Başkent Üniversitesi Yayınları

Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11727/13092

Browse

Search Results

Now showing 1 - 8 of 8
  • Item
    Üniversite Öğrencilerinde Yeme Farkındalığı ve Sezgisel Yeme Davranışının Beslenme Durumu Üzerine Etkisi
    (Başkent Üniversitesi, 2019-12-31) Kuseyri ,Güner; Kızıltan,Gül
    Amaç: Bu araştırma, üniversite öğrencilerinde yeme farkındalığı ve sezgisel yeme davranışının beslenme durumu üzerine etkisinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Araştırma, Ekim 2018-Kasım 2018 tarihleri arasında Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi’nde öğrenim gören çalışmaya katılmayı gönüllü olarak kabul eden 19 yaş ve üzeri 387 öğrenci üzerinde yürütülmüştür. Öğrencilerin sosyo-demografik özellikleri (yaş, cinsiyet, bölüm, gelir durumu), antropometrik ölçümleri (boy uzunluğu, vücut ağırlığı) ve egzersiz düzeyleri araştırmacı tarafından yüz yüze görüşme yöntemiyle uygulanan anket formu ile alınmıştır. Öğrencilerin beslenme konusundaki eğilimlerini ölçmek amacıyla Enerji Yoğunluklu Besinlerin Porsiyon Büyüklüğü Tüketim Sıklığı Formu ve kullanılmıştır. Çalışmaya katılan öğrencilerin yeme farkındalığı düzeylerini değerlendirmek için Yeme Farkındalığı Ölçeği (YFÖ-30), sezgisel yeme davranış düzeyini ölçmek içinse Sezgisel Yeme Ölçeği-2 (İES- 2) uygulanmıştır. Bulgular: Çalışmaya yaş ortalaması 20.70±1.81 yıl olan 387 öğrenci katılmış olup öğrencilerin % 94.1’ i kız; % 5.9’ u erkektir. Öğrencilerin %46.5’i beslenme ve diyetetik bölümü öğrencisi iken %16.5’i hemşirelik, %13.4’ü odyoloji, %11.6’sı fizik tedavi, %11.1’i sosyal hizmet, %0.8’i ise sağlık kurumları işletmeciliği bölümü öğrencisidir. Öğrencilerin BKİ grup dağılımları değerlendirildiğinde, öğrencilerin %70.3’ü normal, %18.8’i zayıf, %8.9’u hafif şişman, %2.1’i obez olarak değerlendirilmiştir. Hafif şişman ve obez grubunda yer alan erkek öğrencilerin sıklığı (sırasıyla %21.7; %8.7), kız öğrencilerin sıklığına göre (sırasıyla %8.0;%1.7) istatistiksel açıdan anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). Öğrencilerin yeme farkındalığı alt ölçekleri ile BKİ grupları arasındaki ilişkiye bakıldığında genel, disinhibisyon ve yeme kontrolü alt ölçeklerinin ortalama skorları ile BKİ grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olduğu bulunmuştur (p<0.05). BKİ gruplandırmasına göre obez olan öğrencilerin yeme farkındalığı ortalama genel skoru (2.95±0.40) zayıf olan öğrencilere göre (3.39±0.44) istatistiksel açıdan anlamlı olarak düşük bulunmuştur (p<0.01). Öğrencilerin sezgisel yeme alt ölçekleri ile BKİ grupları arasındaki ilişkiye bakıldığında ise genel, yemeye koşulsuz izin verme, duygusal nedenler yerine fiziksel nedenlerden yeme, açlık tokluk sinyallerine güvenme alt ölçeklerinin ortalama skorları ile BKİ arasında istatistiksel olarak önemli bir ilişki olduğu bulunmuştur (p<0.05). BKİ gruplamasında zayıf olan öğrencilerin genel sezgisel yeme ortalama skoru (3.63±0.50), diğer BKİ grubunda olan öğrencilere göre istatistiksel açıdan anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (p<0.01). Yeme farkındalığı ile sezgisel yeme arasında pozitif yönde güçlü bir ilişki olduğu saptanmıştır (p<0.05). Yeme farkındalığı ile dondurma haricindeki tüm enerji yoğunluğu yüksek besinlerin tüketim sıklığının negatif yönde ilişkili olduğu bulunmuştur. Yeme farkındalığının artması ile birlikte enerji yoğunluğu yüksek olan besinlerin tüketim sıklığının azaldığı saptanmıştır. Sezgisel yeme ile enerji yoğunluğu yüksek besinlerin tüketim sıklığı arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki olmadığı tespit edilmiştir. Sonuç: Üniversite öğrencilerinde yeme farkındalığı ve sezgisel yeme davranışı beslenme durumu üzerinde etkili olabilmektedir.
  • Item
    Kronik Böbrek Yetmezliği Olan Hastalarda Serum D Vitamini Düzeyi ile Depresyon İlişkisi
    (Başkent Üniversitesi, 2019-08-31) Akbal Akyel, Ayça; Kızıltan,Gül
    Amaç: Son dönem böbrek yetmezliği olan hastalarda depresyon, en yaygın psikiyatrik problem ve prevalansı da yükselmektedir. Depresyon ve diğer mental bozukluklara sahip olan bireylerde serum D vitamini düzeyleri düşük bulunmuştur. Bu çalışma kronik böbrek yetmezliği olan hastaların D vitamini düzeyi ile depresyon durumunu ve bu iki faktörün arasındaki ilişkinin araştırılması amacıyla yürütülmüştür. Gereç ve Yöntem: Çalışma, Başkent Üniversitesi Hastanesi Yenikent Diyaliz ve Ümitköy Diyaliz merkezinde hemodiyalize giren 19-64 yaş arası 150 hasta üzerinde yürütülmüştür. Çalışmada bireylere demografik özelliklerini belirlemeye yönelik anket formu uygulanmıştır. Araştırmaya katılan hastaların serum 25(OH) D vitamini düzeyi analiz edilmiştir. Hastaların fiziksel aktivite düzeylerini saptamak amacıyla Fiziksel Aktivite Saptama Formu, duygu durumunu ve depresyona eğilimini saptamak için Beck Depresyon Envanteri kullanılmıştır. Hastaların malnütrisyon durumu da, Malnütrisyon İnflamasyon Skoru ile saptanmıştır. Bulgular: Araştırmaya katılan hastaların yaş ortalaması 49.9±12.20 yıl olarak belirlenmiştir. Çalışmaya, hemodiyaliz tedavisi gören 19-64 yaş arası, 55’i kadın (%36.7) ve 95’i erkek (%63.3) olmak üzere toplam 150 Kronik Böbrek Yetmezliği (KBY) hastası alınmıştır. Hastaların %64.7’ sinde D vitamininin eksik olduğu saptanmıştır. Kadınların %63.6’sında, erkeklerin %65.3’ünde D vitamininin eksik olduğu belirlenmiştir. Beck depresyon Envanteri ile Serum D vitamini düzeyi arasında negatif yönde ilişki istatistiksel açıdan önemli bulunmuştur (p<0.05). Sonuç: Çalışmadaki hastalar serum D vitamini yeterliliği, yetersizliği ve eksikliğine göre gruplandırılıp Beck depresyon puanları incelendiğinde, serum D vitamini düzeyi azaldıkça Beck depresyon puanı anlamlı olarak yüksek bulunmuştur.
  • Item
    Obezite ve Duygu Durumu ile Diyet Kalitesi ve İştah İlişkisi
    (Başkent Üniversitesi, 2019-08-31) Güray,Aslıhan; Kızıltan,Gül
    Dünya Sağlık Örgütü’ne göre obezite; sağlığı bozacak şekilde vücutta normal dışı veya aşırı şekilde yağlanma olarak tanımlanmaktadır. Obezite ve depresyon arasındaki ilişki komplekstir ve bu ilişki ile ilgili birçok teori bulunmaktadır. Depresyon ve obezite etiyolojisinde moleküler, genetik, hormonal, immünolojik ve çevresel birçok faktör araştırılmaktadır. Son yıllarda obezite ve depresyon arasında sebep sonuç ilişki olup olmadığını cevaplamayı amaçlayan çok sayıda araştırma yapılmıştır. Yapılan çalışmalarda, depresyonun obezite riskini veya obezitenin depresyon riskini artırdığı gibi birbirinden farklı sonuçlar bildirilmesine rağmen, çoğunlukla depresyon ve obezite arasında karşılıklı etkileşime bağlı bir ilişki olduğu belirtilmiştir. Hipotalamusa protein, yağ ve karbonhidrat alımı ile 5-HT dönüşümü arasında negatif bir geri bildirim bulunmaktadır. Düşük dozda 5-HT veya bu nörotransmitterin salınımını arttıran ilaç kullanımı karbonhidrat alımını, protein ve yağ alımına göre çok azaltmaktadır. Karbonhidrattan zengin bir beslenmenin ardından kanda glukoz, insülin, leptin ve kortikosteron düzeylerinin yükselmesi sonucu hipotalamusta 5-HT salınımı artar. 5-HT düzeyindeki bu yükselme negatif geribildirim ile birlikte karbonhidrat alımını baskılar. Yapılan araştırmalarda, düşük serotonin düzeyi ve serum folat düzeyi arasında bir ilişki olduğu belirlenmiştir. Bu durum, insanlarda ruh hali ile ilişkisi olduğu düşünülen tiramin seviyesini de etkileyebilmektedir. Folat ayrıca metionin ve Sadenosilmetionin (SAM) sentezinde kullanılmaktadır. SAM ise, DNA, RNA, hücre zarı lipitleri ve nörotransmitterlerde gerçekleşen metilasyon reaksiyonlarında metil vericisi görevi görür. Buna ek olarak SAM’ın antidepresan özellik taşıdığı bilinmektedir. Sonuç olarak; yapılan çalışmalarda, depresyonun obezite riskini veya obezitenin depresyon riskini artırdığı gibi birbirinden farklı sonuçlar bildirilmesine rağmen, çoğunlukla depresyon ve obezite arasında karşılıklı etkileşime bağlı bir ilişki olduğu belirtilmiştir.
  • Item
    Gestasyonel Diyabet ve Risk Faktörleri
    (Başkent Üniversitesi, 2019-08-31) Avci Dursun, Elif Melek; Kızıltan,Gül
    Gestasyonel diyabet mellitus (GDM), gebeliğin ikinci veya üçüncü trimesterinde görülen diyabet tanısıdır. GDM prevalansı tüm dünyada, gebeliklerin % 1 ila 14'ü arasında görülmekte iken; ülkemizde GDM prevalansının %2.6–27.9 arasında değiştiğini belirtilmektedir. Amaç GDM gelişimine neden olan risk faktörlerini ve alınabilecek önlemleri tartışmaktır. PubMed, Embase, Medline, Cochrane Central ve Google Scholar elektronik veritabanları kullanılarak, son on yıl boyunca yayınlanan makaleler incelenerek derleme hazırlanmıştır. Gestasyonel Diyabet (GDM) için belirlenmiş risk faktörleri beden kütle indeksinin 25 ve üzeri olması (BKİ > 25 kg/m2), sedanter yaşam, ailede diyabet öyküsü, ırk / etnik köken, makrozomik bebek doğum öyküsü (4 kg ve üzeri), glikozile hemoglobinin 5.7 ve üzerinde olması (A1c > 5.7) ve diyetsel faktörler (doymuş yağ, hayvansal protein, ilenmiş ürünler vb) oluşturmaktadır. Yapılan çalışmalar yaşam tarzı değişiklikleri ile GDM riskinin %60 azaltılabileceğini göstermektedir. Glisemik indeksi düşük, posa alımı yüksek, işlenmiş ürün tüketiminin sınırlı olduğu beslenme programları ile gebelik sürecinde GDM gelişimi engellenebilir.
  • Item
    Annelerin Postpartum Depresyon Risk Faktörlerinin Değerlendirilmesi
    (Başkent Üniversitesi, 2019-08-31) Doğan,Gülşah; Kızıltan,Gül
    Amaç: Bu araştırma, annelerin postpartum depresyon (PPD) risk faktörlerini değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Araştırma, Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi’nde Aralık 2018 – Mart 2019 tarihleri arasında pediatri kliniğinde yatan ve pediatri polikliniğe başvuran yaşları 0-36 ay olan bebeklerin anneleri üzerinde yapılmış ve çalışmaya 104 anne dahil edilmiştir. Annelerden anket formu aracılığıyla, yaş, eğitim durumu, çalışma durumu, medeni durumunu değerlendirmek için anket formu uygulanmış; boy uzunluğu ile gebelik öncesi ve mevcut vücut ağırlığı ölçümleri alınarak, BKİ değerleri hesaplanmıştır. Postpartum depresyon riskini değerlendirmek üzere, annelere 10 adet çoktan seçmeli soru yöneltilmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 20 paket programı kullanılmıştır. Bulgular: Çalışmaya katılan annelerin yaş ortalaması 30.5±5.89 yıl olup yaşları 18-45 yaş arasındadır. Annelerin, %21.9’u ilköğretim, %32.4’ü lise ve %45.7’si üniversite mezunudur. Annelerin %88.6’sı evli, %11.4’ü ise bekar olduklarını belirtmişlerdir. Annelerin gebelik öncesi vücut ağırlık ortalaması 61.7±10.56 kg, mevcut vücut ağırlık ortalaması 68.6±11.26 kg olarak belirlenmiştir. Annelerin mevcut BKİ değerlerinin ortalaması ise 25.1±4.15 kg/m2 olarak saptanmıştır. Annelerin %28.6’sının özgeçmişinde %25.7’sinin de soy geçmişinde depresyon öyküsü, olduğu belirlenmiştir. Annelerin%21.9’unda PPD öyküsü olduğu belirlenirken, %20’sinin de ailesinde PPD öyküsü olduğu saptanmıştır. Annelerin %50.5’in son gebeliği sırasında huzursuzluk ve endişe, %34.3’ün ise ruhsal sorun yaşadığı saptanmıştır. Lise mezunlarının olmayan annelerin yaş ortalaması 30.3±5.90 ve PPD'si olan annelerin yaş ortalaması ise 31.1±5.94 yıl olarak tespit edilmiştir. PPD'si olan annelerin %83.3'ü üniversite mezunu, PPD'si olmayan annelerin %26.5'inin ise lise mezunu olduğu saptanmıştır. Annelerin %58.1'inin çalıştığı, %41.9'unun ise çalışmadığı belirlenmiştir. Sonuç: Annelerin yaş ile eğitim ve çalışma durumları postpartum depresyon oluşumunda etkili olabilmektedir.
  • Item
    Doğu Anadolu Bölgesinde Yaşayan Adölesan ve Yetişkinlerin Beslenme Alışkanlıkları ile Yeme Tutum ve Davranışlarının Belirlenmesi
    (Başkent Üniversitesi, 2018-12-30) Sarıdağ Devran, Betül; Kızıltan,Gül
    Amaç: Bu çalışma ile Bingöl Üniversitesi’nde birinci sınıfta okuyan öğrencilerden Doğu Anadolu Bölgesi’nde yaşayanların beslenme alışkanlıklarının yeme davranışı skoru (Eating Attitudes Test (EAT)-26)hesaplanarak değerlendirilip yeme davranışı bozukluğu olup olmadığının saptanması amaçlanmıştır.Gereç ve Yöntem: Kesitsel ve tanımlayıcı bir çalışmadır. Araştırma evrenini; Bingöl Üniversitesi’ne bağlı fakülteler, yüksekokul ve meslek yüksekokulları oluşturmuştur. Tüm bu birimlerden gönüllü olarak 506 öğrenci gelişigüzel örneklem yöntemi ile seçilmiştir. Anket formları öğrencilere görüşme esnasında dağıtılmış, aynı anda doldurmaları istenmiş ve sonrasında boy uzunluğu, vücut ağırlıkları, bel ve boyun çevresi ölçülmüş ve beden kütle indeksi (BKİ) değerleri hesaplanmıştır. Bulgular: Çalışmaya katılan 506 öğrencinin %36.4’ü erkek ve %63.6’sı ise kadındır. Yaş ortalaması 20.3±2.77 yıldır. Erkek öğrencilerin %51.1’i üç ana öğün ve %47.3’ü bir ara öğün tüketmekte ve kadınların %54.7’si iki ana öğün ve %41.3’ü bir ara öğün tüketmektedir. Normal ağırlıklı erkek öğrencilerin %50.4’ü kendisini zayıf veya çok zayıf olarak görürken, hafif şişman erkeklerin %60’ı kendisini normal ağırlıkta görmektedir. Kadınlarda ise normal ağırlıkta olanların %59.8’i kendisini zayıf veya çok zayıf görmektedir. Normal ağırlıktaki kadınların %35.5’inin ve hafif şişman kadınların %46.9’unun kendisini olduğu BKİ aralığında algılamaktadır. Erkeklerde bu sıklıklar sırasıyla %42.2 ve %37.1’dir. Erkeklerin %14.1’inde ve kadınların %24.5’inde yeme davranışı bozukluğu bulunmuştur. Genel olarak öğrencilerin %20.8’inde yeme davranışı bozukluğu bulunmaktadır. Sonuç: Araştırmamızda öğrencilerin genel olarak yanlış beslenme alışkanlıklarına sahip olduğu saptanmıştır. Bu nedenle öğrencilerin beslenme konusunda bilinçlendirilmesine ihtiyaç olduğundan eğitim programları düzenleyerek yeterli ve dengeli beslenme konusunda bilgilendirilmeleri sağlanmalıdır. Buna yönelik plan ve politikalar düzenlenerek öğrencilere sağlıklı beslenme konusunda doğru bilgi sağlanmalı ve farkındalık oluşturulmaya çalışılmalıdır.
  • Item
    Hipotiroidili Kadınlarda Tıbbi Beslenme Tedavisinin Metabolik Sendrom Bileşenleri Üzerine Etkisinin Değerlendirilmesi
    (Başkent Üniversitesi, 2018-08-30) Perçinci, Bardak; Kızıltan,Gül; Bardak Perçinci, Nazal
    Amaç: En sık görülen klinik tiroid fonksiyon bozukluğu hipotiroidizmdir ve tiroid bezinde tiroksin (T4) ve triiyodotironin (T3) yapımı ve sekresyonunda azalmaya yol açan bozukluklar nedeniyle oluşmakta ve varlığında serum tiroid stimule edici hormon (TSH) sekresyonu artmaktadır. Bu çalışma hipotiroidili hastalarda tıbbi beslenme tedavisinin metabolik sendrom bileşenleri üzerine etkisinin değerlendirilmesi amacı ile yürütülmüştür. Yöntem: Çalışma, yeni hipotiroid teşhisini almış 20 ile 64 yaş arası 101 kadın üzerinde yürütülmüştür. Hastalara, 3 ay süreyle bireye özgü tıbbi beslenme tedavisi uygulanmıştır. Çalışmanın başlangıcında ve sonunda bireylerin antropometrik ölçümleri alınmış, bazı biyokimyasal parametreleri analiz edilmiş ve fiziksel aktivite durumları değerlendirilmiştir. Bulgular: Çalışmanın başında bu grubun beden kütle indeksi (BKİ) ortalaması 30.4±5.67 kg/m² iken; 3. ayın sonunda 28.2±5.34 kg/m² olarak saptanmıştır. Hastaların çalışmanın sonundaki insülin direnci (HOMA-IR) değeri ile son BKİ değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı pozitif korelasyon saptanmıştır (r =0.639, p<0. 001). Sonuç: Çalışmanın sonunda tiroid hormon fonksiyon bozukluğu olan bireylerde bireye özgü tıbbi beslenme tedavisi uygulamasının metabolik sendrom belirteçlerinin en önemlisi olan insulin direnci derecesinin düzeltilebileceği sonucuna varılmıştır.
  • Item
    Hemodiyaliz Hastalarında Beslenme Bilgi Düzeyi ile Beslenme Durumları Arasındaki İlişki
    (Başkent Üniversitesi, 2016-08-30) Kocamış,Rabia Nur; Türker, Perim; Köseler Beyaz, Esra; Akçil Ok,Mehtap; Kızıltan,Gül
    Amaç: Bu çalışmada, hemodiyaliz (HD) hastalarının beslenme bilgi düzeyi ile beslenme durumları arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma 65 erkek, 46 kadın toplam 111 hemodiyalize giren son dönem böbrek yetmezliği olan hasta ile yürütülmüştür. Çalışmaya katılan hastaların sosyodemografik özeliklerini, genel sağlık, beslenme alışkanlıklarına ilişkin ve kronik böbrek yetmezliği (KBY) diyeti hakkında beslenme bilgilerini içeren bir anket formu yüz yüze görüşme yöntemiyle toplanmıştır. Hastaların dosyalarından biyokimyasal parametrelerinden serum albumin düzeyleri alınmıştır ve beslenme durumunu belirlemede subjektif global değerlendirme (SGD) yöntemi kullanılmıştır. Hastaların genel beslenmeye ve KBY diyetine ilişkin beslenme bilgileri 14 çoktan seçmeli soru ile belirlenmiştir. Her doğru cevap için 1 puan, yanlış cevap için ise 0 puan verilmiştir. Her hastanın aldığı puan 100’e çevrilmiştir. Ortanca puan değeri olan 64 puana göre gruplandırılmıştır. 64 puan altında alan hastalar "bilgisi yetersiz", 64 puan ve üzeri alanlar ise "bilgisi yeterli" olarak sınıflandırılmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS Windows 21.0 istatistik paket programı kullanılmıştır. Bulgular: Hastaların beslenme bilgi puan ortanca değerine göre KBY diyeti hakkındaki bilgi düzeyleri değerlendirildiğinde, %59.5’inin yeterli, %40.5’inin ise yetersiz düzeyde bilgiye sahip olduğu görülmüştür. Diyetisyenden bilgi alan hastaların beslenme bilgi puanları, doktordan bilgi edinen hastalara göre anlamlı olarak daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). Yaşı 65 yıl ve altındaki hemodiyaliz hastalarının bilgi puanları, 65 yaş üzerindeki hastalara göre daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). Eğitim durumlarına bakıldığında lise, yüksekokul/üniversite mezunu olan hastaların KBY diyeti bilgi puanlarının eğitim durumu düşük olan hastalara göre önemli olarak daha yüksek olduğu bulunmuştur (p<0.05). SGD düzeyleri ve beslenme bilgi düzeyi arasında anlamlı bir ilişki görülmemiştir. SGD sonuçlarına göre, orta düzey malnütrisyon saptanan bireylerin serum albümin düzeyi ortalamaları 3.68±0.60 g/dL iken, yeterli beslenmiş olan bireylerde bu değer 3.77±0.32 g/dL olarak belirlenmiş, gruplararası fark istatistiksel olarak önemli bulunmamıştır (p>0.05). Sonuç: Yaş, eğitim durumu, KBY diyeti bilgi kaynağı HD hastalarının bilgi düzeylerini etkilemektedir. Hastalara diyetisyen tarafından verilecek düzenli eğitimler ile beslenme bilgi düzeylerinin arttırılması hedeflenmelidir.