Başkent Üniversitesi Yayınları
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11727/13092
Browse
9 results
Search Results
Item Postprandiyal Glikoz Yanıtını Etkileyen Faktörler(Başkent Üniversitesi, 2024-08-29) Bingül,Oya Neva; Olcay Eminsoy,İrem; Saka,MendanePostprandiyal glikoz, çözünür nişasta gibi hızla hidrolize olabilen karbonhidratların veya glikoz, früktoz ve sükroz gibi besinlerde bulunan çözünebilir şekerlerin sindiriminden sonra doğal bir süreç olarak yükselir. Yiyeceklerin postprandiyal insülin salınımını indükleme yeteneği, ağırlık kazanımı, hiperlipidemi ve tip 2 diyabetin önlenmesi ve yönetimi ile ilişkilidir. Ayrıca yüksek insülin konsantrasyonlarına uzun süreli maruz kalmanın artmış kanser riski ile de ilişkili olabileceği düşünülmektedir. Besinlerin insülinojenik etkisi, yaygın olarak glisemik indeks (Gİ) ile tahmin edilmektedir. Glisemik indeks, aynı birey tarafından tüketilen ve 50 g karbonhidrat içeren bir test besininin 2 saat içerisinde oluşturduğu plazma glikoz artış alanının, aynı miktarda karbonhidrat içeren referans besinin (glikoz veya beyaz ekmek) oluşturduğu plazma glikoz artış alanına göre yüzde olarak ifadesi anlamına gelen bir kavramdır. Glisemik yük (GY) ise ilk kez 1997 yılında, bir porsiyon besin tarafından oluşturulan glukoz yanıtın ve insülin gereksinmesinin göstergesi olarak kullanılmıştır. Hem karbonhidrat içeren besinin kalitesini (glisemik indeks) hem de tüketilen miktarını (ağırlığını) birlikte değerlendiren bir kavram olan glisemik yük, besinin postprandiyal insülin salınımı üzerindeki etkisini gösteren iyi bir ölçüt olarak kabul edilmektedir. Postprandiyal glisemik yanıtın ele alınması, özellikle diyabet hastaları için plazma glikoz seviyesinin ani yükselişini önleyebilmek adına önemlidir. Sağlıklı bireylerde bile, aşırı postprandiyal hiperglisemik durum, glikatif strese neden olabilmektedir. Glikatif stres, yaşlanmanın risk faktörlerinden biridir ve cilt yaşlanması, diyabetik komplikasyonlar, osteoporoz ve demansın ilerlemesinin bir nedeni olarak gösterilmektedir. Glikatif stresi yükselten faktörlerden biri de kalıcı hiperglisemik durumdur. Hiperglisemiyi önlemenin en kolay yolu, plazma glikoz düzeyini normal aralıkta tutabilmektir. Postprandiyal plazma glikozunu etkileyen faktörlerin bilinmesi hiperglisemiyi kontrol altına alabilme ve bireylere yönelik yeni stratejiler geliştirilmede yardımcı olacaktır.Item Aralıklı Açlık(Başkent Üniversitesi, 2023-04-30) Sarıdağ Devran , Betül; Saka,MendaneObezite ile birlikte insülin direnci, tip 2 diyabet, metabolik sendrom gibi birçok sağlık riskleri artmaktadır. Bu sağlık risklerinden korunmanın en etkili yolu diyet ile glikoz homeostazının iyileştirilmesidir. Metabolik hastalıklarının önlenmesi ve yönetilmesinde son yıllarda öne çıkan diyet müdahalesinden ikisi, aralıklı açlık (IF) ve enerji kısıtlaması (CR)’dır. Aralıklı açlık kişinin isteyerek günün ya da haftanın belli zaman dilimlerinde düzenli olarak yemek yemeden uzak kaldığı dönemi kapsamaktadır. Aralıklı açlıkla son yıllarda obez kişilerde vücut ağırlığı kaybı, yağ ve glikoz metabolizmasında iyileşmeler görülmüştür. Çalışmalarda IF’nin metabolizma üzerindeki etkisini; insülin benzeri büyüme faktörü (IGF), rapamisin protein kompleksinin memeli hedefi (mTOR), sirtuin sinyali ve insülin duyarlılığı gibi yollar üzerinden yaptığı belirtilmiş olsa da, bu konu ile ilgili daha çok çalışmaya ihtiyaç vardır. Bu derlemede, IF’nin metabolizma üzerindeki faydalı etkilerini hangi yolla yaptığı incelenmiştir.Item Covid-19 ve Mineraller(Başkent Üniversitesi, 2022-12-30) Özkorkut,İrem; Saka,MendaneBeslenme, enfeksiyon ve bağışıklık arasında çift yönlü bir etkileşim vardır. Optimal bağışıklık yeterliliği beslenme durumuna bağlıdır. Bağışıklık tepkisinin geliştirilmesi ve sürdürülmesi için gerekli olan makro besinlerin ve mikro besinlerin yeterli bir şekilde, yeterli beslenme ile alınmasını sağlamak çok önemlidir. Mikro besinler, hayati rol üstlenir ve en çok ihtiyaç duyulanların A, C, D, E, B2, B6 ve B12 vitaminleri, folik asit, beta karoten, demir, selenyum ve çinko olduğu tespit edilmiştir. Bağışıklık hücrelerinin aktivasyonu, gelişimi, farklılaşması ve çok sayıda işlevini yerine getirmesi için bu mikro besinler gereklidir. Bağışıklık destekleyici mikro besin kaynaklarının yeterli miktarda alınması, COVİD-19 pandemisi ile mücadelede yardımcı olabilir. Bu göstergelere dayanarak, bu makale bağışıklık, COVID-19 ve selenyum, çinko, demir ve magnezyum mineralleri arasındaki ilişkiyi anlamayı amaçlamaktadır.Item Tip 2 Diyabetli Yetişkin Bireylerde Diyet ile Yağ Asitleri Alımının Beslenme Durumu ile İlişkisinin Belirlenmesi(Başkent Üniversitesi, 2021-12-30) Cankar,Bilge; Saka,MendaneAmaç: Bu çalışma tip 2 diyabetli bireylerde diyet yağ asitleri alımının diyabetik parametreler ile beslenme durumu üzerindeki etkisini belirlemek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma Ocak-Mart 2020 tarihleri arasında Gaziantep Üniversitesi Şahinbey Araştırma ve Uygulama Hastanesi Endokrinoloji polikliniğine gelen, Tip 2 diyabet tanısı almış 20-65 yaş arası 48 birey üzerinde yürütülmüştür. Araştırmaya katılan Tip 2 diyabetli bireylere genel özellikleri, sağlık durumları ve beslenme alışkanlıkları, fiziksel aktivite durumları ile ilgili tanımlayıcı bilgileri içeren 38 adet çoktan seçmeli sorulardan oluşan anket formu uygulanmıştır. Bireylerin enerji, makro ve mikro besin ögeleri ile diyetle aldıkları yağ asitlerinin çeşit ve miktarını belirlemek için 3 günlük besin tüketim kaydı alınmıştır. Bulgular: Çalışmaya katılan tip 2 diyabetli bireylerin doymuş yağ asidi tüketim miktarları ile HbA1c düzeyleri arasında pozitif ilişki saptanmıştır (p=0.03). Yaş ve cinsiyeti dahil ederek yapılan model 1’de doymuş yağ asitleri tüketim miktarının HbA1c düzeyleri üzerinde anlamlı bir fark oluşturmadığı belirlenirken, yaş ve cinsiyete ek olarak bireylerin yaşadığı yer, eğitim durumu, mesleği, medeni hali, tip 2 diyabet süresi, tip 2 diyabet dışındaki kronik hastalıkları, aile diyabet öyküsü, fiziksel aktivite durumu ve BKİ değerlerinin eklenmesiyle elde edilen model 2’de doymuş yağ asidi tüketim miktarı ile HbA1c düzeyleri arasında pozitif ilişki saptanmıştır (p=0.016). Model 1’de bireylerin çoklu doymamış yağ asitleri tüketim miktarı ile HbA1c düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki saptanmazken (p=547), model 2’de negatif ilişki tespit edilmiştir (p=0.006). Sonuç: Bu çalışma, diyetle alınan yağ miktarı ile birlikte yağ asit örüntüsünün de tip 2 diyabet yönetimini etkilediği konusunda aydınlatıcı olabilir.Item Hastanede Yatan Pediatrik Hastalarda Antropometrik Bir Parametre Olarak Adduktör Polisis Kas Kalınlığı Ölçümü(Başkent Üniversitesi, 2021-12-30) Oruçoğlu,Betül; Akışın Öz,Zeynep; Bekem Soylu,Özlem; Saka,MendaneAmaç: Adduktör polisis kas kalınlığı (APKK) ölçümü yetişkin ve yaşlı bireylerde vücut kas dokusu ve dolayısıyla yetersiz beslenmenin değerlendirilmesinde kullanılabilen bir yöntemdir. Pediatrik popülasyonda APKK ölçümünün kullanımına ilişkin sınırlı sayıda çalışma bulunmaktadır. Bu çalışma ile hastanede yatan pediatrik hastalarda malnütrisyon durumunun belirlenmesinde Adduktör polisis kas kalınlığı ölçümününün etkinliğinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma; Ekim 2019-Mart 2020 tarihleri arasında XXXX Hastanesi’ne yatış işlemi gerçekleştirilen, 4 - 9 yaş aralığında 236 çocuk hastanın dahil edildiği kesitsel bir çalışmadır. Hastaların besin alımları, antropometrik ölçümleri ve APKK ölçümleri kaydedilmiştir. Hastalarda malnütrisyon oluşma riskinin belirlenmesinde Bozulmuş Beslenme Durumu ve Büyüme Riski için Tarama Aracı (STRONGkids- Screening Tool for Risk of impared Nutritional Status and Growth) ve Çocuklarda Beslenme Risk Skoru (PNRS- Pediatric Nutritional Risk Score), beslenme durumunun değerlendirilmesinde ise Öznel Genel Beslenme Değerlendirmesi (SGNA- Subjective Global Nutritional Assessment) pediatrik nütrisyonel tarama araçları kullanılmıştır. Bulgular: Bireylerin yaş ortalaması 6,29 ± 1,78 yıl olup, %51,7’sini (n=122) kız, %48,3’ünü (n=114) ise erkek hastalar oluşturmaktadır. Hastaların antropometrik ölçümlerinin tümü ile APKK ölçümleri arasında pozitif yönlü ve güçlü bir korelasyon tespit edilmiştir (p<0,05). Adduktör polisis kas kalınlığı ölçümleri ilehastanede yatış süresi arasındaki korelasyon negatif yönlü ve zayıf bulunmuştur (p<0,05). Şiddetli malnütrisyonlu (SGNA ile değerlendirilen) ve beslenme bozukluğı riski yüksek (STRONGKids ve PNRS ile değerlendirilen) hastaların APKK ölçüm değerlerinin daha düşük olduğu saptanmıştır (p<0,05). Adduktör polisis kas kalınlığı (mm) için kesim noktası (SGNA referans standart alındığında) 4,5 mm olup, malnütrisyon tanısı koymadaki duyarlılığı %89,7, seçiciliği %37,0 ve eğri altında kalan alan (AUC) 0,70 (%95 CI: 0,63 – 0,77) bulunmuştur (p<0,05). Sonuç: Bu çalışma ile APKK ölçümünün hastanede yatan pediyatrik hastalarda yetersiz beslenmenin saptanmasında kullanılabilecek non-invaziv, düşük maliyetli, objektif ve hızlı uygulanan bir yöntem olduğu belirlenmiştir.Item Gebelerin Sağlıklı Beslenme Takıntısı (Ortoreksiya Nervoza) ve Yeme Tutumlarının Değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi, 2020-04-30) İpkırmaz,İrem Buse; Saka,MendaneAmaç: Sağlıklı beslenme takıntısı (ortoreksiya nervoza), bireylerin sağlıklı beslenme için bir saplantı gösterdiği ve aynı zamanda bireyin fiziksel, psikolojik ve sosyal düzeyde zarar görmesine neden olan bir davranıştır. Çalışma, gebe bireylerin sağlıklı beslenme takıntısı ile yeme tutum ve davranışlarını saptamak ve bu durumların gebelerin genel beslenme alışkanlıkları, antropometrik ölçümleri ve fiziksel aktivite durumları üzerine etkisini saptamak amacıyla planlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya Aralık 2018 - Şubat 2019 tarihleri arasında özel bir hastanenin Ankara Hastanesi Kadın Doğum Kliniği’ne başvuran gebe bireyler dahil edilmiştir. Gebelerin genel özellikleri, beslenme alışkanlıkları, antropometrik ölçümleri ve fiziksel aktivite durumlarını belirlemek amacıyla bir anket formu ile yeme tutum ve davranış bozukluğu için Yeme Tutum Testi (EAT-40) ve sağlıklı beslenme takıntısı için Sağlıklı Beslenme Takıntısı Saptama Ölçeği (ORTO-15) ile veriler toplanmıştır. EAT-40 toplam puanının 30 ve üzeri olması gebenin yeme tutum ve davranış bozukluğuna sahip olduğunu ve ORTO-15 toplam puanının 33 ve altında olması gebenin ortoreksiya nervoza riskine sahip olduğunu göstermektedir. Bulgular: Çalışmaya 70 gönüllü gebe katılmıştır. Gebelerin %21.4’ünde ortoreksiya nevroza riski olduğu, %28.6’sında yeme tutum bozukluğu saptanmıştır. ORTO-15 ve EAT-40 puan ortalaması sırasıyla; 36.27 ± 3.76 ve 29.0 ± 20.34 olarak saptanmıştır. Gebelerin %11.4’ü hem ortoreksiya nevroza riskine hem de yeme tutum bozukluğuna sahiptir. Devamlı diyet yapıyor olma, sigara ve alkol tüketimi normal olmayan yeme davranışı ile ilişkili bulunmuştur (p<0.05).Sonuç: Bu çalışma, gebelik sürecinde yeme bozukluğuna sahip bireyler olduğunu göstermiştir. Gebelerin %21.4’ü ortoreksiya nevroza riskine ve %28.6’sı yeme tutum ve davranış bozukluğuna sahiptir. Gebelikte yeme bozukluğu saptandığında, multidisipliner bir yaklaşım ile sağlıklı beslenme davranışı geliştirmelerine yardımcı olunmalıdır.Item Derin Beyin Stimülasyonlu Parkinson Hastalarında Vücut Ağırlığı Değişimi Ve Yeme Bağımlılığının Değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi, 2020-04-30) Yakışıklı,İrem; Bolluk Kılıç ,Başak; Zırh ,Tahsin Ali; Saka,MendaneAmaç: Bu araştırma, Derin Beyin Stimülasyonu (DBS) operasyonu geçiren Parkinson hastalarının (PH) vücut ağırlığı değişimi ve DBS operasyonuna bağlı yeme bağımlılığını araştırmak amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma, Haziran- Kasım 2019 tarihleri arasında İstanbul Medipol Üniversitesi Hastanesi Parkinson ve Hareket Bozuklukları Merkezi’ne başvuran 50-69 yaş arasında Derin beyin Stimülasyonuna (DBS) uygun 11 Parkinson hastası üzerinde yapılmıştır. Hastalara kişisel özellikleri, beslenme alışkanlıkları ve Parkinson hastalığına ilişkin anket formu ile belirlenmiştir. Günlük enerji ve besin öğeleri alımını belirlemek ve operasyon öncesi ve sonrası değişimi gözlemlemek amacıyla 1 günlük besin tüketim kaydı alınmıştır. Bireylere Yale Yeme Bağımlılığı ölçeği uygulanmıştır, antropometrik ölçümleri (vücut ağırlığı, boy uzunluğu ve bel çevresi) belirlenmiştir. Bulgular: Çalışma, 11 Parkinson hastası (6 kadın %54.5 ve 5 erkek %45.5) ile yürütülmüştür. Bireylerin yaş ortalaması 59.6±5.39 yıl olup, Parkinson hastalığı süresi ortalama 9.2 ± 4.05 yıldır. Erkeklerin DBS öncesi BKİ ortalama 27.7±4.16 kg/m2 iken, DBS sonrası 28.9±4.46 kg/m2olarak saptanmıştır p<0.05). DBS öncesi hastalarının bel/boy oranı ortalaması 0.6±0.08 iken, DBS sonrası 0.67±0.89 olarak saptanmıştır (p<0.05). Hastaların DBS öncesi bel çevresi ortalama 110.0±11.27 cm iken, DBS sonrası 113.1±11.51cm olarak bulunmuştur (p<0.05). Parkinson hastalarının Yale Yeme Bağımlılığı Ölçeği değerlendirilmesinde DBS öncesi ve sonrasındaki değişim anlamlı bulunmamıştır (p>0.05). Parkinson hastalarının DBS öncesi %18.2’si ve DBS sonrası %54.6’sı Yale Yeme bağımlılığı alt skoru olan ‘yeme isteğine özgü başarısız bırakma girişimi’ gösterdikleri saptanmıştır (p<0.05). Parkinson hastalarının DBS öncesi %9.1’i, DBS sonrası %54.6’sı YYBÖ’ye göre yemek yeme düşüncesinin olduğu ve yemek yemeyi azalttıklarında kaygı taşıdıklarını belirtmişlerdir (p<0.05). Sonuç: Parkinson hastalarının DBS öncesi ve sonrası antropometrik ölçümlerinde artış olduğu ancak bireylerin yeme bağımlılığı geliştirmediği sonucuna varılmıştır.Item İnsülin Direnci Olan Yetişkin Bireylerin Hedonik Açlık Durumunun Farklı Ölçeklerle Belirlenmesi(Başkent Üniversitesi, 2019-12-31) Çamlık ,Zeynep; Saka,MendaneAmaç: Hedonik açlık, biyolojik ihtiyaç olmaksızın, besinlerin tadı ve diğer duyusal özellikleri sonucu, iştahın artması ve besinden zevk alma ile ilişkilidir. Çalışma, insülin direnci olan bireylerin hedonik açlık durumlarını ile Türkçe Duygusal Yeme İsteği, Besin Gücü Ölçeği ve Aşırı Besin İsteği Ölçeği arasındaki ilişkinin incelenmesi amacıyla planlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya Haziran-Eylül 2019 tarihleri arasında Mersin City Hospital Hastanesi Beslenme ve Diyet Polikliniği’ne başvuran, insülin direnci tanısı almış olan, 19-64 yaş arası gönüllü 60 (%66.7) kadın, 30 (%33.3) erkek birey dahil edilmiştir. Bireylerin kişisel özelliklerini ve beslenme alışkanlıklarını belirlemek için toplamda 31 sorudan oluşan bir anket formu ile Türkçe Duygusal Yeme Ölçeği (TDYÖ), Besin Gücü Ölçeği (BGÖ) ve Aşırı Besin İsteği Ölçeği (ABİS) kullanılarak veriler toplanmıştır. TDYÖ toplam puanının 75 ve üzeri olması, BGÖ toplam puanının 2.5 ve üzeri olması, ABİS toplam puanının ise 234 puana yaklaşması hedonik açlığın arttığını göstermektedir. Bulgular: Kadınların, TDYÖ, BGÖ ve ABİS ortalama toplam puanları sırasıyla 79.3±22.9, 2.9±0.8, 114.0±40.0 olarak bulunmuştur. Erkeklerde ise, TDYÖ, BGÖ ve ABİS ortalama toplam puanları sırasıyla 81.0±22.5, 3.2±0.6, 118.1±33.2 olarak bulunmuştur (p>0.05). İnsülin direnci olan erkek bireylerde, besinlere karşı oluşan hedonik dürtünün daha yüksek olduğu saptanmıştır. Kadın ve erkeklerin vücut ağırlıkları, Beden Kütle İndeksi (BKİ) ve bel çevreleri; TDYÖ, BGÖ ve ABİS toplam puanı ile pozitif ilişkili bulunmuştur (p>0.05). Sonuç: Bu çalışma, insülin hormonunun besin ipuçlarına bağlı hedonik açlığa verilen besin ödül tepkilerinin düzenlenmesinde etkili olabileceğinin göstergesi olabilir. Hedonik açlığa yol açan faktörlerin belirlenmesi obezitenin tedavisi yönelik başarının artırılmasına katkı sağlayabilir.Item Kanserli Hastalarda Hidroksi Metil Bütirat (Hmb), Glutamin ve Arjinin Kombinasyonu ile Oral Glutamin ve Standart Beslenme Desteğinin Beslenme Durumu Üzerindeki Etkilerinin Karşılaştırılması(Başkent Üniversitesi, 2017-08-30) Parlak ,Eda; Saka,MendaneAmaç: Bu çalışma, kanserli hastalarda hidroksi metil bütirat (HMB), glutamin (GLN) ve arjinin (ARJ) kombinasyonu, sadece GLN ve standart enteral beslenme alan hastaların beslenme durumları, bazı biyokimyasal parametreleri ve antropometrik ölçümleri değerlendirilerek, karşılaştırmak amacıyla planlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya, 28-74 yaş arası HMB+GLN+ARJ karışımı alan 47 kişi (1.grup), 25-74 yaş arası yalnız GLN içeren (2.grup) solüsyon alan 99 kişi ve 37-74 yaş arası standart enteral formül ile desteklenmiş 54 (3.grup) kanserli hasta dahil edilmiştir. Hastaların beslenme durumları nutrisyonel risk taraması (NRS-2002) skoru ile değerlendirilmiştir. Hastaların antropometrik ölçümleri alınmış ve bazı biyokimyasal parametreleri analiz edilmiştir. Bütün ölçümler tedavi öncesi ve sonrası olmak üzere iki kez kaydedilmiştir. Bulgular: Hastaların hastanede kalış süreleri (1.grup: 15.8 gün, 2.grup: 18.4 gün, 3.grup: 17.4 gün) değerlendirildiğinde gruplar arası fark istatistiksel olarak önemli bulunmamıştır (p>0.05). Çalışmada, en yüksek mortalite 3.grupta (kontrol grubu) (%18.5) saptanmış ve gruplar arası fark önemli bulunmuştur (p<0.05). Tedavi öncesi ve sonrası BKİ ile ÜOKÇ değerleri arasında 1. ve 2. grupta pozitif yönlü ve önemli bir ilişki bulunmuştur (p<0.05). Tedavi sonrası ÜOKÇ ile NRS-2002 değerleri arasında sadece 1. grupta negatif yönlü ve önemli bir ilişki saptanmıştır (p<0.05). Her üç grupta tedavi sonrası NRS-2002 değeri ile serum albümin düzeyi arasında da negatif yönlü ve önemli bir ilişki bulunmuştur (p<0.05).Sonuç: Standart enteral beslenme alan grupta hastanede kalış süresinin değişmediği ancak mortalitenin daha yüksek olduğu belirlenmiştir. BKİ ile ÜOKÇ ve NRS-2002 ile serum albümin düzeyleri arasında önemli ilişkiler saptanmıştır. Kanserli hastalarda tek başına HMB ile glutamin kullanımının etkinliğini değerlendirecek randomize kontrollü çalışmalara ihtiyaç vardır.