Tıp Fakültesi / Faculty of Medicine

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11727/1403

Browse

Search Results

Now showing 1 - 10 of 15
  • Thumbnail Image
    Item
    Vascular Variations and Anastomosis Techniques in Renal Transplant Donors
    (2015) Haberal, Mehmet; Arer, Ilker Murat; Yabanoglu, Hakan; Caliskan, Kenan; Parlakgumus, Alper; Yildirim, Sedat; Moray, Gokhan
    Purpose: We aimed to share our experience about vascular variations and anastomosis tecniques in renal transplant donors. Material and Methods: 128 donor nephrectomy performed in our hospital between February 2010 and June 2014 were included in our study. Donors were retrospectively analyzed according to age, sex, comorbidity, operation history, site of nephrectomy, vascular variation and anastomosis techniques. Results: 21 (% 16,4) patients have left-sided, 19 (% 14,8) have right-sided and 13 (% 10,2) have bilateral vascular variation. 29 (% 21,2) unilateral double renal artery, 8 (% 6,3) unilateral double renal artery and vein, 4 (% 3,2) unilateral triple renal artery, 3 (% 2,4) early branching renal artery, 2 (% 1,6) unilateral double renal vein and 2 (% 1,6) polar artery are vascular variations observed. of 92 (% 71,9) recepients anastomosis type was end to side between renal artery and external iliac artery and end to side between renal vein and external iliac vein, 32 (% 25) end to end between renal artery and external iliac artery and end to side between renal vein and external iliac vein, 4 (% 3,1) end to side between renal artery and external iliac artery and end to side between renal vein and external iliac vein and end to side between 2nd renal artery and external iliac artery. Conclusion: Preoperative evaluation of renal vasculature of transplant donors is an important issue in means of decreasing peroperative vascular complications and decision for nephrectomy site.
  • Thumbnail Image
    Item
    Renal transplantasyon hastalarında kaposi sarkomu: klinik özellikler ve insan herpes virüsü-8'in varlığı
    (Türkderm ,39 ,4 ,249-253, 2005) Saray, Yasemin; Seçkin, Deniz; Butros, Reha; Haberal, Mehmet
    Renal transplantasyon hastalarında Kaposi sarkomu sıklığı artmıştır. Bu çalışmada, renal transplantasyon hastalarında gelişen Kaposi sarkomunun prevelansı, klinik özellikleri ile insan herpesvirusu-8'in etyolojideki rolü araştırıldı. Kaposi sarkomu tanısı alan renal transplantasyon hastalanın dosyaları incelendi. Altı hastada lezyonlu deride insan herpesvirusu-8 DNA'sı araştırıldı. Kaposi sarkomu prevelansı %1.2 idi. Mukokütanöz tutulum %76.9'unda, viseral tutulum %61.5'inde saptanmıştı. Tedavi ile hastaların %61.5'inde remisyon, %23.1'inde parsiyel remisyon izlenmişti. Viseral tutulum olanların %25'i ölümle sonuçlanmıştı. Altı hastanın tümünde virusa ait DNA saptandı. Renal transplantasyon hastalarında gelişen Kaposi sarkomunda viseral tutulum sıktır ve mortaliteyi arttırır. Etyopatogenezde, immünosüpresyon ile birlikte insan herpesvirusu-8 rol oynamaktadır. Background and Design: The frequency of Kaposi's sarcoma is increased in renal transplantation patients. The prevalence, clinical features and the etiopathological role of human herpesvirus-8 in Kaposi's sarcoma in renal transplantation patients were investigated in this study. Patients and Methods: Files of renal transplantation patients who were diagnosed as Kaposi's sarcoma have been examined. Human herpesvirus-8 DNA was investigated in the lesional skin of 6 patients. Results: The prevalence of Kaposi's sarcoma was 1.2%. Mucocutaneous and visceral involvement was noted in 76.9% and 61.5% of the patients, respectively. In 61.5% of the patients total remission, in 23.1% partial remission was observed. Twent-five percen[ of the patients with visceral involvement were died. Viral DNA was detected in all of the 6 patients. Conclusion: Visceral involvement is common in Kaposi's sarcoma developing in renal transplant recipients and increases the mortality. Immunosuppresion with human herpesvirus-8 play roles in etiopathogenesis
  • Thumbnail Image
    Item
    Hemodiyaliz hastalarında panel eeaktif antikor düzeyini etkileyen parametreler
    (Türk Nefroloji Diyaliz ve Transplantasyon Dergisi/Office Journal of the Turkish Nephrology, Association 1999;4:188-191, 1999) Özdemir, F.Nurhan; Sezer, Siren; Turan, Minüre; Güz, Galip; Arat, Zübeyde; Gülmüş, Şale; Haberal, Mehmet
    Kan transfüzyon sayısı, transplantasyon ve hamilelik hikayesi hemodiyaliz (HD) hastalarında panel reaktif antikor (PRA) düzeyini etkileyen en önemli üç faktör olarak bilinmektedir. Bu faktörlerin dışında da, PRA duyarlılığının nedeni bilinmeyen bir hasta grubunun da varlığı, diğer olası faktörlerin araştırılmasına yol açmıştır. Çalışmamızda merkezimizde HD programında olan hastaların PRA pozitifliğini etkileyen klinik ve laboratuvar parametreleri araştırmayı planladık. Çalışma grubu 94 kadın, 99 erkek hastadan (yaş ortalaması 44.6±15.8 yıl ve hemodiyaliz süresi 42.2+15.3 ay, 100 HCV(-), 93 HCV(+)) oluşuyordu. Otuz hastada renal transplantasyon hikayesi vardı. PRA düzeyi tayini One Lambda Cell Tray kullanılarak gerçekleştirildi. PRA değeri %30'dan yüksek olan hastaların sonucu pozitif kabul edildi. Hastaların yaş, HD süresi, kan grubu, transplantasyon hikayesi, HCV pozitifliği ve aldığı ortalama haftalık r-HuEPO dozu ile PRA pozitifliği arasındaki korelasyon araştırıldı. Çalışmamızda, HD süresi ve transplantasyon hikayesi ile PRA pozitifliği arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki mevcuttu (PRA (+) ve (-) hastaların sırasıyla HD süresi 50.8+40.5 ay, 37.1+38.9 ay, p =0.028, ve transplantasyon hikayesi olan hastaların PRA (+) olma oranı: %90 iken diğer hastalarda %17.2, p=0.0002 olarak bulundu). Hastaların yaş, cinsiyet, kan grubu, kan transfüzyonu sayısı, HCV enfeksiyonu, r- HuEPO dozu ve PRA pozitifliği arasında bir ilişki bulunmadı. Sonuç olarak, HD süresi ve renal transplantasyon PRA sensitizasyonu etkileyen önemli bir faktörlerdir. Bu konuda daha geniş çalışmalara ihtiyaç vardır. Blood transfusion, previous transplantation and pregnancy are the most important factors that influence the panel reactive antibody (PRA) sensitization in hemodialysis (HD) patients. The presence of PRA positive patients who has not been exposed to common triggering fetors have led the investigators to search for other causes of PRA sensitivity. We planned this study to search for the clinical and laboratory parameters and PRA positivity. Our study group was consisted of 94 female and 99 male patients (mean age: 44.6+15.8, mean HD duration: 42.2+15.3 months, hepatitis markers: 100 HCV (-) and 93 HCV ( +). Thirty of the patients had renal transplantation history. PRA measurement was performed with One Lambda Cell Tray. The patients whose PRA levels were more than 30% were accepted to be PRA positive. There was significant relation between transplantation history, HD duration and PRA levels of the patients (HD duration was 50.8+40.5 and 37.1+38.9 months, p =0.028 in PRA (+) and (-) patients respectively and PRA positivity ratio of patients with previous transplantation and those without were 90% and 17.2%, respectively, p=0.0002). We did not find any signifcant relationship between age, gender, HD duration, blood group, number of blood transfusions, r-HuEPO dose, presence of HCV infection and PRA positivity. In conclusion, HD duration and previous transplantation are important factors influencing PRA positivity.
  • Thumbnail Image
    Item
    Böbrek nakli yapılan hastalarda hiperürisemi ve gut hastalığı sıklığı
    (Tıp Araştırmaları Dergisi 2006 4 (2):7-10, 2006) Kanbay, Mehmet; Usluoğulları, Alper; Huddam, Bulent; Çolak, Turan; Akcay, Ali; Kart-Köseoğlu, Hamide; Yücel, Eftal; Haberal, Mehmet
    Amaç: Böbrek nakli sonrası hiperürisemi sık görülmesine rağmen gut hastalığı nadirdir. Ancak bu konu ile ilgili böbrek nakli yapılmış Türk hasta grubunda yayınlanmış makale mevcut değildir. Bu çalışmanın amacı böbrek nakli yapılmış hastalarda hiperürisemi ve gut hastalığı görülme sıklığını belir-lemektir. Gereç ve Yöntem: Başkent Üniversitesi Hastanesi Transplantasyon Ünitesinde 2000 ve 2002 yılları arasında böbrek nakli yapılmış 155 hasta (E/K, 119/36; ortalama yaş 34,7±9,7 yıl) retrospektif olarak araştırıldı. Çalışmaya en az 2 yıl süresince normal böbrek fonksiyonlarına sahip olan hastalar dahil edildi. Hastaların nakil olduktan sonra rutin poliklinik kontrollerindeki laboratuvar değerleri kayıt edildi. Ayrıca hastaların demografik özellikleri ve kullandığı ilaçlar kayıt edildi. Serum ürik asid seviyesi kadınlarda 6 mg/dl erkeklerde 7 mg/dl üzerinde ise hiperürisemi olarak kabul edildi. Klinik olarak gut hastalığı hiperürisemi ile birlikte gut artritinin ve tofüsün olmasıyla tanımlandı. Bulgular: Hiperürisemi 95 hastada, gut hastalığı ise 13 hastada saptandı. Serum ürik asid seviyelerinin hastaların yaşından, cinsiyetinden, donörün canlı veya kadavra olmasından ve aldıkları ilaç rejimin-den bağımsız olduğu saptandı. Sonuç: Böbrek transplantasyonu yapılan hastalarda hiperürisemi yaygın olarak görülmesine rağmen gut hastalığı bu hasta grubunda nadirdir. Aim: Although the prevalence of hyperuricemia is high after renal transplantation, investigation has shown that gout occurs rarely in these patients. The present study was designed to investigate the preva-lence of hyperuricemia and gout in renal transplant patients. Materials and methods: The records of 155 patients (M/F, 119/36, mean age 34.7 9.7 years) who under-went renal transplantation in between 2000 and 2002 were retrospectively reevaluated. Patients with at least 2 years stable graft survival duration were included. For each individual, mean value of serum uric acid levels that were repeated in each routine visits approximately every 6 months in transplanta-tion outpatient clinic were used. Patient demograph-ics, immunosuppressive drug regimens and other medications were also recorded. Hyperuricemia was defined as serum uric acid level of >6 mg/dl in females and 7 mg/dl in males. Clinical gout was defined as hyperuricemia with gouty arthritis and tophi. Results: Hyperuricemia and gout were seen in 95 patients, and 13 patients, respectively. Mean serum uric acid levels were found to be independent from patients' age, sex, donor type, and immunosuppres-sive drug regimen. Conclusion: Our study confirmed that although hyperuricemia is a common complication in renal transplant recipients, gout is not seen often in these populations.
  • Thumbnail Image
    Item
    Hemodiyaliz için enfiye çukuru (snuff-box) arteriyovenöz fistüller
    (Damar Cerrahisi Dergisİ ,17 (2) ,73-80, 2008) Ekici, Yahya; Karakayalı, Feza Yarbuğ; Yağmurdur, Mahmut Can; Kırnap, Mahir; Moray, Gökhan; Haberal, Mehmet
    Bu çalışmada amacımız kliniğimizde gerçekleştirdiğimiz enfiye çukuru arteriyovenöz fistüllerin sonuçlarını analiz ederek bu yöntemi tartışmaktır. Gereç ve Yöntemler: 1999-2007 yılları arasında kliniğimizde düzenli takipleri olan 272 enfiye çukuru arteriyovenöz fıstül geriye dönük olarak değerlendirildi. Gerekli bilgiler hasta dosyalarından ve diyaliz notlarından elde edilmiştir. Tüm olgular yaş, cinsiyet, son dönem böbrek yetmezliği etyolojisi, fistül olgunlaşma ve fistül açıklık oranları açısından değerlendirilmiştir. Bulgular: Hastaların 115'i (%44) kadın, 143 u (%56) erkek ve ortalama yaşları 40.5±8.5 idi. Ortanca takip süresi 50 ay (3-65 ay)'dır. Etyolojide en sık görülen neden %32 diabetes mellitustur. Altı hafta sonundaki olgunlaşma oranı %85 olarak tespit edildi. Bir yıllık açıklık oranları %82 ve 4 yıllık açıklık oranı %53'dir. Fistül açıklık oranları diyabetik olan ve olmayanlarda, erkekler ve kadınlarda, sağ kol ve sol kol AVF'lerde karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı farklılık olmadığı görülmüştür. Sonuç: İyi bir fizik muayene ile enfiye çukuru fistülün uygunluğu değerlendirilebilir. Enfiye çukuru fistüllerin iyi olgunlaşma ve uzun dönem açıklık oranları vardır. İlk fistül açılacak uygun hastalarda iyi bir seçimdir. In this study, we aimed to discuss this method by analyzing snuff-box arteriovenous fistula outcomes in our experience. Material and Methods: We analyzed the outcomes of 272 snuffbox arteriovenous fistulas created between 1999-2007. Data was determined patients charts and dialysis records. Patients' demographics, end stage renal disease etiology, fistula maturation and patency rates, complications were evaluated retrospectively. Results: Of the 272 patients, 115 (46%) were women and 143 (54%) were men. The mean age of patients was 40.5+8.5. median follow up period of fistulas was 50 months (range 3-65 months). The most frequent etiologic disease of end stage renal disease was Diabetes mellitus (32%). The maturation rate of snuffbox arteriovenous fistula was 85%. One year and 4 year patency rates were 82% and 53 % respectively. Diabetes, sex and side of the extremity did not significantly affect fistula survival. Conclusion: Feasibility of snuff-box arteriovenous fistula was evaluated with the physical examination of this area. Snuffbox arteriovenous fistulas have good maturation and long-term patency rates. This type of fistulas may be the first choice for suitable patients requiring primary access.
  • Thumbnail Image
    Item
    Safra kesesi ameliyatı sonrası cerrahi müdahale gerektiren ciddi komplikasyonlar ve yaklaşımlar
    (Ulusal Cerrahi Dergisi ,25 (2) ,62-67, 2009) Törer, Nurkan; Nursal, Tarık Zafer; Çalışkan, Kenan; Ezer, Ali; Çolakoğlu, Tamer; Karakayalı, Hamdi; Haberal, Mehmet
    Kolosistektomi sonrası görülen ciddi komplikasyonlarla ilgili kliniğimizin deneyimlerini paylaşmak ve önemli gördüğümüz noktaları belirtmek. Gereç-Yöntem: Mayıs 1999 - Kasım 2007 tarihleri arasında kolesistektomi sonrası ciddi sorun gelişen ve hastanemizde ameliyat edilen hastaların dosyaları incelendi. Kolesistektominin tipi, başvuru süresi, başvuru anındaki bulguları, yaralanma tipi, başvurudan ameliyata kadar geçen süre, ameliyat sonrası sonuçları kaydedildi. Bulgular: Yirmi iki hastanın yaş ortancası 50 (27 - 73), kadın/erkek oranı 1,2 idi. Dokuz hastada laparoskopik kolesistektomi (LK), sekiz hastada açık kolesistektomi (AK), üç hastada laparoskopik başlanıp AK, iki hastada kolesistektomi sonrası benign biliyer darlık nedeniyle bilioenterostomi yapılmıştı. Amsterdam sınıflamasına göre hastaların yedisi Tip-B, onbiri Tip-C, üçü Tip-D yaralanma, biri damar yaralanmasıydı Tip-B yaralanma, LK veya laparoskopik başlanıp açığa geçilen olgularda gözlenirken, AK yapılanlarda hiç görülmedi. AK yapılanlardaki hakim yaralanma ise Tip-C idi (n=6/8) (p=0,029). Mortalite bir, ciddi komplikasyon yedi, uzun dönemde sorun iki hastada gözlendi. Komplikasyon gelişme oranları; Tip-D yaralanmalarda 3 hastadan ikisinde (p=0,167), erken dönemde başvuran (10 günden önce) hastalarda (5/9 - 2/13 p=0,046), erken müdahale yapılan (10 günden önce) hastalarda daha yüksekti (6/13 - 1/9 p=0,069). Uzun dönemde sorun yaşama oranı erken müdahale yapılan hastalarda (2/12 - 0/9 p=0,178) daha fazlaydı. Sonuç: AK ile safra yolu darlıkları, LK ile safra kaçaklarının daha sık meydana geldiği görüldü. We aim to share our experience on major complications of cholecystectomy. Methods: Records of patients operated for major cholecystectomy complications between May 1999 - November 2007 were analyzed. Type of cholecystectomy, clinical complaint, type of injury, period from first operation to referral and referral to corrective surgery, postoperative complications and long-term outcome were recorded. Results: Median age of 22 patients was 50 (27 - 73), female/male ratio was 1.2. Type of cholecystectomy was laparoscopic cholecystectomy (LC) (n=9), open cholecystectomy (OC) (n=8), bilioenterostomy (due to post-cholecystectomy benign biliary stricture) (n=2), conversion to open cholecystectomy (COC) (n=3). Detected type of injury was; Type-B (n=7), Type-C (n=11), Type-D (n=3) and unclassified (n=1) according to Amsterdam classification. All of the Type-B injuries were observed in four LC and three COC patients and none of the OC patients. However, in the OC group, most frequent type of injury was Type-C (n=6/8) (p=0.029). One patient died, 7 patients had complication, and two patients had recurrent biliary problems. Complication rate was more frequent for; Type-D injury (2/3 p=0.167), patients with early (<10 days) presentation (5/9 - 2/13) (p=0.046) and patients with early (<10 days) surgical intervention (6/13 - 1/9) (p=0.069). Experiencing recurrent problem rate was more frequent for the patients with early surgical intervention (2/12 - 0/9) (p=0.178). Conclusion: Most frequent complication of OC was biliary strictures and that of LC was bile leakage.
  • Thumbnail Image
    Item
    Servi kozalağı su ekstresiyle önkoşullandırma iskemik cilt fleplerinde sağkalımı arttırır
    (Türk Plastik Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Dergisi ,17 ,1 ,25-29, 2009) Ulusal, Betül Gözel; Tufan, Hale; Ulusal, Ali Engin; Haberal, Cevahir; Seyhan, Tamer; Borman, Hüseyin; Haberal, Mehmet
    İskemik cilt flebi nekrozunun patofizyolojisi karmaşıktır ve öncelikle vasküler tromboz ve yetersiz anjiogenez sonucunda gerçekleşir. Nitrik oksit anjiogenik cevabı belirgin biçimde arttırarak endoteli iskemi-reperfüzyon hasarından korur. Aynı zamanda antikoagülanlar da cilt flep iskemisini önler ya da düzeltebilir. Servi kozalağı su ekstresiyle önkoşullandırma yapılmış sıçanlardan izole edilen aort halkalarının In vitro değerlendirilmesi endotel kökenli nitrik oksit üretiminde artış olduğunu ortaya koymuştur. Buna ilaveten önceki çalışmalarımızda ekstrenin antikogülan özelliği olduğunu da göstermiştik. Bu gözlemlere dayanarak servi kozalağının su ekstresiyle önkoşullandırmanın endotelyal nitrik oksit salınımında artış ve antikogülan özellikleriyle iskemik aksiyel fleplerin random uzantılarının sağkalımını arttırabileceği hipotezinde bulunduk. Yirmi dört adet Sprague-Dawley türü sıçan gelişigüzel şekilde önkoşullandırma grubu (n=12) ve kontrol grubu (n=12) olarak ayrıldı. Önkoşullandırma yapılmış grup %30'luk servi kozalağı ekstresini oral yoldan almaya flebin kaldırılmasından 7 gün evvel başladı ve operasyonu takiben 3 gün de almaya devam etti. Kontrol grubuna çeşme suyu verildi.Gözlem süresinin sonunda ortalama arter basıncı ve kalp hızını içeren hemodinamik değişkenler değerlendirildi. Flep sağkalım ve perfüzyon oranları mikroanjiografi ve lazer Doppler akım ölçerle çalışıldı. Vasküler cevabı saptamak için kontrol grubu ve önkoşullandırma yapılmış gruplardan izole edilen aort segmentlerin izometrik gerimleri in vitro koşullarda kaydedilerek değerlendirildi İzole dok banyosu kullanarak aortic segmentlerin asetilkoline karş oluşturdukları doz bağımlı cevapları saptandı ve iki grup arasında karşılaştırma yapıldı. Hemodinamik değişkenler arasında anlamlı far bulunamadı. Tedavi grubunda flebin sağ distal ve proksima kısımlarında artmış anjiogenez ve kapiller yoğunluğunu yanında artmış flep perfüzyonu saptandı (P < .05). Endote kökenli nitrik oksit bağımlı maksimum gevşeme cevab (Emax) ve EC50 değerleri kontrol grubunda anlam derecede yüksekti. Bu bulgular servi kozalağı su ekstresinin iskemik fleplerd sağkalımı arttırdığını desteklemektedir. The pathophysiology of ischemic skin flap necrosis is complex, due primarily to vascular thrombosis and insufficient angiogenesis. Nitric oxide can significantly increase angiogenic response and protect the endothelium from ischemia-reperfusion injury. Also, anticoagulants can prevent or reverse skin flap ischemia. In vitro assessment of endothelial cell function in isolated aortic rings of rats pretreated with cypress cones' water extract showed increased production of endothelium-derived nitric oxide. Additionally, we have shown its anticoagulant properties. Based on these observations, we hypothesized that pretreatment with cypress cones' water extract would enhance survival of random extensions of ischemic axial flaps via its increased endothelial nitric oxide release and its anticoagulant effect. Twenty four Sprague-Dawley rats were randomly assigned as pretreatment (n=12) and control (n=12) groups. The pretreated group received 30% of cypress cones' water extract treatment orally 7 days before flap elevation and for 3 days afterward. The control group received tap water. The ischemic target was a 6 × 7 cm islanded epigastric artery flap based on the right inferior epigastric pedicle. After the observation period, hemodynamic variables including mean arterial pressure and heart rate were assessed. Flap survival and perfusion rates were determined by microangiography and laser Doppler flowmetry. In twelve rats, in vitro isometric tension of the aortic segments isolated from the control and pretreated groups was monitored to reflect vascular responsiveness. Using isolated tissue baths, the dose- response relations to acetylcholine was determined and compared between the two groups. There were no significant differences between the hemodynamic variables. In the pretreated group, microangiograms revealed increased angiogenesis and capillary density and enhanced flap perfusion (as blood perfusion units) in the right distal and proximal parts (P < .05). Endothelium-derived nitric oxide - dependent maximal relaxation (Emax) and the EC50 value to Acetylcholine were significantly greater in the pretreated group compared to that of the controls. These data suggest that pretreatment with cypress water extract enhances the viability of ischemically challenged flaps.
  • Thumbnail Image
    Item
    Hemoperfüzyon
    (TÜBİTAK TAG ,212-, 1987) Pişkin, Erhan; Haberal, Mehmet; Ertürk, Eyüp M.
  • Thumbnail Image
    Item
    Effects of HCV-RNA positivity on serum IL-1 beta levels in chronic hemodialysis patients
    (Gazi Medical Journal ,12 ,4 ,155-158, 2001) Yücel, Ayşegül; Köseoğlu, Hamide; Yücel, Ahmet Eftal; Özdemir, Nurhan; Haberal, Mehmet
    Hepatitis C virüs (HCV) positivity and inflammatory cytokines such as interleukin(IL)-} beta, tumor necrosis factor-alpha and IL-6 secreted by activated macrophages are known to be important morbidity factors in chronic hemodialysis (HD) patients. in this preliminary stııdy, we aimed to compare serum IL-1 beta levels of 20 HCV-RNA-positive and 23 HCV-RNA-negative chronic HD patients. Methods: HCV-RNA-positivity and serum IL-1 beta levels were studied using nested reverse transcriptase-polymerase chain reaction and ELISA methods, respectively. Results: We could detect no statistically signifıcant difference between serum IL-1 beta levels in HCV-RNA-positive and HCV-RNA-negative groups (p>0.05). Conclusion: To our knowledge, this is the fırst study to examine the relationship between serum IL-1 beta level and HCV infection in HD patients. We had expected the level of IL-1 beta to be higher in HCV-RNA-positive group, and believe that the blood-dialyzer interaction strongly activated mononuclear cells, thus generating elevated levels of IL-1 beta in both groups. This could explain why HCV infection apparently did not affect serum IL-1 beta levels.
  • Thumbnail Image
    Item
    Tromboze greft arteryovenöz fistülü olan hastalarda arrow-trerotola cihazi ile perküten mekanik trombektomi
    (Tanısal ve Girişimsel Radyoloji ,9 (3) ,371-376, 2003) Fırat, Ali; Aytekin, Cüneyt; Boyvat, Fatih; Emiroğlu, Remzi; Haberal, Mehmet
    Tromboze arteryovenöz fistülü olan hemodiyaliz hastalarında perkütan mekanik trombektomi işleminde kullanılan Arrow-Trerotola cihazının etkinliğinin ve güvenilirliğinin araştırılması. GEREÇ VE YÖNTEM Greft fistül oklüzyonu olan 10 hastaya Arrow-Trerotola cihazı ile perkütan mekanik trombektomi işlemi yapıldı. 10 hastaya toplam 13 kez işlem uyglandı. Teknik başarı, komplikasyonlar, primer ve sekonder açık kalım oranları değerlendirildi. Teknik başarı oranı %84 idi (13 işlemin 11'inde). Hastaların hiç birisinde majör komplikasyon izlenmedi. Ortalama takip süresi 8,5 ay idi. Yedi hastada greft fistüller hala patenttir. Bu 7 hastanın 3'ünde patensinin devamı için ek işlemler uygulandı. Üç aylık primer ve sekonder açık kalım oranları sırasıyla %66 ve %77 olarak hesaplandı. SONUÇ Arrow-Trerotola perkütan mekanik trombektomi cihazı tromboze hemodiyaliz greftlerinin tedavisinde kullanılan etkili bir yöntemdir. To assess the safety and efficacy of the Arrow-Trerotola percutaneous thrombectomy device in the treatment of thrombosed hemodialysis access grafts in dialysis patients. MATERIALS AND METHODS: Ten patients with graft fistula occlusion underwent mechanical thrombectomy with Arrow-Trerotola percutaneous thrombectomy device. Thirteen trombectomy procedures were performed in ten patients. Technical success, complications, primary and secondary patency rates were noted. RESULTS: The technical success rate was 84% (11 of 13 procedures). There were no major complications. The mean follow-up period was 8,5 months. The graft fistula are still functional in seven patients. In 3 of 7 patients, additional procedures were needed for patency. The 3-month primary and secondary patency rates were 66% and 77% respectively. CONCLUSION: Percutaneous mechanical thrombectomy with the Arrow-Trerotola device is an effective method for the treatment of the thrombosed hemodialysis grafts.