Enstitüler / Institutes
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11727/1390
Browse
13 results
Search Results
Item Altmış beş yaş üstü işitme kayıplı bireylerde işitme cihazı ile rehabilitasyonun depresyon anksiyete stres ölçeği (DASS-21) ve Türkçe işitme engeli ölçeği yaşlı (İEÖ-Y) ile değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2022) Arsever, Gökçe Çiçek; Erbek, Selim SermedAmaç: Bu çalışmanın amacı, 65 yaşın üzerindeki hastalarda işitme cihazı kullanımının, depresyon, anksiyete, stres ve yaşam kalitesi üzerindeki etkilerini, Depresyon Anksiyete Stres Ölçeği 21 (DASS-21) ve Yaşlılar İçin İşitme Engeli Envanteri (İEÖ-Y) kullanarak değerlendirmektir. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya 65 yaş üstü 50 gönüllü birey dahil edildi. 125, 250, 500, 1000, 2000, 4000 ve 8000 Hz frekanslarındaki hava yolu saf ses eşikleri ile 500, 1000, 2000 ve 4000 Hz frekanslarındaki kemik yolu saf ses işitme eşikleri ölçüldü. Hava yolu saf ses ortalamasını belirlemek için 500, 1000 ve 2000 Hz frekanslarında belirlenen eşiklerin ortalaması alındı. 6000- 8000 Hz frekanslarındaki havayolu eşiklerinin ortalaması alınarak yüksek frekansların ortalaması (YFO) belirlendi. Katılımcılara işitme cihazı uygulaması öncesinde ve uygulama sonrası 1. ve 3. aylarda Depresyon Anksiyete Stres-21 Ölçeği (DASS-21) ile İşitme Engeli Ölçeği - Yaşlı (İEÖ-Y) anketleri uygulandı. Cihaz uygulaması öncesinde ve sonrasında belirlenen ölçek skorları karşılaştırıldı. Katılımcıların demografik bilgileri ile kullandıkları cihazın türü (kulak arkası=BTE, receiver in the ear=RIC) kaydedilmiştir. Sonuç: İşitme cihazı kullanımı öncesinde belirlenen DASS-21 skorlarının cihaz kullanımı sonrasında belirlenen skorlara göre anlamlı olarak yüksek olduğu görüldü (p<0.001). İşitme cihazı kullanımı sonrası 3. ayda belirlenen DASS-21 ortanca skorları, cihaz kullanımı sonrası 1. ayda ve cihaz kullanımı öncesinde belirlenen skorlardan daha düşük idi. İşitme cihazı kullanımı sonrası 3. ayda belirlenen İEÖ-Y skorlarının, işitme cihazı kullanımı sonrası anlamlı olarak azaldığı, 3. ayda belirlenen İEÖ-Y skorlarının ise 1. ayda belirlenen skorlara göre daha düşük olduğu bulundu (p<0.001). Hem DASS-21 hem de İEÖ-Y skorlarındaki düşüş, kullanılan işitme cihazının türünden bağımsız idi.Presbiakuzi yaşlı bireylerde psikolojik etkileri olan, rehabilite edilmesi gereken bir sağlık problemidir. İşitme cihazı kullanımı, işitme kaybı olan yaşlı bireylerin subjektif depresyon, anksiyete ve stres düzeylerinde azalmaya, işitme engeline bağlı yaşam kalitesinde artışa yol açar. Objective: The aim of this study is to evaluate the effects of hearing aid use on depression, anxiety, stress and quality of life in patients over the age of 65, using the Depression Anxiety Stress Scale 21 (DASS-21) and the Hearing Impairment Inventory- Elderly (HHI-E). Materials and Methods: 50 volunteers over the age of 65 were included in the study. Airway pure tone thresholds at 125, 250, 500, 1000, 2000, 4000 and 8000 Hz frequencies and bone conduction pure tone hearing thresholds at 500, 1000, 2000 and 4000 Hz frequencies were measured. In order to determine the airway pure tone average, the thresholds determined at 500, 1000 and 2000 Hz frequencies were averaged. The mean of high frequencies average (HFA) was determined by averaging the airway thresholds at frequencies of 6000-8000 Hz. Depression Anxiety Stress-21 Scale (DASS-21) and Hearing Handicap Inventory for the Elderly (HHI-E) questionnaires were administered to the participants before and at the 1st and 3rd months after the hearing aid application. Scale scores determined before and after device application were compared. The demographic information of the participants and the type of device they used (behind the ear=BTE, receiver in the ear=RIC) were recorded. Results: DASS-21 scores determined before hearing aid use was found to be significantly higher than the scores (p<0.001). DASS-21 median scores determined at 3 months after hearing aid use were lower than scores determined at 1 month after device use and before device use. It was found that the HHI-E scores determined at the 3rd month after the use of the hearing aid decreased significantly after the use of the hearing aid, and the HHI-E scores determined at the 3rd month were lower than the scores determined at the 1st month (p<0.001).The decrease in both DASS-21 and HHI-E scores was independent of the type of hearing aid used.Presbycusis is a health problem that has psychological effects in elderly individuals and needs to be rehabilitated. The use of hearing aids leads to a decrease in the subjective depression, anxiety and stress levels of elderly individuals with hearing loss, and an increase in the quality of life due to hearing impairment. Conclusion: Presbycusis is a health problem that has psychological effects in elderly individuals and needs to be rehabilitated. The use of hearing aids leads to a decrease in the subjective depression, anxiety and stress levels of elderly individuals with hearing loss, and an increase in the quality of life due to hearing impairment.Item Kadınlarda beden kütle indeksi, depresyon, yeme davranışı ve uyku kalitesi ilişkisinin belirlenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2022) Tatlı, Cilenay; Köseler Beyaz, EsraBu araştırma kadın bireylerde beden kütle indeksi (BKİ), depresyon, yeme davranışı ve uyku kalitesi arasındaki ilişkinin belirlenmesi amacıyla yürütülmüştür. Bu araştırma, Ocak 2022 – Mart 2022 tarihleri arasında araştırmaya katılmaya gönüllü 22-64 yaş arası 430 yetişkin kadın birey ile çevrimiçi anket yöntemi kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın anket formu, sosyodemografik bilgiler, fiziksel aktivite alışkanlıkları, sağlık durumu ve beslenme alışkanlıklarına ilişkin sorular içeren bir form, Hollanda Yeme Davranış Anketi (DEBQ), Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) ve Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi (PUKİ) ’nden oluşmaktadır. Bireylerin %5.6’sı zayıf, %55.3’ü normal, %39.1’i hafif şişman/obez sınıfındadır. Farklı BKİ grubundaki bireylerin DEBQ toplam, duygusal ve dışsal yeme puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark gözlenmiştir (p<0.05). Bireylerin BDÖ puan ortalaması 12.5±8.58 ve PUKİ toplam puan ortalaması ise 6.5±3.54’tür. Farklı BKİ grubundaki bireylerin BDÖ ve PUKİ toplam puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamaktadır (p>0.05). Bireylerin BDÖ puanı ile PUKİ toplam puanı arasında pozitif yönlü ve istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki görülmüştür (p<0.05). Bireylerin DEBQ’dan aldıkları toplam puan ile PUKİ’den aldıkları toplam puan arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (p>0.05). Bireylerin BDÖ puanları ile DEBQ toplam puanı, duygusal ve kısıtlayıcı yeme puanları arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki bulunmaktadır (p<0.05). Bireylerin BKİ değerleri ile DEBQ toplam puanı, duygusal ve dışsal yeme puanı, BDÖ puanı ve uyku bozukluğu alt ölçeği puanı arasında pozitif; gündüz işlev bozukluğu alt ölçeği puanı ile negatif yönde anlamlı bir ilişki bulunmaktadır (p<0.05). Beden kütle indeksi, yeme davranışı, depresyon ve uyku kalitesi gibi faktörlerin birbirleri ile etkileşim içinde olduğuna dair ilişkileri ortaya koyan bu araştırma; bireylerin yeme davranışlarında, depresyon semptomlarında ve uyku kalitesinde yaşanan bozulmaların ilerleyen dönemde obezite riskini arttırabileceğini ve BKİ değerlerindeki bu olası artışın da diğer sağlık risklerindeki artışla sonuçlanabileceğine dair ipuçları sağlamaktadır. This research was carried out to determine the relationship between body mass index (BMI), depression, eating behavior and sleep quality in women. This research was carried out by using online questionnaire with 430 women between the ages of 22-64 who volunteered to participate in the research between January 2022 and March 2022. The survey of the study consists of a form containing questions about the sociodemographic information, physical activity habits, health status and nutritional habits, Dutch Eating Behavior Questionnaire (DEBQ), Beck Depression Inventory (BDI) and Pittsburgh Sleep Quality Index (PUKI). According to the BMI classification, 5.6% of the individuals are underweight, 55.3% are normal, 39.1% are in the overweight/obese group. It was observed that there was a statistically significant difference between the DEBQ total, emotional, and external eating mean scores of individuals in different BMI groups (p<0.05). The mean total score of BDI was 12.5±8.58 and the mean total score of PUKI was 6.5±3.54. There is no statistically significant difference between the mean BDI and PUKI total scores of individuals in different BMI groups (p>0.05). A positive and statistically significant relationship was observed between the BDI scores and the total score of PUKI (p<0.05). There was no statistically significant relationship between the total scores DEBQ and the total scores PUKI (p>0.05). There was a positive and significant relationship between BDI scores and DEBQ total score, emotional and restrictive eating scores (p<0.05). There was a positive relationship between the BMI values and the DEBQ total score, emotional and external eating score, BDI score and sleep disorder subscale score. There was a significant negative correlation with the daytime dysfunction subscale score (p<0.05). This study reveals the relationships between factors such as body mass index, eating behavior, depression, and sleep quality. It provides clues that the problems in eating behaviors, depression symptoms and sleep quality of individuals may increase the risk of obesity in the future, and this possible increase in BMI values may result in an increase in other health risks.Item Vardiyalı çalışan bireylerin beslenme durumları ile diyet inflamatuvar indeksi, uyku kalitesi ve depresyon arasındaki ilişkinin saptanması(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2022) Kıran, Merve; Türker, Perim F.Bu çalışma, vardiyalı çalışan bireylerin beslenme durumlarını değerlendirerek, diyet inflamatuvar indeksi (Dİİ), uyku kalitesi ve depresyon durumu ile ilişkilerini saptamak amacıyla yapılmıştır. Çalışmaya, demir çelik ve boru sektöründe faaliyet gösteren bir sanayi kuruluşunda rotasyonlu vardiyalı olarak çalışan 170 yetişkin erkek birey dahil edilmiştir. Bireylerin sosyodemografik özelliklerini, yaşam tarzı ve beslenme alışkanlıkları ile fiziksel aktivite durumlarını belirlemek için bir anket formu uygulanmıştır. Bireylerin antropometrik ölçümleri alınmış ve bazı biyokimyasal bulguları değerlendirilmiştir. Bireylerin günlük diyetle enerji ve besin ögesi alımları ile Dİİ skorlarının değerlendirilmesi için gece vardiyası döneminde üç günlük besin tüketim kayıtları alınmıştır. Bireylerin anksiyete ve depresyon durumlarının değerlendirilmesi için Hastane Anksiyete ve Depresyon (HAD) Ölçeği, uyku kalitelerinin değerlendirilmesi için Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi (PUKİ) kullanılmıştır. Çalışmaya katılan bireylerin yaş ortalaması 40.1±6.87 yıldır. Bireylerin BKİ sınıflandırmasına göre, %44.7’sinin pre-obez ve %35.3’ünün obez olduğu tespit edilmiştir. Çalışmaya katılan bireyler Dİİ skorlarına göre dört quartile ayrılmış; birinci quartil (Q1) anti-inflamatuvar diyeti, 4.quartil (Q4) ise pro-inflamatuvar diyeti temsil etmiştir. Bireylerin Dİİ değerlerinin -4.14 ile 4.26 arasında değiştiği ve ortalama Dİİ değerinin 0.76±1.52 olduğu saptanmıştır. Diyet inflamatuvar indeksi quartillerine göre, bireylerin C-reaktif protein (CRP) düzeyleri arasında anlamlı bir farklılık bulunmuştur (p<0.05). Bireylerin CRP düzeyleri Q4’te, Q2’ye göre; Q3 ve Q4’te ise Q1’e göre anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). Diyet inflamatuvar indeksi ile abdominal obezite ve obezite arasında anlamlı bir ilişki olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Diyet inflamatuvar indeksi quartillerine göre Q1 referans olarak alındığında; Q3’te yer alan bireylerde abdominal obezite görülme riski 0.305 kat (%95 OR=0.124-0.749) daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). Obezite görülme riski ise Q1’de yer alan bireylere göre, Q2’de yer alan bireylerde 0.284 kat (%95 OR=0.114-0.709), Q3’te yer alan bireylerde 0.225 kat (%95 OR=0.087-0.586) daha yüksektir (p<0.05). Yaş, medeni durum, sigara kullanımı, fiziksel aktivite ve enerji alımına göre düzeltme yapıldıktan sonra obezite riskinin Q2’de yer alan bireylerde 0.362’ye (%95 OR=0.132-0.989), Q3’te yer alan bireylerde ise 0.326’ya (%95 OR=0.113-0.941) çıktığı tespit edilmiştir (p<0.05). Bireylerin PUKİ sınıflandırmasına göre, %38.8’inin uyku kalitesinin kötü olduğu belirlenmiştir. BKİ sınıflandırmasında normal gruptan obez gruba doğru, kötü uyku kalitesi görülme sıklığında artış tespit edilmiştir (p<0.05). Bireylerin toplam PUKİ puanı ile bel çevresi (r=0.157), bel/boy oranı (r=0.159) ve vücut yağ kütlesi (r=0.152) arasında pozitif ve düşük düzeyde anlamlı bir korelasyon bulunmuştur (p<0.05). Bireylerin toplam PUKİ puanı ile vücut su oranı arasında ise negatif ve düşük düzeyde bir korelasyon saptanmıştır (r=-0.152, p<0.05). Diyet inflamatuvar indeksi ile kötü uyku kalitesi arasında anlamlı bir ilişki olduğu bulunmuştur (p<0.05). Diyet inflamatuvar indeksi quartillerine göre Q1 referans olarak alındığında; Q2’de yer alan bireylerde kötü uyku kalitesi görülme riski 0.301 kat (% 95 OR=0.125-1.780) daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). Yaş, medeni durum, sigara ve alkol kullanım durumu, fiziksel aktivite, BKİ ve enerji alımına göre düzeltme yapıldıktan sonra kötü uyku kalitesi riskinin Q2’de yer alan bireylerde 0.364’e (% 95 OR=0.138-1.963) çıktığı tespit edilmiştir (p<0.05). Bireylerin HAD ölçeği sınıflandırmasına göre, %7.6’sının anksiyete ve %25.9’unun depresyon riski taşıdığı belirlenmiştir. Diyet inflamatuvar indeksi ile anksiyete ve depresyon durumu arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (p>0.05). Sonuç olarak, inflamasyonun, vardiyalı çalışma ile ilişkili birçok kronik hastalığın gelişiminde rol oynadığı göz önüne alındığında, vardiyalı çalışanın sağlığını tehdit eden davranışsal değişiklikleri hedef alan anti-inflamatuvar beslenme programı planlanması faydalı olacaktır.This study was conducted to evaluate nutritional status and to determine the relationship between nutritional status and dietary inflammatory index (DII), sleep quality and anxiety and depression status. A total of 170 male rotating shift workers of an industrial organization operating in iron, steel and pipe sector participated in this study. A questionnaire was administered to determine individuals’ socio-demographic characteristics, lifestyle habits, nutritional habits and physical activity status. Anthropometric measurements and some biochemical findings of individuals were evaluated. A three-day food consumption record during night shift was obtained to evaluate their daily energy and nutrient intake and DII scores. Sleep quality was assessed by Pittsburgh Sleep Quality Index (PSQI), while anxiety and depression were estimated through Hospital Anxiety and Depression Scale (HADS) questionnaire. The average age of participants was 40.1 ± 6.87 years. According to the body mass index (BMI) classification, 44.7% of individuals were pre-obese, and 35.3% were obese. The individuals participating in the study were examined by dividing them into four quartiles according to their DII scores. The first quartile (Q1) represents the anti-inflammatory diet, and the fourth quartile (Q4) represents the pro-inflammatory diet. It was determined that the DII values of the individuals ranged between -4.14 and 4.26, and the mean DII value was 0.76±1.52. A significant difference was found between individuals' C-reactive protein (CRP) levels according to the dietary inflammatory index quartiles (p<0.05). It was determined that there was a significant relationship between the dietary inflammatory index and the presence of abdominal obesity and obesity (p<0.05). According to the dietary inflammatory index quartiles, when Q1 is defined as reference; the risk of abdominal obesity was found to be 0.305 times (95% OR=0.124-0.749) higher in individuals in Q3 (p<0.05). The obesity risk was found to be 0.284 times (95% OR=0.114-0.709) higher in Q2, and 0.225 times (95% OR=0.087-0.586) higher in Q3 compared to individuals in Q1. After adjusting for age, marital status, smoking, physical activity, and energy intake, the obesity risk increased to 0.362 (95% OR=0.132-0.989) for individuals in Q2 and 0.326 (95%OR=0.113-0.941) for individuals in Q3 (p<0.05). According to the PSQI classification, 38.8% of individuals were found to have poor sleep quality. As BMI increased, the percentages of poor sleep quality increased (p<0.05). There were positive correlations between PSQI score and WC (r=0.157), WHtR (r=0.159) and body fat mass (r=0.152), and a negative correlation between total body water (r=-0.152), which were found to be statistically significant (p<0.05). A significant correlation was found between diet inflammatory index and poor sleep quality (p<0.05). According to the dietary inflammatory index quartiles, when Q1 is defined as reference; the risk of poor sleep quality was found to be 0.301 times (95% OR=0.125-1.780) higher in individuals in Q2 (p<0.05). After adjusting for age, marital status, smoking and alcohol use, physical activity, BMI, and energy intake, the poor sleep quality risk increased to 0.364 (95% OR=0.138-1.963) for individuals in Q2 (p<0.05). According to the HAD scale classification of the individuals, it was determined that 7.6% of them had anxiety risk and 25.9% of them had depression risk. There was no significant relationship between diet inflammatory index and anxiety and depression status (p>0.05). In conclusion, considering that inflammation plays a role in the development of many chronic diseases associated with shift work, it would be useful to plan an anti-inflammatory nutrition program targeting behavioral changes that threaten the health of shift workers.Item Üniversite öğrencilerinde besin seçim güdüleri ile depresyon, anksiyete, stres düzeyleri ve diyet kalitesi arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2022) Özvar, Merve; Özdemir, MerveBu çalışma, üniversite öğrencilerinde besin seçim güdüleri ile depresyon, anksiyete, stres düzeyleri ve diyet kalitesi arasındaki ilişkiyi değerlendirmek amacıyla Mart-Nisan 2022 tarihleri arasında İstanbul Gedik Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi’nde lisans öğrencisi olan 150 gönüllü katılımcı ile yürütülmüştür. Katılımcılara 4 bölümden oluşan bir anket formu yüz yüze görüşme tekniği ile uygulanmıştır. Anket formunun ilk bölümünde bireylerin sosyodemografik özellikleri ve beslenme alışkanlıkları sorgulanmıştır. Diğer bölümlerde, bireylerin depresyon, anksiyete ve stres düzeylerini belirlemek için “Depresyon Anksiyete Stres Ölçeği-21 (DASÖ-21)”, besin seçim güdülerini belirlemek için “Besin Seçim Testi (BST)” ve diyet kalitelerini belirlemek için “Sağlıklı Yeme İndeksi-2015 (SYİ-2015)” kullanılmıştır. SYİ-2015’i kullanabilmek için bir günlük besin tüketim kaydı hatırlatma yöntemiyle alınmıştır. SYİ-2015’den 50 puan ve altında alanlar kötü, 50-80 arasında puan alanlar geliştirilmesi gereken, 80 ve üzerinde puan alanlar ise iyi diyet kalitesine sahip olarak sınıflandırılmıştır. Çalışmaya katılanların %62.7’si kadın iken, %37.3’ü ise erkektir. Diyet kalitesine göre değerlendirildiğinde bireylerin, %48.7'si kötü, %38.7'si geliştirilmesi gereken ve %12.7'si iyi diyet kalitesine sahiptir. Kadınların SYİ-2015 puanı erkeklerden daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). Katılımcıların %47.3'ü depresyona sahip değil iken, %52.7’si farklı düzeylerde depresyona sahiptir. Katılımcıların, %49.3'ü anksiyeteye sahip değil iken, %50.7’si farklı düzeylerde anksiyeteye sahiptir. Katılımcıların, %69.3'ü strese sahip değil iken, %30.7’si farklı düzeylerde strese sahiptir. Bu çalışma sonucunda, bireylerin anksiyete ve stres düzeyleri artıkça besin seçiminde ruh hali ve fiyat güdülerine verdikleri önemin arttığı bulunmuştur (p<0.05). Bireylerin depresyon düzeyi artıkça, besin seçiminde sağlık, doğal içerik ve etik kaygılar güdülerine verdikleri önemin azaldığı bulunmuştur (p<0.05). Bireylerin besin seçimi yaparken sağlık, doğal içerik ve ağırlık kontrolü güdülerine verdikleri önemin artmasıyla diyet kalitelerinin arttığı ancak ruh hali, aşinalık ve kolaylık güdülerine verilen önem arttıkça diyet kalitelerinin azaldığı bulunmuştur (p<0.05). Sonuç olarak, üniversite öğrencilerinin farklı depresyon, anksiyete ve stres düzeylerine göre besin seçimi yaparken önem verdikleri güdülerin değişebildiği ve önem verilen besin seçim güdülerine göre diyet kalitesinin etkilendiği bulunmuştur. Üniversite öğrencilerinde diyet kalitelerinin azalmasına neden olan kolaylık, ruh hali ve aşinalık güdülerine verdikleri önemi azaltmaya ve diyet kalitesinin artmasına neden olan sağlık, doğal içerik ve ağırlık kontrolü güdülerine verdikleri önemi artırmaya yönelik politikalar geliştirilmelidir. Bunun yanı sıra, öğrencilerde depresyon düzeyinin artmasıyla diyet kalitesini artıran besin seçim güdülerinden sağlık ve doğal içerik güdülerine verilen önemin azalması, anksiyete ve stres düzeylerinin artmasıyla diyet kalitesini azaltan besin seçim güdülerinden ruh hali güdüsüne verilen önemin artması nedeniyle, üniversite öğrencilerine yönelik depresyon, anksiyete ve stres ile başa çıkmaya yardımcı olmayı hedefleyen uygun eğitimler planlanmalıdır.This study was conducted with 150 volunteer participants, who were undergraduate students at Istanbul Gedik University Faculty of Health Sciences, between March-April 2022 to evaluate the relationship between food choice motivations and depression, anxiety, stress levels and diet quality in university students. A questionnaire consisting of 4 parts was applied to the participants by face-to-face interview technique. In the first part of the questionnaire, the sociodemographic characteristics and eating habits of the individuals were questioned. In other parts, “Depression Anxiety Stress Scale-21 (DASS-21)” to determine the depression, anxiety, and stress levels of individuals, “Food Choice Questionnaire (FCQ)” to determine food choice motives and “Healthy Eating Index-2015 (HEI-2015)” to determine diet quality was used. To use HEI-2015, a daily food consumption record was taken with the reminder method. Those who score 50 or less in HEI-2015 are classified as poor, those between 50-80 are classified as needing improvement, and those who score 80 and above are classified as having good diet quality. While 62.7% of the participants in the study were female, 37.3% were male. When evaluated according to diet quality, 48.7% of individuals have poor diet quality, 38.7% have diet quality that required improvement and 12.7% have good diet quality. According to the HEI-2015 score of women, their diet quality was found to be higher than that of men (p<0.05). It was found that 47.3% of the participants did not have depression, and 52.7% had different levels of depression. It was found that 49.3% of the participants had no anxiety, and 50.7% had different levels of anxiety. It was found that 69.3% of the participants had no stress, and 30.7% had different levels of stress. As a result of this study, it was found that as the anxiety and stress levels of the individuals increased, the importance they attached to the motivations of mood and price in food choice increased (p<0.05). It was found that as the depression level of individuals increased, the importance they gave to health, natural content and ethical concerns in food choice decreased (p<0.05). Dietary quality increased with the increasing importance given to health, natural content and weight control motives while choosing food (p<0.05); It was found that diet quality decreased as they gave importance to mood, familiarity, and convenience motives (p<0.05). As a result, it has been found that the motivations that university students give importance to when choosing food according to different depression, anxiety and stress levels can change and the quality of the diet is affected according to the food choice motives. Policies should be developed to reduce the importance they give to the convenience, mood and familiarity motives that cause a decrease in diet quality in university students and to increase the importance they attach to health, natural content and weight control motives that cause an increase in diet quality. In addition, the increase in the level of depression in students decreases the importance given to health and natural content motives, which are among the food choice motives that increase diet quality. On the other hand, the increase in anxiety and stress levels increases the importance given to the mood motive, which is one of the food choice motives that reduce diet quality. For this reason, appropriate trainings aimed at helping university students with depression, anxiety, and stress management should be planned.Item Obezite cerrahisi olan, zayıflama ilacı kulanan ve sadece diyet yapan obez bireylerin beslenme bilgi düzeylerinin karşılaştırılması(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2020) Öztürk Gök, Saadet; Akçil Ok, MehtapObezite, birçok metabolik ve psikolojik rahatsızlığı beraberinde getiren önlenebilir ve tedavi edilebilir bir hastalıktır. Obezite tedavisinde diyet, farmakolojik ilaçlar ve cerrahi uygulanmaktadır. Tedavide esas olan yaşam tarzı değişikliği ve bunun ömür boyu sürdürülmesidir. Bu çalışma; obezite ameliyatı olan, zayıflama ilacı kullanan ve sadece diyet yapan bireylerin yeme davranışları, beslenme bilgi düzeyleri ve depresyon durumlarının karşılaştırılması amacıyla planlanmıştır. Çalışma, Ocak 2020 - Mart 2020 tarihleri arasında araştırmaya katılmayı gönüllü olarak kabul eden Ankara Özel Medisis Hastanesi’ne başvuran 18-64 yaş arası obez hastalar üzerinde yürütülmüştür. Ameliyat, ilaç ve diyet grubunda 42 kişi olmak üzere toplam 126 kişi çalışmaya katılmıştır. Çalışmaya katılan bireylere; çoktan seçmeli ve açık uçlu soruların bulunduğu anket formu; Yetişkinler için Beslenme Bilgi Düzeyi Ölçeği, Hollanda Yeme Davranış Anketi, Kilonun Yaşam Kalitesi Üzerine Etkisi Ölçeği ve Beck Depresyon Tarama Ölçeği uygulanmıştır. Beslenme Bilgi Düzeyi Ölçeği’nde temel beslenme puanı değerlendirildiğindee, ameliyat olan, ilaç kullanan ve diyet yapan bireylerin ortalama puanları sırasıyla 44.59 ± 10.54, 52.90 ± 7.86, 60.16 ± 8.18’dir. Besin tercihi puanı değerlendirildiğinde, ameliyat olan, ilaç kullanan ve diyet yapan bireylerin ortalama besin tercihi puanları sırasıyla 28.21 ± 9.39, 33.21 ± 4.89, 41.26 ± 5.97’dir. Diyet ve ameliyat grupları arasında istatistiksel olarak önemli fark olduğu belirlenmiştir (p<0.001). Hollanda yeme davranış ölçeği değerlendirildiğinde; kısıtlayıcı, duygusal ve dışsal yeme davranış ortalama puanları ameliyat, zayıflama ilacı ve diyet grupları arasında istatistiksel olarak önemli fark olduğu belirlenmiştir (Sırasıyla; p<0.001, p=0.002, p=0.001). Beck Depresyon Envanteri toplam puanı; ameliyat olan bireylerde 21.76 ± 10.75, zayıflama ilacı kullanan bireylerde 16.61±9.99, sadece diyet uygulayan bireylerde 11.73 ± 9.66 olarak bulunmuştur. Gruplar arasında depresyon envanteri toplam puanları karşılaştırıldığında istatistiksel olarak önemli fark olduğu görülmektedir (p<0.001). Gruplara göre kilonun yaşam kalitesi üzerine etkisi ölçeği incelendiğinde ameliyat olan, ilaç kullanan ve diyet yapan grupların ortalama yaşam kalitesi puanı arasında istatistiksel olarak önemli fark olmadığı görülmektedir (p>0.05). Sonuç olarak obezite tedavisinde üç farklı yöntemi uygulayan bireylerin süreçleri ve çeşitli özellikleri karşılaştırılmış ve beslenme bilgi düzeyi, depresyon, yeme davranışları ve yaşam kaliteleri ortaya konulmuştur. Obezitenin tedavisinde kalıcı sonuçlar alabilmek için yaşam tarzı değişikliği şarttır. Yaşam tarzı değişikliğinin bireylere adapte edilebilmesi için tedavi planının, kişinin depresyon ve yeme davranışları durumlarının iyi belirlenmesi gerekmektedir ve tedavide multidisipliner yaklaşım büyük önem arz etmektedir. Zayıflama yöntemlerinde eksik kalan konular iyi belirlenmeli ve gelecekte yapılacak çalışmalar bu konularda spesifikleştirilmelidirItem Hipotiroidi tanısı almış kadınların duygu durumları ile beslenme alışkanlıkları, vücut kompozisyonları ve fiziksel aktivite düzeyleri arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Akkuş, Berrin Esra; Olcay Eminsoy, İremBu çalışma; hipotiroidi tanısı almış kadınların duygu durumları ile beslenme alışkanlıkları, vücut kompozisyonları ve fiziksel aktivite düzeyleri arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amacı ile gerçekleştirilmiştir. Çalışma 15 Temmuz - 20 Ekim 2020 tarihleri arasında, Ankara’da özel bir diyet kliniğine başvuran, doktor tarafından hipotiroid tanısı konmuş, 25-65 yaş aralığındaki 90 kadın hasta ile yapılmıştır. Katılımcıların, genel özellikleri, beslenme alışkanlıkları, vücut ağırlığı (kg), boy uzunluğu (cm), bel çevresi (cm) gibi antropometrik ölçümleri ve vücut yağ kütlesi (kg) ile vücut yağ yüzdesini (%) içeren vücut kompozisyonuna ilişkin bilgiler araştırmacı tarafından hazırlanan ve yüzyüze görüşme yöntemiyle uygulanan bir anket formu ile kaydedilmiştir. Katılımcıların bazı besinlere ne kadar yeme arzusu duydukları hakkında bilgi alabilmek için Görsel Analog Skalası (VAS), beslenme durumlarını değerlendirmek için besin tüketim sıklık formu uygulanmıştır. Ayrıca bireylerin fiziksel aktivite düzeyi, gün içerisindeki aktiviteleri fiziksel aktivite saptama formu ile değerlendirilmiş ve katılımcıların duygu durumlarını ölçmek amacıyla Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) uygulanmıştır. Çalışmaya katılan kadınların yaş ortalaması 39.8±10.60 yıl olarak belirlenmiştir. Bireylerin vücut ağırlığı ortalaması 73.1±12.2 kg, Beden Kütle İndeksi (BKİ) ortalaması ise 27.5±4.9 kg/m² dir. BDÖ’ye göre bireylerin %58.9’u minimal, %24.4’ü hafif, %16.7’si ise orta ve şiddetli depresyon düzeyindedir. BDÖ skoru ortalaması 7.0 ± 6.79 olarak hesaplanmıştır. Fiziksel aktivite düzeyi (PAL) ise 1.3±0.1 olduğu belirlenmiştir. Sedanter aktivite düzeyinde olan bireylerin vücut ağırlığı, BKİ, bel çevresi, vücut yağ yüzdesi, vücut yağ kütlesi ve bel/boy oranının, hafif fiziksel aktivitede olan bireylere göre anlamlı düzeyde daha yüksek olduğu görülmüştür (p<0.05). Süt veya yoğurt tüketen bireylerin vücut ağırlığı ve vücut yağ kütlesi, tüketmeyen bireylere göre anlamlı düzeyde daha düşük bulunmuştur (p<0.05). Bireylerin günlük enerji ve besin ögesi alım miktarları incelendiğinde; günlük ortalama 1648.4±352.59 kkal enerji aldıkları bulunmuştur. Bu enerjinin ortalama %50.8±6.54’ünün karbonhidrattan, %15.1±2.60’ının proteinden ve %32.7±5.04’ünün yağdan geldiği saptanmıştır. Ayrıca Diyetle Referans Alım (DRI) karşılama yüzdesine bakıldığında, diyetle folat (%58.5) alımlarının yetersiz olduğu saptanmıştır. Uygulanan VAS puanlarına göre en çok istek duyulan besin çikolata ve ürünleri olarak belirlenmiştir. Minimal depresyon düzeyinde olan bireylerin ağırlık, BKİ ve vücut yağ yüzdesi ortalamasının orta ve şiddetli depresyon düzeyinde olan bireylerden daha düşük olduğu bulunmuştur. Ancak istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar tespit edilememiştir (p>0.05). Yeterli fiziksel aktivitenin vücut kompozisyonu üzerinde olumlu etkileri olduğu görülmüştür. Bireylerin hem hastalık durumları sebebiyle, hem sağlıksız besin isteklerinin önlenmesi, hem de vücut ağırlığı artışını önlemek için diyetisyenler tarafından beslenme eğitimi verilmeli ve sağlıklı beslenme alışkanlıkları kazanmaları için destek olunmalıdır. Bu grup hastalarda depresif semptomlar göz önünde bulundurulmalı ve gerekli görülmesi halinde tedavi edilmelidir. The aim of this study was to evaluate the relationship between the emotional states of women diagnosed with hypothyroidism and their eating habits, body compositions and physical activity levels. The study was conducted with 90 female patients aged 25-65 years, who were diagnosed with hypothyroidism by a doctor, who applied to a special diet clinic in Ankara between July 15 and October 20, 2020. Information on body composition including general characteristics, dietary habits, anthropometric measurements such as body weight (kg), height (cm), waist circumference (cm) and body fat mass (kg) and body fat percentage (%) of the participants were prepared by the researcher. and it was recorded with a questionnaire applied by face-to-face interview method. Visual Analogue Scale (VAS) was applied to obtain information about how much the participants wanted to eat certain foods, and a food consumption frequency form was applied to evaluate their nutritional status. In addition, the physical activity level of the individuals and their activities during the day were evaluated with the physical activity determination form and the Beck Depression Inventory (BDI) was applied to measure the mood of the participants. The mean age of the women participating in the study was determined as 39.8±10.60 years. The average body weight of the individuals is 73.1±12.2 kg, and the average Body Mass Index (BMI) is 27.5±4.9 kg/m². According to the BDI, 58.9% of individuals have minimal depression, 24.4% mild depression, and 16.7% moderate and severe depression. The mean BDI score was calculated as 7.0 ± 6.79. The physical activity level (PAL) was determined to be 1.3±0.1. It was observed that body weight, BMI, waist circumference, body fat percentage, body fat mass and waist/height ratio of individuals with sedentary activity level were significantly higher than individuals with light physical activity (p<0.05). The body weight and body fat mass of individuals who consumed milk or yogurt were found to be significantly lower than those who did not (p<0.05). When the daily energy and nutrient intakes of individuals are examined; It was found that they received an average of 1648.4±352.59 kcal energy per day. It was determined that an average of 50.8±6.54% of this energy came from carbohydrates, 15.1±2.60% from protein and 32.7±5.04% from fat. In addition, when the percentage of dietary Reference Intake (DRI) met, it was determined that dietary folate (58.5%) intakes were insufficient. According to the applied VAS scores, the most requested food was determined as chocolate and its products. It was found that the mean weight, BMI and body fat percentage of individuals with minimal depression were lower than those with moderate and severe depression. However, statistically significant differences were not detected (p>0.05). Adequate physical activity has been shown to have positive effects on body composition. Nutrition education should be given by dietitians and they should be supported to gain healthy eating habits in order to prevent unhealthy food cravings and increase in body weight due to disease conditions. In this group of patients, depressive symptoms should be considered and treated if necessary.Item Benign paroksismal pozisyonel vertigoda anksiyete, depresyon, uyku ve yaşam kalitesi düzeylerinin değişimi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2022) Açıksöz, Şevval Özüm; Büyüklü, Adnan FuatBenign paroksismal pozisyonel vertigo (BPPV), çok sık görülen bir periferik vestibüler sistem hastalığıdır. Bu sebeple BPPV hasta grubunun belirlenmesi ve kişiye uygun sağlık bakımın yapılmasıyla, bu kişilerin hızlı bir şekilde günlük yaşama dönmesi sağlanmış olacaktır. BPPV’li bireylerde şiddetli baş dönmesi şikayeti sebebiyle anksiyete, depresyon, uyku ve yaşam kalitesi seviyelerinde azalma görülebilir veya bu faktörlerin az olması sebebiyle BPPV ortaya çıkabilir. Bu faktörlerden herhangi birinin değişimi diğer faktörleri de etkileyebilir. Bu sebeple tüm değişkenler kendi içinde değerlendirilmeli ve kişiye yönelik doğru tedavi uygulanmalıdır. Bu çalışma BPPV’li bireylerde bu değişkenleri değerlendirmek ve uygun tedavi ile birlikte bu değişkenlerin düzeylerinde bir farklılık olup olmadığını görmek amacıyla yapılmıştır. Bu amaca göre BPPV hastalarına atak döneminde ve iyileştikten sonraki dönemde Richard-Campell Uyku Kalitesi Ölçeği (RCUÖ), Baş Dönmesi Engellilik Envanteri (BDEE), Beck Anksiyete Ölçeği (BAÖ) ve Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) uygulanarak, kişilerin iki farklı zamandaki depresyon, anksiyete, uyku ve yaşam kalitesi seviyeleri arasındaki farklılığa bakılmıştır. Çalışmaya 18-65 yaş aralığında 32’si kadın (%76,2) ve 10’u erkek (%23,8) toplamda 42 BPPV tanısı konulmuş katılımcı dahil edilmiştir. BPPV tanısı videonistagmografi cihazı ile pozisyonel testlerde pozitif bulgu görülen kişilere konulmuştur. Bu kişilere atak döneminde ve iyileştikten sonra aynı koşullarda olacak şekilde ilgili envanter ve ölçekler uygulanmıştır. Çalışmada, BPPV tanısı konulmuş kişilerin atak döneminde ve bu kişiler iyileştikten sonra yapılan değerlendirmeler sonucunda iki farklı zamandaki uyku kalitesi, yaşam kalitesi, depresyon ve anksiyete düzeyleri arasında istatistiksel olarak farklılık bulunmuştur (p<0,05). Bu farka rağmen her iki zamandaki anksiyete, depresyon ve uyku kalitesi seviyeleri normal sınırlarda elde edilmiştir. Aktif baş dönmesinin olduğu zaman yapılan BDEE sonuçlarında kişilerin günlük yaşamlarında orta derece engelliliğe sahip olduğu ve anksiyete, depresyon ve uyku kalitesinden bağımsız olarak baş dönmesine bağlı yaşam kalitelerinin düştüğü bulunmuştur. Uyku kalitesi, depresyon ve anksiyete seviyelerinin bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiği ve bunların yaşam kalitesini önemli derecede etkileyebilecek faktörlerden oldukları unutulmamalıdır. Çalışmanın sonucunda, kullanılan envanter ve ölçeklerin hasta değerlendirme bataryasına eklenmesi önerilir. Benign paroxysmal positional vertigo (BPPV) is a very common peripheral vestibular system disease. For this reason, by identifying the BPPV patient group and providing appropriate health care to the individual, it is ensured that these people return to daily life quickly. BPPV patients may experience decreased levels of anxiety, depression, sleep and quality of life due to severe dizziness. On the contrary, BPPV may occur due to the lack of these factors. Changes in any of these factors can affect other factors as well. For this reason, all variables should be evaluated within themselves and the right treatment should be applied to the individual. This study was conducted to evaluate these variables in BPPV patients and to see if there is a difference in the levels of these variables with appropriate treatment. For this purpose, Richard-Campell Sleep Questionnaire (RCSQ), Dizziness Handicap Inventory (DHI), Beck Anxiety Inventory (BAI) and Beck Depression Inventory (BDI) were applied to BPPV patients during the attack period and after recovery. The difference between anxiety, sleep and quality of life levels was examined. A total of 42 participants, 32 female (76.2%) and 10 male (23.8%) aged between 18-65 years, diagnosed with BPPV were included in the study. The diagnosis of BPPV was made in people who showed positive findings in positional tests with the videonystagmography device. The relevant inventory and scales were applied to these individuals in the same conditions during the attack period and after recovery. In the study, as a result of the evaluations made on BPPV patients, a statistical difference was found between sleep quality, quality of life, depression and anxiety levels at two different times (p<0.05). Despite this difference, anxiety, depression and sleep quality levels at both times were within normal limits. In the BDEE results performed when active dizziness is present, it has been found that people are moderately inhibited in their daily lives. It has been found that the quality of life of people due to dizziness has decreased, independent of anxiety, depression and sleep quality. It should not be forgotten that sleep quality, depression and anxiety levels should be evaluated as a whole and these are factors that can significantly affect quality of life. As a result of the study, it is recommended to add the used inventories and scales to the patient evaluation battery.Item 20-49 Yaş arası gebe kadınların vitamin d destekleri kullanım durumları ile beslenme ve depresyon durumlarının karşılaştırılması(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2020) Çukurovalı Soykurt, Seniha; Kızıltan, GülGebelik döneminde yeterli vitamin D alımı maternal ve fetal sağlığın devamlılığı ile olumsuz sonuçların önlenmesi açısından önemlidir. Vitamin D, gebelik ve plasenta ile ilişkili klasik olmayan işlevlerinin önemi üzerinde durmaktadır. Bu çalışma, 20-49 yaş arası gebelerin beslenme durumları, beslenme alışkanlıkları ve vitamin D destek kullanım durumu ile depresyon durumu arasındaki ilişkinin saptanması amacıyla planlanmış ve yürütülmüştür. Araştırma, Aralık 2018 ile Ocak 2019 tarihleri arasında Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniği’ne başvuran 20-49 yaş arası 150 gebe üzerinde yürütülmüştür. Bireylerin kişisel bilgileri, depresyon durumu, fiziksel ve besin tüketimindeki değişikliklere ilişkin bilgileri saptamaya yönelik anket formu uygulanmıştır. Gebelerin, besin tüketimleri ve beslenme durumları değerlendirilmiş, biyokimyasal parametreleri analiz edilmiştir. Çalışmada yer alan bireylerin yaş ortalaması 28.58 ± 5.94 yıl olarak saptanmıştır. Çalışmada yer alan bireylerin 75’i vitamin D kullanmakta, kalan 75’i kullanmamaktadır. Çalışmada yer alan bireylerden vitamin D kullananların ilk üç ayda kazanılan ağırlık ortancası 3.00 (IQR=4), kullanmayanların 4 (IQR=2) olarak saptanmıştır. Vitamin D kullanımı ile ilk üç ayda kazanılan vücut ağırlığı değerleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermiştir (p<0.005). Bireylerin serum D vitamini değerleri gebelik öncesi ve gebelik döneminde istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermiştir (p<0.001). Çalışmada yer alan bireylerden vitamin D kullananların Beck Depresyon Ölçek puan ortancası 9.00 (IQR=6), kullanmayanların 33.00 (IQR=13) olarak saptanmıştır. Vitamin D kullanımı ile ilgili puanlarda istatistiksel olarak anlamlı farklılık vardır (p<0.001). Sonuç olarak, vitamin D eksikliği ya da yetersizliğinin depresyonla ilişkili olduğunu gösteren, özellikle epidemiyolojik çalışmalardan elde edilen kanıtlar olmasına karşın, bu kanıtlar klinik çalışmalardan elde edilen sonuçlarla henüz yeterince desteklenmemektedir. Bu durumun detaylı incelenmesi için daha büyük çaplı çalışmalara ihtiyaç vardır. The sufficient intake off vitamin D during a women pregnancy is very important to prevent potential health problems and insure the health of both mother and baby troughout the pregnancy. The most recent research focused on the importance of functions which do not have a known connection with pregnancy, the placenta and vitamin D. This work of research, was planned and implemented with the purpose of determining the probable correlation between the development of depression and the condition of women who take vitamin D supplements. Their food intake, their eating habits and their attitude towards food were taken into account. Research was conducted on 150 pregnant women aged between 20-49 admitted to Ankara Ataturk Training and Research Hospital the Obstetrics and Gynecology Department between December 2018 and January 2019. A questionnaire consisted of personal information and data gathered from each of the participants to determine the affect on their food intake, depressive mood and physical dietary changes. Serum vitamin D levels were analyzed in Ankara Atatürk Training and Research Hospital Biochemistry Laboratory. In the clinic, general characteristics, food consumption and nutritional status of pregnant women who underwent physical examination were evaluated and biochemical analyzes were performed. The average age of participants in the study was found to be 28.58 ± 5.94 years. 75 of the individuals in the study used vitamin D and the remaining 75 did not used. The median weight gain in the first three months was found to be 3.00 (IQR= 4) and 4 (IQR = 2), respectively. On the basis of the use of vitamin D, the weight values obtained in the first three months showed a statistically significant difference. Serum vitamin D values of the individuals demonstrated statistically significant differences before and during pregnancy. The mean Beck Depression score was found to be 9.00 (IQR= 6) and 33.00 (IQR = 13), respectively. Relative scores were found to be statistically significant (p <0.001). As a result of the research, although evidence from vitamin D deficiency or insufficiency is associated with depression, especially from epidemiological studies, this evidence is not yet sufficiently supported by the results from clinical trials. Further studies are needed to investigate this situation in detail.Item Bariatrik cerrahi planlanan hastaların yeme bağımlılığı, depresyon ve beslenme durumunun değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Akdemir, İdil; Köseler Beyaz, EsraObezite tüm dünyada yaygın olarak görülen ve halk sağlığını küresel olarak tehdit eden kronik bir hastalıktır. Obezite, depresyon, tip 2 diyabet, kardiyovasküler hastalık, bazı kanser türleri gibi kronik hastalık riskini ve mortaliteyi büyük ölçüde arttırmaktadır. Obeziteyi tedavi etmek için seçenekler arasında diyet değişiklikleri ve egzersiz gibi yaşam tarzı değişikliklerinin yanı sıra vücut ağırlığı kaybı sağlayan ilaçlar sayılabilir. Son zamanlarda, obezite tedavisinde cerrahi müdahale seçenekleri daha yaygın hale gelmiştir. Bu araştırma; bariatrik cerrahi planlanan hastalarda yeme bağımlılığı, depresyon ve beslenme durumunun değerlendirilmesi amacıyla planlanıp yürütülmüştür. Çalışmaya, özel bir hekim muayenehanesine bariatrik cerrahi için başvurmuş, hekim tarafından genel sağlık muayenesi yapılmış, çalışmaya katılmayı gönüllü olarak kabul eden, Ankara’da yaşayan 127 yetişkin birey katılmıştır. Bireylere, demografik özellikleri, sağlık durumları ve beslenme alışkanlıkları ile ilgili sorular içeren anket formu yüz yüze görüşme yöntemi ile uygulanmıştır. Bireylerin beslenme durumunun saptanması için üç günlük besin tüketim kaydı alınmıştır. Bireylerin antropometrik ölçümleri yapılıp bazal metabolizma hızı, bel/boy ve bel/kalça oranı hesaplanmıştır. Bireylerin, yeme bağımlılığı Yale Yeme Bağımlılığı Ölçeği ve depresyon durumları ise Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) ile değerlendirilmiştir. Bireylerin 49’u erkek (% 38.6) ve 78’i kadın (% 61.4), yaş ortalaması 38.7±11.24 yıldır. Kadınların %96.2'sı, erkeklerin ise %93.0’ı daha önce diyet yapmıştır. Kadınların %53.8'inin, erkeklerin ise %20.4'ünün öğün atladıkları belirlenmiştir. Bireylerin günlük diyetle aldıkları; enerji, karbonhidrat, protein, yağ ve kolesterol yüzdeleri “önerilen günlük alım miktarlarını” (Recommended Dietary Allowances-RDA) karşılamaktadır. RDA önerilerine göre, bireylerin günlük diyetle aldıkları potasyum minerali tüm bireylerde yetersiz, ayrıca E vitamini, pantotenik asit, kalsiyum ve demirin kadınlarda yetersiz olduğu saptanmıştır. BDÖ puan ortalaması erkeklerde 15.2±8.21, kadınlarda ise 16.8±7.30 olduğu saptanmıştır. Kadınlarda, minimal depresyon aralığında olan bireylerin BKİ ortalaması 41.0±7.38 kg/m2, hafif depresyon aralığında olan bireylerin BKİ ortalaması 39.9±4.16 kg/m2, orta depresyonu olanların BKİ ortalaması 42.9±7.27 kg/m2 ve şiddetli depresyon aralığında olan bireylerin BKİ ortalaması 46.7±1.35 kg/m2 olarak saptanmıştır ve kadınlarda depresyon şiddeti ile BKİ arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlıdır. Yeme bağımlılığı olan bireylerin bel çevresi ortalaması (129.8±14.20 cm), yeme bağımlılığı olmayan bireylerin ortalamasından (126.4±16.20 cm) istatistiksel olarak anlamlı şekilde daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. Bireylerin BKİ değerleri ile karbonhidrat alım değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı pozitif yönde, protein yüzde değerleri arasında ise istatistiksel olarak anlamlı negatif yönde zayıf bir ilişki belirlenmiştir. Sonuç olarak, obezitenin önlenmesine katkı sağlayabilmek için yeme bağımlılığı, depresyon ve beslenme durumlarının daha fazla incelenmesi ve bu konularla ilgili daha fazla çalışma yapılması gerekmektedir. Obesity is a chronic disease that is common all over the world and threatens public health globally. It greatly increases the risk of chronic diseases such as depression, type 2 diabetes, cardiovascular disease, and some types of cancer, and mortality. Options for treating obesity include lifestyle changes such as dietary changes and exercise, as well as drugs that cause body weight loss. Recently, surgical intervention options have become more common in the treatment of obesity. This research; It was planned and conducted in order to evaluate food addiction, depression and nutritional status in patients scheduled for bariatric surgery. 127 adult individuals living in Ankara, who applied to a private doctor's office for bariatric surgery and had a general health examination by the physician, voluntarily accepted to participate in the study. A questionnaire form including questions about demographic characteristics, health conditions and nutritional habits was applied to the individuals by face to face interview method. Three-day food consumption records were taken to determine the nutritional status of individuals. Anthropometric measurements of the individuals were made and basal metabolic rate, waist / height and waist / hip ratio were calculated. Food addiction of the individuals was assessed using the Yale Food Addiction Scale. Depression status of individuals was evaluated with Beck Depression Scale (BDI). 49 of the individuals are male (38.6%) and 78 of them are female (61.4%), with an mean age of 38.7±11.24 years. 96.2% of women and 93.0% of men had a diet before. It was determined that 53.8% of women and 20.4% of men skipped meals. Energy, carbohydrate, protein, fat and cholestrol percentages as a result of the daily diet of the individuals meet the “Recommended Dietary Allowances” (RDA) recommendation. According to the RDA recommendations, it has been found that the potassium mineral that individuals take in their daily diet is insufficient in all individuals, and vitamin E, pantothenic acid, calcium and iron are insufficient in women. The mean BDI score was found to be 15.2 ± 8.21 in men and 16.8 ± 7.30 in women. In women, the average BMI of individuals in the range of minimal depression is 41.0 ± 7.38 kg/m2, the average BMI of individuals in the range of mild depression is 39.9 ± 4.16 kg/m2, for those with moderate depression the BMI average is 42.9 ± 7.27 kg/m2 and the average BMI of individuals in the range of severe depression is 46.7. The relationship between depression severity and BMI in women is found to be ± 1.35 kg/m2 which is statistically significant. The average waist circumference of individuals with food addiction (129.8 ± 14.20 cm) was found to be statistically significantly higher than the average of individuals without food addiction (126.4 ± 16.20 cm). A statistically significant positive correlation was found between BMI values and carbohydrate percentage values of individuals, and a statistically significant negative weak relationship was found between protein percentage values. In conclusion, in order to contribute to the prevention of obesity, food addiction, depression and nutritional states need to be examined more and done more studies on these issues.Item Postmenopozal dönemdeki sağlikli kadinlarda telerehabilitasyon yöntemi ile uygulanan egzersiz eğitiminin menopozal semptomlar, yaşam kalitesi, depresyon ve anksiyete düzeyleri üzerine etkisi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Balcı, Elif Gizem; Sönmezer, EmelBu çalışma postmenopozal dönemdeki sağlıklı kadınlarda telerehabilitasyon yöntemi ile uygulanan egzersiz eğitiminin menopozal semptomlar, yaşam kalitesi, depresyon ve anksiyete düzeyleri üzerine etkisini incelemesi amacıyla planlandı. Çalışmaya katılan postmenopozal dönemdeki 40 kadın egzersiz ve kontrol grubu olmak üzere iki gruba ayrıldı. Telerehabilitasyon grubuna pilates egzersizleri zoom aracılığı ile haftada iki gün günde 60 dk toplam 6 hafta süresince fizyoterapist eşliğinde yaptırıldı. Kontrol grubuna bir müdahalede bulunulmadı. Değerlendirmeler her iki gruba çalışmanın başında ve 6.hafta sonunda olmak üzere iki defa yapıldı. Menopozal semptom düzeyleri Menopozal Semptomları Değerlendirme Ölçeği ile, yaşam kalitesi Menopoza Özgü Yaşam Kalitesi Ölçeği ile, depresyon düzeyleri Beck Depresyon Ölçeği ile, anksiyete seviyeleri Durumluk ve Sürekli Kaygı Envanteri ile değerlendirildi. Çalışmamızın sonucunda, menopozal semptom düzeyleri bakımından telerahabilitasyon yöntemi ile uygulanan egzersiz sonucunda somatik, psikolojik alt parametrelerinde istatistiksel olarak anlamlı iyileşme görülürken (p<0,05), ürogenital semptomlara ait alt parametrede anlamlı değişim görülmemiştir (p=1,000). Menopoza Özgü Yaşam Kalitesi Ölçeği’nin alt parametreleri olan vazomotor, psikososyal, fiziksel alt parametreleri egzersiz grubunda istatistiksel olarak olumlu iyileşme gösterirken (p<0,05) cinsellik alt parametresine ait puanlarda istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p=1,000). Aynı şekilde telerahabilitasyon yöntemi ile uygulanan egzersizlerin kadınların depresyon düzeylerini düşürdüğü görülmüştür (p<0,05). Anksiyete düzeyleri karşılaştırıldığında ise egzersiz tedavisi sonunda durumluk anksiyetede anlamlı iyileşme görülürken (p<0,05) sürekli anksiyetede ise egzersiz ile bir fark yaratılamamıştır (p>0,05). Kontrol grubunda ise ölçülen tüm parametreler 6. Hafta sonunda benzer olarak bulunmuştur. Sonuç olarak pandemi döneminde telerehabilitasyon yöntemi ile uygulanan pilates egzersiz eğitiminin post menopozal kadınlarda menopozal semptomlar, yaşam kalitesi, depresyon ve durumluk anksiyete düzeyleri üzerinde iyileştirici etkisinin olduğu söylenirken kadınların menopoz sonu dönemde yaşadığı ürogenital ve cinsel problem üzerinde ise egzersiz ile bir değişiklik oluşturmadığı gözlenmiştir. Bu sonuçlar ışığında pandemi döneminde postmenopozal dönemdeki kadınlara, yaşadıkları psikolojik ve fiziksel sıkıntıların tedavisi için telerehabilitasyon ile pilates egzersizleri uygulanması etkili bir yöntem olarak önerilebilir. This study was planned to examine the effect of exercise training with telerehabilitation method on menopausal symptoms, life quality, depression and anxiety levels in healthy postmenopausal women. 40 postmenopausal women participated in the study and they were divided into two groups as exercise group and control group. Pilates exercises were performed in the telerehabilitation group by zoom application with the help of a physiotherapist for 60 minutes, two days a week, for 6 weeks in total. There was no intervention in the control group. Evaluations were done twice for both groups at the beginning of the study and at the end of the 6th week. Menopausal symptom levels were evaluated with the Menopausal Symptoms Assessment Scale, life quality with the Menopausal Quality of Life Scale, depression levels with the Beck Depression Scale and anxiety levels with the State and Trait Anxiety Inventory. If we look at the outcome of the study, a statistically significant improvement was observed in somatic and psychological sub-parameters (p<0,05), as a result of exercise applied with the telerahabilitation method in terms of menopausal symptom levels, on the other hand there was no significant change was observed in the sub-parameter of urogenital symptoms (p=1,000). While the vasomotor, psychosocial and physical sub-parameters of the Menopause-Specific Quality of Life Scale showed statistically positive improvement in the exercise group (p<0,05), no statistically significant difference was found in the scores of the sexuality sub-parameter (p=1,000). Likewise, it has been observed that exercises applied with the telerahabilitation method reduce the depression levels of women (p<0,05). When anxiety levels were compared, there was a significant improvement in state anxiety at the end of exercise therapy (p<0,05), while a difference was not made with exercise in trait anxiety (p>0,05). In the control group, all measured parameters were found similar at the end of the 6th week. As a result, it was stated that pilates exercise training applied with telerehabilitation method during the pandemic period has a curative effect on menopausal symptoms, life quality, depression and state anxiety levels in post-menopausal women, while it was observed that exercise did not change the urogenital and sexual problems of women in the post-menopausal period. In the light of these results, telerehabilitation and pilates exercises can be recommended as an effective method for women in the postmenopausal period during the pandemic period for the treatment of psychological and physical problems.