Enstitüler / Institutes

Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11727/1390

Browse

Search Results

Now showing 1 - 9 of 9
  • Item
    Çocuk menülerinin enerji ve besin ögesi içerikleri ile münlere karşı aile tutumlarının değerlendirilmesi
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2022) Sarı, Zeynep; Kızıltan, Gül
    Bu çalışma, yiyecek işletmeleri tarafından sunulan çocuk menülerinin enerji ve besin ögesi içeriklerinin değerlendirilmesi ve bu menülere karşı aile tutumlarının belirlenmesi amacıyla planlanmış ve yürütülmüştür. Çalışma verileri, Ankara Çankaya ilçesinde özel bir beslenme danışmanlık merkezine Şubat-Mayıs 2021 tarihleri arasında yüz yüze ya da çevrimiçi olarak başvuran 3-12 yaş arası en az 1 çocuğa sahip 90 aileden ve 3-12 yaşındaki toplam 131 çocuktan elde edilmiştir. Çalışmaya katılan ebeveynlere yüz yüze veya çevrimiçi anket formu uygulanmıştır. Ebeveynlerin ve çocukların antropometrik ölçümleri yüz yüze görüşmede çalışmacı tarafından, çevrimiçi görüşmelerde katılımcı tarafından alınmıştır. Çalışmada çocukların beslenme davranışlarını ve besin seçimlerini değerlendirmek için çocuklara Çocuk Beslenme Öz-yeterlik Ölçeği ve Beslenme Davranış Ölçeği uygulanmıştır. Ebeveynlerin yiyecek işletmeleri tarafından sunulan çocuk menülerine karşı tutumlarını belirlemek için araştırmacı tarafından bir başka çalışmadan yazarın izni ile alınan ve çalışmaya uyarlanan anket formu kullanılmıştır. Katılımcıların tercih ettiği restoranlardaki çocuk menülerinin enerji ve besin ögeleri BEBİS programı kullanılarak hesaplanmış ve bu veriler çocukların yaş grubuna göre günlük besin tüketim önerileri ile karşılaştırılmıştır. Çalışmaya katılan ebeveynlerin yaş dağılımının en fazla 30-45 yaş arasında olduğu, çocukların ise yaş ortalamasının 8.19+ 2.96 yıl olduğu bulunmuştur. Çocukların öz-yeterlik puanlarının ortalaması 0.7± 6.45 olarak saptanmış ve babaların eğitim seviyesi düştükçe çocukların öz-yeterlik puanlarının düştüğü görülmüştür (p<0.05) Düşük gelirli ailelerin çocuklarının öz-yeterlik puanlarının düşük olduğu tespit edilmiş, ancak istatiksel olarak önemli bir fark bulunmamıştır (p>0.05). Ebeveynlerin yaş gruplarına, mesleklerine ve BKİ gruplarına göre çocukların beslenme davranış puan ortalamalarının istatistiksel açıdan farklılık göstermediği (p>0.05), yalnızca annelerin eğitim düzeylerine göre çocukların beslenme davranış puanlarının istatistiksel açıdan önemli farklılık gösterdiği tespit edilmiştir (p<0.05). Lisans ve lisansüstü eğitimi olan annelerin çocuklarının beslenme davranış puanları diğer eğitim düzeyine sahip annelerin çocuklarının beslenme davranış puanlarından daha yüksek bulunmuş, anne eğitim düzeyine göre çocukların beslenme davranış puanlarının istatistisel açıdan farklı olduğu belirlenmiştir. (p<0.05). Ev dışı beslenmede ebeveynlerin %63.3’ünün çocuklarına daha sağlıklı yiyecek içecek seçmesi için müdahale ettikleri saptanmıştır. Çalışmada, ebeveynlerin ev dışı yeme kriterleri içerisinde ilkini %30.6 ile sağlık ve hijyen, ikincisini %17.8 ile az yağlı besinler, üçüncüsünü ise %12 ile zararlı içeceklerin olmadığı menüler oluşturmuştur. Ev dışı, yiyecek-içecek işletmeler tarafından sunulan çocuk menülerinin enerji ve besin ögesi içeriklerinin analizi sonucunda menülerin genel olarak çocukların günlük enerji gereksinmesinin minimum %50 ve üzerini, karbonhidrat ve yağ ihtiyacının da yarısından fazlasını karşıladığı belirlenmiştir. Menüler çocukların günlük demir ve B12 vitamini ihtiyacından fazlasını karşılarken, bu menülerin C vitamini ve kalsiyum yönünden yetersiz olduğu saptanmıştır. Sonuç olarak, bu çalışma ile çocukların beslenme davranışı ve beslenme öz-yeterlikleri üzerinde ebeveynlerin etkili olduğu, ebeveynlerin ev dışı tüketime ve menülere karşı tutumlarında ilk olarak çocuklarının sağlığını ve vücut ağırlık kontrolünü düşündükleri ortaya konulmuştur. Bu nedenle, ebeveynlerin sağlıklı beslenme konusunda daha fazla bilinçlenmesi, çocuklarına doğru rol model olmaları ve ev dışı beslenme tercihlerinde daha sağlıklı seçimler yapabilmesi için beslenme konusunda eğitim verilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Ayrıca, yiyecek-içecek işletmelerinin de sağlığın korunmasına yönelik özellikle çocuk menülerinde uyarlama yapmaları ve çeşitliliği artırmaları gerektiği düşünülmektedir. This study was planned and contucted to evaluate the energy and nutrient contents of the children's menus offered by the food businesses and to determine the family attitudes towards these menus. The study data were obtained from 90 families with at least 1 child aged 3-12 years and 131 children aged 3-12 years who applied to a special nutrition counseling center in Ankara Çankaya between February and May 2021. A face-to-face or online questionnaire was applied to the parents participating in the study. Anthropometric measurements of parents and children were taken by the researcher in face-to-face interviews and by the participant in online interviews. In the study, the Nutrition Self-efficacy Scale and the Nutrition Behavior Scale were applied to the children to evaluate their nutritional behaviors and food choices. The questionnaire, which was taken from another study by the researcher with the permission of the author and adapted to the study, was used to determine the attitudes of the parents towards the children's menus offered by the food businesses. The energy and nutritional elements of the children's menus in the restaurants preferred by the participants were calculated using BEBIS program. These data were compared with the daily consumption recommendations according to the age group of the children. It was found that the average age of the parents participating in the study was between 30-45 years old the most. The mean age of the children participating in the study was found to be 8.19 ± 2.96 years. The mean nutritional self-efficacy scores of the children were found to be 0.7± 6.45, and it was determined that the children's self-efficacy scores decreased as the education level of the fathers decreased (p<0.05). It was determined that the nutritional self-efficacy scores of the children of low-income families were low, but no statistically significant difference was found (p>0.05). It was determined that the children's nutritional behavior mean scores did not statistically different according to the age groups, occupations and BMI groups of the parents (p>0.05). It was determined that only the nutritional behavior scores of the children differed according to the education level of the mothers (p<0.05). The nutritional behavior scores of the children of mothers with undergraduate and graduate education were found to be higher than the nutritional behavior scores of the children of mothers with other education levels, and it was determined that the nutritional behavior scores of the children were statistically different according to the mother's education level. (p<0.05). It has been determined that 63.3% of parents interfere with their children to choose healthier food and drink in eating out. In the study, the parents' first preference among the eating out criteria was health and hygiene with 30.6%, their second preference was low-fat foods with 17.8%, and their third preference was menus without unhealthy drinks with 12%. As a result of the analysis of the energy and nutrient content of the children's menus offered by the food and beverage businesses, it was determined that the menus generally meet the minimum 50% and more of the daily energy needs of the children and more than the half of the carbohydrate and fat needs. While the menus meet the daily needs of children for iron and vitamin B12, these menus are insufficient in terms of vitamin C and calcium. In conclusion, this study revealed that parents have an impact on children's nutritional behavior and nutritional self-efficacy, and that parents first consider their children's health and body weight control in their attitudes towards eating out and menus. For this reason, there is a need for education on nutrition in order for parents to be more conscious about healthy nutrition, to be the right role model for their children, and to make healthier choices in nutrition choices outside the home.In addition, it is thought that food and beverage businesses should make adaptations and increase diversity especially in children's menus for the protection of health.
  • Item
    Çocuklarda çalışan sivil toplum kuruluşlarında gönüllü olan bireylerin gönüllülük deneyimlerinin incelenmesi
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2020) Cıbır, S. Elif; İçağasıoğlu Çoban, M. Arzu
    Sivil toplum kuruluşları toplumun refah seviyesinin artırılması için sağlık, eğitim, sosyal koruma, sosyal güvenlik ve sosyal hizmet alanlarında çalışmalar yaparak tüm dünyada giderek daha fazla sorumluluk almaktadır. Sivil toplum kuruluşlarının uygulanmasında yer alan gönüllüler ise maddi ya da manevi karşılık gözetmeden ortak fayda için emek ve çaba gösteren kişilerdir. Zaman içinde aslen gönüllülük eylemleri başlayan sosyal hizmet mesleği zaman içinde toplum gereksinimlerinden hareketle çalışmalarını sistemli ve devamlı olarak uygulamaya başlamıştır. Gerek sivil toplum gerekse de sosyal hizmetin oldukça büyük ve önemli olan çalışma grubu olan çocuklarla yapılan çalışmalar ise her zaman göz önüne tutulmuştur. Çocukların farklı özellik ve gereksinimlerinden de hareketle onlarla gerçekleştirilen gönüllü faaliyetlerinin nitelik kazandırılması bu sebeple bu alana yönelen kişilerin gönüllü olma süreçlerinin ve deneyimlerinin anlaşılması gerekmektedir. Araştırmanın temel amacı, çocuklarla doğrudan faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarındaki gönüllülerin gönüllülük nedenlerinin belirlenmesi ve motivasyonlarını etkileyen faktörlerin onların deneyimlerinden ortaya konulmasıdır. Araştırmada nitel araştırma modeli kullanılmıştır. Araştırmanın katılımcıları amaçlı örneklem tekniklerinden olan kartopu örneklem yöntemi ile belirlenmiştir. Araştırma, Ankara ilinde beş yıldır çocuk alanlında faaliyet gösteren 19 farklı sivil toplum kuruluşunda gönüllü olarak çalışan, 18 yaş üstünde olan ve araştırmaya katılmayı kabul eden 33 kişi ile yürütülmüştür. Araştırmanın verileri 6 Mayıs 2020 tarihten itibaren yarı yapılandırılmış derinlemesine görüşme formu ile yüzyüze görüşme tekniğiyle toplanmaya başlanmıştır. Beş kişi ile görüşme yapıldıktan sonra dünyayı ve ülkemizi etkisi altına alan Covid-19 Pandemisi nedeniyle tüm sivil toplum kuruluşlarının faaliyetleri 1 Haziran 2020 tarihine kadar durdurulmuştur. Bu nedenle geriye kalan 28 görüşme telefonda görüntülü görüşme ile yapılmıştır. Veriler, içerik analizi yöntemi ile analiz edilmiş ana temalar ve alt temalar oluşturulmuştur. Araştırma sonucunda katılımcıların gönüllülüğü, hiçbir karşılık beklemeden yapılması gereken insani bir ihtiyaç olarak tanımladığı, gönüllülük aracılığıyla toplumda var olan sorunları fark etmenin ve bu sorunların çözümünde yer almanın mümkün olduğunu ve böylece değişimin bir parçası olduklarını düşündükleri bulunmuştur. Katılımcılar, gönüllü olma yoluyla iletişim becerilerinin geliştiğini, farklı konularda eğitim alma imkanı bulduklarını ve sosyal sermayelerinin arttığını ifade etmişlerdir. Katılımcıların çocuk alanında gönüllü olma nedenlerinin çocuğa ilişkin algılarıyla ilişkili olduğu bulunmuştur. Çocuğu, korunması ve desteklenmesi gereken birey olarak algıladıkları ve bu görevin de toplumda olduğu düşüncesi katılımcıları çocuk alanında gönüllü olmaya itmiştir. Küçükken ailesinde gönüllü kişilerin olmasının araştırma katılımcılarını gönüllülük alanında çalışma konusunda motive ettiği belirlenmiştir. Benzer olarak travmatik çocukluk deneyimlerinin yetişkinlikte gönüllülüğe yönelmeye kaynaklık edebileceği ortaya çıkmıştır. Bu araştırma sonucunda gönüllü yönetimi ve yasal çalışmaların yaygınlaştırılması ve genç nüfusun farkındalık kazanmalarında sosyal çevrelerine ve üniversitelere rol düştüğü ortaya çıkmıştır. Non-governmental organizations take more and more responsibilities all over the world by working in the fields of health, education, social protection, social security and social services in order to increase the welfare level of the society. Volunteers involved in the implementation of non-governmental organizations are people who work and strive for common benefit without considering material or moral provisions. In time, the social work profession, which started volunteering activities, started to apply its work systematically and continuously, based on the needs of the society. The work done with children, which is a very large and important working group of both civil society and social service, has always been taken into consideration. Based on the different characteristics and needs of children, it is necessary to understand the volunteering processes and experiences of the people who turn to this field to qualify the volunteer activities carried out with them. The main purpose of the study is to determine the reasons for volunteering of volunteers in non-governmental organizations operating directly with children and to reveal the factors affecting their motivation from their experiences. Qualitative research model was used in the research. The participants of the study were determined using the snowball sampling method, which is one of the purposeful sampling techniques. The research was carried out with 33 volunteers who have been working voluntarily in 19 different non-governmental organizations operating in the field of children in the city of Ankara for five years, who are over the age of 18 and agreed to participate in the study. The data of the research has been started to be collected via semi-structured in-depth interview form since 6 May 2020. After five people were interviewed, the activities of all non-governmental organizations were stopped until 1 June 2020 due to the Covid-19 Pandemic, which affected the world and our country. Therefore, the remaining 28 interviews were made via video calls on the phone. The data were analyzed by content analysis method, and main themes and sub-themes were created.As a result of the research, it was found that the participants defined volunteering as a humanitarian need that should be done without expecting any return, and that it is possible to recognize the problems that exist in the society through volunteering and to take part in the solution of these problems, and thus they think they are a part of change. Participants stated that their communication skills improved through volunteering, they had the opportunity to receive training on different subjects and their social capital increased. It was found that the participants' reasons for volunteering in the field of children were related to their perceptions of the child. The idea that they perceive the child as an individual who needs to be protected and supported and that this duty is also in the society has pushed the participants to volunteer in the field of children. It was determined that having volunteers in her family when she was young motivated research participants to work in the field of volunteering. Similarly, it has been revealed that traumatic childhood experiences may be a source of volunteering in adulthood. As a result of this research, it has been revealed that social circles and universities have a role in spreading volunteer management and legal studies and raising awareness of the young population.
  • Item
    Montessori eğitim yönetiminin çocuk mobilya tasarıma etkisi
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2020) Bakır Kıymaz, Ceren; Tepecik, Adnan
    Okul öncesi dönemdeki çocuğun tek başına ihtiyaçlarını karşılayabilmesini ve çevresel etkileşime girebilmesini sağlama, kendini ifade edebilmesini destekleme ve belli alışkanları edinebilmesini amaçlayan Montessori yönteminde uygulanacak etkinlikler, çocuğa göre hazırlanan malzemelerin bulunduğu ortamda gerçekleştirilmektedir. Bu malzemelerin ölçü olarak çocuğa uygun olmasının yanı sıra taşıdığı özellik itibariyle de belli alışkanlıkları kazanması hedeflenerek üretilmiştir. Görüşülen farklı çocuk mobilya firmaları, Montessori’nin mobilya seçiminde çocuğun ihtiyaçlarını kendi başına karşılayabilmesine dikkat ettiğini, kendilerinin de üretim yaparken bu amaca yönelik hareket ettiklerini belirtmişlerdir. Mobilya tasarımlarında, çocuğun odasında, kullanılan yaşam alanlarında, gelişimini destekleyecek özellikler olmasına dikkat edildiği görüş olarak belirtilmiştir. Araştırmada Montessori eğitim yönteminde kullanılan mobilyalarla değişik mekânlar için tasarlanan çocuk mobilyaları karşılaştırılmış ve yapılan karşılaştırma sonucunda çocuk mobilyaları üreten firmaların bazılarının Montessori okullarında kullanılan mobilyaların tasarımlarından etkilendikleri belirlenmiştir. Yapılan karşılaştırmada çocuk mobilyası üreten firmaların tasarladıkları mobilyaların Montessori yönteminde kullanılan mobilyalar kadar gelişimi destekleyen çok fazla özelliğe sahip olmadığı tespit edilmiştir. The activities to be applied in the Montessori method, which aims to enable the preschool child to meet his / her needs alone and to enter into environmental interaction, to support self-expression and to acquire certain habits, are carried out in the environment where the materials prepared for the child are present. In addition to being suitable for the child as a measure of these materials, it is produced with the aim of gaining certain habits in terms of the properties it carries. The different children's furniture companies interviewed stated that Montessori paid attention to be able to meet the needs of the child in the selection of furniture on their own and that they act for this purpose while producing. In furniture designs, it is stated that the child's room, living spaces used, attention is paid to the features that support the development. In this research, the furniture used in Montessori education method and children's furniture designed for different places were compared and as a result of the comparison, it was determined that some of the firms producing children's furniture were affected by the designs of furniture used in Montessori schools. In the comparison, it was found that the furniture designed by the companies producing children's furniture did not have many features supporting the development as much as the furniture used in the Montessori method. In addition, it was found that the products designed for children's use in children furniture companies in general were not found to have this effect.
  • Thumbnail Image
    Item
    Çocuk ihmal ve istismarı alanında çalışan profesyonellerin sunulan hizmetlere ilişkin değerlendirilmesi
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019) Uslu, Gizem; Attepe Özden, Seda
    Çocuk ihmal ve istismarı günümüzde önemli toplumsal bir sorun haline gelmiştir. İhmal ve/veya istismarın çocuk üzerinde yaşam boyu etkilerinin olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Öyle ki kimi zaman yaşanan istismarın boyutuna, süreklilik durumuna göre bu durum ölümle bile sonuçlanabilmektedir. İhmal ve istismar ile ilgili birçok kurum (hastaneler, emniyet, çeşitli dernekler, Koruma Bakım ve Rehabilitasyon Merkezleri, Bakım ve Sosyal Rehabilitasyon Merkezleri, Çocuk İzlem Merkezleri, Çocuk Koruma Merkezleri vb.) hizmet vermektedir. Ancak bu kuruluşların gereksinimleri karşılayacak yeterliliğe ulaşması hedeflenirken, mevcut hizmetlerin neler olduğu ve verilen hizmetlerin yeterliliğinin hem hizmet alanlar hem de hizmeti sunanlar açısından ele alınıp değerlendirilmesi önem taşımaktadır. Bu çalışma ile Ankara’da çocuk ihmal ve istismarı alanında görev yapmakta olan profesyonellerin (sosyal hizmet uzmanı, avukat, hemşire, doktor, psikolojik danışman, çocuk gelişimci vb.) çalıştıkları kuruluşta verilen hizmetlere yönelik değerlendirmelerinin neler olduğu öğrenilmesi amaçlanmıştır. Bu temel amaç doğrultusunda çocuk ihmal ve istismarı alanında çalışan 15 profesyonel ile yarı yapılandırılmış görüşme yönergesi kullanılarak derinlemesine görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Araştırmacı tarafından analizi yapılan bulgular temelde üç tema altında toplanmıştır. Bu temalar; “Çalışma Deneyimi” (profesyonellerin hangi alanlarda çalıştıkları, bu alanda çalışmaya nasıl başladıkları, bu alanda çalışmanın kendi seçimleri olup olmadığı, alanı sevip sevmedikleri, aldıkları maaşı yeterli bulup bulmadıkları, alan çalışmalarından sağladıkları doyum, tükenmişlik hissedip hissetmedikleri), “Hizmetlerin Değerlendirilmesi” (profesyonellerin mevzuatı yeterli bulup bulmadıkları, çocuk ile ilgili yasa ve yönetmelikleri meslek elemanlarına yol gösterici bulup bulmadıkları, çocukla çalışan diğer meslek elemanlarının eğitimlerinin değerlendirilmesi ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu kapsamında verilen tedbir kararlarının değerlendirilmesi) ve “Çocuğun Korunmasında Söz Bende” (çocuklara ilişkin yürütülen hizmetlerden sorumlu olsalar ne tür değişiklikler yapacakları) olarak belirlenmiştir. Yapılan görüşmelerde çocuk ihmal ve istismarı alanında çalışan profesyonellerin kimi durumlarda müdahale sürecinde karşılarına çıkan engeller ve olguların duygusal yıpratıcılığı nedeni ile tükenmişliği yoğun biçimde hissettikleri tespit edilmiştir. Profesyonellerin, çocuk ihmal ve istismarı alanında çalışan diğer meslek elemanlarının eğitimlerinin yetersiz olduğunu belirttikleri ve en çok da iletişim becerileri konusunda eğitimlere ihtiyaç olduğunu düşündükleri ortaya çıkmıştır. Profesyoneller çocuk ihmal ve istismarı ile ilgili mevzuat, yasa ve yönetmeliklerin geliştirilmesi ve uygulanabilirliğinin artması gerektiğini düşündüklerini ifade etmişlerdir. Çocuğa yönelik hizmetlerden sorumlu olma durumlarında genel olarak profesyonellerin tamamı; çocuğun üstün yararının gözetildiği, ihmal ve istismarı önlemeye yönelik yasa yönetmeliklerin ve mevzuatın tamamen uygulanabilir olduğu, koruyucu hizmetlere ağırlık verildiği, alanda çalışan meslek elemanlarının nitelikli eğitimler aldığı ve multidisipliner çalışmaların yapıldığı değişiklikler yapmak istediklerini belirtmişlerdir. Child neglect and abuse has become an important social issue today. It is an undeniable fact that neglect or abuse has lifelong effects on the child. Professionals that work in the field of child neglect and abuse have an important place in the intervention process. Such, the inaccurate or inadequate types of interventions are affecting the child's life significantly. Many instructions related with child neglect and abuse such as hospitals, police, and various organizations give services. However, when it is aimed to meet the requirements of these institutions, it is also necessary to consider what existing services are and to evaluate the adequacy of the services provided both by the service suppliers and service providers. With this study, it is aimed to evaluate professionals working in the field of child neglect and abuse (social worker, lawyer, nurse, doctor, counselor and child development specialist) to find out what their evaluations on the services provided. This is why in-depth interviews were conducted with 15 professionals working in the field of child neglect and abuse by utilizing semi-structured interview guidelines. The findings analyzed by the researcher are fundamentally gathered under three themes. These themes: “Work Experience”, “Evaluation of Services” and “I Am Responsible for Child Protection”. It has been learned that professional working in the field of child neglect and abuse face with obstacles and feel burnout because of the emotional backbreaking facts. Professionals stated that the training of other professional staff working in the field of child neglect and abuse was not sufficient and that what they need the most was training in communication with the child. They also stated that they believe there should be an increase in improvements and implementation of the legislation, laws and regulations on child neglect and abuse. All of the professionals in general are responsible for services for the child stated that they wanted the law and regulations to prevent child neglect and abuse to be applicable, to give more importance to preventive services, to take essential trainings and to be able to perform changes in multidisciplinary studies.
  • Thumbnail Image
    Item
    Kadın sığınma evinde kalan çocuklarla öfke, arkadaşlık ilişkileri, kendini ifade edebilme ve toplu yaşam kuralları konulu grup odaklı sosyal hizmet uygulaması
    (Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2018) Turğut, Begüm; İçağasıoğlu Çoban, Arzu
    Şiddetin çocuklar üzerindeki etkileri, fiziksel yaralanmalardan, ağlama nöbetleri, içe kapanma, kendine ya da çevreye dönük saldırganlık, öfke kontrolünde zorlanma, akranlarla ilişki kurmada güçlük, düşük eğitim başarısı gibi duygusal ve davranışlar sorunlara kadar uzanan geniş bir yelpaze içinde yer alabilmektedir. Bazı durumlarda çocuklar şiddetin öznesi olabildikleri gibi tanığı da olabilmektedirler. Dünyada ve ülkemizde aile içi şiddet ciddi bir sosyal sorundur. Bu sorunla mücadelede kadın sığınmaevleri önemli kurumlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadın sığınmaevleri şiddete maruz kalmış kadınların çocukları ile birlikte kalabilecekleri, şiddetten uzak, güvenilir, psikolojik, sosyal, hukuki destekler alabilecekleri yatılı sosyal hizmet kuruluşlarıdır. Kadın sığınmaevlerinde çocuklar anneleri ile şiddetten uzak bir ortamda kalabilseler bile hem yaşadıkları travmatik durumlar hem de toplum yaşam koşulları nedeniyle sorunlar yaşayabilmektedirler. Bu sorunların çözümünde sosyal hizmet önemli bir meslek olarak karşımıza çıkmaktadır. Sosyal hizmetin kadın sığınmaevinde yapacağı farklı müdahale bulunmaktadır. Grup odaklı sosyal hizmet uygulamaları bu müdahale yöntemlerinden biridir. Literatürde çocuklarla çalışmada grup çalışmalarının (mezzo) bireysel görüşmelere (mikro) göre daha etkili olduğu ye almaktadır. Bu araştırmanın amacı, Ankara‟daki bir kadın sığınmaevinde anneleri ile birlikte kalmakta olan ilk ve ortaokul çağındaki 7-11 yaş arası çocukların, grup odaklı sosyal hizmet uygulaması ile öfke, iyi arkadaşlık ilişkileri kurabilme, toplu yaşam kurallarına uyum sağlayabilme ve kendini ifade edebilme konularında farkındalık kazanmalarının sağlanmasıdır. Gerçekleştirilen grup odaklı sosyal hizmet uygulamasının oturum içerikleri, araştırmanın amacına göre düzenlenmiştir. Oturumlarda öfkeyi ve öfkenin etkilerini fark etme, iyi arkadaşlık ilişkileri kurabilme, kendini ifade edebilme ve toplu yaşam kuralları üzerinde durulmuştur ve oyun, boyama yapma, rol oynama teknikleri kullanılmıştır. Uygulama, 7-11 yaş arası altı çocuk ile yedi oturum şeklinde yürütülmüştür. Grup odaklı sosyal hizmet uygulamasındaki ve uygulama sonrasındaki gözlem ve görüşmeler neticesinde, grup sürecine katılan çocukların sosyal becerilerinde artış olduğu ve grup sürecinden yararlandıkları görülmüştür. The effects of violence on children can range from physical injuries to emotional and behavioral problems such as crying sickness, inward closure, self or neighborhood aggression, difficulty in controlling anger, difficulty in establishing relationships with peers, and poor educational success. In some cases, children may be the subject of violence as well as being a witness. Domestic violence in the world and our country is a serious social problem. Women's shelters as fighting against this problem are emerging as important institutions. Women's shelters are boarding social work organizations where women who are exposed to violence can stay with their children and receive reliable, psychological, social and legal support away from violence. In women's shelters, even if they can stay away from violence with their mothers, they may experience problems due to both the traumatic conditions they live in and the social life conditions. Social work has emerged as an important profession in the solution of these problems. There is a different intervention in the social welfare service of the women's shelter. Social work with group practice is one of these intervention methods. In the literature, it seems that group work (mezzo) is more effective than individual interviews (micro) in working with children. The aim of this research is to raise awareness among children aged 7-11 years in primary and secondary school who are staying with their mothers in a women's shelter in Ankara to be able to establish social work with group practice, anger, good friendship, adaptation to collective life rules and self- is the provision of winnings. The session contents of the social work with group practice conducted are organized according to the purpose of the research. During the sessions, techniques of getting to know the effects of anger and anger, establishing good friendship relations, expressing oneself and collective life rules and playing, painting and role playing techniques were used. The exercise was conducted in seven sessions with six children aged 7-11 years. As a result of observations and interviews with the social work with group practice and after the implementation, it was seen that the children participating in the group process had an increase in their social skills and benefited from the group process.
  • Thumbnail Image
    Item
    Linguistik ve paralinguistik ipuçlarını kullanarak sesten duygu çıkarımında koklear implant kullanan okul çağı çocuklarının normal işiten akranları ile karşılaştırılması
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2017) Şahin, Özge; Güven, Ayşe Gül
    Bu çalışmada normal işiten ve koklear implant kullanan çocukların, linguistik ve paralinguistik ipuçlarını kullanarak ses tonundan duygu çıkarım becerisi araştırılmıştır. Çalışmaya 20 koklear implantlı ve 40 normal işiten okul çağı çocuk katılmış ve tüm veriler ebeveynleri bilgilendirilmiş onam formunu imzalayan çocuklardan toplanmıştır. Duygu tanıma becerisinin değerlendirilmesi için resimli kartlar hazırlanmıştır. Bu resimli kartlar, 6 temel (sinirli, iğrenç, korku, mutluluk, üzüntü, şaşırmak) ve 2 tane çeldirici duygu durumunun (utanmak ve kibirli) canlandırılması ile oluşturulmuştur. Linguistik ve paralinguistik ipuçlarını kullanarak ses tonundan duygu durum çıkarımı için, içerik bağımlı ve içerik bağımsız cümleler bir klinik psikolog ve bir profesyonel tiyatro sanatçısı tarafından 7-12 yaş aralığı göz önünde bulundurularak hazırlanmıştır. Gruplar arası farklılık analizleri için Pearson Ki Kare Testi kullanılmış, gözelerdeki beklenen yüzde değeri 5’ten küçük olduğu durumlarda Fisher’ın Kesin Testi p değerleri elde edilmiştir. Grup içi farklılık analizleri için Mc Nemar Testi kullanılmıştır. Verilerin analizinde, SPSS 15.0 istatistik paket programı kullanılmıştır. Koklear implant kullanan 7 ile 12 yaş arası okul çağı çocuklarının linguistik ve paralinguistik ipuçları kullanarak sesten duygu durum çıkarımında, normal işiten akranları ile karşılaştırılmasının amaçlandığı bu araştırmanın sonucunda, çalışmaya katılan tüm çocukların resimli kartlarda gösterilen yüz ifadelerini tanıdığı, yani görsel ipuçlarını kullanarak duyguları anlamada ve ayırt etmekte sorun yaşamadığı ancak linguistik ve/veya paralinguistik ipuçlarını kullanarak, ses tonundan duygu durum çıkarımında gruplararasında fark olduğu bulunmuştur.Araştırma sonuçları normal işiten çocukların ses tonundan duyguları tanımada koklear implant kullanan çocuklardan daha başarılı olduğunu ve koklear implant kullanan çocukların cümle içeriğini sesten duyguyu tanıyabilmek için bir ipucu olarak kullanamadığını göstermektedir. The aim of the present study find out ability of mood inference from voice by using the linguistic and paralinguistic cues of implanted children. Twenty children with cochlear implant and 40 normal hearing school aged children participated to study and all of data were collected from children whose parents signed out informed consent form. The six facial expression cards portraying six basic emotions (anger, happiness, surprise, sadness, fear and disgust) and two distractor emotions (shame and contempt) were prepeared. Age relevant context dependent and context independent sentences were prepeared. Both expression cards and sentences were used to evaluate the ability of mood inference from voice. Pearson Chi Square Test was used for the differences between group analysis, and when the expected percentage of cells were lower than 5%, p values of Fisher’s Exact Test were concluded. Mc Nemar Test was used for intra-group difference analysis. SPSS 15.0 Statistic Package Programme was used for the data analysis. The result of the study revealed that children with normal hearing were more succesful at identifying the emotions through voice than children with cochlear implant, and children with cochlear implant were not able to use context to identify the inferencing mood from voice.
  • Thumbnail Image
    Item
    Suça sürüklenmiş çocukların annelerinin çocuklarına ilişkin algısı: Siirt örneği
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2016) Kazak Ekinci, Neriman; İlik, İ. Bülent
    Bu araştırmanın amacı, mükerrer suç işleyen çocukların suça sürüklenme nedenlerinden olan aile faktörünün etkilerini belirlemektir. Araştırma Siirt Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğünce suçasürüklenmesi sebebiyle hakkında sosyal inceleme raporu yazılmış 16 anne ile derinlemesine görüşmeler yapılarak gerçekleştirilmiştir. Görüşmeler annelerin evlerinde yapılmıştır. Görüşme esnasında, annelerinde izni ile ses kayıt cihazı kullanılmıştır. Nitel araştıma yöntemi kullanılarak, yapılan araştırmada annelerden, çocuklarının mükerrer suç durumuna ve yaşadıkları sürece ilişkin değerlendirmeleri alınmaya çalışılmıştır. Araştırmanın verileri çocuklar hakkında düzenlenmiş sosyal inceleme raporları ve yarı yapılandırılmış mülakat formu aracılığıyla ve derinlemesine görüşme tekniği ile toplanmıştır. Araştırma verilerinin analizi sonucunda, kentteki mükerrer suç olgusuna ilişkin önemli bulgular elde edilmştir. Suça sürüklenen çocukların tamamı çok kardeşlidir. Annelerin çoğunlukla çocuklarının suça sürüklenmesini arkadaş çevresi, sosyal çevre, yoksulluk, eğitimsizlik gibi nedenlere bağladıkları ortaya çıkmıştır. Anneler ile yapılan görüşmeler sonucunda ortaya çıkan bir diğer önemli öğe de, çocukların hayatlarının her anında (aile, okul, sosyal çevre) fiziksel şiddete maruz kaldıklarıdır. Araştırmaya katılan annelerin çocuklarının tamamına yakını, cezaevine girip çıkmıştır. Çocukların büyük çoğunluğunun, sigara, esrar ve uyuşturucu madde alışkanlıkları olduğu saptanmıştır. Araştırmaya dahil edilen annelerin neredeyse tamamı çocuklarının başarısız eğitim hayatları olduğunu ve okulu bıraktıklarını belirtmiştir. Araştırmanın sonucunda mükerrer suç olgusu ile karşı karşıya olan çocukların, aile ve sosyal çevresinde uygun rol modeller bulunmadığı, kentte çocukların boş zamanlarını etkili değerlendirebilecekleri sosyal donatı alanlarının yetersiz olduğu belirlenmiştir. Araştırma da annelerden alınan bilgiler doğrultusunda mükerrer suçun önlenebilmesine ilişkin önerilere yer verilmiştir. The purpose of this study is to determine the family factors which are among the reasons of juvenile recidivism. This study is carried out thoroughly with the 20 mothers whose social investigation report are written about their children delinquency by the Siirt Family and Social Politics Provincial Directorate. Interview were conducted in the homes mothers. During the interviews, recorder was used with the permission of the mothers. Qualitative method is chosen for this study’s method. Accordingly, the evaluation of experience of mothers related to their children delinquency was made in a comprehensive manner. The data of the study was collected via social investigation reports about the juveniles, semi structured interview form, and by one to one interview technique. As a result of analysis of the data of this study, significant findings about the recedivism in the city were obtained. Most of the delinquent juveniles have multi siblings. It has emerged that mothers mostly correlated their children delinquency with the peer influence, social influence, poverty, lack of education. Another important element which was emerged during the interview with the mothers is children being exposed to physical abuse (family, school, social environment) every moment of their life’s. Almost every juveniles whose mothers’ joined the study were convicted. It was determined that most of the juveniles have habits of using cigarette, marijuana and drug. Almost every mother joined the study stated that their children had unsuccesful educational life and dropped out of school. As a result of the study, it is determined that there is absence of appropriate role models for juveniles exposed to recidivism and there is insufficient social reinforcement area in the city for juveniles to spend their times. In accordance with information obtained from the mothers, suggestions are included to prevent juvenile recidivism in the study.
  • Thumbnail Image
    Item
    Karbonhidrat sayımı yöntemi uygulanan tip 1 diyabetli çocuk ve adölesanlarda diyete uyumdaki engeller ve metabolik etkileri.
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2015) Metin, Sinem; Kızıltan, Gül
    Bu çalışma, Tip 1 diyabetik çocuk ve adölesanların beslenme durumunun saptanması, karbonhidrat sayımının öğretilmesi ya da bilgi ve becerilerinin arttırılması, yönteme uyumun belirlenmesi ve uyumun metabolik kontrole etkisinin belirlenmesi amaçlarıyla yapılmıştır. Araştırma, Gülhane Askeri Tıp Akademisi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, Çocuk Endokrinolojisi Bilim Dalı tarafından Tip 1 diyabet tanısı ile izlenen, yoğun insülin tedavisi alan, 2-18 yaş arası 53 (25 erkek, 28 kız) çocuk ve adölesan üzerinde Kasım 2013 - Ocak 2015 tarihleri arasında yürütülmüştür. Çalışmaya, karbonhidrat sayımı eğitimine yeni başlayan Tip 1 diyabetli bireyler ile daha önce karbonhidrat sayımı eğitimi almış ancak ön görüşme ile uyum problemi saptanmış bireyler dâhil edilmiştir. Çalışmaya katılan çocuklar ve ailelerine anket yapılarak demografik ve hastalığa ilişkin özellikler, beslenme alışkanlıkları, karbonhidrat sayımına ilişkin düşünce ve davranışları saptanmıştır. Hastaların 3 günlük besin tüketim kayıtları, fiziksel aktivite kayıtları, antropometrik ölçümleri ve biyokimyasal parametreler çalışmanın başında ve 6. ayın sonunda olmak üzere iki kez alınmıştır. Çalışmaya katılan hastanın/ailenin 6. ay sonundaki kontrolde karbonhidrat sayımına uyum ve becerilerini saptamak amacıyla, bir günlük sabit bir menü örneğinin karbonhidrat içeriğini hesaplamaları istenmiş ve farklı kan şekeri düzeylerine göre bu duruma nasıl müdahale edecekleri sorgulanmış ve sonuçlara göre hastalar uyumlu ve uyumsuz olarak gruplandırılmıştır. Tip 1 diyabetli 28 kız (%52.8) ve 25 erkek (%47.2) hasta araştırmaya alınmıştır. Hastaların yaşa göre vücut ağırlığı, yaşa göre boy uzunluğu ve yaşa göre BKİ z skoru ortalamalarının karbonhidrat sayımı öncesi ve sonrası benzer olduğu saptanmıştır (p>0.05). Hastaların serum Hemoglobin A1c medyan değeri karbonhidrat sayımı öncesi %7.9 iken, karbonhidrat sayımı sonrası %8.0 olup aradaki fark önemli bulunmamıştır (p>0.05). Hastaların serum LDL-kolesterol, HDL-kolesterol, total kolesterol ve trigliserid düzeyleri ortalamalarının çalışma sonunda başlangıca göre düşük olduğu saptanmıştır (p>0.05). Hastaların günlük enerji tüketim ortalamalarının 0-6 yaş grubunda karbonhidrat sayımı öncesi ve sonrası benzer olduğu (p>0.05), diğer yaş gruplarında ise karbonhidrat sayımı sonrası enerji tüketimlerinin düştüğü saptanmıştır (p<0.05). Karbonhidrat sayımına uyum değerlendirildiğinde, altı yaş ve daha küçük kızların %33.3’ünün, erkeklerin ise hepsinin, 6-12 yaş grubu kızların %71.4’ü, erkeklerin %28.6’sının, 12 yaş ve üzeri kızların %37.5’i, erkeklerin %50.0’sinin uyumsuz oldukları belirlenmiştir. Uyumlu hastaların %60.0’ının, uyumsuzların %21.7’sinin HbA1c değeri <%7.5 olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Uyumlu hastaların annelerinin eğitim seviyelerinin daha yüksek olduğu saptanmıştır (p<0.05). Uyumsuz hastaların %56.2’sinin diyetisyeni yılda bir kez ve daha seyrek gördükleri belirlenmiştir. Hastaların yaşa göre BKİ z skoru grupları ile karbonhidrat sayımına uyumları arasında fark saptanmamıştır (p>0.05). Uyumlu ve uyumsuz hastaların serum lipid parametrelerinin benzer olduğu saptanmıştır (p>0.05). Sonuç olarak, adölesanlarda uyumun diğer yaş gruplarına göre düşük olduğu, anne eğitim düzeyi ve diyetisyenle görüşme sıklığının uyumu etkileyen faktörler olduğu saptanmıştır. Tip 1 diyabetli hasta ve ailelerin karbonhidrat sayımı eğitimi konusunda düzenli olarak izlenmesi ve desteklenmesi ile glisemik kontroldeki bozulma ve diyabete özgü komplikasyonların azaltılabileceği düşünülmektedir. The aim of the present study was to investigate the nutritional status, to teach or improve knowledge and skills for carbohydrate counting, to determine the compliance of this method and the effect of compliance to metabolic control of the children and adolescents with type 1 diabetes. The study was conducted at Pediatric Endocrinology Clinic of the Gülhane Military Medical Academy Department of Child Health and Diseases between 2013 and 2015 on 53 child and adolescent (25 males, 28 females) diagnosed with type 1 diabetes, aged between 2-18 years old and under intensive insulin treatment. Beginner carbohydrate counters and the ones with compliance problem were included in the study. A questionnaire was applied to patients and parents including demographic and disease characteristics, dietary habits and thoughts and behaviours about carbohydrate counting sections. 28 girls (52.8%) and 25 boys (47.2%) were included in the study. The mean weight for age, lenght for age and BMI for age z scores of the patients were similar before and after carbohydrate counting (p>0.05). The median serum HbA1c level of the patients was 7.9% and 8.0% before and after carbohydrate counting, respectively (p>0.05). The mean serum LDL-cholesterol, HDL-cholesterol, total cholesterol and triglycerid levels were found to be low at the end of the study compared to baseline results (p>0.05). In the 0-6 age group, the mean daily energy intake were similar before and after carbohydrate counting (p>0.05), energy intake decreased at the end of the study in other age groups (p<0.05). Non-adherence to carbohydrate counting was 100.0% and 33.3% in 6 years old or younger boys and girls, respectively. In the 6-12 age group, non-adherence was 71.4% in girls and 28.6% in boys. In the adolescent group, non-adherence was 37.5% in girls and 50.0% in boys. Patients’ or parents’ adherence and skills with regard to carbohydrate counting determined at the end of the sixth month and they were classified as adherer or non-adherer according to their results to a daily menu carbohydrate content estimation and accurate detection of insulin doses. 3 day food records, physical activity records, anthropometric measurements and biochemical parameters of patients were taken twice at the beginning and end of the study. 60% of the adherer patients and 21.7% of the non-adherer patients had serum HbA1c levels <7.5% (p<0.05). The educational level of the mothers of adherer patients was found to be higher (p <0.05). It was determined that 56.2% of the non-adherer patients consulted with dietitian less than once in a year. BMI for age z scores didn’t differ by adherence to carbohydrate counting (p>0.05). Serum lipid parameters of adherer and non-adherer patients were found similar (p>0.05). As a result, adherence to diet in adolescents was low compared to other age groups and education levels of mothers and frequency of dietitian control was found to affect adherence. Diabetes spesific complications and deterioation in glycemic control may decrease with regular monitoring and supporting type 1 diabetic patients and their families for carbohydrate counting.
  • Thumbnail Image
    Item
    Multifrekans timpanometri ölçümlerinin seröz otitis media’lı ve sağlıklı çocuklarda karşılaştırılması
    (Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2014) İçmen, Damla; Aydın, Erdinç
    AMAÇ: Multifrekans timpanometri kullanarak Seröz Otitis Media için multifrekans değerlerini ortaya çıkartılması ve bu sonuçların normal kulaklarda elde edilen veriler ile karşılaştırılması amaçlanmıştır. Böylece seröz otitis media patolojisine özgü timpanometrik değişikliklerin ortaya çıkarılması hedeflenmektedir. Bu incelemelerle beraber yaş, cinsiyet, boy, kilo, kulak zarının durumu, orta kulak sıvısının tipi ve kulak zarının pozisyonu incelenerek bu bulguların orta kulak otiti ile birleşerek multifrekans timpanometride ne gibi değişiklikler meydana getireceği araştırılmıştır. MATERYAL METOD: Başkent Üniversitesi Kulak-Burun-Boğaz Anabilim Dalı ve Odyoloji ve Konuşma Bozuklukları Ünitesinde 2-10 yaş arasında toplam 131 (262 kulak) gönüllü çocuğa test yapılmıştır. Seröz otitis media teşhisi konulan ve tüp tatbiki kararı verilmiş 65 çocuk çalışma grubuna, otoskopik muayeneleri sonucu sağlıklı kulağa sahip olan ve daha önce kulak operasyonu geçirmemiş 66 çocuk ise kontrol grubuna dahil edilmiştir. Katılımcıların immitansmetrik ölçümleri Grason Stadler (GSI) Tympstar Version 2 elektroakustik immitansmetre kullanılarak yapılmıştır. BULGULAR: Çalışmaya alınan seröz otitis medialı çocukların her iki kulak multifrekansı kontrol grubuna oranla anlamlı derecede düşük bulunmuştur (p< 0,001). Çalışma grubu rezonans frekansı değeri sağ kulak ortalaması 502,3, sol kulak ortalaması 494,9 olarak bulunmuştur. Kontrol grubu sağ kulak ortalaması 924,3, sol kulak ortalaması 921,3 olarak bulunmuştur. Her iki grup arasında cinsiyet, boy ve kilo açısından anlamlı fark elde edilememiştir (p>0,05). Ayrıca operasyon bulgularından yalnızca sıvı miktarı açısından bir fark bulunamamıştır (p>0,05). Bunun dışında odyometri, timpanometri, refleks testleri ve ilk muayene ile operasyon sırasında ile vi multifrekans ölçüm sonuçları arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmuştur (p< 0,001). Sonuç olarak multifrekans timpanometri, Seröz Otitis Media tanısı konulmuş çocuklar için ayırt edici bir test yöntemidir. Multifrekans, orta kulakta var olan patolojiye göre sağlıklı kulaklardan elde edilen ölçümlere oranla daha yüksek ya da daha alçak elde edilmektedir. Birçok açıdan avantajlı bir test olan multifrekans timpanometri ülkemizde henüz yaygın olarak kullanılmamakta olup yapılan çalışma sayısı da sınırlıdır. Bu nedenle henüz yeterli veri bulunmamaktadır. Buradan yola çıkarak multifrekans ölçümü için bir ölçüt sağlayarak tarama testi olarak kullanımını yaygınlaştırması hedeflenmektedir. Ayrıca çalışmamızın farklı patolojilerde bir alt yapı sağlaması umut edilmektedir. AIM: The aim of this study is revealing resonance frequency for serous otitis media by using multifrequency tympanometry and comparing this results with data obtained from normal ears. Thus, it is aimed to reveal the tympanometric differences peculiar to the serous otitis media. In addition to this researches, by analysing age, gender, height and weight, condition of the tympanum, middle ear fluid (otitis media) type and position of tympanum; within the light of these findings, it has been researched what kind of alterations will take place at the multi frequency tympanometry merging with middle ear otitis. MATERIAL METHOD: A test made to 131 (262 ears) volunteer kid in total between the age of 2-10 age range at Başkent University Department of Otolaryngology and Audiology and Speech Disorder Unitary. 65 children, diagnosed with serous otitis media and decided to tube placement, are included to the study group and 66 children, who has got healthy ears as a result of the autoscopy examens and hasn’t got an operation before, are included to the control group. Immitancemetric measurements of the participants has been realised by using Grason Stadler (GSI) Tympstar Version 2 electroacoustic immitancemetre. FINDINGS: Both ears resonance frequency of those analysed children who has got serous otitis media are seen quite low by comparison with control group (p< 0,05). The multifrequency tympanometry value of the study group’s right ear average is defined as 502,3 and left ear average is defined as 494,9. Control group’s right ear average is defined as 924,3 and left ear average is defined as 921,3. From the point of gender, height and weight for both group, a significance difference hasn't been observed (p>0,05). Besides, from the operation data no difference has been seen on just for the viii liquid levels (p>0,05). Apart from this, a significance connection between all the findings and multifrequence measurement results (p< 0,05). In conclusion, multifrequency tympanometry is an advantageous test method that can perform measurement in 226Hz and 2000Hz probe tone wide spectral multifrequency tympanometry is obtained higher or lower according to the pathology at the tympanum rather than the measurement obtained from the healthy ear. In many aspects, multifrequency tympanometry which is an advantageous test hasn’t been used widely yet, also the number of the ongoing studies is limited. Because of this reason, no adequate data are available. Starting from this point, it is aimed to popularise the usage by providing a criterion as a screening test for multifrequency tympanometry measurement. Besides, it is hoped that our study will create substructure for different of pathologies.