Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü / European Union and International Relations Institute

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11727/1391

Browse

Search Results

Now showing 1 - 10 of 35
  • Item
    Avrupa Birliği - Türkiye ilişkilerini iklim ve Avrupa yeşik mutabakatı üzerinden okumak
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Kıymaz, Gaye Gizem; Dizdaroğlu, Cihan
    İklim krizi 1990’lı yıllardan itibaren küresel bir sorun haline gelerek Avrupa Birliği’nin (AB) de gündeminde önemli bir yer tutmaya başlamıştır. Bu çerçevede AB, iklim kriziyle mücadelede öncü bir rol oynayarak, AB ekonomisinin çevresel olarak sürdürülebilir olmasını sağlayacak kapsamlı bir politika paketi olan Avrupa Yeşil Mutabakatı’nı 11 Aralık 2019’da kabul etmiştir. Türkiye-AB ilişkileri başlangıçtan itibaren inişli çıkışlı bir yapı göstermektedir ve ikili arasındaki köklü ilişkiler nedeniyle Türkiye iklim krizi ve Avrupa Yeşil Mutabakatı gibi gelişmelerden de doğrudan etkilenmektedir. Her ne kadar Türkiye-AB ilişkileri son yıllarda durma noktasında olsa da taraflar 2012’den beri pozitif gündem çerçevesinde ikili ilişkilerin güçlenmesine çalışmaktadır. Bu kapsamda, vize serbestisi, göç, enerji gibi konular pozitif gündem başlığı altında değerlendirilmiş fakat hiçbiri Türkiye-AB ilişkilerinde pozitif gündem yaratmada uzun ömürlü bir etkiye sahip olamamıştır. Literatürde, Avrupa Yeşil Mutabakatı ve iklim krizinin uzun bir aradan sonra Türkiye-AB ilişkileri üzerindeki olumlu etkisine odaklanan çalışmalar görebilmek mümkündür. Bu yüksek lisans tezi de Türkiye-AB ilişkilerini iklim krizi ve Avrupa Yeşil Mutabakatı çerçevesinde değerlendirmeyi ve söz konusu gündemlerin ikili arasındaki ilişkilerin iyileşmesine bir etkiye sahip olup olmadığını araştırmayı hedeflemektedir. The climate crisis has become a global issıe since the 1990s and has begun to occupy an important place in the agenda of the EU. In this framework, the EU has played a forerunner role in this issue by adopting a comprehensive political package on 11 December 2019 entitled European Green Deal, which will pave the way for environmental sustainability of European economy. The relationship between Turkey and the EU dominated by ups and downs since the beginning, and Turkey has also directly affected by the developments of climate crisis and European Green Deal due to the deep ties between the two. Although the Turkey-EU relations has been standstill for a while, the parties have tried to strengthening the relationship within the framework of positive agenda since 2012. In this context, the issues such as visa liberalization, migration and energy are evaluated under the positive agenda, none of them create a long-term effect in Turkey-EU relations. It is possible to see several studies in the literature that focus on the positive aspect of the European Green Deal and climate crisis on Turkey-EU relations following a long hiatus. This master thesis also aims to evaluate the Turkey-EU relationship within the framework of the climate crisis and European Green Deal and to investigate whether these agendas will have any potential to mend ties between the two.
  • Item
    11 Eylül sonrası değişen güvenlik paradigmaları ışığında nato'nun dönüşümü ve Türkiye'ye etkileri
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2022) Karaca, Mutlu; Dizdaroğlu, Cihan
    Bu tez, 11 Eylül sonrası dönemde NATO’nun güvenlik algısının değişimi ve bu değişimin üye ülkelerden Türkiye Cumhuriyeti güvenliğine olan etkilerine odaklanmaktadır. Tez kapsamında öncelikle dönemsel olarak değişim gösteren güvenlik kavramı ile güvenliğin realizm perspektifinden nasıl anlaşıldığının kavramsal çerçevesi tartışılmaktadır. Müteakiben, NATO’nun özellikle 11 Eylül sonrası dönemde geçirdiği dönüşüm ve güvenlik algısındaki değişiklikler tarihsel olarak incelenmiştir. Tezin odağını Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenlik algısındaki değişim oluşturduğu için öncelikle tarihsel olarak Türk güvenlik algısı incelenmiş, sonrasında güvenlik algısında değişim olup olmadığını tespit etmek amacıyla 2001 sonrasındaki Milli Güvenlik Kurulu basın bildirileri ile söz konusu tarih aralığındaki hükümet programları incelenmiştir. Yapılan araştırmada NATO’nun Türkiye Cumhuriyeti güvenlik mimarisinde önemli bir sütun oluşturduğu tespit edilmiştir. Yine de NATO ile Türkiye Cumhuriyeti arasında tüm konularda mutabık kalındığını ifade etmek güçtür. Nitekim, Türkiye Cumhuriyeti’nin gerek bulunduğu coğrafya gerek Osmanlı İmparatorluğu’ndan alınan tarihi sorunları olduğu ve bu sorunlarla mücadele etmek için NATO desteği olmadan da çaba sarf ettiği görülmektedir. Bu konuların başında önemli bir güvenlik sorunu olan terörizm gelmektedir. Diğer kemikleşmiş sorun ise Yunanistan ile yaşanan Ege ve Akdeniz kaynaklı sorunlardır. Özellikle 2014 yılında Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı sonrası Türkiye, NATO tarafından tekrar tehdit olarak görülmeye başlayan Rusya ile ikili bir ilişki geliştirmektedir. Bunun en önemli sebepleri Rusya’nın tarihi olarak aynı coğrafyada olmasının yanı sıra Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine yaptığı sınır ötesi harekâtlarda Rusya hava sahasını kullanması, Rusya’dan alınan S-400 hava savunma sistemleri ve Mersin’de yapımı devam eden Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin Rusya tarafından yapılması olduğu ifade edilebilir. Sonuç olarak, Türkiye tarihsel olarak bir taraftan NATO’nun güvenlik şemsiyesinden faydalanırken, diğer taraftan da kendi ulusal çıkarlarını korumak adına zaman zaman NATO ile ters düşmektedir. Özetle Türkiye’nin dış politikasını NATO ile paralel olarak yürütmeye çalıştığı fakat ulusal çıkarları doğrultusunda gerektiğinde NATO’nun sorgulayan bir üyesi olduğu öne sürülebilir. This study examines the change in NATO’s security perception in the post-September 11 period and its effects on the security of the Republic of Turkey. First of all, the conceptual framework of security and security, which gained a wide dimension after 1990, was studied from the perspective of realism. Subsequently, the transformation of NATO in the same period and the changes in the perception of security were examined. Then, in order to make sense of the change in the security perception of the Republic of Turkey, first the Turkish security perception was examined historically, and then the decisions of the National Security Council and the Government Programs of the ruling party were examined in order to compare them. In the research, it has been understood that NATO constitutes an important pillar in the security architecture of the Republic of Turkey. However, it cannot be said that there is an agreement between NATO and the Republic of Turkey on all issues. It is seen that the Republic of Turkey has both geographical problems and historical problems taken from the Ottoman Empire, and it has made efforts to combat these problems without NATO support. At the forefront of these issues is the problem of terrorism, which is a national security problem, and separatism. Another entrenched problem is the Aegean and Mediterranean-based problems with Greece. Both problems have historical roots. Especially after the annexation of Crimea by Russia in 2014, Turkey has been developing a special bilateral relationship with Russia, which has again been seen as a threat by NATO. It can be said that the most important reasons for this are Russia's historically being in the same geography, Turkey's use of Russian airspace in its cross-border operations to the north of Syria, acqusition of Russian S-400 missiles, and Turkey's first Nuclear Power Plant, which is under construction in Mersin, is being built by Russia. In short, while Turkey benefits from NATO's security umbrella, it sometimes contradicts NATO in order to protect its own national interests. For example, Turkey did not support to the NATO membership of Sweden and Finland on the grounds that they supported terrorism. In summary, it can be said that Turkey is trying to carry out its foreign policy in parallel with NATO, but it is a questioning member of NATO in line with its national interests.
  • Item
    Soğuk savaş sonrasında nato ve yapısal değişiklikler
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2022) Ok, Ege; Mercan, S. Sezgin
    Bu tezde, NATO’nun uluslararası alanda siyasi etkinliğinin arttırılması sürecinde, örgütün stratejik vizyonunu dönemsel olarak değiştirme girişimlerinin nedenleri incelenecektir. Bu bağlamda NATO’nun Transatlantik alanında, örgütsel faaliyetlerini ve diğer bölgelere de etkisini genişletme politikasında oluşan değişimler gösterilmeye çalışılacaktır. Örgüt kurulduğu tarihten itibaren Rusya Federasyonu’nun, önceki adıyla SSCB’nin, dizginlenmesi ve yayılmasını önleme düşüncesi ön planda yer almaktadır. SSCB dağıldıktan sonra ise NATO gerek kendi üye devletleri tarafından gerekse diğer dünya devletleri tarafından misyonunu tamamlamış bir örgüt olarak görülerek varlığı sorgulanmaya başlanmıştır. Bu tez kapsamında yeni politika açılımları gösteren NATO’nun, Soğuk Savaş koşullarından günümüze kadar olan politik değişim ve karar mekanizmalarındaki önceliklerin dönüşümü açıklanacaktır. Diğer taraftan, NATO’nun üye devletlerinin çıkarları ve dış politikaları arasında farklar gözlenmektedir. Örgütün, süreç içinde Rusya tehdidinden korunma konusundaki ortak politikaları çerçevesinde üye ülkeleri askeri ve ekonomik kaynaklarını bir havuzda toplayarak birleştirmeye yönlendirdiği görülmektedir. Bu durum günümüzde de Çin’in yeni bir tehdit olarak algılanmasından kaynaklı olarak, bu ülkeleri NATO nezdinde önleyici politikalar geliştirmek ve yeni hamleler yapmak zorunda bırakmıştır. Ayrıca tez kapsamında; Libya, Afganistan gibi ülkeleri kapsayan ve NATO’nun etkisini içine alacak bölgesel analizler yapılacaktır. Bu analizler sayesinde NATO’nun zaman içerisinde Kopenhag Okulu çerçevesinde güvenlik algısının ne denli değiştiği ve öncelik sıralamasında devlet güvenliği kapsamından, nasıl farklı sektörlerdeki güvenlik tehditlerine odaklanıldığı ve böylece birey güvenliği gibi farklı sektörlerdeki güvenlikleştirme tutumlarına nasıl geçiş yapıldığı gösterilecektir. Örgütün politik genişleme kapsamında yaşadığı zorluklar ve ikilemler Kopenhag Okulu tarafından öne sürülen argümanlar üzerinden tartışılacaktır. Yeni savaş koşulları altında, yeniden bir politik bütünleşme içerisine giren ittifakın bünyesini sürekli revize ettiği görülmektedir. Değişen dünya düzeni ve savaş konseptlerinin NATO’ya uyarlanması kapsamındaki revizyonlar, yapılan zirveler ve operasyonlar neticesinde şekillenmekte olup, bu tezde dar ve geniş güvenlik anlayışlarının NATO’ya yansımaları gösterilecektir. In this thesis, the main reasons for the attempts to periodically change the strategic vision of the organization in the process of increasing NATO's political effectiveness in the international arena will be examined. In this context, changes in NATO's policy of expanding its organizational activities in the Transatlantic field and its influence in other regions will be evaluated. Since the establishment of the organization, the idea of restraining and preventing the expansion of the Russian Federation, formerly the USSR, has been at the forefront within NATO. After the collapse of the USSR, NATO was seen as an organization that had completed its mission, and its existence began to be questioned both by its own member states and by other world states. In the thesis, NATO’s, which shows new policy initiatives, political change and the transformation of priorities in decision mechanisms from the Cold War to the present will be explained. On the other hand, the differences between the NATO’s member state’s interests and its foreign policies will be observed. It is seen that the organization directed the member countries to gather their military and economic resources together within the framework of their common policies on protection from the Russian threat. Today, this situation has forced these countries to develop preventive policies and take new steps in the presence of NATO due to the perception of China as a new threat. In addition, within the scope of the thesis; regional analyzes covering countries such as Libya, Afghanistan and including the impact of NATO into such countries will be performed. Thanks to these analyzes, it will be shown how much the perception of security has changed over time within the framework of the Copenhagen School of NATO and the transition from the scope of state security to individual security. The difficulties and dilemmas of the organization within the context of political expansion will be discussed through the Copenhagen School. Under the new war conditions, it is seen that the alliance, which has entered a political integration again, constantly revises its structure. The revisions within the context of adapting the changing world order and war concepts to NATO are shaped because of the summits and operations, and the reflections of narrow and broad security understandings on NATO will be shown in this thesis.
  • Item
    Jeopolitik bir entite olarak K.K.T.C.’nin Türkiye’nin ekonomik güvenliğine etkileri
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2022) Bal, Altuğ Gürkan; Karadağ, Haluk
    Kıbrıs meselesi 1955 yılından bugüne Türk dış politikasının en önemli konuları arasında yer almaktadır. Kıbrıs meselesi tahlil edilirken öncelikle uluslararası sistemdeki güç dağılımındaki değişim tespit edilmelidir. Dünya düzeni 2008 yılından sonra çok kutuplu bir yapıya dönüşmektedir. Çok-kutuplu dünya düzeni neo-realist bir perspektifle devletleri uluslararası ilişkilerde ana aktör olarak ön plana çıkararak güç merkezli politikaların egemen olmasına sebebiyet vermektedir. Bu durum, orta büyüklükte bir devlet olan Türkiye’nin bölgesinde daha aktif bir dış politika izlemesine imkân vermektedir. Türkiye’nin ekonomik güvenliğinin sağlanmasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (K.K.T.C.) jeopolitik bir entite olarak stratejik bir öneme haizdir. K.K.T.C.’nin varlığı, Doğu Akdeniz hidrokarbon kaynakları üzerindeki egemenlik çatışmasında coğrafi konumu sebebi ile Türkiye’nin ekonomik olarak ihtiyaç duyduğu enerji kaynakları üzerinde hak sahibi olmasına imkân tanımaktadır. Bunun yanı sıra, K.K.T.C.’nin varlığı ve Ada’da Türk askeri gücü, Türkiye’ye alternatif enerji nakil projelerinin gerçekleşmesini engelleyerek, Türkiye’nin enerji merkezi olma politikasını desteklemektedir. Türkiye’nin uluslararası enerji politikası çerçevesinde İskenderun Körfezi kritik öneme sahip bir coğrafi kesimdir. Aynı zamanda dış ticaretinin %60’ını deniz yolu ile yapan Türkiye’nin en önemli ihracat limanları Mersin ve İskenderun Limanlarıdır. Deniz jeopolitiğinin temel prensipleri olan deniz ticaret ve enerji iletim hatlarının korunmasında Türkiye için K.K.T.C.’nin varlığı stratejik önemdedir. Türkiye’nin en önemli gelir kaynaklarından biri olan turizm sektörünün merkezlerinden biri Antalya’dır. Antalya Körfezi’nin askeri güvenliği Türkiye’nin turizm sektöründen ekonomik kazanım elde etmesi için vazgeçilmezdir. Antalya Körfezi’nin güvenliği için de K.K.T.C.’nin varlığı stratejik öneme sahiptir. Türkiye’nin kurulu elektrik gücünün yaklaşık %20’si ve yapımı devam eden Akkuyu Nükleer Reaktörü Kıbrıs coğrafyasına çok yakın bir mesafededir. Kıbrıs’ta K.K.T.C.’nin varlığını ortadan kaldıracak siyasi bir değişim Türkiye’nin askeri güvenliğini doğrudan tehdit edecek ve Türkiye’nin güney sınırları saldırıya açık hale gelecektir. Bu durum sadece Türkiye’nin genel güvenliğine değil, muhtelif yönlerden ekonomik alt yapısının önemli bir kısmını da barındıran güney coğrafyasının tehdit altına girmesinden dolayı ekonomik güvenliğini de doğrudan etkileyecektir. Bu sebeplerden dolayı, Kıbrıs’ın Türkiye’nin ekonomik güvenliğine etkisinin temel taşı K.K.T.C.’nin varlığıdır. Cyprus issue has a pivotal role in the Turkish foreign policy issues since 1955. Before analyzing Cyprus issue, change of power distribution in international system should be examined at first glance. World order has been changing in a multipolar structure since 2008. Multipolar world order with a neorealistic perspective causes domination of power politics by featuring states as main actors in international relations. This situation allows Türkiye to implement a more active foreign policy as a middle size state. Turkish Republic Of Northern Cyprus (TRNC) has a strategic importance as a geopolitical entity for providing economic security of Türkiye. In the conflict of East-Mediterranean hydrocarbon reserves, because of its geographic location, TRNC, allows Türkiye eligible for energy reserves which is economically vital for Türkiye. Besides this, TRNC and Turkish military presence on the island support Türkiye’s energy-hub policy by preventing energy supply lines alternative to Türkiye route. İskenderun Bay is a geographical zone which has a vital a role in the framework of Türkiye’s international energy policy. Moreover, Mersin and İskenderun Ports have a critical role in Türkiye’s foreign trade approximately %60 of which is realized in sea lanes. TRNC has also a vital role for Türkiye in protecting sea trade and energy transport lines which are the basic parameters of sea geopolitics. One of the centers of tourism industry which is vital for Turkish economy in Türkiye is Antalya province. Security of Antalya Bay is irrevocable for Türkiye to gain economic revenue from tourism industry. To secure Antalya Bay in a military perspective, TRNC has a strategic importance as well. Approximately %20 of Türkiye’s installed capacity and ongoing Akkuyu Nuclear Reactor are located very near distance of Cyprus geography. A political change which causes disappearance of TRNC in Cyprus will directly threat Türkiye’s security and southern coasts of Türkiye become vulnerable to an amphibious assault. This situation not only effects on Türkiye’s general security condition but also directly effects on Türkiye’s economic security by threatening the southern coasts of Türkiye in many respects which contains an important part of Turkish economic infrastructure. As a result, the milestone of Turkish economic security in Cyprus is keeping the geopolitical entity of TRNC under shelter.
  • Item
    Avrupa Birliği ekonomi güvenliği: tehdit algısı inşa sürecinde bir kuşak bir yol girişimi
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2022) Demiroğlu, Oğulcan; Karadağ, Haluk
    Bu çalışma, Çin’in modern ipek yolu projesi olarak nitelendirilen Bir Kuşak Bir Yol Girişimi’ne karşı Avrupa Birliği’nin yeterli düzeyde aksiyon alıp alamadığını ve literatürde önemli bir kavram olan ekonomi güvenliği kavramı çerçevesinde Girişimin Avrupa Birliği üzerinde tehdit algısı oluşturup oluşturmadığını tartışmaktadır. Çalışmanın ilk bölümünde ekonomi güvenliği kavramı ve neoliberal kuram bağlamında AB ekonomi politiğinin değerlendirilmesi yapılmaktadır. Bölüm iki ve üç çalışmanın ana hedefini oluşturan bölümlerdir. İkinci bölüm, AB ve Çin’in ekonomik ilişkilerine açıklık kazandırılan ve devamında Kuşak-Yol Girişimine odaklanılan bölümdür. Üçüncü bölüm ise Avrupa Birliği’nin, Kuşak-Yol Girişimine karşı tehdit algısı inşa sürecini ortaya koymayı hedefler. Bu bölümde hem bir blok olarak AB’yi ele alırken hem de daha geniş anlamda ayrıntılı bir bakış açısı sunmak için Avrupa Birliği üye ülkeleri farklı gruplara ayrılarak incelenmiştir. Çalışmanın Sonuç kısmında ortaya konulan tüm bulgu ve yorumlar çerçevesinde toparlayıcı ve bütünlük oluşturacak bir tartışma yapılarak “AB’nin Kuşak -Yol Girişimi’ne karşı aldığı önlemler yeterli midir?” sorusuna cevap aranmıştır. Böylece Avrupa Birliği üyesi ülkelerin Birlik ve ulusal çıkarları için ürettiği ekonomik güvenlik politikalarının Bir Kuşak Bir Yol Girişimi’nin tamamlanması durumunda ortaya çıkabilecek olası etkileri karşılamaya yeterli olup olmadığı hususuna açıklık getirilmiştir. This study discusses whether the European Union has taken sufficient action against the One Belt One Road Initiative, also described as China’s modern silk road project, and whether the Initiative creates a threat perception on the European Union within the framework of the important concept of economic security. In the first part of the study, the EU’s political economy is evaluated in the context of the notion of economic security and neoliberal theory. Part two and three comprise study’s main objectives. The second part clarifies the economic relations of the EU and China and focuses on the Belt-Road Initiative. The third part aims to reveal the threat perception process of the European Union against the Belt-Road Initiative. In this part, along with discussing EU as a block, the member nations of the European Union are examined by dividing them into different groups in order to provide a broader, detailed perspective. In the conclusion part of the study, a comprehensive and integrated discussion is made within the framework of all the findings and comments, and the answer to the question “Are the measures taken by the EU against the Belt-Road Initiative sufficient?” is searched for. Thus, it has been clarified that whether the economic security policies produced by the European Union member nations for the union and national interests are sufficient to meet the possible effects that may arise in the event of the completion of the One Belt One Road Initiative.
  • Item
    Türkiye'de prekaryanın yükselişi: Ev hizmetlerinde çalışan kadın göçmenler
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2022) Akgün, Pınar; Damar, Erdem
    Türkiye’ye yönelik göç hareketleri uzun yıllardır var olsa da son on yılda dikkat çekici bir şekilde artmıştır. Buna bağlı olarak, göçmenler Türkiye’deki görünürlükleri artmış, hayata ne kadar karıştıkları belirginleşmiştir. Küçük yaşlardan itibaren çalışma hayatına karışmış milyonlarca göçmen Türkiye işgücü piyasalarında varlığını sürdürmektedir. Göçmenlerin neredeyse her sektörde ucuz emek olarak görülmesi ise ciddi sorunları beraberinde getirmektedir. Göçmenler, neoliberalizmle yaygınlaşan esnek ve güvencesiz çalışmadan toplumda en çok etkilenen kesimdir. Esnek istihdam biçimlerinde güvencesiz bir şekilde çalışan insanların prekarya olarak tanımlanan yeni bir sınıfı oluşturduğunu iddia eden yeni bir literatür vardır. Bu literatürde bir sınıf olarak prekarya neoliberal politikaların sonucunda ortaya çıkmıştır ve büyümeye devam etmektedir. Buna bağlı olarak Türkiye’de göçmen emeğinin dikkat çekici derecede fazla olduğu ev içi hizmetler özellikle önem kazanmaktadır. Ev içi hizmetlerin emekçisi göçmen kadınlar, Türkiye’de çalışırken birçok sorunla karşılaşmaktadır. Bu tez, Türkiye’de ev içi hizmetlerde çalışan göçmen kadınların çalışma hayatındaki sorunları değerlendirerek ilgili literatüre sınıf odaklı bir katkı sunmayı amaçlamaktadır. Bu değerlendirmeyi Guy Standing’in prekarya kavramı çerçevesinde yaparak yeni bir bakış açısı sağlamaya çalışmaktadır. Standing’in yaklaşımından farklı olarak prekarya kavramı ayrı bir sınıf olarak değil proletarya içerisindeki bir kesim olarak değerlendirilmiştir. Migration from different countries to Turkey have existed for many years. However it has increased remarkably after Syrian civil war. Accordingly, the visibility of immigrants in Turkey has increased and it has become clear how much they are involved in social life. Millions of immigrants who have been involved in working life from an early age continue to exist in the Turkish labor market. The fact that immigrants are seen as cheap labor in almost every sector brings serious problems. Immigrants are the segment most affected by the flexible and insecure work spread by neoliberalism. There is a flourishing literature arguing that people who work in a precarious way in flexible employment form a new class called precariat. This class emerged as a result of neoliberal policies and continues to grow. Accordingly, domestic services, where migrant labor is remarkably high, gain particular importance in Turkey. Migrant women working in domestic services face many problems while working in Turkey. This thesis aims to make a class-oriented contribution to the literature by evaluating the problems in the working life of migrant women working in domestic services in Turkey. It tries to provide a new perspective by making this evaluation within the framework of Guy Standing's concept of precariat. Unlike Standing’s approach, the concept of precariat is not considered as a separate class, but as a segment within the proletariat.
  • Item
    Devlet inşasında kalpleri ve zihinleri kazanmak: NATO-Afganistan örneği
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Parlak, Emre; Karadağ, Haluk
    II.Dünya Savaşı’nın ardından Almanya, Ruanda, Bosna ve Afganistan gibi çeşitli nedenlerleuluslararası sisteme tekrar dâhil olabilmek için yönetimsel ya da ekonomik fonksiyonlarını yürütemeyen bölgelerde dış müdahalelerle devlet inşası faaliyetleri yürütülmeye başlanmıştır. Devlet inşasında temel amaç inşa edilen devletin dış müdahale sona erdikten sonra da uluslararası sisteme entegrasyonunun sorunsuz şekilde sürdürülebilmesidir. Devlet inşası müdahaleleri çoğunlukla batılı devletlerce yürütülmektedir. Müdahalede bulunan gruplar, bildikleri batılı demokratik kurumları tanımadıkları toplumlara kabul ettirmeye çalışmaktadır. Ancak her devlet demokratik yönetimi kabul etmemektedir. Tarihten gelen yönetim anlayışlarına körü körüne bağlı toplumlar da bulunmaktadır. Hatta ulus devlet olamamış toplumlarda da devlet inşasına ihtiyaç duyulduğu durumlar yaşanmaktadır. Bazı toplumlar devletin otoritesinden bağımsız bir şekilde bölgesel, kabilesel ya da feodal yapılar şeklinde yönetilmektedir. Bu nedenle, devlet inşası çalışmalarında toplumun ortak beklentilerinin belirlenerek tüm toplumun beklentilerini karşılayacak bir yöntem uygulamak önemlidir. Kısacası topluma ulaşılarak kalplerinin ve zihinlerinin kazanılması kilit bir rol oynamaktadır. Burada belirtilen “kalpler”, müdahaleye karşı oluşabilecek isyanlara karşı çıkmanın toplumun faydasına olduğunu; “zihinler” ise müdahil güçlerin toplumu korumayı amaçladığını açıklamaktadır. Toplum tarafından bu iki olgu yeterince kabullenildiğinde, müdahaleye karşı direniş yerine destek verme eğilimi oluşmaktadır. Afganistan’a uluslararası müdahale de bu minvalde liberal bir müdahale olarak gerçekleşmiştir. Askeri ve sivil tüm unsurlar toplumun kalplerini ve zihinlerini kazanmak üzerine kurulan bir strateji ile liberal bir devlet inşası amacına yönlendirilmiştir. 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’ye yönelik terör saldırılarının ardından ilk defa NATO Anlaşmasının 5’inci maddesi yürürlüğe konmuş ve saldırıları Taliban yönetiminin ev sahipliğinde Afganistan’da kamplaşan El Kaide’nin üstlenmesi üzerine Afganistan’a uluslararası bir müdahale başlatılmıştır. Taliban’ın yönetimden çekilmesinin ardından Bonn Konferansı’yla geçici yönetim kurulmuş, bu yönetimin desteklenmesi ve ülke inşasının sağlanması için Uluslararası Güvenlik Desteği Gücü (International Security Assistance Force-ISAF) oluşturulmuş ve 2003 yılında BMGK’nın 1510 Sayılı Kararı ile ISAF sorumluluğu NATO’ya devredilmiştir. ISAF sorumluluğunun devredilmesi sonucunda NATO, Taliban ve El Kaideyle mücadelenin yanında yeni kurulan yönetimin desteklenmesi ve tüm ülkede otoritesinin tesis edilmesine, ülkedeki sosyal reformların tesisine, kalkındırma faaliyetlerinin yürütülmesine ve Afgan güvenlik güçlerinin yetiştirilmesine öncülük etmeye başlamış ve müdahale 20 yıl sürmüştür. Ancak tüm bu çabalara rağmen yeni yönetim tüm ülkede egemenlik sağlayamamış, Taliban’a karşı bir üstünlük kurulamamış ve NATO güçlerinin ülkeden ayrılmasının ardından Afganistan devlet yönetiminden eğitime, insan haklarından ekonomiye ulaşılan seviyesini koruyamamış ve tekrar başarısız bir devlet konumuna düşmüştür. Bu durumun bir nedeni de NATO’nun Afganistan’da sorumluluğunu üstlendiği devlet inşası faaliyetlerinin Afgan toplumu tarafından tam olarak kabul görmemesi ve Taliban’ın bu durumdan faydalanması olmuştur. After World War II, in regions such as Germany, Rwanda, Bosnia and Afghanistan, where there was a lack of administrative or economic functions to be reintegrated into the international system for numerous reasons, foreign interventions to implement state-building activities began. The main purpose of state-building is to ensure that the integration of the constructed state into the international system can continue after the intervention. Interventions in state-building are mostly conducted by western states. The intervening groups try to impose the western democratic institutions they know on the societies they do not recognize. However, not every state accepts the western democratic governance. There are also societies that are committed to their historical management concepts. Some societies may be governed as regional, tribal, or feudal structures independent of the authority of the central government. For this reason, it is important first to determine the common expectations of the target society in the state building works, then to apply a suitable method that meets the expectations of the whole society. In short, reaching out to society and winning their hearts and minds plays a key role. The "hearts" mentioned here states that it is in the interest of society to oppose any rebellion against interference; "minds" explains that the aim of the forces involved is to protect the society. When these two phenomena are sufficiently accepted by the society, there is a tendency to support intervention instead of resistance. In this regard, the international intervention in Afghanistan has also taken place as a liberal intervention. All elements, military and civilian, have been directed towards the goal of building a liberal state with a strategy based on winning the hearts and minds of society. On September 11, 2001, Article 5 of the NATO Treaty was put into effect for the first time after the terrorist attacks against the United States, and an international intervention was launched in Afghanistan upon the responsibility of Al Qaeda, which was camped in Afghanistan under the hosting of the Taliban administration. Following the withdrawal of the Taliban, an interim administration was established with the Bonn Conference, the International Security Assistance Force (ISAF) was established to support this administration and ensure the construction of the country, and in 2003, the UNSC Resolution 1510 transferred the responsibility of ISAF to NATO. As a result of the transfer of responsibility, NATO began to support the newly established administration and establish its authority throughout the country, to establish social reforms in the country, to conduct development activities and to train Afghan security forces, in addition to fighting the Taliban and al-Qaeda. The intervention lasted for 20 years. However, despite all these efforts, the new administration could not establish authority over the whole country and could not establish an advantage over the Taliban. Consequently, after the departure of NATO forces, Afghanistan could not sustain the level of state administration from state administration to education, human rights to economy, and became a failed state again. One reason for this is that the state-building activities for which NATO assumed responsibility in Afghanistan have not been fully accepted by the Afghan community and the Taliban have taken advantage of this situation.
  • Item
    Türkiye'de neoliberal politikalara emeğin rızasının inşası: Sınıf hegemonyası mı, parti hegemonyası mı?
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2022) Bingöl, Şehnaz Dilan; Oğuz, Şebnem
    Neoliberal politikaların 1980’li yıllardan itibaren uygulanmaya başlanmasıyla Türkiye’de emekçilerin sömürülmesini ve güvencesizleşmesini destekleyen bir yapı oluşmaya başlamıştır. Neoliberal politikalarla birlikte devletin piyasanın bir aktörü gibi görüldüğü ve neoliberal dönüşüme karşı emekçilerin işgücü piyasasıyla baş başa bırakıldığı bir durum ortaya çıkmıştır. Bu çalışma, neoliberal politikalara emeğin rızasının inşa edilme sürecini hegemonya üzerinden incelemeyi amaçlamaktadır. Çünkü emeğin, yarattığı esnekleşmeye ve güvencesizliğe rağmen neoliberal uygulamalara rıza gösteriyor oluşu önem arz eden bir konudur. Buradan hareketle çalışmanın birinci bölümünde hegemonyanın tanımından ve hegemonyanın öznesine dair literatürdeki ayrımdan bahsedilmiştir. Türkiye’deki literatür, ülkemizdeki rıza inşa sürecinin açıklamasını yaparken partiye odaklı kalmıştır ve sınıf hegemonyası boyutu ihmal edilmiştir. Bu nedenle Türkiye’de emeğin rızasının oluşumunu derinlemesine analiz edebilmek için, bu çalışmada sınıf hegemonyası da ele alınarak bu boşluğun doldurulması amaçlanmıştır. İkinci bölümde Türkiye’de uygulanan neoliberal politikalar kapsamında atılan adımlardan ve bunların emekçiler üzerindeki olumsuz etkilerinden bahsedilmiştir. Üçüncü bölümde neoliberal politikalara kaynaklık ettiği düşünülen sınıf hegemonyası incelenmiş ve hegemonyanın emeğin rızasını üreten aygıtları araştırılmıştır. Sınıf hegemonyasının inşa ettiği emeğin rızası; sendikasızlaşma, işsizlik, tüketim kültürü, kapitalizmin alternatifsizliği, sınıf hegemonyasının değerlerinin kabulü ve medya üzerinden açıklanmaya çalışılmıştır. Dördüncü ve son bölümde ise Adalet ve Kalkınma Partisi’nin hegemonyanın öznesi olarak tanımlanıp tanımlanamayacağı netleştirilmiştir. Aynı zamanda da AKP’nin neoliberal politikaların Türkiye’deki sistemik uygulayıcısı olarak emeğin rızasını inşa etmede ne gibi etkileri olduğu incelenmiştir. Bu incelemeler yapılırken AKP’nin sıklıkla kullandığı mağduriyet söyleminden, muhafazakârlıktan, sosyal yardım politikalarından ve popülist söylemlerden yola çıkılmıştır. Bu temel aygıtların yardımıyla parti hegemonyası varsayımının emeğin rızasını nasıl inşa ettiği açıklanmaya çalışılmıştır. İki farklı hegemonya düşüncesinin ve aygıtlarının incelenmesi sonucunda AKP’nin ve burjuva sınıfının, hegemonya tartışmaları içerisindeki konumları netleştirilmiştir. With the implementation of neoliberal policies since the 1980s, a structure that supports the exploitation and precariousness of workers started to emerge in Turkey. With neoliberal policies, a situation emerged where the state is seen as an actor of the market and the workers are left alone with the labor market against the neoliberal transformation. This study aims to examine the process of constructing the consent of labor to neoliberal policies through hegemony. Because it is an important issue that labor consents to neoliberal practices despite the flexibility and insecurity it creates. From this point of view, in the first part of the study, the definition of hegemony and the distinction in the literature about the subject of hegemony are mentioned. While the literature on Turkey explains the consent building process in our country, it remains party-oriented and the class hegemony dimension is neglected. For this reason, in order to analyze the formation of the consent of labor in Turkey in depth, this study aims to fill this gap by considering class hegemony. In the second part, the steps taken within the scope of the neoliberal policies implemented in Turkey and their negative effects on the workers are mentioned. In the third chapter, class hegemony, which is thought to be the source of neoliberal policies, is examined and the apparatuses of hegemony that produce the consent of labor are investigated. The consent of labor built by class hegemony is explained through non-unionization, unemployment, consumption culture, the lack of alternatives of capitalism, the acceptance of the values of class hegemony and the media. In the fourth and last part, it has been clarified whether the Justice and Development Party can be defined as the subject of hegemony. At the same time, the effects of AKP on constructing the consent of labor as a systemic implementer of neoliberal policies in Turkey were examined. While making these analyzes, the AKP's frequently used victimization discourse, conservatism, social aid policies and populist discourses were taken into consideration. With the help of these basic devices, this thesis tries to explain how the assumption of party hegemony builds the consent of labor. As a result of the examination of two different hegemony ideas and devices, the positions of the AKP and the bourgeois class in hegemony debates is aimed to be clarified.
  • Item
    Türkiye-AB ortak eylem planı ekseninde Suriyeli sığınmacı krizinin sivil toplum alanında yönetişim boyutu ve Türkiye incelenmesi
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) İnan, Fulorya
    2011 yılında Suriye’de başlayan 2014 yılında en yüksek noktaya ulaşan sığınmacı krizinin en önemli yanı sınır komşusu olan Türkiye’yi etkilemiş olmasıdır. Bu etkilerle birlikte ulusal ve uluslararası aktörlerin yanı sıra sivil toplum kuruluşları (STK) Türkiye’de göç yönetişimi alanında önemli insani yardım çalışmalarına imza atmıştır. Özellikle Türkiye-AB arasında imzalanan Ortak Eylem Planı, yönetişim modelinin önemli bir adımı olmuştur. Bu Eylem Planı Suriye’deki krizin yol açtığı duruma koordineli çabalarla geçici koruma altındaki Suriyelilerin desteklenmesi ve küresel göç yönetişimi konusunda işbirliğinin arttırılması yönünde Türkiye ve AB arasındaki önemli bir mutabakatı yansıtmaktadır. Bu mutabakat ekseninde krizin insani yardım kuruluşları aracılığıyla ivedi ve ilkeli bir şekilde yönetilmesi ön görülmüştür. Küresel göç yönetişiminde kapsamlı, bütünsel, hem yapıyı hem de kurumları bir araya getirebilen, sosyo-mekansal analizler yapabilen, dinamik ve göç deneyimlerine sahip gereklilikler önem taşımaktadır. Bu nedenle bu çalışmada Avrupa Birliği Sivil Koruma ve İnsani Yardım Operasyonu (European Civil Protection and Humanitarian Aid Operations - ECHO) fonu kapsamında sosyal uyum çalışmaları yürüten Türk Kızılayının, koruma programı yürüten Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin (United Nations High Commissioner for Refugees - UNCHR) ve geçim kaynakları programını yürüten Birleşmiş Milletler Göç Kuruluşunun (United Nations International Organization for Migration - IOM) küresel göç yönetişim boyutu Neoliberal Kurumsalcılık perspektifiyle ele alınmıştır. Neoliberal Kurumsalcılık Nye ve Keohane’nin temsil ettiği uluslararası iş birliğine odaklanan devleti tek başına ana aktör değil, sadece toplumsal grupların çıkarlarının üretilmesinde bir araç olarak konumlandırmıştır. Bu tez çalışmasında yer alan tüm insani kuruluşlar göç konusunda büyük deneyimler elde etmiştir. Uygulanan yönetişim modeli sığınmacı krizinin azalmasında ve sosyal uyumun oluşturulmasında kilit rol oynamıştır. Bu çalışmada cevabı aranan temel soru ‘Türkiye-AB Ortak Eylem Planı’ ekseninde, Türkiye’deki Suriyeli sığınmacı krizinin küresel göç yönetişimi boyutunun ve insani yardım çalışmalarının Neoliberal Kurumsalcılık perspektifiyle nasıl değerlendirildiği?’dir. Bu çalışmaya katkı sağlayacak önemli nokta Türkiye-AB Ortak Eylem Planıyla birlikte temeli atılan insani yardım programlarının incelenmesidir. Bu programlar, sığınmacı krizi boyunca kritik önem taşıyan koruma, sosyal uyum ve geçim kaynakları gibi önemli yönetişim çalışmalarıdır. Starting in 2011 in Syria and reaching its peak in 2014, the most critical aspect of the refugee crisis is that it has affected Turkey, which is a neighboring country. Along with these impacts, national and international actors as well as non-governmental organizations (NGOs) have undertaken significant humanitarian work in the field of migration governance in Turkey. In particular, the Joint Action Plan signed between Turkey and the EU has been an important step in the governance model. This Action Plan reflects an important agreement between Turkey and the EU to support Syrians under temporary protection through coordinated efforts to the situation caused by the crisis in Syria and to increase cooperation on global migration governance. This agreement envisages an urgent and principled management of the crisis through humanitarian organizations. Global migration governance needs to be comprehensive, holistic, able to bring together both structures and institutions, capable of socio-spatial analysis, dynamic and with migration experiences. For this reason, in this study, the global migration governance dimension of the Turkish Red Crescent, which carries out social cohesion activities within the scope of the European Union Civil Protection and Humanitarian Aid Operations (ECHO) fund, the United Nations High Commissioner for Refugees (UNCHR), which carries out a protection program, and the United Nations International Organization for Migration (IOM), which carries out a livelihoods program, are examined from the perspective of Neoliberal Institutionalism. Neoliberal Institutionalism, with its focus on international cooperation represented by Nye and Keohane, positioned the state not as the main actor per se, but only as an instrument for the production of the interests of social groups. All the humanitarian organizations involved in this thesis have had extensive experience with migration. The governance model implemented has played a key role in reducing the refugee crisis and building social cohesion. The main question this study seeks to answer is 'how the migration governance dimension of the Syrian refugee crisis in Turkey and humanitarian aid efforts have been advanced in the context of the Turkey-EU Joint Action Plan' from the perspective of Neoliberal Institutionalism. The key contribution to this study is to examine the humanitarian aid programs that were established with the Turkey-EU Joint Action Plan. These programs are important governance efforts such as protection, social cohesion and livelihoods, which have been critical throughout the refugee crisis.
  • Item
    Birleşmiş milletler barış gücü operasyonlarında bölgesel örgütlerin hak ihlalleri: Afrika birliği operasyonları
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Karakaya, Ebrar Yağmur; Karadağ, Haluk
    Soğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası sistemin polisi olarak adlandırılan Birleşmiş Milletler’in uluslararası barış ve güvenliği sağlamak ve korumak amacıyla gerçekleştirdiği barış gücü operasyonları uluslararası sistemin revizyon etkileriyle beraber dönüşüme uğramış ve kapsamı genişlemiştir. Soğuk savaş dönemi ve öncesinde daha çok yumuşak diplomasi faaliyeti olan arabuluculuk kapsamında gerçekleştirilen operasyonlar bu dönemden sonra gerekli görülen durumlarda zorlayıcı eylemleri de içermeye başlamıştır. Bu değişim ve dönüşümde etkili olan temel unsurların başında özellikle Afrika gibi sömürge devletlerini bünyesinde barındıran kıtalarda yaşanan iç savaş ve çatışmalar gelmektedir. Hiç kuşkusuz yaşanan iç savaş ve çatışmaların en büyük etkisi birey üzerinde olmaktadır. Bölgesel düzeyde başlayan şiddetin ulus aşan bir hal alması uluslararası barış ve güvenliğin sağlanmasında en büyük engeldir. Bu engelin kaldırılması, dünya barışının sağlanması ve insan haklarının korunması misyonlarına sahip olan Birleşmiş Milletler, Afrika bölgesinde Afrika Birliği ile işbirliği yaparak bölgede aktif rol olmaktadır. BM- AfB iş birliğinde gerçekleşen ve BM bünyesinde “mavi bereliler” olarak adlandırılan barış gücü askerlerinin sığınma kamplarındaki kadın ve kız çocuklarına cinsel şiddet ve sömürü uygulaması uluslararası sistemin üzerinde ciddiyetle durması gereken bir konudur. İç savaş ve çatışmaların yoğun olarak yaşandığı ve bünyesinde birçok insan hak ihlalini barından Somali, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ nde çok ciddi cinsel şiddet ve istismar vakaları yer almaktadır. Birleşmiş Milletler ordusunun olmayışı ve dolayısıyla Afrika Birliği ve Afrika Birliği üye devletlerinin askerlerinden yararlanan Birleşmiş Milletler hakkındaki bu iddialar BM’ye zarar vermekte ve uluslararası sistemdeki imajını zedelemektedir. The peacekeeping operations carried out by the United Nations, which is called the police of the international system in the post-Cold War period, to ensure and protect international peace and security, have been transformed and expanded in scope with the revision effects of the international system. Operations carried out within the scope of mediation, which was mostly a soft diplomacy activity during and before the Cold War, started to include coercive actions when deemed necessary after this period. At the beginning of the main factors that are effective in this change and transformation are the civil wars and conflicts experienced especially in the continents that include colonial states such as Africa. Undoubtedly, the biggest impact of civil wars and conflicts is on the individual. Transnational violence, which started at the regional level, is the biggest obstacle to ensuring international peace and security. The United Nations, which has the mission of removing this obstacle, ensuring world peace and protecting human rights, takes an active role in the African region by cooperating with the African Union. The sexual violence and exploitation of women and girls in the refugee camps by peacekeepers, who are called “blue berets” within the UN-AfB cooperation, is an issue that should be seriously emphasized by the international system. There are very serious cases of sexual violence and abuse in Somalia, the Central African Republic and the Democratic Republic of Congo, where civil wars and conflicts are intense and where many human rights violations are experienced. These allegations about the United Nations, which benefit from the absence of the United Nations army and therefore the soldiers of the African Union and African Union member states, harm the UN and tarnish its image in the international system.