyoelektrik Empedans Analizi (BİA) Tanita MC-780 ile vücut kompozisyonları belirlenmiş, beden kütle indeksi (BKİ) hesaplanmıştır. Bireylerin beslenme durumları besin tüketim sıklığı formu ile belirlenmiş; fiziksel aktivite düzeyleri ise Uluslararası Fiziksel Aktivite Anketi (IPAQ-UFAA) kısa formu kullanılarak değerlendirilmiştir. Bireylerin kendi görünüşlerinden memnun olma düzeylerini belirlemek amacıyla ‘Fox Kendini Fiziksel Algılama Envanteri Vücut Çekiciliği Alt Ölçeği‘ ile ‘Beden Bölgelerinden ve Özelliklerinden Hoşnut Olma’ ölçekleri uygulanmıştır. Çalışmaya katılan bireylerin %45’i kadın, %55’i ise erkektir. Bireylerin yaş ortalaması 26.93±2.55 yıldır. BKİ ortalamaları ise sırasıyla kadınlarda 23.42±5.47 kg/m2 erkeklerde ise 26.33±4.16 kg/m2 olarak hesaplanmıştır. Bireylerin cinsiyetler arasında vücut yağ yüzdesi, vücut kas kütlesi ve vücut kas yüzdesi açısından istatistiksel olarak önemli farklılıklar saptanmıştır (p<0.05). Egzersiz yapmadıkları günlerde erkekler kendilerini daha kötü hissederken kadınların egzersiz yapılmadığı günlerde daha az yemek yedikleri saptanmıştır (p<0.05). Cinsiyetler arası beden algısı incelendiğinde, erkek bireylerin genel görünümünden memnuniyeti (3.90±0.57), kadın bireylerinkinden (3.60±0.64) daha yüksek yani hoşnut olduğu istatistiksel olarak önemli bulunmuştur (p<0.05). Cinsiyete göre vücut çekiciliği düzeylerinde ise kadın ve erkek bireyler arasında önemli bir farklılık saptanmamıştır (p>0.05). Bireylerin beden algıları BKİ’ye göre incelendiğinde; şişman erkek bireylerin (3.46±0.64), normal (4.00±0.48) ve hafif şişman (4.01±0.57) erkek bireylerden daha düşük puan aldığı, beden genel görünümünden hoşnut olmadığı saptanmıştır (p<0.05). Kadın bireylerin bedenin genel görünümünden hoşnut olma algısı incelendiğinde, bel/kalça oranı ≥0.85cm’den yüksek olanların bel- kalça oranı <0.85 cm’den düşük olanlara göre istatistiksel açıdan önemli ölçüde daha memnun olduğu tespit edilmiştir (p<0.05). Minimum aktif olan erkek bireylerin gövde bölgelerinden memnuniyeti (3.77±0.55) kadın bireylere göre (3.34±0.71) daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). Sonuç olarak, şişman olan erkek ve kadın bireylerin zayıf, normal ve hafif şişmanlara göre bedenlerinden daha az hoşnut oldukları ve kendilerini çekici bulmadıkları belirlenirken, kadınlara göre erkek bireylerin beden bölgelerinden daha memnun olduğu ve kendilerini daha çekici buldukları saptanmıştır. The aim of this study was to evaluate nutrition status, physical activity levels and body image of individuals attended a private sport center. This study was conducted on 100 individuals between 18 and 30 years who were members of Ankara City Club which was a private sport center in Çankaya region of Ankara city on dates between September 2014 and January 2015. Characteristics and nutrition routines of individuals attending were examined through survey. Participants’ antrophometric measurements were done and body composition was detected with Bioelectrical Impedance Analysis (BİA) Tanita MC/780, body mass index (BMI) is calculated. Participants’ nutritional status was identified by food consumption frequency form; physical activity levels were evaluated by using International Physical Activity Questionnaire (IPAQ) short form. In order to determine body image satisfaction and the perceived body ‘Fox Body Attractiveness Subscale of Physical Self Perception Profile(PSPP)’ and ‘Berscheid,Walster and Bohrnstedt Body Image Questionnaire’ scales were used. 45 percentage of individuals participating in the study are female and 55 percentage of individuals participating in the study are male. The mean age of individuals was 26.93±2.55 years old. The mean of BMI the male and female participants were 23.42±5.47 kg/m2, 26.33±4.16 kg/m2,respectively. A significant statistical difference was detected on participants’ body fat percentage, body muscle mass and body muscle percentage values in comparison between genders (p<0.05). It was observed that males felt themselves worse whereas females ate less food on days without exercise (p<0.05). As inter gender body perception was examined, male individuals’ pleasure of self-appearance (3.90±0.57) was more than the female individuals’ pleasure of self-appearance (3.60±0.64), comes out as more satisfied, which was statistically important (p<0.05). A significant difference were not observed in between male and female participants on levels of body attraction by gender (p>0.05). As individuals’ body image was examined according to BMI; fat vii male individuals (3.46±0.64) got lower points than normal (4.00±0.48) and overweight (4.01±0.57) male individuals, determined displeased with their overall body appearance (p<0.05). Also it was determined on females’ pleasure perception on overall body appearance within gender that, hip/thigh proportion who were higher than 0.85 cm. were more pleased on a statistical basis in comparison to females hip/thigh proportion who were lower than 0.85cm (p<0.05). Minimally active male individuals’ body part pleasure (3.77±0.55) was found on higher levels than female individuals (3.34±0.71) (p<0.05). As a result, it was determined that fat male and female individuals were less satisfied with their bodies, and didn’t think themselves as attractive in comparison to slim, normal and overwight male and female individuals, whereas male individuals were more satisfied with their body parts and find themselves more attractive in comparison with female individuals.