Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü / European Union and International Relations Institute
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11727/1391
Browse
Item 11 Eylül sonrası değişen güvenlik paradigmaları ışığında nato'nun dönüşümü ve Türkiye'ye etkileri(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2022) Karaca, Mutlu; Dizdaroğlu, CihanBu tez, 11 Eylül sonrası dönemde NATO’nun güvenlik algısının değişimi ve bu değişimin üye ülkelerden Türkiye Cumhuriyeti güvenliğine olan etkilerine odaklanmaktadır. Tez kapsamında öncelikle dönemsel olarak değişim gösteren güvenlik kavramı ile güvenliğin realizm perspektifinden nasıl anlaşıldığının kavramsal çerçevesi tartışılmaktadır. Müteakiben, NATO’nun özellikle 11 Eylül sonrası dönemde geçirdiği dönüşüm ve güvenlik algısındaki değişiklikler tarihsel olarak incelenmiştir. Tezin odağını Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenlik algısındaki değişim oluşturduğu için öncelikle tarihsel olarak Türk güvenlik algısı incelenmiş, sonrasında güvenlik algısında değişim olup olmadığını tespit etmek amacıyla 2001 sonrasındaki Milli Güvenlik Kurulu basın bildirileri ile söz konusu tarih aralığındaki hükümet programları incelenmiştir. Yapılan araştırmada NATO’nun Türkiye Cumhuriyeti güvenlik mimarisinde önemli bir sütun oluşturduğu tespit edilmiştir. Yine de NATO ile Türkiye Cumhuriyeti arasında tüm konularda mutabık kalındığını ifade etmek güçtür. Nitekim, Türkiye Cumhuriyeti’nin gerek bulunduğu coğrafya gerek Osmanlı İmparatorluğu’ndan alınan tarihi sorunları olduğu ve bu sorunlarla mücadele etmek için NATO desteği olmadan da çaba sarf ettiği görülmektedir. Bu konuların başında önemli bir güvenlik sorunu olan terörizm gelmektedir. Diğer kemikleşmiş sorun ise Yunanistan ile yaşanan Ege ve Akdeniz kaynaklı sorunlardır. Özellikle 2014 yılında Kırım’ın Rusya tarafından ilhakı sonrası Türkiye, NATO tarafından tekrar tehdit olarak görülmeye başlayan Rusya ile ikili bir ilişki geliştirmektedir. Bunun en önemli sebepleri Rusya’nın tarihi olarak aynı coğrafyada olmasının yanı sıra Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyine yaptığı sınır ötesi harekâtlarda Rusya hava sahasını kullanması, Rusya’dan alınan S-400 hava savunma sistemleri ve Mersin’de yapımı devam eden Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin Rusya tarafından yapılması olduğu ifade edilebilir. Sonuç olarak, Türkiye tarihsel olarak bir taraftan NATO’nun güvenlik şemsiyesinden faydalanırken, diğer taraftan da kendi ulusal çıkarlarını korumak adına zaman zaman NATO ile ters düşmektedir. Özetle Türkiye’nin dış politikasını NATO ile paralel olarak yürütmeye çalıştığı fakat ulusal çıkarları doğrultusunda gerektiğinde NATO’nun sorgulayan bir üyesi olduğu öne sürülebilir. This study examines the change in NATO’s security perception in the post-September 11 period and its effects on the security of the Republic of Turkey. First of all, the conceptual framework of security and security, which gained a wide dimension after 1990, was studied from the perspective of realism. Subsequently, the transformation of NATO in the same period and the changes in the perception of security were examined. Then, in order to make sense of the change in the security perception of the Republic of Turkey, first the Turkish security perception was examined historically, and then the decisions of the National Security Council and the Government Programs of the ruling party were examined in order to compare them. In the research, it has been understood that NATO constitutes an important pillar in the security architecture of the Republic of Turkey. However, it cannot be said that there is an agreement between NATO and the Republic of Turkey on all issues. It is seen that the Republic of Turkey has both geographical problems and historical problems taken from the Ottoman Empire, and it has made efforts to combat these problems without NATO support. At the forefront of these issues is the problem of terrorism, which is a national security problem, and separatism. Another entrenched problem is the Aegean and Mediterranean-based problems with Greece. Both problems have historical roots. Especially after the annexation of Crimea by Russia in 2014, Turkey has been developing a special bilateral relationship with Russia, which has again been seen as a threat by NATO. It can be said that the most important reasons for this are Russia's historically being in the same geography, Turkey's use of Russian airspace in its cross-border operations to the north of Syria, acqusition of Russian S-400 missiles, and Turkey's first Nuclear Power Plant, which is under construction in Mersin, is being built by Russia. In short, while Turkey benefits from NATO's security umbrella, it sometimes contradicts NATO in order to protect its own national interests. For example, Turkey did not support to the NATO membership of Sweden and Finland on the grounds that they supported terrorism. In summary, it can be said that Turkey is trying to carry out its foreign policy in parallel with NATO, but it is a questioning member of NATO in line with its national interests.Item 2001 sonrasından 2022'ye gelen süre içerisinde islamofobi'nin Almanya ve İngiltere'de gösterdiği değişiklik(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Uslu, Ahsen İrem; Mercan, Süleyman Sezginİslamofobi konusu oldukça derin bir havuzu oluşturmaktadır. Dolayısıyla geçmişten günümüze pek çok araştırmacının dikkatini çekerek bu alanda çeşitli çalışmaların (İslamofobi’nin değerlendirilmesi konusunda yapılan vaka analizleri, Batı medyasının kullandığı ırkçı söylemler, 11 Eylül Saldırısı sonucunda Batı’nın Müslümanlara karşı bakışı vb.) yapılmasına neden olmuştur. Fakat, bu araştırmayı diğer araştırmalardan özgün kılan nokta; Batı’nın İslam’a ve Müslümanlara karşı olan algısını anlamlandırmaya çalışmasıdır. Yani tek bir ülke seçip bunun üzerinden genel bir sonuca ulaşmak yerine İslamofobi konusunda eylemleri ve söylemleriyle ön plana çıkan Almanya ile bu alanda çok fazla kendini göstermeyen ama arkadan arkaya İslam karşıtı tutumunu devam ettiren İngiltere örnekleri üzerinden gidilecektir. Böylece, 11 Eylül 2001 ve sonrasından günümüze gelene kadar ki süreçte bu ülkelerin İslam karşıtı tutumlarında bir değişiklik olup olmadığını ve bunun sonucunda hangisinin bir diğerine göre İslamofobi konusunda daha fazla derinleşme yaşayıp yaşamadığı tespit edilmeye çalışılacaktır. Almanya ve İngiltere örnekleri üzerinden konuyu karşılaştırmalı bir şekilde ele almadan önce konunun alt yapısını oluşturmak için ilk olarak, İslamofobi’nin Batı nezdinde nasıl ele alınarak tanımlandığından ve onu besleyen unsurlardan (yabancı düşmanlığı, köktencilik vb.) bahsedilip sonrasında Avrupa’nın İslam’a karşı neden fobi geliştirdiği ve zaman içerisinde bu fobide bir değişiklik olup olmadığı ortaya koyulacaktır. Son bölümde de örnek iki ülke olarak seçilen Almanya ve İngiltere’yi İslamofobi konusunda verdikleri tepkileri anlamak bağlamında karşılaştırmalı bir şekilde ele alarak hem benzer ve farklı oldukları yönleri hem de 2001’den 2022 yılına kadar ki süreçte İslamofobi’ye karşı verdikleri tepkilerin değişiklik gösterip göstermediği açıklanacaktır. Bu noktada süreç analizini gerçekleştirebilmek için uluslararası ve ulusal nitelikteki kurum ve kuruluşların raporlarından, yerel üniversitelerin bu kapsamda hazırladıkları değerlendirmelerden, ulusal ve uluslararası haber kaynaklarından, Alman ve İngiliz medyasının İslam ve Müslümanlara karşı kullandığı söylemlerden yararlanılarak yukarıda belirtilen bu zaman aralığı içinde bir değişimin olup olmadığının ortaya konması amaçlanmıştır.The subject of Islamophobia creates a very deep pool. Therefore, it has attracted the attention of many researchers from the past to the present and has led to various studies such as case studies on the evaluation of Islamophobia, racist rhetoric used by the Western media, the West's view of Muslims as a result of the September 9/11 Attack, etc. in this field. However, the point that makes this research unique from other studies is; it is trying to make sense of the West's perception of Islam and people who have adopted this belief. In other words, instead of choosing a single country and reaching a general conclusion, it will be gone through the examples of Germany, which stands out with its actions and discourses on Islamophobia, and England, which does not show itself much in this area. Thus, it will be tried to determine whether there has been a change in the anti-Islamic attitudes of these countries in the process from and after September 11 2001, and as a result, whether one of them has experienced more deepening in Islamophobia than the other. Before discussing the subject in a comparative way through the examples of Germany and England, in order to create the infrastructure of the subject firstly, explaining how Islamophobia is handled and defined by the West and the factors that feed it (xenophobia, fundamentalism, etc.) will be discussed. Afterwards, it will be revealed why Europe has developed a phobia against Islam and whether there has been a change in this phobia over time. In the last chapter, By considering Germany and England, chosen as the two sample countries, in a comparative way in order to understand their reactions to Islamophobia, it will be explained both their similarities and differences and whether their reactions to Islamophobia have changed in the period from 2001 to 2022. At this point, so as to carry out the process analysis, the reports of international and national institutions and organizations, the evaluations prepared by local universities in this context, national and international news sources, from the discourses used by the German and British media against Islam and Muslims were benefitted. At the same time, it is aimed to reveal whether there has been a change in the Islamophobic perception of these countries over a 20-year period.Item AB - Batı Balkan Ülkeleri ilişkisi: istikrar ve ortaklık süreci(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2006) Tontu, Ela; Çınar, MenderesBu tez, AB’nin 26 Mayıs 1999 tarihinde olusturdugu stikrar ve Ortaklık Süreci dogrultusunda gelisen AB-Batı Balkan ülkeleri iliskisini incelemek amacıyla hazırlanmıstır. Bu konunun seçilmesinin nedeni, AB’nin yeni genisleme gündeminde Türkiye ile birlikte Batı Balkan ülkelerinin bulunması olmustur. Bu dogrultuda bu tez iki argümanı savunmustur. lk olarak, AB’nin Batı Balkan ülkeleri ile iliskilerini gelistirmesinin ve bu bölgeyi kendi içerisine entegre etmek istemesinin altında yatan temel güdünün, AB’nin güvenlik anlayısına dayandıgını belirtmektedir. kinci olarak ise, Batı Balkan ülkelerinin, basta Hırvatistan ve Makedonya olmak üzere, AB’ye üyeliklerinin, AB’nin kendi güvenliginin pekistirilmesi amacıyla, Türkiye’den önce kabul edilmesinin muhtemel gözüktügünü ifade etmektedir. Her iki argümanın AB’nin günümüzdeki güvenlik algılaması ile dogrudan iliskisi olması nedeniyle bu tez, güvenlik kuramlarını temel almıstır. Genel olarak bu çalısma, teorik çerçeve kapsamında, Soguk Savas ve özellikle 11 Eylül sonrasında tüm dünyada degisen güvenlik anlayısını incelemis, bununla baglantılı olarak bu degisen güvenlik anlayısı içerisinde AB’nin günümüzde sahip oldugu güvenlik algılamasını tasvir etmeye çalısmıstır. Bu dogrultuda öncelikli olarak Batı Balkan ülkelerinin ve daha sonra Türkiye’nin AB’nin güvenlik algılaması içerisindeki konumlarını açıklamaya çalısmıs ve bununla baglantılı olarak bu ülkelerin AB’ye üyelik süreçlerini incelemistir.Item Aftermath of brexit: Inequalities and the organic crisis in the uk(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Usta, Kemal; Mercan, Süleyman SezginThis thesis was written to examine the organic crisis in the UK with the Neo- Gramscian method. In this context, it is argued that the reasons and problems underlying the outcome of the Brexit referendum are still not resolved and that this constitutes an organic crisis indicator in the country. It is also thought that increasing inequalities and populist discourses played an important role in shaping the outcome of the referendum and that the roots of this organic crisis are based on historical, political and economic factors. This thesis has determined that there are few studies that use the Neo-Gramscian approach in analyzing Brexit and considers it important to investigate the referendum and the organic crisis in the UK within this theoretical framework. This thesis analyzes Brexit and the organic crisis over five main questions. These are: 1) Can the political and economic turmoil in the recent times in the UK classified as an organic crisis?; (2) If so, what is the state of hegemony and counter-hegemony in the UK?; (3) What are the main components of the organic crisis in the UK?; (4) Was the Brexit referendum the end of the organic crisis?; (5) If not, is the organic crisis still deepening? An organic crisis represents a profound and systemic crisis in a society involving economic, political, and cultural factors. In the case of the UK, the crisis is thought to have been driven by neoliberal policies that widened the gap between the working class and the elite and the resulting inequality. Additionally, the 2008 financial crisis exacerbated the crisis by intensifying inequality and fueling resentment among citizens, and this, combined with the rise of populism, may have affected the outcome of the Brexit referendum. This thesis adopts a comparative analysis method to examine the organic crisis in the UK before and after the Brexit referendum. Indicators of crisis components such as political and economic turmoil, hegemonic projects and ideologies, anti-hegemonic movements and income inequality and social polarization were analyzed through this method.Bu tez Birleşik Krallık’taki organik krizi Neo-Gramscici yöntem ile incelemek üzere yazılmıştır. Bu bağlamda, Brexit referandumunun sonucunun altında yatan nedenlerin ve sorunların hala çözülmediği ve bunun ülkede bir organik kriz göstergesi teşkil ettiği savunulmaktadır. Ayrıca, artan eşitsizliklerin ve popülist söylemlerin referandumun sonucunu şekillendirmede önemli bir rol oynadığı ve bu organik krizin köklerinin tarihsel, siyasi ve ekonomik faktörlere dayandığı düşünülmektedir. Bu tez, Brexit’i analiz etmede Neo-Gramscici yaklaşım kullanan çalışmaların az olduğunu tespit etmiş ve referandumun ile Birleşik Krallık’taki organik krizin bu teorik çerçeve içerisinde araştırılmasının önemli olduğunu savunmuştur. Bu tez beş ana soru üzerinden Brexit’i ve organik krizi analiz etmiştir. Bunlar: (1) İngiltere'de son zamanlarda yaşanan siyasi ve ekonomik çalkantılar organik bir kriz olarak sınıflandırılabilir mi? (2) Eğer öyleyse, Birleşik Krallık'ta hegemonya ve karşı hegemonya durumu nedir? (3) Birleşik Krallık'taki organik krizin ana bileşenleri nelerdir? (4) Brexit referandumu organik krizin sonu muydu? (5) Değilse, organik kriz hala derinleşiyor mu? Organik bir kriz, bir toplumda ekonomik, politik ve kültürel faktörleri kapsayan köklü ve sistemik bir krizi temsil eder. Birleşik Krallık örneğinde, kriz, işçi sınıfı ile seçkinler arasındaki uçurumu genişleten neoliberal politikalar ve bunun sonucunda ortaya çıkan eşitsizlik tarafından yönlendirildiği düşünülmektedir. Dahası, 2008 mali krizi, eşitsizliği yoğunlaştırarak ve vatandaşlar arasında kızgınlığı besleyerek krizi daha da kötüleştirmiş ve popülizmin yükselişiyle birleşen bu durum, Brexit referandumunun sonucunu etkilemiştir. Bu tez, Brexit referandumundan önce ve sonra İngiltere'deki organik krizi incelemek için karşılaştırmalı bir analiz yöntemini benimsemiştir. Siyasi ve ekonomik kargaşa, hegemonik projeler ve ideolojiler, hegemonya karşıtı hareketler ve gelir eşitsizliği ve toplumsal kutuplaşma gibi kriz bileşenlerine ilişkin göstergeler bu metot üzerinden analiz edilmiştir.Item Artificial intelligence in the context of defense industry: the comparative study on russian and the us national ai strategies(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2022) Khaipnazarova, Milavsha; Karadağ, HalukEvery state has to provide its own security since there is no higher authority to apply in the international system. This upper authority gap constitutes the anarchy of states that tend to solve the perceived problems on their own. In this environment of anarchy, states have made many new initiatives to ensure their safety and to maintain their existence. In the 21st century, with the development of technology, states have increased their investments in the defense industry against the elements that threaten their security. In this study, Russian and American national strategies on AI will be analyzed to determine the potential of Russia in AI-integrated defense industry. The study was limited to analyze AI national strategies of the USA and Russia. Due to the fact that China is an important international actor in the artificial intelligence competition, a general assessment will be made of it, but this will be excluded from the scope of the study. Furthermore, this research gives an overview on the capacity of Russia in AI-integrated defense industry and explains aspirations of Russia to be a leading state in the international arena in this field.Item Avrupa Anayasasının oluşumu: kavramlar ve problem alanları(Başkent Üniversitesi Avrupa Biriliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2005) Okmen, Muzaffer Tayfun; Yıldız, AhmetAvrupa Birligi için bir anayasa olusturulması süreci, iç ve dıs dinamiklere baglı gelisen bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıstır. Birinci bölümde, anayasanın ne anlama geldigi ve mantıgının ne oldugu tanımlanmakta ve AB’nin neden bir anayasaya ihtiyaç duydugu ortaya konulmaktadır. Avrupa Birligi’nin tarihsel gelisimi ve entegrasyonu süreci çerçevesinde, AB anayasacılıgının nasıl bir seyir izledigi ele alınarak günümüzde AB anayasacılık anlayısı üzerine hakim mevcut iki yaklasım irdelenmektedir. Bunlar, federal ve konfederal bütünlesmeyi öngören yaklasımlardır. 3kinci bölümde AB entegrasyonu ve buna baglı anayasallasma süreci içerisinde nasıl bir politik yapılanmanın öngörüldügünü anlatmaktadır. AB entegrasyonu ve AB Anayasası arasındaki bag incelendiginde, siyasal liberalizmin anayasacılıga yaptıgı etki dogrultusunda bir Anayasa iskeletinin ortaya çıktıgı anlasılmaktadır. Bu normların çevresinde yapılanan kimlik, kamuoyu ve vatandaslık olguları, AB anayasasının kurumsallasma zorunluluk ve yöntem esaslarını belirlemektedir. Son bölümde, Anayasallasma sürecinin pratigi ortaya konulmaktadır. Üzerinde tartısılan felsefe, norm, düsünce tarzı, ihtiyaç ve önerilerin sonucunda, nasıl bir anayasa metni yazıldıgı anlatılmaktadır. Söz konusu baglamda Nice ve Laeken Zirveleri, Avrupa’nın gelecegine iliskin bildiri, Hükümetlerarası Konferanslar, Kurultay çalısmaları, ülkelerin yaklasımları ve son olarak da Anayasal Antlasma’nın bazı hükümlerin genel degerlendirmesi ile ülkeler bazında onama süreçleri de ele alınmıstır. Chartering process of a constitution for the European Union emerges as a necessity based upon both interior and exterior dynamics. In the first chapter, the question why the EU needs a constitution is addressed. The development of EU constitutionalism is explained within the context of the historical developments and integration processes. Today, there are mainly two different approaches to constitutional integration: federal and confederal. In the second Chapter, EU integration and the construction of the European constitutionalism, which is contingent upon the integration process, is discussed. As the link between the EU constitutionalism and the EU integration is evaluated, it is possible to see that the outline of the constitution is greatly affected by political liberalism. Phenomena such as identity, public opinion and citizenship are the founding principles of the necessities and the procedures of EU constitutional institutionalism. In the last chapter, practice of constitutionalism is explained. Characteristics of the final constitutional text, is determined by necessities that informed the constitutionalism. Summits of Nice and Laeken, Declaration for the Future of Europe, Intergovernmental Conferences, Convention sessions and national approaches are elaborated in this context. Lastly, evaluations of main provisions of the constitution and ratification processes by the participant nation states are explored.Item Avrupa Birliği - Türkiye ilişkilerini iklim ve Avrupa yeşik mutabakatı üzerinden okumak(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Kıymaz, Gaye Gizem; Dizdaroğlu, Cihanİklim krizi 1990’lı yıllardan itibaren küresel bir sorun haline gelerek Avrupa Birliği’nin (AB) de gündeminde önemli bir yer tutmaya başlamıştır. Bu çerçevede AB, iklim kriziyle mücadelede öncü bir rol oynayarak, AB ekonomisinin çevresel olarak sürdürülebilir olmasını sağlayacak kapsamlı bir politika paketi olan Avrupa Yeşil Mutabakatı’nı 11 Aralık 2019’da kabul etmiştir. Türkiye-AB ilişkileri başlangıçtan itibaren inişli çıkışlı bir yapı göstermektedir ve ikili arasındaki köklü ilişkiler nedeniyle Türkiye iklim krizi ve Avrupa Yeşil Mutabakatı gibi gelişmelerden de doğrudan etkilenmektedir. Her ne kadar Türkiye-AB ilişkileri son yıllarda durma noktasında olsa da taraflar 2012’den beri pozitif gündem çerçevesinde ikili ilişkilerin güçlenmesine çalışmaktadır. Bu kapsamda, vize serbestisi, göç, enerji gibi konular pozitif gündem başlığı altında değerlendirilmiş fakat hiçbiri Türkiye-AB ilişkilerinde pozitif gündem yaratmada uzun ömürlü bir etkiye sahip olamamıştır. Literatürde, Avrupa Yeşil Mutabakatı ve iklim krizinin uzun bir aradan sonra Türkiye-AB ilişkileri üzerindeki olumlu etkisine odaklanan çalışmalar görebilmek mümkündür. Bu yüksek lisans tezi de Türkiye-AB ilişkilerini iklim krizi ve Avrupa Yeşil Mutabakatı çerçevesinde değerlendirmeyi ve söz konusu gündemlerin ikili arasındaki ilişkilerin iyileşmesine bir etkiye sahip olup olmadığını araştırmayı hedeflemektedir. The climate crisis has become a global issıe since the 1990s and has begun to occupy an important place in the agenda of the EU. In this framework, the EU has played a forerunner role in this issue by adopting a comprehensive political package on 11 December 2019 entitled European Green Deal, which will pave the way for environmental sustainability of European economy. The relationship between Turkey and the EU dominated by ups and downs since the beginning, and Turkey has also directly affected by the developments of climate crisis and European Green Deal due to the deep ties between the two. Although the Turkey-EU relations has been standstill for a while, the parties have tried to strengthening the relationship within the framework of positive agenda since 2012. In this context, the issues such as visa liberalization, migration and energy are evaluated under the positive agenda, none of them create a long-term effect in Turkey-EU relations. It is possible to see several studies in the literature that focus on the positive aspect of the European Green Deal and climate crisis on Turkey-EU relations following a long hiatus. This master thesis also aims to evaluate the Turkey-EU relationship within the framework of the climate crisis and European Green Deal and to investigate whether these agendas will have any potential to mend ties between the two.Item Avrupa Birliği 2004 genişlemesinin kobiler üzerindeki olası ekonomik etkileri(Başkent Üniversitesi Avrupa Biriliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2006) Yonar, Özlem; Çınar, MenderesBu tezde Avrupa Birliği 2004 genişlemesinin Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler (KOBİ) üzerindeki olası ekonomik etkileri konusu işlenmiştir. Avrupa Birliği 1 Mayıs 2004’te tarihindeki en büyük ve en zorlu genişlemesini gerçekleştirmiştir. Avrupa Birliği, 2004 Genişlemesini planlarken Avrupa kıtasının bölünmüşlüğüne son vermeyi ve Orta ve Doğu Avrupa Ülkelerinin demokrasi ve serbest piyasa ekonomisine geçmesini sağlayarak istikrarsızlığa yol açabilecek tüm unsurların engellenmesini amaçlamıştır. Dünyada tüm ülkeler KOBİ’lerin öneminin farkına varmıştır ve gün geçtikçe ekonomideki önemleri de artmaktadır. Çünkü KOBİ bir ülkeye istihdam yaratma, bölgesel kalkınma ve yerel kalkınma gibi hem ekonomik hemde sosyal yönden oldukça önemli getirileri vardır. Avrupa Birliği genişlemesinin ekonomik etkileri ele alınırken ekonomilerin vazgeçilmez unsurlarından biri olan, KOBİ’lerin bu genişlemelerden nasıl etkilendiğinin incelenmesi kanımızca oldukça doğru olacaktır. Sonuç olarak, KOBİ’lerin ekonomideki etkisi yadsınamaz şekilde ortadadır. Bu tez çerçevesinde 2004 genişlemesinin KOBİ’ler üzerindeki ekonomik etkileri analiz edilecektir.Item Avrupa Birliği eğitim politikasının öncelikleri: kavramsal bir analiz(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2007) Sungur, Derya; Çınar, MenderesBu çalısmanın amacı, AB egitim politikasının önceliklerini bazı analitik araçlar yardımıyla tartısmaktır. Modern toplumlarda egitimin ekonomik, toplumsal ve siyasi-ideolojik olmak üzere üç temel islevi oldugu ve bu islevlerin Ernest Gellner’in de isaret ettigi gibi milliyetçilik ideolojisiyle ilgili oldugu söylenebilir. Sanayi Devrimi sonucu toplumsal yapıdaki degisim, egitimin islevlerindeki degisiklige de yansımıstır. Modern egitim, modern toplumun ihtiyaçlarına cevap verir ve bu ihtiyaçlardan biri de ortak kimliktir. AB’de entegrasyon sürecini açıklamak için yola çıkan neo-fonksiyonalist yaklasım da egitim politikalarını AB bütünlesmesinin bir türevi olarak görür. Bu baglamda, çalısmada yapılan tartısma üç asamadan olusmaktadır. Çalısmanın ilk bölümünde modern toplumlarda egitimin islevleri incelenecek ve AB’de egitim politikasının bu islevlerle anlasılabilirligi tartısılacaktır. ikinci asamada AB’de egitim alanında ‘politika olusturma’ ve ‘politika uygulama’ düzeyleri arasındaki farklılıklardan ve egitim politikasındaki önceliklerden bahsedilecektir. Tartısmanın son bölümünde ise, ulus-devlet düzeyinde standart bir egitim politikası olusturma ve uygulamanın ortak bir kimlik duygusuna yol açacagı tezinden hareketle Gellner’ci ve neo-fonksiyonalist yaklasımların AB düzeyinde geçerli olup olmadıgı tartısılacaktır.Item Avrupa Birliği ekonomi güvenliği: tehdit algısı inşa sürecinde bir kuşak bir yol girişimi(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2022) Demiroğlu, Oğulcan; Karadağ, HalukBu çalışma, Çin’in modern ipek yolu projesi olarak nitelendirilen Bir Kuşak Bir Yol Girişimi’ne karşı Avrupa Birliği’nin yeterli düzeyde aksiyon alıp alamadığını ve literatürde önemli bir kavram olan ekonomi güvenliği kavramı çerçevesinde Girişimin Avrupa Birliği üzerinde tehdit algısı oluşturup oluşturmadığını tartışmaktadır. Çalışmanın ilk bölümünde ekonomi güvenliği kavramı ve neoliberal kuram bağlamında AB ekonomi politiğinin değerlendirilmesi yapılmaktadır. Bölüm iki ve üç çalışmanın ana hedefini oluşturan bölümlerdir. İkinci bölüm, AB ve Çin’in ekonomik ilişkilerine açıklık kazandırılan ve devamında Kuşak-Yol Girişimine odaklanılan bölümdür. Üçüncü bölüm ise Avrupa Birliği’nin, Kuşak-Yol Girişimine karşı tehdit algısı inşa sürecini ortaya koymayı hedefler. Bu bölümde hem bir blok olarak AB’yi ele alırken hem de daha geniş anlamda ayrıntılı bir bakış açısı sunmak için Avrupa Birliği üye ülkeleri farklı gruplara ayrılarak incelenmiştir. Çalışmanın Sonuç kısmında ortaya konulan tüm bulgu ve yorumlar çerçevesinde toparlayıcı ve bütünlük oluşturacak bir tartışma yapılarak “AB’nin Kuşak -Yol Girişimi’ne karşı aldığı önlemler yeterli midir?” sorusuna cevap aranmıştır. Böylece Avrupa Birliği üyesi ülkelerin Birlik ve ulusal çıkarları için ürettiği ekonomik güvenlik politikalarının Bir Kuşak Bir Yol Girişimi’nin tamamlanması durumunda ortaya çıkabilecek olası etkileri karşılamaya yeterli olup olmadığı hususuna açıklık getirilmiştir. This study discusses whether the European Union has taken sufficient action against the One Belt One Road Initiative, also described as China’s modern silk road project, and whether the Initiative creates a threat perception on the European Union within the framework of the important concept of economic security. In the first part of the study, the EU’s political economy is evaluated in the context of the notion of economic security and neoliberal theory. Part two and three comprise study’s main objectives. The second part clarifies the economic relations of the EU and China and focuses on the Belt-Road Initiative. The third part aims to reveal the threat perception process of the European Union against the Belt-Road Initiative. In this part, along with discussing EU as a block, the member nations of the European Union are examined by dividing them into different groups in order to provide a broader, detailed perspective. In the conclusion part of the study, a comprehensive and integrated discussion is made within the framework of all the findings and comments, and the answer to the question “Are the measures taken by the EU against the Belt-Road Initiative sufficient?” is searched for. Thus, it has been clarified that whether the economic security policies produced by the European Union member nations for the union and national interests are sufficient to meet the possible effects that may arise in the event of the completion of the One Belt One Road Initiative.Item Avrupa Birliği güvenlik ve terör(Başkent Üniversitesi Avrupa Biriliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2015) Şahinoğlu, Sinem; Çağlar, AliBu çalışmanın amacı Avrupa Birliği’nde terör, terörizm ve güvenliğin araştırılmasıdır. Terörizm, tüm dünyayı şiddet ve korku yayarak tehdit eden bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Dünyanın büyük bir bölümünde olduğu gibi, Avrupa Birliği de bu tehdit unsuru ile savunma ve güvenlik politikaları oluşturarak başa çıkma yoluna gitmiştir. Jean Monnet ve Robert Schuman tarafından Konfederal bir Avrupa fikrinin ortaya atılmasından günümüze kadar Avrupa Birliği önce ekonomik, daha sonra ise siyasal bir yapı oluşturmaya çalışmıştır. Siyasal yapı içerisinde Avrupa içerisinde oluşturulmuş, Birliğin güvenliğini sağlayabilecek kuruluşlara gereksinim duyulmuştur. Güvenlik ve savunma çalışmaları, Avrupa Ordusu fikrinin hayata geçirilmesini takiben başlamış, Avrupa Savunma Topluluğu ve Batı Avrupa Birliği düşünceleri ile gelişmiştir. Avrupa sınırları içerisinde teşkilatlı bir bütünlük sağlanamaması nedeniyle savunma fikrini politika olarak benimseme yoluna gidilmiş ve bu amaçla çalışmalar yapılmıştır. Terörizm, tüm devletler, etnik yapılar ve toplumun tamamını tehdit eden çok önemli bir sorundur. Avrupa Birliği gibi hem nitelik hem de nicelik açısından giderek genişleyen bir yapının terörle mücadele konusunda sınırlayıcı tedbirler alması gerekmektedir. Uzun süredir söz konusu olan sınırların olmaması durumu ve serbest dolaşımın rahatça yapılması terörizmi tetikleyen unsurlar olmakla birlikte, Avrupa Birliği 11 Eylül 2001 tarihinde Amerika Birleşik Devletlerin’de yaşanan terörist eylemler ile birlikte terörle mücadele politikalarına önem vermiş, bu konudaki girişimlerini olması gerektiği düzeye taşımak için çalışmalarına başlamıştır. The main aim of this study is to investigate terror, terrorism and security in the European Union. Terrorism appears as a problem that threatens the whole world by spreading violence and fear. Like in most of the world, European Union tries to cope wıth this threatening factor by constituting defence and security policies. The idea of a Confederal Europe was put forward by Jean Monnet and Robert Schuman in the 1960s. Since then Europe has completed it’s economic integration to the track of political integration. European political integration requires institutions that could provide security. Defence and security actions started with the idea of European Army, developed with European Defence Community and Western European Union. Because an organized totality could not be established inside European borders, the idea of defence policy was adopted in principle and action was taken. Terrorism is a very important issue that threatens all states, ethnic origins and whole of the community. A structure, that gradually widens both in quality and quantity like European Union, should take exact measures in combatting terrorism. With open borders and free circulation of people being the issues that trigger terrorism, European Union has given importance to policies of combatting terrorism only after September 11th, 2001 and has been trying to take the action up to the level where they should be.Item Avrupa Birliği kültür politikaları'nın Avrupa kimliği üzerine etkileri(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2007) Tolunay, Selin; Demirağ, YeldaBu çalışmada Avrupa Birliği kültür politikalarının Avrupa kimliği üzerine etkileri incelenmiştir. İlk bölümde çalışmanın amacı ve içeriği belirlenmiş, konunun hangi aşamalar ile ele alınacağı özetlenmiştir. Çalışma beş bölümden oluşmaktadır. İkinci bölümde kavramsal açıklamalar yer almıştır. Ulus, ulus devlet, kültür ve kimlik kavramlarının incelendiği bu bölümde ayrıca Avrupa kimliğine de değinilmiştir. Avrupa kimliğinin tarihsel gelişim süreci ele alınmıştır. Üçüncü bölümde Avrupa Birliği kültür politikalarının ortaya çıkışı ve Avrupa Birliği kültür politikaları sürecinin Avrupa kimliği üzerine etkilerinin dönemsel olarak gelişimi ortaya koyulmuştur. Üçüncü bölüm, anlaşmalarda ve araştırmalarda yer alan kültür politikaları ve Avrupa kimliği olmak üzere iki ayrı alt bölüm olarak ele alınmıştır. Dördüncü bölümde ise Avrupa Birliği kültür politikalarının Türkiye’ye yansımaları incelenmiştir. Avrupa Birliği’ne aday ülke konumunda olan Türkiye’nin kültür bağlamında Avrupa Birliği’ne uyumu tartışılmıştır. Sonuç bölümünde, yapılan incelemeler sonucunda Avrupa Birliği kültür politikalarının Avrupa kimliği yaratmada ve oluşmaya başlamış olan Avrupa kimliğini güçlendirmede nasıl ve ne derece etkili olduğu ortaya koyulmaya çalışılmıştır.Item "Avrupa güvenliğinde Türkiye'nin değişken konumu: AGSP ve Türkiye"(Başkent Üniversitesi Avrupa Biriliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2008) Olkaç, Pınar; Demirtaş Coşkun, BirgülBu tez, Avrupa Birligi’nin bir süreden beri gelistirmeye çalıstıgı Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimligi ve Politikası içerisinde Türkiye’nin yerini ve önemini analiz etmek amacıyla hazırlanmıstır. Bu çalısmada AGSP ve Türkiye baglamındaki iliskiler Karl Deutsch’un “güvenlik toplulugu” kavramı çerçevesinde ele alınırken; iliskilerin bu kavram kapsamında geçmisten günümüze kadar ne çesit bir yapıda ilerledigi de sorgulanmıstır. Bu konunun seçilmesinin temel nedeni, Avrupa Toplulugu ve daha sonrasında Avrupa Birligi ile Türkiye arasında gelisen siyasi ve ekonomik iliskilere ragmen; Soguk Savas sonrasında güvenlik isbirliginde yasanan gerilemenin hangi nedenlerden kaynaklandıgını ortaya çıkarmaktır. Bu baglamda, iki taraf arasında yasanan güvenlik iliskilerinin neden sorunlu bir hal aldıgı sorgulanırken; AB ile Türkiye’nin hangi süreçlerde hangi etkenlerden dolayı güvenlik toplulugu iliskisi olusturdukları ya da olusturamadıkları da ele alınmıstır. Bu kapsamda tez içerisinde iki argüman üzerinde önemle durulmustur. Birincisi, Soguk Savas sürecinde NATO çerçevesinde Avrupa ile Türkiye arasında ortak tehdit unsuru olan SSCB tehlikesinden dolayı, enstrümental bir boyutta da olsa güvenlik toplulugu iliskisinin gelistirildigidir. İkincisi ise; Soguk Savas sonrası AB ile Türkiye arasında farklılasan güvenlik algılamaları ve kültürlerinin de etkisiyle, güvenlik toplulugu iliskisinin mevcut konjonktürde mümkün gözükmedigidir. Bunun yanı sıra, özellikle Soguk Savas ve 11 Eylül sonrası degisen dünya sartlarının da etkisiyle gelisen yeni güvenlik anlayısları üzerinde de durulmaktadır. This thesis is prepared to analyse Turkey’s position and importance in European Security and Defence Identity and Policy which European Union tries to develop for some time. In this study, the relations between the European Union and Turkey are discussed in the framework of “security community” concept of Karl Deutsch. It is also examined within this context in which type of structure the relations have developed from past to present. The fundamental reason for choosing this subject is to analyse the reasons for the worsening of the security relations after the Cold War, despite the improving political and economic relations between the European Community -European Union- and Turkey. In this context, it is examined why the security relations between the two parties became problematic and in which processes and through which factors EU and Turkey were able or not able to establish a security community. This study has two main arguments: firstly, because of the common threat factor -the USSR- in the Cold War period, even it was in an instrumental dimension, a security community was developed between NATO and Turkey. Secondly, with the effects of differing security perceptions and cultures between the EU and Turkey after the Cold War, maintaining the security community became impossible. Moreover, the study examines new security conceptions developed as a result of the changing global conditions, for example the end of the Cold War era and attacks of 9/11.Item Avrupa kimliği inşa süreci ve Türkiye - AB ilişkileri(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2019) Kılıç, Aylin; Şenses Özcan, NazlıTürkiye ile Avrupa Birliği arasındaki ilişkiler, 1959 yılında Türkiye‟nin gerçekleştirmiş olduğu ortaklık başvurusu ile Soğuk Savaş dönemi içerisinde başlamıştır. “Güvenlik kaygısının” hakim olduğu bu dönemde taraflar arasındaki ilişkilerin olumlu bir çerçevede ilerlediği görülmektedir. Ancak, Soğuk Savaş dönemi tehditlerinin ortadan kalkması ve bütünleşme hareketi içerisinde “Avrupa kimliği” inşasının başlaması ile tarafların birbirini tekrar tanımladığı ilişkilerin ilk dönemindeki olumlu atmosferin ortadan kalktığı görülmektedir. Ortaya çıkan bu yeni bağlamda, Türkiye‟nin Avrupa Birliğine üyeliği hususunda “kimlik” temelli tartışmalar gündeme gelmeye başlamıştır. Soğuk Savaş sonrası uluslararası ortamda değişen güvenlik anlayışı ve 11 Eylül ile oluşan “İslami terör” algısı Avrupa‟da Müslümanları ötekileştirmiştir. Sonuç olarak “kimlik” temelli tartışmalar artmış ve bu da Türkiye ve AB arasındaki ilişkileri etkilemiştir. Buradan yola çıkarak, bu tez çalışmasında AB içerisinde Avrupa kimliği inşası ile birlikte ortaya çıkan “kimlik” temelli tartışmaların Türkiye - AB ilişkilerine yansımaları incelenmiştir. “Kimlik” temelli tartışmalar Türkiye‟nin Avrupa Birliği'ne üyeliğinin önünde bir engel teşkil etse de söz konusu bu engellerin, ilişkilerin karşılıklı olarak tekrar inşa edilmesi ile birlikte aşılabileceği vurgulanmıştır. The relations between Turkey and the European Economic Community started with Turkey's membership application in the Cold War era in 1959. Throughout the Cold War period, when security concerns were the main factors determining the nature of the relationships, the relations between the parties had progressed in a rather positive framework. But, after the Cold War, when threats were off the table and the process of reconstructing the "European Identity" has started, Turkey and the EU re-identified each other, and the previous positive framework disappeared. In this new context, identity-based discussions have developed in relation to Turkey's possible membership. With a new understanding of security in the international context after the Cold War, and a perception of "Islamic terror" after the 9/11 have marginalized Muslims in Europe. As a result, identity-based discriminatory remarks have increased and this has influenced also the relations between the EU and Turkey. Following that, this thesis analyses the ways in which the identity-based arguments resulting from the construction of European Identity is reflected in the relationships between the EU and Turkey. It is highlighted that, although the identity-based remarks provide an obstacle before the membership of Turkey, these identity-based obstacles can be removed if the relationships are mutually reconstructed.Item Avrupa şüpheciliği ve popülizm ekseninde brexit tartışmaları(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2020) Öksüz, Hira Zeynep; Şenses Özcan, NazlıBu tezde Avrupa şüpheciliğine dayanan popülizmin Brexit sürecindeki yeri incelenmiştir. Tezdeki temel argümanım, Brexit sürecinde UKIP tarafından yürütülen popülist siyasetin, Birleşik Krallık ve AB arasında diyalogla çözülebilecek sorunları dramatikleştirerek hem Muhafazakâr Parti içindeki Cameron hükümetinden hoşnutsuz Avrupa şüphecisi bir grubu AB karşıtlığı zemininde kendi tarafına çektiği hem de İngiliz halkını Brexit doğrultusunda seferber ettiği, böylece Brexit referandumunun sonucunda belirleyici bir etkide bulunduğu yönündedir. Bu argümanı ve popülizmin ana akım siyasetler/siyasetçiler üzerindeki etkisini somutlaştırmak adına Brexit referandumu sürecinin başlıca siyasi aktörleri olan yer alan Nigel Farage, David Cameron, Theresa May ve Boris Johnson’un 2016-2020 yılları arasındaki çeşitli haber içerikleri ve röportajlardaki açıklamaları incelenmiştir. Avrupa şüpheciliği ve popülizm ile tetiklenen iç siyasetteki karışıklığın da Brexit sürecinde etkili olduğu ve Brexit’in popülist ve tek taraflı bir karar olarak değerlendirilebileceği sonucuna ulaşılmıştır. In this thesis, Euroscepticism involved by Populism in the Brexit process had been discussed. My main argument in this thesis is, the populist politics run out by UKIP had dramatized the issues between UK and the EU, which could have been resolved with dialogue. By doing that, populist UKIP not only engaged/melted with Eurosceptics/Tories (on the basis of anti-EU) in Conservative Party who were dissatisfied with Cameron’s governance, but also mobilized the British people towards Brexit. Thus and so, populism had a significative effect on Brexit result. In order to prove this effect of Populism, I rendered and discussed the statements (between 2016-2020) made by Nigel Farage, David Cameron, Theresa May and Boris Johnson in the axis of Populism. I concluded that not only the international issues but also the turmoil in UK’s domestic politics triggered by anti-EU movement under Populism was effective in the Brexit referendum held in 2016. So that Brexit may be considered as one-sided, populist and uncertain decision.Item Birleşmiş milletler barış gücü operasyonlarında bölgesel örgütlerin hak ihlalleri: Afrika birliği operasyonları(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Karakaya, Ebrar Yağmur; Karadağ, HalukSoğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası sistemin polisi olarak adlandırılan Birleşmiş Milletler’in uluslararası barış ve güvenliği sağlamak ve korumak amacıyla gerçekleştirdiği barış gücü operasyonları uluslararası sistemin revizyon etkileriyle beraber dönüşüme uğramış ve kapsamı genişlemiştir. Soğuk savaş dönemi ve öncesinde daha çok yumuşak diplomasi faaliyeti olan arabuluculuk kapsamında gerçekleştirilen operasyonlar bu dönemden sonra gerekli görülen durumlarda zorlayıcı eylemleri de içermeye başlamıştır. Bu değişim ve dönüşümde etkili olan temel unsurların başında özellikle Afrika gibi sömürge devletlerini bünyesinde barındıran kıtalarda yaşanan iç savaş ve çatışmalar gelmektedir. Hiç kuşkusuz yaşanan iç savaş ve çatışmaların en büyük etkisi birey üzerinde olmaktadır. Bölgesel düzeyde başlayan şiddetin ulus aşan bir hal alması uluslararası barış ve güvenliğin sağlanmasında en büyük engeldir. Bu engelin kaldırılması, dünya barışının sağlanması ve insan haklarının korunması misyonlarına sahip olan Birleşmiş Milletler, Afrika bölgesinde Afrika Birliği ile işbirliği yaparak bölgede aktif rol olmaktadır. BM- AfB iş birliğinde gerçekleşen ve BM bünyesinde “mavi bereliler” olarak adlandırılan barış gücü askerlerinin sığınma kamplarındaki kadın ve kız çocuklarına cinsel şiddet ve sömürü uygulaması uluslararası sistemin üzerinde ciddiyetle durması gereken bir konudur. İç savaş ve çatışmaların yoğun olarak yaşandığı ve bünyesinde birçok insan hak ihlalini barından Somali, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ nde çok ciddi cinsel şiddet ve istismar vakaları yer almaktadır. Birleşmiş Milletler ordusunun olmayışı ve dolayısıyla Afrika Birliği ve Afrika Birliği üye devletlerinin askerlerinden yararlanan Birleşmiş Milletler hakkındaki bu iddialar BM’ye zarar vermekte ve uluslararası sistemdeki imajını zedelemektedir. The peacekeeping operations carried out by the United Nations, which is called the police of the international system in the post-Cold War period, to ensure and protect international peace and security, have been transformed and expanded in scope with the revision effects of the international system. Operations carried out within the scope of mediation, which was mostly a soft diplomacy activity during and before the Cold War, started to include coercive actions when deemed necessary after this period. At the beginning of the main factors that are effective in this change and transformation are the civil wars and conflicts experienced especially in the continents that include colonial states such as Africa. Undoubtedly, the biggest impact of civil wars and conflicts is on the individual. Transnational violence, which started at the regional level, is the biggest obstacle to ensuring international peace and security. The United Nations, which has the mission of removing this obstacle, ensuring world peace and protecting human rights, takes an active role in the African region by cooperating with the African Union. The sexual violence and exploitation of women and girls in the refugee camps by peacekeepers, who are called “blue berets” within the UN-AfB cooperation, is an issue that should be seriously emphasized by the international system. There are very serious cases of sexual violence and abuse in Somalia, the Central African Republic and the Democratic Republic of Congo, where civil wars and conflicts are intense and where many human rights violations are experienced. These allegations about the United Nations, which benefit from the absence of the United Nations army and therefore the soldiers of the African Union and African Union member states, harm the UN and tarnish its image in the international system.Item Contradictions of german ordoliberalism and their impact on the european union during the euro crisis(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2020) Bayülke, Ali Erdem; Oğuz, Hasibe ŞebnemThis thesis sought to look at German economic practices and contrast them with the “guiding principles” of German economic thought, ordoliberalism, which is more commonly labeled the “social market economy”. Thus, the first chapter of this thesis looked at ordoliberalism and its view of how the economy should be, and what the views of different “cliques” of ordoliberalism are. The second chapter looks at German economic practices to show the contradictions of ordoliberal economic practice. Ordoliberals argued for a strong “market police” state, and starting from Ludwig Erhard and to this day Germany has prided itself in its ordoliberalism and the “social market economy”, yet in practice the state wanted the creation of national champions and a strong export performance to bolster economic strength. Chapter Two shows that the ideals of free market get sidelined when the push comes to shove. Furthermore, Germany while labels itself a liberal (ordo) state, it is commonly considered to be an export-mercantilist country. And another contradiction of German economy shown in Chapter Two was the state of German welfare state, which saw cut-backs starting in the 90’s and then in the 2000’s with the Hartz reforms to make the economy more competitive (to internally devalue so as to bolster exports), which makes the “social” in the “social market economy” also dubious. The third and final chapter looked at how ordoliberalism also influenced the European Union as a result of rising German economic power which was also mostly a result of the European Monetary Union (EMU), which revalued some currencies (against the Deutschemark) and prevented competitive devaluations, which combined with the internal devaluation of Germany through the Hartz meant Germany would become more competitive. Thus, Germany has been running a surplus since 2002, which is considered to be the cause of the persistent deficits that led to the Eurozone debt crisis. The Eurozone debt crisis is also looked at to show that the ordoliberal austerity measures have not benefited the crisis countries and has not brought their economies back to health. This thesis thus concludes by saying that Germany and its ordoliberalism has not been beneficial to the European Union and Germany has not acted as a benevolent leader acting for the benefit of the Union, but instead acted opportunistically in its own interests. Bu tez Almanya’nın ekonomik uygulamalarını, Alman ekonomisini yönlendiren ordoliberalizm düşüncesi ile karşılaştırmaya çalışmıştır. Ordoliberalizm, daha yaygın olarak “sosyal piyasa ekonomisi” olarak tanımlanmaktadır. Tezin ilk bölümü ordoliberalizmin ne olduğunu, ordoliberallere göre ekonominin nasıl olması gerektiğini, ve ordoliberalizm içindeki farklı görüşleri ele almıştır. İkinci bölüm ise Almanya’nın ekonomik uygulamalarını ve ordoliberalizmin uygulamadaki çelişkilerini ele almıştır. Ordoliberaller devletin güçlü bir “piyasa polisi” olmasını istemişlerdir ve Ludwig Erhard ile başlayarak Alman ekonomisi ordoliberal ve “sosyal piyasa ekonomisi” olarak tanıtılmıştır. Ancak uygulamada teorinin aksine “ulusal şampiyonların” yaratılmasını desteklemiş ve güçlü bir ihracat performansı ile devletin gücünü arttırmak istemiştir. İkinci bölüm serbest piyasa ideallerinin nasıl kenara itildiğini de göstermektedir. Bunun ötesinde Almanya’nın (ordo)liberalliği üzerinde durmasına rağmen ihracatçı-merkantilist bir ülke olması çelişkilidir. İkinci bölümde gösterilen bir diğer çelişki ise Alman sosyal devletidir, öncelikle 90’larda yapılan kesintiler ve 2000’lerde gelen Hartz reformları sosyal devlette kesintiler getirmiştir, bu “sosyal piyasa ekonomisinin” sosyalliğini şüpheye düşürmektedir. Üçüncü ve son bölümde ise Almanya’nın artan ekonomik gücü ile Avrupa Birliğinde artan ordoliberalizm etkisi tartışılmıştır. Almanya’nın artan ekonomik gücünün sebeplerinden biri de European Monetary Union (EMU)’a geçiş olmuştur, bazı para birimleri böylece Deutschemark’a (DM) karşı değer kazandığı gibi DM’ın değeri azalmış, ayrıca başka ülkelerin devalüasyon yaparak Alman ihracatı ile rekabet etme olasılığı ortadan kalkmıştır. Almanya’nın 90’larda ve 2000’lerde Hartz reformları ile yaptığı sosyal kesintiler ile iç devalüasyon olmuştur ve Alman ihracatı rekabetçiliğini arttırmıştır. Bunun sonucunda Almanya 2002’den beri cari fazla vermektedir, bu Avrupa’daki bazı diğer ülkelerin açık vermesine sebep olmaktadır. Avro Bölgesi borç krizinde ise bu cari açıkların önemi vardır. Son olarak bu bölümde Avro krizi ve peşinden gelen ordoliberalizm etkili kemer sıkma politikalarının Avrupa ülkelerini ekonomik sağlığa kavuşturmadığından bahsedilmiştir. Sonuç olarak bu tezde Almanya’nın Avrupa Birliğine faydalı ve iyi niyetli bir liderlik yapmadığı ve kendi çıkarları doğrultusunda çıkarcı bir yaklaşımda bulunduğu sonucuna varılmıştır.Item Devlet inşasında kalpleri ve zihinleri kazanmak: NATO-Afganistan örneği(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Parlak, Emre; Karadağ, HalukII.Dünya Savaşı’nın ardından Almanya, Ruanda, Bosna ve Afganistan gibi çeşitli nedenlerleuluslararası sisteme tekrar dâhil olabilmek için yönetimsel ya da ekonomik fonksiyonlarını yürütemeyen bölgelerde dış müdahalelerle devlet inşası faaliyetleri yürütülmeye başlanmıştır. Devlet inşasında temel amaç inşa edilen devletin dış müdahale sona erdikten sonra da uluslararası sisteme entegrasyonunun sorunsuz şekilde sürdürülebilmesidir. Devlet inşası müdahaleleri çoğunlukla batılı devletlerce yürütülmektedir. Müdahalede bulunan gruplar, bildikleri batılı demokratik kurumları tanımadıkları toplumlara kabul ettirmeye çalışmaktadır. Ancak her devlet demokratik yönetimi kabul etmemektedir. Tarihten gelen yönetim anlayışlarına körü körüne bağlı toplumlar da bulunmaktadır. Hatta ulus devlet olamamış toplumlarda da devlet inşasına ihtiyaç duyulduğu durumlar yaşanmaktadır. Bazı toplumlar devletin otoritesinden bağımsız bir şekilde bölgesel, kabilesel ya da feodal yapılar şeklinde yönetilmektedir. Bu nedenle, devlet inşası çalışmalarında toplumun ortak beklentilerinin belirlenerek tüm toplumun beklentilerini karşılayacak bir yöntem uygulamak önemlidir. Kısacası topluma ulaşılarak kalplerinin ve zihinlerinin kazanılması kilit bir rol oynamaktadır. Burada belirtilen “kalpler”, müdahaleye karşı oluşabilecek isyanlara karşı çıkmanın toplumun faydasına olduğunu; “zihinler” ise müdahil güçlerin toplumu korumayı amaçladığını açıklamaktadır. Toplum tarafından bu iki olgu yeterince kabullenildiğinde, müdahaleye karşı direniş yerine destek verme eğilimi oluşmaktadır. Afganistan’a uluslararası müdahale de bu minvalde liberal bir müdahale olarak gerçekleşmiştir. Askeri ve sivil tüm unsurlar toplumun kalplerini ve zihinlerini kazanmak üzerine kurulan bir strateji ile liberal bir devlet inşası amacına yönlendirilmiştir. 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’ye yönelik terör saldırılarının ardından ilk defa NATO Anlaşmasının 5’inci maddesi yürürlüğe konmuş ve saldırıları Taliban yönetiminin ev sahipliğinde Afganistan’da kamplaşan El Kaide’nin üstlenmesi üzerine Afganistan’a uluslararası bir müdahale başlatılmıştır. Taliban’ın yönetimden çekilmesinin ardından Bonn Konferansı’yla geçici yönetim kurulmuş, bu yönetimin desteklenmesi ve ülke inşasının sağlanması için Uluslararası Güvenlik Desteği Gücü (International Security Assistance Force-ISAF) oluşturulmuş ve 2003 yılında BMGK’nın 1510 Sayılı Kararı ile ISAF sorumluluğu NATO’ya devredilmiştir. ISAF sorumluluğunun devredilmesi sonucunda NATO, Taliban ve El Kaideyle mücadelenin yanında yeni kurulan yönetimin desteklenmesi ve tüm ülkede otoritesinin tesis edilmesine, ülkedeki sosyal reformların tesisine, kalkındırma faaliyetlerinin yürütülmesine ve Afgan güvenlik güçlerinin yetiştirilmesine öncülük etmeye başlamış ve müdahale 20 yıl sürmüştür. Ancak tüm bu çabalara rağmen yeni yönetim tüm ülkede egemenlik sağlayamamış, Taliban’a karşı bir üstünlük kurulamamış ve NATO güçlerinin ülkeden ayrılmasının ardından Afganistan devlet yönetiminden eğitime, insan haklarından ekonomiye ulaşılan seviyesini koruyamamış ve tekrar başarısız bir devlet konumuna düşmüştür. Bu durumun bir nedeni de NATO’nun Afganistan’da sorumluluğunu üstlendiği devlet inşası faaliyetlerinin Afgan toplumu tarafından tam olarak kabul görmemesi ve Taliban’ın bu durumdan faydalanması olmuştur. After World War II, in regions such as Germany, Rwanda, Bosnia and Afghanistan, where there was a lack of administrative or economic functions to be reintegrated into the international system for numerous reasons, foreign interventions to implement state-building activities began. The main purpose of state-building is to ensure that the integration of the constructed state into the international system can continue after the intervention. Interventions in state-building are mostly conducted by western states. The intervening groups try to impose the western democratic institutions they know on the societies they do not recognize. However, not every state accepts the western democratic governance. There are also societies that are committed to their historical management concepts. Some societies may be governed as regional, tribal, or feudal structures independent of the authority of the central government. For this reason, it is important first to determine the common expectations of the target society in the state building works, then to apply a suitable method that meets the expectations of the whole society. In short, reaching out to society and winning their hearts and minds plays a key role. The "hearts" mentioned here states that it is in the interest of society to oppose any rebellion against interference; "minds" explains that the aim of the forces involved is to protect the society. When these two phenomena are sufficiently accepted by the society, there is a tendency to support intervention instead of resistance. In this regard, the international intervention in Afghanistan has also taken place as a liberal intervention. All elements, military and civilian, have been directed towards the goal of building a liberal state with a strategy based on winning the hearts and minds of society. On September 11, 2001, Article 5 of the NATO Treaty was put into effect for the first time after the terrorist attacks against the United States, and an international intervention was launched in Afghanistan upon the responsibility of Al Qaeda, which was camped in Afghanistan under the hosting of the Taliban administration. Following the withdrawal of the Taliban, an interim administration was established with the Bonn Conference, the International Security Assistance Force (ISAF) was established to support this administration and ensure the construction of the country, and in 2003, the UNSC Resolution 1510 transferred the responsibility of ISAF to NATO. As a result of the transfer of responsibility, NATO began to support the newly established administration and establish its authority throughout the country, to establish social reforms in the country, to conduct development activities and to train Afghan security forces, in addition to fighting the Taliban and al-Qaeda. The intervention lasted for 20 years. However, despite all these efforts, the new administration could not establish authority over the whole country and could not establish an advantage over the Taliban. Consequently, after the departure of NATO forces, Afghanistan could not sustain the level of state administration from state administration to education, human rights to economy, and became a failed state again. One reason for this is that the state-building activities for which NATO assumed responsibility in Afghanistan have not been fully accepted by the Afghan community and the Taliban have taken advantage of this situation.Item Fransa ve Almanya örneğinde aşırı sağ'ın siyaset yapımında yeni bir sorun olarak digital aktivizm(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Atalay, Deniz; Mercan, Süleyman Sezgin1960 ve 1970’li yıllarda meydana gelen pek çok sosyal ve siyasal hareket, toplumlarda köklü değişimlere sebep olmuş ve toplumların giderek özgürlük ve hak arayışlarını arttırmıştır. Eskiye nazaran ele alınan konuların kitlelere daha çabuk iletilmesi ve daha anlaşılabilir olması bakımından değişim gösteren bu hareketler, gönüllülük esasına dayanmaktadır. Bu değişimlerin daha görünür ve anlaşılabilir olması açısından, bu hareketlere “yeni toplumsal hareketler” denilmiştir. Yeni toplumsal hareketlerin en büyük hedefi kamuoyu oluşturmaktır. Çünkü, güçlü bir kamuoyu sayesinde, yapılacak olan hareketin başarıya ulaşabileceğine hareketin katılımcıları inanmaktadırlar. Güçlü ve geniş bir kamuoyu için de dijital platformlara sıklıkla başvurmaktadırlar. Dijital platformlar sayesinde geniş kitlelere kolay bir şekilde ulaşarak, hareketin hangi amaca yönelik olduğunu kitlelere iletmektedirler. İnsanların dijital platformlar üzerinden örgütlenerek, fiziksel alanda eylemler gerçekleştirmesine dijital aktivizm denir. Dijital aktivizm yeni toplumsal hareketler için oldukça önemlidir. Elbette dijital platformların avantajlarından sadece yeni toplumsal hareketler yararlanmaz. Yeni oluşan kimlikleri tehdit olarak gören aşırı sağ kesim de bu platformları sıklıkla kullanmaktadır. Özellikle dijital platformlarda basit ve açık bir dil tercih eden yükselen aşırı sağ, hedef kitlelerine kolaylıkla erişebilmekte ve giderek kitlelerini genişletmektedir. Kendilerini halkın gerçek temsilcisi olarak konumlandıran ve başka siyasi hareketlerin himayesi altına girmek istemeyen aşırı sağ siyasetin temsilcileri, her şeye tepki gösterirken gözetim aracı haline gelen dijital platformların kendilerine karşı olan yönüne neden tepki göstermemektedirler sorusuna da bütün bu kavramlardan yola çıkarak yeni toplumsal hareketler kuramı çerçevesinde Almanya ve Fransa örnekleri ile tez boyunca cevaplandırılacaktır.Many social and political movements that occurred in the 1960s and 1970s have led to profound changes in societies, increasing the pursuit of freedom and rights among communities. These movements underwent transformations that facilitated the quicker and more understandable communication of their agendas to the masses, compared to the past. Due to these changes, they are referred to as "new social movements." The primary goal of these new social movements is to shape public opinion because the participants believe that a strong public support can lead the movement to success. To achieve a powerful and widespread public opinion, they frequently turn to digital platforms.Through digital platforms, they can easily reach broad audiences and communicate the purpose of their movement effectively. The process of organizing people through digital platforms to carry out physical actions is known as digital activism. Digital activism is highly important for new social movements. However, it's worth noting that not only new social movements benefit from the advantages of digital platforms. The rising far-right factions, who perceive these platforms as threats to their newly formed identities, also extensively use them. Especially the emerging far-right, favoring a straightforward and clear language on digital platforms, can easily access their target audiences and expand their following. The main question posed here is why representatives of the far-right politics, who position themselves as the true representatives of the people and do not want to be under the patronage of other political movements, do not react to the aspects of digital platforms that have turned into surveillance tools, despite their reactions to almost everything. In the context of a new social movement theory, this question will be explored throughout the thesis, with examples from Germany and France.Item Güvenlik eksenli bir bakış açısından Avrupa'da değişen göç politikaları(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2007) Ünsal, Zeynep; Coşar, SimtenBu tez çalışmasında değişen güvenlik algılarının Avrupa Birliği göç politikalarına olan etkisi incelenmiştir. Bu çerçevede, hem Avrupa Birliği genelinde politikalar ele alınmış, hem de Almanya, Fransa ve İngiltere’deki politikalar incelenmiştir. Bu incelemenin hangi aşamalarda ele alındığı giriş bölümünde özetlenmiştir. Çalışma dört bölüm halinde düzenlenmiştir. Birinci bölümde çalışmanın bütününde kullanılacak genel kavramlar ve teoriler detaylandırılmıştır. İkinci bölümde ulus-devletlerin tarihsel süreç içerisinde değişen güvenlik algılamaları, temel güvenlik teorileri etrafında ele alınmış, göç ve güvenlik ilişkilendirilmesi değerlendirilmiştir. Üçüncü bölümde ise, Avrupa Birliği’ne yönelik İkinci Dünya Savaşı sonrasında gerçekleşen göçün tarihsel gelişimi, Birlik’in genelinde ve ele alınan üç örnek ülkede uygulanmış olan göç politikaları çerçevesinde incelenmiştir. Dördüncü bölümde de, 11 Eylül terörist saldırılarının Avrupa Birliği göç politikalarına etkileri irdelenmişti. Sonuç bölümünde ise Avrupa Birliği’nin birçok nedenden ötürü, henüz tam anlamıyla bir ortak göç ve sığınmacı politikası oluşturamamış olduğu sonucuna varılmıştır.
- «
- 1 (current)
- 2
- 3
- »