Başkent Üniversitesi Yayınları
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11727/13092
Browse
7 results
Search Results
Item Primer Hipotiroidi Olan ve Olmayan Yetişkin Kadınların Akdeniz Diyetine Uyum Düzeyi, Depresyon, Anksiyete ve Stres Düzeylerinin Karşılaştırılması(Başkent Üniversitesi, 2024-04-30) Sayılır,Ali; Önder,Çağatay Emir; Akçil Ok,MehtapAmaç: Bu çalışmada, primer hipotiroidili kadınlar ile sağlıklı kadınlardan oluşan kontrol grubunda Akdeniz diyetine (AD) uyum düzeyi, depresyon, anksiyete ve stres durumlarının karşılaştırılması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma, Ocak-Aralık 2022 tarihleri arasında Niğde ilinde bir devlet hastanesinin endokrinoloji ve metabolizma polikliniğine başvuran, doktor tarafından primer hipotiroidi tanısı aldıktan sonra en az 3 ay geçen, ilaç tedavisi uygulanan ve uygulanmayan 61 yetişkin kadın hastayla yürütülmüştür. Kontrol grubu olarak herhangi bir hastalığı olmayan 61 sağlıklı kadın seçilmiştir. Anket formu sosyo-demografik özellikleri, genel sağlık bilgileri, beslenme alışkanlıkları, antropometrik ölçümleri, Akdeniz Diyetine Bağlılık Ölçeği (MEDAS) ve Depresyon Anksiyete Stres-21 Ölçeği (DASS-21) ile ilgili soruları içermektedir. Bulgular: Çalışmaya katılan primer hipotiroidili bireylerin yaş ortalaması 39,9±12,63 yıl, kontrol grubunun ise 37,0±11,15 yıl olarak saptanmıştır (p>0,05). Çalışma grubundaki bireylerin vücut ağırlığı, Beden Kütle İndeksi, bel çevresi, kalça çevresi, boyun çevresi, üst orta kol çevresi, bel/ boy oranı ölçüm değerlerinin kontrol grubundakilere göre daha yüksek olduğu saptanmıştır (p<0,05). MEDAS puan ortalaması kontrol grubundaki bireylerde 6,8±1,77 ve çalışma grubundaki bireylerde daha düşük 5,7±1,26 puan olarak bulunmuştur (p<0,05). Çalışma grubundaki bireylerin kontrol grubundakilere göre anksiyete ve stres puan ortalaması daha yüksek bulunmuştur (p<0,05). Hem çalışma grubundaki hem de kontrol grubundaki bireylerin AD uyum düzeyine göre depresyon, anksiyete ve stres puan ortalamaları benzer bulunmuştur (p>0,05). Sonuç: Bu çalışmada primer hipotiroidi tanısı alan kadınların AD uyum düzeylerinin daha düşük olduğu ve anksiyete ve stres düzeylerinin ise daha fazla olduğu belirlenmiştir.Item Diyabet Kliniğine Başvuran Bireylerde Anormal Yeme Davranışlarının ve Depresyon Durumunun Değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi, 2023-08-30) Yıldız,Anıl; Kızıltan,GülAmaç: Bu çalışmada, Tip 2 diyabetli ve prediyabetli bireylerde, anormal yeme davranışları ile bireylerin depresyon durumlarını değerlendirmek amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Kesitsel tipte planlanan bu araştırmaya, Ağustos 2021-Şubat 2022 tarihleri arasında Bitlis ilinde bir devlet hastanesinin diyabet kliniğine doktor tarafından yönlendirilen ve çalışmaya gönüllü katılmayı kabul eden diyabet ve prediyabet tanısı almış 100 birey katılmıştır. Bireylerin demografik özellikleri ve beslenme alışkanlıklarına ilişkin sorular içeren araştırmacılar tarafından geliştirilen anket formu uygulanmıştır. Bireylerin anormal yeme davranışları, Gece Yeme Anketi, Duygusal Yeme Ölçeği ve Aşırı Besin İsteği Ölçeği (ABİS) ile değerlendirilmiştir. Bireylerin depresyon durumları da Beck Depresyon Ölçeği ile değerlendirilmiş olup çalışmaya başlamadan önce gerekli tüm izinler alınmıştır. Bulgular: Belirtilen tarihler arasında, çalışmaya dâhil edilme kriterlerini karşılayan bireylerin %50’si Tip 2 diyabetli, %50’si prediyabetlidir. Tip 2 diyabetli bireylerin yaş ortalaması 51,9±10,21 yıl iken, prediyabetli bireylerin yaş ortalaması 51,5±10,79 yıl olarak saptanmıştır. Bireylerin %60’ı kadın, %40’ı erkektir. Tip 2 diyabetli ve prediyabetli bireylerin gece yeme, duygusal yeme ve ABİS ölçek puanları arasında istatistiksel olarak önemli bir fark saptanmamıştır (p>0,05). Orta ve üstü depresyon düzeyine sahip bireylerin ve hafif düzeyde depresyona sahip bireylerin duygusal yeme puanları sırasıyla; 8,8±4,91 ve 7,5±4,89 bulunmuştur (p<0,05). Depresyon durumunun bütün sınıflandırmalarında gece yeme puanı açısından istatistiksel olarak anlamlı farklılık saptanmıştır (p<0,05). Sonuç: Araştırma sonucunda Tip 2 diyabetli bireylerde anormal yeme davranışlarının, tıbbi beslenme tedavisi danışmanlığında diyetisyen aracılığıyla sorgulanması gerektiği, depresyonun duygusal yeme ve gece yeme davranışları için bir risk faktörü olabileceği düşünülmektedir.Item Kadınlarda Beden Kütle İndeksi, Depresyon, Yeme Davranışı ve Uyku Kalitesi İlişkisinin Belirlenmesi(Başkent Üniversitesi, 2022-12-30) Tatlı,Çilenay; Köseler Beyaz,EsraAmaç: Bu çalışma kadın bireylerde beden kütle indeksi, depresyon, yeme davranışı ve uyku kalitesi arasındaki ilişkinin belirlenmesi amacıyla yürütülmüştür. Gereç ve Yöntem: Bu araştırma, Ocak 2022 – Mart 2022 tarihleri arasında çalışmaya katılmaya gönüllü 22-64 yaş arası 430 yetişkin kadın birey ile çevrimiçi anket yöntemi kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın anket formu, sosyodemografik bilgiler, fiziksel aktivite alışkanlıkları, sağlık durumu ve beslenme alışkanlıklarına ilişkin sorular içeren bir form, Hollanda Yeme Davranış Anketi (DEBQ), Beck Depresyon Ölçeği (BDÖ) ve Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi (PUKİ) ’nden oluşmaktadır. Bulgular: Bireylerin %5,6’sı zayıf, %55,3’ü normal, %25,3’ü hafif şişman %9,5’i I. derece obez ve %4,2’si II. derece obez sınıfındadır. Farklı BKİ grubundaki bireylerin DEBQ toplam, duygusal ve dışsal yeme puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark gözlenmiştir (p<0.05). Bireylerin BDÖ puan ortalaması 12,5±8,58 ve PUKİ toplam puan ortalaması ise 6,5±3,54’tür. Farklı BKİ grubundaki bireylerin BDÖ ve PUKİ toplam puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamaktadır (p>0.05). Bireylerin BDÖ puanları ile PUKİ toplam puanı arasında pozitif yönlü ve istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki görülmüştür (p<0.05). Bireylerin DEBQ’dan aldıkları toplam puanlarla PUKİ’den aldıkları toplam puanlar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (p>0.05). Bireylerin BDÖ puanları ile DEBQ toplam puanı, duygusal ve kısıtlayıcı yeme puanları arasında pozitif yönde anlamlı ilişkiler bulunmaktadır (p<0.05). Bireylerin BKİ değerleri ile DEBQ toplam puanı, duygusal ve dışsal yeme puanı, BDÖ puanı ve uyku bozukluğu alt ölçeği puanı arasında pozitif; gündüz işlev bozukluğu alt ölçeği puanı ile negatif yönde anlamlı ilişkiler bulunmaktadır (p<0.05). Sonuç: Beden kütle indeksi, yeme davranışı, depresyon durumu ve uyku kalitesi gibi faktörlerin birbirleri ile ilişkilerini inceleyen bu çalışma; bireylerin depresyon durumu ile beden kütle indeksi, yeme davranışı ve uyku kalitesinin ilişkili olduğu sonucunu ortaya koymuştur. Bu bilgiler, bireylerin psikolojik süreçlerindeki değişimlerin obezite ile ilişkili diğer sağlık değişkenlerini de etkilediğini göstermektedir.Item 20-49 yaş arası Gebe Kadınların D Vitamini Destekleri Kullanım Durumları ile Beslenme ve Depresyon Durumlarının Karşılaştırılması(Başkent Üniversitesi, 2020-04-30) Soykurt Çukurovalı, Seniha; Çelen,Emine; Tayfur,MuhittinAmaç: Bu çalışma, 20-49 yaş arası gebe kadınların beslenme durumları, besin tercihleri, yeme tutumları ve vitamin D destek kullanım durumu ile depresyon oluşumu arasındaki muhtemel ilişkinin saptanması amacıyla planlamış ve yürütülmüştür. Gereç ve Yöntem: Araştırma, Aralık 2018 ile Ocak 2019 tarihleri arasında Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniği’ne başvuran 20-49 yaş arası 150 gebe kadın üzerinde yürütülmüştür. Bireylerin kişisel bilgileri, depresyon durumu, fiziksel ve besin tüketimindeki değişikliklere ilişkin bilgileri saptamaya yönelik anket formu uygulanmıştır. Serum D vitamini düzeyleri Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Biyokimya Laboratuvarında analiz edilmiştir. Bireylerin beslenme alışkanlıkları ve besin tüketim kayıtları yüz yüze görüşme yöntemi ile elde edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya katılan toplam 75 kişi D vitamini kullandı, diğer 75 kişi kullanmadı. Çalışmaya katılan bireylerden D vitamini kullananların ortanca depresyon skoru medyanı 9.00 (IQR=6) iken, kullanmayanlar için 33.00 (IQR=13) olarak bulundu. Medyan skorları D vitamini kullanımına göre incelendiğinde istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar olduğu bulundu. Sonuç: Çalışmadaki gebe kadınları serum D vitamini yeterliliği, yetersizliği ve eksikliğine göre gruplandırılıp Beck depresyon puanlarına bakıldığında, serum D vitamini düzeyi azaldıkça Beck depresyon puanı anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Epidemiyolojik çalışmalarda da D vitamini eksikliğinin veya yetersizliğinin depresyonla ilişkili olduğunu gösteren kanıtlar vardır. Bu nedenle, risk gruplarında depresyonu önlemekveya tedavi etmek için D vitamini takviyeleri almayı önermek uygundur.Item Kronik Böbrek Yetmezliği Olan Hastalarda Serum D Vitamini Düzeyi ile Depresyon İlişkisi(Başkent Üniversitesi, 2019-08-31) Akbal Akyel, Ayça; Kızıltan,GülAmaç: Son dönem böbrek yetmezliği olan hastalarda depresyon, en yaygın psikiyatrik problem ve prevalansı da yükselmektedir. Depresyon ve diğer mental bozukluklara sahip olan bireylerde serum D vitamini düzeyleri düşük bulunmuştur. Bu çalışma kronik böbrek yetmezliği olan hastaların D vitamini düzeyi ile depresyon durumunu ve bu iki faktörün arasındaki ilişkinin araştırılması amacıyla yürütülmüştür. Gereç ve Yöntem: Çalışma, Başkent Üniversitesi Hastanesi Yenikent Diyaliz ve Ümitköy Diyaliz merkezinde hemodiyalize giren 19-64 yaş arası 150 hasta üzerinde yürütülmüştür. Çalışmada bireylere demografik özelliklerini belirlemeye yönelik anket formu uygulanmıştır. Araştırmaya katılan hastaların serum 25(OH) D vitamini düzeyi analiz edilmiştir. Hastaların fiziksel aktivite düzeylerini saptamak amacıyla Fiziksel Aktivite Saptama Formu, duygu durumunu ve depresyona eğilimini saptamak için Beck Depresyon Envanteri kullanılmıştır. Hastaların malnütrisyon durumu da, Malnütrisyon İnflamasyon Skoru ile saptanmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan hastaların yaş ortalaması 49.9±12.20 yıl olarak belirlenmiştir. Çalışmaya, hemodiyaliz tedavisi gören 19-64 yaş arası, 55’i kadın (%36.7) ve 95’i erkek (%63.3) olmak üzere toplam 150 Kronik Böbrek Yetmezliği (KBY) hastası alınmıştır. Hastaların %64.7’ sinde D vitamininin eksik olduğu saptanmıştır. Kadınların %63.6’sında, erkeklerin %65.3’ünde D vitamininin eksik olduğu belirlenmiştir. Beck depresyon Envanteri ile Serum D vitamini düzeyi arasında negatif yönde ilişki istatistiksel açıdan önemli bulunmuştur (p<0.05). Sonuç: Çalışmadaki hastalar serum D vitamini yeterliliği, yetersizliği ve eksikliğine göre gruplandırılıp Beck depresyon puanları incelendiğinde, serum D vitamini düzeyi azaldıkça Beck depresyon puanı anlamlı olarak yüksek bulunmuştur.Item Annelerin Postpartum Depresyon Risk Faktörlerinin Değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi, 2019-08-31) Doğan,Gülşah; Kızıltan,GülAmaç: Bu araştırma, annelerin postpartum depresyon (PPD) risk faktörlerini değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Araştırma, Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi’nde Aralık 2018 – Mart 2019 tarihleri arasında pediatri kliniğinde yatan ve pediatri polikliniğe başvuran yaşları 0-36 ay olan bebeklerin anneleri üzerinde yapılmış ve çalışmaya 104 anne dahil edilmiştir. Annelerden anket formu aracılığıyla, yaş, eğitim durumu, çalışma durumu, medeni durumunu değerlendirmek için anket formu uygulanmış; boy uzunluğu ile gebelik öncesi ve mevcut vücut ağırlığı ölçümleri alınarak, BKİ değerleri hesaplanmıştır. Postpartum depresyon riskini değerlendirmek üzere, annelere 10 adet çoktan seçmeli soru yöneltilmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 20 paket programı kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmaya katılan annelerin yaş ortalaması 30.5±5.89 yıl olup yaşları 18-45 yaş arasındadır. Annelerin, %21.9’u ilköğretim, %32.4’ü lise ve %45.7’si üniversite mezunudur. Annelerin %88.6’sı evli, %11.4’ü ise bekar olduklarını belirtmişlerdir. Annelerin gebelik öncesi vücut ağırlık ortalaması 61.7±10.56 kg, mevcut vücut ağırlık ortalaması 68.6±11.26 kg olarak belirlenmiştir. Annelerin mevcut BKİ değerlerinin ortalaması ise 25.1±4.15 kg/m2 olarak saptanmıştır. Annelerin %28.6’sının özgeçmişinde %25.7’sinin de soy geçmişinde depresyon öyküsü, olduğu belirlenmiştir. Annelerin%21.9’unda PPD öyküsü olduğu belirlenirken, %20’sinin de ailesinde PPD öyküsü olduğu saptanmıştır. Annelerin %50.5’in son gebeliği sırasında huzursuzluk ve endişe, %34.3’ün ise ruhsal sorun yaşadığı saptanmıştır. Lise mezunlarının olmayan annelerin yaş ortalaması 30.3±5.90 ve PPD'si olan annelerin yaş ortalaması ise 31.1±5.94 yıl olarak tespit edilmiştir. PPD'si olan annelerin %83.3'ü üniversite mezunu, PPD'si olmayan annelerin %26.5'inin ise lise mezunu olduğu saptanmıştır. Annelerin %58.1'inin çalıştığı, %41.9'unun ise çalışmadığı belirlenmiştir. Sonuç: Annelerin yaş ile eğitim ve çalışma durumları postpartum depresyon oluşumunda etkili olabilmektedir.Item Annelerin Aile İşlevleri, Başa Çıkma Yolları ve Kişilik Özelliklerinin, Depresyon ve Kaygı Yakınmaları Üzerindeki Etkileri(Başkent Üniversitesi, 2016-12-30) Nadir,UralAmaç: Bu çalışmanın amacı aile işlevselliğinin, başa çıkma stratejilerinin, temel kişilik özelliklerinin, annelerin depresyon ve kaygı yakınmaları üzerindeki etkilerinin incelenmesidir. Gereç ve Yöntem: Çalışma için en az bir çocuğu olan ve Ankara’da yaşayan 155 anneden veri toplanmıştır. Annelere demografik bilgi formunun yanı sıra Beck Depresyon Envanteri, Aile Değerlendirme Ölçeği, Süreklilik Kaygı Envanteri, Temel Kişilik Özellikleri Ölçeği ve Başa Çıkma Yolları Envanteri uygulanmıştır. İlk olarak annelerin yaşının, eğitim düzeyinin, gelir düzeyinin ve sahip oldukları çocuk sayısının depresyon ve kaygı yakınmaları üzerindeki etkilerine bakılmış, Sonrasında annelerin yaşının, eğitim düzeyinin, gelir düzeyinin ve sahip oldukları çocuk sayısının aile işlevleri, başa çıkma stratejileri ve temel kişilik özellikleri üzerindeki etkileri incelenmiştir. Son olarak annelerin depresyon ve kaygı yakınmalarıyla eşleşen faktörler regresyon analizi aracılığı ile değerlendirilmiştir. Bulgular: Düşük gelir düzeyinin, yüksek nörotisizm ve düşük olumsuz değerlik düzeyinin, ailedeki genel işlevlerde görülen bozukluğun ve daha az problem odaklı başa çıkma stratejilerinin kullanımının annelerin depresyon düzeyi ile anlamlı olarak eşleştiği, düşük gelir düzeyinin, düşük dışadönüklük, sorumluluk, yeniliklere açıklık ve nörotisizm düzeyinin, ailedeki genel işlevlerdeki bozukluğun ve hem problem odaklı hem de duygu odaklı başa çıkma stratejilerinin daha az kullanımının annelerin kaygı düzeyi ile anlamlı olarak eşleştiği bulunmuştur. Sonuç: Bu sonuçlar literatür desteğiyle tartışılmış, bundan sonraki yapılacak çalışmalar için öneriler getirilmiştir.