Başkent Üniversitesi Yayınları
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11727/13092
Browse
292 results
Search Results
Item Üniversite Öğrencilerinde Yeme Farkındalığı ve Sezgisel Yeme Davranışının Beslenme Durumu Üzerine Etkisi(Başkent Üniversitesi, 2019-12-31) Kuseyri ,Güner; Kızıltan,GülAmaç: Bu araştırma, üniversite öğrencilerinde yeme farkındalığı ve sezgisel yeme davranışının beslenme durumu üzerine etkisinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Araştırma, Ekim 2018-Kasım 2018 tarihleri arasında Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi’nde öğrenim gören çalışmaya katılmayı gönüllü olarak kabul eden 19 yaş ve üzeri 387 öğrenci üzerinde yürütülmüştür. Öğrencilerin sosyo-demografik özellikleri (yaş, cinsiyet, bölüm, gelir durumu), antropometrik ölçümleri (boy uzunluğu, vücut ağırlığı) ve egzersiz düzeyleri araştırmacı tarafından yüz yüze görüşme yöntemiyle uygulanan anket formu ile alınmıştır. Öğrencilerin beslenme konusundaki eğilimlerini ölçmek amacıyla Enerji Yoğunluklu Besinlerin Porsiyon Büyüklüğü Tüketim Sıklığı Formu ve kullanılmıştır. Çalışmaya katılan öğrencilerin yeme farkındalığı düzeylerini değerlendirmek için Yeme Farkındalığı Ölçeği (YFÖ-30), sezgisel yeme davranış düzeyini ölçmek içinse Sezgisel Yeme Ölçeği-2 (İES- 2) uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmaya yaş ortalaması 20.70±1.81 yıl olan 387 öğrenci katılmış olup öğrencilerin % 94.1’ i kız; % 5.9’ u erkektir. Öğrencilerin %46.5’i beslenme ve diyetetik bölümü öğrencisi iken %16.5’i hemşirelik, %13.4’ü odyoloji, %11.6’sı fizik tedavi, %11.1’i sosyal hizmet, %0.8’i ise sağlık kurumları işletmeciliği bölümü öğrencisidir. Öğrencilerin BKİ grup dağılımları değerlendirildiğinde, öğrencilerin %70.3’ü normal, %18.8’i zayıf, %8.9’u hafif şişman, %2.1’i obez olarak değerlendirilmiştir. Hafif şişman ve obez grubunda yer alan erkek öğrencilerin sıklığı (sırasıyla %21.7; %8.7), kız öğrencilerin sıklığına göre (sırasıyla %8.0;%1.7) istatistiksel açıdan anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). Öğrencilerin yeme farkındalığı alt ölçekleri ile BKİ grupları arasındaki ilişkiye bakıldığında genel, disinhibisyon ve yeme kontrolü alt ölçeklerinin ortalama skorları ile BKİ grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu bulunmuştur (p<0.05). BKİ gruplandırmasına göre obez olan öğrencilerin yeme farkındalığı ortalama genel skoru (2.95±0.40) zayıf olan öğrencilere göre (3.39±0.44) istatistiksel açıdan anlamlı olarak düşük bulunmuştur (p<0.01). Öğrencilerin sezgisel yeme alt ölçekleri ile BKİ grupları arasındaki ilişkiye bakıldığında ise genel, yemeye koşulsuz izin verme, duygusal nedenler yerine fiziksel nedenlerden yeme, açlık tokluk sinyallerine güvenme alt ölçeklerinin ortalama skorları ile BKİ arasında istatistiksel olarak önemli bir ilişki olduğu bulunmuştur (p<0.05). BKİ gruplamasında zayıf olan öğrencilerin genel sezgisel yeme ortalama skoru (3.63±0.50), diğer BKİ grubunda olan öğrencilere göre istatistiksel açıdan anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (p<0.01). Yeme farkındalığı ile sezgisel yeme arasında pozitif yönde güçlü bir ilişki olduğu saptanmıştır (p<0.05). Yeme farkındalığı ile dondurma haricindeki tüm enerji yoğunluğu yüksek besinlerin tüketim sıklığının negatif yönde ilişkili olduğu bulunmuştur. Yeme farkındalığının artması ile birlikte enerji yoğunluğu yüksek olan besinlerin tüketim sıklığının azaldığı saptanmıştır. Sezgisel yeme ile enerji yoğunluğu yüksek besinlerin tüketim sıklığı arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki olmadığı tespit edilmiştir. Sonuç: Üniversite öğrencilerinde yeme farkındalığı ve sezgisel yeme davranışı beslenme durumu üzerinde etkili olabilmektedir.Item İnsülin Direnci Olan Yetişkin Bireylerin Hedonik Açlık Durumunun Farklı Ölçeklerle Belirlenmesi(Başkent Üniversitesi, 2019-12-31) Çamlık ,Zeynep; Saka,MendaneAmaç: Hedonik açlık, biyolojik ihtiyaç olmaksızın, besinlerin tadı ve diğer duyusal özellikleri sonucu, iştahın artması ve besinden zevk alma ile ilişkilidir. Çalışma, insülin direnci olan bireylerin hedonik açlık durumlarını ile Türkçe Duygusal Yeme İsteği, Besin Gücü Ölçeği ve Aşırı Besin İsteği Ölçeği arasındaki ilişkinin incelenmesi amacıyla planlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya Haziran-Eylül 2019 tarihleri arasında Mersin City Hospital Hastanesi Beslenme ve Diyet Polikliniği’ne başvuran, insülin direnci tanısı almış olan, 19-64 yaş arası gönüllü 60 (%66.7) kadın, 30 (%33.3) erkek birey dahil edilmiştir. Bireylerin kişisel özelliklerini ve beslenme alışkanlıklarını belirlemek için toplamda 31 sorudan oluşan bir anket formu ile Türkçe Duygusal Yeme Ölçeği (TDYÖ), Besin Gücü Ölçeği (BGÖ) ve Aşırı Besin İsteği Ölçeği (ABİS) kullanılarak veriler toplanmıştır. TDYÖ toplam puanının 75 ve üzeri olması, BGÖ toplam puanının 2.5 ve üzeri olması, ABİS toplam puanının ise 234 puana yaklaşması hedonik açlığın arttığını göstermektedir. Bulgular: Kadınların, TDYÖ, BGÖ ve ABİS ortalama toplam puanları sırasıyla 79.3±22.9, 2.9±0.8, 114.0±40.0 olarak bulunmuştur. Erkeklerde ise, TDYÖ, BGÖ ve ABİS ortalama toplam puanları sırasıyla 81.0±22.5, 3.2±0.6, 118.1±33.2 olarak bulunmuştur (p>0.05). İnsülin direnci olan erkek bireylerde, besinlere karşı oluşan hedonik dürtünün daha yüksek olduğu saptanmıştır. Kadın ve erkeklerin vücut ağırlıkları, Beden Kütle İndeksi (BKİ) ve bel çevreleri; TDYÖ, BGÖ ve ABİS toplam puanı ile pozitif ilişkili bulunmuştur (p>0.05). Sonuç: Bu çalışma, insülin hormonunun besin ipuçlarına bağlı hedonik açlığa verilen besin ödül tepkilerinin düzenlenmesinde etkili olabileceğinin göstergesi olabilir. Hedonik açlığa yol açan faktörlerin belirlenmesi obezitenin tedavisi yönelik başarının artırılmasına katkı sağlayabilir.Item Üniversite Öğrencilerinde Mevsimsel Değişimin Duygu Durumu, Beslenme Durumu ve Fiziksel Aktivite Üzerine Etkisinin Değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi, 2019-12-31) Özekinci, Ayden; Türker,PerimAmaç: Bu çalışma mevsimsel değişimlerin üniversite öğrencilerinde duygu durumu, beslenme durumu ve fiziksel aktivite düzeyindeki etkilerini değerlendirmek amacıyla planlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma, Mayıs 2019-Ekim 2019 tarihleri arasında çalışmaya katılmayı gönüllü olarak kabul etmiş, 18-25 yaş arasındaki 284 üniversite öğrencisi üzerinde yürütülmüştür. Çalışmaya dahil edilen tüm öğrencilere anket formu, 24 saatlik besin tüketim kaydı, fiziksel aktivite formu ve Mevsimsel Gidiş Değerlendirme Formu uygulanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 24.0 paket programı kullanılmıştır. Bulgular: Öğrencilerin %81.0’inin mevsimlere bağlı olarak besin tercihlerinin değiştiği, %19.0’unun ise değişmediği tespit edilmiştir. Öğrencilerin %41.20’si yaz mevsiminde % 11.27’si kış mevsiminde daha düzenli fiziksel aktivite yaptığını belirtmiştir. Ölçek sonucunda elde edilen mevsimsellik puan ortalaması 12.24±4.66 olarak bulunurken kadınlarda (12.50±4.16) erkeklerden (11.76±5.46) daha yüksek bulunmuştur. Ancak fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0.05). Ölçek sonuçlarına göre öğrencilerin %62’sinin mevsimsel duygu durum bozukluğu olmadığı, %38’inin ise olduğu belirlenmiştir. Öğrencilerin sosyo demografik özellikleri ve besin tüketimlerine göre mevsimsellik puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmamıştır (p>0.05). Erkek öğrencilerin fiziksel aktivite düzeyi ile mevsimsellik puanları arasında anlamlı ve pozitif yönlü korelasyon olduğu tespit edilmiştir (p<0.05). Sonuç: Üniversite öğrencilerinin duygu durumları, fiziksel aktivite düzeyleri ve besinsel tercihleri mevsimlere göre değişmektedir. Duygusal, fizyolojik ve sosyal yaşantıyı etkileyen en büyük çevresel neden olan mevsimsel değişimlerin getireceği sonuçlar belirlenmeli ve bu konuda genç yetişkin grubu olan üniversite öğrencilerinin farkındalığı arttırılmalıdır.Item Kronik Böbrek Yetmezliği Olan Hastalarda Serum D Vitamini Düzeyi ile Depresyon İlişkisi(Başkent Üniversitesi, 2019-08-31) Akbal Akyel, Ayça; Kızıltan,GülAmaç: Son dönem böbrek yetmezliği olan hastalarda depresyon, en yaygın psikiyatrik problem ve prevalansı da yükselmektedir. Depresyon ve diğer mental bozukluklara sahip olan bireylerde serum D vitamini düzeyleri düşük bulunmuştur. Bu çalışma kronik böbrek yetmezliği olan hastaların D vitamini düzeyi ile depresyon durumunu ve bu iki faktörün arasındaki ilişkinin araştırılması amacıyla yürütülmüştür. Gereç ve Yöntem: Çalışma, Başkent Üniversitesi Hastanesi Yenikent Diyaliz ve Ümitköy Diyaliz merkezinde hemodiyalize giren 19-64 yaş arası 150 hasta üzerinde yürütülmüştür. Çalışmada bireylere demografik özelliklerini belirlemeye yönelik anket formu uygulanmıştır. Araştırmaya katılan hastaların serum 25(OH) D vitamini düzeyi analiz edilmiştir. Hastaların fiziksel aktivite düzeylerini saptamak amacıyla Fiziksel Aktivite Saptama Formu, duygu durumunu ve depresyona eğilimini saptamak için Beck Depresyon Envanteri kullanılmıştır. Hastaların malnütrisyon durumu da, Malnütrisyon İnflamasyon Skoru ile saptanmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan hastaların yaş ortalaması 49.9±12.20 yıl olarak belirlenmiştir. Çalışmaya, hemodiyaliz tedavisi gören 19-64 yaş arası, 55’i kadın (%36.7) ve 95’i erkek (%63.3) olmak üzere toplam 150 Kronik Böbrek Yetmezliği (KBY) hastası alınmıştır. Hastaların %64.7’ sinde D vitamininin eksik olduğu saptanmıştır. Kadınların %63.6’sında, erkeklerin %65.3’ünde D vitamininin eksik olduğu belirlenmiştir. Beck depresyon Envanteri ile Serum D vitamini düzeyi arasında negatif yönde ilişki istatistiksel açıdan önemli bulunmuştur (p<0.05). Sonuç: Çalışmadaki hastalar serum D vitamini yeterliliği, yetersizliği ve eksikliğine göre gruplandırılıp Beck depresyon puanları incelendiğinde, serum D vitamini düzeyi azaldıkça Beck depresyon puanı anlamlı olarak yüksek bulunmuştur.Item Obezite ve Duygu Durumu ile Diyet Kalitesi ve İştah İlişkisi(Başkent Üniversitesi, 2019-08-31) Güray,Aslıhan; Kızıltan,GülDünya Sağlık Örgütü’ne göre obezite; sağlığı bozacak şekilde vücutta normal dışı veya aşırı şekilde yağlanma olarak tanımlanmaktadır. Obezite ve depresyon arasındaki ilişki komplekstir ve bu ilişki ile ilgili birçok teori bulunmaktadır. Depresyon ve obezite etiyolojisinde moleküler, genetik, hormonal, immünolojik ve çevresel birçok faktör araştırılmaktadır. Son yıllarda obezite ve depresyon arasında sebep sonuç ilişki olup olmadığını cevaplamayı amaçlayan çok sayıda araştırma yapılmıştır. Yapılan çalışmalarda, depresyonun obezite riskini veya obezitenin depresyon riskini artırdığı gibi birbirinden farklı sonuçlar bildirilmesine rağmen, çoğunlukla depresyon ve obezite arasında karşılıklı etkileşime bağlı bir ilişki olduğu belirtilmiştir. Hipotalamusa protein, yağ ve karbonhidrat alımı ile 5-HT dönüşümü arasında negatif bir geri bildirim bulunmaktadır. Düşük dozda 5-HT veya bu nörotransmitterin salınımını arttıran ilaç kullanımı karbonhidrat alımını, protein ve yağ alımına göre çok azaltmaktadır. Karbonhidrattan zengin bir beslenmenin ardından kanda glukoz, insülin, leptin ve kortikosteron düzeylerinin yükselmesi sonucu hipotalamusta 5-HT salınımı artar. 5-HT düzeyindeki bu yükselme negatif geribildirim ile birlikte karbonhidrat alımını baskılar. Yapılan araştırmalarda, düşük serotonin düzeyi ve serum folat düzeyi arasında bir ilişki olduğu belirlenmiştir. Bu durum, insanlarda ruh hali ile ilişkisi olduğu düşünülen tiramin seviyesini de etkileyebilmektedir. Folat ayrıca metionin ve Sadenosilmetionin (SAM) sentezinde kullanılmaktadır. SAM ise, DNA, RNA, hücre zarı lipitleri ve nörotransmitterlerde gerçekleşen metilasyon reaksiyonlarında metil vericisi görevi görür. Buna ek olarak SAM’ın antidepresan özellik taşıdığı bilinmektedir. Sonuç olarak; yapılan çalışmalarda, depresyonun obezite riskini veya obezitenin depresyon riskini artırdığı gibi birbirinden farklı sonuçlar bildirilmesine rağmen, çoğunlukla depresyon ve obezite arasında karşılıklı etkileşime bağlı bir ilişki olduğu belirtilmiştir.Item Gestasyonel Diyabet ve Risk Faktörleri(Başkent Üniversitesi, 2019-08-31) Avci Dursun, Elif Melek; Kızıltan,GülGestasyonel diyabet mellitus (GDM), gebeliğin ikinci veya üçüncü trimesterinde görülen diyabet tanısıdır. GDM prevalansı tüm dünyada, gebeliklerin % 1 ila 14'ü arasında görülmekte iken; ülkemizde GDM prevalansının %2.6–27.9 arasında değiştiğini belirtilmektedir. Amaç GDM gelişimine neden olan risk faktörlerini ve alınabilecek önlemleri tartışmaktır. PubMed, Embase, Medline, Cochrane Central ve Google Scholar elektronik veritabanları kullanılarak, son on yıl boyunca yayınlanan makaleler incelenerek derleme hazırlanmıştır. Gestasyonel Diyabet (GDM) için belirlenmiş risk faktörleri beden kütle indeksinin 25 ve üzeri olması (BKİ > 25 kg/m2), sedanter yaşam, ailede diyabet öyküsü, ırk / etnik köken, makrozomik bebek doğum öyküsü (4 kg ve üzeri), glikozile hemoglobinin 5.7 ve üzerinde olması (A1c > 5.7) ve diyetsel faktörler (doymuş yağ, hayvansal protein, ilenmiş ürünler vb) oluşturmaktadır. Yapılan çalışmalar yaşam tarzı değişiklikleri ile GDM riskinin %60 azaltılabileceğini göstermektedir. Glisemik indeksi düşük, posa alımı yüksek, işlenmiş ürün tüketiminin sınırlı olduğu beslenme programları ile gebelik sürecinde GDM gelişimi engellenebilir.Item Dünyada Yaşlılara Sunulan Hizmet Örnekleri(Başkent Üniversitesi, 2019-08-30) Kurtoğlu, Sinem; Koç,AyşegülYaşlı nüfus dünya genelinde hızla artan ve ülkelerin ekonomisine, toplumsal sistemlerine önemli ölçüde etki etme potansiyeline sahip bir nüfustur. Yaşlılıkta, özellikle de sağlıklı yaşlanmayan ve yaşam kalitesi düşük yaşlılarda hastalığa yakalanma, düşme ve yaralanma riski artmakta, fonksiyonel işlevselliğin azalmakta ve bağımlılık oranı artmaktadır. Tüm bu süreçlerin sonuçları ülkelere sosyal, ekonomik ve kültürel boyutlarda yansımakta ve çeşitli zorluklara neden olmaktadır. Bu nedenledir ki yaşlı nüfus ve yaşlılara sunulan hizmetler tüm dünyanın ilgilendiği global bir konudur. Bu çalışmanın amacı gelişmiş ülkelerde yaşlılara sunulan hizmet örneklerinin incelenmesi ve katma değeri yüksek olanların ülkemize kazandırılabilmesi adına bir veri kaynağı oluşturmaktır. Çalışma, yaşlılara sunulan hizmetlerle ilgili literatür taraması yapılarak mevcut yerli ve yabancı derleme ve makalelerin incelenmesi yöntemi ile hazırlanmıştır. Yaşlı nüfus artış hızını sağlıklı bir alt yapı ile karşılayabilmek, ülke ekonomisine destek sağlayabilmek için ülkemizde sunulan mevcut hizmetlerin geliştirilmesi ve genişletilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda gelişmiş ülkelerde yaşlılara sunulan farklı ve katma değeri yüksek olan hizmetlerin ülkemizde de uygulanmasının olumlu sonuçlar doğuracağı öngörülmektedirItem Obezite ve Dürtüsellik(Başkent Üniversitesi, 2019-08-31) Genç,Cansu; Köse,BerilDünya sağlık örgütü obeziteyi vücutta sağlığını tehdit edecek ölçüde anormal veya aşırı yağ artışı olarak tanımlamaktadır. Obezitenin görülme sıklığı hem ülkemizde hem de dünya genelinde gün geçtikçe artış göstermektedir. Obezite kalıtsal, çevresel ve davranışsal bir takım faktörlerin karşılıklı etkileşimleri sonucu gelişmektedir. Dürtüsellik de son yıllarda obeziteyle olan ilişkisi nedeniyle önem kazanmıştır. Dürtüsellik; bireyin, kararlarının kendisine veya başkalarına karşı potansiyel olumsuz sonuçlarına bakmaksızın, normal bireylerden daha az düşünerek ya da düşünmeden harekete geçmesi eğilimi olarak veya iç/dış uyaranlara yönelik hızlı yanıtlar, planlanmamış hareketlere yatkınlık olarak tanımlanmıştır. Dürtüsellik birçok olumsuz durumla ilişkilendirilmektedir. Obezitenin de dürtüselliğin oluşturabileceği olumsuz sonuçlardan biri olabileceği söylenmektedir. Bu derlemenin amacı güncel kaynaklarda yer alan dürtüsellik-obezite ilişkisini açıklamaktır.Item Annelerin Postpartum Depresyon Risk Faktörlerinin Değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi, 2019-08-31) Doğan,Gülşah; Kızıltan,GülAmaç: Bu araştırma, annelerin postpartum depresyon (PPD) risk faktörlerini değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Araştırma, Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi’nde Aralık 2018 – Mart 2019 tarihleri arasında pediatri kliniğinde yatan ve pediatri polikliniğe başvuran yaşları 0-36 ay olan bebeklerin anneleri üzerinde yapılmış ve çalışmaya 104 anne dahil edilmiştir. Annelerden anket formu aracılığıyla, yaş, eğitim durumu, çalışma durumu, medeni durumunu değerlendirmek için anket formu uygulanmış; boy uzunluğu ile gebelik öncesi ve mevcut vücut ağırlığı ölçümleri alınarak, BKİ değerleri hesaplanmıştır. Postpartum depresyon riskini değerlendirmek üzere, annelere 10 adet çoktan seçmeli soru yöneltilmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 20 paket programı kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmaya katılan annelerin yaş ortalaması 30.5±5.89 yıl olup yaşları 18-45 yaş arasındadır. Annelerin, %21.9’u ilköğretim, %32.4’ü lise ve %45.7’si üniversite mezunudur. Annelerin %88.6’sı evli, %11.4’ü ise bekar olduklarını belirtmişlerdir. Annelerin gebelik öncesi vücut ağırlık ortalaması 61.7±10.56 kg, mevcut vücut ağırlık ortalaması 68.6±11.26 kg olarak belirlenmiştir. Annelerin mevcut BKİ değerlerinin ortalaması ise 25.1±4.15 kg/m2 olarak saptanmıştır. Annelerin %28.6’sının özgeçmişinde %25.7’sinin de soy geçmişinde depresyon öyküsü, olduğu belirlenmiştir. Annelerin%21.9’unda PPD öyküsü olduğu belirlenirken, %20’sinin de ailesinde PPD öyküsü olduğu saptanmıştır. Annelerin %50.5’in son gebeliği sırasında huzursuzluk ve endişe, %34.3’ün ise ruhsal sorun yaşadığı saptanmıştır. Lise mezunlarının olmayan annelerin yaş ortalaması 30.3±5.90 ve PPD'si olan annelerin yaş ortalaması ise 31.1±5.94 yıl olarak tespit edilmiştir. PPD'si olan annelerin %83.3'ü üniversite mezunu, PPD'si olmayan annelerin %26.5'inin ise lise mezunu olduğu saptanmıştır. Annelerin %58.1'inin çalıştığı, %41.9'unun ise çalışmadığı belirlenmiştir. Sonuç: Annelerin yaş ile eğitim ve çalışma durumları postpartum depresyon oluşumunda etkili olabilmektedir.Item Medulla Spinalis Yaralanması Geçiren ve Şiddetli Nöropatik Ağrısı Olan Bir Vakada Diadinamik Akım Uygulaması. Nöropatik Ağrıda Diadinamik Akım(Başkent Üniversitesi, 2019-04-30) Taşkın, Gülşen; Yürük,Zeliha ÖzlemBu vaka sunumunun amacı, medulla spinalis yaralanması (MSY) geçiren, C5 seviyesinde komplet tetrapleji tanısı alan ve şiddetli nöropatik ağrısı olan ancak medikal tedavi ve Transkutanöz Elektriksel Sinir Stimülasyonu (TENS) uygulamasından yeterli fayda göremeyen bir vakada diadinamik akım uygulamasının etkisini incelemekti. MSY sonrası cerrahi tedavi geçiren ve yoğun bakım ünitesinde kalan hasta yaralanmadan yaklaşık iki ay sonra rehabilitasyon merkezimize başvurdu. Fonksiyonel fizyoterapi değerlendirmeleri yapılan hastanın fizyoterapi ve rehabilitasyon programı planlandı. Fizyoterapi programı devam ederken hastanın yatışı sırasında da var olan ve McGill Ağrı Ölçeği’ne göre toplam 46 puan alan, üst ekstremitelerinde lokalize ağrının, şiddeti artarak önemli bir şikâyet haline geldi. Uzman hekim tarafından nöropatik ağrı tanısı konan hastaya medikal tedavi planlandı ve fizyoterapi programına TENS eklendi. Ancak üç ay süre boyunca hastanın ağrısında herhangi bir azalma olmadığı gözlendi. Bunun üzerine ganglion blokajı sağladığı düşünülen ancak kanıt düzeyi düşük olan diadinamik akım uygulaması yapıldı. Uygulamanın ilk gününden itibaren ağrısının azaldığını belirten hastanın, uygulama öncesi toplam 40 puan olan “McGill Ağrı Ölçeği” sonucu 10 seans sonunda 24 puan olarak bulundu. TENS ile “McGill Ağrı Ölçeği”nde 6 puan azalma elde edilirken, diadinamik akım uygulaması ile 16 puanlık bir azalma elde edildi. Sonuç olarak; şiddetli nöropatik ağrısı olan MSY’li vakada 10 seanslık diadinamik akım uygulamasının ağrıyı azalttığı belirlendi.