Tıp Fakültesi / Faculty of Medicine
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11727/1403
Browse
10 results
Search Results
Item Düşük dereceli seröz over kanserlerinde ortalama sağkalım, hastalıksız sağkalım ve mortaliteyi etkileyen faktörler(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2023) Namlı, Mehmet Efe; Ayhan, AliAmaç: Düşük dereceli seröz over kanserleri endosalpingiosis ve fallopian tüpünden köken almaktadır ve prekürsör lezyonu olarak seröz borderline tümörler suçlanmaktadır. Tedavide primer olarak sitoredüktif cerrahi uygulanır. Kemoterapiye ise yanıt limitlidir. Bu çalışmada düşük dereceli seröz over kanserli hastalarda prognozu etkileyen faktörler araştırılacaktır. Gereç ve Yöntem: Bu retroskpektif çalışmada 2010-2023 yılları arasında Başkent Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Jinekolojik Onkoloji bölümüne başvuran ve düşük dereceli seröz ovaryan karsinom tanısı ile takip edilen 53 hasta değerlendirilmiştir. Hastaların yaşı, CA-125 değeri, tümör boyutu, lenfovasküler invazyonu, lenf nodu sayısı, lenf nodu tutulumu, evresi, aldığı adjuvan tedaviler, yapılan cerrahi, hastalıksız sağ kalım süresi ve 5 yıllık sağkalım süresi değerlendirildi. Hastalığın evresi güncel FIGO sınıflandırma sistemine göre belirlenmiştir. Hastanın yaş, aldıkları kemoterapi protokolü gibi demografik ve klinik verileri hastane veri tabanından, hasta dosyalarından ve jinekolojik onkoloji konseylerinden elde edilmiştir. Hastaların son durumları ulusal sosyal güvenlik veri tabanından elde edilerek tüm hastalar için 5 yıllık sağkalım analizleri yapılmıştır. Sağkalımı analiz etmek için Kaplan Meier ve Log- Rank testleri kullanıldı. Sağkalıma etki eden faktörler Cox- Regresyon multivaryant analizinde değerlendirildi. Bu çalışma Başkent Üniversitesi Tıp ve Sağlık Bilimleri Araştırma Kurulu tarafından onaylanmış (Proje no: KA23/199) ve Başkent Üniversitesi Araştırma Fonunca desteklenmiştir. Sonuçlar: Median sağ kalım 131 ay , median hastalıksız sağ kalım 76 ay saptandı. Median takip süresi 58 (3-154) ay bulundu. Erken evrede 5 yıllık sağkalım %81, ileri evrede 5 yıllık sağkalım %59 gözlendi. Univaryant analizde FIGO evresi, lenf nodu tutulumu, lenf nodu sayısı, lenfovasküler alan invazyonu ve platin sensitivitesinin hastalıksız sağkalımı anlamlı derecede etkilediği saptandı ancak multivaryant analizde ise FIGO evresi, lenfovasküler alan invazyonu ve platin sensitivitesinin hastalıksız sağkalımı anlamlı derecede etkilediği saptandı. CA-125 değeri, menopozal durum ve tümör boyutu ise sağkalımı etkilemedi.. Çıkarım: Hastalığın evresi, çıkarılan lenf nodu sayısı, lenfovasküler alan invazyonu ve platin sensitivitesi olumlu prognostik faktör olarak bulunmuştur ancak vaka sayısı azlığı nedeniyle bu bilgilerin açıklığa kavuşturulması için geniş tabanlı prospektif randomize çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Objective: Low-grade serous ovarian cancers originate from endosalpingiosis and fallopian tube, and serous borderline tumors are blamed as precursor lesion. The primary treatment is cytoreductive surgery. Response to chemotherapy is limited. In this study, factors affecting prognosis in patients with low-grade serous ovarian cancer will be investigated. Materials and Methods: In this retrospective study, 53 patients who applied to the Gynecological Oncology Department of the Department of Obstetrics and Gynecology of Başkent University between 2010-2023 and were followed up with the diagnosis of low-grade serous ovarian carcinoma were evaluated. Patients' age, CA-125 value, tumor size, lymphovascular invasion, lymph node number, lymph node involvement, stage, adjuvant treatments, surgery performed, disease-free survival, and 5-year survival were evaluated. The stage of the disease was determined according to the current FIGO classification system. Demographic and clinical data of the patient such as age and chemotherapy protocol were obtained from hospital database, patient files and gynecological oncology councils. The final status of the patients was obtained from the national social security database and 5-year survival analyzes were performed for all patients. Kaplan Meier and Log-Rank tests were used to analyze survival. Factors affecting survival were evaluated in Cox- Regression multivariate analysis. This study was approved by Baskent University Institutional Review Board (Project no: KA23/199) and supported by Baskent University Research Fund. Results: Median survival was 131 months, and median disease-free survival was 76 months. Median follow-up was 58 (3-154) months. 5-year survival in the early stage was 81%, and 5-year survival in the advanced stage was 59%. In the univariate analysis, FIGO stage, lymph node involvement, lymph node number, lymphovascular space invasion, and platinum sensitivity were found to significantly affect disease-free survival. In multivariate analysis, FIGO stage, lymphovascular space invasion and platinum sensitivity were found to significantly affect disease-free survival. CA-125 value, menopausal status and tumor size did not affect survival. Conclusion: Disease stage, number of lymph nodes removed, lymphovascular space invasion, and platinum sensitivity were found to be favorable prognostic factors, but large-based prospective randomized studies are needed to clarify this information due to the low number of cases.Item Jinekolojik malignitelerde akciğer metastazı sıklığını artıran ve akciğer metastazı gelişenlerde sağkalımı etkileyen faktörler(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2022) İsgandarova, Lala; Ayhan, AliAmaç: Jinekolojik malignitelerde akciğer metastazı nadir görülür ve tanıya göre ayrıcalık gösterir. Özellikle mezenkimal tümörler gibi hematojen yayılım gösteren jinekolojik kanserlerde akciğer metastazı oranı diğer jinekolojik kanserlere göre daha yüksektir. Bu çalışmada, jinekolojik malignitelerde akciğer metastazı sıklığını artıran ve akciğer metastazı gelişenlerde sağkalımı etkileyen faktörler araştırıldı. Gereç ve Yöntem: Bu retrospektif ve tek merkezli çalışmada ocak 2007 ve haziran 2022 arasında Başkent Üniversitesi Jinekolojik Onkoloji Kliniğinde takip ve tedavileri yapılan 242 akciğer metastazı tanısı alan hasta değerlendirildi. Primer tanı anından itibaren hastaların demografik, klinik, patolojik özellikleri, aldıkları tedavilerin jinekolojik kanserlere göre dağılımı gösterildi. Akciğer metastazı tanısı sonrası medyan sağkalım süreleri istatistiksel olarak değerlendirildi. Akciğer metastazı sıklığını artıran faktörler (over ve endometrium kanserinde) ve metastaz tanısı sonrasında sağkalıma etki eden prognostik faktörler istatistiksel olarak analiz edildi. Sonuç ve Tartışma: Etken faktörlerin multivaryant analizinde over kanser grubunda histolojik tanının (seröz), lenfovasküler alan tutulumunun, platin direncinin, endometrıum kanser grubunda ise histolojik tipin (tip2), ileri evrenin ve lenfovaskuler alan tutulumunun akciğer metastazı sıklığını artırdığı görüldü. Metastaz sonrası sağkalımı etkileyen faktörlerin multivaryant analizinde ise akciğerde tek lezyonu olan hastaların, over kanserli hastalardan ise platine duyarlı olan ve lenfovasküler alan tutulumu olmayanların daha iyi prognoza sahip olduğu görüldü. Akciğer metastazı tanısı sonrası medyan sağkalım 19 ay olarak bulundu. Jinekolojik orijine göre sağkalım over, endometrium, serviks kanserinde ve uterin sarkomlarda sırası ile 18, 23, 11 ve 24 ay olarak görüldü. Olguların erken teşhisi, etken ve prognostik faktörlerin doğru şekilde değerlendirilmesi, hastaya uygun tedavi verilmesi ile sağkalım süresinin artacağı beklenmektedir ancak bu konuda kesin sonuç söylenilmesi için daha fazla hasta sayısı içeren ve prospektif çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Objective: Lung metastases are rare in gynecological malignancies and differ according to the diagnosis. Especially in gynecological cancers with hematogenous spread such as mesenchymal tumors, the rate of lung metastasis is higher than other gynecological cancers. In this study, factors that increase the frequency of lung metastases in gynecological malignancies and affect survival in patients with lung metastases were investigated. Material and Methods: In this retrospective and single-center study, 242 patients with lung metastases, who were followed up and treated at Baskent University Gynecological Oncology Clinic between January 2007 and June 2022 were evaluated. Demographic, clinical and pathological characteristics of the patients from the time of primary diagnosis, and the distribution of the treatments they received according to gynecological cancers were shown. Median survival times after diagnosis of lung metastasis were evaluated statistically. Factors that increase the frequency of lung metastases (in ovarian and endometrial cancer) and prognostic factors that affect survival after the diagnosis of metastasis were statistically analyzed. Results and Discussion: The median survival after diagnosis of lung metastasis was 19 months. Survival by gynecological origin was respectively 18, 23, 11 and 24 months in ovarian, endometrial, cervical cancer and uterine sarcomas. It was observed that histological diagnosis (serous), lymphovascular area involvement, platinum resistance in the ovarian cancer group, histological type (type2), advanced stage and lymphovascular area involvement in the endometrium cancer group increased the frequency of lung metastasis in the multivariate analysis of the causative factors. In the multivariate analysis of the factors affecting survival after metastasis, it was seen that patients with a single lung lesion and patients with ovarian cancer who were sensitive to platinum and did not have lymphovascular area involvement had a better prognosis. It is expected that the survival time will increase with the early diagnosis of the cases, the correct evaluation of the causative and prognostic factors, and the appropriate treatment to the patient, but prospective studies with a larger number of patients are needed to give definitive results on this issue.Item Jinekolojik orijinli kanserlerin kemik metastazlarının oluşumunu etkileyen faktörler, kemik metastazların prognostik olarak önemi ve morbiditelerinin değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2022) Aliyeva, Khayala; Ayhan, AliAmaç: Bu çalışmada jinekolojik kanser tanısı ile takip edilen hastalarda kemik metastaz oluşumunu etkileyen faktörler ve kemik metastazı saptanan hastalarda yaşam süresinin değerlendirilmesi planlandı. Gereç ve Yöntem: Tek merkezli ve retrospektif bir çalışma olarak, ocak 2007 ve mayıs 2022 arasında Başkent Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Jinekoloji Onkoloji bölümüne başvuran ve jinekolojik kanser tanısı alan hastalar değerlendirildi. Hastaların klinik, patolojik özellikleri, aldıkları tedavilerin jinekolojik kanserlere göre dağılımı gösterildi. Kemik metastazı olan ve olmayan olgular karşılaştırılarak kemik metastaz oluşumunda prediktif faktörler analiz edildi. Kemik metastazı sonrası medyan sağkalım süreleri ve sağkalıma etki eden prognostik faktörler istatistiksel olarak değerlendirildi. Sonuçlar: Kemik metastazı olan ve olmayan olgular karşılaştırıldığında multivaryant analizde serviks kanserinde lenf nodu tutulumu ve ileri evre, endometrium kanserlerinde ise ileri evre hastaların kemik metastazı ile ilişkili olduğu görüldü. Tüm jinekolojik kanserlerin kemik metastazı sonrası medyan sağkalım süresi 10 ay, over kanserlerinde 13.5 ay, endometrium kanserlerinde 9 ay, serviks kanserlerinde 8 ay, uterin sarkomlarda 11 ay, vulva kanserlerinde 6 ay olarak tespit edildi. Kemik metastazı sonrası sağkalıma etkisi araştırılan prognostik faktörlerin univaryant analizinde hiperkalsemi, ALP yüksekliği, ekstraskletal metastaz ve diğer hematojen metastaz durumu kemik metastazı sonrası sağkalımla ilişkili olduğu, multivaryant analizde ise hiperkalsemi ve alkalen fosfataz (ALP) yüksekliğinin sağkalımı etkileyen bağımsız değişken olduğu görüldü. Jinekolojik kanser tanılı kemik metastazı prediktif ve prognostik faktörlerine sahip olan hastaların daha yakın takip edilmesi gerektiğini düşünmekteyiz. Bu çalışmanın sonuçları ve literatür incelendiğinde daha fazla hasta içeren ve multisentirik çalışmaya ihtiyaç olduğu düşünülmektedir. Objective: In this study, it was planned to evaluate the factors affecting the formation of bone metastases in patients under observation with a diagnosis of gynecological cancer and life expectancy in patients with bone metastases. Material and Methods: Patients who applied in the Baskent University Department of Gynecological Oncology from January 2007 to May 2022 and were diagnosed with gynecological cancer were evaluated as a single-center and retrospective study. The clinical and pathological characteristics of the patients and the distribution of the treatment they received depending on the gynecological cancer were shown. The prognostic factors for the formation of bone metastases were analyzed by comparing cases with and without bone metastases, the median survival time after bone metastases and prognostic factors affecting survival were statistically evaluated. Results: When comparing cases with and without bone metastases, multivariate analysis showed that lymph node involvement and advanced cervical and advanced endometrial cancer were associated with bone metastases. Median survival after bone metastasis for all gynecological cancers was 10 months, 13.5 months for ovarian cancer, 9 months for endometrial cancer, 8 months for cervical cancer, 11 months for uterine sarcoma and 6 months for vulvar cancer. In an univariate analysis of prognostic factors, the effect of which was investigated on survival after bone metastasis, hypercalcemia, high levels of alkaline phosphatase, extrascletal metastasis and other hematogenous metastases were associated with survival after bone metastasis, while in multivariate analysis, hypercalcemia and high levels of ALP are independent variables affecting survival. We believe that patients with bone metastases and prognostic factors for a diagnosis of gynecologic cancer should be observed more carefully in terms of bone metastasis. In reviewing the results of this study and the literature, there is an opinion that a multicenter research with a large number of patients is required.Item Mikropapiller tiroid karsinomu olan hastalarda prognozu etkileyen faktörlerin ve rekürrens riskinin belirlenmesi(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2022) Farzaliyeva, Aydan; Turhan İyidir, ÖzlemPapiller tiroid mikrokarsinom (PTMK) insidansı tüm dünyada ve Türkiyede son on yılda dramatik şekilde artmıştır. Bu tümörlerin çoğu indolent olduğu ve az sıklıkta progresyon gösterdiği bilinmektedir. Ancak bazı klinik ve histopatolojik özelliklere sahip PTMKʼlar tedaviye rağmen daha yüksek rekürrens riskine ve kötü prognoza sahiptir. Yapılan bu retrospektif, vaka-kontrol çalışmasında PTMK’da prognozunu ve rekürrens riskini etkileyen risk faktörlerinin ve uygulanan tedavi stratejilerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Çalışmaya Ocak 2011 ve Aralık 2021 tarihleri arasında Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları bölümüne başvurmuş papiller tiroid mikrokarsinom tanısı alan ve izlenen 302 hasta alınmıştır. Nüks tanımı olarak en az 6 ay remisyonda izlenen hastaların ultrasonografisinde ve tüm vücut tarama sintigrafisinde lenf nodu metastazı (LNM), rekürren kitle veya uzak metastaz varlığı kabul edilmiştir. Hastalar hem TNM 2018 sınıflamasına göre evrelenip, hem de America Thyroid Association (ATA) 2015 risk kategorilerine göre sınıflandırılmıştır. Nüks eden ve etmeyen hasta grupları demografik, patolojik, klinik, laboratuvar özellikler, cerrahi tedavi tipi, radyoaktif iyot tedavisi verilip verilmediği, dozu ve kür sayısı açısından karşılaştırılmıştır. PTMK olan hastaların ayrıca radyoaktif iyot alma durumları değerlendirilmiş ve her iki grup klinik ve patolojik özellikleri açısından karşılaştırılmıştır. Ortalama 51 ay izlem süresinin sonunda hastaların 4’ünde (%1,3) nüks saptandı. Nüks saptananların hepsi ATA risk sınıflamasına göre orta riskli olarak kabul edilmiştir. Tanı anında lenf nodu metastazı (p=0,001),cerrahi tipi (p=0,012), cerrahi sınır pozitifliği (p=0,008), ATA risk sınıflamasına göre orta risk grupta olmak (p═0,001) PTMKʼda prognoz ve nüks riski ile ilişkili olduğu bulunmuştur. Tümör çapının, bilateralitenin, multifokalitenin, vasküler, kapsüler ve ekstratiroidal invazyonun nüks ile ilişkisi saptanmamıştır. Merkezimizin postoperatif dönemde radyoaktif iyot ablasyonun uygulanmasında olan tecrübesini değerlendirdiğimizde RAİ verilen PTMK hastaların verilmeyenlere göre daha genç (p=0,003), tümör çapının daha büyük olduğu (p<0,001),multifokalitenin(p<0,001), bilateralitenin (p<0,001), kapsül (p<0,001), vasküler(p=0,003), ve ekstratiroidal invazyonun(p=0,012), cerrahi sınır pozitifliğinin(p=0,01), tanı anında LNM varlığının (p=0,05) daha yüksek oranlarda görüldüğü, ATA risk sınıflamasına göre daha yüksek riskli (p<0,001) ve TNM sınıflandırılmasına göre daha ileri evrede oldukları (p=0,012) gözlemlenmiştir. PTMK düşük rekürrens oranlarına sahip olup, iyi prognoza sahiptir. Tanı anında lenf nodu metastazların varlığı, cerrahi sınır pozitifliğinin ve ATA risk sınıflamasının rekürrens riskini belirlemede başarılı olduğu görülmüştür. Bu risk faktörlerin varlığı daha agresif yaklaşım ve yakın izlem yapılması gerektiğine işaret etmektedir. Ayrıca kliniğimizde izlenen hastaların radyoaktif iyot tedavisi alma durumlarını özellikle patolojik özelliklerin etkilediği belki de bu nedenle nüks eden hasta sayımızın az olduğu düşünüldü. Çalışmamızda saptanan risk faktörleri göz önüne alarak, bu risk faktörlerin ve PTMK hastaları için tedavi stratejilerin ve RAİ endikasyonlarının belirlenmesi için daha kapsamlı çalışmalara hala ihtiyaç duyulmaktadır. The incidence of papillary thyroid microcarcinoma (PTMC) has increased dramatically in the last decade in Turkey and all over the world. Most of these tumors are indolent, showing progression less frequently. However, PTMCs with certain clinical and histopathological features have a higher risk of recurrence and poor prognosis despite treatment. This retrospective, case-control study aims to examine the risk factors and treatment strategies that affect the prognosis and recurrence risk in PTMC. A total of 302 patients diagnosed and followed up with PTMC by the Endocrinology and Metabolism Department of Baskent University Faculty of Medicine between January 2011 and December 2021 were enrolled in this study. Recurrence was defined as the presence of lymph node metastasis (LNM), recurrent mass or distant metastasis on USG and whole body scintigraphy scan of patients who were followed up in remission for at least 6 months. Patients were classified according to TNM 2018 staging system and categorized according to American Thyroid Association (ATA) 2015 risk stratification. Relapsed and non-relapsed patient groups were compared in terms of demographic characteristics, histopathological and clinical features, laboratory findings, surgery data, whether radioactive iodine treatment was given, dose and number of courses administered. Radioactive iodine administration was also evaluated and both groups were compared in terms of clinical anf pathologic features. At the end of a mean follow-up period of 51 months, recurrence was detected in 4 (1.3%) of the patients. All of the patients with recurrence were accepted as intermediate risk according to the ATA 2015 risk stratification. Data showed that lymph node metastasis at the time of diagnosis (p=0.001), type of surgery (p=0.012), surgical margin positivity (p=0.008), being in the intermediate risk group according to ATA risk stratification (p=0.001), were found to be significantly associated with prognosis and risk of recurrence in PTMC. Tumor size, bilaterality, multifocality, presence of vascular, capsular and extrathyroidal invasion were not associated with recurrence. When we evaluated the experience of our center in the application of radioactive iodine (RAI) ablation in the postoperative period, PTMC patients who received RAI treatment were found to be younger (p=0.003) with larger tumor size (p<0.001), demonstrating higher rates of multifocality (p<0.001), bilaterality (p<0.001),capsule (p<0.001), vascular (p=0.003), and extrathyroidal invasion (p=0.012), surgical margin positivity (p=0.01), LNM at the time of diagnosis (p=0.05) when compared with patients who didn’t receive RAI treatment. They were also observed to be at higher risk according to ATA risk stratification (p<0.001) and at a more advanced stage (p=0.012) according to TNM classification in comparison. PTMC has low recurrence rates and has a good prognosis. Presence of lymph node metastases at the time of diagnosis, surgical margin positivity and ATA risk classification were found to be effective in determining the risk of recurrence. The presence of these risk factors indicates the need for a more aggressive treatment approach and a closer follow-up regime. In addition, it was thought that the radioactive iodine treatment indications were determined by pathologic features of the tumor. Therefore, the number of reccurent tumors may have been found to be low. Considering the risk factors identified in our study, more comprehensive studies are still needed to determine these risk factors, treatment strategies and RAI indications for PTMC patients.Item Kolorektal kanser tanısı olan hastalarda vitamin d replasmanın prognoz üzerine etkisi(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2018) Candar, Caner; Oğuz, ArzuKolorektal kanserler tüm dünyada en sık görülen kanserler arasında yer almaktadır. Kolorektal kanserler A.B.D ‗de en sık tanı alan 4. Kanser olup, ölüme neden olan 2. en sık kanserdir (1). D Vitaminin kanser fizyopatolojisi üzerine etkisi olduğu bilinmektedir. Özellikle hücre proliferasyonunu inhibe etme ve apoptozu arttırma üzerine etkilidir (2). Bazı kohort çalışmalarda D vitamini eksikliğinin kolorektal kanser insidansını arttırdığı ortaya koymuştur ve D vitamini replasman tedavisinin kolorektal kanser riskinin azaltabileceğine dair veriler de mevcuttur (3-7). D Vitamin eksikliği olan kolorektal kanser tanılı hastalarda replasman tedavisinin prognoza ve klinik gidişe etkisi konusunda veriler henüz net değildir. Bu çalışmada, kolorektal kanser tanılı hastalarda tanı anında D vitamin düzeyinin genel sağkalıma etkisinin değerlendirlmesi ve eksiklik saptanan hastalarda D vitamin replasman alan ve almayanlara göre sağkalım farkı olup olmadığının retrospektif olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu çalışmaya 18 yaş ve üstü ve 01.01.2006 tarihinden 08.03.2018 tarihine kadar Başkent Üniversitesi Hastanesi Onkoloji Bilim Dalı‘na başvuran ve kolorektal tanısı ile başvuran ve tanıda D vitamin düzeyine bakılan 100 hasta dahil edilmiştir. İstatistiksel analiz aşamasında Ki-Kare Testi, Kaplan Meier ,cox regresyon modeli kullanılmıştr.Bu çalışma sonucunda tanı anında D vitamin seviyenin kolorektal kanser prognozu açısından anlamlı belirteç olabileceği düşünülmüştür. Tanıda D vitamin düzeyi eksik olan hastalarda ise replasman tedavisi çalışmamızda negatif faktör olarak tespit edilmiştir. Bu konuda halen verilerin büyük ölçekli prospektif çalışmalarla değerlendirilmeye ihtiyacı bulunmaktadır. Colorectal cancers are the most frequent type of cancers in the world. Colorectal cancers are the fourth most common cancer diagnosed in the U.S.A and second most common cancer causing death (1). It is known that vitamine D has an effect on the cancer pathophysilogy. It is especially effective in inhibiting cell proliferation and in increasing apoptosis (2). Some cohort studies have revealed that deficiency of vitamine D increases the incidence of colorectal cancer; and data also exist which support that vitamine D replacement therapy may reduce the risk of colorectal cancer (3-7). Data about the effect of replacement therapy on the prognosis and clinical course in patients having vitamine D deficiency who were diagnosed as colorectal cancer are not still clear. The purpose of this study is to retrospectively analyze the effect of vitamin D level at the time of diagnosis on the overall survival in patients with colorectal cancer and to evaluate differences in the survival of those having vitamin deficiency depending on the condition of receiving or not receiving vitamin D replacement. 100 patients applied to Oncology Department of Başkent University Hospital and diagnosed as colorectal cancer and checked for vitamine D level during diagnosis between january 1, 2006 and March 08, 2018 were included in this study. İn statistical analysis, Chi-square test, Kaplan-Meier, and Cox Regression Models were used. It was concluded from this study that the level of vitamine D during diagnosis might be a significant predictor for the prognosis of colorectal cancer. Replacement therapy in patients with deficient level of vitamine D during prognosis was detected as a negative factor in our study. Data related to this subject are still need to be further evaluated in large-scale prospective studies.Item Kolon adenokarsinomalarında anjiogenezis ve prostat-spesifik membran antijen (psma) ekspresyonunun prognostik faktörler ile olan ilişkisi(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2009) Güven, Gülnur; Özdemir, B. HandanAnti-anjiogenik tedaviye yönelik birçok çalısmanın yapıldığı ve anjiogenezisin kötü prognostik parametre olduğu kabul edilmekle birlikte bu alanda halen kapsamlı çalısmalara ihtiyaç vardır. Bu amaçla biz çalısmamızda kolon adenokarsinomlarında anjiogenezisi etkilediğini düsündüğümüz makrofaj infiltrasyonu, “vascular endothelial growth factor” (VEGF) ve “prostate-specific membrane antigen” (PSMA) ekspresyonu gibi faktörleri inceledik ve bu parametreleri kolorektal karsinomların klasik kabul edilmis prognostik parametreleri ile olan iliskisini arastırdık. Çalısmamıza, 1995-2005 yılları arasında tanı almıs, düzenli takibi olan 100 kolorektal adenokarsinom olgusu dahil edildi. Olguların tüm biyopsileri yeniden değerlendirilerek gradelendi ve evrelendi. Lenf nodu metastaz varlığı ve sayısı belirlendi. Vasküler - perinöral invazyon ve hastaların dosyaları uzak metastaz, hayatta kalma süresi ve hastalıktan ölüm açısından incelendi. Yüz olgudan seçilen örneklere ortalama damar sayısını belirlemek için CD34, ayrıca VEGF ve PSMA antikorları ile immünohistokimyasal boyama yapıldı. Tüm parametreler birbiri ile karsılastırıldı. H&E boyalı kesitler ve klinik veriler değerlendirildiğinde tümör diferansiasyonu, evresi, vasküler – perinöral invazyon , lenf nodu metastaz varlığı ve sayısı ile istatistiksel olarak anlamlı iliski bulunmustur. Ancak bu parametrelerin hiçbiri ile hastalıktan ölüm arasında anlamlı iliski saptanmamıstır. Tümör çapının hiçbir prognostik parametre ile anlamlı iliskisi yoktur. Evre ve grade hariç, tüm bu parametreler ile ortalama damar sayısı arasında istatistiksel anlamlı iliski saptanmıstır. Tümöral ve endotelyal VEGF ve PSMA ekspresyonlarının ortalama damar sayısı ile pozitif korelasyon gösterdiği izlenmis olup CD68 yoğunluğunun da ortalama damar sayısı ile birlikte arttığı izlenmistir. Tümöral ve endotelyal VEGF ve PSMA’nın vasküler invazyon, lenf nodu metastaz varlığı ve sayısı, uzak metastaz ve hastalıktan ölüm ile pozitif korelasyon gösterdiği saptanmıstır. Evre ile sadece damar - vasküler endotelyal “growth” faktör (D-VEGF)’nin anlamlı iliskisi vardır. Perinöral invazyon ile hem D-VEGF, hem tümör – vasküler endotelyal “growth” faktör (TVEGF) anlamlı iliski göstermistir. Sonuç olarak; kolorektal adenokarsinomlarda tümörün evresi ve grade’i önemli prognostik parametrelerden biri olmakla birlikte vasküler-perinöral invazyon, lenf nodu metastaz varlığı ile sayısının uzun dönem prognozu belirlemede daha etkili olduğu izlendi. Ortalama damar sayısının tüm parametrelerden bağımsız olarak önemli bir prognostik parametre ve kuvvetli anjiogenik faktörler olan VEGF ve PSMA ekspresyonları ile paralellik gösterdiği saptandı. Ayrıca artan makrofaj infiltrasyonu ile damar sayısının arttığı dikkati çekti. Bu bulgular bize ilerde planlanan anti-anjiogenik tedavi planında tümör içindeki damar proliferasyonunun engellenmesinde üzerinde düsünülmesi gereken önemli faktörlerin basında VEGF ve PSMA ekspresyonlarının engellenmesi ve makrofaj infiltrasyonunun bu alanda önlenmesi olduğunu düsündürdü.Item Evre IV küçük hücreli olmayan akciğer kanserli hastalarda metastaz yer ve yaygınlığının sağkalıma etkisi(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2007) Çolak, Dilşen; Akçalı, ZaferÇalışmamızda Evre IV küçük hücreli olmayan akciğer kanserli (KHOAK) hastalarda metastaz yer ve yaygınlığının sağkalım üzerindeki etkisinin araştırılması amaçlandı. Ocak 2001-Ocak 2006 tarihleri arasında, hastanemiz Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı’na akciğer kanseri tanısı ile toplam 408 hasta kabul edildi. Bunlardan 334’ü KHOAK ve 171’i Evre IV idi. Evre IV hastalardan 30 tanesi, çift primer (4 hasta), tanı anında aktif tüberküloz (1 hasta), hastanın herhangi bir tedavi girişimini reddetmesi, takipsizlik ve hasta dosyasına ulaşılamaması gerekçeleriyle değerlendirme dışı bırakıldı. Çalışmaya toplam 141 Evre IV hasta alındı. Hastaların 11’i kadın, 130’u erkek ve yaş ortalaması 61,8 idi. Ortanca yaşam süresi 9 ay (en az 0,5 en çok 58,6 ay), bir yıllık sağ kalım oranı %34,8 ve iki yıllık sağ kalım oranı %10,6 olarak saptandı. Ortanca yaşam süresi erkek hastalarda 9 ay (%95 CI 6,8-11,2), kadın hastalarda ise 9,1 ay (%95 CI 2,8-15,5) idi (p=0,99). Yaşam süresi, bir basamak kemoterapi uygulanan hastalarda ortanca 6,5 ay (%95 CI 5,1- 7,9), 2 basamak kemoterapi uygulananlarda 10,8 ay (%95 CI 8,2-13,4)), 3 basamak kemoterapi uygulananlarda 17 ay (%95 CI 14,2-19,8) ve 4 basamak kemoterapi uygulananlarda 20,6 ay (%95 CI 16,6-24,6) olarak bulundu (p=0,0034). Hastaların 80 (%56)’inde tanı anında metastaz vücudun tek bir bölgesinde, 61 (%44)’inde ise birden fazla vücut bölgesinde idi. Metastaz bölgesi tek olan hastaların ortanca yaşam süresi 12,6 ay (%95 CI 10,3-14,9), birden fazla olanların 6,5 ay (%95 CI 5-8) olarak bulundu (p=0,0006). Tanı anında karaciğer metastazı olan hastalarda ortanca yaşam süresi 4,7 ay (%95 CI 3,7- 5,7), karaciğer metastazı olmayanlarda 10,5 ay (%95 CI 8,1-12,9) olarak saptandı (p=0,0000). Tanı anında beyin, adrenal, akciğer ve kemik metastazlarının yaşam süresi üzerinde istatistiksel olarak anlamlı etkisi saptanmadı. Cox regresyon analizinde, sağ kalıma etkisi muhtemel olan faktörler (Cinsiyet, yaş≥70, tanı anında metastaz sayısı, beyin, karaciğer, akciğer, adrenal, kemik metastazı) değerlendirildiğinde, tanı anında karaciğer metastazı varlığının (p=0,03) ve tanı anındaki metastaz sayısının (p=0.04) sağkalım üzerine etkilerinin, diğer faktörlerden bağımsız olarak, anlamlı olduğu görüldü. Tanı anında karaciğer metastazı olanların ölüm riski, olmayanlara göre 2,07 (%95 CI 1,06-4,69) kat daha fazla bulundu. Sonuç olarak tanı anındaki metastaz sayısının ve karaciğer metastazı varlığının sağkalım üzerinde olumsuz etkisi olduğu sonucuna vardık.Item Küçük hücreli olmayan akciğer kanserli hastalarda C-erbB-2 onkojen ifadesinin prognostik önemi(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2007) Çalışkuşu, Züleyha; Özyılkan, ÖzgürKüçük hücreli olmayan akciğer karsinomlu (KHOAK) hastaların % 30’undan fazlasında, c-erbB-2 proteininin olduça fazla eksprese edildiği ve bunun da kötü prognoz ile ilişkili olduğu bildirilmiştir. Araştırmamızda, KHOAK’li hastaların doku örneklerinde immünohistokimyasal yöntem ile c-erbB-2 ekspresyonunu ve bunun sağkalım üzerine olan etkisinin gösterilmesi amaçlanmıştır. Çalışmaya KHOAK tanısı olan 89 hasta alındı. Hastalara ait tümör preparatlarından immünohistokimyasal boyanma için uygun olanları, seçilerek immünohistokimya işlemi uygulandı. Şiddetli boyanma (3+), orta şiddette kesintili boyanma (2+), ve soluk kesintili boyanma (1+), membran boyanması göstermeyen (–) olarak kabul edildi. Çalışmaya alınan 89 hastanın 84’ü (%94,4) erkek, 5’i (%5,6) kadındı. Hastaların yaş ortalaması; c-erbB-2 (-) olanların 60 (35-78), c-erbB-2 (+) olanları ise 62 (47-77) idi. Hastaların KHOAK hücre tiplerine göre dağılımında; 45 (% 50,6) hasta adenokarsinom, 32 (%36) hasta epidermoid karsinom, 12 (% 13,5) hasta NSCLC idi. Toplam 89 hastanın 18 (% 20,2)’inde c-erbB-2 pozitif bulundu. 3 (% 3,4)’ünde (+), 13 (% 14,6)’ünde (++), 2 (% 2,2)’sinde (+++) idi. Sağkalım süreleri Kaplan-Meier analizine göre değerlendirildiğinde c-erbB-2 (-) hastaların ortanca sağkalım süresi 13 ay % 95 CI (10- 15), c-erbB-2 (+) olan hastaların, sağkalım süresi ise 6 ay % 95 CI (2-10) olarak bulundu ve sonuç istatistiksel olarak anlamlıydı p=0.022. C-erbB-2 pozitifliği ile klinik evre arasında istatistiksel anlamlı bir ilişki saptanmadı p=0,798. C-erbB-2 pozitifliği ile histoloji arasında istatistiksel anlamlı bir ilişki saptanmadı p=0,13. Cox regresyon analizinde sağkalıma etki eden faktörler (c-erbB-2, patoloji, evre) değerlendirildiğinde, c-erbB-2 ve klinik evrenin sağkalım üzerine etkilerinin istatistiksel olarak anlamlı olduğu gözlendi. CerbB- 2 (+) olanların ölüm riski c-erbB-2 (-) olanlara göre 1,96 kat daha fazla % 95 CI (1,08-3,54) bulundu p=0,26. Sonuç istatiksel olarak anlamlı idi. İleri evre hastaların ölüm riski, erken evredeki hastalara göre 4 kat daha fazla % 95 CI (1,6-10,3) bulundu p=0,001. Sonuç olarak, literatür bilgileri ile uyumlu olarak c-erbB-2 aşırı ekspresyonunun KHOAK’de kötü prognozun bir belirleyicisi olduğu sonucuna vardık.Item Preterm bebeklerde ilk hafta mikroalbuminürinin erken neonatal sepsis ve respiratuar distres sendromu ile ilişkisi(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2012) Özdemir, Beril; Tarcan, AylinErken neonatal sepsis ve respiratuvar distres sendrom, preterm bebeklerde erken dönemde görülen ve mortalite oranı yüksek hastalıklardır. Ciddi hastalık durumlarında serum albumin düzeylerinin düstügü ve hipoalbumineminin hastalık ciddiyeti ve kötü prognoz ile iliskili oldugu birçok çalısmada gösterilmistir. Bu konuda çocuklarda daha sınırlı sayıda çalısma olmasına ragmen özellikle yogun bakım hastalarında hipoalbumineminin morbidite ve mortaliteyi artırdıgı bildirilmistir. Yenidoganlarda serum albumin düzeyi ile mikroalbuminüri arasındaki iliskiyi ise gösteren çalısma yoktur. Preterm bebeklerde mikroalbuminürinin hastalık durumlarında degisimi ve mortaliteye etkisi ise bilinmemektedir. Preterm bebeklerde mortalitenin önemli nedenlerinden olan erken neonatal sepsis ve respiratuvar distres sendromunun erken dönemde tanınması ve tedavisi önem tasımaktadır. Bu çalısmada yenidogan yogun bakım ünitesinde yatırılarak izlenen, gebelik haftası 34 hafta ve altında olan preterm bebeklerde serum albumin, kreatinin ve C-reaktif degerleri ile, spot idrar mikroalbumin kreatinin oranının, protein ve kreatinin düzeylerinin 1. 3. ve 7. günlerdeki degisimi, bu parametrelerin her birinin erken neonatal sepsis ve respiratuvar distres sendromuna etkisi arastırıldı. Çalısmaya toplam 126 preterm bebek alındı. Serum kreatinin, albumin, CRP degerlerinin ve idrar mikroalbumin kreatinin oranının, protein, kreatinin düzeylerinin ortalama degerleri olusturuldu. lk haftada bakılan serum albumin düzeyi ile spot idrar mikroalbumin kreatinin oranı arasında anlamlı iliski gösterilemedi. drar mikroalbuminüri ile gebelik haftası ve dogum agırlıgı arasında korelasyon ve respiratuvar distres sendrom ile mikroalbuminüri arasında etkilesim gösterilemedi. drar mikroalbumin kreatinin oranının ve serum C-reaktif düzeyinin 1., 3. ve 7. günlerdeki degisimi ile erken neonatal sepsis arasında ise anlamlı etkilesim bulundu.organizational unit.listelement.badge Akut koroner sendrom hastalarında serum gama glutamil transferaz değerinin prognostik önemi(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2006) Ulus, Taner; Yıldırır, AylinKardiyovasküler mortalite ve morbiditenin en önemli sebeplerinden biri olan akut koroner sendrom (AKS)’ların patofizyolojisindeki temel olay, aterom plağının kararsız hale gelmesi, sonra da yırtılmasıdır. Bu asamalarda oksidasyon ve inflamasyonun çok önemli yeri vardır. Yapılan çalısmalarda gama glutamil transferaz (GGT)’nin aterom plağı içindeki oksidatif ve inflamatuar reaksiyonlara katıldığı gösterilmistir. Bu çalısmanın amacı, AKS tanısı alan hastalarda bakılan bazal serum GGT değerinin koroner yoğun bakım (KYB) takibinde (MĐKO-YB) ve bir aylık izlemde (MĐKO-AY) istenmeyen olay gelisimine etkisini değerlendirmektir. Çalısmamıza AKS tanısı ile KYB’a yatırılan 117 hastayı aldık. Karaciğer fonksiyon testlerinde bozukluk, aktif hepatobilier ya da ciddi sistemik hastalığı olan bireyleri çalısmadan dısladık. Hastaların yas ortalaması 57 ± 8 yıl olup, 93’ü erkekti (%79.5). MĐKO-AY gelisen hastalarda diabetes mellitus, dökümante koroner arter hastalığı ve koroner bypass öyküsü anlamlı olarak daha fazlayken (p değerleri sırasıyla 0.045, 0.034 ve 0.049), laboratuvar değerlerinden bazal GGT, total kolesterol ve düsük dansiteli lipoprotein (LDL) anlamlı olarak daha yüksek (p değerleri sırasıyla 0.022, 0.013 ve 0.028), ejeksiyon fraksiyonu (EF) ise anlamlı olarak daha düsüktü (p=0.018). Ayrıca yası 70’in üzerinde olanlarda MĐKOAY gelisimi, 70’in altında olanlara göre anlamlı olarak daha fazlaydı (p=0.015). ‘‘Receiver operator characteristic curve’’ analizi ile sınır değerleri bazal GGT için 25 u/l, LDL için 100 mg/dl, EF için %40 olarak hesaplandı. Çoklu Cox regresyon analizinde MĐKO-AY gelisiminin bağımsız belirleyicileri; yasın 70’in üstünde olması, EF’nin %40’ın altında olması ve LDL’nin 100 mg/dl’nin üzerinde olmasıydı (p değerleri sırasıyla 0.041, 0.005 ve 0.007). MĐKO-YB gelisen hastalarda ise miyokard infarktüsü öyküsü ve bazal GGT anlamlı derecede daha fazla iken (p değerleri sırasıyla 0.050 ve 0.002), EF daha düsüktü (p=0.023). Çoklu Cox regresyon analizinde MĐKO-YB gelisiminin bağımsız belirleyicisi olarak sadece bazal GGT’nin 25 u/l’nin üzerinde olması bulundu (p=0.004). Sonuç olarak, bazal GGT, MĐKO-YB gelisimi için bağımsız belirleyici iken, MĐKO-AY gelisimi için bağımsız belirleyici değildi.