Fakülteler / Faculties
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11727/1395
Browse
4 results
Search Results
Item Erişkin obez hastalarda boyun çevresi ile akromiyo-aksillo-suprasternal çentik indeksinin zor entübasyon belirteci olarak karşılaştırılması(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2018) Çağlayan, Leyla Gül; Eti, Emine ZeynepObezite her geçen gün daha sık karşılaşılan bir sağlık sorunudur ve obez hastalara cerrahi müdahalelerde bulunma sıklığı da her geçen gün artmaktadır. Obez hastalarda en sık görülen sorunlardan biri genel anestezi sırasında havayolu sağlamada karşılaşılan zorluklardır. Cerrahi girişim için hazırlanan hastaların preoperatif değerlendirme sırasında, kolay uygulanabilirliği olan, ölçümü ve değerlendirmesi objektif, güvenirliği yüksek test ve inceleme yöntemlerine ihtiyaç duyulmaktadır. Bu tez çalışmasının amacı; erişkin obez hastalarda zor entübasyon insidansının belirlenmesi, preoperatif boyun çevresi ölçümünün ve akromiyo-aksillo-suprasternal indeksin zor havayolunun belirlenmesine olan katkısının ve kullanılabilirliğinin araştırılmasıdır. Ocak 2017-Şubat 2018 tarihleri arasında Başkent Üniversitesi İstanbul Sağlık Uygulama ve Araştırma Merkezi’nde elektif şartlarda, endotrakeal entübasyon ile genel anestezi altında opere olan, 18 yaş üzeri, ASA I-III grubunda 100 obez ve 100 obez olmayan hasta prospektif ve gözlemsel çalışmaya dahil edildi. Her iki gruptaki hastalar boyun çevresi ve akromiyoaksillo- suprasternal çentik indeksi (AASI) oranlarına göre 4 alt gruba ayrılarak değerlendirildi. Preoperatif değerlendirmede hastaların demografik özellikleri, ağız açıklığı, Mallampati sınıflaması (MLP), mandibular protrüzyon varlığı, tiromental mesafe ölçümü, boyun hareket kısıtlılığı varlığı, boyun çevresi ölçümü, yapılacak olan ameliyat türü, komorbid hastalık varlığı ve akromiyo-aksillo-suprasternal çentik indeksi kaydedildi. İntraoperatif değerlendirmede ise hastada maske ile havalandırma zorluğu, entübasyonda kullanılan yöntem, entübasyon deneme sayısı, entübasyonu deneyen kişi sayısı, Cormack- Lehane derecesi (C-L), kullanılan ilaçlar ve entübasyon zorluk skalası kaydedildi. Tüm hasta gruplarında zor entübasyon ile C-L arasında lineer iyi dereceli korelasyon (r=0,622, p=0,0001), boyun çevresi ile düşük-orta dereceli korelasyon (r=0,322, p<0,0001), MLP arasında düşük pozitif korelasyon (obez olmayan r=0,438, p<0,0001; obez r=0,291, p=0,003), sternomental mesafe ile düşük negatif korelasyon bulundu (r=-0,185, p=0,009). Akromiyoaksillosuprasternal çentik indeksi ile zor entübasyon arasında korelasyon saptanmadı. Sonuç olarak; çalışmamız zor entübasyon belirteci olarak kullanılan Cormack-Lehane derecelendirmesi, Mallampati testi ve boyun çevresi ölçümünün tüm hastalarda zor havayolu öngörüsünde yardımcı olduğunu ancak Akromiyoaksillosuprasternal çentik indeksi’nin zor havayolu belirteci olarak anlamlı olmadığını göstermiştir. Obesity is becoming a health problem that is encountered more commonly every day, and the frequency of surgical interventions carried out on obese patients is also increasing. One of the most common problems seen in obese patients is the difficulty encountered in the airway management during general anesthesia. Patients prepared for surgery require objective and reliable tests and examination methods that are easy to perform, to measure and to evaluate during preoperative assessment. The aim of this thesis is to determine the incidence of difficult intubation in adult obese patients, to investigate the contribution and feasibility of the measurement of preoperative neck circumference and acromio-axillo-suprasternal index in predicting difficult airways. 100 Obese and 100 non-obese patients who had undergone a surgical operation under general anesthesia with endotracheal intubation at Başkent University Istanbul Medical and Research Center between January 2017 and February 2018 were included in the prospective and observational study. Patients were above 18 years of age and were ASA group I-III. Patients in both groups were divided into four subgroups in terms of the neck circumference and acromio-axillo-suprasternal notch index (AASI). Patients' demographic characteristics, mouth opening, Mallampati classification (MLP), presence of mandibular protrusion, measurement of thyromental distance, presence of neck restriction, measurement of neck circumference, type of the planned operation, presence of any comorbidity and acromio-axillo-suprasternal notch index were recorded preoperatively. Intraoperative evaluation included difficulty in ventilation with the mask, intubation method, number of the intubation attempts, number of the persons attempting intubation, Cormack-Lehane grade (C-L), medications administered and intubation difficulty scale. There was a high linear correlation between difficult intubation and CL in all patient groups (r=0.622, p=0.0001), low to moderate correlation with neck circumference (r=0.322, pItem Leuprolide asetat tedavisi alan santral puberte prekoks tanılı kız hastalarda uzun dönem sonuçlar(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2016) Özmen, Esra; Tulgar Kınık, SibelAmaç: Santral puberte prekoks (SPP), hipotalamo-hipofizer-gonadal (HHG) aksın erken aktivasyonuna bağlı olarak sekonder seks karakterlerinin kızlarda 8, erkeklerde 9 yaşından önce görülmesidir. Bu çalışmada amaç; SPP tanısıyla leuprolide asetat tedavisi alan kız olguların tedavi bitiminden sonraki uzun dönem pubertal verilerini ve boy kazanımlarını araştırmaktır. Gereç ve Yöntem: Aralık 2002 – Haziran 2013 tarihleri arasında periferik veya organik nedenli puberte prekoksu (PP), akut ya da kronik hastalığı ya da ilaç kullanım öyküsü olan hastalar dışlanarak santral PP nedeniyle izlenen ve tedavi edilen toplam 70 kız olgu çalışmaya dahil edildi. Olguların dosya bilgilerinden anamnez, fizik muayene bulguları, anne-baba boyları, laboratuar ve radyolojik tetkikleri, tedavi öncesi ve tedavi bitimindeki boy, kilo, vücut kitle indeksi (VKİ), hedef boy (MPH=midparenteral height) kaydedildi. Tedavinin başlangıcında ki tahmini erişkin boy (TEB) hesaplandı. Tedavinin kesilmesinden sonra olgular yeniden değerlendirildiğinde adet başlama yaşı ve düzeni, final boyları, VKİ kaydedildi. Bulgular: SPP tanısı konan ve ortalama 21,73±8,45 ay leuprolide asetat tedavisi gören 70 hastada TEB 157,7±7,4 cm, MPH 158,3±4,5 cm, final boy 161,3±6,7 cm bulundu. Final boy standart deviasyon skoru (SDS) değeri , -2SD (standart deviasyon) gerisinde kalan 3 hasta saptandı. Hastaların final boy uzunlukları ile başvuru anındaki boy yaşı, MPH değeri, başvuru anındaki ve tedavi bitimindeki boy uzunluğu arasında pozitif yönde, orta düzeyde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulundu (sırasıyla r=0,443, p<0,001, r=0,502, p<0,001, r=0,462, p<0,001 r=0,610, p<0,001). Hastaların tedavi sonrası adet yaşları ortalama 11,7±0,5 yıl saptandı. Hastaların %97,1’inin (n=68) adeti düzenliyken %2,9’unun (n=2) düzensiz bulundu. Bu 2 olgu polikistik over sendromu (PKOS) tanısı aldı. Adet düzensizliği zemininde PKOS saptandı. Olguların tedavi öncesi ve tedavi sonrası relatif VKİ’ları arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmadı (p=0,328). Sonuç: Leuprolide asetat tedavisinin HHG aksının baskılanması, pubertal bulguların ilerlemesinin durdurulması, menarşın geciktirilmesi ve final boyun korunmasında etkili olduğu gösterildi. Tedavinin adet düzensizliği, obeziteyi arttırıcı yönde yan etkilerinin olmadığı saptandı. Objective : Central precocious puberty (CPP) commonly refers to the development of pubertal sex characteristics as a consequence of the premature activation of the hypothalamic- pituitary-gonadal (HPG) axis before the age of 8 years in girls and 9 years in boys. This study’s aim is to research the female patinet`s long term lenght gains who received leuprolide acetate with a diagnose of CPP. Material and Method : Between December 2002 and June 2013, a total of 70 female patients who has been monitored or given treatment after excluding acute or chronic illness because of central precocious puberty included in the study. From the files of the cases; anamnesis, physical examination, height of mother and father, midparenteral height (MPH) laboratory and radiological findings and weight, height and body mass index (BMI) before and after treatment recorded. Results: In 70 patients diagnosed as CPP and given leuprolide acetate treatment average for 21.73±8,45 months, predicted adult height (PAH) 157,7±7,4 cm, MPH 158,3±4,5 cm, final height found as 161,3±6,7 cm. In 3 patients final height standard deviation (SD) score was lower than -2SD. There was a statiscally significant positive correlation between final height and height age, MPH value, height on admission and after treatment (r=0,443, p<0,001, r=0,502, p<0,001, r=0,462, p<0,001 r=0,610, p<0,001 in order). The mean menstrual age after treatment found as 11,7±0,5 years. %97.1 of the patients have regular periods and %2.9 have irregular menstruel periods. Those 2 patients diagnosed as polycystic ovary syndrome (PCOS). There was statistically significant relation of BMI between before and after the treatment (p=0,328) Conclusion: It is shown that Leuprolide acetat therapy is efficient in suppressing HHG axis, preventing the advancement of pubertal findings, prolonging the menarch and preserving the final height. The treatment showed no adverse effects on increasing obesity and menstrual irregularity. Key Words: Precocious Puberty, Leuprolide Acetate, Final Height, Menstrual Regulation, ObesityItem Obez çocuklarda alt üriner sistem disfonksiyonunun değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2015) Yalman Özbey, Işık; Cengiz, NurcanObezite günümüzün en sık hastalıkları listesinde giderek üst sıralara yükselmekte ve Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından çocukluk çağının en sık görülen kronik hastalıkları arasında yer almaktadır. Yarattığı sonuçlar nedeniyle ileri yaşlar için ciddi bir sağlık sorunu olan obezite erişkinler kadar çocukları da tehdit etmektedir. Obezitenin erken yaşta önlenmesi erişkin dönemde gelişebilecek komplikasyonlardan korunma açısından önemlidir. Alt üriner sistem disfonksiyonu çocukluk çağında en sık görülen işeme problemidir. İşeme disfonksiyonu üriner sistemde belirgin yapısal hasar oluşturma riski nedeniyle önemlidir. Alt üriner sistem disfonksiyonu ve çocukluk çağı obezitesi arasındaki ilişkiyi inceleyen çok net çalışmalar bulunmamaktadır. Bu çalışmada obez çocuklarda üroflovmetre verileri ve disfonksiyonel işeme semptom skoru birlikte değerlendirilerek alt üriner sistem disfonksiyonu sıklığı araştırılmıştır. 5-18 yaş arası yaş-cinsiyete göre VKİ 85-95 persentil arası olan 52 fazla kilolu çocuk, VKİ 95 persentil üzeri olan 151 obez çocuk ve VKİ normal sınırlarda olan 118 çocuk ise kontrol grubu olarak çalışmaya dahil edilmiştir. Çalışmaya dahil edilen hastalara disfonksiyonel işeme semptom skorlaması (DİSS) ve üroflowmetri yapıldı. Tüm üroflovmetri eğrileri normal (çan) veya anormal (kule, „staccato‟ , „interrupted‟, plato) olarak sınıflandı. Hastalar üroflovmetrideki işeme hacmine göre mesane volümü açısından değerlendirildi. Üroflowmetri işeme paterni değerlendirildiğinde obez ve fazla kilolu grupta kontrol grubuna göre anormal işeme paternleri daha sık (sırasıyla %51, % 44,2 ve % 23,7) saptanmıştır. Kontrol grubunun %33,9‟unda, fazla kilolu grubun %34,6‟sında ve obez grubun %53,2‟sinde konstipasyon varlığı saptandı. Disfonksiyonel işeme semptom skoru için kesim değeri %71,9 sensitivite, %67,8 spesifite ile 7,5 olduğu saptandı. Bu çalışmada obez çocuklarda üroflowmetri verileri ve disfonksiyonel işeme semptom skorlaması bilgileri kombine edilmiştir. Alt üriner sistem disfonksiyonu başlangıç değerlendirmesi her zaman semptom skoru ve klinik bulgulara göre yapılmalıdır. Semptom skoru ve üroflowmetri sonuçlarına göre alt üriner sistem disfonksiyonu olduğu düşünülen ve üroterapiye cevap vermeyen hastalara ürodinamik çalışma gibi ileri incelemeler yapılmalıdır. Obesity goes to top of today‟s most common diseases list and is among the most common chronic diseases in childhood defined by World Health Organization (WHO). Obesity constitutes a serious health problem at later ages due to its consequences, threatening children as well as adults. Preventing obesity at early ages is important to avoid the complications that may develop during adulthood. Lower urinary tract dysfunction is the most common voiding problem in childhood. Voiding dysfunction is important as it may cause significant structural damage on urinary system. There are no precise studies on the relationship between the lower urinary tract dysfunction and obesity in childhood. In this study, lower urinary tract dysfunction frequency in obese children has been shown by evaluating uroflowmetry data together with dysfunctional voiding symptom score. 52 overweight children aged 5-18 years with a BMI percentile range between 85-95 according to age-gender, 151 obese children with BMI above 95 percentile and 118 children with BMI within the normal limits (control group) have been included in the study. Dysfunctional voiding symptom scoring (DVSS) and uroflowmetry were performed in all patients. All uroflowmetry curves were classified as normal (bell-shaped) or abnormal (tower-shaped, „staccato‟ , „interrupted‟, plateau). Patients were evaluated in terms of urinary bladder volume according to the voiding volume in uroflowmetry. When the uroflowmetry voiding patterns were evaluated, abnormal voiding patterns have been found to exist more often in obese and overweight group compared to the control group (51%, 44,2% and 23,7%, respectively). Constipation was detected in 33,9% of the control group, 34,6% of the overweight group and 53,2% of the obese group. The cut-off value for dysfunctional voiding symptom score was determined as 7,5 with 71,9% sensitivity and 67,8% specifity. In this study, uroflowmetry data and dysfunctional voiding symptom scoring data of obese children were combined. Baseline evaluation of lower urinary tract dysfunction should always be performed according to the symptom score and clinical findings. Further examinations such as urodynamic study should be performed in patients with clinical suspicion of lower urinary tract dysfunction according to the symptom score and uroflowmetry results and who fail to respond to urotheraphy.Item İntrakranial meningiom olgularında leptin düzeylerinin araştırılması(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Şahintürk, Fikret; Altınörs, M. NurMeningiomlar neoplastik araknoidal “cap” hücrelerinden köken alan çoğunlukla iyi huylu tümörlerdir. Erişkin yaş grubunda tüm primer intrakranial tümörlerin %12-20’sini oluşturular. Genellikle 5. ve 6. dekadlarda klinik bulgu verirler. Kadınlarda erkeklere gore 2/1-3/2 oraninda daha sık görülürler. Etyolojide düşünülen başlıca nedenler arasında travma, virus, radyasyon ve bazı malignansilerin predispozisyonu yer alir. Son yıllarda yapılan çalışmalarda obezitenin de meningiom etyolojisinde yer alabileceği bildirilmiştir. Obezite genellikle yüksek leptin seviyesine ve insülin direncine neden olur. Leptin, ob gen ürünü olup tokluk faktörü olarak adipozitlerde yapılır. Plazma leptin düzeyi, vücut kitle indeksi ile çok sıkı ilişkilidir. Enerji harcanımı ve gıda alımının düzenlenmesinde rol oynadığı gösterilmistir. En fazla leptin reseptörleri bulunan dokular; santral sinir sistemi, pankreas, böbrek, karaciğer, dalak, iskelet kası, adrenal medulla/korteks, endotel, üreme organlari ve hematopoetik yapılardir. Bu çalışmada grade I ve grade II meningiomlar arasındaki kan leptin düzeyleri ve immünhistokimyasal olarak tümöral dokuda leptin boyanma skorları arasındaki fark araştırılmıştır. Çalışmaya 20 adet WHO grade I ve 12 adet WHO grade II meningiom hastası katıldı. Hastaların cinsiyet, yaş, BMI değerleri, antidiyabetik ilaç kullanım öyküleri, sabah açlık kanından kan glukoz, insülin düzeyleri ve kan leptin düzeyleri araştırıldı. Hastaların parafin bloklarından immünhistokimyasal olarak leptin boyanma skorları değerlendirildi. Değerlendirme sonucunda grade I ve Grade II hastalar arasında anlamlı bir ilişki tespit edilmedi. Çalışmanın daha fazla sayıda meningiomlu olgu üzerinde yapılması ile leptin ile meningiom arasındaki ilişki daha iyi anlaşılacak ve hastalığın seyri ile tedavi seçeneklerinin değerlendirilmesinde anlamlı olacaktır.