Enstitüler / Institutes

Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11727/1390

Browse

Search Results

Now showing 1 - 10 of 19
  • Item
    Tip 2 diyabetes mellituslu bireylerin diyetle antioksidan alımları, antioksidan kapasiteleri ve beslenme durumları arasındaki ilişkinin belirlenmesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Karakaya, Rahime Evra; Saka, Mendane
    Diyabete bağlı komorbidite ve komplikasyonların gelişimde oksidatif stres maruziyeti ve antioksidan kapasitede azalma önemli bir faktördür. Bu araştırma, tip 2 diyabetli bireylerin antioksidan alımları, antioksidan kapasiteleri ve beslenme durumları arasındaki ilişkinin belirlenmesi amacıyla planlanmıştır. Çalışma Ankara Şehir Hastanesi Endokrinoloji Polikliniği’ne başvuran ve dahil edilme kriterlerine uygun 40 diyabetli ve 47 sağlıklı birey ile yürütülmüştür. Bireylere demografik özellikleri ve beslenme alışkanlıklarını içeren anket formu yüz yüze görüşme yöntemi ile uygulanmıştır. Antropometrik ölçümleri araştırmacı tarafından alınmıştır. Vücut kompozisyonu biyoelektrik impedans analizi ile belirlenmiştir. Bireylerden sabah aç karnına kan örneği alınarak rutin biyokimyasal bulguları ve antioksidan/oksidan durumun göstergesi olan dinamik tiyol disülfit dengesi (nativ tiyol, total tiyol, nativ/total tiyol, disülfit, disülfit/nativ tiyol ve disülfit/total tiyol) ile iskemi modifiye albümin (İMA) parametreleri analiz edilmiştir. Bireylerin besin tüketim durumları 3 günlük 24 saatlik besin tüketim kaydı kullanılarak değerlendirilmiştir ve diyet antioksidan kapasiteleri oksijen radikal absorbans kapasitesi (ORAC) yöntemi ile belirlenmiştir. Bireylerin antioksidan ve oksidan bileşenlere maruziyetini değerlendirmek amacıyla oksidatif denge skoru (ODS) ölçeği kullanılmıştır. Fiziksel aktivite düzeylerinin belirlenmesi için bireylere Uluslararası Fiziksel Aktivite Anketi (IPAQ) kısa formu uygulanmıştır. Diyabet grubunun yaş ortalaması 42.48±4.20 yıl ve kontrol grubunun 42.49±4.74 yıl olarak bulunmuştur (p>0.05). Diyabetli grubun nativ tiyol (459.95 [57.05] μmol/L), total tiyol (510.80 [65.88] μmol/L), disülfit (24.22±4.01 μmol/L), disülfit/nativ tiyol (%5.26 [0.85]), disülfit/total tiyol (%4.76 [0.68]), nativ/total tiyol (%90.48 [1.38]) ve İMA (0.72 [026] ABSU) değerleri ile kontrol grubunun nativ tiyol (459.10 [95.90] μmol/L), total tiyol (506.70 [111.50] μmol/L), disülfit (23.35±4.10 μmol/L), disülfit/nativ tiyol (%5.39 [1.04]), disülfit/total tiyol (%4.87 [0.84]), nativ/total tiyol (%90.27 [1.69]) ve İMA (0.80 [0.51] ABSU) değerleri arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0.05). Diyabetli grubun diyet ORAC değeri 4115.83 [5190.44] μmol ve kontrol grubunun 3267.70 [5755.65] μmol olarak belirlenmiş ve gruplar arasında anlamlı bir fark saptanmamıştır (p>0.05). Diyabetli grubun tiyol disülfit dengesi ve İMA değeri ile diyet antioksidan kapasitesi (ORAC) arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (p>0.05). Kontrol grubundaki kadınlarda tiyol disülfit dengesi ile diyet ORAC arasında ilişki bulunmazken, İMA ile diyet ORAC arasında anlamlı negatif (r=-0.479, p<0.01) ilişki saptanmıştır. Sonuç olarak, diyabet ve kontrol grubunun diyetle antioksidan alımları benzerdir ve gruplar arasında anlamlı fark bulunmamıştır. Diyabet ve kontrol grubunun antioksidan kapasitelerinin benzer olduğu gözlenmiştir. Diyabetli ve sağlıklı bireylerin antioksidan içeriği yüksek besinleri diyetle yeterli miktarda tüketmeleri önem taşımaktadır. Diyabetli grupta diyetle antioksidan alımı ve antioksidan kapasite arasında anlamlı ilişki bulunmamıştır. Diyabetli bireylerde diyet ORAC ile dinamik tiyol disülfit dengesi ve İMA arasındaki ilişki hakkında net sonuç elde etmek için daha fazla çalışma yapılması gerekmektedir. Oxidative stress exposure and decreased antioxidant capacity are important factors in the development of diabetes-related comorbidities and complications. This research was planned to determine the relationship between antioxidant intake, antioxidant capacity and nutritional status of individuals with type 2 diabetes. The study was carried out with 40 diabetic and 47 healthy individuals who applied to Ankara City Hospital Endocrinology Outpatient Clinic and met the inclusion criteria. A questionnaire including demographic characteristics and eating habits was applied to the individuals by face-to-face interview method. Anthropometric measurements were taken by the researcher. Body composition was determined by bioelectrical impedance analysis. Routine biochemical findings and dynamic thiol disulfide homeostasis (native thiol, total thiol, native/total thiol, disulfide, disulfide/native thiol and disulfide/total thiol) which reflects antioxidant/oxidant status and ischemia modified albumin (IMA) parameters were analysed by taking blood samples from individuals in the morning on an empty stomach. Dietary assessment were made by 3 day 24-h dietary recall and dietary antioxidant capacities were determined by the oxygen radical absorbance capacity (ORAC) method. Oxidative balance score (OBS) scale was used to evaluate the exposure of individuals to antioxidant and oxidant components. International physical activity questionnaire (IPAQ) short form was applied to individuals to determine their physical activity levels. The mean age of the diabetic group was 42.48±4.20 years and the control group was 42.49±4.74 years (p>0.05). It was determined that the body mass index (BMI) values of the diabetes and control groups were similar (p>0.05). There was no significant difference between diabetic group’s native thiol (459.95 [57.05] μmol/L), total thiol (510.80 [65.88] μmol/L), disulfide (24.22±4.01 μmol/L), disulfide/native thiol (%5.26 [0.85]), disulfide/total thiol (%4.76 [0.68]), native/total thiol (%90.48 [1.38]) and IMA (0.72 [026] ABSU) values and control group’s native thiol (459.10 [95.90] μmol/L), total thiol (506.70 [111.50] μmol/L), disulfide (23.35±4.10 μmol/L), disulfide/native thiol ((%5.39 [1.04]), disulfide/total thiol (%4.87 [0.84]), native/total thiol (%90.27 [1.69]) and IMA (0.80 [0.51] ABSU) values (p>0.05). The dietary ORAC value of the diabetic group was 4115.83 [5190.44] μmol and the control group was 3267.70 [5755.65] μmol, and no significant difference was found between the groups (p>0.05). There was no significant relationship between thiol disulfide homeostasis and IMA value and dietary antioxidant capacity (ORAC) in the diabetic group (p>0.05). While no correlation was found between thiol disulfide homeostasis and dietary ORAC in women in the control group, a significant negative relationship was found between IMA and dietary ORAC (r=-0.479, p<0.01). As a result, dietary antioxidant intake of diabetic and control group were similar and no significant difference was found between the groups. It was observed that antioxidant capacities of diabetes and control groups were similar. It is important that individuals with diabetes and healthy people consume adequate amount of foods with high antioxidant content. There was no significant relationship between dietary antioxidant intake and antioxidant capacity in diabetic group. More studies are needed to obtain clear conclusions about the relationship between dietary ORAC and dynamic thiol disulfide homeostasis and IMA in diabetic individuals.
  • Item
    20-49 Yaş arası gebe kadınların vitamin d destekleri kullanım durumları ile beslenme ve depresyon durumlarının karşılaştırılması
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2020) Çukurovalı Soykurt, Seniha; Kızıltan, Gül
    Gebelik döneminde yeterli vitamin D alımı maternal ve fetal sağlığın devamlılığı ile olumsuz sonuçların önlenmesi açısından önemlidir. Vitamin D, gebelik ve plasenta ile ilişkili klasik olmayan işlevlerinin önemi üzerinde durmaktadır. Bu çalışma, 20-49 yaş arası gebelerin beslenme durumları, beslenme alışkanlıkları ve vitamin D destek kullanım durumu ile depresyon durumu arasındaki ilişkinin saptanması amacıyla planlanmış ve yürütülmüştür. Araştırma, Aralık 2018 ile Ocak 2019 tarihleri arasında Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniği’ne başvuran 20-49 yaş arası 150 gebe üzerinde yürütülmüştür. Bireylerin kişisel bilgileri, depresyon durumu, fiziksel ve besin tüketimindeki değişikliklere ilişkin bilgileri saptamaya yönelik anket formu uygulanmıştır. Gebelerin, besin tüketimleri ve beslenme durumları değerlendirilmiş, biyokimyasal parametreleri analiz edilmiştir. Çalışmada yer alan bireylerin yaş ortalaması 28.58 ± 5.94 yıl olarak saptanmıştır. Çalışmada yer alan bireylerin 75’i vitamin D kullanmakta, kalan 75’i kullanmamaktadır. Çalışmada yer alan bireylerden vitamin D kullananların ilk üç ayda kazanılan ağırlık ortancası 3.00 (IQR=4), kullanmayanların 4 (IQR=2) olarak saptanmıştır. Vitamin D kullanımı ile ilk üç ayda kazanılan vücut ağırlığı değerleri istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermiştir (p<0.005). Bireylerin serum D vitamini değerleri gebelik öncesi ve gebelik döneminde istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermiştir (p<0.001). Çalışmada yer alan bireylerden vitamin D kullananların Beck Depresyon Ölçek puan ortancası 9.00 (IQR=6), kullanmayanların 33.00 (IQR=13) olarak saptanmıştır. Vitamin D kullanımı ile ilgili puanlarda istatistiksel olarak anlamlı farklılık vardır (p<0.001). Sonuç olarak, vitamin D eksikliği ya da yetersizliğinin depresyonla ilişkili olduğunu gösteren, özellikle epidemiyolojik çalışmalardan elde edilen kanıtlar olmasına karşın, bu kanıtlar klinik çalışmalardan elde edilen sonuçlarla henüz yeterince desteklenmemektedir. Bu durumun detaylı incelenmesi için daha büyük çaplı çalışmalara ihtiyaç vardır. The sufficient intake off vitamin D during a women pregnancy is very important to prevent potential health problems and insure the health of both mother and baby troughout the pregnancy. The most recent research focused on the importance of functions which do not have a known connection with pregnancy, the placenta and vitamin D. This work of research, was planned and implemented with the purpose of determining the probable correlation between the development of depression and the condition of women who take vitamin D supplements. Their food intake, their eating habits and their attitude towards food were taken into account. Research was conducted on 150 pregnant women aged between 20-49 admitted to Ankara Ataturk Training and Research Hospital the Obstetrics and Gynecology Department between December 2018 and January 2019. A questionnaire consisted of personal information and data gathered from each of the participants to determine the affect on their food intake, depressive mood and physical dietary changes. Serum vitamin D levels were analyzed in Ankara Atatürk Training and Research Hospital Biochemistry Laboratory. In the clinic, general characteristics, food consumption and nutritional status of pregnant women who underwent physical examination were evaluated and biochemical analyzes were performed. The average age of participants in the study was found to be 28.58 ± 5.94 years. 75 of the individuals in the study used vitamin D and the remaining 75 did not used. The median weight gain in the first three months was found to be 3.00 (IQR= 4) and 4 (IQR = 2), respectively. On the basis of the use of vitamin D, the weight values obtained in the first three months showed a statistically significant difference. Serum vitamin D values of the individuals demonstrated statistically significant differences before and during pregnancy. The mean Beck Depression score was found to be 9.00 (IQR= 6) and 33.00 (IQR = 13), respectively. Relative scores were found to be statistically significant (p <0.001). As a result of the research, although evidence from vitamin D deficiency or insufficiency is associated with depression, especially from epidemiological studies, this evidence is not yet sufficiently supported by the results from clinical trials. Further studies are needed to investigate this situation in detail.
  • Item
    Yetişkin bireylerde serum folat ve B12 vitamini düzeyleri ile duygudurum ve beslenme durumu arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Çuhadar, Gamze; Saka, Mendane
    Bu çalışma, yetişkin bireylerde serum folat ve B12 vitamini düzeyleri ile duygudurum ve beslenme durumu arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Çalışma, Eylül 2020-Kasım 2020 tarihleri arasında Ankara'da bulunan Özel Lokman Hekim Demet Tıp Merkezi'ne beslenme ve diyet hizmeti almak amacıyla başvuran 19- 45 yaş arası 55 yetişkin birey (9 erkek, 46 kadın) üzerinde yürütülmüştür. Bireylerin demografik özellikleri, beslenme alışkanlıkları, antropometrik ölçümleri uygun yöntemlerle saptanmış, SF-36 (Short Form – 36) Yaşam Kalitesi Ölçeği, beck Depresyon Ölçeği ve fiziksel aktivite düzeylerini saptamak için Uluslararası Fiziksel Aktivite Değerlendirme Anketi Kısa Formu (IPAQ Short Form) uygulanmıştır. Bireylerin besin tüketim düzeyleri 3 günlük besin tüketim kaydı yöntemi ile belirlenmiş, çalışmada kullanılan biyokimyasal bulgular hastane sisteminde bulunan hasta dosyalarından alınarak değerlendirilmiştir. Bireylerin %49.1'inin (n=27) minimal depresyon, %30.9'unun (n=17) hafif depresyon, %14.5'inin (n=8) orta depresyon , %5.5'inin (n=3) şiddetli depresyon grubunda olduğu saptanmıştır. Kadınların ortalama beck depresyon ölçek puanı 12.2±8.82, erkeklerin ise 10.7±13.55 olarak belirlenmiştir. Bireylerin beck depresyon toplam puanının folat ve B12 vitaminlerinin diyetle günlük alımı ve plazma değerleriyle ilişkili olmadığı saptanmıştır (p>0.05). Ancak depresyon gruplarına göre bakıldığında hafif depresyon grubunda diyetle B12 alımı ile depresyon puanı arasında negatif yönde orta düzeyde anlamlı ilişki olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Bireylerin diyetle günlük B12 vitamini alımları önerilen miktarı sağlarken, folat alımlarının önerilen miktarın altında olduğu belirlenmiştir. Bireylerin IPAQ kısa form fiziksel aktivite ölçeğine göre %41.8'inin (n=23) minimal aktif, %40'ının (n=22) inaktif, %18.2'sinin (n=10) çok aktif olduğu saptanmış, fiziksel aktivite düzeyi ile depresyon puanı arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmamıştır (p>0.05). Bireylerin yaş, cinsiyet, sosyodemografik özellikler, genel beslenme alışkanlıkları, diyet yapma durumları, ve hastalık durumları ile depresyon durumu arasında anlamlı ilişki bulunamamıştır. Bireylerin BKİ, bel çevresi, kalça çevresi, bel/kalça oranı, vücut yağ yüzdesi gibi obezite ile ilişkili antropometrik ölçümleri ile depresyon puanının pozitif ilişkili ancak önemsiz olduğu görülmüştür (p>0.05). Erkeklerin depresyon puanı ile diyetle günlük enerji (kkal/gün) ve karbonhidrat (g) alımı arasında negatif yönde yüksek düzeyde anlamlı ilişki saptanmıştır (p<0.05). Diyetle günlük alınan çoklu doymamış yağ asidi ve n-6 çoklu doymamış yağ asidi (%) sadece minimal depresyon grubunda depresyon ile pozitif yönde orta düzeyde ilişkili bulunurken, protein (%) , yağ (%), doymuş yağ asitleri (%), tekli doymamış yağ asitleri (%), karbonhidrat (g), karbonhidrat (%) şiddetli depresyon grubunda depresyon puanı ile çok yüksek düzeyde ilişkili bulunmuştur (p<0.05). Bireylerin depresyon puanı ile yaşam kalitesi tüm alt ölçek puanları arasında negatif yönde anlamlı ilişki tespit edilmiştir (p<0.05). Sonuç olarak yaşam kalitesinin duygudurumu ile önemli derecede ilişkili olduğu belirlenmiştir. Bireyin beslenme durumunun ve serum folat ve B12 değerlerinin duygudurumu üzerinde etkileri olabileceği görülmüş, ancak küçük çalışma grubu nedeniyle istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmamıştır. Konu ile ilgili daha geniş kapsamlı araştırmalara ihtiyaç vardır. This study was conducted to evaluate the relationship between serum folate and vitamin B12 levels and mood and nutritional status in adults. The study was conducted on 55 adult individuals (9 males, 46 females) aged between 19 and 45 years who applied to Private Lokman Hekim Demet Medical Center in Ankara between September 2020 and November 2020 for nutrition and diet services. Demographic characteristics, nutritional habits and anthropometric measurements of the individuals were determined by appropriate methods, SF-36 (Short Form - 36) Quality of Life Scale, Beck Depression Scale and to determine their physical activity levels International Physical Activity Assessment Questionnaire Short Form (IPAQ Short Form) were applied. The food consumption levels of the individuals were determined with the 3-day food consumption record method, and the biochemical findings used in the study were obtained from the patient files in the hospital system. It has been determined that 49.1% (n = 27) of the individuals were in the minimal depression group, 30.9% (n = 17) in the mild depression, 14.5% (n = 8) in the moderate depression, and 5.5% (n = 3) in the severe depression group. The mean beck depression scale score for women was determined as 12.2 ± 8.82, and for men as 10.7 ± 13.55. It was found that the total beck depression score of the individuals was not related to the daily dietary intake and plasma values of folate and B12 vitamins (p> 0.05). However, considering the depression groups, it was found that there was a moderate negative correlation between dietary B12 intake and depression score in the mild depression group (p <0.05). While the daily vitamin B12 intake of individuals provides the recommended amount, it has been determined that their folate intake is below the recommended amount. According to the IPAQ short form physical activity scale, 41.8% (n = 23) of the individuals were found to be minimally active, 40% (n = 22) were inactive, 18.2% (n = 10) were found to be very active. There was no statistically significant relationship between physical activity level and depression score (p> 0.05). No significant relationship was found between the individuals' age, gender, sociodemographic characteristics, general nutritional habits, dieting status, and disease states and depression status. Anthropometric measurements related to obesity, such as BMI, waist circumference, hip circumference, waist / hip ratio, body fat percentage, and depression score were found to be significantly positively correlated (p> 0.05). A high level of negative correlation was found between the depression score of men and diet and daily energy (kcal / day) and carbohydrate (g) intake (p <0.05). Daily intake of dietary polyunsaturated fatty acid and n-6 polyunsaturated fatty acid (%) were found to be moderately positively associated with depression only in the minimal depression group, while protein (%), fat (%), saturated fatty acids (%), monounsaturated fatty acids (%), carbohydrates (g), carbohydrates (%) were found to be highly correlated with depression score in the severe depression group (p <0.05). A significant negative correlation was found between depression scores of individuals and all subscale scores of quality of life (p <0.05). As a result, it was determined that the quality of life is significantly associated with mood. It was observed that the nutritional status of the individual and serum folate and B12 levels may have effects on mood, but there was no statistically significant relationship due to the small study group. More comprehensive research is needed on the subject.
  • Thumbnail Image
    Item
    Kronik böbrek yetmezlikli hemodiyaliz hastalarının gastrointestinal semptomlarının, yaşam kalite düzeylerinin ve hipoalbuminemi durumlarının değerlendirilmesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Ertürk, Melda; Köseler Beyaz, Esra
    Bu araştırma; kronik böbrek yetmezliği nedeniyle hemodiyaliz tedavisi alan hastalarda gastrointestinal semptomların belirlenmesi ve bu durumun hastaların beslenme durumu ve serum albumin düzeyleri üzerine etkisini incelemek amacıyla planlanmıştır. Çalışma, Aralık 2018-Şubat 2019 tarihleri arasında Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi Diyaliz Ünitesinde tedavi gören yaşları 20-88 yıl arasında, 200 (132 erkek, 68 kadın) hasta üzerinde yapılmıştır. Bu hastalara hastalık ve kişisel bilgilerini içeren anket formu yüz yüze görüşme ile uygulanmıştır. Hastaların beslenme durumları 3 günlük Besin Tüketim Kaydı ve Subjektif Global Değerlendirme (SGD) ile belirlenmiştir. Hastaların gastrointestinal semptomları Gastrointestinal Semptom Değerlendirme Ölçeği (GSDÖ), yaşam kalite düzeyleri ise Yaşam Kalitesi Ölçeği (SF-36) ile değerlendirilmiştir. Hastaların antropometrik ölçümleri alınmış, bazı biyokimyasal parametreleri analiz edilmiştir. Bu çalışmada hastaların yaş ortalaması 60.7 ± 15.16 yıl, hastaların diyalize girme süresi ortalama 5.7 ± 6.48 yıl olarak bulunmuştur. Hastaların BKİ değerleri erkeklerde ve kadınlarda sırasıyla 26.0±4.79 kg/m² ve 25.6±6.08 kg/m²'dir. Hastaların SGD sonuçlarına göre %4.5’inin ağır malnütrisyonlu, %14.5’inin orta derecede malnütrisyonlu ve %81’inin ise iyi beslendiği belirlenmiştir (p>0.05). Hemodiyaliz (HD) tedavisi alan kadın hastaların fiziksel ve mental sağlık özet skoru puanlarının erkeklerin fiziksel ve mental sağlık özet skoru puanlarına göre daha yüksek olduğu saptanmıştır (p>0.05). Hastaların hematolojik ve biyokimyasal bulguları referans değerlerle karşılaştırıldığında; serum VLDL-kolesterol, kreatinin, kan üre azotu, fosfor, serum C-reaktif protein düzeyleri yüksek; serum hemoglobin ve hematokrit düzeyleri düşük olarak belirlenmiştir. Hastaların diyetle günlük enerji ve protein alım ortalamaları değerlendirildiğinde; % 92.5’inin enerji ve % 73’ünün protein alım düzeyleri yetersiz olarak belirlenmiştir. Hastaların günlük diyetle aldıkları vitamin ve mineral miktarları National Kidney Foundation (NKF) ve The European Society for Clinical Nutrition and Metabolism (ESPEN) önerilerine göre değerlendirilmiş, buna göre diyetle tiamin, niasin, B6 vitamini, folat, potasyum, magnezyum alımının tüm hastalarda yetersiz; ayrıca erkeklerde günlük diyetle riboflavin ve çinko alımının yetersiz, kadınlarda günlük diyetle demir alımının yetersiz olduğu saptanmıştır (p>0.05). Hastaların gastrointestinal sorunlarının ortalaması; karın ağrısı alt ölçek puan ortalaması 14.9±6.75, reflü alt ölçek puan ortalaması 10.7±5.96, hazımsızlık alt ölçek puan ortalaması 23.4±8.95, konstipasyon alt ölçek puan ortalaması 18.8±12.63, diyare alt ölçek puan ortalaması 12.7±7.29 ve GSDÖ toplam puanı 80.5±25.00 olarak bulunmuştur. Diyetle alınan posa miktarı arttıkça hastalarda gastrointestinal sorunların da istatistiksel açıdan anlamlı olarak arttığı saptanmıştır (p<0.05). Hastaların SGD sonuçlarına göre; ağır malnutrisyonu olanların GSDÖ puanı daha yüksek bulunmuştur (p>0.05). Hemodiyaliz tedavisi alan erkek hastaların fiziksel sağlık özet skoru 57.8±27.24, mental sağlık özet skoru 67.6±26.58; kadın hastaların ise fiziksel sağlık özet skoru 58.8±24.10, mental sağlık özet skoru 69.5±23.48 puan olarak belirlenmiş ve yaşam kalitesine ait bütün özet değerleri ile cinsiyet arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0.05). Fiziksel sağlık özet skoru ile diyet enerjisi ve diyet proteini arasında pozitif yönde; mental sağlık özet skoru ile diyet enerjisi ve diyet proteini arasında da pozitif yönde anlamlı bir ilişki olduğu belirlenmiştir (p<0.05). GSDÖ ile fiziksel sağlık özet skoru ve mental sağlık özet skoru arasında pozitif ilişki bulunmuş ancak bu ilişki istatistiksel olarak anlamlı değildir (p>0.05). Bu nedenle, hastaların diyetleri planlanırken beslenme ile ilişkili gastrointestinal semptom faktörlerinin de mutlaka göz önünde bulundurulması hem hastaların yaşam kalite düzeylerinin arttırılması hem de yaşam sürelerinin uzatılması açısından gerekli olduğu düşünülmektedir. This study was conducted to determine gastrointestinal symptoms in patients undergoing hemodialysis treatment for chronic renal failure and to evaluate the effect of this condition on nutritional status and serum albumin levels of patients. The study was conducted on 200 chronic renal failure patients (132 male, 68 female) between the ages of 20-88 years old at Baskent University Ankara Hospital Hemodialysis Unit between December 2018 and February 2019. A questionnaire was applied to patients including demographic and disease information by face to face interview. The nutritional status of the patients was determined by food-frequency questionnaire, a three days 24 hour dietary record and Subjective Global Assessment (SGA). The gastrointestinal symptoms of the patients were evaluated by the Gastrointestinal Symptom Rating Scale (GSRS), and the quality of the patients was assessed by SF-36 questionnaire. Anthropometric measurements were taken and some biochemical parameters were analyzed. The mean age of the patients was 60.7 ± 15.16 years; and the mean duration of patients undergoing hemodialysis was 8.2±7.43 years and in continuous ambulatory peritoneal dialysis patients was 5.7 ± 6.48 years. The BMI of the patients was 26.0 ± 4.79 kg / m² and 25.6 ± 6.08 kg / m² in males and females, respectively. According to SGA results, it was determined that 4.5% of the patients had severe malnutrition, 14.5% had moderate malnutrition and 81% had good nutrition (p>0.05). Physical and mental health summary score points of female patients receiving hemodialysis treatment (HD) were higher than that of males (p>0.05). The hematological and biochemical findings of the patients were compared with reference values; serum VLDL-cholesterol, creatinine, blood urea nitrogen, phosphorus, serum C-reactive protein levels were high; Serum hemoglobin and hematocrit levels were found to be low. In the evaluation of mean daily energy and protein intake in the patients’ diet; the energy intake levels of 92.5% and the protein intake levels of 73% were insufficient. According to the recommendations of NKF and ESPEN, it was found that dietary intake of niacin, vitamin B6, folate, potassium and magnesium were not sufficient in all patients. In addition, dietary intake of riboflavin and zinc in male patients was insufficient and daily intake of iron was insufficient in female patients (p>0.05). In the evaluation of mean gastrointestinal problems of patients; mean score of abdominal pain subscale was 14.9 ± 6.75, mean score of reflux subscale was 10.7 ± 5.96, mean score of indigestion subscale was 23.4 ± 8.95, mean score of constipation subscale was found to be 18.8 ± 12.63, mean score of diarrhoea subscale was found to be 12.7 ± 7.29 and total GSRS score was found to be 80.5 ± 25.00. As dietary fibre intake increased, gastrointestinal problems were found to be significantly increased in patients (p<0.05). According to the results of the patients SGA; the group with severe malnutrition had the highest Gastrointestinal Symptom Rating Scale score (p> 0.05). Physical health summary score of the male patients receiving hemodialysis treatment was 57.8 ± 27.24, mental health summary score was 67.6 ± 26.58; the physical health summary score of the female patients was 58.8 ± 24.10, the mental health summary score was 69.5 ± 23.48 and there was no statistically significant difference between the gender and quality (p>0.05). It was determined that there is a statistically positive relationship between physical health summary score and diet energy and dietary protein and between mental health status and diet energy and dietary protein (p<0.05). A positive relationship was found between GSRS and physical health summary score and mental health summary score; however, this was not statistically significant (p>0.05). Therefore, while planning the patients’ diet, it is thought to be imperative to take nutritional-related gastrointestinal symptom factors into consideration to increase the quality of life of the patients and to prolong life span.
  • Thumbnail Image
    Item
    İleri evre yaşa bağlı makula dejenerasyonu olan bireylerin beslenme durumlarının değerlendirilmesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Tınkılıç, Şeymanur; Aksoydan, Emine
    Bu çalışma ileri evre yaşa bağlı makula dejenerasyonu tanısı olan bireylerin beslenme durumlarının değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Çalışma Aralık 2017-Şubat 2018 tarihleri arasında Ankara Ulucanlar Göz Eğitim ve Araştırma Hastanesine başvuran, 50 yaş ve üzeri, Yaşa Bağlı Makula Dejenerasyonu (YBMD) tanısı olan 97 ve YBMD tanısı olmayan (kontrol) 69 toplam 166 birey ile yürütülmüştür. Katılımcıların demografik özellikleri, sağlık durumları, fiziksel aktivite alışkanlıkları, antropometrik ölçümleri, beslenme alışkanlıkları, biyokimyasal parametreleri anket formuyla araştırmacı tarafından yüzyüze görüşme tekniğiyle sorgulanmıştır. Bireylerin beslenme durumları bir günlük 24 saatlik besin tüketim kaydı ve besin tüketim sıklığı yöntemleri ile belirlenmiştir. Biyokimyasal bulgular, hasta dosyasında temin edilmiştir. Çalışmaya katılan bireylerin yaş ortalaması YBMD grupta 71.56±8.33, kontrol grupta 64.10±9.31’dir. YBMD ve kontrol grup arasında kronik hastalık tanısı olma, düzenli fiziksel aktivite yapma, biyokimyasal bulgular açısından istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır (p>0.05). İleri evre YBMD tanısı olanlar ile kontrol grubu arasında vücut ağırlığı, boy uzunluğu ve bel/boy oranı ortalamaları bakımından istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunurken (p<0.05), Beden kütle indeksi (BKİ) ortancası bakımından istatistiksel anlamlı farklılık bulunmamıştır (p>0.05). Besin takviyesi kullanan bireylerdeki santral makula kalınlığı ortalamalarına bakıldığında ilk değer 266.27±97.132μm iken, son değer 260.39±104.180μm’dir ve aralarında istatistiksel olarak anlamlı fark olmadığı tespit edilmiştir (p<0.05). Kırmızı et-tavuk tüketim porsiyonları ortancası YBMD grupta 0.45 (0.00-4.82), kontrol grupta 0.77 (0.08-5.21) dir ve iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu saptanmıştır (p<0.05). YBMD grup ile kontrol grup arasında enerji, karbonhidrat, enerjinin karbonhidrattan ve yağdan gelen yüzdeleri, posa, omega-6, omega-6/omega 3 oranı, karoten, folat ve çinko alım düzeyleri bakımından istatistiksel anlamlı farklılık vardır (p<0.05). Posa ve folat tüketimi yetersiz olan YBMD ve kontrol grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık vardır (p<0.05). Diyabet olma durumu (OR: 2.709, %95 CI, 1.060-6.925) ve yaş artışı (OR: 1.126, %95, 1.065-1.191) YBMD riskini artırmaktadır. Sonuç olarak, YBMD’nin önlenmesinde ve tedavisinde yeterlidengeli beslenme ve ideal vücut ağırlığının korunması önemlidir. YBMD ve beslenme durumu arasındaki ilişkinin açıklanabilmesi için daha kapsamlı ve uzun süreli çalışmalara ihtiyaç vardır. This study was performed to evaluate the nutritional status of individuals with late stage of age-related macular degeneration (AMD). The study was conducted with a total of 166 individuals aged 50 years and over, 97 with AMD diagnosis and 69 without AMD, who applied to Ankara Ulucanlar Eye Training and Research Hospital between December 2017 and February 2018. Participants were questioned by means of the face-to-face interview by the investigator with a survey on demographic characteristics, health status, physical activity habits, anthropometric measurements, nutritional habits and biochemical parameters. The nutritional status of the individuals was determined by an one days 24-h dietary record and food-frequency questionnaire. Biochemical parameter values were obtained from the results of the last year in the patient's file information. The mean age of the participants in the study was 71.56±8.33 in the AMD group and 64.10±9.31 in the control group. There was no statistically significant difference in the diagnosis of chronic disease, regular physical activity, biochemical parameters between the AMD and the control group (p>0.05). There was a statistically significant difference in body weight, height and waist to height ratios between the control group and those with a diagnosis of late-stage AMD (p<0.05), but there was no significant difference in BMI median (p>0.05). The average of central macular thickness in individuals using nutritional supplement, the first value was 266.27±97.132 μm, the last value was 260.39±104.180 μm and there was no statistically significant difference between them (p<0.05). Red meat-chicken consumption median was 0.45 (0.00-4.82) in the AMD group, 0.77 (0.08-5.21) in the control group and there was a statistically significant difference between them (p<0.05). There was a statistically significant difference in energy, carbohydrate, the percentages of energy from carbohydrate and fat, fiber, omega-6, omega-6/omega-3 ratio, carotene, folate and zinc intake between the AMD group and the control group (p<0.05). There is a statistically significant difference between AMD and control groups with insufficient consumption of fiber and folate (p<0.05). Status of having diabetes (OR: 2.709, 95% CI, 1.060-6.925), and increased age (OR: 1.126, 95%, 1.065-1.191) increases the risk of AMD. As a conclusion, adequate-balanced nutrition and the maintenance of ideal body weight are important in prevention and treatment of AMD. There is a need for more comprehensive and longitudinal studies to be able to explain the relationship between the AMD and nutritional status.
  • Thumbnail Image
    Item
    Yetişkin bireylerde diyetin inflamatuvar indeksi ile beslenme durumları arasındaki ilişkinin saptanması
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Kocamış, Rabia Nur; Türker, Perrin Fatma
    Bu çalışmada, yetişkin bireylerin beslenme durumlarının saptanarak diyetin inflamatuvar indeksi (Dİİ) ile arasındaki ilişkinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Çalışmaya, Şubat - Eylül 2017 tarihleri arasında Özel Ortadoğu Hastanesi Dahiliye Polikliniğine başvuran 119 yetişkin kadın birey dahil edilmiştir. Bireylerin sosyodemografik özellikleri, fiziksel aktivite durumları ve beslenme alışkanlıkları anket formuna kaydedilmiştir. Bireylerin antropometrik ölçümleri, bazı biyokimyasal parametreleri ve üç günlük besin tüketim kayıtları değerlendirilmiştir. Diyet inflamatuvar indeksi skorlama sistemi diyetin inflamatuvar göstergeler üzerine etkisinin incelendiği çalışmalardan yola çıkarak geliştirilmiştir. Besin ögesi inflamasyonu arttırıcı (pro-inflamatuvar) etki gösteriyorsa pozitif, inflamasyonu önleyici (anti-inflamatuvar) etki gösteriyor ise negatif skorlanmaktadır. Bu çalışmada bireylerin üç günlük besin tüketim kayıtlarından yararlanılarak diyet inflamatuvar indeksleri hesaplanmıştır. Bunların yanı sıra hastalara Beck depresyon ölçeği uygulanmıştır. Çalışmaya katılan bireylerin yaş ortalaması 36.2±10.22 yıl olarak tespit edilmiştir. Beden kütle indeksi (BKİ) gruplamasına göre bireylerin %36.1’i hafif şişman (BKİ 24.9-29.9 kg/m2), %49.6’sı şişman (BKİ≥30 kg/m2) olduğu belirlenmiştir. Bireylerin diyet inflamatuvar indeksi değerleri quartillere ayrılarak değerlenmiştir. Bireylerin diyet inflamatuvar indeksi sınır değerleri -3.32 ile 4.74 arasında değişmektedir. Diyet inflamatuvar indeksi ortalama değeri 0.18±1.73 olarak saptanmıştır. Diyet inflamatuvar indeksi quartillerine göre bireylerin C-reaktif protein ve diğer biyokimyasal parametreleri arasında anlamlı farklılık bulunmamıştır (p>0.05). Bireylerin yaşları ile diyet inflamatuvar indeksleri arasında negatif bir ilişki olduğu görülmüştür (p<0.05). Antropometrik ölçümler, bazal metabolizma hızı, toplam enerji harcaması ve fiziksel aktivite düzeyinin quartiller arasında önemli farklılık göstermediği tespit edilmiştir (p>0.05). Diyet inflamatuvar indeksi düşük olan bireylerin diğerlerine göre günlük diyetle protein, çoklu doymamış yağ asitleri (ÇDYA), omega-3 ve posa alımları önemli olarak daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). Diyet inflamatuvar indeksi yüksek olan bireylerin, A, E, B6, C vitamini ve folat, tiamin, riboflavin, niasin alımları Dİİ düşük olan bireylere göre önemli olarak daha düşük bulunmuştur (p<0.05). Ayrıca bireylerin magnezyum, potasyum, kalsiyum, fosfor ve demir alımları Dİİ düşük olan bireylerde önemli olarak daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). Bireylerin Dİİ quartilleri ile yeşil çay, siyah çay, kahve tüketimi, metabolik sendrom (MetS), depresyon ve uyku süreleri arasında önemli bir farklılık bulunmamıştır (p>0.05). Sonuç olarak yetişkin bireylerin diyet içeriklerinin diyet inflamatuvar indeksini etkilediği gösterilmiştir. Bireylerin diyetin inflamatuvar yükünü azaltacak şekilde günlük diyetlerinde enerji, makro ve mikro besin ögeleri ile anti-inflamatuvar besinleri yeterli miktarda bulundurmaları obezite, MetS, Tip 2 diyabet (Tip 2 DM), kardiyovasküler hastalıklar (KVH) gibi kronik hastalıkların önlemesinde yarar sağlayacaktır. In this study, it was aimed to estimate the nutritional status of adult individuals and determine the relationship between nutritional status and dietary inflammatory index (DII) . In the study, 119 adult women who applied to the Private Middle East Hospital Internal Medicine Policlinic were included between February and September 2017. Socio-demographic characteristics, physical activity status and eating habits of the individuals were recorded in the questionnaire form. Individuals’ anthropometric measurements, some biochemical parameters, and three-day nutritional records were assessed. The dietary inflammatory index scoring system was developed by the studies that analyzed the effects of the diet on inflammatory markers. The scoring was done positive if the food item enhanced inflammation effect (pro-inflammatory), whereas it was scored negative in case inflammation effect was reduced (anti-inflammatory). In this study, the dietary inflammatory indexes were calculated by using the three-day food consumption records of the individuals. In addition to these, the Beck depression scale was applied. The mean age of the participants in this study was determined as 36.2±10.22 years. According to the body mass index (BMI) classification, 36.1% of the individuals were found to be overweight (BMI 24.9-29.9 kg/m2) and 49.6% obese (BMI≥30 kg/m2). Individuals DII values in the study were assessed by division of quartiles. Individuals' dietary inflammatory index limit values range from -3.32 to 4.74. The mean value of DII was determined as 0.18±1.73. There was no significant difference between C-reactive protein and other biochemical parameters of individuals according to dietary inflammatory index quartiles (p> 0.05). It was found that there was a negative correlation between individuals' age and DII (p <0.05). Anthropometric measurements, basal metabolic rate, total energy expenditure and physical activity level were not significantly different in quartiles (p> 0.05). Dietary protein, polyunsaturated fatty acids (PUFA), omega-3 and fiber intake of individuals with low DII were found to be significantly higher than the others (p <0.05). Dietary A, E, B6, C vitamins and folate, thiamin, riboflavin and niacin intake of individuals with high DII were found to be significantly lower in subjects than those with low DII (p <0.05). In addition, magnesium, potassium, calcium, phosphorus and iron intake of the subjects were found to be significantly higher in individuals with low DII (p <0.05). There was no significant difference between DII quartiles and consumption of green tea, black tea and coffee, the presence of metabolic syndrome (MetS), depression status, and sleep duration of individuals (p>0.05). In conclusion, it has been shown that dietary contents of adult individuals affect the dietary inflammatory index. Reducing the inflammatory burden of the diet of individuals by considering adequate amounts of energy, macro and micro-nutrients and antiinflammatory nutrients intake may help to prevent chronic diseases such as obesity, metabolic syndrome, type 2 diabetes (Type 2 DM), cardiovascular diseases (CVD).
  • Thumbnail Image
    Item
    Gut artriti ve asemptomatik hiperürisemisi olan bireylerde metabolik sendrom ve beslenme durumlarının değerlendirilmesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Demir, Merve; Türker, Perim Fatma
    Bu çalışmada asemptomatik hiperürisemili ve gut artritli hastalarda beslenme durumunun belirlenmesi ve serum ürik asit düzeyi üzerine etkili olan beslenme ile ilgili risk faktörlerinin gözden geçirilmesi amaçlanmıştır. Ayrıca asemptomatik hiperürisemik hastalarda ve gut artriti gibi ürat kristal depolanmasına bağlı hastalıkların varlığında metabolik sendrom prevalansının araştırılması hedeflenmiştir. Çalışmaya, Mayıs 2016–Ağustos 2016 tarihleri arasında Özel Lokman Hekim Ankara Hastanesi Dahiliye Polikliniği’ne başvuran 92 (%63.4) kadın, 53 (%36.6) erkek olmak üzere toplam 145 yetişkin birey dahil edilmiştir. Bireylerin sosyo-demografik özellikleri, fiziksel aktivite durumları ve beslenme alışkanlıkları anket formuna kaydedilmiştir. Bireylerin antropometrik ölçümleri alınmış, bazı biyokimyasal parametreleri analiz edilmiş ve 24 saatlik besin tüketim sıklığı kayıtları değerlendirilmiştir. Asemptomatik hiperürisemili ve gut artritli olmak üzere katılımcılar iki gruba ayrılmıştır. Çalışmaya 80 asemptomatik hiperürisemisi olan ve 65 gut artritli hasta dahil edilmiştir. Gut artritli hastaların yaş ortalaması 41.1±12.0 yıl, asemptomatik hiperürisemili bireylerin yaş ortalaması ise 34.1±12.7 yıl olarak tespit edilmiştir. İki grup arasında yaş gruplarına göre istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmuştur (p<0.05). Beden kitle indeksi (BKİ) değerlendirilmesine göre asemptomatik hiperürisemili erkeklerin % 57.1’inin, kadınların ise % 28.8’inin aşırı kilolu (BKİ 25-29.9 kg/m2), erkeklerin % 42.9’unun ve kadınların % 42.4’ünün obez (BKİ ≥ 30.0 kg/m2) ve gut artriti grubunda ise erkeklerin % 41’nin ve kadınların % 19.2’sinin aşırı kilolu, (BKİ 25-29.9 kg/m2), erkeklerin % 56.4’ünün ve kadınların % 73.1’inin obez (BKİ≥30.0 kg/m2) olduğu belirlenmiştir. Kadınlarda hasta gruplarına göre BKİ düzeylerine göre dağılımları arasında anlamlı farklılık bulunmuştur (p<0.05). Diğer taraftan bu farklılık erkeklerde saptanmamıştır (p>0.05). Çalışmada gut hastalarının günlük olarak aldıkları enerji miktarının 2380±783.96 kkal, asemptomatik hiperürisemili olguların ise 2320±600.87 kkal olduğu saptanmıştır. Gut artritli hastaların öğünlerin içeriğinde proteinden gelen enerji oranı %14.2 asemptomatik hiperürisemili olgularda %13.7 olup, önerilen sınırlar içerisinde olduğu gözlenmiştir. Gut atriti ve asemptomatik hiperürisemisi olan gruplarda öğün içerisinde yağlardan gelen enerji yüzdesi sırasıyla %47.9 ve %49.5 olarak saptanmış olup, önerilen değerin çok üzerinde olduğu tespit edilmiştir. Fruktoz alımı açısından yapılan değerlendirmede, hiperürisemik hastalarda fruktoz alımı kadınlarda daha fazla olduğu, gut artritli hastalar grubunda ise fruktoz alımı erkek hastalarda daha fazla olduğu saptanmıştır. Biyokimyasal değerlendirmede, gut artritli hastalarda, asemptomatik hiperürisemili olgulara göre, trigliserit, ürik asit, CRP, ferritin, AST, ALT değerlerinin daha yüksek olduğu tespit edilmiştir. Gut artritli hastalar arasında metabolik sendrom oranı %44.6 iken asemptomatik hiperürisemi olgularında bu oran %26.3 bulunmuştur. Sonuç olarak, hiperürisemiye ilişkin risk faktörlerine dair halkın bilinç ve farkındalık düzeyinin artırılması, serum ürik asit yüksekliği ile ilişkili olan gut artiti ve metabolik sendrom bileşenlerinin önüne geçilmesi için kişiye özgü beslenme ve yaşam tarzı değişikliklerinin yapılması önemlidir.
  • Thumbnail Image
    Item
    Ankara’da noterlerin ve noterlik çalışanlarının beslenme durumlarının ve yaşam kalitelerinin belirlenmesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2017) Türkay, Burcu; Tayfur, Muhittin
    Bu çalışma, Ankara‟da noterlerin ve noterlik çalışanlarının beslenme durumlarının ve yaşam kalitelerinin belirlenmesi amacıyla, Ocak - Mart 2017 tarihleri arasında Ankara‟da bulunan noterler ve noterlik çalışanları arasından; yaşları 19-64 yaş arasında değişen 116 kadın ve 110 erkek olmak üzere toplam 226 birey ile yürütülmüştür. Bireylere uygulanan anket formu aracılığı ile bireylerin kişisel ve genel özellikleri, beslenme alışkanlıkları, fiziksel aktivite alışkanlıkları, beslenme bilgi düzeyleri, bir günlük besin tüketim miktarları ve yaşam kalitelerine ilişkin bilgiler sorgulanmıştır. Bireylerin yaşam kalitelerine ilişkin bilgilerin saptanması amacıyla Short Form-36 (SF-36) yaşam kalitesi ölçeği kullanılmıştır. Bireylerin beslenme bilgi düzeyleri 10 puan üzerinden hesaplanmış ve puanlar iyi (8 ve üzeri puan), orta (6 ve 7 puan ) ve kötü (5 ve altı puan) olarak üç sınıfa ayrılmıştır. Kadın bireylerin beslenme bilgi puanı ortalaması 7.40 ± 1.67, erkeklerin beslenme bilgi puanı ortalaması 5.50 ± 1.56 olarak bulunmuştur ve gruplar arasındaki bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.05). Bireylerin eğitim düzeylerinin artması ile beslenme bilgi düzeylerinin arttığı belirlenmiştir (p<0.05). Beslenme bilgi düzeyi iyi olan bireylerin öğün atlama alışkanlıklarının olmadığı saptanmıştır (p<0.05). Kadınların posa ve protein tüketiminin erkeklere göre daha fazla olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Bireylerin beden kütle indeksleri ile fiziksel ve sosyal fonksiyon puanları arasında negatif ve istatistiksel olarak önemli bir ilişki bulunmuştur (p<0.05). Beslenme bilgi düzeyi iyi olan bireylerin; fiziksel fonksiyon ve genel sağlık puan ortalamalarının, beslenme bilgi düzeyi zayıf ve orta olan bireylere göre daha yüksek olduğu saptanmıştır ancak sonuçlar istatistiksel olarak anlamlı bulunamamıştır (p>0.05). Düzenli fiziksel aktivite yapan bireylerin fiziksel fonksiyon, enerji ve genel sağlık puan ortalamalarının düzenli fiziksel aktivite yapmayan bireylere göre daha yüksek olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Öğün atlama alışkanlığı bulunan bireylerin fiziksel fonksiyon, fiziksel rol güçlüğü, genel sağlık ve fiziksel sağlık özet skoru puan ortalamalarının, diğer bireylerin puan ortalamalarından daha düşük olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Sonuç olarak, çalışmaya katılan bireylerin yaşam kaliteleri üzerinde beslenme alışkanlıkları, fiziksel aktivite, beslenme bilgi düzeyleri ve BKİ‟nin etkisi olduğu görülmüştür. This study was conducted in order to determine the nutritional status and quality of life of a total of 226 notaries and notary public employees; 116 female and 110 male aged between 19-64 years in Ankara between January and March 2017. Information on personal and general characteristics of the individuals, nutritional habits, physical activity habits, nutritional information levels, daily nutrient intake and quality of life were questioned through a questionnaire form. Short Form-36 (SF-36) quality of life scale was used to determine information about the quality of life of individuals. Individual nutritional knowledge levels were calculated on 10 points, and the scores were divided into three categories: good (8 and over), moderate (6 and 7 points) and bad (5 and six points). The mean score of nutrition knowledge of female individuals was found to be 7.40 ± 1.67, and the nutrition knowledge score of males was found to be 5.50 ± 1.56. This difference between the groups was interpreted to be statistically meaningful (p <0.05). It was determined that the level of nutrition was increased by the increase of the education levels of the individuals (p <0.05). It was found that the individuals who had good nutrition knowledge did not have the habit of skipping meals (p <0.05). It was determined that females had more fiber and protein consumption than males (p <0.05). There was a negative correlation between body mass indexes and physical and social function scores of the individuals and this relationship was statistically meaningful (p <0.05). It was determined that the average physical function and general health point averages of the subjects with good nutritional knowledge level were higher than those with poor and medium nutritional knowledge level but the results were not statistically significant (p> 0.05). The average physical function, energy and general health point scores of the subjects with regular physical activity were higher than those who did not have regular physical activity (p <0.05). The physical function, physical role limitation, general health status and physical health summary scores of the individuals who had meal habit were found to be lower than the average scores of the other individuals (p <0.05). As a result, it was observed that the eating habits, physical activity frequency, nutritional information levels and bodily mass index of the subjects participating in the study have an effect on their quality of life.
  • Thumbnail Image
    Item
    Hemodiyaliz uygulanan son dönem böbrek yetmezliği olan hastaların demografik özelliklerine göre beslenme durumlarının değerlendirilmesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2017) Ekenci, Kübra Damla; Ercan, Aydan
    Bu çalışma kronik böbrek yetmezliği nedeniyle hemodiyaliz tedavisi alan hastalarda sosyodemogafik özelliklere göre beslenme durumunun belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Çalışma, Nisan-Mayıs 2017 tarihleri arasında bir diyaliz merkezinin üç farklı şubesinde en az 6 aylık sürede hemodiyaliz tedavisi alan, yaşları 23-85 yaş arasında değişen, 57‟si erkek (%44.5) 71‟i (%55.5) kadın toplam 128 hemodiyaliz hastası üzerinde yürütülmüştür. Çalışmaya katılmayı kabul eden hastalara yüz yüze görüşme yöntemi ile hastalık ve kişisel bilgilerini, yaşam tarzlarını ve beslenme alışkanlıklarını içeren anket formu uygulanmıştır. Hastaların üç günlük (bir diyaliz günü ve iki diyaliz dışı gün) besin tüketim kayıtları alınmıştır. Hastaların malnütrisyon durumunu değerlendirmek amacıyla „„Subjektif Global Değerlendirme‟‟(SGD), „„Beslenme Risk Taraması‟‟ (NRS-2002) ve „„Malnütrisyon İnflamasyon Skor‟‟ (MİS) testleri uygulanmıştır. Hastaların antropometrik ölçümleri (boy uzunluğu, diyaliz çıkışı vücut ağırlığı, triseps deri kıvrım kalınlığı (TDKK), üst orta kol çevresi (ÜOKÇ), üst orta kol kas çevresi (ÜOKKÇ), baldır çevresi ile el kavrama gücü ölçümleri alınmış ve biyoelektrik empedans analizi ile vücut kompozisyon analizi yapılmıştır. Son üç aya ait biyokimyasal parametreleri hasta dosyalarından alınmıştır. Araştırmaya katılan hastaların yaşlarının ortalaması 59.9±13.06 yıldır. Hastaların BKİ değeri erkeklerde ve kadınlarda sırasıyla 23.7±4.46 kg/m² ve 25.6±5.01 kg/m²„dir. SGD‟ye göre hastaların %8.6‟sı ağır malnütrisyonlu, %15.6‟sı hafif-orta malnütrisyonlu ve %75,8‟inin ise iyi beslenmiş olarak bulunmuştur. NRS-2002 „ye göre kadın hastaların %22.5‟inde beslenme riski mevcutken erkeklerde bu oran %21.1 olarak bulunmuştur (p>0.05). Genel toplamda ise hastaların % 21.9‟unda beslenme riskinin mevcut olduğu görülmüştür. NRS- 2002‟ye göre malnütrisyon riski olan hastaların %64.2‟si ilkokul ve altı eğitim düzeyine sahiptir. SGD‟ye göre ise hafif-orta derece malnütrisyonlu olan hastaların %50‟sinin ilkokul ve altı eğitim düzeyine sahip olduğu, ağır derece malnütrisyonlu olan hastaların %45.5‟inin okur yazar olmadığı, %36.4‟ünün ilkokul mezunu olduğu saptanmıştır. Hastaların eğitim düzeyleri ile NRS-2002 ve SGD sonuçları arasında istatistiksel fark bulunmuştur (p<0.05). Malnütrisyon inflamasyon skoruna göre (MİS), kadın hastaların ve erkek hastaların MİS ortanca değeri sırasıyla 6 puan ve 5 puan olarak bulunmuştur (p>0.05). Kadın ve erkek hastalarda MİS ile BKİ, vücut yağ oranı, yağsız vücut kütlesi, toplam vücut su miktarı, TDKK, ÜOKÇ, ÜOKKÇ, baldır çevresi, el kavrama gücü ve albümin değerleri arasında negatif yönde bir ilişki saptanmıştır (p<0.05). Hastaların MİS puanları ile SGD ve NRS-2002 arasında pozitif yönlü bir ilişki olduğu belirlenirken (p<0.05); eğitim ve gelir düzeyleri arasında ilişki saptanmamıştır (p>0.05). SGD‟ye göre ve NRS-2002‟ye göre malnütrisyonlu olduğu belirlenen bireylerde, antropometrik ölçümlerden BKİ, ÜOKÇ, ÜOKKÇ, baldır çevresi, el kavrama gücü değerleri ile biyokimyasal parametrelerden serum albümin değeri daha düşük, MİS değeri ise daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). Diyaliz hastalarının beslenme durumlarının değerlendirilmesinde, malnütrisyon risklerinin ve derecesinin belirlenmesinde SGD, MİS, NRS-2002, antropometrik ölçümler, biyokimyasal parametreler dahil olmak üzere birden fazla yöntemin birlikte kullanılması gerektiği sonucuna varılmıştır. Hemodiyaliz hastalarında değişik yaş grupları ve cinsiyet grupları için beslenme durumu saptanmasına yönelik çalışmalar arttırılmalıdır. This study was carried out to evaluate the relation between sociodemographic characteristics and nutritional status in the patients who were receiving hemodialysis treatment because of chronic kidney failure. The study was conducted on total 128 patients (between the ages 23 and 85) including 57 male and 71 female patients receiving dialysis treatment at least six months at three different private dialysis center between April 2017 and May 2017. The patients who accepted to be involved in the study filled out a questionnaire form including disease and personal information during the face to face interview. Food consumptions of the patients for three days (one dialysis day and two normal days) were recorded. Anthropometric measurements (height, dry body weight, triceps skinfold thickness, mid-upper arm circumference, mid-upper arm muscle circumference, calf circumference, handgrip strength) and body composition analysis by BIA were record. Blood values were taken from patient‟s file. „‟Subjective Global Assesment‟‟ (SGA),‟‟ Nutrition Risk Screening „‟(NRS-2002) and „‟Malnutrition Inflammation Score‟‟ (MIS) tests were performed to evaluate malnutrition status of the patients. The average age of the patients involved in the study was 59.9±13.06 years. Body mass indexes of the male and female patients were 23.7±4.46 kg/m² and 25.6±5.01 kg/m² respectively. According to SGA, it was found out that 8.6 % of the patients excessively malnourished, 15.6 % of the patients who experienced moderate malnourishment and 75.8 % of the patients well-nourished. According to NRS-2002, it was found out that 21.9 % of patients have the risk of developing undernutrition. MIS values of male and female patients were determined 5 and 6 points, respectively (p>0.05). According to NRS-2002, 64.2% of patients that were at risk of malnutrition had primary and lower level education. According to SGA, 50% of the patients with mild to moderate malnutrition had primary and lower level education, 45.5% of the patients with excessively malnourished were literate, and 36.4% were primary school graduates. There was a significant difference between the education levels of the patients and the results of NRS-2002 and SGA(p<0.05). There was a negative correlation between MIS score and BKI, fat percentage, lean body mass, total body water, triceps skinfold thickness, mid-upper arm circumference, mid-upper arm muscle circumference, calf circumference, handgrip strength, and serum albümin level in male and female patients (p<0.05). There was positive correlations between MIS with SGA and NRS 2002 in all patients (p<0.05). However, there is no correlation between MIS with educational attainment and level of income (p>0.05). According to SGA and NRS-2002, anthropometric measurements included BKI, mid-upper arm circumference, mid upper arm muscle circumference, calf circumference, handgrip strength; serum albümin level from biochemical parameters are lower in malnourished patients however MIS was higher in patients with malnutrition (p<0.05). As a result of the study, including SGA, MIS, NRS-2002, anthropometric measurements and biochemical parameters with more than one method should be used assesment of nutritional status in hemodialysis patients. However, further studies are required to determine nutritional status in hemodialysis patients for different age and gender groups.
  • Thumbnail Image
    Item
    Kadınlarda ağırlık döngüsünün metabolik etkilerinin belirlenmesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2017) Oral, Emel Aydan; Kızıltan, Gül
    Bu çalışma, kadınlarda ağırlık döngüsü sıklığı ve şiddetinin belirlenerek metabolik etkilerinin değerlendirilmesi amacıyla, Mayıs 2016-Eylül 2016 tarihleri arasında Başkent Üniversitesi Hastanesi Ümitköy Polikliniği Endokrin Bölümü’ne başvuran, 25–45 yaş arasındaki 60 kadın birey üzerinde yürütülmüştür. Bireylerin kişisel özellikleri, genel ve beslenme alışkanlıkları, duygu durumları ile ağırlık değişimlerine ilişkin bilgileri saptamak için bir anket formu uygulanmıştır. Bireylerin beslenme durumları besin tüketim sıklığı ile saptanmıştır. Ağırlık değişimleri sonucunda, son 10 yıl içerisinde 2 kezden fazla 5 kg ve üzerinde ağırlık kaybı yaşayıp sonrasında tekrar geri kazanma ağırlık döngüsü olarak tanımlanmıştır. Çalışmaya katılan bireyler ağırlık döngüsü yaşayanlar (vaka grubu, n=20) ve ağırlık döngüsü yaşamayanlar (kontrol grubu, n=40) olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Vaka grubundaki bireylerin 6’sının (%30.0) hafif derecede ve 14’ünün (%70.0) ciddi derecede döngüye girdiği belirlenmiştir. Vaka ve kontrol grupları arasında vücut ağırlığı, beden kütle indeksi, bel çevresi, kalça çevresi, bel/kalça oranı, toplam vücut yağı, yağ dokusu kütlesi, yağsız doku kütlesi ve toplam vücut su kütlesi açısından istatistiksel olarak önemli fark bulunurken (p<0.05); ağırlık döngüsü dereceleri açısından gruplar arasında istatistiksel açıdan önemli bir fark saptanmamıştır (p>0.05). Gruplar arasında serum glukoz, total kolesterol, LDL-kolesterol, trigliserit, AST, ALT ve ürik asit değerleri açısından istatistiksel anlamlı bir ilişki saptanırken (p<0.05); HDL-kolesterol, açlık insülini, HOMA-IR ve TSH değerleri açısından gruplar arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0.05). Ağırlık döngü dereceleri ve döngü sayısı ile biyokimyasal parametreler arasında istatistiksel açıdan önemli bir fark belirlenmemiştir (p>0.05). Beck depresyon ölçeğine göre gruplar arasında istatistiksel açıdan önemli bir ilişki saptanmış (p<0.05), ancak döngü dereceleri ile önemli bir ilişkisi bulunamamıştır (p>0.05). Gruplar arasında, günlük enerji, protein, bitkisel protein, yağ, karbonhidrat posa alım ortalaması açısından önemli bir fark saptanmıştır (p<0.05). Gruplar arasında fiziksel aktivite düzeyi açısından istatistiksel olarak önemli bir fark bulunmamıştır (p>0.05). Sonuç olarak, ağırlık döngüsünün antropometrik ölçümler, biyokimyasal parametreler, beslenme ve duygu durumları üzerinde önemli bir etkisinin olduğu belirlenmiş, ancak döngü derecesinin etkinliği tam olarak saptanmamıştır. This study was conducted on 60 female subjects aged 25 – 45 years, who applied to Başkent University Hospital Ümitköy Policlinic Department of Endocrinology between May 2016 and September 2016 for the purpose of determining the frequency and severity of weight cycling in women and their metabolic effetcs. A questionnaire form was used to determine individual characteristics, general and nutritional habits, psychological status and information on weight changes. Nutritional status of the individuals was determined by the frequency of food consumption. As a result of weight changes, weight cycling have been defined intentionally lost two or more times at least 5 kg during the past 10 years and regained the weight. The subjects were divided into groups: those who have weight cycling (the case group, n=20) and do not have weight cycling (the control group, n=40). Of the individuals in the case group, 6 (30.0%) were mild cycler and 14 (70.0%) were severe cycler identified. Between the case and control groups, body weight, body mass index, waist circumference, hip circumference, waist / hip ratio, total body fat, fat mass, fat free mass and total body water mass were statistically significant (p<0.05) when there was no statistically significant difference between the groups in terms of weight cycling ratios (p>0.05). Between the case and control groups, serum glucose, total cholesterol, LDL-cholesterol, triglyceride, AST, ALT and uric acid levels a statistically significant relations (p<0.05), yet HDL-cholesterol, fasting insulin, HOMA-IR and TSH vales were not found to be statistically significant difference (p>0.05). No statistically significant difference was found when the relationship between weight cycling leveles and cycle numbers wew correlated with biochemical parametres (p>0.05). There was a statistically significant relationship between the Beck depression scale and the groups (p<0.05), but there was no significant relationship wtih the weigt cycling levels (p>0.05). There was a significant between the groups in terms of daily mean energy, protein, fat, carbohydrate, vegetable protein and pulp intake (p<0.05). The difference between individual physical activitiy and weight cycling was not statistically significant (p>0.05). As a result, weight cycle were determined to have a significant effect on anthropometric measurements, biochemical parameters, nutrition and psychological status, but the efficacy of weight cycling levels and numbers was no found.