Enstitüler / Institutes

Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11727/1390

Browse

Search Results

Now showing 1 - 10 of 10
  • Item
    Gestasyonel diyabeti olan ve olmayan gebelerin beslenme durumu, sezgisel yeme ve depresyon ilişkisinin incelemesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2022) Yıldırım, Merve; Olcay Eminsoy, İrem
    Bu çalışma, gestasyonel diyabeti olan ve olmayan gebelerin beslenme durumları, sezgisel yeme ve depresyon ilişkisini incelemek amacıyla yürütülmüştür. Çalışma, Ocak 2022 - Mart 2022 tarihleri arasında Ankara’nın Çankaya semtindeki özel bir kadın doğum polikliniğine başvuran 18-30 yaş arası gönüllü 45 gestasyonel diyabeti olan (GDM) ve 47 gestasyonel diyabet tanısı olmayan (GDM olmayan) , toplam 92 gebe ile yüz yüze anket yöntemi kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Çalışmada veri toplamak amacıyla hazırlanan anket formu bireylerin demografik özellikleri, sağlık bilgileri, antropometrik özellikleri, beslenme alışkanlıkları ile ilgili sorular ile, Gebelikte Sezgisel Yeme Ölçeği (IES-P), Edinburg Doğum Sonrası Depresyon Ölçeği (EPDÖ) ve Besin Tüketim Sıklığı Formunu içermektedir. Çalışmaya katılan bireylerin yaş ortalaması 27.6±2.40 yıl olarak bulunmuştur. GDM’li gebelerin %60.0’ının ve GDM olmayan gebelerin %42.6’sının gebelik öncesi vücut ağırlıkları baz alındığında beden kütle indeksi (BKİ) sınıflamasına göre hafif şişman grubunda yer aldığı saptanmıştır. GDM’li gebelerin toplam enerji ve sükroz alım ortalamaları sırasıyla 2068.5 ±250.70 kkal, 91.2±75.50 g; GDM olmayan gebelerin ise 1709.8±290.18 kkal, 23.7±33.07 g’dır (p<0.05). GDM’li gebelerin IES-P puan ortalaması 2.6±0.63; GDM olmayan gebelerin ise 3.4±0.58 olarak bulunmuştur (p<0.05). BKİ ile sezgisel yeme davranışları arasında negatif bir ilişki gözlenmiştir. Sezgisel beslenenlerin BKİ ortalaması 26.98±4.04 kg/m2 iken sezgisel beslenmeyenlerin BKİ ortalamaları 27.6±4.02 kg/m2 olarak bulunmuştur (r=-.128, p>0.05). GDM’li gebelerin depresyon puan ortalaması 8.4±4.23; GDM olmayan gebelerin ise 6.4±3.91‘dir (p<0.05). Sonuç olarak GDM olmayan gebelerde, GDM olan gebelere göre; sezgisel yeme puanının daha yüksek ve depresyon ölçeği puanının daha düşük olduğu bulunmuştur. Gebelerde sezgisel yeme tutumunu inceleyen sınırlı sayıda çalışma vardır. Gebelik döneminde beslenmenin neden olabileceği komplikasyonları önlemek ve uygun ağırlık kazanımı sağlamak amacıyla sezgisel yeme farkındalığı kazandırılmalıdır. This study was carried out to examine the relationship between nutritional status, intuitive eating and depression in pregnant women with or without gestational diabetes. The study was conducted with a total of 92 volunteer pregnant women aged between 18-30, 45 of them with gestational diabetes (GDM) and 47 of them without GDM (n-GDM), who applied to a private obstetrics clinic in Çankaya, Ankara, between January 2022 and March 2022. The study was carried out using face-to-face survey method. The questionnaire form prepared to collect data in the study includes questions on demographic characteristics, health information, anthropometric measurements, nutritional habits, Intuitive Eating During Pregnancy Scale (IES-P), Edinburgh Postpartum Depression Scale (EPDS) and Food Consumption Frequency Form. The mean age of the individuals who participated in this study was found 27.6±2.40 years. Based on their pre-pregnancy weights, it is determined that 60.0% of GDM pregnants and 42.6% of n-GDM pregnants were in the overweight group according to body mass index (BMI) classification. The mean total energy and sucrose intake values of pregnant women with GDM were 2068±2068.5±250.70 kkal, 91.2±75.5 g; n-GDM were found to be 1709.8±290.18 kkal, 23.7±33.07 grams in pregnant women, respectively (p<0.05). The mean IES-P score of pregnant women with GDM was 2.6±0.63; n-GDM was found to be 3.4±0.58 in pregnant women (p<0.05). A negative relationship was observed between BMI and intuitive eating behaviors. While the mean BMI of those who eat intuitively was 26.98±4.04 kg/m2, the mean of those who did not eat intuitively was 27.63±4.02 kg/m2 (r=-.128, p>0.05). The mean depression score of GDM pregnant women was 8.4±4.23; the score of n-GDM pregnant women is 6.4±3.91 (p<0.05). As a results, it was found that intuitive eating score is higher and depression scale score is lower in women with GDM than pregnant women without GDM. There are limited studies that assess intuitive eating attitudes in pregnant women. Intuitive eating awareness should be gained with the aim of preveting complications caused by dietary choices in pregnancy and gaining convenient weight.
  • Item
    Depresyon ve erteleme eğilimlerine göre akademik ertelemenin yordayıcıları; benlik algısı, zaman algısı ve bilişsel çarpıtmalar
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021) Ergür, Ece Gözde; Güven, Esra
    Bu tez çalışmasının üç ana odağı bulunmaktadır. Bunlardan ilki, bireylerin akademik erteleme davranışlarının depresyon ve genel erteleme düzeylerine göre farklılaşan bir yapısının olup olmadığını test edilmesidir. İkinci amaç ise gruplararası farklılaşmadan bağımsız olarak tüm örneklemin COVID-19 pandemisinin etkileri ve uzaktan eğitim motivasyonları kontrol edildiğinde bireylerin akademik erteleme davranışlarının; benlik algısı, bilişsel çarpıtmalar ve zaman perspektifleri değişkenleri tarafından yordayan modelin araştırılması ve olası modelin etkilerin gücünün incelenmesidir. Üçüncü amaç ise COVID-19 pandemisinin etkileri ve öğrencilerin uzaktan eğitim kontrol edildiğinde, depresyon ve genel erteleme düzeylerine göre farklılaşma görülen gruplar özelinde bireylerin akademik erteleme davranışlarını benlik algısı, bilişsel çarpıtmalar ve zaman perspektifleri değişkenleri tarafından yordayan modelin araştırılması ve olası modelin etkilerin gücünün incelenmesidir. Çalışmaya % 86.8’i kadın, (N = 325), %12,2’si erkek (N = 46), %0,8 (N =3) cinsel yönelimini belirtmemiş olmak üzere toplam 374 katılımcı alınmıştır. Çalışmada, Çok Boyutlu COVID-19 Ölçeği, Yetişkin Erteleme Envanteri, Beck Depresyon Envanteri, Sosyal Karşılaştırma Ölçeği, Bilişsel Çarpıtmalar Ölçeği, Tuckman Akademik Erteleme Ölçeği, Zimbardo Zaman Perspektifi Envanteri ile demografik değişkenlerin anlaşılması amacıyla demografik bilgi formu kullanılmıştır. Beck Depresyon Envanteri’inden ve Yetişkin Erteleme Envanter’inden alınan ortalama puanlar, kümülatif yüzdeliklerine göre küçükten büyüğe 3 benzer yüzdelikte gruba ayrılarak düşük ve yüksek kesme noktaları belirlenmiştir. Belirlenen dahil etme kriterlerine göre ortak etki grupları (ideal grup, disforik ideal, ötimik erteleyici, disforik erteleyici) oluşturulmuştur. Bulgular, akademik erteleme davranışlarını açıklamada genel erteleme eğiliminin depresyon durumuna göre daha belirleyici olduğunu göstermektedir. Regresyon analizi bulgularına göre, depresyon ve genel erteleme düzeylerinden bağımsız bir şekilde; akademik ertelemeyi yordayıcı değişkenler, genel erteleme, depresyon, bilişsel çarpıtmalar ve zaman algısının alt boyutlarından geçmiş olumsuz ve gelecek yönelimidir. Etki gruplarında ise; ideal grup için akademik ertelemenin yordayıcısının genel erteleme olduğu, disforik ideal grup için zaman algısının gelecek yönelimi alt boyutunun etkili olduğu, ötimik erteleyici grupta akademik ertelemeyi yordayıcı bir değişkenin bulunmadığı ve son olarak disforik erteleyici grupta genel ertelemenin akademik ertelemeyi yordayıcı bir değişken olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Araştırmadan elde edilen bulgular alanyazın ışığında değerlendirilerek tartışılmış ve önerilerde bulunulmuştur. This thesis has three main focuses. The first of these is to test whether individuals' academic procrastination behaviors differ according to their depression and general procrastination levels. The second aim is to determine the academic procrastination behaviors of individuals when the effects of the COVID-19 pandemic and distance education motivations of the entire sample are controlled, regardless of intergroup differentiation; self-perception, cognitive distortions, and time perspectives variables to investigate the predicted model and examine the strength of the effects of the possible model. The third aim is to investigate the model that predicts the academic procrastination behaviors of individuals by the variables of self-perception, cognitive distortions and time perspectives, and to examine the strength of the effects of the possible model, in particular, when the effects of the COVID-19 pandemic and distance education of the students are controlled, in the groups with different levels of depression and general procrastination. A total of 374 participants were included in the study, of which 86.8% were female (N = 325), 12.2% were male (N = 46), 0.8% (N = 3) did not specify their sexual orientation. Multidimensional COVID-19 Scale, Adult Procrastination Inventory, Beck Depression Inventory, Social Comparison Scale, Cognitive Distortions Scale, Tuckman Academic Procrastination Scale, Zimbardo Time Perspective Inventory and demographic information form were used to understand demographic variables. Average scores from the Beck Depression Inventory and Adult Procrastination Inventory were divided into 3 similar percentiles from small to large according to their cumulative percentages, and low and high cutoff points were determined. Common effect groups (ideal group, dysphoric ideal, euthymic procrastinator, dysphoric procrastinator) were formed according to the inclusion criteria determined. Findings show that general procrastination tendency is more determinant than depression status in explaining academic procrastination behaviors. According to the regression analysis findings of the general sample, the predictors of academic procrastination are general procrastination, depression, cognitive distortions, and past negative and future orientation from the sub-dimensions of time perception. In effect groups, it was concluded that the predictor of academic procrastination was general procrastination for the ideal group. The future orientation (sub-dimension of time perception) was adequate for the dysphoric ideal group. There was no predictive variable for academic procrastination in the euthymic procrastinator group. Finally, general procrastination was a predictor of academic procrastination in the dysphoric procrastination group. The findings obtained from the research were evaluated in the light of the literature, discussed, and suggestions were made.
  • Item
    Covid-19 geçirmiş kişilerde tedavi sonrası fiziksel aktivite korkusu ve depresyon
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Kalmaz, Serkan; Yosmaoğlu, Hayri Baran
    Çalışmanın amacı; COVID-19 enfeksiyonu geçirmiş kişilerde fiziksel aktivite korkusu ve depresyon durumunu değerlendirmek, hastanede yatan ile yatmayan arasında fark olup olmadığını incelemektir. Çalışmaya 18-65 yaş aralığında mental problemi olmayan, COVID-19 enfeksiyonu geçirerek iyileşmiş 115 gönüllü birey (yaş ortalaması: 31±9) katılmıştır. Çalışmaya katılan bireylere fiziksel aktivite korkusunu değerlendirmek için TKÖ Kinezyofobi Ölçeği (TKÖ), depresyon ve anksiyeteyi değerlendirmek için Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği (HADÖ) uygulanmıştır. Tüm bireylerin TKÖ puan ortalaması normalin üzerindeydi (41±5). Hastanede tedavi gören hastaların fiziksel aktivite korkusu (43±4), evde tedavi gören hastalardan (40±5) daha yüksekti (p<0.05). HADÖ sonuçlarına göre tüm bireylerin depresyon ve anksiyete ortalaması normal kabul edilen 7’değerinin üzerindeydi (sırasıyla 7,4 ve 9,5). Hastanede yatan bireylerin depresyon ve anksiyete değerleri evde tedavi olanlara göre daha yüksekti. Tüm hastalarda TKÖ puanı ile hem depresyon (r=0.262; p<0.01), hem de anksiyete düzeyleri (r=0.390; p<0.01) arasında pozitif bir ilişki bulundu ve korelasyon katsayılarına göre anksiyetenin TKÖ ile ilişkisi, depresyondan daha yüksekti. Sonuç olarak; COVID-19 enfeksiyonu vakalarında, kinezyofobi, depresyon ve anksiyete oluştuğu, hastanede tedavi olan bireylerde bu değişkenlerin daha yüksek seviyede görüldüğü ve Fiziksel aktivite korkusu ile depresyon ve anksiyete arasında pozitif bir ilişki olduğu tespit edildi. The aim of the study; To evaluate the fear of physical activity and depression in people who have had COVID-19, to examine whether there is a difference between hospitalized and non- hospitalized. 115 volunteers (mean age: 31±9) who had no mental problems and recovered from COVID-19 between the ages of 18-65 participated in the study. The TKÖ Kinesophobia Scale (TKS) was used to evaluate the fear of physical activity, and the Hospital Anxiety and Depression Scale (HADS) to evaluate depression and anxiety. The average TKS score of all individuals was above normal (41±5). The fear of physical activity (43±4) in the patients receiving medication at the hospital was higher than the patients receiving medication at home (40±5) (p <0.05). According to the HADS results, the depression and anxiety average of all individuals was above 7 which is considered normal (7.4 and 9.5 respectively). Depression and anxiety values of hospitalized individuals were higher than those who were treated at home. A positive correlation was found between the TKS score and both depression (r = 0.262; p <0.01) and anxiety levels (r = 0.390; p <0.01) in all patients, and according to the correlation coefficients, the relationship between anxiety and TKS was higher than depression. As a result; In COVID-19 cases, it was found that kinesiophobia, depression and anxiety occurred, these variables were seen at higher levels in hospitalized individuals, and there was a positive relationship between fear of physical activity and depression and anxiety.
  • Item
    Menopoz döneminde antidepresan kullanan kadınların beslenme alışkanlıkları, uyku durumları ve magnezyum alımlarının değerlendirilmesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Kabadayı, Cansu; Bayram, Sinem
    Depresyon, tüm dünyada prevelansı hızla artan mental bir sağlık sorunudur ve kadınlarda daha yaygındır. Menopoz döneminde de depresyon yaygın görülmektedir. Bu çalışma, Şubat 2020-Ekim 2020 tarihleri arasında Ankara’da özel bir beslenme ve danışmanlık merkezine gelen, menopoza girmiş (menstruasyonun kalıcı olarak kesilmesiyle en az 12 aydır adet görmemiş) ve antidepresan kullanmakta olan 48 gönüllü kadın birey ile yürütülmüştür. Bireylerin kişisel özellikleri, beslenme alışkanlıkları, uyku durumları ve depresyon durumları anket formu ile yüz yüze görüşme yöntemi kullanılarak belirlenmiştir. Günlük enerji ve besin ögeleri alımını belirlemek için geriye dönük hatırlatma yöntemiyle 3 günlük besin tüketim kaydı alınmış ve fiziksel aktivite durumları saptanmıştır. Bireylerin antropometrik ölçümleri alınmış ve vücut kompozisyonları biyoelektrik impedans analizi cihazı ile değerlendirilmiştir. Bireylere Pittsburgh Uyku Kalitesi Ölçeği (PUKİ) ve Depresyon Anksiyete Stres Ölçeği (DASÖ) uygulanmıştır. Menopoza girmiş bireylerin yaş ortalaması 57.1±8.67 yıl olup, düzenli adet görmeme süresi ortalama 9.1±8.25 yıldır. Bireylerin bel çevresi ortalaması 89.1±13.38 cm, bel/kalça oranı 0.86±0.04 ve vücut yağ oranı %35.21±4.83 olarak belirlenmiştir. Bireylerin çoğunluğu (%85.4) seçici serotonin gerialım inhibitörü (SSRI) türü antidepresan kullanmaktadır. Bireylerin diyetle günlük enerji (1238.5±371.94 kkal) ve karbonhidrat (114.6±54.43 g) alımları Türkiye Beslenme Rehberi (TÜBER) 2015 önerilerinin altında, diyetle protein alımları önerilen düzeyde ve yağ alımları ise önerilerin üzerindedir. Posa gereksinmesini yeterli düzeyde karşılamayan bireylerin, yeterli düzeyde karşılayanlara göre depresyon puanının daha yüksek olduğu belirlenmiştir (p>0.05). Tüm bireylerin diyetle magnezyum alımı (225.0±67.61 mg) önerilerin altındadır. Bireylerin %52.1’i kötü uyku kalitesine ve %47.9’u iyi uyku kalitesine sahiptir. Kötü uyku kalitesine sahip bireylerin, iyi uyku kalitesine sahip olanlara göre diyetle magnezyum alımı daha düşüktür (p>0.05). Uyku kalitesinin artmasıyla, depresyon puanının düştüğü belirlenmiştir (p>0.05). Aynı zamanda magnezyumun yeterli düzeyde karşılanmasıyla depresyon puanının azaldığı saptanmıştır (p>0.05). Sonuç olarak, menopoza girmiş kadınların beslenme alışkanlıkları, magnezyum alımları, uyku kalitesi ve depresyon durumları birbiriyle ilişkilidir; menopozal semptomlarla birlikte kadın sağlığını etkilemektedir. Depression is a mental health problem that is rapidly increasing in prevalence worldwide and is more common in women. Depression is also common during menopause. This study was carried out with 48 volunteer female individuals between February-October 2020 who came to a private nutrition and counseling center in Ankara, entered menopause (had not had menstruation for at least 12 months after the permanent cessation of menstruation) and were using antidepressants. Individuals' personal characteristics, eating habits, sleep conditions and depression status were determined using a questionnaire form using face-to-face interview method. In order to determine the daily energy and nutrient intake, 3-day food consumption records were taken with a retrospective reminder method and their physical activity status was determined. Anthropometric measurements of the individuals were taken and their body composition was evaluated with the bioelectrical impedance analysis device. Pittsburgh Sleep Quality Scale (PSQI) and Depression Anxiety Stress Scale (DASS) were applied to the individuals. The average age of individuals who have entered menopause is 57.1 ± 8.67 years, and the average period of not having regular menstruation is 9.1 ± 8.25 years. The waist circumference of the individuals was determined as 89.1 ± 13.38 cm, waist / hip ratio was 0.86 ± 0.04 and body fat ratio was 35.21 ± 4.83%. The majority of individuals (85.4%) use selective serotonin reuptake inhibitor (SSRI) type antidepressants. Dietary energy (1238.5±371.94 kcal) and carbohydrate (114.6±54.43 g) intakes of women are below the recommendations of Turkey Nutrition Guide 2015, while the dietary protein intake of women is normal for recommendations and the dietary fat intake of women is above the recommendations. It was determined that individuals who did not take their fiber need at a sufficient level had higher depression scores compared to those who took them adequately (p> 0.05). Magnesium intake for all individuals is below recommendations. 52.1% of the individuals have poor sleep quality and 47.9% have good sleep quality. Individuals with poor sleep quality had lower magnesium intake than those with good sleep quality (p> 0.05). It was determined that with increasing sleep quality, depression score decreased (p> 0.05). At the same time, it was found that the depression score decreased with sufficient magnesium (p> 0.05). In conclusion, dietary habits, magnesium intake, sleep quality and depression of menopausal women are interrelated; It affects women's health along with menopausal symptoms.
  • Item
    Hemodiyaliz hastalarında d vitamini düzeyi, beslenme durumu ve depresyon ilişkisinin değerlendirilmesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2020) Akbal, Ayça; Kızıltan, Gül
    Bu çalışma, Başkent Üniversite Hastanesi Yenikent Diyaliz ve Ümitköy Diyaliz Merkezinde hemodiyalize giren 19-64 yaş arası 55’i kadın 95’i erkek olmak üzere 150 Kronik Böbrek Yetmezliği (KBY) olan hasta üzerinde yürütülmüştür. Çalışmada bireylere demografik özelliklerini belirlemeye yönelik anket formu uygulanmıştır. Bireylerin beslenme durumunu saptamak ve enerji-besin ögesi tüketimlerini belirlemek için üç günlük besin tüketim kaydı ve antropometrik ölçümleri araştırmacı tarafından alınmıştır. Araştırmaya katılan hastaların serum 25(OH)D vitamin düzeyi Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi Biyokimya Laboratuvarında analiz edilmiş ve kaydedilmiştir. Hastaların fiziksel aktivite düzeylerini belirlemek amacıyla Fiziksel Aktivite Saptama Formu, duygu durumunu ve depresyona eğilimini saptamak için Beck Depresyon Envanteri kullanılmıştır. Hastaların malnütrisyon durumu ise, Malnütrisyon İnflamasyon Skoru (MİS) ile tespit edilmiştir. Araştırmaya katılan hastaların yaş ortalaması 49.9±12.20 yıldır. Hastaların günde ortalama 0.84±0.81 saat güneş ışığına maruz kaldığı beyanla belirlenmiştir. KBY hastalarının diyalize girme süresi 9.8±8.00 yıl olarak saptanmış, KBY diyeti uygulama süresi 9.2±8.00 yıl olarak belirlenmiştir. Hastaların %13.3’ünün giyim şeklinin kapalı olduğu, %24.7’sinin düzenli egzersiz yaptığı tespit edilmiştir. Bazal Metabolizma Hız (BMH) ortalaması erkek hastalarda 1631.32±208.39 kkal, kadınlarda 1366.19±173.85 kkal olarak saptanmıştır. Hastaların fiziksel aktivite düzeyi ortalaması 1.35±0.05 olarak bulunmuştur. Günlük enerji harcama ortalaması erkek hastalarda 2207.26±272.62 kkal, kadın hastalarda 1835.96±242.42 kkal olarak saptanmıştır. Erkek hastaların serum D vitamini düzey ortalaması 18.8±12.37 ng/mL, kadınların ise 19.2±20.14 ng/mL ve toplam hastaların serum D vitamini düzey ortalaması 18.98±15.61 ng/mL olarak saptanmıştır. D vitamini takviyesi alan 71 hastanın serum D vitamini ortalaması 20.2±13.68 ng/mL, takviye almayan 79 hastanın serum D vitamini ortalaması 17.9±17.16 ng/mL olarak bulunmuştur. D vitamini takviyesi alan hastaların %57.7’sinin serum D vitamini düzeyi eksik, %16.9’unun yetersiz, %25.4’ünün normal olarak saptanmıştır. D vitamini takviyesi almayan hastaların ise %70.9’unun serum D vitamini düzeyi eksik, %16.5’inin yetersiz, %12.7’sinin normal olarak bulunmuştur. Toplam hastaların %64.7’sinde, kadınların %63.6’sında, erkeklerin %65.3’ünde D vitamininin eksik olduğu belirlenmiştir. Hastaların MİS puanı ortalaması 8.5±2.50 olarak belirlenmiştir. Serum D vitamini eksiklik düzeyinde olan hastaların MİS puanı ortalaması 8.8±2.50 iken, yetersizlik düzeyindekilerin 8.3±2.20, normal düzeyde olan hastaların ise 8.0±2.50 olarak belirlenmiştir. Serum D vitamini eksiklik düzeyinde olan hastaların Beck depresyon ölçek puanı ortalaması 10.5±6.40 iken, yetersizlik düzeyindekilerin 8.0±5.50, normal düzeyde olan hastaların ise 8.5±5.00 olarak saptanmıştır. Beck depresyon ölçeği ile serum D vitamini düzeyi arasında negatif yönde ilişki istatistiksel açıdan önemli bulunmuştur (p<0.05). Bu çalışmanın sonucuna göre, serum D vitamini düzeyi azaldıkça Beck depresyon puanı anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Bu nedenle, böbrek yetmezliği olan hastalarda serum D vitamini düzeylerinin takip edilerek yetersizlik durumunda takviye edilmesi hastaların duygu durumlarının iyileşmesine katkı sağlayabilir. This study was carried out on 150 patients with chronic renal failure (CRF), 55 female and 95 male, aged 19-64 years in hemodialysis at Başkent University Hospital Yenikent Dialysis and Ümitköy Dialysis Center. In this study, a questionnaire was used to determine the demographic characteristics of individuals. In order to determine the nutritional status of individuals and energy -nutrient consumption, the three-day food consumption record, and anthropometric measurements were taken by the researcher. Serum 25 (OH)D vitamin level of the patients participating in the study was analyzed and recorded in Başkent University Ankara Hospital Biochemistry Laboratory. Physical Activity Assessment Form was used to determine the physical activity levels of the patients, and the Beck Depression Inventory was used to determine mood and tendency to depression. Malnutrition status was also determined by Malnutrition Inflammation Score (MİS). The average age of the patients participating in the research is 49.9±12.20 years. It has been determined that patients are exposed to an average of 0.84 ± 0.81 hours of sunlight per day. The duration of CRF patients to be dialysis was determined as 9.8±8.00 years, and the duration of the CRF diet was determined to be 9.2±8.00 years. It was found that 13.3% of the patients had closed clothing and 24.7% had regular exercise. The mean of The Basal Metabolism Rate was 1631.32±208.39 kcal in male patients and 1366.19±173.85 kcal in women. The mean factor of physical activity was 1.35±0.05. The average daily energy expenditure was 2207.26±272.62 kcal in male patients and 1835.96±242.42 kcal in female patients. Serum vitamin D level average of male patients was 18.8±12.37 ng/mL, women were 19.2±20.14 ng / mL, and serum vitamin D level average of total patients was 18.98±15.61 ng/mL. The mean serum vitamin D of 71 patients who took vitamin D supplements was found to be 20.2±13.68 ng/mL, and the serum vitamin D mean of 79 patients who did not take supplements was 17.9±17.16 ng/mL. Serum vitamin D levels were missing in 57.7% of patients receiving vitamin D supplementation, 16.9% were insufficient, and 25.4% were normal. Patients who did not take vitamin D supplementation 70.9% were found to be deficient in serum vitamin D levels, 16.5% were insufficient and 12.7% were normal. Vitamin D deficiency was determined in 64.7% of total patients, 63.6% of women and 65.3% of men. The mean Malnutrition Inflammation Score of the patients was 8.5±2.50. The mean MIS score of the patients with serum vitamin D deficiency level was 8.8±2.50, 8.3±2.20 for insufficiency levels and 8.0±2.50 for normal patients. The mean Beck depression scale score of the patients with serum vitamin D deficiency level was 10.5±6.40, and 8.0±5.50 for insufficiency level and 8.5±5.00 for normal level patients. The negative correlation between the Beck depression scale and serum vitamin D level was found to be statistically significant (p <0.05). According to the results of this study, the Beck depression score was found to be significantly higher as the serum vitamin D level decreased. For this reason, monitoring the serum vitamin D levels in patients with renal insufficiency and supplementing them in case of insufficiency may contribute to improving the mood of the patients.
  • Thumbnail Image
    Item
    Ebeveyn çatışması ve depresyon belirti düzeyi arasındaki ilişkide şemaları besleyen ve sosyal destek algısını zayıflatan bir mekanizma olarak aile birliği
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019) Kavalcı, Gizem; Güven, Esra
    Bu çalışmada bireylerin depresyon belirti düzeyi ile ebeveynlerinin genel çatışma örüntülerine ilişkin algıları arasındaki ilişkide aile birliği, erken dönem uyum bozucu şemalar ve algılanan sosyal desteğin aracı rolünün sınanması amaçlanmıştır. Araştırmanın örneklemini, çeşitli illerde ikamet eden 18-65 yaş arası 299 birey; 187 kadın (% 62.5), 112 erkek (%37.5) oluşturmaktadır. Araştırmada veri toplama amacıyla, Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği, Young Şema Ölçeği Kısa Form-3, Çatışma Çözüm Stilleri Ölçeği, Aile Uyum Yeteneğini ve Birliğini Değerlendirme Ölçeği, Beck Depresyon Envanteri kullanılmıştır. Geliştirilen modeller Yapısal Eşitlik Modeli (YEM) aracılığıyla sınanmıştır. Analiz sonuçları katılımcıların, ebeveynleri arasındaki çatışma biçiminin olumlu, geri çekilmeci ya da boyun eğici olduğuna ilişkin algısı arttıkça, bu algının aile ile dengeli birliği sürdürmeye yardımcı olduğuna işaret etmektedir. Sözü edilen ikili ilişki aynı zamanda, yüksek standartlar, diğerleri yönelimlilik ve zedelenmiş otonomi şema alanlarının zayıflamasını sağlamakta ve algılanan sosyal desteğin artışını yordamaktadır. Benzer mekanizmanın olumsuz ebeveyn çatışma biçimi algısı ile yürütüldüğü analiz sonuçları ise aile birliğinin çok düşük düzeyde olmasının, aileyle bağlantısızlığının artmasının, yüksek standartlar, zedelenmiş otonomi ve kopukluk şemalarını güçlendirdiği görünmektedir. Bu çoklu mekanizmalar depresyon belirti düzeyi varyansının %48’ini açıklamaktadır. Bulgular alanyazın ışığında tartışılmıştır. Family cohesion as a mechanism perpetuates schemas in the relationship between parental conflict and depression and affect the perception of social suppport. The aim of this study is to investigate the mediation of family cohesion, early maladaptive schemas and the perceived social support in the relationship between parental conflict and depression level. The sample of the study consisted of 299 individuals between the ages of 18-65; 187 females (62.5%) and 112 males (37.5%) were included in the study. Multidimensional Perceived Social Support Scale, Young Schema Scale Short Form-3, Conflict Resolution Styles Scale, Family Adaptation Ability and Unity Rating Scale, Beck Depression Inventory were used for data collection. Developmental models were evaluated with Structural Equation Model (SEM). In the study, perception of the positive, withdrawal and subordinate conflict style between parents, the continuation of the balanced cohesion with the family predicts the weakening of the unrelenting standards, other directedness and impaired autonomy schema areas. In perception of negative parental conflict, the continuation of disengaged dimension of family cohesion, strengthened the unrelenting standards, impaired autonomy and disconnection and rejection schemas. It is seen that the relationships predicted by the model explain 48% of the variance of depression level of the participants. The findings were discussed in the light of literature.
  • Thumbnail Image
    Item
    Obez bireylerde damgalanma hissi ile yeme davranışları ve depresyon arasındaki ilişkinin incelenmesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Cihan, Gizem; Tayfur, Muhittin
    Bu çalışma obez bireylerde damgalanma hissi ile yeme davranışları ve depresyon arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmada fazla kilolu ve obez bireyde algılanan ağırlık damgalaması ve içselleştirilmiş ağırlık önyargılarının depresyon, yeme davranışları ve benlik saygıları arasındaki ilişki sorgulanmıştır. Araştırma Şubat-Nisan 2018 yılında Ankara’da bulunan özel iki diyet danışma merkezine başvuran ve çalışmada yer almayı gönüllü olarak kabul eden 106 kadın, 39 erkek toplam 145 fazla kilolu ve obez birey ile gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmada veri toplama aracı olarak araştırmacı tarafından hazırlanan anket formu ile Damgalayıcı Durumlar Envanteri-Kısa (DDE-K), İçselleştirilmiş Kilo Önyargı Ölçeği (İKÖÖ), Hollanda Yeme Davranışı Anketi (DEBQ), CES-Depresyon Ölçeği (CES-D) ve Rosenberg Benlik Sayıgısı Envanteri (RBSE) kullanılmıştır. Çalışma kapsamında DDE-K envanterinin Türkçe geçerlik ve güvenirlik analizi yapılmış ve literatüre kazandırılmıştır. Damgalayıcı Durumlar Envanteri-Kısanın cronbach’s alpha katsayısı 0.848 olarak bulunmuştur ve yüksek güvenirlik gösterdiği bulunmuştur. Çalışma verileri SPSS 20.0 paket programı kullanılarak uygun istatistiksel yöntemler ile değerlendirilmiştir. Obez bireylerin ortalama puanları DDE-K için 1.62 (hayatında birkaç kez), İKÖÖ için 4.11 (kararsız), DEBQ alt ölçekleri olan kısıtlatıcı yeme için 2.93 (bazen), duygusal yeme için 3.08 (bazen), dışsal yeme 2.98 (bazen), CES-D için 19.71 (hafif depresyon), RBSE için 20.66 (yeterli benlik saygısı) olarak bulunmuştur. Çalışma sonucunda başlangıç ağırlığı daha yüksek olan katılımcıların damgalayıcı durumlarla karşılaşma sıklıkları daha fazla bulunmuştur (p=0.011). Ayrıca BKİ sınıfı yüksek olan katılımcılar daha sık bir şekilde damgalayıcı durumlarla karşılaştıkları bulunmuştur (p=0.005). Katılımcıların fazla kilolarından dolayı karşılaştıkları damgalayıcı durumlarla karşılaşma sıklıkları ile ağırlık önyargısı içselleştirme düzeyleri arasında pozitif yönlü doğrusal bir ilişki vardır. Öyle ki damgalayıcı durumlarla karşılaşma sıklığı daha yüksek olan katılımcıların ağırlık önyargılarını içselleştirme seviyeleri de yüksek olmaktadır (r=0.279 ; p=0.001). Damgalayıcı durumlarla karşılaşma sıklığı ile depresyonda hissetme düzeyi arasında anlamlı düzeyinde pozitif yönlü doğrusal bir ilişki söz konusudur. Buna göre bu tür durumlarla daha sık karşılaşanlar daha yüksek düzeyde depresyonda hissetmektedir (r=0.177 ; p=0.033). Damgalayıcı durumlarla karşılaşma sıklığı ile benlik saygısı seviyesi arasında negatif yönlü bir ilişki söz konusudur. Bu tür durumlarla karşılaşma sıklığı daha fazla olan katılımcılatın benlik saygısı algısı daha düşük olmaktadır (r=-0.234 ; p=0.003). Ağırlık önyargısı içselleştirme puanı ile duygusal ve dışsal yeme seviyeleri arasında pozitif yönlü doğrusal ilişkiler olduğu görülmüştür. Buna göre önyargıları içselleştirme seviyeleri daha yüksek olan katılımcıların duygusal yeme (r=0.343 ; p<0.001) ve dışsal yeme (r=0.214 ; p=0.010) düzeyleri de yüksek olmaktadır. Ağırlık önyargılarını içselleştirme düzeyleri ile depresyon düzeyleri arasında da pozitif yönlü doğrusal bir ilişki belirlenmiştir. Öyle ki önyargıları içselleştirme düzeyi yüksek olan katılımcıların depresyonda hissetme düzeyleri de yüksek olmaktadır (r=0.367 ; p<0.001). This study was carried out to evaluate the relationship between stigmatization and eating behaviors and depression in obese individuals. In this study, we aimed to determine the weight stigma and internalized weight bias, depression, eating behaviors and self-esteem in overweigt and obese individuals. The survey was conducted in February-April 2018 with 106 women and 39 men with a total of 145 overweigt and obese individuals who accepted to take part in the study voluntarily. In this study, a questionnaire which is prepared by the researcher, Brief Stigmatizing Situations Inventory (SSI-B), Modified Weight Bias Internalization Scale (MWBIS), Dutch Eating Behaviour Questionnaire (DEBQ), Center for Epidemiologic Studies Depression Scale (CES-D), Rosenberg Self Esteem Scale (RSES) were used as a data collection tool. In this study the validity and reliability analysis of the SSI-B inventory was conducted in Turkish. The Cronbach's alpha coefficient of SSI-B was found to be 0.848 and was found to show high reliability. Study data were evaluated using appropriate statistical methods using the SPSS 20.0 package programme. The average scores of the overweight and obese individuals were found 1.62 for SSI-B, 4.11 for MWBIS, 3.0 for DEBQ, 19.71 for CES-D and 20.66 for RSES. At the end of the study, it was found that the participants with higher initial weight were more likely to frequent stigmatizing conditions (p = 0.011). In addition, participants with higher BMI levels were found to have more frequent stigmatizing conditions (p=0.005). There is a linear relationship between the frequency of encounter with the stigmatizing situations that people face due to their overweight and the level of weight bias internalization. Thus, the level of internalization of the prejudices of people with higher incidence of stigmatizing situations is also high (r=0.279 ; p=0.001). There is a linear relationship between the frequency of stigmatizing situations and the level of feeling in depression. According to this, people who experience these conditions more frequently feel higher levels of depression (r=0.177 ; p=0.033). There is an inverse relationship between the incidence of stigmatizing situations and the level of self-esteem. The self-esteem perception of people with higher incidence of such situations is lower (r=-0.234 ; p=0.003). There was a linear relationship between weight bias internalization score and emotional and external eating levels. Accordingly, individuals with higher levels of internalizing prejudices have higher levels of emotional eating (r=0.343 ; p<0.001) and external eating (r=0.214 ; p=0.010). A positive linear correlation was also found between the levels of internalizing prejudices of weight and levels of depression. People with high levels of internalization have high levels of depression (r=0.367 ; p<0.001).
  • Thumbnail Image
    Item
    Sıçanlarda farklı karbonhidrat örüntüsüne sahip diyetlerin davranış üzerine etkisinin incelenmesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Parlak Özer, Zeynep; Saka, Mendane
    Düşük karbonhidratlı yüksek yağlı diyet tüketimi obezitenin yanı sıra anksiyete ve depresyon gibi duygusal bozukluklara neden olduğu bilinmektedir. Bu çalışma, farklı karbonhidrat ve yağ örüntüsüne sahip diyetlerin sıçanların vücut ağırlığı, perirenal yağ miktarı, besin alımı, kan keton düzeyi ve davranış parametreleri üzerindeki etkisini belirlemek amacı ile planlanmıştır. Çalışmada 40 adet Wistar albino erkek sıçan kontrol (K), ılımlı karbonhidrat (IK), ılımlı düşük karbonhidrat (IDK) ve çok düşük karbonhidrat (ÇDK) içeren diyetlerle beslenmek üzere 4 gruba ayrılmıştır. Deney süresince günlük yem tüketim kaydı alınmış, haftalık ağırlık takibi yapılmış ve davranış analizleri yapılmış ve iki haftada bir kere kuyruk veninden kan keton düzeyi ölçülmüştür. Kontrol, ılımlı karbonhidrat, ılımlı düşük karbonhidrat ve çok düşük karbonhidrat içeren diyetlerle hafta süresince beslenen sıçanlarda başlangıca göre ağırlık artışı anlamlıdır (K grubu p˂0.05, IK p˂0.05, IDK p˂0.05, ÇDK p˂0.05). Sadece çok düşük karbonhidrat içeren diyetle beslenen sıçanların 21. ve 28. günde ağırlıkları kontrolden yüksektir (p˂0.05, p˂0.05). Çok düşük karbonhidrat grubunun β-hidroksibütirat düzeyi (BHB) 14. günde yükselmiş bu yükseklik 28.günde de devam etmiştir. Ilımlı düşük karbonhidrat grubunun BHB düzeyi ise 28. günde yükselmiştir. Kontrol ve ılımlı karbonhidrat gruplarının BHB düzeylerinde artış belirlenmemiştir. Çalışmanın başından 28. güne BHB düzeylerinin artışı ve artış oranının gruplar arası farkına bakıldığında IDK ve ÇDK grupları K ve IK grubundan anlam düzeyde yüksek bulunmuştur. Hareketsizlik süreleri (oturma ya da uzanma sırasında hareketin olmaması) 28. günde başlangıca göre K (p˂0.05), IK (p˂0.05), IDK grubunda (p˂0.05) artış gösterirken; ÇDK grubunda (p˃0.05) farklılık bulunmamıştır. Davranış parametreleri ile kan keton düzeyi arasında korelasyon bulunmamıştır (p˂0.05). Bu çalışma davranış ve keton düzeyi arasındaki ilişkiyi inceleyen ilk çalışmadır. Wistar albino erkek sıçanlarda yağ:karbonhidra+protein 1.01 ve 0.4 olan diyetlerle BHB’inkontrol grubundan anlamlı derecede yüksek olduğu gösterilmiştir. Yükselmiş kan keton düzeyine maruziyet süresinin davranış üzerine farklı etkileri olabileceği düşünülmektedir. Low-carbohydrate, high-fat dietary intake is known to cause obesity, as well as emotional disturbances such as anxiety and depression. This study was designed to investiate the impact of diets with different carbohydrate and fat patterns on parameters such as body weight, perirenal fat amount, food consumption, blood ketone level and behavior in rats. In the study, 40 Wistar albino male rats were divided into four groups to be fed with different diets including control (C), moderate carbohydrate MC, moderately low carbohydrate (MLC), and very low carbohydrate (VLC). During the experiment, daily food consumption rates were recorded; weekly weight changes were tracked; behavioral analyses were performed; and blood ketone level was measured every two weeks with blood drawn from tail vein. There was a significant increase in body weight of rats fed with control, moderate carbohydrate, moderately low carbohydrate and very low carbohydrate diets compared to the initial weights (C group p˂0.05, MC p˂0.05, MLC p˂0.05, VLC p˂0.05). The weight of rats fed only with low carbohydrate diets was heavier than control on the 21st and 28th days (p˂0.05, p˂0.05). The β-hydroxybutyrate (BHB) level of VLC group was higher on the 14th day and this increase was olso observed on the 28th day. The BHB level of VLC group, on the other hand, got higher on the 28th day. When the increase in BHB levels and the difference in the increase rate between the groups were examined from the beginning to the 28th day of the study, the MLC and the VLC groups were found meaningfully higher in the C and MC groups. There was not any increase in the BHB levels of C and MC groups. While the immobility duration (no movement during sitting or lying down) increased in C (p˂0.05), MC (p˂0.05), and VLC groups on the 28th day compared to the beginning, there was not any significant difference in VLC group (p˃0.05). There was no correlation between ketone level and behavior parametres. As being the first study to examine the relationship between behavior and ketone level, this study demonstrated that BHB and diets with fat:carbohydrate+protein at 1:01 and 0:4 for male rats was significantly higher than the control in male Wistar rats. It is thought that the duration of exposure to elevated blood ketone levels may have different effects on behavior.
  • Thumbnail Image
    Item
    Polislerin beslenme bilgi düzeyi ve beslenme durumlarının belirlenmesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2016) Elbay, Gökhan; Ercan, Aydan
    Bu araştırma, Nisan 2016-Mayıs 2016 tarihleri arasında Yozgat İl Emniyet Müdürlüğü’nde çalışan 783 polis memurundan326 polis memuru çalışmaya gönüllü olarak katılmışlardır. Bireylerin kişisel özellikleri ve beslenme alışkanlıkları anket formu ile sorgulanmıştır. Çalışmaya katılan bireylerin yaş ortalaması 34.1±8.8. Erkeklerin boy ortalaması 177.6. ± 7,2 cm, kadınların boy ortalaması 169.4 ± 6.0 cm olarak hesaplanmıştır. Erkeklerin vücut ağırlığı ortalaması 83,6 ± 14,6 kg, kadınların vücut ağırlığı ortalaması 71,7 ± 14,7 kg olduğu tespit edilmiştir. Bireylerin beslenme durumları 3 günlük 24 saatlik besin tüketim kaydı ile belirlenmiştir. Bireylerin beslenme bilgilerini sorgulamak amacıyla beslenme bilgi soruları; duygusal durumlarını saptamak amacıyla ise Beck Depresyon Ölçeği kullanılmıştır. Erkeklerin ve kadınların BKİ ortalamaları 27.1±8.4 kg/m2, 24.8±7.0 kg/m2olarak bulunmuştur. Beslenme Bilgi Puanları 0-8 arasında değişmekte olup, ortalaması erkeklerde 4.10±1.60, kadınlarda 4.09±1.52’dir. Bireylerin demografik özellikleri ile beslenme bilgi düzeyi arasındaki ilişki incelendiğinde; yaş, cinsiyet, medeni durum, çalışma yılı ve eğitim süreleri ile beslenme bilgi düzeyi arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (p>0.05). Bireylerin BKİ değerleri ile Beslenme Bilgi Düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Beck Depresyon Puanları 0-63 arasında değişmekte olup erkeklerde ve kadınlarda ortalamaları 31.1±17.5 ve 27.8±17.1 olarak bulunmuştur. Depresyon sıklığı %2.5’inde hafif, %21.5’inde orta ve %58.9’unda şiddetli depresyon görünmektedir. Bireylerin demografik özellikleri ile depresyon durumu arasındaki ilişki incelendiğinde; yaş, cinsiyet, medeni durum, çalışma yılı ve eğitim süreleri ile depresyon durumu arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (p>0.05). Bireylerin depresyon durumları ile aldıkları enerji ve makro besin öğeleri arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (p>0.05). Son yıllarda yetersiz ve/veya dengesiz beslenme kaynaklı önlenebilir hastalıklardaki artış dikkat çekmektedir. Bu nedenle polislerin beslenme konusunda bilinçlendirilmesine ihtiyaç olduğundan eğitim programları düzenleyerek yeterli ve dengeli beslenme konusunda bilgilendirilmeleri sağlanmalıdır. Buna yönelik plan ve politikalar düzenlenerek polislere sağlıklı beslenme konusunda doğru bilgi sağlanmalı ve farkındalık oluşturulmaya çalışılmalıdır. This research is conducted in Yozgat Police Department between April 2016-May 2016. 326 of 783 police officers attended to study voluntarily. Personal characteristics and nutritional habits of individuals are determined by a questionnaire. Nutritional status of individuals is determined by three daily 24-hour food records. Nutrition know ledge questionnaire is used in order to determine the nutritional know ledge of the individuals. The Beck Depression Inventory is used to determine thee motional state. The average age of the individuals participating in the study is 34.1 ± 8.8 years. The average height of men is 177.6± 7.2 cm, the average height of women is 169.4 ± 6.0 cm. The average body weight of men is 83.6 ± 14.6 kg, and average body weight of women is found to be 71.7 ± 14.7 kg. The average BMI of men's and women's are 27.1 ± 8.4 kg / m2, 24.8 ± 7.0 kg / m2, respectively. The average daily dietary energy consumption of men’s is 2544.9±205.7 kcal, and the average daily dietary energy consumption of women’s is 1756.6±150.9 kcal. The percentages of dietary energy from carbohydrates, protein and fat are, 51.11%± 8.76%, 36.78 ± 7.76% and of 13.64 ± 2.26 respectively. The Nutrition Knowledge Scores ranged from 0-8 points. The score average for men is , 4:10 ± 1.60 and 4:09 ± 1:52 for women. The relation between nutritional know ledge and demographic characteristics of individuals are not found statistically significant. Ther is no statistically signicant differences between the BMI and nutritional know ledge of Individuals. Beck Depression Score average in males and females ranged from 0-63 was found to be 31.1 ± 17.5% and 27.8 ± 17.1. 2.5% incidence of depression in mild, medium and severe depression seem to 58.9% at 21.5%. When the relationship between demographic characteristics of individuals with depression status; age, sex, marital status, workand training time of year is not significantly related with depression status (p> 0.05). There was no significant relationship between depression status of individuals and energy consumption and macronutrientin take (p> 0.05). İn recent years, increase inadequate and/or unbalanced nutrition related avoidable diseases is remarkable. In order to develop healthy eating habits, police officers have to be educated about health nutrition and foods regularly. In arranging for plans and policies should provide accurate information about healthy eating and the police should attempt to create awareness.
  • Thumbnail Image
    Item
    Acıbadem Maslak Hastanesi beslenme ve diyet polikliniğine başvuran 20-64 yaş arası bireylerde besin tüketimi ile Pittsburgh Uyku Kalitesi arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi,
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2015) Öçal, Özge; Aksoydan, Emine
    Bu çalışma bireylerin besin tüketimleri ile uyku kaliteleri arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla yapılmıştır. Çalışma, Ağustos 2014- Kasım 2014 tarihleri arasında Acıbadem Maslak Hastanesi Beslenme ve Diyet Polikliniği’ne başvuran, yaşları 20-64 arasında değişen 100 (60 kadın, 40 erkek) sağlıklı birey üzerinde yürütülmüştür. Bireylerin kişisel özellikleri ve beslenme alışkanlıkları anket formu ile sorgulanmıştır. Bireylerin beslenme durumları 3 günlük 24 saatlik besin tüketim kaydı ile belirlenmiştir. Bireylerin uyku kalitelerini saptamak amacıyla Pittsburgh Uyku Kalite İndeksi kullanılmış; duygusal durumlarını saptamak amacıyla ise Beck Depresyon Ölçeği kullanılmıştır. Çalışmaya katılan bireylerin yaş ortalaması 29.79±9.9, BKİ ortalamaları 23±3.7 kg/m2 olarak bulunmuştur. Bireylerin günlük diyetle enerji tüketim ortalaması 1267,5±282,06 kkal’dir ve diyet enerjisinin karbonhidrattan gelen yüzdesi ortalama %34,62, proteinden gelen yüzdesi ortalama %19,31 ve yağdan gelen yüzdesi ortalama %46,1 olarak bulunmuştur. Uyku kalitesini ölçen Pittsburgh indeksleri 0 ile 21 arasında değişmekte olup, ortalaması 9.45±5.75 olarak belirlenmiştir. Bireylerin %24’ünün uyku kalitesinin iyi, %76’sının ise uyku kalitesinin kötü olduğu belirlenmiştir. Beck Depresyon Puanları 0 ile 32 arasında değişmekte olup, ortalaması 9.16±7.15’dir. Depresyon sıklığı %24 olarak saptanmıştır ve %16’sında düşük, %5’inde orta ve %3’ünde yüksek sıklıkta depresyon görülmektedir. Bireylerin demografik özellikleri ile uyku kaliteleri arasındaki ilişki incelendiğinde; yaş, cinsiyet, medeni durum ve çalışma durumu ile uyku kaliteleri arasında anlamlı bir ilişki bulunmazken, eğitim durumu ve uyku kalitesi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmuştur (p<0.05). Pittsburgh Uyku Kalite İndeksi’ne göre günlük enerji ve makro besin öğeleri tüketimleri değerlendirildiğinde; iyi uyku kalitesine sahip olanların enerji tüketimleri ortalama 1253,88±247,92 kkal iken, kötü uyku kalitesine sahip olanların enerji tüketimi ortalama 1271,8±293,41 kkal olarak gösterilmiştir. Bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0.05). İyi uyku kalitesine sahip bireylerde enerjinin karbonhidrattan gelen yüzdesi % 35,96±6,52, proteinden gelen yüzdesi %19,46±3,44, ve yağdan gelen yüzdesi %44,46±5,79 iken; kötü uyku kalitesine sahip bireylerde enerjinin karbonhidrattan gelen yüzdesi % 34,2±7,73, proteinden gelen yüzdesi %19,26±3,79 ve yağdan gelen yüzdesi %46,62±7,05 olarak bulunmuştur. Bu fark istatistiksel olarak anlamlı değildir (p>0.05). Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi’ne göre bireylerin günlük vitamin ve mineral tüketimleri değerlendirildiğinde aralarında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır. Uyku ve beslenme sağlıklı yaşamın vazgeçilmez birer parçasıdır. Son yıllarda uyku kalitesinin azalmasına paralel olarak artan obezite ve diyabet prevelansı dikkat çekici düzeylerdedir. Bu konuda yapılacak çalışmaların artması iyi uyku kalitesi ile sağlık arasındaki ilişkiye ışık tutacaktır. This study was performed to investigate the relationship between food consumption and sleep qualities of the individuals. The study was conducted on a total 100 healthy individuals (60 females and 40 males) aged 20-64 years old presenting to Nutrition and Diet Polyclinic of Acibadem Maslak Hospital between August 2014 and November 2014. Personal characteristics and some nutritional behaviors of the individuals were inquired with an inquiry form. Nutritional status of the individuals were determined with three day 24-hour food intake recording. Pittsburgh Sleep Quality Index (PSQI) was used to determine the sleep qualities of the individuals and Beck Depression Scale was used to determine the emotional status of the individuals. The mean age of the individuals participating in the study was found to be 29.79±9.9 years and mean BMİ to be 23±3.7 kg/m2. When the nutritional status of the individuals were evaluated, the percentage of diet energy of the individuals derived from carbohydrate, protein and fats were found to be average 34,62%, 19,31% and 46,1%; respectively. Average daily dietary energy consumption of the individuals was demonstrated to be 1267,5±282,06 kcal. When the sleep qualities of the individuals were evaluated, Pittsburgh indices ranged between 0 and 21 and mean Pittsburgh index was 9.45±5.75. It was observed that the sleep quality was good in 24% of the individuals and poor in 76% of them. When the emotional states of the individuals were evaluated, Beck Depression scores ranged between 0 and 32 and mean Beck Depression score was 9.16±7.15. While depression was not observed in 76% of the individuals, mild depression, moderate depression and severe depression were observed in 16%, 5% and 3% of them; respectively. When the relationship between demographic characteristics and sleep qualities of the individuals were evaluated, while no significant relationship was found between the age, gender, marital status, working condition and sleep qualities; a significant relationship was found between educational status and sleep quality (p:0.042; p<0.05). When daily energy consumptions and macronutrient consumptions of the individuals were evaluated according to Pittsburgh Sleep Quality Index, while the average daily energy consumption of the individuals with good sleep quality was demonstrated to be 1253,88±247,92 kcal, the average daily energy consumption of the individuals with poor sleep quality was demonstrated to be 1271,8±293,41 kcal. This difference was not found to be statistically significant (p>0.05). While the percentages of diet energy derived from carbohydrate, protein and fats of the individuals with good sleep quality were demonstrated to be 35,96±6,52%, 19,46±3,44% and 44,46±5,79; respectively; the percentages of diet energy derived from carbohydrate, protein and fats of the individuals with poor sleep quality were demonstrated to be 34,2±7,73%, 19,26±3,79% and 46,62±7,05%. This difference was not found to be statistically significant (p>0.05). In our study, when the daily vitamin and mineral consumption of the individuals were evaluated according to Pittsburgh Sleep Quality Index, no significant relationship was determined between them. In conclusion, sleep and nutrition are essential components of a healthy lifestyle. In recent years, increasing obesity and diabetes prevalence in parallel with decrease in sleep quality was considered to be interesting. The increasing number of the studies on this subject will enlighten the relationship between the high sleep quality and health.