Fakülteler / Faculties
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11727/1395
Browse
Item Alt çene tam ve kısmi dişsizlik vakalarında diş, implant ve diş-implant destekli hareketli protez uygulamalarında protetik yapılar ve çevre dokulardaki stres, gerinim ve yer değiştirmenin 3 boyutlu sonlu elemanlar stres analiz yöntemi ile değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, 2012) Dağlık, Deniz; Çağlar, AlperBu çalışmanın amacı; mandibular diş, implant ve diş-implant destekli hareketli protezlerde, kortikal ve trabeküler kemiğin, protezin, dentinin, implantın, periodontal ligament ve tutucu elemanların biyomekanik davranışını, üç boyutlu sonlu elemanlar stres analizi ile değerlendirmektir. Üç boyutlu dişsiz mandibula modelinde dört farklı tasarım oluşturulmuştur. 1. tasarımda, kanin dişler bölgesinde iki adet implant, 2. tasarımda iki kanin diş, 3. tasarımda iki kanin diş ve ikinci molarlar bölgesinde iki adet implant ve 4. tasarımda kanin ve ikinci molar dişler bölgesinde ikişer adet implant locator tutucularla birlikte alt çene hareketli protez desteği olarak kullanılmıştır. Yükleme, sol kanin, premolar ve molar dişlerin cusp tepelerinden vertikal olarak toplam 100 N olarak uygulanmıştır. Sonlu elemanlar stres analizinde 3. ve 4. tasarımlar, 1. ve 2. tasarımlarla kıyaslandığında daha az yer değiştirme ve mukozada daha düşük temas basıncı ve basma stresleri göstermiştir. 4. tasarımda implant çevresi kortikal kemikte, locatorda, locator matrisinde ve housing parçada yükleme yapılmayan taraf posterior implantında en yüksek stresler oluşmuştur. 3. tasarımda posterior bölgeye implant yerleştirilmesiyle kanin dişlerde dentin ve periodontal ligamentte oluşan stresler azalmıştır. Posterior bölgeye implant yerleştirilmesiyle, ikinci molar bölgesinde trabeküler kemikte oluşan gerinim değerleri artmıştır. Posterior implant çevresindeki kortikal kemikte oluşan en yüksek değerler, kemikte rezorbsiyona neden olabileceği belirtilen en yüksek değerlerin altında görülmüştür. Dişsiz alveoler krette oluşan gerinim değerleri Frost’un kemik yapımı ve rezorpsiyonunu tanımladığı stimulasyon pencere aralığı değerlerinin alt sınırına yakın olduğu, posteriora implant yerleştirilmesiyle bu bölge kemiğinde oluşan gerinimlerin arttığı ve stimulasyon pencere aralığı değerleri içinde oluştuğu görülmüştür. En yüksek stresler dört implant kullanılan tasarımda posterior implantta, locator parçada, locator matrisinde ve housing parçada oluşmuştur. Elde edilen stres değerleri materyallerin dayanma sınırının altında oluşmuştur. Bu streslerin ve gerinimlerin, kemik rezorbsiyonu ve locator tutucu parçaya olan etkilerinin uzun dönemli klinik çalışmalarla değerlendirilmesi gerekmektedir. The aim of this study is to evaluate the biomechanical behavior of trabecular and cortical bone, denture, dentin, implant, periodontal ligament, and retentive elements on tooth, implant and implant-tooth supported removable overdenture prosthesis by three dimensional finite element analysis. Four different designs were constructed in 3 dimensional edentulous mandibular model. In the first design, two implants on canine tooth region; in the second design, two canine teeth; in the third design, two canine teeth and two implants on second molar region and in the fourth design, two implants each with locator retentive on canine and second molar region were used as mandibular removable overdenture prosthesis support. Loading was applied vertically on left canine, premolar and molar teeth with a total of 100 N. Designs 3 and 4 showed lower displacement and low contact pressure and compressive stresses at mucosa when compared with model 1 and 2 on finite element analysis. Cortical bone around posterior implants, locator abutment, locator matris and housing at unloaded posterior implant sites showed higher stresses in design 4. Stress values of periodontal ligament and dentin was decreased with the placement of implant at posterior region in model 3. With the placement of implant at posterior region, the strain values were increased on trabecular bone in second molar region. The highest stresses that occur on cortical bone around the posterior implant were lower than the highest values indicated to cause bone resorption. The results showed that strain values occurred on edentulous posterior alveoler ridge were close to the lowest values of numerical analyses of stimulus window scale defined for bone apposition and resorption by Frost; with placement of implant to posterior region strain values were increased in this bone region and all strain values were grouped in Frost’s stimulus window scale. The highest stress values were obtained on posterior implant, locator, matris and housing in design where four implants were used. The stress values were below materials endurance limit. However, effects of obtained stress and strain values on bone resorption and locator retention should be evaluated with long term clinical studies.Item Dişeti ve dental folikül dokularında mezenkimal kök hücre araştırması ve plastisitelerinin karşılaştırılması(Başkent Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, 2008) Eroğlu, Tamer; Uçkan, SinanMezenkimal kök hücreler, rejeneratif potansiyelleri, immünsupresif özelikleri ve destek doku olusturma potansiyelleri nedeniyle hücresel tedavi için ilgi çekmektedir. Kemik iliği, göbek kordonu, çevre kanı, amniotik sıvı, periost, yağ dokusu, sinovial membran ve kas gibi birçok kaynaktan elde edilebildiği gibi maksillofasiyal bölgede de MKH izolasyonu ile ilgili çalısmalar bulunmaktadır. Ağız ortamında en kolay ulasılan bölgelerden biri olan ve sürekli yenilenmekte olan disetinin MKH’ler için potansiyel bir kaynak olabileceğiyle ilgili bir çalısmaya literatürde rastlanmamıstır. Ayrıca dental folikül dokusundan MSC izolasyonu ile ilgili sınırlı sayıda çalısma mevcuttur. Çalısmada, çekim endikasyonu konulmus gömülü 20 yas disi olan 6 hastada insizyon esnasında çıkarılan disetinden ve dental folikül dokusundan alınan doku örneklerinden hücre kültürü yapılmıs ve tüm örneklerden adezyon özelliği gösteren MKH’lerin izolasyonu yapılmıs ve kültürde çoğaltılmıstır. Akım sitometri yöntemi ile hücrelerin immünfenotipleri tanımlanmıs ve adiposit, osteosit, kondrosit ve nöronal hücrelere farklılasabilme potansiyelleri arastırılmıstır. Her iki dokudan da gelistirilen MKH’lerin CD105, CD 73, CD 90 gibi stromal antijenleri yüksek oranda (%60-98) tasıdığı gösterilmistir. Hücreler kültürde 8. pasaja kadar ilerletilmis ve analizler 2, 5 ve 8. pasajlarda yapılmıstır. Pasajlar arasında yüzey antijen ekspresyonları yönünden farklılık saptanmamıstır. Kültürde çesitli uyaranlar kullanılarak yapılan farklılasma deneylerinde diseti ve folikülden elde edilen hücrelerin adipojenik ve osteojenik farklılasma kapasitelerinin bulunduğu gösterilmis, kondrojenik farklılasma elde edilmemistir. Ayrıca, uygun uyaranlar ile nöronal hücre morfolojisine değisme olduğu gözlenmistir. Bu çalısmalarda diseti ve dental folikül dokularından elde edilen MKH lere ait farklılık gözlenmemistir. Fibroblastlar ile birçok ortak özellik tasıyan MKH’lerin fibroblasttan ayrımı için, kültürde hücre yoğunluğunun, adezyon özelliklerinin, yüzey antijen ekspresyonlarının ve farklılasma özelliklerinin detaylı karsılastırması yapılmıstır. Baslangıç hücre yoğunluğu, erken veya geç adezyon göstermeleri ve yüzey antijenleri yönünden fibroblast ve MKH’lerin ayırt edilmesine katkıda bulunacak bir farklılık saptanmamıstır. Hücrelerin kök/projenitör özelliğini göstermesi açısından en önemli özellik olan çok yönlü farklılasma kapasiteleri test edildiğinde (8. pasaja kadar), ileri pasajlarda da farklılasma kapasitesinin korunmasının hücrelerin kök/projenitör özellikleri ile uyumlu olduğu, böylelikle genellikle 3.pasajdan sonra farklılasma özelliği bulunmayan fibroblastlardan ayırt edilebileceği düsünüldü. Elde edilen sonuçlar, diseti dokusunun noninvaziv metodla elde edilebilmesi ve defekt bölgesine yakın olması ile bilinen ağız içi kaynaklara ek bir MKH kaynağı olabileceğini düsündürmüstür. Mesenchymal stem cells draw attention for cell based therapy with their regenerative, and tissue supporting potential and immunosuppresive caharacteristics. MSCs can be isolated from several tissues such as bone marrow, umbilical cord, peripheral blood, amniotic fluid, periosteum, fat, synovial membrane and muscle. Like in different tissues, suitable MSC resources at the maxillofacial region have been investigated and related reports are published in the literature. No studies have been published in the literature about the gingival tissue which is the most easiest approachable site in the oral cavity with a high regeneration potential. Furthermore, isolation of MSCs from dental follicle tissues have been described in a few number of studies. In this study, impacted third molars of 6 patients were extracted in a routine surgical procedure and gingival/ dental follicle tissue samples was obtained during the incision and extraction period. Along all samples, MSCs with an adhesion property have been isolated and expanded in culture. Immunophenotyping was perfomed by flow cytometry and adipocyte, osteocyte, chondrocyte, and neuronal differentiation potential of these stem cells were tested and the characteristics of gingival and follicle stem cells were compared. It has been demonstrated that MSCs obtained from both tissues have a high frequency of specific stromal antigens (%60-98) such as CD105, CD 73, CD 90. Cells have been expanded through passage 8 and characterized at 2. 5. 8. passages. No differance have been determined about surface antigen expression speciality between the passages. Differantiation assays with various stimulants in the culture points out that dental follicle and gingiva derived cells have adipogenic and osteogenic differantiation capacity however there was no evidence of chondrogenic differantiation. Furthermore, with suitable stimulants alteration to neuronal cell morphology was observed. In this study there was no difference between the differantiation potentials of MSCs derived from gingival and dental follicle tissue. Because of their similarities, the detailed comparison of plating density, adhesion properties, surface antigen expressions and differantiation potentials have been performed to distinguish MSCs from fibroblasts. Initial plating density, early or late adhesion properties and surface antigen expressions did not contribute to distinguish MSCs from fibroblasts. Multilineage differantiation potential through the late passages is one of the most important criteria to distinguish MSCs from fibroblasts. The differantiation potential of gingiva and dental follicle derived cells through passage 8 denoted the MSC/progenitor specialities of these cells. Besides the differantiation potential of fibroblasts usually ends at the passage 3. In this study MSCs continuing differantiation through passage 8 was the most important criteria to separate these cells from fibroblasts which has a differantiation potential through passage 3. Obtained results suggest that the gingival tissue is considered as an alternative source of stem cells to the other intraoral stem cell sources with it is in close proximity to the recipient site and can be obtained easily by a non- invasiv method.Item Kişilik özellikleri ve psikolojik sermayenin psikolojik iyi oluş, akış deneyimi, iş tatmini ve çalışan performansına etkisi(Başkent Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, 2016) Yaşin, Tuğba; Basım, H. NejatBu çalışma örgütsel davranış alanında önemli bir ivme kazanan pozitif psikoloji kapsamında ele alınan temel bireysel değişkenlerin öncüllerini ve sonuçlarını bir yapısal eşitlik modeli kapsamında sınamak amacıyla gerçekleştirilmiştir. Bu değişkenler kişilik ve psikolojik sermaye bağımsız değişkenleri, performans, iş tatmini ve psikolojik iyi oluş bağımlı değişkenleri ile işle akış aracı değişkenleridir. Bu doğrultuda üç farklı firmada çalışan 500 beyaz yakalı çalışandan anket yöntemiyle elde edilen verilerle araştırma yapılmıştır. Eldeki bulgular incelendiğinde psikolojik sermaye boyutlarının ve kişilik özelliklerinin çalışanlardaki iyi oluş, iş tatmini ve performansa olan etkileri gözlemlenmiştir. Aynı zamanda, optimal performans düzeyinin, bir diğer adıyla, akışın, psikolojik sermaye boyutları ve kişilik özellikleri ile iyi oluş, iş tatmini ve performans arasında aracılık, kısmi aracılık rolü olduğu tespit edilmiştir. Tüm bulgular ele alındığında, çalışanlar üzerinde olumlu psikolojinin öncüllerinin çalışan iyi oluşuna, iş tatminine ve performansa etkilerini inceleyen bir modelin oluşturulabileceği belirlenmiştir. Aynı şekilde akış kavramının bu model üzerinde aracı olarak etki ettiği ortaya çıkarılmıştır. This study focuses on researching the antecedents of positive psychology which is a very highly researched area in the organizational behavior sciences since the last decade.These antecedents are personality, psychological capital, performance, work satisfaction, psychological well being and flow in orderly. In order to carry out this research 500 surveys have been collected from white collar workers from three different firms in Ankara Turkey. These surveys were subject to structural equation model analysis and confirmatory factor analysis. After the analysis phase it was found that psycological capital dimensions and personality dimensions have positive relationship with psychological well being, job satisfaction and job performance. Also optimal performance state (flow) has partial effect between psychological capital, personality dimensions and psychological well being, job satisfaction and job performance.Item Minivida destekli kütlesel (en-masse) retraksiyon vakalarında piezoinsizyon yönetiminin etkinliğinin değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, 2015) Tunçer, Nilüfer İrem; Arman Özçırpıcı, AyçaBu prospektif randomize kontrollü klinik çalışmanın amacı, üst çenede minivida destekli en-masse retraksiyon uygulanan vakalarda piezoinsizyon yönteminin etkinliğini değerlendirmektir. Çalışmaya üst 1. premolar çekim endikasyonu olup en-masse retraksiyon uygulanabilecek 30 birey dahil edilmiş ve rastgele 2 gruba ayrılmıştır. Bütün bireylerde keser ve kaninlerde 0,018x0,025 inç, 2. premolar, 1. ve 2. molarlarda 0.022x0.028 inç slotlu braket ve tüpler kullanılmıştır. Seviyeleme safhası tamamlandıktan sonra Grup I’deki bireylere (13 kız, 2 erkek; ortalama yaş 17,7±3,4 yıl) piezoinsizyonlar yapılmıştır. Grup II’deki (13 kız, 2 erkek; ortalama yaş 17,0±1,4 yıl) bireylerde piezoinsizyon işlemi atlanmış ve iki grupta da üst çenede sağ ve sol 2. premolar ve 1. molarlar arasına 1,5-1,4 mm çapında ve 7 mm uzunluğunda minividalar yerleştirilmiştir. Minividalardan, lateral-kanin arasındaki tele yerleştirilen, vertikal kancalara NiTi kapalı sarmal yaylar asılarak 0.016x0.022 çelik tel üzerinde en-masse retraksiyon yapılmıştır. Tüm bireylerden retraksiyon başı (T1) lateral sefalometrik film, maksillanın anterior bölgesine ait BT görüntüsü, ağız içi ve dışı fotoğraflar, alçı model ve anterior 3 dişten diş eti oluğu sıvısı (DOS) örneği alınmıştır. Retraksiyonun 1. ayında (T2) anterior 3 dişten alınan DOS örnekleri yinelenmiştir. Kaninlerin sınıf I ilişkiye oturduğu retraksiyon sonunda (T3) lateral sefalometrik film, maksillanın anterior bölgesine ait bilgisayarlı tomografi (BT) görüntüsü, ağız içi ve dışı fotoğraflar, alçı model ve sadece ağız hijyeni iyi olan 20 hastadan DOS örnekleri alınmıştır. Alınan materyallerde gerekli ölçümler ve istatistiksel analizler yapılmıştır.En-masse retraksiyon vakalarında piezoinsizyon yöntemi istatistiksel olarak anlamlı bir hızlanma sağlayamamıştır. Dört ay sonunda çekim boşluklarındaki kapanmamiktarı Grup I’de 2,19 mm, Grup II’de 1,70 mm’dir. Ortalama reseptör aktivatör nükleer κβ ligand (RANKL) yoğunluğu, miktarı ve DOS hacmi gruplar arasında benzer bulunmuştur. Grup I’deki 15 bireyin 6’sında piezoinsizyonların uygulandığı alanlarda klinik olarak gözlenebilen kemik büyümeleri meydana gelmiştir. Piezoinsizyonlar dişlerin doğrusal ve açısal değişimleri üzerinde etkili olmamış, iki grupta da keser ve molarlarda meydana gelen hareketler benzer bulunmuştur. Alveoler kemikteki değişimler sadece 12 numaralı dişte mine-sement sınırının 9 mm apikalinde yapılan palatinal kemik kalınlığı ölçümü için gruplar arasında anlamlıdır (p<0,05). Fenestrasyon ve dehisens yüzdelerindeki değişimlerde gruplar arasında fark bulunmamıştır. İnterkanin, interpremolar ve intermolar mesafeler ile kanin ve molar akslarındaki değişimler açısından gruplar arasında fark yoktur. Minividalar 250 gr kuvvete karşı %88,3 oranında başarı göstermiştir. The aim of this prospective randomized controlled clinical trial is to evaluate the efficiency of piezocision technique in miniscrew supported en-masse retraction cases. Thirty subjects requiring maxillary first premolar extractions and eligible for en-masse retraction of the anterior teeth were included in the study and randomly divided into two groups. 0.018x0.025-inch incisor and canine brackets and 0.022x0.028-inch premolar brackets and molar tubes were bonded in all patients. When the maxillary dental arches were fully leveled and aligned, piezocisions were performed only in subjects in Group I (13 females, 2 males; mean age 17.7±3.4 years). Subjects in Group II (13 females, 2 males; mean age 17.0±1.4 years) did not receive piezocisions. At the same session, 1.5-1.4 mm diameter and 7 mm long miniscrews were placed bilaterally between second premolars and first molars in both groups. From these miniscrews, NiTi closed coil springs were attached to the power hooks placed between the lateral and canine brackets. Anterior teeth were retracted on 0.016x0.022-inch stainless steel archwire. Lateral cephalometric radiographs, computerized tomography (CT) scans of maxillary anterior region, intraoral and extraoral photographs, study models and gingival crevicular fluid (GCF) samples were collected from each subject before en-masse retraction (T1). On the first month of retraction (T2), only GCF samples were collected. Retraction was completed (T3) when class I canine relationship was achieved and all the T1 materials except GCF samples were collected likewise. GCF samples were collected only from 20 subjects who successfully maintained good oral hygiene throughout the retraction period. Following the analyses of the collected materials, data were evaluated statistically.Piezocisions could not provide a statistically significant acceleration in the en-masse retraction of anterior teeth. At the end of the fourth month, amount of space closure were 2.19 mm and 1.70 mm in Group I and Group II, respectively. Average concentration and amount of the receptor activator of nuclear factor κβ ligand (RANKL) and GCF volume were similar between the groups. Six of the fifteen patients in Group I presented clinically observable bone growths where the piezoelectric cuts were performed. Piezocisions did not affect the linear and angular changes and similar amounts of incisor and molar movements were observed. Intergroup difference existed in only the palatal bone thickness, 9 mm apical to the cemento-enamel junction of the right lateral (p<0,05). Changes in percentages of dehiscence and fenestration prevelances were not significant between groups. Intercanine, interpremolar and intermolar distances did not differ between groups, as well as canine and molar axes. The overall success rate for miniscrews, loaded 250 gr per side, was 88.3% for this study.Item Obez olmayan polikistik over sendromlu hastalarda ailede tip 2 diabetes mellitus öyküsünün insülin duyarlılığı üzerine etkileri(2007) Bozkırlı, Emre; Güvener Demirağ, NilgünPolikistik over sendromu, üreme çağındaki kadınların %4-8’ini etkileyen, hiperandrojenizm ve kronik anovülasyonla karakterize, sık görülen endokrinolojik bozukluklardan biridir. Neden olabildiği fertilite problemlerine ek olarak; obezite, tip 2 diabetes mellitus, hipertansiyon, dislipidemi ve kardiyovasküler hastalıklar gibi birtakım metabolik komplikasyonlar ile yakın ilişkili olduğu bilinmektedir. Hiperinsülinemi ve insülin direnci hastalığın iyi bilinen özelliklerindendir. Hastaların yaklaşık %50-60’ında insülin direnci varlığı izlenmiştir. Literatürde obez polikistik over sendromlu hastalarda, ailede tip 2 diabetes mellitus öyküsü varlığının insülin duyarlılığında azalma ile yakın beraberlik gösterdiğini, ve bu hasta grubunda glukoz metabolizma bozukluklarına çok daha sık oranlarda rastlandığını bildiren çalışmalar bulunmaktadır. Bu çalışmada, normal kilolu polikistik over sendromlu hastalarda ailede tip 2 diabetes mellitus öyküsünün insülin direnciyle olan ilişkisinin araştırılması amaçlandı. Bu amaçla 19 obez olmayan polikistik over sendromlu hasta seçildi ve hastalar ailede tip 2 diabetes mellitus öyküsü varlığı yönünden iki gruba ayrıldı. Hastalardaki insülin duyarlılığı “Homeostasis Model Assessment of Insulin Resistance” indeksi hesaplamaları ve hiperinsülinemik öglisemik klemp testi kullanılarak araştırıldı. Sonuç olarak, tüm grupta normal popülasyona kıyasla, azalmış insulin duyarlılığı izlenmedi (tüm grup ortalama M değeri: 5.97±1.58). Bunun dışında, her iki grup arasında insülin direnci yönünden anlamlı fark saptanmadı (ortalama M değerleri; ailede diyabet olanlar: 5.41±1.20, olmayanlar: 6.48±1.77, p=0.144). Ek olarak, klinik bulgular ve hormon profilleri yönünden de iki grup arasında benzer sonuçlar gözlendi (p>0.05). Çalışma sonucunda elde edilen bulgular, obez olmayan polikistik over sendromlu hastalarda ailede tip 2 diabetes mellitus öyküsü varlığının, insülin direnci, klinik bulgular ve hormon profillerinde anlamlı değişikliğe yol açmadığını düşündürmektedir. Ancak, bu konu hakkında kesin bir yargıya varabilmek için daha geniş hasta grupları ile yapılacak çalışmalara ihtiyaç vardır. Polycystic ovary syndrome, which is characterized by hyperandrogenism and chronic anovulation, is one of the common endocrine disorders, affecting 4-8% of reproductive-aged women. In addition to causing fertility problems, it is associated with some metabolic complications such as; obesity, type 2 diabetes mellitus, hypertension, dyslipidemia and cardiovascular diseases. Hyperinsulinemia and insulin resistance are well-known features of the disease. Insulin resistance is observed in approximately 50-60% of the patients. In the literature, there are studies reporting; positive family history for type 2 diabetes mellitus in obese polycystic ovary syndrome patients is closely related with a decrease in insulin sensitivity. Also, glucose metabolism disorders are much more frequent in this group of patients. The aim of this study was to assess the relation with positive family history for type 2 diabetes mellitus and insulin resistance in normal weight polycystic ovary syndrome patients. For this purpose, 19 nonobese patients with polycystic ovary syndrome were chosen. Than the subjects were divided into two groups according to their family history for type 2 diabetes mellitus. Insulin sensitivity was evaluated with “Homeostasis Model Assessment of Insulin Resistance” indices calculations and using a hyperinsulinemic euglycemic clamp technique. As a result, a decrease in insulin sensitivity was not observed in the whole study group when compared with the normal population (mean M values of the whole group: 5.97±1.58). Also, a significant difference in insulin resistance was not found between two groups (mean M values; with a positive family history for type 2 diabetes mellitus: 5.41±1.20, without a positive family history: 6.48±1.77, p=0.144). In addition, similar findings were observed in the means of clinical findings and hormone profiles within the two groups. Results of the study make us think that, a positive family history for type 2 diabetes mellitus does not affect insulin sensitivity, clinical findings and hormone profiles in nonobese polycystic ovary syndrome patients. But further studies with higher number of patients are required for confirmation.Item Ölçeklenebilir Düzlemsel İletken Yapıların Karakteristik Açılım Fonksiyonu Yöntemi İle Geniş Bantta Analizi(2014) Koç, Semra NurBu tez çalı¸smasında düzlemsel iletken cisimlerden geni¸s bir frekans bandında saçılma ve yayılma problemlerinin çözüm süresini kısaltacak bir yöntem geli¸stirilmi¸stir. Yöntemde bilinen karakteristik açılım fonksiyonları (KAF) farklı bir biçimde kullanılmı ¸stır. Cisim için en yüksek frekanstaki karakteristik açılım fonksiyonları hesaplanmı ¸s ve di ˘ger frekanslarda da kullanılmı¸stır. Aynı zamanda dü¸sük frekanslarda elde edilen empedans matrisleri daha yüksek frekanslardaki empedans matrislerinin hesabında kullanılmı¸stır. Geli¸stirilen yöntem iletken kare düzlemden saçılma problemi ile papyon antenden ve sabit e˘ gimli yarık antenden yayılma problemlerine uygulanmı¸stır. Belirlenen frekans bandında, kare düzlemin bistatik radar kesit alanları (RKA), papyon anten ve yarık antenin ise yayılım örüntüleri hesaplanmı¸stır. Yöntemin ilk adımında en yüksek frekansta elektrik alan integral denklemi elde edilmi¸s ve ardından bu denkleme moment metodu (MM) uygulanarak empedans matrisi hesaplanmı¸stır. Daha sonra MM denklemindeki empedans matrisi kullanılarak karakteristik açılım fonksiyonları hesaplanmı¸stır. Son a¸samada, bu karakteristik açılım fonksiyonları kullanılarak ilgilenilen frekans bandında çözüm elde edilmi¸stir. Geli¸stirilen yöntemle CPU süresinden geleneksel moment metoduna kıyasla büyük ölçüde tasarruf edilmi¸stir. Benzetim sonuçları yöntemin saçılma ve yayılma problemleri için yüksek do˘ gruluk oranlarıyla uygulanabilece˘ gini göstermi¸stir.Item Veri madenciliğine dayalı akıllı fon portföy optimizasyon sistemi(Başkent Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, 2016) Sarıkaya, Görkem; Özgülbaş, NerminPortföy optimizasyonu kavramı günümüzde oldukça yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Minimum risk, maksimum getiri mantığı ile optimal potföyler farklı modeller ile oluşturulmaktadır. Ancak gelişen teknoloji ve hızlı ilerleyen bilim çağında klasik optimizasyon modelleri geride kalmaya başlamışlardır. Çok fazla veri yüklü ile uğraşan ve bu yüzden oldukça vakit kaybeden finansal analizciler, veri madenciliği yöntemleri ile optimizasyonları daha hızlı ve güvenilir bir şekilde yapmaya başlamışlardır. Bu sayede finansal analizciler ihtiyaçları olmayan veriler ile çalışmak yerine, sadece optimazyon için gerekli verilerle, daha kısa bir sürede analizlerini gerçekleştirebilmektedirler. Bu tezde kullanılan yatırım fon portföy günlük getiri değerleri, veri madenciliği tekniklerinden kümeleme analizi ve yapay sinir ağları modeli ile tahmin edilmiş, oluşturulan modelin getiri ve riski test edilmiştir. Amaç; tasarlanan modelin, mevcut fon portföy sepetinden daha yüksek getirili ve daha düşük riskli portföyler oluşturmaktadır. Modelin testi sonucunda oluşturulan fon portföylerinin başarılı olduğu, yani fon portföy getirisinin daha yüksek, riskinin ise daha düşük olduğu sonucuna varılmıştır. Bu çalışmada sadece bu dönem için bir model değil gelecekteki veriler ile de akıllı bir model oluşturmak amaçlandığı için ve gelecekteki verilerin durumunu bilinmediği için yapay sinir ağları modeli tercih edilmiştir. Yapay sinir ağları ile oluşturulan portföylerin getirilerinin daha yüksek, risklerinin ise daha düşük olduğu saptanmıştır. Tezin son kısmında oluşturulan modelin akış şeması çizilerek, model akıllı bir sistem haline getirilmiştir. Bu sayede güncel veriler ve teknikler ile sistem kendi kendini güncelleyebilecektir. Sistem ve akış şeması, modelin farkı veriler ile otomasyona dayalı olarak çalışmasına da izin vermektedir. Oluşturulan optimal modelin, hem literatüre hem de uygulamcılara önemli ölçüde katkısı olması beklenmektedir. Potfolio optimization concept is very popular in Daily use. With minimum risk-maximum return approach, optimal portfolios were established different models. However, in advancing techonolgy and fast developing scientific age basic optimization models are outdated. Financial analysist’s, whom are wasting quite time because of dealing with very large data sets, with the help of data mining concept started to complete optimizations faster and in safer way. By this means financial analysists instead of wasting time with worthless data sets, they can complete their analysis in a very short period. In these thesis, mutual funds portfolio data sets are optimized and tested with clustering method one of the data mining techniques and artificial neural network analysis. The aim of this thesis; the designed model is to create portfolios with higher return and lower risk than the existing portfolio of funds. As a result of the model test, it was concluded that the fund portfolios generated were successful, that is, the fund portfolio yeild was higher and the risk was lower. The artificial neural network model was chosen for this study because not only the state of future data, ıt has been determined that the returns of the portfolios created with artificial neural networks are higher and their risks are lower. In the final part of the thesis the model is turned into smart system with drawing models workflow chart. With up-to-date dates and models, it can update itself. The system and flow chart are also allow for the operation to be based on automation with different datas. This optimal model which is created in this thesis will have importance for users (financial analysists, individual investers, institutorial investors) and literature.