Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü / European Union and International Relations Institute

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11727/1391

Browse

Search Results

Now showing 1 - 4 of 4
  • Item
    Avrupa Birliği - Türkiye ilişkilerini iklim ve Avrupa yeşik mutabakatı üzerinden okumak
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Kıymaz, Gaye Gizem; Dizdaroğlu, Cihan
    İklim krizi 1990’lı yıllardan itibaren küresel bir sorun haline gelerek Avrupa Birliği’nin (AB) de gündeminde önemli bir yer tutmaya başlamıştır. Bu çerçevede AB, iklim kriziyle mücadelede öncü bir rol oynayarak, AB ekonomisinin çevresel olarak sürdürülebilir olmasını sağlayacak kapsamlı bir politika paketi olan Avrupa Yeşil Mutabakatı’nı 11 Aralık 2019’da kabul etmiştir. Türkiye-AB ilişkileri başlangıçtan itibaren inişli çıkışlı bir yapı göstermektedir ve ikili arasındaki köklü ilişkiler nedeniyle Türkiye iklim krizi ve Avrupa Yeşil Mutabakatı gibi gelişmelerden de doğrudan etkilenmektedir. Her ne kadar Türkiye-AB ilişkileri son yıllarda durma noktasında olsa da taraflar 2012’den beri pozitif gündem çerçevesinde ikili ilişkilerin güçlenmesine çalışmaktadır. Bu kapsamda, vize serbestisi, göç, enerji gibi konular pozitif gündem başlığı altında değerlendirilmiş fakat hiçbiri Türkiye-AB ilişkilerinde pozitif gündem yaratmada uzun ömürlü bir etkiye sahip olamamıştır. Literatürde, Avrupa Yeşil Mutabakatı ve iklim krizinin uzun bir aradan sonra Türkiye-AB ilişkileri üzerindeki olumlu etkisine odaklanan çalışmalar görebilmek mümkündür. Bu yüksek lisans tezi de Türkiye-AB ilişkilerini iklim krizi ve Avrupa Yeşil Mutabakatı çerçevesinde değerlendirmeyi ve söz konusu gündemlerin ikili arasındaki ilişkilerin iyileşmesine bir etkiye sahip olup olmadığını araştırmayı hedeflemektedir. The climate crisis has become a global issıe since the 1990s and has begun to occupy an important place in the agenda of the EU. In this framework, the EU has played a forerunner role in this issue by adopting a comprehensive political package on 11 December 2019 entitled European Green Deal, which will pave the way for environmental sustainability of European economy. The relationship between Turkey and the EU dominated by ups and downs since the beginning, and Turkey has also directly affected by the developments of climate crisis and European Green Deal due to the deep ties between the two. Although the Turkey-EU relations has been standstill for a while, the parties have tried to strengthening the relationship within the framework of positive agenda since 2012. In this context, the issues such as visa liberalization, migration and energy are evaluated under the positive agenda, none of them create a long-term effect in Turkey-EU relations. It is possible to see several studies in the literature that focus on the positive aspect of the European Green Deal and climate crisis on Turkey-EU relations following a long hiatus. This master thesis also aims to evaluate the Turkey-EU relationship within the framework of the climate crisis and European Green Deal and to investigate whether these agendas will have any potential to mend ties between the two.
  • Item
    Devlet inşasında kalpleri ve zihinleri kazanmak: NATO-Afganistan örneği
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Parlak, Emre; Karadağ, Haluk
    II.Dünya Savaşı’nın ardından Almanya, Ruanda, Bosna ve Afganistan gibi çeşitli nedenlerleuluslararası sisteme tekrar dâhil olabilmek için yönetimsel ya da ekonomik fonksiyonlarını yürütemeyen bölgelerde dış müdahalelerle devlet inşası faaliyetleri yürütülmeye başlanmıştır. Devlet inşasında temel amaç inşa edilen devletin dış müdahale sona erdikten sonra da uluslararası sisteme entegrasyonunun sorunsuz şekilde sürdürülebilmesidir. Devlet inşası müdahaleleri çoğunlukla batılı devletlerce yürütülmektedir. Müdahalede bulunan gruplar, bildikleri batılı demokratik kurumları tanımadıkları toplumlara kabul ettirmeye çalışmaktadır. Ancak her devlet demokratik yönetimi kabul etmemektedir. Tarihten gelen yönetim anlayışlarına körü körüne bağlı toplumlar da bulunmaktadır. Hatta ulus devlet olamamış toplumlarda da devlet inşasına ihtiyaç duyulduğu durumlar yaşanmaktadır. Bazı toplumlar devletin otoritesinden bağımsız bir şekilde bölgesel, kabilesel ya da feodal yapılar şeklinde yönetilmektedir. Bu nedenle, devlet inşası çalışmalarında toplumun ortak beklentilerinin belirlenerek tüm toplumun beklentilerini karşılayacak bir yöntem uygulamak önemlidir. Kısacası topluma ulaşılarak kalplerinin ve zihinlerinin kazanılması kilit bir rol oynamaktadır. Burada belirtilen “kalpler”, müdahaleye karşı oluşabilecek isyanlara karşı çıkmanın toplumun faydasına olduğunu; “zihinler” ise müdahil güçlerin toplumu korumayı amaçladığını açıklamaktadır. Toplum tarafından bu iki olgu yeterince kabullenildiğinde, müdahaleye karşı direniş yerine destek verme eğilimi oluşmaktadır. Afganistan’a uluslararası müdahale de bu minvalde liberal bir müdahale olarak gerçekleşmiştir. Askeri ve sivil tüm unsurlar toplumun kalplerini ve zihinlerini kazanmak üzerine kurulan bir strateji ile liberal bir devlet inşası amacına yönlendirilmiştir. 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’ye yönelik terör saldırılarının ardından ilk defa NATO Anlaşmasının 5’inci maddesi yürürlüğe konmuş ve saldırıları Taliban yönetiminin ev sahipliğinde Afganistan’da kamplaşan El Kaide’nin üstlenmesi üzerine Afganistan’a uluslararası bir müdahale başlatılmıştır. Taliban’ın yönetimden çekilmesinin ardından Bonn Konferansı’yla geçici yönetim kurulmuş, bu yönetimin desteklenmesi ve ülke inşasının sağlanması için Uluslararası Güvenlik Desteği Gücü (International Security Assistance Force-ISAF) oluşturulmuş ve 2003 yılında BMGK’nın 1510 Sayılı Kararı ile ISAF sorumluluğu NATO’ya devredilmiştir. ISAF sorumluluğunun devredilmesi sonucunda NATO, Taliban ve El Kaideyle mücadelenin yanında yeni kurulan yönetimin desteklenmesi ve tüm ülkede otoritesinin tesis edilmesine, ülkedeki sosyal reformların tesisine, kalkındırma faaliyetlerinin yürütülmesine ve Afgan güvenlik güçlerinin yetiştirilmesine öncülük etmeye başlamış ve müdahale 20 yıl sürmüştür. Ancak tüm bu çabalara rağmen yeni yönetim tüm ülkede egemenlik sağlayamamış, Taliban’a karşı bir üstünlük kurulamamış ve NATO güçlerinin ülkeden ayrılmasının ardından Afganistan devlet yönetiminden eğitime, insan haklarından ekonomiye ulaşılan seviyesini koruyamamış ve tekrar başarısız bir devlet konumuna düşmüştür. Bu durumun bir nedeni de NATO’nun Afganistan’da sorumluluğunu üstlendiği devlet inşası faaliyetlerinin Afgan toplumu tarafından tam olarak kabul görmemesi ve Taliban’ın bu durumdan faydalanması olmuştur. After World War II, in regions such as Germany, Rwanda, Bosnia and Afghanistan, where there was a lack of administrative or economic functions to be reintegrated into the international system for numerous reasons, foreign interventions to implement state-building activities began. The main purpose of state-building is to ensure that the integration of the constructed state into the international system can continue after the intervention. Interventions in state-building are mostly conducted by western states. The intervening groups try to impose the western democratic institutions they know on the societies they do not recognize. However, not every state accepts the western democratic governance. There are also societies that are committed to their historical management concepts. Some societies may be governed as regional, tribal, or feudal structures independent of the authority of the central government. For this reason, it is important first to determine the common expectations of the target society in the state building works, then to apply a suitable method that meets the expectations of the whole society. In short, reaching out to society and winning their hearts and minds plays a key role. The "hearts" mentioned here states that it is in the interest of society to oppose any rebellion against interference; "minds" explains that the aim of the forces involved is to protect the society. When these two phenomena are sufficiently accepted by the society, there is a tendency to support intervention instead of resistance. In this regard, the international intervention in Afghanistan has also taken place as a liberal intervention. All elements, military and civilian, have been directed towards the goal of building a liberal state with a strategy based on winning the hearts and minds of society. On September 11, 2001, Article 5 of the NATO Treaty was put into effect for the first time after the terrorist attacks against the United States, and an international intervention was launched in Afghanistan upon the responsibility of Al Qaeda, which was camped in Afghanistan under the hosting of the Taliban administration. Following the withdrawal of the Taliban, an interim administration was established with the Bonn Conference, the International Security Assistance Force (ISAF) was established to support this administration and ensure the construction of the country, and in 2003, the UNSC Resolution 1510 transferred the responsibility of ISAF to NATO. As a result of the transfer of responsibility, NATO began to support the newly established administration and establish its authority throughout the country, to establish social reforms in the country, to conduct development activities and to train Afghan security forces, in addition to fighting the Taliban and al-Qaeda. The intervention lasted for 20 years. However, despite all these efforts, the new administration could not establish authority over the whole country and could not establish an advantage over the Taliban. Consequently, after the departure of NATO forces, Afghanistan could not sustain the level of state administration from state administration to education, human rights to economy, and became a failed state again. One reason for this is that the state-building activities for which NATO assumed responsibility in Afghanistan have not been fully accepted by the Afghan community and the Taliban have taken advantage of this situation.
  • Item
    Türkiye-AB ortak eylem planı ekseninde Suriyeli sığınmacı krizinin sivil toplum alanında yönetişim boyutu ve Türkiye incelenmesi
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) İnan, Fulorya
    2011 yılında Suriye’de başlayan 2014 yılında en yüksek noktaya ulaşan sığınmacı krizinin en önemli yanı sınır komşusu olan Türkiye’yi etkilemiş olmasıdır. Bu etkilerle birlikte ulusal ve uluslararası aktörlerin yanı sıra sivil toplum kuruluşları (STK) Türkiye’de göç yönetişimi alanında önemli insani yardım çalışmalarına imza atmıştır. Özellikle Türkiye-AB arasında imzalanan Ortak Eylem Planı, yönetişim modelinin önemli bir adımı olmuştur. Bu Eylem Planı Suriye’deki krizin yol açtığı duruma koordineli çabalarla geçici koruma altındaki Suriyelilerin desteklenmesi ve küresel göç yönetişimi konusunda işbirliğinin arttırılması yönünde Türkiye ve AB arasındaki önemli bir mutabakatı yansıtmaktadır. Bu mutabakat ekseninde krizin insani yardım kuruluşları aracılığıyla ivedi ve ilkeli bir şekilde yönetilmesi ön görülmüştür. Küresel göç yönetişiminde kapsamlı, bütünsel, hem yapıyı hem de kurumları bir araya getirebilen, sosyo-mekansal analizler yapabilen, dinamik ve göç deneyimlerine sahip gereklilikler önem taşımaktadır. Bu nedenle bu çalışmada Avrupa Birliği Sivil Koruma ve İnsani Yardım Operasyonu (European Civil Protection and Humanitarian Aid Operations - ECHO) fonu kapsamında sosyal uyum çalışmaları yürüten Türk Kızılayının, koruma programı yürüten Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin (United Nations High Commissioner for Refugees - UNCHR) ve geçim kaynakları programını yürüten Birleşmiş Milletler Göç Kuruluşunun (United Nations International Organization for Migration - IOM) küresel göç yönetişim boyutu Neoliberal Kurumsalcılık perspektifiyle ele alınmıştır. Neoliberal Kurumsalcılık Nye ve Keohane’nin temsil ettiği uluslararası iş birliğine odaklanan devleti tek başına ana aktör değil, sadece toplumsal grupların çıkarlarının üretilmesinde bir araç olarak konumlandırmıştır. Bu tez çalışmasında yer alan tüm insani kuruluşlar göç konusunda büyük deneyimler elde etmiştir. Uygulanan yönetişim modeli sığınmacı krizinin azalmasında ve sosyal uyumun oluşturulmasında kilit rol oynamıştır. Bu çalışmada cevabı aranan temel soru ‘Türkiye-AB Ortak Eylem Planı’ ekseninde, Türkiye’deki Suriyeli sığınmacı krizinin küresel göç yönetişimi boyutunun ve insani yardım çalışmalarının Neoliberal Kurumsalcılık perspektifiyle nasıl değerlendirildiği?’dir. Bu çalışmaya katkı sağlayacak önemli nokta Türkiye-AB Ortak Eylem Planıyla birlikte temeli atılan insani yardım programlarının incelenmesidir. Bu programlar, sığınmacı krizi boyunca kritik önem taşıyan koruma, sosyal uyum ve geçim kaynakları gibi önemli yönetişim çalışmalarıdır. Starting in 2011 in Syria and reaching its peak in 2014, the most critical aspect of the refugee crisis is that it has affected Turkey, which is a neighboring country. Along with these impacts, national and international actors as well as non-governmental organizations (NGOs) have undertaken significant humanitarian work in the field of migration governance in Turkey. In particular, the Joint Action Plan signed between Turkey and the EU has been an important step in the governance model. This Action Plan reflects an important agreement between Turkey and the EU to support Syrians under temporary protection through coordinated efforts to the situation caused by the crisis in Syria and to increase cooperation on global migration governance. This agreement envisages an urgent and principled management of the crisis through humanitarian organizations. Global migration governance needs to be comprehensive, holistic, able to bring together both structures and institutions, capable of socio-spatial analysis, dynamic and with migration experiences. For this reason, in this study, the global migration governance dimension of the Turkish Red Crescent, which carries out social cohesion activities within the scope of the European Union Civil Protection and Humanitarian Aid Operations (ECHO) fund, the United Nations High Commissioner for Refugees (UNCHR), which carries out a protection program, and the United Nations International Organization for Migration (IOM), which carries out a livelihoods program, are examined from the perspective of Neoliberal Institutionalism. Neoliberal Institutionalism, with its focus on international cooperation represented by Nye and Keohane, positioned the state not as the main actor per se, but only as an instrument for the production of the interests of social groups. All the humanitarian organizations involved in this thesis have had extensive experience with migration. The governance model implemented has played a key role in reducing the refugee crisis and building social cohesion. The main question this study seeks to answer is 'how the migration governance dimension of the Syrian refugee crisis in Turkey and humanitarian aid efforts have been advanced in the context of the Turkey-EU Joint Action Plan' from the perspective of Neoliberal Institutionalism. The key contribution to this study is to examine the humanitarian aid programs that were established with the Turkey-EU Joint Action Plan. These programs are important governance efforts such as protection, social cohesion and livelihoods, which have been critical throughout the refugee crisis.
  • Item
    Birleşmiş milletler barış gücü operasyonlarında bölgesel örgütlerin hak ihlalleri: Afrika birliği operasyonları
    (Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Karakaya, Ebrar Yağmur; Karadağ, Haluk
    Soğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası sistemin polisi olarak adlandırılan Birleşmiş Milletler’in uluslararası barış ve güvenliği sağlamak ve korumak amacıyla gerçekleştirdiği barış gücü operasyonları uluslararası sistemin revizyon etkileriyle beraber dönüşüme uğramış ve kapsamı genişlemiştir. Soğuk savaş dönemi ve öncesinde daha çok yumuşak diplomasi faaliyeti olan arabuluculuk kapsamında gerçekleştirilen operasyonlar bu dönemden sonra gerekli görülen durumlarda zorlayıcı eylemleri de içermeye başlamıştır. Bu değişim ve dönüşümde etkili olan temel unsurların başında özellikle Afrika gibi sömürge devletlerini bünyesinde barındıran kıtalarda yaşanan iç savaş ve çatışmalar gelmektedir. Hiç kuşkusuz yaşanan iç savaş ve çatışmaların en büyük etkisi birey üzerinde olmaktadır. Bölgesel düzeyde başlayan şiddetin ulus aşan bir hal alması uluslararası barış ve güvenliğin sağlanmasında en büyük engeldir. Bu engelin kaldırılması, dünya barışının sağlanması ve insan haklarının korunması misyonlarına sahip olan Birleşmiş Milletler, Afrika bölgesinde Afrika Birliği ile işbirliği yaparak bölgede aktif rol olmaktadır. BM- AfB iş birliğinde gerçekleşen ve BM bünyesinde “mavi bereliler” olarak adlandırılan barış gücü askerlerinin sığınma kamplarındaki kadın ve kız çocuklarına cinsel şiddet ve sömürü uygulaması uluslararası sistemin üzerinde ciddiyetle durması gereken bir konudur. İç savaş ve çatışmaların yoğun olarak yaşandığı ve bünyesinde birçok insan hak ihlalini barından Somali, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ nde çok ciddi cinsel şiddet ve istismar vakaları yer almaktadır. Birleşmiş Milletler ordusunun olmayışı ve dolayısıyla Afrika Birliği ve Afrika Birliği üye devletlerinin askerlerinden yararlanan Birleşmiş Milletler hakkındaki bu iddialar BM’ye zarar vermekte ve uluslararası sistemdeki imajını zedelemektedir. The peacekeeping operations carried out by the United Nations, which is called the police of the international system in the post-Cold War period, to ensure and protect international peace and security, have been transformed and expanded in scope with the revision effects of the international system. Operations carried out within the scope of mediation, which was mostly a soft diplomacy activity during and before the Cold War, started to include coercive actions when deemed necessary after this period. At the beginning of the main factors that are effective in this change and transformation are the civil wars and conflicts experienced especially in the continents that include colonial states such as Africa. Undoubtedly, the biggest impact of civil wars and conflicts is on the individual. Transnational violence, which started at the regional level, is the biggest obstacle to ensuring international peace and security. The United Nations, which has the mission of removing this obstacle, ensuring world peace and protecting human rights, takes an active role in the African region by cooperating with the African Union. The sexual violence and exploitation of women and girls in the refugee camps by peacekeepers, who are called “blue berets” within the UN-AfB cooperation, is an issue that should be seriously emphasized by the international system. There are very serious cases of sexual violence and abuse in Somalia, the Central African Republic and the Democratic Republic of Congo, where civil wars and conflicts are intense and where many human rights violations are experienced. These allegations about the United Nations, which benefit from the absence of the United Nations army and therefore the soldiers of the African Union and African Union member states, harm the UN and tarnish its image in the international system.