Fen Bilimleri Enstitüsü / Science Institute
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11727/1392
Browse
172 results
Search Results
Item Sivas uçağı geliştirme programlarını olumsuz etkileyen faktörlerin önem derecelerinin belirlenmesi(Başketnt Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2019) Ercan Erşahin, Nilay; Dinler, EsraÜlkelerin operasyonel yeterliliğini büyük ölçüde belirleyen savaş uçakları geçmişten beri bilimsel ve teknolojik gelişmelerde önemli rol oynamıştır. Özellikle II. Dünya Savaşı’nda jet motorlu savaş uçaklarının kullanılması ile birlikte savaş uçağı teknolojisindeki gelişmeler büyük bir hız kazanmıştır ve devletler kendi çıkarlarını ve ülkelerini koruyabilmek için bu gelişmeleri yakından takip etmek ve daha ileriye taşımak zorunda kalmıştır. Ancak her savaş uçağının geliştirilme sürecinde farklı problemler ile karşılaşılmış ve çoğu problem, geliştirme sürecinin uzamasına ya da maliyetin radikal bir şekilde artmasına sebep olmuştur. Bu tez çalışması kapsamında; üçüncü, dördüncü ve beşinci nesil savaş uçağı geliştirme programları incelenerek, karşılaşılan zorluklar ve kazanılan tecrübeler doğrultusunda bu programları etkileyen faktörler tanımlanmış ve Çok Kriterli Karar Verme (ÇKKV) yöntemlerinden biri olan Analitik Hiyerarşi Proses (AHP) yöntemi kullanılarak faktörlerin önem ağırlıklarına göre sıralaması yapılmıştır. AHP yöntemini uygularken faktörlerin ikili karşılaştırmalarını yapmaları için Türkiye’de yer alan, savunma sanayi ve havacılık alanlarında faaliyet gösteren bir firmada, Sistem Mühendisliği bölümünde çalışan uluslararası ve milli projelerde tecrübe edinmiş konu uzmanı kişiler arasından 11 adet karar verici seçilmiştir. Savaş uçağı geliştirme programlarını etkileyen faktörlerin önem ağırlıklarına göre sıralanması ile bu çalışmanın, yürütülmekte olan projelere yol gösterici bir nitelik taşıması ve proje süreçlerinin iyileştirilmesine katkı sağlanması amaçlanmıştır. Combat aircrafts have a significant role in scientific and technological improvements as one of the primary identifiers of a country’s operational effectiveness. The developments in combat aircraft technology have been accelerated since the jet-engined combat aircrafts were used during World War II. The governments have to follow these developments and enhance them to protect their countries and maintain their benefits. However, different problems have been faced during the development phase of combat aircrafts, and most of them have caused delays on the project schedule or significant increases in the cost of the projects. In the scope of this study, a research was conducted about the third, fourth, and fifthgeneration combat aircraft development programs, and the factors having negative effects on the programs were identified in the light of the problems faced and lessons learned factors. The importance level of these factors were identified by using the Analytic Hierarchy Process (AHP), one of the Multi-Criteria Decision Making (MCDM) methods. For the pairwise comparisons of the factors in application of AHP method, 11 Subject Matter Experts (SME) have been chosen as decision-makers among the people working as system engineers at a company operating in defence and aerospace industry in Turkey, who have gained experience in the international and national projects. The purpose of identification of the factors having impact on development of combat aircrafts based on their importance weights is to ensure that this study serves as a guide for the ongoing projects and contributes to the improvements of the project phases.Item Paralel montaj hattı dengeleme ve işçi atama problemi için yeni matematiksel modeller(Başkent Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2019) Selbeş, Gizem; Derya, TusanBir montaj hattı, yüksek hacimdeki standart ürünleri oluşturan parçaların, önceden belirlenmiş bir sıraya göre monte edildiği ve malzeme taşıma sistemi ile birbirine bağlanmış sıralı iş istasyonları olarak tanımlanmaktadır. Sanayide birbirine paralel olarak konumlandırılmış iki veya daha fazla özdeş ya da benzer montaj hattına sahip üretim sistemleri örneklerine oldukça yaygın olarak rastlanmaktadır. Paralel hatların eş zamanlı olarak dengelendiği problemler ise Paralel Montaj Hattı Dengeleme Problemi olarak isimlendirilmiştir. Paralel Montaj Hattı Dengeleme Probleminin amacı istasyon sayısını (veya hatlarda kullanılan toplam operatör sayısını) en küçüklemektir. Kaynaklarda bulunan montaj hattı dengeleme çalışmaları incelendiğinde, operatörlerin yeteneklerinin aynı olduğu ve her operatörün her işi yapabildiği varsayılmaktadır. Gerçek hayatta ise, görev sürelerinin görevi gerçekleştiren operatörün yetilerine bağlı olarak değiştiği gibi, bazı operatörlerin bazı operasyonları gerçekleştirecek bilgi ve becerileri bulunmamaktadır. Bu tez kapsamında, görev sürelerinin görevi gerçekleştiren operatörün yetilerine bağlı olarak değiştiği durum göz önüne alınarak yeni matematiksel modeller geliştirilmiştir. Literatürde iyi bilinen kıyaslama problemleri kullanılarak, önerilen matematiksel modellerin performansları karşılaştırılmıştır. An assembly line is defined as a sequential workstation in which parts forming high volume of standard products are assembled in a predetermined sequence and interconnected by the material conveying system. Examples of production systems with two or more identical or similar assembly lines positioned parallel to one another are quite common in the industry. The problems in which parallel lines are balanced simultaneously are called as Parallel Assembly Line Balancing Problem. The purpose of the Parallel Assembly Line Balancing Problem is to minimize the number of stations (or the total number of operators used in the lines). When the assembly line balancing studies in the literature are examined, it is seen that the capabilities of the operators assumed to be the same and that each operator can do every job. In real life, ttask duration varies depending on the capabilities of the operator performing the task, also some operators do not have the knowledge and skills to perform some operations. Within the scope of this thesis, a new mathematical models has been developed by taking into consideration that the task duration vary depending on the capabilities of the operator performing the task. Benchmarking problems, which are well known in the literature, have been compared with the performances of mathematical models.Item Bir fabrikanın enerji yatırım politikasının çok kriterli melez karar verme sistemleri ile belirlenmesi(Başkent Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2019) Dölek, Betim; Erol, ÖzgürEnerji, sanayileşen ve giderek teknolojik hale gelen yaşantının içinde daha da akıllıca ele alınması gereken bir konu haline gelmektedir. Enerjinin arza ve talebe uygun olarak üretilmesi, tedariki ve kullanılması ulusal ve uluslararası ölçekte enerji yatırım politikaları ile sağlanır. Bu kapsamda, yer altı ve yer üstü kaynakları açısından zengin ve elverişli bir bölge olan Aydın iline kurulabilecek bir fabrikanın enerji ihtiyacının sürekli ve yeterli olarak karşılanabilmesi için gerekli yatırım politikalarının belirlenmesi için farklı çok kriterli karar verme yöntemlerine başvurulmuştur. Çok kriterli karar verme yöntemleri bu çalışmada tek başlarına ve melezlenerek uygulanmıştır. Bu sayede hem Aydın ilindeki fabrika için en uygun enerji yatırım politikası belirlenmesi hem de yöntemlerin teknik olarak uygunluğunun değerlendirmesi ve karşılaştırmalarının yapılması amaçlanmıştır. Bu çalışmada AHP, DEMATEL ve ANP yöntemleri kullanılmıştır. İlk olarak AHP ve ANP tek başlarına uygulanmıştır. AHP ve ANP’ den direkt önem derecelerine göre ağırlıklandırılmış sonuçlar alınmıştır. DEMATEL bir sıralama yöntemi olmadığından genişletilerek ağırlıklandırılmış sonuçlara ulaşılmıştır. Sonraki adımda melezlemeler AHP ve DEMATEL ve DEMATEL ve ANP olarak yapılmıştır. Tüm yöntemler için problemin kriterleri arasındaki etkileşimler incelenmiş, yöntemler uyumluluk testine sokulmuş, uygunluk ve çeviklikleri test edilmiştir. Bu çalışma sonucunda enerji yatırım politikası oluşturmak için en uygun yöntemin AHP & DEMATEL olduğu ve melezlemenin farklı yöntemlerden alınan sonuçları birbirine yaklaştırdığı saptanmıştır. Bu yöntemden ve tüm yöntemlerden alınana sonuçlar birlikte değerlendirilerek fabrika yatırımı için en uygun alternatiflerin sırasıyla jeotermal, rüzgâr ve güneş oldukları bulunmuştur. Karar vermede en etkili kriterlerin ise, ekonomik, üretim ve çevre kriterleri oldukları bulunmuştur. Energy is becoming an issue that needs to be addressed more intelligently in an industrialized and increasingly technological life. The production, supply and use of energy in accordance with the supply and demand is ensured by national and international energy investment policies. In this context, multi-criteria decision-making methods have been used in order to meet the energy needs of a factory in Aydın province, which is rich and convenient in terms of underground and surface resources. Multi-criteria decision-making methods were applied in this study alone and by hybridization. In this way, it is aimed to determine the most appropriate energy investment policy for the factory in Aydın and to evaluate and compare the technical suitability of the methods. AHP, DEMATEL and ANP were used as multicriteria decision-making methods. All methods were applied alone. AHP and ANP were weighted according to their direct significance. Since DEMATEL is not a sorting method, the results are expanded and weighted. In the next step, hybridizations were made as AHP & DEMATEL and DEMATEL & ANP. For all methods, the interactions between the criteria of the problem were examined, the methods were tested for compatibility, and their suitability and agility were tested. As a result of this study, it was found that AHP & DEMATEL is the most suitable method for establishing energy investment policy and hybridization brings the results of different methods closer to each other. The results obtained from this method and all methods were evaluated together and it was found that the most suitable alternatives for factory investment were geothermal, wind and solar respectively. The most effective criteria for decision-making were found to be economic, production and environmental criteria.Item Ni-50Ti-23Nb şekil hatırlamalı alaşımların termal oksitlenme işleminin biyouyumluluk üzerine etkileri(Başkent Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2019) Özlü Türk, Gizem; Çökeliler Serdaroğlu, DilekBiyomedikal uygulamalarda, vücut sıcaklığında şekil hatırlama etkisi gösteren NiTi ve NiTi bazlı şekil hatırlamalı alaşımlar tercih edilir. Bu çalışmada, belirli kimyasal oran ve elektron konsantrasyonuna sahip vücut sıcaklığında dönüşüm veren NiTi bazlı Ni-50Ti-23Nb alaşımlarının üretilmesi, çeşitli fiziksel özeliklerinin incelenmesi ve biyouyumluluğuna bakılması hedeflenmiştir. Literatüre göre vücut sıcaklığında austenit dönüşüm verdiği bilinen Ni-50Ti-23Nb alaşımı ark ergitme yöntemiyle üretilmiştir. Bu alaşımların üretiminden sonra alaşım oksitlenerek dönüşüm sıcaklıkları Diferansiyel Taramalı Kalorimetre (DSC) ile belirlenmiştir. Oksitli alaşımın vücut sıcaklığında martensit faz dönüşümü verdiği görülmüştür. Daha sonra, alaşımların mikroyapısı ve kristal yapısı SEMEDX (Taramalı elektron mikroskobu) ile XRD (x-ışınları kırınımı) cihazı kullanılarak incelenmiştir. NiTiNb alaşımının biyouyumluluğunu geliştirmek amacıyla çeşitli sıcaklıklarda oksidasyon işlemi uygulanmıştır. Oksidasyon işleminden sonra vücut sıcaklığında martensit dönüşüm veren NiTiNb alaşımlarının biyouyumluğu ICP-MS testi ve sitotoksisite testi ile araştırılmıştır. ICP-MS testi için öncelikle SBF (Simulated Body Fluid) yapay vücut sıvısı üretilmiştir. 700˚C’ de okside olmuş alaşım SBF içerisinde bir ve iki hafta vücut sıcaklığında bekletilip, SBF’ye nüfuz eden Nikel ve Titanyum konsantrasyonları ICPMS cihazı ile ölçülmüştür. Ölçüm sonuçlarına göre oksidasyonla yüzey özellikleri geliştirilmiş olan şekil hatırlamalı alaşımın SBF’ye nüfuz eden Nikel elementi miktarının oldukça düşük olduğu tespit edilmiştir. 600˚C’ de okside olmuş alaşıma ise sitotoksisite testi uygulanmış ve olumlu sonuçlar aldığı gösterilmiştir. NiTi and NiTi-based shape memory alloys which exhibit shape memory effect (SME) at body temperature find their applications in biomedical studies. In this study, it is aimed to produce NiTi based Ni-50Ti-23Nb alloys which has certain chemical ratio and electron concentration and transforms at body temperature, and then examine their various physical and biocompatibility properties. According to the literature, it is known that in the case of Ni-50Ti-23Nb alloy exhibits austenite transformation at body temperature, so that it is produced in Arc melter furnace. After the production of these alloys, the oxidation was performed and transformation temperatures of the alloys was determined by Differential Scanning Calorimetry (DSC). Oxidized alloys exhibited martensite transformation at body temperature. Then, microstructure and crystal structure of the alloys were examined by SEM-EDX (Scanning electron microscopy) and XRD (x-ray diffraction). The purpose of applying oxidation procedure to Ni-50Ti-23Nb alloy at various temperatures is to improve its biocompatibility. The biocompatibility of oxidized Ni-50Ti-23Nb alloys was investigated by ICP-MS test and cytotoxicity test. For the procedure of ICP-MS test, firstly SBF (Simulated Body Fluid) was produced. The Ni-50Ti-23Nb alloy which was oxidized at 700˚C, was kept in SBF for one and two weeks at body temperature (37 ˚C) and Nickel and Titanium concentrations permeating SBF were measured by ICP-MS. According to the experimental results, it is determined that the amount of nickel element penetrating SBF of the oxidized alloy is very low. Cytotoxicity test was applied to Ni-50Ti-23Nb alloy which was oxidized at 600˚C and it is found that there is no significant cytotoxicity for the sample.Item 65 Yaş ve üzeri kişilerde sensörinöral işitme kaybının, video baş itme testi bulguları ile karşılaştırılması(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Köseoğlu, Hasibe; Erbek, Selim SermedAMAÇ: Çalışmamızın amacı 65 yaş ve üzeri bireylerde sensörinöral işitme kaybını video baş itme testi bulguları ile değerlendirmek. GEREÇ- YÖNTEM: Hastalar vHIT kazanç değerlerinin yaş ile ilişkisinin değerlendirilmesi amacıyla 65-74yaş ve 75-85 yaş olarak iki gruba ayrıldı. Çalışmaya, 65- 74 yaş arası 36 hasta (18 kadın, 18 erkek), 75-85 yaş arası 24 hasta (12 kadın, 12 erkek) dahil edildi. Aynı hasta grubu sensörinöral işitme kaybı derecesine göre; 1.Grup (26 dB -55 dB hafif, orta derece işitme kaybı ), 2.Grup (56 dB- >90 dB orta, ileri ve çok ileri derece işitme kaybı) olmak üzere iki gruba ayrıldı ve her hastaya vHIT uygulandı. BULGULAR: Yaşı 75-85 aralığında olan grupta, yaş aralığı 65-74 olan gruba göre vHIT kazanç değerleri hem sağ hem de sol kulak için istatistiksel olarak anlamlı derecede daha düşük bulunmuştur (p<0.05). Sağ ve sol kulaklardaki işitme kaybı derecesi ile vHIT kazanç değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır (p>0.05). SONUÇ: Çalışmanın sonuçları, ileri yaşlarda sensorinöral işitme kaybı kadar vestibülooküler refleks kazançlarında da bozulma olduğunu düşündürmektedir. Ancak bu bozulma sensorinöral işitme kaybı derecesi ile ilişkili değildir. OBJECTIVE: To evaluate sensorineural hearing loss in patients 65 years and older with video head impulse test findings. METHOD: The patient were divided into two groups as 65-74 years and 75-85 years age in order to evaluate the relationship between vHIT gain values and age. 36 patients aged 65-74 years (18women, 18 men) and 24 patient aged 75-84 years (12 women, 12 men) were included in the study. According to same patient groups sensorineural hearing loss level. 1.Group (26 dB – 55dB mild to moderate hearing loss), 2.Group (55 dB – 90 dB modarate to severe hearing loss) two groups were formed and each patient underwent vHIT. RESULTS: In the 75-85 age group, the vHIT gain value was compared to the 65-74 age group; for both ear, it was statistically significantly lower (p<0.05). There was no statistically significant relationship between the degree of hearing loss in both ear and vHIT gain value (p>0.05). RESULTS: The results of the study implies that sensorineural hearing loss as well as vestibulocular reflex gains are impaired in older ages. However, this deterioration has not affected the degree of sensorineural hearing loss.Item Bölgesel hava savunma için çok amaçlı konuşlanma modeli(Başkent Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2019) Özdemir, Zeynep; İç, Yusuf TanselBu çalışma, katmanlı hava savunma sistemi ile bir bölgenin olası hedeflerden korunması için füzelerin optimal tahsisi ve konuşlanma sorununu ele almaktadır. Bu kapsamda, etkisiz hale getirme olasılığı ve toplam maliyet unsurlarının optimize edildiği çok amaçlı model geliştirilmiştir. Konuşlanma problemi için seçilen bölgedeki çevresel unsurlar nedeni ile yerleşim yapılabilecek alan sınırlandırılmış, yerleşimin bu alan içerisinde yapılması kısıt olarak eklenmiştir. Model, Math Works’ün MATLAB R2016b programı ile kodlanarak çözülmüştür. This study focused on optimal allocation and deployment problem of missiles in order to protect a region against possible threats by Layered Air Defense System. A multi-objective model has been developed to optimize the probablity of kill and total cost. For deployment problem, in the region an area, where the settlement can be made, has been selected and deployment within this area is added to the model as a constraint.The problem has been solved by coding with MATLAB R2016B program of Math Works.Item Model tabanlı geliştirme teknolojisinin hava aracı yazılımlarında kullanımı ve sertifikasyonu(Başkent Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2019) Saraç, Tuğba; Tolun, Mehmet ReşitTeknolojik gelişmelerin hızla ilerlemesi pek çok sektörde olduğu gibi havacılık sektöründe de ihtiyaç duyulan ürün ve hizmetler ile ilgili alternatiflerin artmasına imkân vermiştir. Bu durum üreticiler arasında sıkı bir rekabet ortamının oluşmasına neden olmuştur. Artan rekabet koşullarında hava aracı üreticileri, müşteri isteklerine daha kısa zamanda ve daha az maliyetle cevap vermek için yeni teknoloji arayışlarına girmişlerdir. Bu teknolojilerden birisi de, üreticilere sağladığı takvim ve maliyet avantajı nedeni ile son yıllarda havacılık sektöründe oldukça popüler hale gelen Model Tabanlı Geliştirme (MTG) teknolojisidir. MTG teknolojisi, geleneksel yazılım geliştirme yaklaşımına alternatif olarak geliştirilmiş, sistem ve yazılım seviyesindeki faaliyetlerin iç içe geçtiği yeni bir yazılım geliştirme yaklaşımıdır. Bu çalışmada, MTG teknolojisi ile geliştirilen hava aracı yazılımlarının yaşam döngüsü boyunca tamamlanması gereken faaliyetler, üretilmesi gereken veriler, hava aracı sertifikasyon süreci ve uçuş emniyeti kapsamında dikkat edilmesi gereken konular, bu konulara yönelik öneriler ve MTG teknoloji ile ilgili önemli noktaların sorgulanmasında havacılık sektörüne fayda sağlayabilecek soru listeleri sunulmuştur. Uygulama bölümünde ise, MTG teknolojisinde yapılması gereken model kapsama analizi ile yapısal kapsama analizi karşılaştırması yapılmış ve çalışmada anlatılan diğer önemli konulardan örnekler verilmiştir. The rapid improvements of technological developments have led to increase alternatives and to enable customers to access these alternatives more easily and quickly. This has led to an increase in competition among companies. Increasing competition conditions have led companies to look for alternative technologies to produce products in less time and less cost. One of these technologies is the model based development technology, which is very popular due to the time and cost advantages it provides to companies. Model based development technology is a new development technology used as an alternative approach to the traditional software development approach. Although the use of this technology in the development of non-safety critical software is older, the use of this technology in the development of safety critical software such as aircraft software is relatively new. In this study, the use of this technology in the aviation, the advantages it provides, the effects on the certification and flight safety, the issues that need to be considered in the product development processes, recommendations for these issues and a useful checklist are presented. In addition, information about model coverage analysis that should be done in model based development technology is given and compared with structural coverage analysis on an example.Item Anjiyografi görüntülerinde damar daralmalarının evrişimsel sinir ağı yöntemi kullanılarak belirlenmesi(Başkent Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2019) Demir, Ahmet Gökhan; Akşahin, Mehmet FeyzaKoroner arter hastalığı (KAH) dünya genelinde en sık görülen kalp hastalığı türüdür. Kardiyovasküler hastalıklar genellikle kalp krizi, anjina veya inmeye yol açabilecek daralmış veya tıkanmış kan damarlarını içeren koşulları ifade eder. İnvaziv koroner anjiyografi, koroner arterleri tanımlamak için standart klinik yöntemdir ve KAH teşhisinde ―altın standart‖ tır. Kalp boşluklarının ve koroner arterlerin kontrast madde verilmesi sırasında görüntülenmesi ve X-ışınları kullanılarak hareketli film çekilmesi esasına dayanır. Arterlerin görüntülenmesi sırasında hekim tarafından anjiyografinin değerlendirilmesi ile ileri inceleme ya da tedavi yönteminin ne olacağı konusunda karar verilmekte ve hasta bu konuda bilgilendirilerek gerekli girişim ve tedaviler planlanmaktadır. Bilgisayar destekli tespit sistemleri, hekimlerin karar vermesini kolaylaştırma açısından çok önemlidir. Bu tez çalışmasında, evrişimsel sinir ağı (ESA) kullanılarak anjiyografi görüntülerini analiz eden bir yöntem geliştirilmiştir. Yöntemin doğruluğunu iyileştirmek amacıyla öncelikle kalp damarları literatürde yer alan klasik yöntemler ile bölütlenmiş ve bu görüntüler üzerinden analiz yapılmıştır. Geliştirilen yöntem, açık kaynak olarak hekimler tarafından skorlanmış görüntülerin yer aldığı veri tabanlarından elde edilen vakalar üzerinde test edilmiş ve %94,84 doğruluğuna ulaşılmıştır. Coronary artery disease (CAD) is the most common type of heart disease worldwide. Cardiovascular diseases usually refer to conditions that include narrowed or blocked blood vessels that can cause heart attacks, angina or stroke. Invasive coronary angiography (ICA) is the standard clinical method for identifying coronary arteries and is currently the gold standard for CAD diagnosis. ICA is the X-ray imaging of cardiac cavities and coronary arteries using contrast agent. Computer aided detection systems are very important in terms of supporting physicians' decision making. In this thesis, a method was developed to analyze angiography images using convolutional neural network (CNN). In order to improve the accuracy of the method, cardiovascular vessels were first segmented by classical methods presented in the literature and these images were evaluated with the CNN algorithm. The developed method was tested on the cases obtained from the databases containing the images scored by the physicians as open source and 94.84% accuracy was achieved.Item Böbrek nakil başarısının izlenmesi için bir karar destek aracı(Başkent Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2019) Arısoy, Suna; İç, Yusuf TanselOrgan nakli son yıllarda oldukça gelişen bir tedavi yöntemi haline gelmiştir. En yaygın olarak gerçekleştirilen organ nakilleri ise böbrek ve karaciğer naklidir. Böbrek nakli kadavradan ya da canlı vericiden sağlanabilmektedir. Türkiye’de kadavra vericinin azlığından kaynaklı olarak daha çok canlı vericiden nakil sağlanmaktadır. Nakil işleminin başarılı olarak gerçekleşmesinden sonra hastanın ameliyat sonrası rutin kontrolleri büyük önem taşır. Aksi halde nakil sonrası organ kayıpları görülebilmektedir. Bu noktada hastanın bilinçli davranıp rutin testleri, ölçümleri yaptırması ve doktoru ile temasta kalması gerekmektedir. Bu çalışmada, canlı vericiden böbrek nakli gerçekleştirmiş hastaların nakil sonrası böbrek başarısı incelenmiştir. Bu amaçla Analitik Hiyerarşi Prosesi (AHP) ve Tercihlerin İdeal Çözüme Yakınlık Derecelerine Göre Sıralanması Tekniği (TOPSIS) ile çok ölçütlü karar verme modeli oluşturulmuştur. Hastaların test sonuçlarında zaman içerisinde meydana gelen iyileşmeler ve kötüleşmeler doğrultusunda hastaların bireysel bazda durumlarının izlenebileceği bir model ortaya konmuştur. Modelde en kritik nokta nakil sonrası rutin testlerinin ağırlıklandırılmasıdır. Bu sebeple kriter ağırlıklandırma işlemi için nefroloji alanında uzman doktorların görüşlerinden faydalanılmıştır. Bu ağırlıklandırmalar AHP ve TOPSIS modellerine girdi olarak verilerek hasta durumlarının nakil sonrası belirli periyotlarla değerlendirilebileceği bir model önerilmiştir. Organ transplantation has become a highly developed treatment method in recent years. The most common organ transplants are kidney and liver transplantation. Renal transplantation can be obtained from cadaver or live donor. Due to a shortage of cadaveric donor in Turkey, live donor kidney transplant is done more. After the successful transplantation, the patient's routine postoperative controls have great importance. Otherwise, organ losses may occur after transplantation. At this point, the patient should act consciously and have routine tests. Additionally, the patient should stay in contact with his doctor. In this study, the renal success of patients who underwent renal transplantation from a live donor was investigated. For this purpose, multi-criteria decision making model was developed by using the Analytic Hierarchy Process (AHP) and Technique for Order Preference by Similarity to Ideal Solution (TOPSIS) methods. In line with the improvements and deterioration of the patients' test results over time, a performance evaluation model has been put forward in which patients can be evaluated. The most critical point in the model is the weighting of the after transplantation routine tests. For this reason, the opinions of specialists in the field of nephrology were used for criterion weighting. These weightings were given as input to AHP and TOPSIS models and patient conditions were evaluated after transplantation period.Item Gen ifade tahmini için veri bütünleştirme(Başkent Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2019) Bayrak, Tuncay; Oğul, HasanCanlı formunun sürdürülebilirliğinin temelinde protein sentezi yer almaktadır. Protein sentezinde, insan genomundaki kodlayıcı genleri düzenleyen küçük nükleotid dizilerinin (mikro RNA) ve diğer yönetici genlerin (Transkripsiyon Faktör, TF) önemli görevleri vardır. Bu çalışmanın amacı, mikro RNA ve TF’lerin düzenleme bilgisinin protein kodlayıcı genlerin ifade tam değerlerinin kestirim performansına etkisini araştırmaktır. Gen ifade tam değerini tahmin etmek için regresyon tabanlı modelleri içeren sistematik yaklaşımlar ortaya konulmuştur. Öncelikle, gen ifade ölçümlerinde yaygın olarak karşılaşılan kayıp veri (missing data) problemini çözmek için doğrusal, k-NN ve İlişkisel Vektör Makinesi (RVM) regresyon modelleri uygulanmıştır. Regresyon modelinin eğitiminde genellikle aynı genin farklı deneylere ait ifade değerlerinden oluşan vektörler kullanılmaktadır. Daha sonra, bu ifade vektörlerine aynı deneye ait farklı gen ifade değerlerinin dâhil edilmesinin gen ifade tahminine etkisi araştırılmıştır. Bunun için İki Yönlü İşbirlikçi Filtreleme (Two-way collaborative filtering) yöntemi kullanılarak gen ifade değerlerinden oluşan tek yönlü veri matrisi iki yönlü veri matrisine dönüştürülmüş ve regresyon modeli bu yeni veri matrisi ile oluşturulmuştur. Gen ifade tahmini için ilk defa kullanılan bu yeni öznitelik sunum tekniği ile kestirim performansının artırıldığı görülmüştür. Ayrıca farklı kanser türlerine ait gen ifade verilerinin bütünleştirilmesinin gen ifade tahminine etkisi de araştırılmıştır. Burada, prostat kanserine ait gen ifade değerlerinin tahmin edilmesinde kolon kanseri verisinin model öğrenmede kullanılmasının kestirim performansını artırdığı görülmüştür. Literatürde gen ifade değerleri kullanılarak gen düzenleyici moleküller ile genler arasındaki ilişkinin tespit edilmesine yönelik çok sayıda çalışma bulunmaktadır. Ancak hücrede meydana gelen bu etkileşimler kullanılarak gen ifade tam değerinin tespitine yönelik çalışmalar oldukça kısıtlıdır. Son olarak, farklı veri yapısındaki miRNA-gen ve TF-gen regülasyon bilgileri ile gen ifade değerleri bütünleştirilmiş olup doğrusal ve RVM regresyon modelleri kullanılarak kestirim performansına etkisi araştırılmıştır. Veri bütünleştirme yaklaşımlarında Öklid, Affine Dönüşüm ve Bhattacharya uzaklık ölçütleri kullanılmıştır. Gen ifade matrisleri; Gene Expression Omnibus veritabanından, TF-gen regülasyon bilgisi TRANSFAC veritabanından ve miRNA-gen regülasyon bilgisi ise mirDB, mirTarbase ve mirConnX veri tabanlarından alınmıştır. Kestirim performansının değerlendirilmesinde Spearman benzerlik katsayısı, Pearson benzerlik katsayısı ve Hata Kareleri Ortalamasının Karekökü (RMSE) ölçütleri kullanılmıştır. miRNA-gen regülasyon bilgisinin bütünleştirilmesi ile gen ifade tahmini performansının artırıldığı görülmüştür. Protein synthesis is the basis of the sustainability of the living form. Small nucleotide sequences (micro-RNA) and other executive genes (Transcription Factor, TF) that regulate coding genes play an important role in the protein synthesis. The aim of this study was to investigate the effect of regulation information of micro-RNA and TFs on the performance of predicting the exact value of expressions of protein coding genes. In order to predict the exact value of gene expression, systematic approaches that includes regression-based models are introduced. First, linear, k-NN and Relational Vector Machine (RVM) regression models were applied to solve the common problem of missing data in gene expression measurements. The expression vectors used in the training phase of the regression model are generally composed of the expression values of the same gene that belongs to different experiments. After that, the effect of the inclusion of different gene expression values of the same experiment on these expression vectors was investigated. For this, the one-way data matrix, consisting of gene expression values, was transformed into a two-way data matrix using Two-way Collaborative Filtering method and the regression model was built with this new data matrix. It is observed that this new feature representation technique that is first used in this study for gene expression predicting increases the performance of predicting. In addition, the effect of integrating gene expression values of different cancer types on gene expression predicting is also investigated. Here, it is observed that the use of colon cancer data in model learning to predict the gene expression of prostate cancer increases prediction performance. There are many studies in the literature to determine the relationship between regulating molecules and genes using gene expression values. However, there are very limited studies based on predicting the exact value of gene expression by using these relations in the cell. Finally, miRNA-gene and TF-gene interaction information and gene expression values were integrated and the prediction performance outcomes obtained by using linear and RVM regression models were discussed. Euclidean, Affine Transformation and Bhattacharya distance measures were used in data integration approaches. Gene expression matrices from Gene Expression Omnibus; TF-gene regulation information from TRANSFAC; miRNA-gene regulation information from mirDB, mirTarbase and mirConnX were used. Spearman similarity coefficient, Pearson similarity coefficient and Root Mean Squared Error (RMSE) were used to evaluate the performance of predicting. It is observed that the performance of predicting gene expression is increased by integrating of miRNA-gene regulation information.