Enstitüler / Institutes
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11727/1390
Browse
Item 2001 sonrasından 2022'ye gelen süre içerisinde islamofobi'nin Almanya ve İngiltere'de gösterdiği değişiklik(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Uslu, Ahsen İrem; Mercan, Süleyman Sezginİslamofobi konusu oldukça derin bir havuzu oluşturmaktadır. Dolayısıyla geçmişten günümüze pek çok araştırmacının dikkatini çekerek bu alanda çeşitli çalışmaların (İslamofobi’nin değerlendirilmesi konusunda yapılan vaka analizleri, Batı medyasının kullandığı ırkçı söylemler, 11 Eylül Saldırısı sonucunda Batı’nın Müslümanlara karşı bakışı vb.) yapılmasına neden olmuştur. Fakat, bu araştırmayı diğer araştırmalardan özgün kılan nokta; Batı’nın İslam’a ve Müslümanlara karşı olan algısını anlamlandırmaya çalışmasıdır. Yani tek bir ülke seçip bunun üzerinden genel bir sonuca ulaşmak yerine İslamofobi konusunda eylemleri ve söylemleriyle ön plana çıkan Almanya ile bu alanda çok fazla kendini göstermeyen ama arkadan arkaya İslam karşıtı tutumunu devam ettiren İngiltere örnekleri üzerinden gidilecektir. Böylece, 11 Eylül 2001 ve sonrasından günümüze gelene kadar ki süreçte bu ülkelerin İslam karşıtı tutumlarında bir değişiklik olup olmadığını ve bunun sonucunda hangisinin bir diğerine göre İslamofobi konusunda daha fazla derinleşme yaşayıp yaşamadığı tespit edilmeye çalışılacaktır. Almanya ve İngiltere örnekleri üzerinden konuyu karşılaştırmalı bir şekilde ele almadan önce konunun alt yapısını oluşturmak için ilk olarak, İslamofobi’nin Batı nezdinde nasıl ele alınarak tanımlandığından ve onu besleyen unsurlardan (yabancı düşmanlığı, köktencilik vb.) bahsedilip sonrasında Avrupa’nın İslam’a karşı neden fobi geliştirdiği ve zaman içerisinde bu fobide bir değişiklik olup olmadığı ortaya koyulacaktır. Son bölümde de örnek iki ülke olarak seçilen Almanya ve İngiltere’yi İslamofobi konusunda verdikleri tepkileri anlamak bağlamında karşılaştırmalı bir şekilde ele alarak hem benzer ve farklı oldukları yönleri hem de 2001’den 2022 yılına kadar ki süreçte İslamofobi’ye karşı verdikleri tepkilerin değişiklik gösterip göstermediği açıklanacaktır. Bu noktada süreç analizini gerçekleştirebilmek için uluslararası ve ulusal nitelikteki kurum ve kuruluşların raporlarından, yerel üniversitelerin bu kapsamda hazırladıkları değerlendirmelerden, ulusal ve uluslararası haber kaynaklarından, Alman ve İngiliz medyasının İslam ve Müslümanlara karşı kullandığı söylemlerden yararlanılarak yukarıda belirtilen bu zaman aralığı içinde bir değişimin olup olmadığının ortaya konması amaçlanmıştır.The subject of Islamophobia creates a very deep pool. Therefore, it has attracted the attention of many researchers from the past to the present and has led to various studies such as case studies on the evaluation of Islamophobia, racist rhetoric used by the Western media, the West's view of Muslims as a result of the September 9/11 Attack, etc. in this field. However, the point that makes this research unique from other studies is; it is trying to make sense of the West's perception of Islam and people who have adopted this belief. In other words, instead of choosing a single country and reaching a general conclusion, it will be gone through the examples of Germany, which stands out with its actions and discourses on Islamophobia, and England, which does not show itself much in this area. Thus, it will be tried to determine whether there has been a change in the anti-Islamic attitudes of these countries in the process from and after September 11 2001, and as a result, whether one of them has experienced more deepening in Islamophobia than the other. Before discussing the subject in a comparative way through the examples of Germany and England, in order to create the infrastructure of the subject firstly, explaining how Islamophobia is handled and defined by the West and the factors that feed it (xenophobia, fundamentalism, etc.) will be discussed. Afterwards, it will be revealed why Europe has developed a phobia against Islam and whether there has been a change in this phobia over time. In the last chapter, By considering Germany and England, chosen as the two sample countries, in a comparative way in order to understand their reactions to Islamophobia, it will be explained both their similarities and differences and whether their reactions to Islamophobia have changed in the period from 2001 to 2022. At this point, so as to carry out the process analysis, the reports of international and national institutions and organizations, the evaluations prepared by local universities in this context, national and international news sources, from the discourses used by the German and British media against Islam and Muslims were benefitted. At the same time, it is aimed to reveal whether there has been a change in the Islamophobic perception of these countries over a 20-year period.Item Afetlerde görevli ruh sağlığı çalışanlarının deneyimlerinin psikolojik dayanıklılık bakış açısıyla incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü, 2022) Ertuğrul, Fatma Gül; Pak Güre, Merve DenizAfet, bir toplumun büyük bir kısmını etkileyen, fiziksel, psikolojik ve ekonomik kayıplara yol açan olayların sonucudur. Afetlerde psikososyal destek ekipleri afetten etkilenen topluluklara sistematik müdahalelerde bulunmaktadır. Ancak afet sahasında çalışan ruh sağlığı uzmanları (sosyal hizmet uzmanları, psikologlar, psikiyatristler vb. gibi) profesyonel olmalarına rağmen afetlerden fiziksel, bilişsel ve psikososyal açılardan olumsuz etkilenebilmektedir. Profesyonellerin baş etme dinamikleri de bu yönlerden farklılık gösterebilmektedir. Söz konusu stresi yönetmek ve olası risklerden korunmak için literatürde ‘resilience’ olarak da geçen ‘psikolojik dayanıklılık’ kavramı büyük önem kazanmaktadır. Ancak literatürde afetlerde çalışan profesyonellerin psikolojik dayanıklılık ile ilişkili deneyimlerini ele alan çalışmalar kısıtlıdır. Bu araştırmanın amacı, afetlerde çalışan ruh sağlığı uzmanlarının deneyimlerinin psikolojik dayanıklılık bakış açısıyla incelenmesidir. Araştırma nitel metodoloji kapsamında fenomenolojik desende oluşturulmuştur. Araştırma grubunu afetlerde çalışan sosyal hizmet uzmanı, psikolog ve çocuk gelişimciden oluşan 20 ruh sağlığı uzmanı oluşturmuştur. Araştırmada veriler toplanırken yarı yapılandırılmış görüşme formu kullanılmıştır. Verilerin analizi ise MAXQDA Plus 2020 programı aracılığıyla yapılmıştır. Araştırmada afet sahasında yapılan görevler, psikolojik dayanıklılığa ilişkin kişisel özellikler, sosyal çevre etkileşimleri, korunma stratejileri ve profesyonellerin psikolojik dayanıklılık açısından güçlenmelerine ilişkin önerileri kapsayan sosyal hizmet müdahalelerine ve buna yönelik oluşturulabilecek politikalara ışık tutabilecek sonuçlar elde edilmiştir. Uzmanlar afet sahasında ihtiyaç tespiti ve kaynak yönetimi, psikolojik ilk yardım, sevk ve yönlendirme, bireysel görüşme, psikoeğitim, grup çalışması ve çalışana destek uygulamaları gibi görevler yapmaktadır. Katılımcılar afet sahasında çalışırken özellikle duygusal başetme ve kayıp ve yas sonrası müdahalelerde çok zorlandıklarını ancak kendi hayatlarındaki geçmiş deneyimlerinin başetmelerine katkı sağladığını, beklenmedik bir durumla karşılaştıklarında baş etme becerilerinin yüksek olduğunu, geleceğe dair hedef belirledikleri, olmadığında ise genellikle yeni planlar yaptıklarını ifade etmişlerdir. Sosyal çevre etkileşimlerinde ise bazı uzmanlar birinden destek isteme konusunda çekinceli davrandıklarını ve kişisel baş etme yöntemlerini kullanıyor olsa da aile ve arkadaş ilişkilerinin ve desteğinin çok önemli olduğunu, afet sahasında çalışırken ekip arkadaşları ile çalışmanın kendilerine daha güvende hissettirdiğini belirtmişlerdir. Afet sahasında psikolojik dayanıklılığı koruma stratejilerinde ise öz bakımlarını koruduklarını, baş etme becerilerinin yüksek olduğunu, gerekli durumlarda profesyonel düzeyde psikososyal destek veya süpervizyon aldıklarını, belli bir motivasyonla ve ekip çalışması içerisinde olduklarını, mesleki sınırlarını koruduklarını ve ihtiyaç duydukları bilgi akışını devamlı sağladıklarını ifade etmişlerdir. Afet sahasında çalışırken temel ihtiyaçlarını giderebilme, alana özgü hizmet içi eğitim ve süpervizyon desteği alabilme, sağlıklı bir koordinasyon sisteminin ve kurumlar arası işbirliği kurma, takdir edilme, çalışana destek ve afet sonrası profesyonel psikolojik destek sistemleri oluşturma gibi öneriler sunulmuştur. Sonuç olarak, afet sahasında çalışan ruh sağlığı uzmanları ve diğer afet çalışanlarının iyilik hallerinin güçlendirilmesi ve psikolojik dayanıklıklarının korunması adına mikro, mezzo ve makro düzeylerde yapılandırılmış sosyal hizmet müdahalelerine ihtiyaç olduğu düşünülmektedir.A disaster affects a large part of society and causes physical, psychological, and economic losses. In disasters, psychosocial support teams provide systematic interventions to the communities affected by the disaster. However, although mental health professionals (such as social workers, psychologists, psychiatrists, etc.) working in the disaster area are professionals, they can be adversely affected by disasters in terms of physical, cognitive, and psychosocial aspects. The coping dynamics of professionals may also differ in these aspects. The concept of 'psychological resilience', also known as 'resilience' in the literature, gains great importance to manage the stress in question and protecting against possible risks. However, studies dealing with the experiences of professionals working in disasters related to resilience are limited in the literature. The purpose of this research is to examine the experiences of mental health professionals working in disasters from the perspective of psychological resilience. The research was created in a phenomenological pattern within the scope of qualitative methodology. The research group consisted of 20 mental health specialists, including social workers, psychologists, and child development specialists working in disasters. A semi-structured interview form was used to collect data in the study. The analysis of the data was made through the MAXQDA Plus 2020 program. In the research, results were obtained that could shed light on social work intervention policies, including the tasks performed in the disaster area, personal characteristics of psychological resilience, social environment interactions, protection strategies, and recommendations for strengthening professionals in terms of psychological resilience. Experts perform tasks such as needs assessment and resource management, psychological first aid, referral and guidance, individual interviews, psychoeducation, group work, and employee support practices in the disaster area. The participants stated that they had a lot of difficulty in coping emotionally, especially in emotional coping and interventions after loss and bereavement, but their past experiences in their own lives contributed to their coping, their coping skills were high when they encountered an unexpected situation, and they generally made new plans when they did not set goals for the future. In social interactions, some experts stated that they are hesitant to ask for support from someone and although they use personal coping methods, family and friend relationships and support are very important, and working with teammates while working in the disaster area makes them feel safer. They stated that in their strategies to protect psychological resilience in the disaster area, they maintain their self-care, their coping skills are high, they receive professional psychosocial support or supervision when necessary, they are in a certain motivation and teamwork, they protect their professional boundaries and provide the information flow they need continuously. Suggestions such as meeting their basic needs while working in the disaster area, receiving field-specific in-service training and supervision support, establishing a healthy coordination system and inter-institutional cooperation, appreciation, employee support, and post-disaster professional psychological support systems were presented. As a result, there is a need for structured social work interventions at micro, mezzo, and macro levels to strengthen the well-being and protect the psychological resilience of mental health professionals in disasters.Item Aks üretim sürecinde bulanık darboğaz analizi ile performans iyileştirme modelinin geliştirilmesi(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Sarı, HacıAkslar, araçların önemli alt takım parçalarıdır ve üretilen araçların toplam sayısını etkilerler. Dolayısıyla üretim kalitesini doğrudan etkiledikleri için vazgeçilmez parçalardır. İnsan, makine ve malzeme özellikleri gibi faktörlerdeki değişkenlik nedeniyle üretim sistemindeki işleme prosesinin teslim sürelerinde bazı belirsizlikler ortaya çıkmaktadır. Bu çalışmada, otomotiv yedek parça üreticisi bir firmanın aks imalat prosesinin verimliliği araştırılarak, işleme ünitesindeki performans arttırılmıştır. Bu çalışma, bulanık mantık tabanlı darboğaz analizi kullanarak şirketteki üretim kapasitesinin arttırılmasını amaçlamaktadır. Bu çalışmada bulanık mantık, Solberg’in (1981) darboğaz modeline entegre edilerek, yeni bir model önerilmiş ve geliştirilen model firmanın işleme ünitesinde uygulanarak üretim sisteminin performansı artırılmıştır. Makina ve ekipman yatırımları imalat sistemlerinin önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Zamanla aşınma ve yıpranma nedeniyle makine ve ekipmanların verimli çalışması olumsuz etkilenebilir, yıpranan ekipmanların yenileriyle değiştirilmesi gerekebilir. Ekipman değişimine ilişkin yanlış kararlar çoğu zaman üretim ve planlamanın diğer alanlarında elde edilen tasarruf ve azalmaları aşan maliyetlere yol açabilir. Ekipman eskidikçe, aşınmaya bağlı bozulma ve bileşenlerin eskimesi nedeniyle arıza oranı ve buna bağlı bakım maliyetleri önemli ölçüde artar. Yatırımın doğası gereği makine değiştirme kararları uzun vadeli bir süreç olduğundan ekonomik risklere tabidir. Bu çalışma aynı zamanda, makine değiştirme kararlarıyla ilişkili ekonomik risklerin önlenmesine yardımcı olabilecek, net bugünkü değer (NBD) analiziyle entegre edilmiş bir deneysel tasarım yöntemi de önermektedir. Buradaki temel amaç, makine değiştirmeye ilişkin kararların alınmasında ortaya çıkan riskleri en aza indiren ve optimal kararlara ulaşmak için rasyonel bir temel oluşturan bir yöntem sunmaktır. Böylece bu modelin verimli ve rekabetçi bir üretim sisteminin geliştirilmesine büyük katkı sağlayacağına inanılmaktadır. Çalışmanın sonunda üretim hızının artması ve firmaya fayda sağlanması gerçekleştirilebilmiştir.Axles are the crucial undercarriage part of vehicles and affect the total number of manufactured vehicles. Therefore, they are essential parts since they directly affect the production quality. Some uncertainties arise in the lead times of the machining process in the manufacturing system due to the variability in factors, such as human, machine, and material properties. In this study, the efficiency of the axle manufacturing process is investigated, and performance in the machining unit of an automotive spare part manufacturer company is improved. This study aims to increase the production capacity in the company by using a fuzzy logic-based bottleneck analysis. In this study, a new model is proposed by integrating fuzzy logic the Solberg (1981) bottleneck model, and the performance of the manufacturing system is improved by applying the developed model in the machining unit of the company. Investments in machinery and equipment constitute a significant portion of manufacturing systems. Over time, the efficient operation of machinery and equipment can be adversely affected by wear and tear, necessitating the replacement of worn-out equipment with new ones. Poor decisions regarding equipment replacement can often result in costs that exceed the savings and reductions achieved in other areas of production and planning. As equipment ages, the failure rate and corresponding maintenance costs increase significantly due to wear-related deterioration and component aging. Due to the nature of the investment, machine replacement decisions are a long-term process and are, therefore, subject to economic risks. At the same time this study proposes an experimental design method integrated with a net present value (NPV) analysis, which can help avoid the economic risks associated with machine replacement decisions. The primary objective of this study is to present a method that minimizes the risks involved in making decisions about changing machines and creates a rational basis for reaching optimal decisions. Thus, it is believed that this model can greatly contribute to the development of an efficient and competitive production system. At the end of the study, the increase in production rate and the benefit to the company is obtained.Item Alevi toplumunda yemek kültürü ve cemde yapılan lokma ritüelleri(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2024) Ateşoğlu, Ezgi; Yılmaz, İlkayBu çalışmada Alevi toplumlarının yeme içme kültürleri ve cemevlerinde yapılan lokma ritüelleriyle ilgili araştırmalar yapılmıştır. Çalışma nitel araştırma yöntemlerinden kültür analiz deseni çerçevesinde hazırlanmıştır. Çalı şmada görüşme tekniği kullanılmış ve yarı yapılandırılmış soru formu aracılığı ile Ankara’da bulunan cemevlerinde Alevi inancına sahip 14 kişi ile yüz yüze görüşülerek veri toplanmıştır. Elde edilen verilerin analizinde betimsel analiz yöntemi kullanılmışt ır. Katılımcıların özel günlerde hazırladığı yemekler, oruç zamanlarında yenilmesinin yasak olduğu yiyecekler, kendi yörelerine ait unutulmaması ve nesilden nesile aktarılması hedeflenen tarifler, cemevinde yaptıkları lokma ritüelleri hakkında bilgiler ver ilmiştir. Bu bilgiler doğrultusunda, katılımcıların vermiş oldukları cevaplar temel alınarak ritüeller ile yemek tariflerinin kayıt altına alınması ve yemek kültürünün nesilden nesile aktarılması hedeflenmektedir. Ayrıca, Alevi toplumunda din ve kültürün önemi, Alevi inancının temel bileşenleri; kurban tığlama (kesme), defin ritüelleri, diş hediği, Muharrem ve Hızır oruçları, Cemevinde gerçekleştirilen lokma ritüelleri, ateş, aşure ve yöresel yemek tarifleri açıklanmaktadır. Çalışmanın sonucunda Alevi toplu mlarının eski Türk kültürleriyle benzerlikler gösterdiği, Alevilerin kendi içlerinde de farklı yöreler olmasına rağmen yemek kültürlerinde benzerlik olduğu ve çoğu yemeğin temelinin bulgurla hazırlandığı tespit edilmiştir. Alevi toplumlarının kültürlerini yaşatmak için de Cemevlerinde ibadetlerini gerçekleştirip, yemek kültürlerini yaşattığı sonucu çıkarılmıştır. Alevi toplumlarının kültürel değerlerinin daha detaylı incelenebilmesi açısından diğer bilim dalları ile ortak araştırmalar yapılması öneri olarak ortaya konulmuştur.In this study, research has been conducted on the food and beverage cultures of Alevi communities and the lokma rituals performed in cemevis. The study was prepared within the framework of culture analysis design from qualitative research methods. Interview technique was used in the study and data were collected by face-to-face interviews with 14 people of Alevi belief in cemevis in Ankara through a semi-structured questionnaire. Descriptive analysis method was used to analyze the data obtained. Information was given about the dishes prepared by the participants on special occasions, foods that are forbidden to be eaten during fasting times, recipes from their own regions that are aimed to be remembered and passed down from generation to generation, and the lokma rituals they perform in the cemevi. In line with this information, based on the answers given by the participants, it is aimed to record the rituals and recipes and to transfer the food culture from generation to generation. In addition, the importance of religion and culture in Alevi society, the basic components of Alevi belief; sacrifice (slaughtering), burial rituals, tooth hiği, Muharram and Hızır fasts, lokma rituals performed in Cemevi, fire, aşure and local food recipes are explained. As a result of the study, it was determined that Alevi societies show similarities with ancient Turkish cultures, and although there are different regions within Alevis, there are similarities in food cultures and the basis of most dishes is prepared with bulgur. It has been concluded that Alevi communities perform their worship in Cemevis and keep their food culture alive in order to keep their culture alive. In order to examine the cultural values of Alevi communities in more detail, it is suggested that joint research should be carried out with other branches of science.Item Algılanan ebeveynlik biçimleri ve sınırda (borderline) kişilik örüntüsü arasındaki ilişkide erken dönem uyum bozucu şemalar ve duygu düzenleme güçlüğünün aracı rolü(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü, 2023) Tetir, Deniz; Akın Sarı, BurçinBu çalışmada, algılanan ebeveynlik biçimleri ve sınırda kişilik örüntüsü arasındaki ilişkide erken dönem uyum bozucu şema alanları ve duygu düzenleme güçlüğünün aracı rolünün incelenmesi amaçlanmıştır. Araştırmanın örneklemini ebeveynlerinin her ikisini de çocukluk döneminde (0-6 yaş) kaybetmeyen ve herhangi bir psikolojik/psikiyatrik tanısı olmayan 20-40 yaş arası 292 katılımcı oluşturmaktadır. Araştırmada veri toplama aracı olarak Demografik Bilgi Formu, Young Ebeveynlik Ölçeği, Young Şema Ölçeği-Kısa Form-3, Duygu Düzenleme Güçlüğü Ölçeği Kısa Formu ve Borderline Kişilik Envanteri kullanılmıştır. Yapılan analiz sonuçlarına göre, koşullu/başarı odaklı ebeveynlik biçimindeki (anne ve baba) artışın kopukluk ve yüksek standartlar şema alanları ve duygu düzenleme güçlüğü aracılığıyla kişilerin sınırda kişilik belirti düzeylerini yordadığı görülmüştür. Ayrıca anneye ilişkin algılanan sömürücü/istismar edici ebeveynlik biçimindeki artışın hem doğrudan hem de kopukluk şema alanı aracılığıyla sınırda kişilik belirti düzeylerini yordadığı; babaya ilişkin algılanan sömürücü/istismar edici ebeveynlik biçimi için ise buna ek olarak duygu düzenleme güçlüğünün de aracı rol oynadığı görülmüştür. Anneye ilişkin algılanan aşırı koruyucu/evhamlı ebeveynlik biçiminin yüksek standartlar şema alanı ve duygu düzenleme güçlüğü aracılığıyla sınırda kişilik belirti düzeyi üzerinde yordayıcı bir rolü bulunduğu anlaşılmıştır. Bunun yanında babaya ilişkin algılanan değişime kapalı/duyguları bastıran ebeveynlik biçiminin hem doğrudan hem de kopukluk şema alanı ve duygu düzenleme güçlüğü aracılığıyla sınırda kişilik belirti düzeyi üzerinde yordayıcı bir rolü bulunduğu anlaşılmıştır. Son olarak babaya ilişkin algılanan aşırı izin veren/sınırsız ebeveynlik biçimindeki artışın kopukluk şema alanı ve duygu düzenleme güçlüğü aracılığıyla sınırda kişilik belirti düzeylerini yordadığı görülmüştür. Yapılan analizler sonucunda elde edilen bulgular ilgili alanyazın ışığında tartışılmıştır. The aim of the current study is to examine the mediating role of early maladaptive schema domains and emotion regulation difficulties in the relationship between perceived parenting styles and borderline personality traits. The sample of the study consists of 292 participants between the ages of 20-40 who do not lose both of their parents during early childhood (0-6 ages) and do not have any psychological/psychiatric diagnosis. Young Parenting Inventory, Young Schema Questionnaire Short Form-3, Emotion Regulation Difficulties Short Form and Borderline Personality Inventory were used as data collection tools in the study. According to analysis results, the increase in perceived conditional/achievement focused parenting (maternal and paternal) predicted borderline personality traits through the mediation of disconnection and unrelenting standards schema domains and emotion regulation difficulties. Moreover, the increase in perceived maternal exploitative/abusive parenting predicted borderline personality traits through both directly and the mediation of disconnection schema domain while the increase in perceived paternal exploitative/abusive parenting predicted borderline personality traits also through emotion regulation difficulties in addition to schema domains. It has been understood the increase in perceived maternal overprotective/anxious parenting has a predictive role on the borderline personality traits through unrelenting standards schema domain and emotion regulation difficulties. Furthermore, perceived paternal restricted/emotionally inhibited parenting predicted increases in borderline personality traits through both directly and mediation of disconnection schema domain and emotion regulation difficulties. Finally, it was seen that perceived paternal over permissive/boundless parenting predicted borderline personality traits through disconnection schema domain and emotion regulation difficulties. The findings of the current study were discussed in the light of the literature.Item Altın mikrofon yarışmaları ve Anadolu pop-rock(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2024) Şenoğlu, Eser OytunOsmanlı İmparatorluğunda Yeniçeri Ocağının 1826 yılında kapatılıp yerine Batı usulünde bir ordu kurulmasıyla başlayan modernleşme sürecinin müzikte 1827 yılında Muzika-i Humayun’un kurulmasıyla başlamış olduğu söylenebilir. 1831 yılında ise askerî bandolara müzisyen yetiştirmek amacıyla Muzika-i Humayun Mektebi kurulmasına karar verilmiştir. Burada bir yandan eski fasılda (fasl- ı atik) eğitim verilirken bir yandan da yeni fasıl (fasl-ı cedid) içinde Batı müziği armonisi olan majör ve minör tonlara yakın sayılabilecek makamlarda repertuvar oluşturulmaya çalışılmıştır. Muzika-i Humayun Cumhuriyetin ilanına kadar aralıksız devam etmiştir. Müzikte modernleşme, Cumhuriyetin ilanıyla birlikte yeni bir yola girmiştir. Burada düşünce temellerinin sahibi olan Ziya Gökalp hareket noktası olmuş, yenilikler özünde halk müziğini barındıran çok seslilik çerçevesinde yapılmıştır. Yapılacak olan yenilikler için “Türk Beşleri” olarak adlandırılan ( Ahmet Adnan Saygun, Cemal Reşit Rey, Hasan Ferid Alnar, Ulvi Cemal Erkin, Necil Kazım Akses) müzisyenler yurt dışına eğitim almak için gönderilmişlerdir. İlk Operet olan Arif’in Hilesi ( 1874) ile başlayan; Cumhuriyet öncesi ve sonrası olmak üzere ikiye ayrılan kantoların müziğe yansımasının temelinde yenileşme hareketi olduğu söylenebilir. 1960’lı yıllarda ciddi müzik olarak adlandırılabilecek senfoniler, operalar çalışılırken; popüler müzik alanında ise aranjman müzik dediğimiz müzik türü toplumda yer edinmeye başlamıştır. 1963 yılına gelindiğinde ise gelecekte Anadolu Pop-Rock olarak adlandırılacak olan halk müziklerinin yeniden düzenlenerek, Batı Pop-Rock müziği enstrümanlarıyla çalınmasıyla gerçekleşen müzik örnekleri çıkmaya başlamıştır. 1965 yılında ise Hürriyet Gazetesi tarafından başlatılmış olan Altın Mikrofon Yarışmaları Türkiye’deki popüler kültürü ve müzik hayatını derinden etkilemiştir. Popüler kültüre etkisi olan bu yarışmanın müziğe kazandırmış olduğu Cem Karaca, Moğollar, Erkin Koray gibi önemli müzisyen ve grupların etkileri hâlâ görülmektedir.Bu çalışmada 1965 ve 1968 yılları arasında yapılmış olan Altın Mikrofon Yarışmalarının Türkiye’deki müzik hayatında yapmış olduğu radikal değişim süreci ele alınmış ve ışık tutulmaya çalışılmıştır. Çalışma kapsamında gerçekleştirilen araştırma sonucunda bu yarışmaların Anadolu Pop-Rock tarzını geliştirmek ve popüler hâle getirmek amacını yerine getirdiği söylenebilir. Yarışma kapsamında halk oylaması ile dereceye girenlerin ülke genelinde ve dünyada tanınan ve sevilen sanatçılar olduğu ve ileriki yıllarda en iyi müzisyenler arasında yer aldığı görülmektedir. Altın Mikrofon Müzik Yarışmalarının Anadolu Pop-Rock etkisini arttırdığını ve geliştirdiğini çalışmanın sonucu olarak değerlendirebiliriz.It can be said that the modernization process in the Ottoman Empire started with the closure of the Janissary Guilds and the establishment of a western army in its place in 1826 which also catalyzed the modernization in music with the establishment of Muzika-i Humayun in 1827. In 1831, in order to train musicians for the new military's bands, it was decided to establish the School of Muzika-i Humayun. Alongside old era (fasl-ı atik) training, attempts were also made at creating a repertoire in the new era (fasl-ı cedid) style which included modes that can be considered close to the major and minor tones of western music harmony. Muzika-i Humayun continued uninterruptedly until the proclamation of the Republic. Modernization in music has entered a new path with the proclamation of the Republic. At this point, Ziya Gökalp's principles were embraced and innovations were made within the framework of polyphony, which essentially included folk music. For the innovations to be made, musicians later named as Türk Beşleri (Ahmet Adnan Saygun, Cemal Reşit Rey, Hasan Ferid Alnar, Ulvi Cemal Erkin, Necil Kazım Akses) were sent abroad to study. With the arrangement and performance of polyphonic folk music, it was aimed to create a new "national music". This innovation movement could be acknowledged to be the foundation of the cantos divided as before the Republic which started with the first operetta, Arif'in Hilesi (1874) and after the Republic. In the 1960s, symphonies and operas, which were considered as serious music, were attempted, while in the field of popular music, a genre known as arrangement music began to take root in society. By 1963, examples of music performed through the reorganization of folk music and played with western Pop-Rock music instruments began to appear, which was later called Anatolian Pop-Rock. The Golden Microphone Competitions, which were initiated by Hürriyet Newspaper in 1965, deeply affected the popular culture and music life in Turkey. The effects of important musicians and groups such as Cem Karaca, Mongols, and Erkin Koray, who were brought to music by these competitions, still has visible impacts on popular culture. In this study, the process of radical change in the music scene during the Golden Microphone Competitions held between 1965 and 1968 in Turkey is discussed, aiming to shed light on this transformation. As a result of the research conducted within the scope of the study, it can be said that these competitions have achieved the goal of developing and popularizing the Anatolian Pop-Rock style. It has been observed that those who ranked high in the competition through public voting became such artists that were recognized and loved nationwide and worldwide, and they were counted among the best musicians in the coming years. As a result of the study, we can suggest that Golden Microphone Music Competitions increased and developed the Anatolian Pop-Rock influence.Item Amasra kültürüne özgü yemeklerin ortaya çıkarılması ve kayıt altına alınması(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Gündüz, Merve; Yılmaz, İlkayYöresel mutfak bulunduğu yörenin kültürü, deneyimi, geleneği, bitki örtüsü, coğrafi koşulları, tarım ve hayvancılık faaliyetlerindeki birçok farklılıktan etkilenmekte ve bu farklılıklar yöresel yemek kültürünün oluşmasına temel oluşturmaktadır. Bu kapsamda hemen hemen her yörenin kendine özgü yemek, yemek kültürü, sofra düzeni, pişirme araç-gereçleri kavramları gelişmiş ve sürdürülmüştür. Aynı yörenin mutfak kültürü geçmişten günümüze kadar yaptığı yolculukta pek çok toplumun etkisinde kalmış ve zamanla değişime uğramıştır. Bu değişimlerin kayıtlı olmaması yemek ve yemek kültüründe unutulan veya unutulmaya yüz tutmuş pek çok özgün tarifin oluşmasına sebep olmuştur. Bu bağlamda tariflerin kayıt altına alınması önem arz etmektedir. Amasra yöresinin düşünce, fikir, gelenek-görenek, toplum yapısı, göç alma durumu, beşeri yapı ve faaliyetler, bitki örtüsü, coğrafya, ulaşım, konum gibi etkenlerin hepsinin bütünleşmesiyle oluşmuş özgün yemeklerin ortaya çıkarılması ve kayıt altına alınması sağlanmıştır. Çalışmadan elde edilen veriler incelendiğinde; katılımcıların %100 ‘ü evlerinde yöresel yemekleri yaptıklarını ve tükettiklerini ifade etmektedir. Katılımcıların %5’i Amasra denilince aklına kara mancar yemeği geldiğini, katılımcıların %10’u Amasra denilince aklına Amasra salatası geldiğini, katılımcıların %85’i Amasra denilince aklına balık geldiğini ifade etmektedir. Çalışmanın amacı doğrultusunda Amasra’da yaşayan ve bu yörenin yemeklerini yapıp tüketen 20 kişi ile yüz yüze görüşmeler yapılmıştır. Elde edilen veriler betimsel analiz yöntemi kullanılarak incelenmiş ve ortaya çıkan sonuçlar derlenerek tarifler oluşturulmuştur. The local cuisine is affected by many differences in the culture, experience, tradition, vegetation, geographical conditions, agriculture and livestock of the region where it is located, and in these places, the main components are outside the local food culture. In this context, the concepts of food, food culture, table setting, cooking utensils unique to almost every region have been developed and maintained. The culinary culture of the same region has been under the influence of many societies in its journey from past to present and has changed over time. The fact that these changes are not registered has led to the formation of many original recipes that have been forgotten or are on the verge of being forgotten in food and food culture. It is important that these content descriptions are recorded. It has been ensured that the original dishes formed by the integration of all the factors such as thought, idea, tradition-custom, social structure, immigration status, human structure and activities, vegetation, geography, transportation and location of the Amasra region were revealed and recorded. When the data obtained from the study is examined; 100% of the participants state that they cook and consume local dishes at home. 5% of the participants think of black cabbage dish, 10% of the participants think of Amasra salad and 85% think of fish when Amasra is mentioned. In line with the purpose of the study, face-to-face interviews were conducted with 20 people living in Amasra who cook and consume the dishes of this region. The data obtained were analyzed using the descriptive analysis method and the results were compiled and the recipes were created.Item Anonim şirketlerde kamu borçlarından sorumluluk(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2024) Beydoğan, Sıla; Ayhan, RızaBu çalışmada sermaye şirketleri arasında yer alan anonim şirketlerin kamu borçlarından sorumluluğu incelenmiştir. Çalışma kapsamında asıl sorumlu şirket tüzel kişiliğinden kamu alacağının tahsil edilememesi durumunda, şirketin kanuni temsilcilerinin sorumluluğu, bu sorumluluğun kapsamı, şartları ve sınırları AATUHK ve VUK kapsamında ele alınmıştır. Akabinde ise anonim şirketlerin TTK’da belirtilen koşullar çerçevesinde yapısal değişikliklere uğraması hâlinde kamu borçlarından sorumluluğuna ilişkin düzenlemeler KVK kapsamında açıklanmıştır. In this study, the liability of joint stock companies, which are among the equity companies, for public debts is examined. The study covers the liability of the legal entity and the company's legal representatives in the event that the public receivable cannot be collected from the main responsible company. The scope, conditions, and limitations of this liability are covered under the laws governing the Tax Procedures Code and the Law on the Collection Procedure of Public Receivables. Then, under the purview of the Corporate Tax Code, regulations were established concerning joint stock firms' liability for public debts in the event of structural changes, provided that the prerequisites outlined in the Turkish Commercial Code were met.Item Anonim şirketlerde şirketler topluluğuna özgü uygulamalar ve hukuka aykırı müdahaleden doğan sorumluluk(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022) Daylık Yıldırım, Beste; Ünsal, Ahmet CemilTicari hayatta birbiriyle bağlantısı bulunmayan teşebbüs ve şirketlerin; yatırım, işletme vb. pek çok maliyeti azaltıp daha çok gelir elde edebilmek ve büyüyebilmek için bir politika dâhilinde bir araya gelerek, bir organizasyon oluşturmalarına sık sık rastlanmaktaysa da 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu yasalaşıncaya kadar önceki ticaret kanunlarımızda bu yapılara ilişkin düzenlemelere yer verilmemekteydi. Zaman içerisinde, bu yapıların Türk medeni hukukunda ve şirketler hukukunda geçerli olan temel ilkelerin bir kısmından belli şekillerde ayrışması gerekliliği anlaşılmış ve ilk olarak 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu ile “Şirketler Topluluğu” kavramı ve bu kavrama özgü düzenlemeler getirilmiştir. Şirketler topluluğuna ilişkin düzenlemeler; Türk medeni hukukundaki ve şirketler hukukunda anonim şirketler için geçerli olan birtakım temel ilke ve kuralların; özellikle de sorumluluğa ilişkin düzenlemelerin, şirketler topluluğunun mevcudiyeti hâlinde, bağlı şirketin alacaklıları, pay sahipleri ve yönetim kurulu üyeleri için yeterli korumanın sağlanmasında yetersiz kaldıkları gerçeğinden hareketle, yalnızca hâkimiyet ilişkisinin varlığı hâlinde uygulanacak olan ve bir yandan imtiyaz bir yandan yükümlülük getiren özel düzenlemelerdir. Çalışmamız kapsamında, anonim şirketler bakımından şirketler topluluğunun temel kavramları, şirketler topluluğunun mevcudiyetinin temeli olan ve TTK m.195 hükmünde düzenlenen hâkimiyet araçları, şirketler topluluğuna özgü düzenlemelerin uygulanma alanı, şirketler topluluğuna ilişkin hükümlerin uygulanmayacağı kararlaştırılan birtakım yapılar, Türk medeni hukuku ve şirketler hukukunda anonim şirketler için geçerli olan birtakım ilke, teori ve kuralların şirket topluluklarına uygulanma şekli, topluluk hâkiminin bağlı şirkete müdahalesi, topluluk hâkiminin bağlı şirketin kaybını denkleştirmesi ve en nihayetinde de topluluk hâkiminin müdahalesinden kaynaklı sorumluluğu ve bağlı şirket alacaklıları ile pay sahiplerinin talep hakları ayrıntılı şekilde incelenmiştir. Even if it is frequently observed in commercial life that companies and enterprises independent from each other form an organization by coming together within a policy to generate more income and grow by reducing some costs like business, investment etc. there was no regulations regarding these organizations in Turkish law until the Turkish Commercial Code No.6102 was enacted. As the time passed it has been understood that these organizations should treated differently in terms of applicable law from some of the basic principles valid in Turkish civil law and company law in certain ways. Therefore, the concept of “group of companies” and specific regulations to this concept were first introduced with the TCC. Regulations regarding the group of companies is considering the fact that some basic principles and rules applicable to joint stock companies in Turkish civil law and company law, especially the regulations regarding liability, are insufficient to provide adequate protection for the creditors, shareholders and members of the board of directors of the subsidiary company in the presence of a group of companies. These special regulations that will only be applied in the presence of a dominance relationship within the corporations bring both privileges and obligations. Within this study we examined; the basic concepts of group of companies in terms of joint-stock companies, the instruments of dominance regulated in the article 195 of the TCC, the scope of application of these specific regulations of group of companies, some organizations which it is decided that regulations about the group of companies will not be applied, the specific application of some principles, theories and rules which are valid for joint-stock companies in Turkish civil law and company law to the group of companies, the intervention of controlling company or enterprise to the subsidiary company, the compensation of the loss of the subsidiary company, and finally the responsibility of the controlling company or enterprise due to the intervention, and rights that the subsidiary company creditors and shareholders can claimItem Antik dönem deniz ticaretinde gastronomik ögeler: Şarap-Zeytinyağı taşıma kapları ve amphora tipolojisi(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Eraydın, Çiçek; Albustanlıoğlu, TulgaBu araştırmanın amacı Antik Dönem Deniz Ticaretinde Gastronomik Ögeler: Şarap- Zeytinyağı Taşıma Kapları ve Amphora Tipolojisini incelemektir. Bu araştırmada nitel araştırma modeli kullanılmış olup veriler belge analizi yöntemi ile toplanmıştır. Asma ve zeytin tahıl kadar eski bir tarihi olan oldukça eski bir geçmişe sahip bir kültürdür. Zeytin, bağcılık ve şarap günümüzdeki bilimsel uygulamaları çerçevesinde hızla yükselen bir sanayidir. Bu çerçevede bu sanayinin eski dönemlerde uygulanan yöntemleri ve taşıma kaplarının incelenmesi 21.yy. uygulamalarının da temellerinin anlaşılmasını sağlayacaktır. Antik dönem içerisinde kutsal sayılan bağcılık, şarapçılık ve zeytin bölgenin ekonomisi içerisinde de oldukça önemli bir yer tutmuştur. Bu zenginlik Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde bir sütunda, bir mezar lahiti, bir duvar resmi ve bir kabartmada asma yaprakları ve dolgun üzüm salkımları şeklinde kendini göstermektedir. Toprağın bereketi ile halkın zenginliğinin sembolü olagelmiştir. Ticari amphoralar da bu çerçevede zeytinyağı ve şarap gibi maddelerin kalitesinin korunmasını sağlayarak nemin engellenmesinde kullanılmıştır. Araştırmada şarap ve zeytin ile taşıma kapları amphora tipolojisi geniş bir çerçevede incelenmiş ve bu çerçevede sonuçlar ortaya konmuştur.The aim is to investigate the Typology of Gastronomic items. in Ancient Maritime Trade: Wine – Olive Oil Amphora Carrier Containers and AmphoraTypology. In this study, qualitative research model was used and data were collected by document analysis method. Vine and olive have a culture with a very old history as old as grain. Olive, viticulture and wine is a rapidly rising industry within the framework of 21st century scientific practice: In this context, examining the methods and transport containers applied in the past of this industry will provide an understanding of the foundations of the 21st century application: Viticulture, winemaking and olives, which were considered sacred in the ancient period, had a very important place in the economy of the region. This richness manifests itself in various regions of Anatolia in the form of vine leaves and plump grape clusters on a column, a tomb sarcophagus, a mural painting and a relief. It has been a symbol of the fertility of the land and the wealth of the people.In this context, commercial amphoras were used to prevent moisture by maintaining the quality of substances such as olive oil and wine.In the research, the typology of amphora of wine and olive and transport containers were examined in a wide framework and the results were presented in this framework.Item Arkadaş kaybı yaşamış kişilerin uzamış yas belirtilerinin yordayıcılarının incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Zedelenmez, Doruk; Uyar Suiçmez, TuğbaMevcut araştırmada arkadaşını kaybetmiş kişilerde uzamış yas bozukluğu belirtilerini etkileyen faktörler incelenmiştir. Bu faktörler kişinin demografik bilgileri, kayıp yaşantısına dair bilgiler, ölüm kaygısı, hayatta anlam ve algılanan sosyal destektir. Araştırmanın veri toplama sürecinde demografik bilgi formu, Türkçe Ölüm Kaygısı Ölçeği, Hayatın Anlam ve Amacı Ölçeği, Uzamış Yas Ölçeği, Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği kullanılmıştır. Mevcut araştırmanın örneklemini en az 6 ay en fazla 5 yıl önce bir arkadaşını kaybetmiş 18-65 yaş arasındaki kişiler oluşturmaktadır. Araştırmada uygun örnekleme yöntemiyle 155 kişiye ulaşılmış ve uzamış yas bozukluğu tanısının yaygınlığı %10.3 olarak bulunmuştur. Ardından değişkenler arası ilişkilerin incelenmesi için korelasyon analizleri yapılmıştır. Yapılan analize göre uzamış yas bozukluğu belirti şiddeti ve ölüm kaygısı arasında pozitif anlamlı ilişki bulunmaktadır. Öte yandan uzamış yas bozukluğu belirti şiddeti ile hayatta anlam düzeyi ve algılanan sosyal destek arasında negatif yönde anlamlı ilişkiler bulunmaktadır. Ölüm kaygısı ile hayatta anlam değişkenleri arasında negatif anlamlı bir ilişki bulunurken. Ölüm kaygısı ve algılanan sosyal destek değişkenleri arasında anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır. Son olarak algılanan sosyal destek ve hayatta anlam arasında pozitif anlamlı bir ilişki bulunmaktadır. Korelasyon analizlerinin ardından uzamış yas bozukluğu tanısını yordayan değişkenlerin incelenmesi için Çoklu Lojistik Regresyon analizleri yapılmıştır. Son olarak ise uzamış yas bozukluğu şiddetini yordayan değişkenlerin incelenmesi adına Çoklu Doğrusal Regresyon Analizleri yürütülmüştür. Yapılan analizlerin sonuçlarına göre, ölüm kaygısı düzeyindeki artış ve kaybedilen arkadaşla ilişkinin yakınlık düzeyindeki artış, uzamış yas bozukluğu tanısını anlamlı şekilde yordamaktadır. Kişinin ölüm kaygısı düzeyindeki artış, kayıp yaşayan kişinin yaşının büyük olması, başka kayıplardan etkilenme düzeyindeki artış, kaybedilen arkadaşla kurulan ilişkinin yakınlık düzeyindeki artış, hayatta anlam düzeyindeki azalış ve kayıptan beri geçen süredeki azalış, uzamış yas bozukluğu belirti şiddetindeki artışı yordamaktadır. Son olarak ölüm nedeni, kaybın beklenmediklik düzeyi, algılanan sosyal destek ve cinsiyet değişkenlerinin uzamış yas bozukluğu tanısını ve uzamış yas bozukluğu belirti şiddetini anlamlı bir şekilde yordamadığı bulunmuştur. Mevcut araştırmanın bulguları ilgili literatür doğrultusunda tartışılmıştır. In this study, the factors affecting the symptoms of prolonged grief in individuals who have lost a friend were examined. These factors are demographic information, information about the loss experience, death anxiety, meaning in life, and perceived social support. Demographic information form, Turkish Death Anxiety Scale, Meaning and Purpose of Life Scale, Prolonged Grief Scale, and Multidimensional Perceived Social Support Scale were used in the data collection process. The sample of the study consists of people between the ages of 18-65 who lost a friend at least 6 months and at most 5 years ago. In the study, 155 people were reached by convenient sampling method, and the prevalence of the diagnosis of prolonged grief disorder was found to be 10.3%. Correlation analyzes were performed to examine the relationships between variables. According to the analysis, there is a positive significant relationship between prolonged grief disorder symptoms and death anxiety. On the other hand, there is a negative significant relationship between the severity of prolonged grief disorder and the level of meaning in life and perceived social support. While there is a negative significant relationship between death anxiety and meaning in life, there is no significant relationship between death anxiety and perceived social support. Lastly there is a positive significant relationship between perceived social support and meaning in life. After Pearson correlation analysis, Multiple Logistic Regression analyzes were used to examine the variables predicting the diagnosis of prolonged grief disorder. Finally, Multiple Linear Regression Analyzes were conducted to examine the variables predicting the severity of prolonged grief disorder. According to the results, the increase in the level of death anxiety and closeness of the relationship with the lost friend significantly predicted the diagnosis of prolonged grief disorder. The increase in the death anxiety of the person, the older age, the increase in the level of being affected by other losses, the increase in the level of intimacy with the lost friend, the decrease in the level of meaning in life and the decrease in the time elapsed since the loss predict the increase in the severity of prolonged grief disorder symptoms. Finally, it was found that the variables of cause of death, unexpectedness of the loss, perceived social support and gender did not significantly predict the diagnosis of prolonged grief disorder and the severity of prolonged grief disorder symptoms. The research findings were discussed in line with the relevant literature.Item Avrupa insan hakları sözleşmesi çerçevesinde özgürlük ve güvenlik hakkı 18. madde ile bağlantılı olarak ihlali(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü, 2024) Belibağlı, Semih; Doğru, DeryaÖzgürlük ve güvenlik hakkı, esasında, kişilerin, diğer temel hak ve özgürlüklerini kullanabilmesinin teminatı olarak ifade edilebilir. Zira, kişilerin fiziki olarak hareket edebilme serbestinin kısıtlanmış olması halinde, diğer temel hak ve özgürlüklerden yararlanmaları da etkilenmiş olacaktır. İnsan için bu denli öneme haiz olması nedeniyle, özgürlük ve güvenlik hakkı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde ve ulusal yasalarda öngörülen sınırlama nedenlerinin dışında, başkaca amaçlarla keyfi olarak müdahalede bulunulması nedeniyle sıklıkla ihlal edilebilmektedir. Bu kapsamda, siyasi nitelikteki gizli amaçlar ile özellikle tutuklama tedbirine başvurmak suretiyle kişiler özgürlüğünden haksız olarak mahrum bırakılabilmektedir. Özgürlük ve güvenlik hakkı, 1215 yılından itibaren insan hakları belgelerinde yer almaya başlamış, sonrasında anayasalarda, uluslararası ve bölgesel sözleşmelerde de koruma altına alınmıştır. AİHS’in 5. maddesinde koruma altına alınan bu hakka yönelik müdahaleler bakımından keyfilik yasağı öngörülmüş ve sınırlandırma nedenleri de ayrıca tahdidi olarak düzenlenerek, ancak, sayılan bu nedenlerden birinin varlığı halinde kişilerin özgürlüğünden mahrum bırakılmasına müsaade edilmiştir. Dolayısıyla, bu nedenler dışında, kişinin özgürlüğünden mahrum bırakılması halinde, artık hakkın kısıtlanmasında meşru amacın varlığından söz edilemeyecektir. Yine, ulusal mevzuatımızda da konuyla ilgili düzenlemelere yer verilmiş olup, bu kapsamda, Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvurularda yer alan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine yönelik iddialar bakımından verilmiş olan kararlar da mevcuttur. Haklara getirilecek kısıtlamaların ancak Sözleşme’de öngörülen meşru amaçlarla sınırlanabileceğine yönelik düzenlemeye ise, AİHS’in 18. maddesinde yer verilmiştir. Buna göre, temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, ancak meşru amaçla mümkün olacaktır. Bu hükme rağmen, çalışmamızın konusu kapsamında, özgürlük ve güvenlik hakkının gizli amaçla kısıtlanmasına ilişkin karşılaşılan ihlaller, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ışığında tartışılacak ve değerlendirilecektir. The right to liberty and security can, in essence, be expressed as the guarantee of the exercise of other fundamental rights and freedoms. This is because, if the physical freedom of movement is restricted, the enjoyment of other fundamental rights and freedoms will also be affected. Due to its importance for human beings, the right to liberty and security may frequently be violated by arbitrary interference for purposes other than the grounds for restriction stipulated in the European Convention on Human Rights and national laws. In this context, persons may be unjustly deprived of their liberty for ulterior purposes of a political nature, in particular by resorting to the measure of detention. The right to liberty and security has been enshrined in human rights instruments since 1215 and has subsequently been protected in constitutions, international and regional conventions. Article 5 of the ECHR stipulates the prohibition of arbitrariness with regard to interventions against this right, and the reasons for restriction are also regulated in a limited manner, and only in the presence of one of these reasons is it permissible to deprive persons of their liberty. Again, our national legislation also includes relevant regulations on the subject, and in this context, there are also decisions rendered in individual applications to the Constitutional Court in respect of allegations of violation of the right to liberty and security of person. Article 18 of the ECHR stipulates that restrictions on rights may be limited only for legitimate purposes provided for in the Convention. Accordingly, the restriction of fundamental rights and freedoms can only be possible for legitimate purposes. Despite this provision, within the scope of the subject matter of the study, the violations encountered in relation to the restriction of the right to liberty and security for secret purposes will be discussed and evaluated in the light of the decisions of the European Court of Human Rights.Item Aydınlatmanın lezzet algısı üzerine etkisinin değerlendirilmesine yönelik deneysel çalışma(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü, 2024) Kuş, Büşra Nur; Beyter, NurtenBu çalışmada duyular arası etkileşim konusu ele alınmıştır. Bu amaç doğrultusunda duyular arası etkileşimin ne olduğu ve nasıl gerçekleştiği konusunda detaylı bir araştırma yapılmıştır. Ele alınan konu üzerine görme ve tatma duyularının birbirleriyle olan etkileşimleri incelenmiştir. Bu alanda yapılmış olan geçmiş çalışmalar ve birçok farklı kaynak incelenerek 2 farklı renk sıcaklığına sahip LED aydınlatma ve bir tatlı belirlenmiştir. Görme ve tatma duyularının algılamasında, kullanılması uygun olacağı düşünülen ısabella üzümlü cheesecake tatlısı seçilmiştir. Belirlenen LED aydınlatmalar ve tatlı ile bir duyusal analiz deneyi planlanmıştır. Çalışmada nicel araştırma kapsamında duyusal analiz yöntemi kullanılmıştır. Duyusal analizler iki farklı oturumda yapılmıştır. İki farklı oturumda da aynı tatlı sunulmuştur. Deney 22 Eylül 2023 tarihinde 11 kişilik eğitimli panelist gurubuna uygulanmıştır. Tadımlar esnasında panelistler ürün kriterlerine uygun olarak düzenlenmiş kalite derecelendirme formu kullanmışlardır. Bu çalışmanın amacı restoranlarda kullanılan aydınlatma sistemlerinin ve kullanılan ışığın renk sıcaklığının, insanlarda lezzet algısını etkileyip etkilememesinin belirlenmesi ve eğer etkiliyorsa bu etkinin düzeyini belirlemektir. Çalışma sonucunda 3500K (sarı ışık) LED aydınlatma ve 6500K (beyaz ışık) LED aydınlatma kullanılan oturumlar arasında istatistiksel olarak önemli bir farklılık tespit edilememiştir (p > 0,05). In this study, the subject of intersensory interaction is discussed. For this purpose, a detailed research was conducted on what intersensory interaction is and how it is realised. The interactions of the senses of sight and taste with each other were examined. LED lighting with 2 different colour temperatures and a dessert were determined by examining past studies and many different sources in this field. Isabella grape cheesecake dessert, which is thought to be suitable for use in the perception of the senses of sight and taste, was selected. A sensory analysis experiment was planned with the LED lighting and dessert. Sensory analysis method was used in the study within the scope of quantitative research. Sensory analyses were conducted in two different sessions. The same dessert was served in two different sessions. The experiment was applied to a group of 11 trained panelists on 22 September 2023. During the tastings, the panellists used a quality rating form arranged in accordance with the product criteria. The aim of this study is to determine whether the lighting systems used in restaurants and the colour temperature of the light used affect the perception of taste in humans, and if so, to determine the level of this effect. As a result of the study, no statistically significant difference was found between the sessions using 3500K (yellow light) LED lighting and 6500K (white light) LED lighting (p > 0,05).Item Benjamin Britten’ın Billy Budd operası üzerine bir inceleme(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2024) Aplak, Esra; Yüksel, KaanBenjamin Britten, 20. yüzyıl opera dünyasının en önemli bestecilerinden birisidir. Britten’ın her bir operası kendi açısından önemli sayılsa da, Billy Budd’ı diğerlerinden ayıran en önemli özellik tamamen erkek sesleriyle oluşturulmuş bir opera olmasıdır. Herman Melville’in Billy Budd novellasından uyarlanan bu opera, konusu ve müziği ile bir başyapıt sayılmaktadır. Bu çalışma, Britten’ın Billy Budd operası hakkında genel bir inceleme içermektedir. Araştırmada ilk olarak, II. Dünya Savaşı’nda İngiltere’nin sosyal ve politik durumu ele alınmıştır. Aynı zamanda savaş döneminde İngiltere’de müzik alanındaki değişimler incelenmiştir. İlerleyen bölümlerde, Britten’ın eserleri ve eşcinsel doğasının birbirini etkilediği varsayımı öne sürülerek İngiltere’de eşcinsellik tarihine değinilmiştir. Britten’ın operalarındaki ve özellikle Billy Budd operasında cinsel temalar araştırılarak inceleme yapılmıştır. Araştırmanın sonucunda, Billy Budd operasında yer alan: Billy, Claggart ve Vere karakterlerinin analizi yapılarak inceleme tamamlanmıştır. Bu çalışma, Britten’ın müzikal hayatını, savaş etkisinin onu ne denli etkilediğini ve Billy Budd operasının oluşum sürecini kapsamaktadır. Yapılan araştırma ile Billy Budd operasının 20. yüzyıl İngiltere’sinde nasıl bir süreçten geçtiğinin anlaşılması amaçlanmaktadır. Benjamin Britten is one of the most important composers of the 20th century opera World. Although each of Britten's operas is considered important in its own way, the most important feature that distinguishes Billy Budd from others is that it is an opera composed entirely with male voices. This opera, adapted from Herman Melville's novella Billy Budd, is considered a masterpiece with its plot and music. This study includes a general review of Britten's opera Billy Budd. In the research, firstly, the social and political situation of England in World War II was discussed. At the same time, the changes in the field of music in England during the war were examined. In the following sections, the history of homosexuality in England is mentioned, assuming that Britten's works and his homosexual nature influenced each other. Sexual themes in Britten's operas, especially in Billy Budd, have been researched and analyzed. As a result of the research, the analysis was completed by analyzing the characters Billy, Claggart and Vere in the opera Billy Budd. This study involves Britten's musical life, how much the war affected him, and the creation process of the opera Billy Budd. The aim of the research is to understand what kind of process the Billy Budd opera went through in 20th century England.Item Beyaz yakalı kadın çalışanların işyerlerindeki mobbing (yıldırma) deneyimleri: Ankara’da beyaz yakalı kadın çalışanların maruz kaldıkları mobbing biçimleri, tecrübe ettikleri etkiler ve mobbing algıları üzerine bir nitel araştırma(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) İnan, Aslı Nur; Sözen, Hulusi CenkBu çalışmanın amacı, beyaz yakalı olarak tabir edilen ofis çalışanları arasında yer alan kadınların maruz kaldığı mobbing (yıldırma, bezdiri) olaylarının gerçekleşme biçimlerinin, mobbingin kimler tarafından gerçekleştirildiğinin ve olayın mobbing mağduru üzerindeki etkilerinin tespit edilmesi; aynı zamanda mobbing mağduru olan beyaz yakalı kadın çalışanların işyerinde mobbing algılarının incelenmesidir. Araştırmada, nicel araştırmalar çerçevesinde istatistiğe dökülmesinin nispeten daha zor olacağı düşünülen mobbing olaylarına dair detayların da yakalanabilmesi ve mobbing mağdurlarının deneyimlerini kendi ifadeleriyle aktarmalarının sağlanarak mobbing algılarının tespit edilebilmesi amacıyla, nitel araştırma yöntemi tercih edilmiştir. Bu çerçevede Ankara ilinde çeşitli sektörlerde farklı görev ve kıdemlere sahip olan ve işyerinde mobbing mağduru olduklarını ifade eden 15 beyaz yakalı kadın çalışan, kartopu örneklem yöntemiyle seçilmiş ve bu kadın çalışanlarla yarı yapılandırılmış mülakatlar gerçekleştirilmiştir. Daha sonra mülakat kayıtları detaylı bir şekilde analiz edilerek kod, kategori ve temaları tespit edilmiş; buna göre araştırmaya katılan beyaz yakalı kadın çalışanların mobbing deneyimlerinin, tecrübe ettikleri etkilerin ve mobbing algılarının benzeşen ve ayrışan yönleri ortaya koyularak yorumlanmıştır. Araştırma kapsamında elde edilen bulgulara göre, beyaz yakalı tabir edilen ofis çalışanları için mobbing ciddi olumsuz sonuçlara yol açabilen oldukça yaygın bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Kişiyi işyerinde etkisizleştirmek veya işten ayrılmaya zorlamak amacıyla sistematik biçimde ve aylarca - hatta kimi vakalarda yıllarca - gerçekleştirilen bir psikolojik şiddet ya da zorbalık türü olan mobbing; çalışan motivasyonunu ve sağlığını tahrip ederek çalışanların performansını düşürebilmekte, işyerinin verimlilik ve kaynak kaybı yaşamasına yol açabilmekte, örgüt içerisinde toksik bir atmosfer oluşturabilmekte, örgütün ve/veya örgüt yöneticilerinin itibar kaybetmesine sebep olabilmekte ve nitelikli çalışanların işten ayrılmalarına yol açabilmektedir. Araştırmada, mobbinge karşı koruyucu, önleyici ve caydırıcı mekanizmaların çoğu zaman mobbing failleri tarafından göz ardı edildiklerine ilişkin bulgular da dikkat çekmiştir. Öte yandan görüşülen katılımcılara mobbing uygulayan faillerin konumları çeşitlilik arz etse ve failler her zaman yöneticiler olmasa da, mağdurların tamamı çalışılan işyerinin yöneticilerinin mobbingi önlemede sorumlu olduğunu düşündüklerini net bir şekilde ifade etmişlerdir. Buna göre bulguların üst kademeler teorisi ile örtüşen yönleri de yorumlanmaya çalışılmıştır. The objective of this study is to discover how white collar women employees were subjected to mobbing in the workplace, by whom they were mobbed and what effects did they experience as a consequence of mobbing; and also to observe the perceptions of these women with regard to what constitutes as mobbing in the workplace. In order to be able to detect subtle details concerning mobbing cases that might prove difficult to statisticize within the scope of quantitative methods, and for the sake of enabling the victims to express their mobbing experiences with their own words so that their perceptions can be distinguished; a qualitative research method was adopted in this study. In this regard, 15 white collar women who are employed in various sectors and positions in Ankara province and who declare that they have been victims of mobbing in the workplace were chosen through snowball sampling method and semi-structured interviews were held with these women. Then, the proceedings of these interviews were thoroughly analysed to determine the codes, categories and themes; thus the similarities and differences between the mobbing incidents, the experienced mobbing consequences and the mobbing perceptions of the participants were uncovered and interpreted. In accordance with the study’s findings, mobbing comes forward as quite a common problem that can result in dire consequences for white collar employees working in offices. A type of psychological terror or bullying that is applied systematically and for months – even years in some cases – in order to deactivate someone in the workplace or to force them into quitting; mobbing can induce loss of efficiency and resources in the workplace, can create a toxic work environment, can result in loss of prestige for the organisation and/or the executives, and can cause qualified employees to quit. Throughout the research, another significant finding was that the protective, preemptive and deterrent mechanisms against mobbing were widely ignored by the perpetrators. On the other hand, even though the mobbers of the participants varied in their rankings and not all the perpetrators were the executives, the entirety of the participants clearly expressed that they hold the executives responsible for preventing mobbing incidents in the workplace. Therefore, the findings were also studied with respect to upper echelons theory.Item Bireylerin seyahat planı yaparken “Online seyahat siteleri”ni kullanma niyetini etkileyen faktörler: Teknoloji kabul modeli (TKM) çerçevesinde bir araştırma(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Akınoğlu, Gülşah; Işın, Feride BaharTurizm sektöründe artan dijital teknoloji kullanımı ile birlikte geleneksel yöntemler yerini bilgi ve iletişim kanallarının kullanıldığı unsurlara bırakmıştır. Diğer bir deyişle, bilgi teknolojileri ve internetin gelişimi ile birlikte bu dijital teknoloji unsurlarının kullanımının da yaygınlaşması doğrultusunda bireyler geleneksel yöntem olarak seyahat acentelerine gitmek yerine zaman ve mekan kısıtlaması olmadan online seyahat siteleri aracılığı ile bu seyahat planlarını gerçekleştirebilmektedirler. Geçmişten beri bireyler istek ve ihtiyaçları doğrultusunda seyahatler planlayarak bu seyahatleri birtakım adımlar doğrultusunda gerçekleştirmektedirler. Seyahat planı yapan bireylerin seyahat karar verme sürecini etkileyen çeşitli faktörler olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla, bireylerin online seyahat sitelerini kullanma niyetleri çerçevesinde online seyahat sitelerine dönük kullanma niyetlerini etkileyen faktörlerin neler olduğunun açık ve net bir şekilde tespit edilip analiz edilmesi önem arz etmektedir. Bunlardan yola çıkarak bu çalışmanın temel amacı olarak bireylerin seyahat planı yaparken, bu alandaki araştırmalarda uygulanabilirliği, geçerliliği ve güvenilirliği yüksek olduğu bilinen Teknoloji Kabul Modeli çerçevesinde, ilgili yazından yola çıkarak derlenen bazı bağımsız değişkenler eklenerek, bu değişkenlerin aracı değişken üzerine etkisi ve bu değişkenlerin online seyahat sitelerini kullanma niyeti üzerine etkisinin araştırılması şeklinde belirlenmiştir. Dolayısıyla bu çalışmada Teknoloji Kabul Modeli çerçevesinde ele alınan algılanan kullanım kolaylığı ve algılanan kullanışlılık değişkenlerine ilgili yazından yola çıkarak eklenen e-alışveriş değeri, web site imajı, fiyat algısı, firma yani web site itibarı olarak bağımsız değişkenlerinin, aracı değişken olan e-memnuniyet üzerine etkisi ve online seyahat sitelerini kullanma niyeti üzerine etkisi araştırılmaktadır. Araştırmada veri toplama yöntemi olarak çevrimiçi anket yöntemi kullanılarak, toplamda 584 anket elde edilmiştir. Katılımcılara anket formunda demografik soruların yanı sıra bağımsız değişkenler olarak; algılanan kullanım kolaylığı, algılanan kullanışlılık, e-alışveriş değeri, website imajı, fiyat algısı, firma itibarı ve bağımlı değişkenler olarak e-memnuniyet ve online seyahat sitesi kullanma niyetini ölçmek için sorular sorulmuştur. Araştırmada Yapısal Eşitlik Modeli, Doğrulayıcı Faktör Analizi, Uyum İyiliği Değerleri ve Yol Analizi kullanılmıştır. Elde edilen verilerin Yapısal Eşitlik Modeli ile analizi sonucunda algılanan kullanım kolaylığı, algılanan kullanışlılık, e-alışveriş değeri, web site imajı, firma yani web site itibarı değişkenlerinin e-memnuniyet ile ilişkili olduğu ve e- memnuniyet değişkeninin web site kullanma niyeti ile ilişkili olduğu sonucuna varılmıştır. Araştırmadan elde edilen veriler doğrultusunda, sadece fiyat algısı değişkeninin e-memnuniyet ile ilişkili olmadığı sonucuna da ulaşılmıştır. With the increasing use of digital technology in the tourism sector, traditional methods have been replaced by factors that are using information and communication channels. In other words, with the development of information technologies and the internet, also in line with the widespread use of digital technological factors, individuals can fulfill their travel plans through online travel sites without time and space restrictions, instead of going to travel agencies as traditional methods. Since the past, individuals have been planning their travels according to their needs and wants and carrying out these travels through some steps. It is known that there are various factors that affect the travel decision making process individuals making their travel plans. Therefore, it is important to clearly determine and analyze the factors that affect individuals’ intentions to use online travel sites within the context of their intention to use these websites for travel planning. Based on these, the main purpose of this study is to determine the effect of the independent variables which are compiled from the relevant literature on the mediator variable, then the effect of these all variables on the intention to use the online travel sites while individuals are making travel plans within the framework of the Technology Acceptance Model, which is known to have high applicability, validity and reliability. Therefore, in this study the effect of the independent variables such as e-shopping value, website image, price perception, company or website reputation which are added based on the relevant literature to the perceived ease of use and perceived usefulness variables considered within the framework of the Technology Acceptance Model, on the mediator variable e-satisfaction and their effect on the intention to use online travel sites is being investigated. By using the online survey method as the data collection method, a total of 584 surveys have been obtained. In addition to demographic questions, questions were asked to participants to measure perceived ease of use, perceived usefulness, e-shopping value, website image, price perception, company or website reputation as independent variables and e-satisfaction and intention to use the travel sites as dependent variables. Structural Equation Model, Confirmatory Factor Analysis, Goodness of Fit Values and Path Analysis were used in the research. As a result of the analysis of the obtained data with the Structural Equation Model, it was concluded that the variables perceived ease of use, perceived usefulness, e-shopping value, website image and company or website reputation are related to e-satisfaction and e-satisfaction variable is related to the intention to use the website. Based on the data obtained from the research, it was also concluded that only the price perception variable is not related to e-satisfaction.Item BRICS, kırılgan beşli ve AB beşinci dönem genişleme ülkelerinde finansal kırılganlığın belirleyicileri(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü, 2023) Sağlam, Albdülkadir; Babuşcu, Şenol1980’li yıllarda finansal liberalizasyonla başlayan ülkelerin hızlı büyüme isteği finansal para akımının arttığı küreselleşme sürecinde hızlanmıştır. Düşük faiz oranları, krediye kolay ulaşım ve kredi genişlemesi 1990’lı yıllarda Japonya’da devasa varlık balonunun patlamasıyla önce Japonya’da ardından Asya’da kriz meydana gelmiştir. Ülkeler ve kurumlar büyümek için sürekli borçlanma yoluna başvurmuşlar bu da ülkelerin kamu ve özel sektör borçlanmasını artırmıştır. 2008 küresel krizi bir borç krizi olmakla birlikte krizin etkisinin kısmen sona ermesine rağmen, küresel finans krizinin etkilerini azaltmaya yönelik devletlerin uyguladığı genişletici politikalar ülkelerin ve özel sektörün borçlarının daha da artmasına sebep olmuştur. Özellikle kurtarma paketleriyle kamu harcamalarının artması bütçede açıklıklar oluşturmuş ve bu durumda borçların artmasıyla neticelenmiştir. Yüksek borçluluk oranları ülkelerin kriz sonrası kırılganlıklar yaşamasına sebep olmuş, özellikle Euro bölgesi büyük borç krizine sürüklenmiştir. Minsky, kapitalist gelişmeyi iş döngüleriyle açıklamış ve finansal kırılganlığın aslında ekonominin refah dönemlerinde oluşan aşırı borçlanmadan kaynaklandığını ifade ederek ve yaşanan finansal krizlerin kapitalizmin doğasından kaynaklandığını belirtmiştir. Finansal kırılganlık, finansal sistemlerin dışından değil içinden gelen istikrarsızlıklardır. Özellikle gelişmekte olan ülkeler üzerinde büyük etki yaratan finansal krizleri önleyebilmek veya yıkıcı maliyetlerini düşürmek önemli olmaktadır. Bu çalışma, ekonometrik bir model kullanarak finansal kırılganlığın belirleyicilerini ortaya koymak üzere kanıt elde edebilmek motivasyonuyla çalışılmıştır. Çalışma, BRICS, Kırılgan Beşli ve AB Beşinci Dönem Genişleme Ülkeleri’nde finansal kırılganlığın belirleyicilerini araştırmıştır. Yapılan çalışma sonucunda finansal kırılganlığın belirleyicilerine ilişkin bulgular elde edilmiştir. Tezde, dış ticaret açığı, özel sektör borcu, enflasyon, Ülkelerin kırılganlık endeksi, faiz harcamaları, konut kredileri, tüketici kredileri finansal kırılganlığı anlamlı ve aynı yönde etkilediği, bütçe açığı, GSYİH ve toplam tasarruflar finansal kırılganlığı anlamlı ve ters yönlü etkileyen göstergeler olduğu gözlenmiştir. Karar vericilerin ve politika yapıcıların finansal kırılganlığı düşürmeye yönelik stratejilerinde bu göstergelere daha fazla dikkat edilmesi gerektiği düşünülmektedir. The desire of countries for rapid growth, which started with financial liberalization in the 1980s, accelerated during the globalization process in which the flow of financial money increased. Low interest rates, easy access to credit and credit expansion led to the bursting of a huge asset bubble in Japan in the 1990s, which triggered a crisis first in Japan and then in Asia. Countries and institutions constantly resorted to borrowing to grow, which increased public and private sector borrowing. Although the 2008 global crisis was a debt crisis, the expansionary policies implemented by governments to mitigate the effects of the global financial crisis caused the debts of countries and the private sector to increase further. In particular, the increase in public expenditures due to bailout packages created deficits in the budget, which resulted in an increase in debts. High indebtedness ratios caused countries to experience post-crisis vulnerabilities, and especially the Eurozone was plunged into a major debt crisis. Minsky explained capitalist development with business cycles and stated that financial fragility is actually caused by excessive borrowing during periods of economic prosperity and that financial crises are due to the nature of capitalism. Financial fragility is the instability that comes from within financial systems rather than from outside them. It is important to prevent financial crises or reduce their devastating costs, which have a great impact especially on developing countries. This study is motivated by the motivation to obtain evidence on the determinants of financial fragility using an econometric model. The study investigated the determinants of financial fragility in BRICS, Fragile Five and EU Fifth Round Enlargement Countries. As a result of the study, findings on the determinants of financial fragility were obtained. In the thesis, it is observed that foreign trade deficit, private sector debt, inflation, countries' fragility index, interest expenditures, housing loans, consumer loans affect financial fragility significantly and in the same direction, while budget deficit, GDP and total savings are indicators that affect financial fragility significantly and inversely. Decision makers and policy makers should pay more attention to these indicators in their strategies to reduce financial fragility.Item Büyükşehir belediyelerinde iç kontrol sistemi ve etkinliği(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2023) Işık, Ayşe; Akdoğan, NalanDeğişen ve gelişen toplum yapıları ile halkın ihtiyaçlarındaki artış yönetim anlayışının değişmesi gerekliliğini getirmiştir. Özel sektörde yaşanan hızlı değişim kamu sektörünü de içine alarak değişikliğe uğratmıştır. Bu yeni oluşum kamudaki geleneksel örgüt yapısının değiştirilmesine ve hizmet anlayışındaki verimsiz unsurların terk edilmesine yol açmıştır. Kamu idarelerinin asli görevlerini yerine getirirken şeffaf ve hesap verilebilir olmalarının, etkili, ekonomik ve verimliliği gözeten hizmet anlayışı ile hareket ederken yasalara uygun kamu yararına faydalı çıktılar elde etmelerinin yolu iç kontrol sistemlerinin etkinliği ile sağlanacaktır. Bu amaçla, uluslararası standartlardan yararlanılarak oluşturulan 5018 sayılı yasanın getirdiği düzenlemelerle kamu idarelerinin iç kontrol sistemlerinin kurulmasına yönelik bir yol çizilmiştir.The changing and evolving societal structures and the increasing needs of the population have necessitated a change in management approach. The rapid changes in the private sector have also brought about changes in the public sector. This new development has led to the modification of the traditional organizational structure in the public sector and the abandonment of inefficient elements in the service approach. The way for public institutions to fulfill their primary duties in accordance with the law and to achieve beneficial outputs for the public interest while operating with an effective, economical, and efficient service approach that focuses on efficiency and being transparent and accountable, is by ensuring the effectiveness of their internal control systems. With this aim, a path has been drawn towards the establishment of internal control systems in public institutions through the regulations introduced by Law No. 5018, which was created by utilizing international standards. In this study, the effectiveness of the internal control systems of metropolitan municipalities within public authorities and their compliance with the public internal control standards were examined. In this regard, the Activity Reports of 30 metropolitan municipalities, Action Plans for Compliance with Internal Control Standards, Audit Reports of the Court of Accounts, general reports on public internal audit of the Ministry of Treasury and Finance's Internal Audit and Coordination Board, and internal audit reports of Ankara Metropolitan Municipality for 2018-2019 were analyzed. Additionally, detailed information was requested from other metropolitan municipalities via e-mail to gain further insight into the topic. In order to establish internal control systems, a process and risk assessment study was conducted for the operational activities of the Ankara Metropolitan Municipality, and an exemplary application was attempted to be presented to metropolitan municipalities. The purpose of this study is to identify the compliance status of metropolitan municipalities' internal control systems with internal control standards in Türkiye, to address the deficiencies in the system, and to contribute to the establishment of an effective internal control system in metropolitan municipalities. Bu çalışmada kamu idareleri içinde yer alan büyükşehir belediyelerinin çizilen bu yolda iç kontrol sistemlerini etkin hale getirip getirmedikleri ile kamu iç kontrol standartlarına uyumları incelenmiştir. Bu kapsamda; 30 büyükşehir belediyesinin Faaliyet Raporları, İç Kontrol Standartlarına Uyum Eylem Planları, Sayıştay Denetim Raporları ile Hazine ve Maliye Bakanlığı İç Denetim ve Koordinasyon Kurulunun Kamu İç Denetimi Genel Raporları, Ankara Büyükşehir Belediyesi 2018-2019 yılları İç Denetim Raporları incelenerek iç kontrol sistemleri hakkında bilgi edinilmeye çalışılmıştır. Ayrıca diğer büyükşehir belediyelerinden iç denetim raporları e-posta ile talep edilmiş konu hakkında detaylı bilgi edinmek hedeflenmiştir. İç kontrol sistemlerinin kurulmasını sağlamak adına, Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin operasyonel faaliyetlerine ilişkin olarak süreç ve risk çalışması gerçekleştirilmiş ve büyükşehir belediyelerine örnek bir uygulama sunulmaya çalışılmıştır. Bu çalışmanın amacı; Türkiye’deki büyükşehir belediyelerinin iç kontrol sistemlerinin iç kontrol standartlarına uyum durumlarının tespit edilerek sisteme ilişkin eksik yönlerin giderilmesi ve büyükşehir belediyelerinde etkin bir iç kontrol sistemi kurulmasına katkı sağlamaktır.Item Çalışanların ücret tatmininin ve işyerinde yaşadıkları örgütsel çatışmanın iş tatminlerine olan etkisi: Ankara ili örneği(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü, 2023) Yaman, İlke; Sözen, Hulusi CenkKamu ve özel sektör kuruluşlarına bakıldığında iş tatminini etkileyen demografik özellikleri kapsayan bireysel faktörlerin yanı sıra örgütsel birçok faktörün de etkili olduğu görülmektedir. Bu araştırmada iş tatminini etkileyen iki unsur üzerinde yoğunlaşılmıştır. Bunlardan ilki ücret tatminidir. Ücret, işletmeler açısından önemli bir maliyet kalemi oluşturmanın yanı sıra, çalışanların da genellikle yaşamlarını idame ettirebilmek ve ailelerinin geçimlerini sağlayabilmek için elde ettikleri tek gelir kaynağıdır. Ücret sadece fiziki ihtiyaçların tatmini için değil, aynı zamanda bireylerin sosyal ve psikolojik ihtiyaçlarını da karşılanması için önemli bir araçtır. Ayrıca çalışanın performansını ve motivasyonunu olumlu yönde etkileyerek işletmenin verimliliğinin artmasına katkı sağlar. Bu yüzden ücret tatmini hem çalışan hem de işveren tarafından önemlidir. Diğer bir unsur ise örgütsel çatışmadır. Wall ve Callister (1995)’a göre işlevsel çatışma örgütün amaçlarına hizmet ederek performansın artmasını sağlar. Bu nedenle fonksiyonel çatışma örgütün veya işletmenin başarılı olması için faydalıdır. İşlevsel çatışma ayrıca örgüte canlılık kazandırarak yeniliklerin ve değişimlerin gerçekleşmesine aracı olacaktır. Fakat çatışmanın taraflar açısından yıpratıcı bazı etkileri vardır. Bu araştırma ile kişilerin örgüt içerisinde yaşadıkları çatışmaların iş tatmini algısı üzerine ne kadar etki ettiği üzerinde yoğunlaşılmıştır. Örgütsel çatışma ile iş tatmini arasında daha önceden yapılan çalışmalara bakıldığında örgütsel çatışmanın iyi yönetilemediğinde iş tatminini negatif yönde etkisi olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu araştırmanın amacı ise hem ücret tatmininin hem de örgütsel çatışmanın çalışanların iş tatmini üzerinde pozitif mi yoksa negatif mi etkisi olduğunu istatistiksel olarak tespit etmektir. Bunun için veri toplama yöntemi olarak çevrimiçi anket seçilmiş ve Ankara ilinde yaşayıp kamu ve özel sektörde çalışan 232 kişiye bu anket uygulanmıştır. Sürekli bağımsız değişkenin sürekli bir bağımlı değişken üzerine olan etkisi doğrusal regresyon analiziyle test edilmiştir. Ücret tatmini ve örgütsel çatışma ölçeklerinin alt boyutlarının her birinin iş tatmini üzerinde ki etkisine bakılmıştır. Elde edilen sonuçlar ücret tatmininin iş tatminine pozitif yönde etkisi olurken, örgütsel çatışmanın iş tatmini üzerinde negatif etkisi olduğunu istatistiksel olarak desteklemektedir. When public and private sector organizations are examined, it is seen that many organizational factors are effective as well as individual factors including demographic characteristics that affect job satisfaction. This study focused on two factors affecting job satisfaction. The first of these is wage satisfaction. In addition to creating an important cost item for businesses, wages are generally the only source of income for their employees to maintain their lives and to provide for their families. Wages are an important tool not only for the satisfaction of physical needs, but also for meeting the social and psychological needs of individuals. In addition, it contributes to the increase of the efficiency of the enterprise by positively affecting the performance and motivation of the employee. Therefore, wage satisfaction is important for both the employee and the employer. Another element is organizational conflict. According to Wall and Callister (1995), functional conflict increases performance by serving the goals of the organization. Therefore, functional conflict is beneficial for the success of the organization or business. Functional conflict will also bring vitality to the organization and will be instrumental in the realization of innovations and changes. However, the conflict has some wearing effects for the parties. With this research, it has been focused on how much the conflicts experienced by people in the organization have an effect on the perception of job satisfaction. When the previous studies between organizational conflict and job satisfaction are examined, it has been concluded that when organizational conflict cannot be managed well, it has a negative effect on job satisfaction. The purpose of this research is to determine statistically whether both wage satisfaction and organizational conflict have a positive or negative effect on employee job satisfaction. For this, an online questionnaire was chosen as the data collection method and this questionnaire was applied to 232 people living in Ankara and working in the public and private sectors. The effect of a continuous independent variable on a continuous dependent variable was tested with linear regression analysis. The effect of each of the sub-dimensions of wage satisfaction and organizational conflict scales on job satisfaction was examined. The results obtained statistically support that while wage satisfaction has a positive effect on job satisfaction, organizational conflict has a negative effect on job satisfaction.Item Cem Sultan'ın Türkçe divan'ında maddi kültür unsurları(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü, 2023) Mert, İnci; Aytaç, AslıŞairler duygu ve düşüncelerini şiirlerine dökerken içinde yaşadığı dönemin ve toplumun çeşitli niteliklerini şiirlerine yansıtırlar. Farklı dönemlerin şairleri incelendiğinde aşk, sevgi, öfke, sitem gibi benzer konuları işledikleri ancak kullandıkları kelimelerin ve maddî kültür unsurlarının değiştiği görülür. O yüzden tarihî bir dönemi tanımak ve anlamak adına tarihî belgelerin yanı sıra şiirler önemli bir işlev görürler. Halktan kopuk, mecazlarla yüklü bir edebiyat olduğu iddia edilen divan edebiyatı da bu işlevi yerine getirmektedir. Divan şiirinin; maddî kültür unsurları bakımından incelendiğinde mimarî yapılar, kıyafetler, yenilen içilen maddeler gibi toplumun yaşamına dair bilgiler barındırdığı görülmektedir. Bu tez çalışmasında 15. yüzyıl divan şairlerinden Cem Sultan’ın Türkçe Divan’ı incelenmiştir. İncelemeye Halil İbrahim Ersoylu’nun “Cem Sultan’ın Türkçe Divan’ı” isimli çalışması esas alınmıştır. Tez; “Eşya”, “Mimarî”, “Yiyecek-İçecek” ve “Coğrafya” başlıklarını taşıyan dört ana bölümden oluşmaktadır. Maddî kültür unsurları benzerliklerine göre alt başlıklara ayrılmış ve bu alt başlıklar altında divanda adı geçen unsurlar alfabetik olarak sıralanmıştır. Her unsurun açıklaması verilmiş, ardından da unsurun yer aldığı beyitlerden örnek/örnekler verilmiştir. Unsurun divanda kaç kez kullanıldığı, kurduğu tamlamalar belirtilmiş divandaki bağlamı, neyle ilgili olarak kullanıldığı açıklanmıştır. Çalışmanın amacı Cem Sultan’ın “Türkçe Divan”ındaki maddî kültür unsurlarını tespit etmektir. Ancak divanın sahibi olan Cem Sultan’ın yaşamının bilinmesinin şiirlerini anlamlandırmada kolaylık sağlayacağı düşünülerek hayatı, edebî kişiliği ve eserleri hakkında giriş bölümünde kısa bir bilgilendirme yapılmıştır. Çalışmada sonuç bölümü, kaynakça ve dizin bölümlerine yer verilmiştir.While poets reflecting their feelings and poems into their poems, they give importance to the various characteristics of the period and society in which they live. When we analyze the poets of different periods, we see that they deal with similar subjects such as love, affection, anger, and reproach, but their behavior and material culture elements have changed. Therefore, in addition to historical documents, poems play an important role in recognizing and understanding a historical period. Divan literature, which is claimed to be a literature detached from the public and loaded with metaphors, also fulfills this function. Divan poetry; It is seen that information related to social life such as architectural structures, clothes, edibles, etc., in which material cultural elements coexist. This thesis study is about the Turkish Divan of Cem Sultan, who is one of 15th century divan poets. The study was based on Halil İbrahim Ersoylu's “Turkish Divan of Cem Sultan”. Thesis; It consists of four main parts. These are “Stuff”, “Architecture”, “Food and Beverage” and “Geography”. Material culture elements are divided into sub-headings according to their similarities and the elements mentioned in the divan under these subheadings are listed alphabetically under these sub headings. After the explanation of each element, some example/examples are given from the couplets including these elements. The number of times the element was used in the divan, the phrases it formed were specified, and the context in the divan and what it was used for were explained. The aim of the study is identifying material culture elements in Cem Sultan's “Turkish Divan”. However, considering that the family of Cem Sultan, who is the owner of the divan, can easily reach his parents to make sense of his poems, a brief introduction has been made about his life, literary information and works. In the study, there are conclusion, bibliography and index sections.