Enstitüler / Institutes
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11727/1390
Browse
15 results
Search Results
Item Burdur'da 65 yaş ve nüfus yaşam kalitesi ve yalnızlık durumu ilişkili etmenler(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Kılınc, Ahmet Selcuk; Durukan, ElifKesitsel tipteki bu araştırmanın amacı Burdur’da 65 yaş ve üzeri nüfusun yaşam kalitesi ve yalnızlık durumunun belirlenmesidir. Çalışmaya 408 kişi dahil edilmiştir. Çalışmaya katılanlara ev ziyaretleri yapılarak sosyodemografik özellikler, yalnızlık ve yaşam kalitesi risk faktörleri anket formu, “Dünya Sağlık Örgütü yaşlılar için yaşam kalitesi ölçeği kısa formu (WHOQOL-OLD TR Kısa)” ve “UCLA-LS Yalnızlık Ölçeği” uygulanmıştır. Gruplara göre yaşam kalitesi ve yalnızlık puanlarının karşılaştırılmasında bağımsız gruplarda t testi ve tek yönlü varyans analizi (ANOVA); yaşam kalitesini ve yalnızlığı etkileyen faktörlerin belirlenmesinde lineer regresyon analizi kullanılmıştır. Yaşlıların dörtte biri yalnız, yarısı eşiyle, biri akrabalarıyla yaşamaktadır. %94,8’inin en az bir kronik hastalığı vardır. En sık görülen semptom / durumlar azalan sırayla görme bozukluğu, tuvalete yetişememe, idrar kaçırma ve işitme problemidir. Her dört yaşlıdan birinde yeti kaybı mevcuttur. Yaşlıların WHOQOL-OLD Yaşam Kalitesi puan ortalaması 68.34±12.25, yalnızlık puan ortalaması 32.92±11.43'dür. Yaşlının kadın olması, formal eğitim almamış olması, gelirinin geçimine yetmemesi, gündüz bakım evine gitmek istememesi, tatile gitmemesi, alışverişi başkasının yapması, iştahının kötü-az olması, oturgan olması, işitme probleminin olması, engelli raporunun olması, kendini mutsuz hissetmesi ve yalnız olması yaşam kalitesini olumsuz etkilemektedir. Yaşlının huzurevinde kalmayı düşünmesi, televizyon izleme ve ev işi dışında iş yapmaması, tatile gitmemesi, oturgan olması, işitme probleminin olması ve kendisini mutsuz umutsuz hissetmesi yalnızlık düzeyini olumsuz etkilemektedir.Çalışmadan elde edilen sonuçların ışığında, yaşlının yaşam kalitesinin yükseltilmesi ve yalnızlık düzeyinin azaltılması için; yapılacak ev ziyaretleriyle yaşlılık dönemi planlanmalıdır. Sadece geriatrik değil, gerontolojik bir yaklaşımla da sağlık ve sosyal hizmetler bütünleşik halde verilmelidir. Kronik hastalık yükünü azaltacak koruyucu sağlık hizmetleri ve aktif yaşlanma önceliklendirilmeli, 1. 2. ve 3. basamak sağlık hizmetleri entegrasyonu sağlanmalıdır. Yaşlı dostu kent uygulamaları hayata geçirilmelidir. Yaşlıların yaşam kalitesini iyileştirmek ve yalnızlığını azaltmak ve bakımı garanti etmek için acilen bakım sigortasının hayata geçirilmesinin uygun olacağı düşünülmüştür. 408 people representing 35.563 people aged 65 and over were included into the scope of this cross-sectional type of study which aims determining the quality of life and condition of loneliness of the population aged 65 and over in Burdur. The questionnaire form intended for determining of factors that could affect the quality of life and condition of loneliness, "The World Health Organization Quality of Life Scale (WHOQOL-OLD TR Short)" and "UCLA-LS Loneliness Scale" were used as data source. The data of the study was collected by home visits, face to face interviews with those who scored 24 and above in the Mini Mental Test (MMT) and evaluated by t-test, one-way analysis of variance (ANOVA) and Linear regression analysis. Elderly’s WHOQOL-OLD Quality of Life score mean is 68.34 ± 12.25 and loneliness score mean is 32.92 ± 11.43. One fourth of the elderly live alone, half live with their spouse and one with relatives. 94,8% of them have at least one chronic disease. The most common encountered symptoms / conditions in descending order are impaired vision, urgency, urinary incontinence and hearing problems. One out of four elderly people has disability. Elderly person’s being old woman, having not received formal education, living income insufficiency, unwilling to go to the day care center, not going on vacation, shopping’s being done by someone else, having poor-diminishing appetite, being still, having hearing problem, having a disabled report, feeling unhappy and being alone adversely affects life quality.Elderly's dwelling on living in a senior center, not doing any work other than watching TV and doing housework, not going on vacation, being still, having hearing problem and feeling unhappy desperate affect the loneliness level negatively. Within the frame of the results obtained from the study; in order to increase the elderly’s life quality and decrease the level of the loneliness the old age period should be planned by the home visits which will be done. Not only geriatric, but also with a gerontological approach, health and social services should be given integratedly. Preventive health services and active aging which will reduce the burden of chronic disease should be prioritized, 1, 2 and 3 level health services integration should be ensured. Elderly friendly urban practices should be actualized. It is considered that care insurance’s urgently being put into practice in order to improve the quality of life of and reduce the loneliness of the elderly will be appropriate.Item Kronik böbrek yetmezlikli hemodiyaliz hastalarının gastrointestinal semptomlarının, yaşam kalite düzeylerinin ve hipoalbuminemi durumlarının değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Ertürk, Melda; Köseler Beyaz, EsraBu araştırma; kronik böbrek yetmezliği nedeniyle hemodiyaliz tedavisi alan hastalarda gastrointestinal semptomların belirlenmesi ve bu durumun hastaların beslenme durumu ve serum albumin düzeyleri üzerine etkisini incelemek amacıyla planlanmıştır. Çalışma, Aralık 2018-Şubat 2019 tarihleri arasında Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi Diyaliz Ünitesinde tedavi gören yaşları 20-88 yıl arasında, 200 (132 erkek, 68 kadın) hasta üzerinde yapılmıştır. Bu hastalara hastalık ve kişisel bilgilerini içeren anket formu yüz yüze görüşme ile uygulanmıştır. Hastaların beslenme durumları 3 günlük Besin Tüketim Kaydı ve Subjektif Global Değerlendirme (SGD) ile belirlenmiştir. Hastaların gastrointestinal semptomları Gastrointestinal Semptom Değerlendirme Ölçeği (GSDÖ), yaşam kalite düzeyleri ise Yaşam Kalitesi Ölçeği (SF-36) ile değerlendirilmiştir. Hastaların antropometrik ölçümleri alınmış, bazı biyokimyasal parametreleri analiz edilmiştir. Bu çalışmada hastaların yaş ortalaması 60.7 ± 15.16 yıl, hastaların diyalize girme süresi ortalama 5.7 ± 6.48 yıl olarak bulunmuştur. Hastaların BKİ değerleri erkeklerde ve kadınlarda sırasıyla 26.0±4.79 kg/m² ve 25.6±6.08 kg/m²'dir. Hastaların SGD sonuçlarına göre %4.5’inin ağır malnütrisyonlu, %14.5’inin orta derecede malnütrisyonlu ve %81’inin ise iyi beslendiği belirlenmiştir (p>0.05). Hemodiyaliz (HD) tedavisi alan kadın hastaların fiziksel ve mental sağlık özet skoru puanlarının erkeklerin fiziksel ve mental sağlık özet skoru puanlarına göre daha yüksek olduğu saptanmıştır (p>0.05). Hastaların hematolojik ve biyokimyasal bulguları referans değerlerle karşılaştırıldığında; serum VLDL-kolesterol, kreatinin, kan üre azotu, fosfor, serum C-reaktif protein düzeyleri yüksek; serum hemoglobin ve hematokrit düzeyleri düşük olarak belirlenmiştir. Hastaların diyetle günlük enerji ve protein alım ortalamaları değerlendirildiğinde; % 92.5’inin enerji ve % 73’ünün protein alım düzeyleri yetersiz olarak belirlenmiştir. Hastaların günlük diyetle aldıkları vitamin ve mineral miktarları National Kidney Foundation (NKF) ve The European Society for Clinical Nutrition and Metabolism (ESPEN) önerilerine göre değerlendirilmiş, buna göre diyetle tiamin, niasin, B6 vitamini, folat, potasyum, magnezyum alımının tüm hastalarda yetersiz; ayrıca erkeklerde günlük diyetle riboflavin ve çinko alımının yetersiz, kadınlarda günlük diyetle demir alımının yetersiz olduğu saptanmıştır (p>0.05). Hastaların gastrointestinal sorunlarının ortalaması; karın ağrısı alt ölçek puan ortalaması 14.9±6.75, reflü alt ölçek puan ortalaması 10.7±5.96, hazımsızlık alt ölçek puan ortalaması 23.4±8.95, konstipasyon alt ölçek puan ortalaması 18.8±12.63, diyare alt ölçek puan ortalaması 12.7±7.29 ve GSDÖ toplam puanı 80.5±25.00 olarak bulunmuştur. Diyetle alınan posa miktarı arttıkça hastalarda gastrointestinal sorunların da istatistiksel açıdan anlamlı olarak arttığı saptanmıştır (p<0.05). Hastaların SGD sonuçlarına göre; ağır malnutrisyonu olanların GSDÖ puanı daha yüksek bulunmuştur (p>0.05). Hemodiyaliz tedavisi alan erkek hastaların fiziksel sağlık özet skoru 57.8±27.24, mental sağlık özet skoru 67.6±26.58; kadın hastaların ise fiziksel sağlık özet skoru 58.8±24.10, mental sağlık özet skoru 69.5±23.48 puan olarak belirlenmiş ve yaşam kalitesine ait bütün özet değerleri ile cinsiyet arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamıştır (p>0.05). Fiziksel sağlık özet skoru ile diyet enerjisi ve diyet proteini arasında pozitif yönde; mental sağlık özet skoru ile diyet enerjisi ve diyet proteini arasında da pozitif yönde anlamlı bir ilişki olduğu belirlenmiştir (p<0.05). GSDÖ ile fiziksel sağlık özet skoru ve mental sağlık özet skoru arasında pozitif ilişki bulunmuş ancak bu ilişki istatistiksel olarak anlamlı değildir (p>0.05). Bu nedenle, hastaların diyetleri planlanırken beslenme ile ilişkili gastrointestinal semptom faktörlerinin de mutlaka göz önünde bulundurulması hem hastaların yaşam kalite düzeylerinin arttırılması hem de yaşam sürelerinin uzatılması açısından gerekli olduğu düşünülmektedir. This study was conducted to determine gastrointestinal symptoms in patients undergoing hemodialysis treatment for chronic renal failure and to evaluate the effect of this condition on nutritional status and serum albumin levels of patients. The study was conducted on 200 chronic renal failure patients (132 male, 68 female) between the ages of 20-88 years old at Baskent University Ankara Hospital Hemodialysis Unit between December 2018 and February 2019. A questionnaire was applied to patients including demographic and disease information by face to face interview. The nutritional status of the patients was determined by food-frequency questionnaire, a three days 24 hour dietary record and Subjective Global Assessment (SGA). The gastrointestinal symptoms of the patients were evaluated by the Gastrointestinal Symptom Rating Scale (GSRS), and the quality of the patients was assessed by SF-36 questionnaire. Anthropometric measurements were taken and some biochemical parameters were analyzed. The mean age of the patients was 60.7 ± 15.16 years; and the mean duration of patients undergoing hemodialysis was 8.2±7.43 years and in continuous ambulatory peritoneal dialysis patients was 5.7 ± 6.48 years. The BMI of the patients was 26.0 ± 4.79 kg / m² and 25.6 ± 6.08 kg / m² in males and females, respectively. According to SGA results, it was determined that 4.5% of the patients had severe malnutrition, 14.5% had moderate malnutrition and 81% had good nutrition (p>0.05). Physical and mental health summary score points of female patients receiving hemodialysis treatment (HD) were higher than that of males (p>0.05). The hematological and biochemical findings of the patients were compared with reference values; serum VLDL-cholesterol, creatinine, blood urea nitrogen, phosphorus, serum C-reactive protein levels were high; Serum hemoglobin and hematocrit levels were found to be low. In the evaluation of mean daily energy and protein intake in the patients’ diet; the energy intake levels of 92.5% and the protein intake levels of 73% were insufficient. According to the recommendations of NKF and ESPEN, it was found that dietary intake of niacin, vitamin B6, folate, potassium and magnesium were not sufficient in all patients. In addition, dietary intake of riboflavin and zinc in male patients was insufficient and daily intake of iron was insufficient in female patients (p>0.05). In the evaluation of mean gastrointestinal problems of patients; mean score of abdominal pain subscale was 14.9 ± 6.75, mean score of reflux subscale was 10.7 ± 5.96, mean score of indigestion subscale was 23.4 ± 8.95, mean score of constipation subscale was found to be 18.8 ± 12.63, mean score of diarrhoea subscale was found to be 12.7 ± 7.29 and total GSRS score was found to be 80.5 ± 25.00. As dietary fibre intake increased, gastrointestinal problems were found to be significantly increased in patients (p<0.05). According to the results of the patients SGA; the group with severe malnutrition had the highest Gastrointestinal Symptom Rating Scale score (p> 0.05). Physical health summary score of the male patients receiving hemodialysis treatment was 57.8 ± 27.24, mental health summary score was 67.6 ± 26.58; the physical health summary score of the female patients was 58.8 ± 24.10, the mental health summary score was 69.5 ± 23.48 and there was no statistically significant difference between the gender and quality (p>0.05). It was determined that there is a statistically positive relationship between physical health summary score and diet energy and dietary protein and between mental health status and diet energy and dietary protein (p<0.05). A positive relationship was found between GSRS and physical health summary score and mental health summary score; however, this was not statistically significant (p>0.05). Therefore, while planning the patients’ diet, it is thought to be imperative to take nutritional-related gastrointestinal symptom factors into consideration to increase the quality of life of the patients and to prolong life span.Item Sezaryenle doğum yapan kadınlarda postpartum dönemde uygulanan egzersiz ve ergonomik modifikasyonları içeren eğitim programının kadınlarda depresyon, yeti yitimi ve yaşam kalitesi üzerine etkilerinin incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Bayram, Tuğçe; Sönmezler, EmelBu çalışma postpartum erken dönemde uygulanan egzersiz ve ergonomik modifikasyonları içeren eğitim programının kadınlarda yeti yitimi, postnatal depresyon ve yaşam kalitesi üzerine etkilerinin incelenmesi amacıyla planlandı. Çalışmaya katılan sezaryenle doğum yapmış erken postpartum dönemdeki 30 primipar kadın egzersiz ve eğitim grubu ile kontrol grubu olarak ikiye ayrıldı. Egzersiz ve ergonomik modifikasyonları içeren eğitim grubundaki kadınlara 6 hafta boyunca uygulayacakları alt ve üst ekstremite kuvvetlendirme egzersizleri, postüral egzersizler, solunum egzersizleri, pelvik taban egzersizleri ve dikkat etmesi gereken ergonomik modifikasyonlar uygulamalı olarak anlatıldı. Egzersizleri ve ergonomik modifikasyonları detaylı olarak anlatan eğitim kitapçıkları verildi. Kontrol grubuna ise rutin postpartum hemşirelik ve medikal bakım hizmetleri verildi. Postpartum 6. haftanın sonunda çalışmaya katılan tüm olguların bel ağrısına bağlı yeti yitimi düzeyleri Oswestry Özür İndeksi ile, fiziksel, psikospritüel ve sosyokültürel konfor düzeyleri Doğum Sonrası Konfor Ölçeği ile, depresyon düzeyleri Edinburgh Doğum Sonrası Depresyon Ölçeği ile, anneliğe uyumları Postpartum Kendini Değerlendirme Ölçeği ile ve yaşam kaliteleri ise Doğum Sonu Yaşam Kalitesi Ölçeği ile değerlendirildi. Kontrol grubu ile kıyaslandığında egzersiz ve ergonomik modifikasyon eğitimi verilen grupta bel ağrısına bağlı özür düzeylerinin (p<0,001) ve postpartum depresyon düzeylerinin (p<0,001) daha düşük, yaşam kalitesinin (p<0,001) ise daha yüksek olduğu tespit edildi. Gruplar kıyaslandığında Doğum Sonu Konfor Ölçeği‟nin fiziksel konfor (p<0,001), psikospirütüel konfor (p=0,004) ve sosyokültürel konfor (p=0,013) alt ölçeklerinden alınan puanlar egzersiz ve ergonomik eğitim grubunda kontrol grubundan daha yüksekti. Postpartum Kendini Değerlendirme Ölçeği sonuçları yönünden gruplar karşılaştırıldığında, eşler arasındaki ilişkinin kalitesi, partnerlerin bebek bakımına katılıma bakışları, doğum deneyiminden memnuniyet, hayatın devamından hoşnut olma ve annelik görevleriyle başa çıkmada güce güvenme alt ölçeklerinde gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olmasına (tüm p‟ler <0,001) rağmen annelik ve yeni doğan bakımından memnunluk alt ölçeği (p=0,838) ile aile ve arkadaşlarının annelik için desteği alt ölçeği (p=0,744) açısından fark yoktu. Sonuç olarak, sezaryen doğumdan sonra erken dönemde verilen eğitimin kadınların bel ağrısına bağlı özür ve postpartum depresyon düzeylerini azalttığı, yaşam kalitelerini ve postpartum konfor düzeylerini arttırdığı ve anneliğe uyumlarını iyileştirdiği söylenebilir. Çalışmamızın sonuçları hem egzersiz eğitiminin hem de günlük yaşam aktiviteleri modifikasyonlarını içeren ergonomik eğitimin etkilerini göstermesi açısından literatüre katkı sağlaması ve bu alanda çalışan klinisyenlere de yol gösterici olacağı için oldukça önemlidir. This study was planned to investigate the effectiveness of exercise and ergonomic modifications training programme on depression, disability and quality of life in postpartum women delivered by ceserean section. Thirty primiparous women delivered by cesarean section in the early postpartum period were divided into two groups as exercise and education group and control group. Six weeks training program, which includes strengthening exercises, postural exercises, breathing exercises, pelvic floor exercises and ergonomic modifications was explained in practise to women in exercise and ergonomic training group and the training booklet which was explained in detail to describe exercise and ergonomic modifications training were given. Routine postpartum nursing and medical care services were given to the control group. At the end of the sixth week, all participants were evaluated by Oswestry Disability Index, Postpartum Comfort Questionnaire, Edinburgh Postpartum Depression Scale, Postpartum Self-Evaluation Questionnaire and Postpartum Quality of Life Scale. Comparing between two groups, it was found that the levels of disability related to low back pain (p<0,001) and postpartum depression levels (p<0,001) were lower and the quality of life was higher in the training group than control group (p<0,001). The results of Postpartum Comfort Questionnaire (p<0,001) were higher in exercise and ergonomic education group than control group. The results of Postpartum Self-Evaluation Scale, the quality of the relationship between the spouses, the attitudes of the partners to attend the baby care, satisfaction with the birth experience, satisfaction with the survival and trust in coping with maternity tasks (all p‟s <0,001) were found statistically significant differences between the groups. There was no difference between the groups in terms of maternity and satisfaction with the newborn (p=0,838) and the support of family and friends for motherhood (p<0,744) which were the subscales of the Postpartum Self-Evaluation Scale. In conclusion exercise and ergonomic modification training programme in the early period after cesarean section reduces disability related to low back pain, postpartum depression increases the quality of life and postpartum comfort levels and improves maternity compliance. The results of our study contribute to the literature in terms of demonstrating the effects of both ergonomic training, which includes daily living activities modifications and exercise training, as well as being important for the clinicians working in this field.Item Hasta bina sendromu, iş stresi ve yaşam kalitesi ilişkisi: Bir vakıf hastanesi örneği(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü, 2019) Özgürbüz, Sevilay; Yılmaz, FikriyeBu çalışmada, bir vakıf üniversitesi hastanesinde çalışanların hasta bina sendromu (HBS) yaşama durumları ile iş stresleri ve yaşam kalitelerini sosyodemografik özelliklerini dikkate alarak değerlendirmek ve aralarındaki ilişkiyi araştırmak amaçlanmıştır. Kesitsel tipte bir araştırma olup, evreni Ankara merkezli bir vakıf hastanesinin ana binasında çalışan 1228 kişiden oluşmaktadır. Örneklem büyüklüğü %5 hata payı ile %95 güven düzeyinde 293 kişi olarak hesaplanmıştır. Çalışmaya dahil edilmeyen üst düzey yöneticiler, akademik kadrodakiler ve doktorların dışındaki 374 işgören, gönüllü olarak çalışmaya katılmıştır. Araştırmanın verileri üç yöntem ile toplanmıştır. İlk aşamada anket formunun tasarlanmasına yardımcı olması amacıyla hastanede çalışan 8 kişilik bir grupla odak grup görüşmesi yapılmıştır. İkinci aşamada, çalışanların sosyodemografik verilerini, HBS semptomlarını, iş stresini ve yaşam kalitesini belirlemek amaçlı 82 sorudan oluşan bir anket uygulanmıştır. Üçüncü aşamada ise anket çalışması ile eş zamanlı olarak hastane binasının gürültü, ısı, nem ve aydınlatma düzeylerini belirlemeye yönelik deneysel ölçümler yapılmıştır. Bulgulara göre, katılımcıların %60,7’si çalışma ortamlarındaki gürültüyü , %69,0’ı bulaşıcı hastalık riskini fazla veya çok fazla; %56,9’u havalandırmayı, %70,6’ sı pencereden alınan gün ışığını az veya çok az bulmaktadır. Gürültü düzeyleri tüm çalışma ortamlarında, ısı değerleri ise çalışma ortamlarının %66,6’sında kapalı çalışma ortamları için sınır kabul edilen limit değerlerin üzerinde ölçülmüştür. Birimlerin %87,5’ inde rölatif nem seviyesi, %67,4 ‘ünde aydınlatma düzeyi, ideal sınırlar içindedir. Katılımcıların % 75,9’unda HBS tespit edilmiştir. En fazla yaşanan HBS semptomları, baş ağrısı (% 90.4), gözlerde yanmabatma (%74.9), yorgunluk-bitkinlik ( % 88.8 ), uyuklama ( %73.2 ) ve hoş olmayan koku hissi ( % 60.1 ) dir. HBS semptomları sebebiyle %46,5 oranındaki katılımcı doktora başvurmuş ve %20,3’ üne hastalık tanısı konmuştur. Tanı konulan hastaların %21,5’ sürekli ilaç kullanmaktadır. Kadınlar, erkeklere göre; bilgisayar veya elektronik cihazla çalışanlar, çalışmayanlara göre, daha fazla HBS yaşamaktadır. Cinsiyet, bilgisayar veya elektronik cihazla çalışma, gürültü, aydınlatma, havalandırma ve bulaşıcı hastalık riski değerlendirmesi ile HBS ilişkisi, istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,05). Katılımcıların yaşam kaliteleri, yaşam kalitesi ölçeğinin tüm alt boyutlarından aldıkları puan ortalamalarına göre yüksek olmakla birlikte, en düşük puanı genel sağlık boyutundan(41,6) almışlarıdır. HBS yaşayan katılımcıların yaşam kalitesinin, HBS yaşamayan katılımcılara göre tüm alt boyutlarda daha düşük; iş stresinin ise daha yüksek olduğu belirlenmiştir. Bu sonuçlar doğrultusunda, yaşam kalitesi ve iş stresi ile HBS yaşama durumu arasındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,05). Çalışma ortamı koşullarını iyileştirmek, çalışanların HBS semptomlarının, iş streslerinin azalmasında, yaşam kalitelerinin yükseltilmesinde, sağlık harcamalarının ve iş kayıplarının önlenmesinde etkili olacaktır. In this study, it is aimed to evaluate the employees working in a foundation university hospital by considering the socio-demographic characteristics of the sick building syndrome (SBS), job stresses they live and quality of their life. It is a cross-sectional study and consists of 1228 people working in the main building of a foundation hospital centered in Ankara. The sample size was calculated as 293 people at 95% confidence level with 5% error margin. 374 employees who were not included in the study, except for senior executives, academic staff and physicians participated in the study voluntarily. The description of the research collected with three methods. In the first stage, the focus group interview with a group of 8 people working in the hospital is likely to help in the design of the questionnaire of the survey. In the second stage, a questionnaire consisting of 82 questions was applied to verify the socio-demographic data of employees, symptoms of SBS, working stress and the life quality of the employees. In the third stage, experimental analysis was made to determine the levels of noise, heat, humidity and lighting in the hospital building concurrently with the survey. According to the findings, 60.7% of the participants suffer from noise in the environment, 69.0% of them suffer from the risk of infectious disease being excessive or too much; 56.9% of them suffer from ventilation, 70.6% of them suffer from the window taking the daylight little or too little. Noise levels were measured above the limit values accepted in all operating environments, 66.6% of which are the limits for indoor environments. The relative humidity level of 87.5%, the illumination level of 67.4% are within ideal limits. SBS is obtained in 75.9% of the participants. The symptoms commonly seen of SBS are headache (90.4%), burning-stinging in the eyes (74.9%), fatigueexhaustion (88.8%), somnolence (73.2%), and unpleasant smell (60.1%). SBS symptoms were seen in 46.5% of the participants, and 20.3% of the patients were diagnosed with this disease. 21.5% of the participants who are diagnosed use continuous medication. The SBS is obtained in women having higher rate than men, and the employee working with computer or electronic devices having higher rate than working without computer or electronic device. The relationship between the the consideration of the gender, computer or working with electronic equipment, noise, illumination, air conditioning and the risk of infectious disease and SBS was found reasonable statistically (p <0.05). The life quality of the participants is higher than the average of all subscales of the quality of life scale, but they are from the lowest level of general health (41.6). The lifestyle of the participants who live in SBS is low compared to those who do not live in SBS in all subscale levels. However, working stress is higher. Based on these results, the relationship between working stress, life quality and the status of living SBS has a meaning statistically (p <0.05). Making the conditions of enviroment in work beter will be effective to reduce the symptoms of SBS on employees, working stres; to prevent the extra health costs and the job losses; and to increase the life qualities of employees.Item Hemodiyaliz tedavisi gören kronik böbrek yetmezliği hastalarının psikolojik dayanıklılığının yaşam kalitesine etkisi(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019) Soylu, Gizem; İçsağlığıoğlu Çoban, ArzuKronik böbrek yetmezliği hastalığının tedavisinde sık kullanılan hemodiyaliz, hasta ve ailesini psikolojik, sosyal ve ekonomik yönlerden olumsuz olarak etkilemekte ve yaşam kalitesini düşürmektedir. Bu araştırma hemodiyaliz tedavisi gören kronik böbrek yetmezliği hastalarının psikolojik dayanıklılığının yaşam kalitesine etkisini ortaya koymak amacıyla gerçekleştirilmiştir. Araştırmada nicel araştırma yönteminden yararlanılarak ilişkisel tarama modeli kullanılmıştır. Araştırma İskenderun Devlet Hastanesi ve Başkent Üniversitesi İskenderun Diyaliz Merkezinde düzenli olarak hemodiyaliz tedavisi gören 101 hasta ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmada veri toplama aracı olarak, hemodiyaliz hastalarının sosyo-demografik özelliklerini ortaya koymak için araştırmacı tarafından hazırlanan Sosyo-Demografik Form, yaşam kalitesi düzeylerini ortaya koymak için SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği ve psikolojik dayanıklılık düzeylerini ortaya koymak için Yetişkinler İçin Psikolojik Dayanıklılık Ölçeği kullanılmıştır.Araştırmada toplanan veriler SPSS Statistics 23 (Statistical Package for the Social Sciences) adlı bilgisayar programı ile analiz edilmiştir. Araştırma sonucunda hemodiyaliz hastalarının gelir düzeyi, hemodiyaliz görme süresi ile yaşam kalitesi arasında ve cinsiyet, hemodiyaliz görme süresi ile psikolojik dayanıklılık düzeyi arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu saptanmıştır. Psikolojik Dayanıklılık Ölçeğinin Kişisel Güç alt boyut puanları ile SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeğinin Genel Sağlık ve Mental Sağlık alt boyutu puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı zayıf düzeyde pozitif yönlü ilişkiler bulunmaktadır. Psikolojik Dayanıklılık Ölçeğinin Sosyal Kaynaklar alt boyutu puanları ile SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeğinin Mental Sağlık alt boyutu puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı zayıf düzeyde pozitif yönlü ilişki bulunmuştur. Hemodialysis, which is frequently used in the treatment of chronic renal insufficiency disease, adversely affects patients and their families in terms of psychological, social and economic aspects and decreases their quality of life. This study was carried out to reveal the effect of resilience of chronic renal insufficiency patients taking hemodialysis treatment. Relational screening model was used in the research by using quantitative research method. The study was carried out with 101 patients receiving regular hemodialysis treatment in Iskenderun State Hospital and Baskent University Iskenderun Dialysis Center. In the research, several data collection tools are used: In order to reveal the Socio- Demographic characteristics of hemodialysis patients, a Socio-Demographic form prepared by the researcher; to demonstrate the level of quality of life, SF-36 Quality of Life Scale and to reveal the levels of resilience, Resilience Scale for Adults. The data collected in the research analyzed by a computer program called SPSS Statistics 23 (Statistical Package for the Social Sciences 23). As results of the research, it is found that there is a statistically significant difference between hemodialysis patients' income level, hemodialysis duration and quality of life and gender, hemodialysis duration, and resilience level. There is a statistically significant, weak and positive correlation between the Personal Strength sub-dimension scores of the Resilience Scale and General Health and Mental Health sub-dimension scores of SF-36 Quality of Life Scale. There is also a statistically significant, weak and positive correlation between the Social Resources sub-dimension scores of the Resilience Scale and Mental Health sub-dimension of Quality of Life Scale.Item Sol ventrikül destek cihazı implantasyonu ve kalp transplantasyonu yapılan hastaların yaşadıkları psikososyal ve ekonomik sorunlar ve yaşam kaliteleri(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Şahin, Gülçin; Ünlü, HayriyeSol ventrikül destek cihazı (LVAD) implantasyonu ve kalp transplantasyonu, hastaların psiko-sosyal, ekonomik sorunlar yaşamasına ve yaşam kalitelerinde değişimine neden olan önemli bir faktördür. Bu çalışmanın amacı sol ventrikül destek cihazı implantasyonu ve kalp transplantasyonu yapılan hastaların yaşadıkları psikososyal, ekonomik sorunları ve yaşam kalitelerini belirlemektir. Tanımlayıcı türde olan bu çalışmanın uygulaması, 02/01/2018-01/05/2018 tarihleri arasında BaĢşkent Üniversitesi Ankara Hastanesi Erişkin kalp damar cerrahisi kliniğinde yatan ve kardiyoloji polikliniğine başvuran hastalarla yüz yüze görüşülerek gerçekleştirilmiştir. Araştırma kapsamına, araştırmaya katılmayı kabul eden Sol ventrikül destek cihazı implantasyonu yapılan 21, kalp transplantasyonu yapılan 45 hasta alınmıştır. Araştırmanın verileri, “hastaların tanımlayıcı özellikleri, Sol ventrikül destek cihazı ve kalp transplantasyonundan kaynaklanan sorunları belirlenme formu”, “SF36 yaşam kalitesi ölçeği” ile toplanmıştır. Sol ventrikül destek cihazı implantasyonu yapılan hastaların %57.1‟i 54-74 yaş grubunda, %90.5‟i erkek, %81.0‟ı bekar, %47.6‟sı ilköğretim mezunu, %61.9‟u çalışmamaktadır ve %38.1‟inin geliri giderine eşittir. Araştırma kapsamına alınan hastaların çoğu sosyal izolasyon, içine kapanma ve ekonomik sorun yaşadığını belirtmişlerdir. Çalışmaya katılan hastaların çalışma durumuna göre SF 36 yaşam kalitesi ölçeği fiziksel fonksiyon, emosyonel rol güçlüğü, ağrı ve genel sağlık algısı alt boyut puan ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmıştır (p<0.05). Çalışan hastaların fiziksel fonksiyon, emosyonel rol güçlüğü, ağrı ve genel sağlık algısı alt boyut puan ortalamaları, çalışmayan hastalara göre yüksek bulunmuştur. Her iki grup arasında ameliyattan sonra hayatta kalma süreleri yönünden istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmıştır (p<0.05). Sol ventrikül destek cihazı implantasyonu yapılan hastaların ameliyattan 5 yıl sonra hayatta kalma sürelerinin %10.0 olduğu, kalp transplantasyonu yapılan hastaların ise %47.0 olduğu belirlenmiştir. Sol ventrikül destek cihazı implantasyonu yapılan hastaların %62.0‟si gelişen komplikasyonlar nedeniyle hastaneye başvururken, kalp transplantasyonu yapılan hastaların %69.0‟u kontrol amaçlı hastaneye başvurduğu anlaşılmıştır. Hastaneye başvurma nedeni komplikasyon olan hastaların fiziksel fonksiyon puan ortalamarı kontrol nedeni ile hastaneye başvuranlara göre 10.53 puan daha düşük olduğu saptanmıştır. Kalp transplantasyonu yapılan hastaların fiziksel fonksiyon puanları, Sol ventrikül destek cihazı implantasyonu yapılan hastaların fiziksel fonksiyon puanlarına göre 13.10 puan daha yüksek olduğu bulunmuştur. Hastaların, SF 36 yaşam kalitesi ölçeği genel sağlık algısı puanı ile bir yıl içinde hastaneye geliş nedeni arasında anlamlı bir fark olduğu saptanmıştır (p<0.05). Hastaneye geliş nedeni komplikasyon olanların, genel sağlık algısının kontrol nedeni ile gelenlere göre 15.24 puan daha düşük olduğu belirlenmiştir. Hastaneye başvurma nedeni komplikasyon olanların fiziksel rol güçlüğü puanları kontrol nedeni ile gelenlere göre 24 puan daha düşüktür. Sol ventrikül destek cihazı implantasyonu ve kalp transplantasyonu yapılan hastalar ameliyattan sonraki süreçlerde psikososyal, ekonomik sorunlar yaşamaktadırlar. Hastaların çalışıyor olmasının yaşam kalitesi ölçeğinin alt boyutlarını olumlu etkilediği görülmüştür. Hastaların yaşadıkları komplikasyonlar yaşam kalitelerini olumsuz etkilemektedir. Hastaların günlük yaşamlarını kolaylaştırabilecek, tedaviye uyumlarını arttırabilecek, karşılaşabilecekleri komplikasyonların belirti ve bulgularını tanıyabilecekleri bilgileri içeren eğitim materyalleri ve broşürler geliştirilmelidir. Left ventricular assist device (LVAD) implantation and heart transplantation are important factors that lead patients to experience psychosocial, economic problems and alterations in quality of life. The aim of this study is to determine the psychosocial and economic problems and quality of life of patients with implanted left ventricular assist device and who had undergone cardiac transplantation. This descriptive study was conducted between 02.01.2018-01.05.2018 in Baskent University Ankara Hospital with inpatients of Cardiovascular Surgery Adult Ward and Outpatients of Cardiology Clinic via face to face interview. Twenty one patients with Left ventricular assist device implantation and 45 patients undergoing cardiac transplantation who were willing to participate in the research were included in the study. The data of the study were collected by descriptive characteristics of patients and problem determination form for Left ventricular assist device and heart transplantation and SF-36 quality of life scale. Of the patients with Left ventricular assist device implantation 57,1 % were in the age group of 54-74 years; 90,5 % were male; 81,0% were single; 4,6% were primary school graduates; 61,9 % were unemployed and 38,1 % had balanced income and expenditures. A majority of patients in the research reported that they were experiencing economic and psychosocial problems such as social isolation and withdraw. A statistically significant difference was found between physical functioning, role limitations due to emotional problems, pain and general health subscale scores of SF-36 QOL scale and employment status of patients with Left ventricular assist device implantation and cardiac transplantation. The mean physical functioning, role limitations due to emotional problems, pain and general health scores employed patients were found to be higher compared to unemployed patients. There was a statistically significant difference between the two groups in terms of survival time after surgery (p <0.05). The survival rate for patients who underwent Left ventricular assist device implantation and cardiac transplantation 5 years after surgery was 10,0% and 47,0% respectively. The main reason for hospital addmittion was complications for 62,0 % of the patients with Left ventricular assist device implantation, and 69,0% of the patients who underwent cardiac transplantation admitted to hospital for follow-up. The physical functioning scores of the patients admitted to hospital due to complication were found to be 10,53 points lower than patients presenting due to follow-up. Patients who underwent heart transplantation were found to have 13,10 points higher physical functioning score compared to the patients who underwent Left ventricular assist device implantation. It was found that there was a significant difference between patients' general health subscale score of SF-36 quality of life scale and the reason to admit hospital within one year (p<0.05). General health” subscale scores of the patients admitted to hospital due to complication were found to be 15,24 points lower than patients admit to hospital due to follow-up. Role limitations due to physical health” subscale scores of admit the patients to hospital due to complication were found to be 24 points lower than patients due to follow-up. Conclusion: Patients experience psychosocial and economic problems during postsurgical processes. Left ventricular assist device implantation or heart transplantation adversely affects the quality of life of patients. Employed patients have positive results in regard to subscales of quality of life. Complications are affecting patients‟ quality of life negatively. Training materials and brochures should be developed that can facilitate the daily lives of patients, improve treatment compliance, and provide information on symptoms and signs of complications they may encounter.Item Bir tekstil fabrikasında çalışan işçilerin beslenme durumlarının saptanması(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2017) Şentürk, Burcu; Saka, MendaneBu çalışma, tekstil fabrikasında çalışan işçilerin beslenme alışkanlıkları, antropometrik ölçümleri, fiziksel aktivite düzeyleri, yaşam kaliteleri ve beslenme durumlarının belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Çalışma, Aralık 2016- Şubat 2017 tarihleri arasında Tokat ili Erbaa ilçesinde tekstil ürünleri üretimi yapan bir fabrikada gündüz çalışan 18-65 yaş arası 405 tekstil fabrikası işçisi (166 erkek, 239 kadın) üzerinde yürütülmüştür. Bireylerin demografik özellikleri, beslenme alışkanlıkları, antropometrik ölçümleri, fiziksel aktivite düzeyleri saptanmış ve WHO-8 EUROHIS Yaşam Kalitesi Ölçeği uygulanmıştır. Bireylerin besin tüketim düzeyleri 3 günlük besin tüketim kaydı yöntemi ile belirlenmiştir. Çalışmaya katılan bireylerin %41’i erkek %59’u kadındır ve yaş ortalamaları 30.1±8.9 yıl olarak saptanmıştır. Bireylerin %84.4’ünün öğün atladığı ve en fazla (%44.7) atlanan öğünün sabah kahvaltısı olduğu saptanmıştır. BKİ ortalaması erkeklerde 24.3±3.8 kg/m2ve kadınlarda 25.7±5.9 kg/m2 olarak tespit edilmiştir. BKİ sınıflamasına göre, işçilerin %6.2’si zayıf, %47.4’ü normal, %29.6’sı hafif şişman, %16.8’i obez ve morbid obez olduğu saptanmıştır. Çalışmaya katılan erkeklerin günlük diyetleri ile ortalama 1804.9±326.4 kkal ve kadınların 1649.5±335.3 kkal enerji aldıkları tespit edilmiştir. Türkiye Beslenme Rehberine göre değerlendirildiğinde işçilerin günlük diyetlerinde ve işyerinde öğle öğününde tükettikleri enerjinin yetersiz olduğu saptanmıştır. Bireylerin günlük diyetlerinde tükettikleri ortalama yağ ve doymuş yağdan gelen enerji yüzdesinin önerilerin üzerinde olduğu belirlenmiştir. Diyetle günlük alınan mikro besin ögeleri ortalama miktarları TÜBER önerileri ile karşılaştırıldığında; işçilerin A vitamini, E vitamini, K vitamini, sodyum ve fosfor dışındaki vitamin ve mineralleri yetersiz tükettikleri saptanmıştır. İşçilerin işyerlerinde öğle öğününde makro ve mikro besin ögelerini yetersiz tükettikleri belirlenmiştir. Bireylerin yaşam kalitesini en fazla olumsuz etkileyen durum maddi yetersizliklerdir. İşçilere uygulanan WHO-8 EUROHIS Yaşam Kalite Ölçeği’ne göre en düşük ortalama puanı bireylerin ihtiyaçları için yeterli paraya sahip olma durumları (2.6±0.8) almıştır. Toplam gelir durumu (r=0.141, p=0.004) ve yağsız vücut kütlesi (r=0.106, p=0.035) ile toplam yaşam kalitesi arasında pozitif yönde anlamlı ilişki saptanmıştır. Günlük diyetle alınan enerji, protein, TDYA, DYA, B12 vitamini, piridoksin, kalsiyum, demir ve kırmızı et tüketimi ile yaşam kalitesi toplam puanı arasında pozitif yönde anlamlı ilişki saptanmıştır (p<0.05). Sonuç olarak tekstil fabrikasında çalışan işçilerin işyerlerinde ve günlük diyetlerinde yeterli ve dengeli beslenemedikleri belirlenmiştir. Bireylere sağlıklı yaşam tarzı ve beslenme alışkanlıkları kazandırarak yaşam kalitelerinin artması sağlanmalıdır. This study was performed to determine the nutritional habits, anthropometric measurements, physical activity levels, quality of life and nutritional status of workers in the textile factory. The study was conducted on 405 day-workers (166 males, 239 females) between the age of 18-65 working in a factory that produces textile products in Erbaa district of Tokat between December 2016 and February 2017. Individuals' demographic characteristics, eating habits, anthropometric measurements, physical activity levels were determined and the WHO-8 EUROHIS Quality of Life Scale was applied. The nutrient consumption levels of the individuals were determined by a three day 24-hour food intake record. The average age of participants was 30.1 ± 8.9 years. It has been determined that 41% of the individuals were male and 59% were female. Workers stated that %84.4 of the individuals had skipped meals and it was determined that the most (44.7%) skipped meals were morning breakfast. The mean BMI was 24.3 ± 3.8 kg / m2 in males and 25.7 ± 5.9 kg/m2 in females. According to BMI classification, it was determined that 6.2% of the workers were underweight, 47.4% were normal, 29.6% were overweight, 16.8% were obese and morbid obese. The average energy consumption of male worker was found to be 1804.9 ± 326.4 kcal and female worker was found to be 1649.5 ± 335.3 kcal with daily diets. According to the recommendations of the Dietary Guidelines for Turkey, it has been found that energy intake at lunchtime in the workplace and workers’ daily diets are insufficient. It has been determined that individuals are consuming a high percentage of the energy from the dietary total fat and saturated fat. When the average daily intake of micronutrients on a diet is compared with the Dietary Guidelines for Turkey, it was found that the majority of workers consumed inadequate vitamins and minerals without vitamin A, vitamin E, vitamin K, sodium and phosphorus. It has been found that workers do not consume enough macro and micronutrients at lunchtime in workplaces. The most negative impact on the quality of life of workers is the financial inadequacies. According to the results of the variables of the WHO-8 EUROHIS Quality of Life Scale applied to the workers, it was found that the lowest average score (2.6 ± 0.8) was the ability to have enough money to meet the needs. There was a positive important correlation between total income status (r=0.141, p=0.004), lean body mass (r=0.106, p=0.035) and total quality of life. There was a positive important correlation between the consumption of energy, protein, monounsaturated fatty acids, saturated fatty acids, vitamin B12, pyridoxine, calcium, iron and red meat consumed in the daily diet and total quality of life score (p <0.05). As a result, it has been determined that workers in the textile factories can not feed adequately and balancedly in their workplaces and daily diets. Increasing quality of life should be provided by giving individuals healthy lifestyle and eating habits.Item Kıbrıs Gazimağusa'da yaşayan yaşlı bireylerin yaşam tarzı, beslenme alışkanlıkları ve beslenme durumlarının değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2016) Hoca, Mustafa; F. Türker, PerimBu çalışma, 65 yaş ve üzeri yaşlı bireylerin yaşam tarzı, beslenme alışkanlıkları ve beslenme durumlarının değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Kasım 2015-Şubat 2016 tarihleri arasında Kıbrıs Gazimağusa‘da yaşayan, Gazimağusa Belediyesi‘ne kayıtlı olan 65 yaş ve üzeri, gönüllü olarak çalışmaya katılmayı kabul eden 105‘i erkek ve 105‘i kadın olmak üzere toplam 210 yaşlı birey ile yürütülmüştür. Bireylerin demografik özellikleri, temel beslenme alışkanlıkları, antropometrik ölçümleri, el kavrama güçleri, 24 saatlik geriye dönük besin tüketim kayıtları, yaşam kaliteleri, fiziksel aktivite düzeyleri ve beslenme durumları değerlendirilmiştir. Erkek bireylerin yaş ortalaması 72.26±5.35 yıl, kadın bireylerin yaş ortalaması ise 73.66±5.91 yıl olarak bulunmuştur. BKİ ortalaması erkeklerde 29.81±4.68 kg/m2 ve kadınlarda 32.39±5.85 kg/m2 olarak tespit edilmiştir. BKİ‘ye göre erkeklerin %45.7‘sinin hafif şişman (25.0-29.9 kg/m2) ve %41‘inin şişman (≥30.0 kg/m2), kadınların ise %34.3‘ünün hafif şişman (25.0-29.9 kg/m2) ve %60‘ının şişman (≥30.0 kg/m2) olduğu belirlenmiştir (p˂0.05). Bireylerin ortalama enerji alımları erkeklerde 1960.41±512.90 kkal iken, kadınlarda 1523.61±352.10 kkal olarak bulunmuştur (p˂0.05). Hem erkeklerde hem de kadınlarda toplam yağın enerjiden gelen ortalama yüzdesinin önerilen düzeyin üzerinde olduğu belirlenmiştir. Diyetle günlük alınan vitamin ve mineral ortalamaları Türkiye‘ye Özgü Besin ve Beslenme Rehberi önerileri ile karşılaştırıldığında; yaşlı bireylerin diyetle kalsiyum ve iyot alımlarının önerilen düzeylerden daha az olduğu saptanmıştır. Mini Nütrisyonel Değerlendirme (MNA) sonuçlarına göre bireylerin %83.3‘ünde beslenme sorunu olmadığı, %16.7‘sinde ise malnütrisyon riski olduğu tespit edilmiştir. Cinsiyetler arasında istatistiksel olarak önemli fark bulunmuştur (p˂0.05). Hem erkek hem de kadın bireylerde MNA ile vücut ağırlığı, BKİ, bel çevresi, kalça çevresi, bel/kalça oranı, bel/boy oranı, baldır çevresi, üst orta kol çevresi, boyun çevresi ve vücut yağ yüzdesi arasında istatistiksel olarak önemli korelasyon bulunmamıştır (p˃0.05). Kadınlarda sağ el kavrama gücü ve sol el kavrama gücü ile MNA arasında pozitif yönlü ve istatistiksel açıdan önemli korelasyon bulunmuştur (p˂0.05). WHO-8 EUROHIS Yaşam Kalitesi Ölçeği‘nin sekiz değişkeni için tanımlayıcı özellikler analiz edildiğinde, yaşlı bireylerin yaşam kalitesi durumu değişkeni ortalaması 3.77±0.64, sağlık durumundan hoşnut olma durumu değişkeni ortalaması 3.82±0.70, gerekli enerjiye sahip olma durumu değişkeni ortalaması 3.42±0.70, günlük yaşam aktivitelerini sürdürebilme becerisinden hoşnut olma durumu değişkeni ortalaması 4.00±0.56, kendinden hoşnut olma durumu değişkeni ortalaması 4.13±0.43, insanlarla ilişkilerinden hoşnut olma durumu değişkeni ortalaması 4.19±0.53, ihtiyaçlarını karşılayacak kadar paraya sahip olma durumu değişkeni ortalaması 3.40±0.54 ve yaşadığı yerin koşullarından hoşnut olma durumu değişkeni ortalaması 3.78±0.83 olarak bulunmuştur. Cinsiyete göre insanlarla ilişkilerinden hoşnut olma durumu ve yaşadığı yerin koşullarından hoşnut olma durumu değişkenleri hariç, diğer altı değişken arasında istatistiksel olarak önemli bir fark saptanmıştır (p˂0.05). Yaşlı bireylere beslenme eğitimi verilerek sağlıklı beslenme alışkanlıkları kazandırılmalı ve yaşam tarzlarında değişiklik yapmaları sağlanmalıdır. Bireylerin beslenme durumlarının iyileşmesi sağlanarak yaşam kaliteleri artırılmalıdır. Yaşlı bireyleri beslenmeden kaynaklanan hastalıklardan korumak veya hastalıkları önlemek için de düzenli aralıklarla yaşlı bireyler takip edilmelidir. This study has been carried out to determine the lifestyle, eating habits and nutritional status of elderly people 65 and over. It has been conducted with 105 male and 105 female (total 210) elderly volunteers, registered in the Famagusta Municipality and living in Famagusta, Cyprus between November 2015 and February 2016. Participants‘ demographic characteristics, basic eating habits, anthropometric measurements, strength of hand grip, food consumption over the last 24 hours, quality of life, physical activity levels and nutritional status have been evaluated. The average age of male participants was 72.26±5.35 years and 73.66±5.35 years for female participants. Male participants averaged a BMI of 29.81±4.68 kg/m2 and female participants averaged a BMI of 32.39±5.85 kg/m2. According to the BMI values, it has been determined that 45.7% of male subjects are overweight (25.0-29.9 kg/m2) and 41% of them are obese (≥30.0 kg/m2). For female participants, 34.3% are overweight (25.0-29.9 kg/m2) and 60% of them are obese (≥30.0 kg/m2), (p<0.05). Average energy intake for males has been stated as 1960.41±512.90 kcal and for females 1523.61±352.10 kcal (p˂0.05). It has been specified that in both males and females the average percentage of energy from total fat is above the levels suggested in the dietary guidelines. When compared with the Dietary Guidelines for Turkey, participants‘ daily dietary intake of vitamins and minerals; level of calcium and iodine was less than the suggested amounts. According to the results of Mini Nutritional Assessment (MNA), there was no nutritional problem for 83.3% of participants, while 16.7% of them were determined to be at risk of malnutrition. A significant difference was found between men and women (p˂0.05). There was no statistically significant correlation between the results of MNA with body weight, BMI, waist circumference, hip circumference, waist/hip ratio, waist/height ratio, calf circumference, mid-upper arm circumference, neck circumference and the percentage of body fat for male or female participants (p˃0.05). A statistically significant positive correlation was found between the right hand and left hand grip strength and the results of MNA for women (p˂0.05). The WHO-8 EUROHIS Quality of Life Questionnaire indicated the averages for key variables; quality of life for elderly people 3.77±0.64, being discontent with health status 3.82±0.70, having the required energy 3.42±0.70, being happy with the continuation of daily life activities 4.00±0.56, self-satisfaction 4.13±0.43, being pleased with relations with others 4.19±0.53, having enough money to meet basic needs 3.40±0.54 and being satisfied with living conditions 3.78±0.83. Apart from gender with being pleased with relations with others and being satisfied with living conditions variables, there was a statistically significant difference among the other six variables (p˂0.05). Elderly people should be provided with nutritional education to acquire healthy eating habits and make changes to their lifestyle. Elderly people‘s quality of life should be increased by improving their nutritional status. In order to protect or prevent them from developing diseases caused by nutrition, they should be monitored regularly.Item Obez bireylerde ağırlık kaybı ile antropometrik ölçümler, bazı biyokimyasal bulgular ve yaşam kalitesi arasındaki ilişkisinin belirlenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2016) Güçlü, Leyla Pınar; Saka, MendaneBu çalışma, obez bireylerde ağırlık kaybı ile antropometrik ölçümler, bazı biyokimyasal bulgular ve yaşam kalitesindeki değişimi belirlemek amacı ile yapılmıştır. Çalışma, Bozüyük Devlet Hastanesi Beslenme ve Diyet Polikliniği’ne Mart 2015- Mayıs 2015 tarihleri arasında başvuran 19-64 yaş arası obez 22 kadın birey ile gerçekleşmiştir. Bireylerin ilk görüşmede; demografik özellikleri, beslenme alışkanlıkları sorgulanmış, antropometrik ölçümleri alınmış, vücut bileşimleri ve fiziksel aktivite düzeyleri belirlenmiş, biyokimyasal parametreleri analiz edilmiş ve Short Form-36 (SF-36) yaşam kalitesi ölçeği uygulanmıştır. İlk görüşme sonrasında her bireye özgü ağırlık kaybı programı geliştirilmiş ve beslenme eğitimi verilmiştir. Çalışma süresince (6 hafta) bireylerin 2 haftada bir kontrollere gelmesi istenmiş ve bu kontrollerde vücut ağırlığı, bel çevresi, kalça çevresi, bel/kalça oranlarındaki değişimler kaydedilmiştir. 6 hafta sonunda ise bireylerde ağırlık kaybının etkilerini belirlemek amacı ile bireylerin antropometrik ölçümleri, vücut bileşimleri ile birlikte biyokimyasal parametreleri ve SF-36 yaşam kalitesi ölçeği tekrarlanmıştır. Çalışmaya katılan bireylerin yaş ortalaması 39.8±10.0 yıl olarak belirlenmiştir. Ağırlık kaybı öncesi bireylerin vücut ağırlığı ortalaması 89.8±18.4 kg, boy uzunluğu ortalaması 160.0±10.25 cm ve BKİ ortalaması ise 34.1±8.0 kg/m2 olarak saptanmıştır. Bireylerin %68.2’sinin ailelerinde şişman birey olduğu, %86.4’ünün düzenli olarak fiziksel aktivite yapmadığı belirlenmiştir. Bireylerin ağırlık kaybı sonrası vücut ağırlık ortalaması 89.8±18.4 kg’dan 84.5±17.3 kg’a istatistiksel olarak anlamlı bir düşüş göstermiştir (p<0.001). Çalışma öncesi 34.1±8.0 kg/m2olan BKİ ortalaması ağırlık kaybı sonrasında 32.4±6.9 kg/m2’ye düşmüştür ve bu düşüş istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.001). Ağırlık kaybı ile birlikte vücut bileşiminde (vücut yağ kütlesi, vücut yağ yüzdesi) diyet öncesine göre istatistiksel olarak anlamlı bir azalma olduğu saptanmıştır (p<0.001, p<0.01). Bireylere ilişkin biyokimyasal bulgular, ağırlık kaybı programı öncesi ve sonrasında karşılaştırıldığında serum trigliserit (113.0±110.0 mg/dl, 104.5±68.5 mg/dl), kolesterol (191.4±36.6 mg/dl’den 181.3±34.0 mg/dl) ve C-reaktif protein (4.7±7.3 mg/L den 3.05±6.9 mg/L) düzeylerindeki düşüşlerin istatistiksel olarak anlamlı olduğu belirlenmiştir (p<0.01,p<0.05, p<0.01). Bireylerin diyet sonrasında yaşam kalitesindeki değişiklikler değerlendirildiğinde fiziksel sağlık özet skoru diyet sonrasında istatistiksel olarak anlamlı bir artış göstermiştir (p<0.001). Ancak mental sağlık özet skorunda diyet öncesi ve sonrasındaki farklılık istatistiksel olarak anlamlı değildir (p>0.05). Çalışmada bireylerin yaşam kalitesi ile bazı parametreler arasındaki ilişki araştırılmıştır. Bireylerin ağırlık kaybı öncesi fiziksel sağlık skoru ile ana öğün sayısı arasında pozitif, ara öğün sayısı ile ise negatif bir ilişki olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Ağırlık kaybı sonrasında ise fiziksel sağlık özet skoru ile ailedeki birey sayısı arasında negatif yönde (p<0.01), mental sağlık özet skoru ile ana öğün sayısı arasında pozitif bir ilişki saptanmıştır (p<0.01).Bireylerin günlük aldıkları protein miktarı ile ağırlık kaybı arasında pozitif yönde bir korelasyon saptanmıştır (p<0.01). Sonuç olarak obez bireylerde ağırlık kaybı ile bireylerin yaşam kalitesinde, antropometrik ölçümlerinde ve biyokimyasal parametrelerinde iyileşme sağlanmıştır. This study is proposed to define the differences between weight loss with anthropometric measurements, quality of life and some biochemical parameters in obese individuals. This was applied to 22 female individuals who are obese between the age of 19-64 in Bozüyük Public Hospital Nutrition and Dietetics Clinics. In first meeting, individuals’ demographical features, nutrition habits were examined and anthropometric measurements, physical activity levels were defined, biochemical parameters were analyzed, SF-36 life quality scale containing 8 sub-score was applied. After the first meeting, their weight loss diet program and nutrition education was given to the individuals. Individuals were asked to come to a control that checks an individual's body weight, waist circumference, hip circumference and waist / hip ratio were recorded changes in 2 weeks. At the end of 6 weeks, to determine the effects of weight loss, anthropometric measurements, body composition, biochemical tests and SF-36 quality of life scale were repeated. The average age of the participants was defined 39.8±10.0 year. It was defined that the average body weight of individuals before diet was 89.8±18.4 kg, the average body length of the participants was 160.0±10.25 cm and the BMI mean was 34.1±8.0 kg/m2. While 68.2% of individuals had over weighted individuals in their family, 86.4% of them weren’t performing physical activity. A statistical meaningful reduce was defined on average body weight from 89.8±18.4 kg to 84.5±17.3 kg (p<0.001). According to BMI, while pre-diet BMI mean was 34.1±8.0 kg/m2, after the diet BMI was decreased 32.4±6.9 kg/m2, also this decrease was statistically meaningful. There were statistically meaningful differences on Individuals’ body composition measurements after diet. The fat mass of individuals was decreased statistically according to the pre-diet fat mass (p<0.001, p<0.01). Individuals’ after diet blood triglycerides level average was decreased from 113.0±110.0 mg/dl to 104.5±68.5 mg/dl, the blood cholesterol level was decreased from 191.4±36.6 mg/dl to 181.3±34.0 mg/dl and the blood C-reactive protein level, which defines the inflammation, was decreased from 4.7±7.3 mg/L to 3.05±6.9 mg/L, also these reduce were statistically meaningful (p<0.01, p<0.05, p<0.01). When the life quality of individuals was examined, there was meaningful increment (p<0.001). On the contrary, the mental health summary score between pre-diet and after diet wasn’t meaningful statistically (p>0.05). In this study, the correlation between the life quality and some parameters was examined. Between the pre-diet physical health summary score of individuals and individual number in the family, there was a negative correlation (p<0.01). Besides, a negative correlation was defined between meal number and the physical health score (p<0.05). Between mental health score and main meal number, there was a positive correlation (p<0.01). Also the protein amount that individuals take and weight loss was correlated positively (p<0.01). Finally, with the help of weight loss, there was a significant improvement on life quality, anthropometric measurements and biochemical parameters.Item Kronik böbrek yetmezlikli hepatiti olan ve olmayan diyaliz hastalarının beslenme durumlarının, bazı biyokimyasal bulgularının, iştah ve yaşam kalite düzeylerinin belirlenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2015) Köseler, Esra; Kızıltan, GülBu araştırma; hepatitli hemodiyaliz (HD) ve sürekli ayaktan periton diyalizi (SAPD) uygulanan kronik böbrek yetmezliği olan hastaların beslenme durumlarının, bazı biyokimyasal bulgularının, iştah ve yaşam kalite düzeylerinin belirlenmesi amacıyla planlanmıştır. Çalışma, Şubat 2014 – Haziran 2014 tarihleri arasında Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi Diyaliz Ünitesinde tedavi gören yaşları 18-64 yıl arasında olan 200 (123 erkek, 77 kadın) hasta üzerinde yapılmıştır. Bu hastalara kişisel bilgilerini ve hastalıklarına ilişkin anket formu uygulanmıştır. Hastaların beslenme durumları, besin tüketim sıklığı formu, 3 günlük Besin Tüketim Kaydı ve Subjektif Global Değerlendirme (SGD) ile belirlenmiştir. Hastaların yaşam kalite düzeyleri de SF-36 Yaşam Kalitesi Ölçeği ile değerlendirilmiştir. Hastaların antropometrik ölçümleri alınmış, bazı biyokimyasal parametreleri analiz edilmiş ve fiziksel aktivite durumları belirlenmiştir. Bu çalışmada hastaların yaş ortalaması 55.6±14.31 yıl, hastaların diyalize girme süre ortalaması da HD hastalarında 8.2±7.43 yıl, SAPD hastalarında 6.4 ±4.60 yıl olarak bulunmuştur. Hastaların SGD sonuçlarına göre hepatiti olan HD hastalarının %18.4’ünün, hepatiti olmayan HD hastalarının %0.8’inin, hepatiti olan SAPD hastalarının %27.3’ünün, hepatiti olmayan SAPD hastalarının ise %3.4’ünün ağır malnütrisyonlu oldukları belirlenmiştir (p<0.05). Hepatiti olmayan hasta grubunda SAPD tedavisi alan hastaların HD tedavisi alan hastalara göre mental sağlık özet skoru puanlarının istatistiksel açıdan anlamlı olarak daha yüksek olduğu saptanmıştır (p<0.05). Hastaların hematolojik ve biyokimyasal bulguları referans değerlerle karşılaştırıldığında; bütün hasta gruplarında serum hemoglobin düşük; hepatiti olmayan HD hastalarında ve hepatitli SAPD hastalarında serum glukoz düzeyleri yüksek; bütün hasta gruplarında serum kan üre azotu, kreatinin, fosfor, C-reaktif protein düzeyleri yüksek; hepatiti olmayan HD ile hepatitli ve hepatiti olmayan SAPD hastalarında serum trigliserit düzeyleri yüksek; hepatiti olmayan HD ile hepatitli HD hastalarında serum sodyum düzeyleri düşük; olarak belirlenmiştir. Hastaların diyetle günlük enerji ve protein alım ortalamaları değerlendirildiğinde; HD hastalarında hepatitli hastaların tamamının, hepatiti olmayan hastaların %85.2’sinin enerji alım düzeyleri ile hepatitli hastaların %84.2’sinin, hepatiti olmayan hastaların %59.0’ının protein alım düzeyleri yetersiz olarak; SAPD hastalarında hepatitli hastaların %81.8’inin, hepatiti olmayan hastaların %82.8’inin enerji alım düzeyleri ile hepatitli hastaların %63.6’sının, hepatiti olmayan hastaların %72.4’ünün protein alım düzeyleri yetersiz belirlenmiştir (p<0.05). Hastaların günlük diyetle aldıkları vitamin ve mineral miktarlarının NKF ve ESPEN önerilerine göre, diyetle tiamin, riboflavin, niasin, B6 vitamini, folik asit ve kalsiyum alımlarının tüm hastalarda yetersiz; ayrıca hepatiti olan ve HD tedavisi alan hastaların günlük diyetle A vitamini, B12 vitamini, potasyum ve demiri; hepatiti olmayan ve HD tedavisi alan hastaların günlük diyetle potasyum ve demiri; hepatiti olan ve SAPD tedavisi alan hastaların da günlük diyetle potasyum alımının da yetersiz olduğu saptanmıştır. Bu nedenle, hastaların diyetleri planlanırken beslenme ile ilişkili hepatit risk faktörlerinin de mutlaka göz önünde bulundurulması hem hastaların yaşam kalite düzeylerinin arttırılması hem de yaşam sürelerinin uzatılması açısından gerekli olduğu düşünülmektedir. This study was conducted to determine the nutrition status, some biochemical parameters, appetite and quality of life in hemodialysis and continuous ambulatory peritoneal dialysis patients with hepatitis end-stage renal disease (ESRD) patients. The study was planned on 200 chronic renal failure patients (123 male, 77 female) ages between 18-64 years old at Baskent University Ankara Hospital Hemodialysis Unit between February 2014 and June 2014. A questionaire was applied to patients including demografic and disease information. The nutritional status of the patients was determined by food-frequency questionaire, a three-d 24-h dietary record and Subjective Global Assessment (SGA). The quality of the patients was assessed by SF-36 questionaire. Some biochemical parameters, anthropometric measurements and physical activity levels of the patients were also determined. The mean age of the patients was 55.6±14.31 years and mean duration of undergoing in hemodialysis was 8.2±7.43 years and in continuous ambulatory peritoneal dialysis patients was 6.4 ±4.60 years. According to SGA results, the percentage of severely-malnourished HD patients with hepatitis, HD patients without hepatitis, CAPD patients with hepatitis, CAPD patients without hepatitis were 18.4%, 0.8%, 27.3% and %3.4, respectively (p<0.05). The life quality-mental health score of the CAPD patients without hepatitis were higher than HD patients without hepatitis (p<0.05). Hematologic and biochemical findings of the patients compared with the reference value; all patients have low serum hemoglobin; hemodialysis patients without hepatitis and peritoneal dialysis with hepatitis patients have high serum glucose levels; all patients have high serum blood urea nitrogen, creatinine, phosphorus, C-reactive protein levels; hemodialysis patients without hepatitis and peritoneal dialysis patients without hepatitis and with hepatitis have high serum triglyceride levels; hemodialysis patients without hepatitis and hemodialysis patients with hepatitis have low serum sodium levels. The evaluation of nutritional status of the HD patients with hepatitis and the HD patients without hepatitis the 100.0%, 84.2% and 85.2%, 59.0%; the CAPD patients with hepatitis and the CAPD patients without hepatitis the 81.8%, 82.8% and 63.6%, 72.4% of the patients’ dietary energy and protein intakes were in sufficient (p<0.05). All patients dietary thiamin, riboflavin, niasin, vitamin B6, folic asid and calcium intake; HD patients with hepatitis dietary vitamin A, vitamin B12, potassium and iron; hd patients without hepatitis dietary potassium and iron; CAPD patients with hepatitis dietary potassium were above than NKF and ESPEN recommendations. As a conclusion, the hemodialysis patients should be considered to be at high risk for developing cardiovascular disease. It is for this reason, while planning the ESRD patients’ diet it should be so important to consider nutrition related hepatitis risk factors for life quality and for survival.