Enstitüler / Institutes
Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11727/1390
Browse
150 results
Search Results
Item Türk ekonomik verilerinde uç değerler ve sonuçlar üzerindeki etkileri(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2005) Korucu, NebileBir veri kümesinde uç-degerler (UD, ing. outliers), verilerin yarısından daha az miktarda olmalarına ragmen, verilerin çogunun vermek istedigi bilgiye engel olan ve yanıltıcı tahminler olusmasına sebebiyet veren veriler olarak tanımlanabilir. Bu çalımsa Türk ekonomi verilerinde UD mevcudiyeti ve sonuçlar üzerindeki etkisini incelemek üzere hazırlanmıstır. Bu kapsamda ikinci bölümde güncel UD tespit yöntemleri üzerinde genel bir arastırma yapılmıs, çalısma içinde kullanılan UD tespit yöntemlerinin geçerliligi irdelenmistir. Buna ilaveten, bu çalısma için türetilmis veriler ile UDlerin önemi vurgulanarak sonuçlar üzerindeki etkisi gösterilmistir. Üçüncü bölümde kesit veriler kullanılarak, Türk ekonomi verilerinde UD varlıgı arastırılmıs ve bilimsel çıkarsama üzerindeki etkileri sorgulanmıstır. Sonuçlar UDlerin mevcudiyetini ve bilimsel çıkarım üzerinde olumsuz etkilere sahip oldugunu göstermektedir. Outliers in a data set can be defined as observations, though smaller than half number of the data, that prevent the detection of information contained in most of the data and that cause misleading estimators. This thesis is prepared for investigating the existence of outliers in Turkish economic data and their effects on scientific inference. For this aim in the second part, information is given about outlier detection methods. In this part, firstly initial and commonly used outlier detection methods are explained then the results of an extensive literature search about contemporary methods for outlier detection are presented and the results are used to comment on the validity of methods used in this thesis. In addition, the effect of outliers on outcomes are stressed with data derived for this thesis. In the third part the existence of outliers in Turkish economic data and their effects on scientific inference is investigated with panel data. In the forth and last part the results are discussed. The results provide evidence for the existence of outliers and their negative effects on models, estimators and results.Item Başkent Üniversitesi hastanesi çalışanlarının mesleksel risk faktörleri ve davranışlarının değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2006) Turhan, Fatih; Turhan, FatihSaglık çalısanları 24 saat hizmet veren ve vardiyalı sistemle çalısan bir gruptur. Çalısma ortamında saglık hizmeti sunarken saglıgına direk ve dolaylı etki eden risklere maruz kalır. Bu risklerin süresi ve iddeti önemlidir. Saglık çalısanları çalımsa ortamında enfeksiyon, radyasyon, fiziksel ve ruhsal açıdan isk altındadır. Bu risklerin bazıları çalısma ortamından kaynaklandıgı gibi bireysel yapılan yanlıs davranıslar sonucu da is kazası olarak ortaya çıkabilmektedir. Saglık çalısanı riskler konusundaki bilgisi, dikkati ve uygun davranısı risklere maruz kalmasına etki eden önemli faktörlerdir. Bazı riskler sonucu olusan tıbbi sorunlar tedavi edilebilir olmasına ragmen bazı hastalıkların tedavisi de günümüzde mümkün degildir. Saglık çalısanların risklerle karsılasması ve olusan sorunlar bireyin normal süresine ve yasam kalitesini olumsuz etkilemektedir. Baskent Üniversitesine baglı Ankara Hastanesi ile Adana, Alanya ve Konya Uygulama ve Arastırma Merkezilerinde çalısan hemsire ve teknisyenlerin meslekler risklerini belirlemek, alınan tedbirleri tanımlamak ve sorunları tespit etmek için bu tanımlayıcı arastırma düzenlenmistir. Mayıs 2005-Haziran 2006 tarihleri arasında yapılan bu çalısmada hastanenin 6 ayrı bölümünde çalısan 1002 personel evren olarak kabul edilmis ve 701 saglık çalısanına (%70.1) ulasılmıstır. 41 sorudan olusan anket yardımıyla çalısanların tanımlayıcı bilgileri mesleksel risklerine ait bilgi düzeyleri, tutum ve davranısları ile maruz kaldıkları riskler çalıstıkları bölümlere göre tespit edilmis ve degerlendirilmistir. Arastırmada cevap verenlerin %45,6'sı kadın, %55,4'ü erkektir. %9,85'i ortaokul, %42,80'i lise, %25,58'i ön lisans, %20,96'sı lisans, %0,59'u yüksek lisans mezunudur. Ankete katılanların %70,3'ü uykusuzluk, %71,2'si yorgunluk, %53,2'si stres %48,7'si varis sikayetlerinden bahsetmektedir. Koruyucu olarak %98,2'si eldiven kullanmaktadır. %53,4'ü hasta ile çalısma esnasında stresle karsı karsıyadır. %65,4'ü psikolojik yıpranmadan bahsetmektedir. %92,3'ü hepatit-B nin asılamasını bilmektedir. %60,4'ü hepatit-B asısını yaptırmıstır. %80,7'si enjektör batması riski ile karsı karsıya kaldıgını bilmektedir. Acil polikliniklerde çalısanların %85'i sözel siddetle karsı karsıya kalmaktadır. Baskent Üniversitesi Saglık Kuruluslarında çalısanlarda mesleksel risk faktörlerine karsı bilgi düzeyleri, saglık risklerine karsı davranısları yüksek düzeyde olmasına karsın kurum olarak koruyucu ve bilgilendirme en üst seviyede olmasına ragmen egitim verilmeli ve periyodik olarak takip edilmelidir. Medical personel works by shift system and serves 24 hours a day. While serving medical transactions medical labor force undergoes either direct or indirect risky factors whice are hazardous to their health. Duration and severity of those risks are important. Medical personel is open to the isks of infection, radiation, all sorts of and mental illnesses . Some of those risks arise from the nviroment of working place, yet the others are result from mis behaviors as industrial accidents. Some of the medical questions arising from efore mentioned risks may be treated yet some are not curable. Althought some of these risk can be threatable, the others can not be threatable now a days. Medical personel is under risk of bad quality of life and short survive. This study aimed at the occupational isks of nurses and technicians, to define precautions among the workers of Baskent University Ankara Adana Alanya and Konya Hospital. Quality of life of medical personel in bad and their span of life is short too. This descriptive study aims at pointing out occupational risks for nurses and tecnicians and defining necessary precoutions. The study population was consisted of 1002 health worker and the sample size was calculated as 701 between the date of May-2005-June 2006 (70,1%) health worker. The questioniare consisted 41 questions which was deternined the lavel of knowledge he occupational risks of health workers, the atlitude and behaviours of workers, also exposures of isks the departmans. Among those,45,6 % were female, 55,4% were male, and educational status; ,85% secondary school, 42,80% high school, 25,58% undergraduate, 20,96% graduate, 0,59% postgraduate. They complains were 70,3% insomnia, 71,2% fatique, 53,2% stress, 48,7% varicosis. They use 98,2% glove to as protect themselves. 53,4% of those under stress while working and 65,4% as psychological.Item Hemodiyaliz hasta ve yakınlarında tükenmişlik sendromu, hasta yakınlarının yaşam kalitelerinin değerlendirilmesi ve etkileyen faktörler(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2006) Arat, Zubeyde; Akgün, SevalKronik hastalıklarda aile etmenlerinin önemli bir kısmı "Expressed Emotion" (Duygu Dışavurumu-DD) kavramı ile incelenmektedir. Bu çalışmada hasta ve hasta yakınlarının duygu dışavurumları ile birlikte hasta yakınlarının yaşam kaliteleri ve hastaların umutsuzluk düzeyleri eş zamanlı değerlendirilerek mevcut durumun ve bu durumu oluşturabileceği düşünülen ek faktörlerin saptanması amaçlanmıştır. Çalışmaya yaş ortalamaları 42,8+-18,2 (18-78) olan 30 erkek (%57,7), 22 kadın (%42,3) toplam 52 hasta ve yaş ortalamaları 46,4+-16,6 (20-73) olan 17 erkek (%32,7), 35 kadın (%67,3) toplam 52 hasta yakını dahil edilmiştir. Kronik hasta gruplarında aile kavramını ve tükenmişliğini ölçen, hastalara uygulanan LEE Duygu Dışavurum ölçeği, hasta yakınlarına uygulanan EE Duygu Dışavurum (p<0,02) ve yaşam kalitesi ölçeği ile ilişkili (p<0,005) bulunmuştur. EE ölçeğindeki ilişki yanlızca EE Eleştirel-Düşmancıl oluş alt ölçeğindende saptanmıştır (p<0,01). Hastalara uygulanan BECK umutsuzluk ölçeği ile hasta yakınlarına uygulanan EE Duygu Dışavurum EE Aşırı-İlgi-Koruyucu-Kollayıcı olma alt ölçeği (p<0,02) ve SF-36 Yaşam Kalitesi ölçeği arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır (p<0,001). SF-36 ölçeği ile olan bu anlamlı ilişki yalnızca ruhsal sağlık alt ölçeğinde görülmüştür (p<0,0001). Bu sonuç hasta yakınlarının davranış tutum ve tepkilerinin hastanın durumu ile etkileşim halinde olduğunu yansıtmaktaydı. Familial factors in chronic diseases are mostly evaluated by the "Expressed Emotion (EE)" concept. The aim of the study was to determine the expressed emotion of the patients and patients' relatives, to simultaneously evaluate the life qualities of patients' relatives and patients' desperation levels, to disclose the current situation and additional factors which may be responsible for the situation. Fifty-two patients (mean age: 42.8+-18.2 years, range: 18-78 years) of whom 30 were males (57.7%) and 22 were females (42.3%) and 52 patients' relatives (mean age: 46.4+-16.6 years, range: 20-73 years) of whom 17 were males (32.7%) and 35 were females (67.3%) were included in the study. LEE Expressed Emotion scale, which measures familial factors and exhaustion in chronically ill patients, was related with EE Expressed Emotion (p<0.02) and Quality of Life scales (p<0.005) of patients' relatives. The association with EE scale was present only in the EE Critisizm-Hostility subscales (p<0.01). BECK desperation scale of patients was significantly related with EE Emotional Expression EE-Emotional Overinvolvement subscale (p<0.02) and SF-36 Quality of life scale (p<0.001) of patients' relatives. The association with SF-36 was present only in the mental health subscale (p<0.0001). These results reflected that the behaviors, attitudes and reactions of the patients' relatives were interacting with emotional status of the patients.Item Ortodontik braketlerin yapıştırılmasında kullanılan farzlı adeziv sistemlerin mine dokusu üzerindeki etkilerinin in vitro olarak incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2009) Güzey, Aslı; Özçırpıcı, Ayça ArmanBu çalışma 2 ana bölümden oluşmuştur. İlk bölüm, 90 adet çekilmiş insan küçük azının kantitatif kalsiyum kaybı değerlendirmesini içermektedir. Bu dişler yapıştıralacak braketin çevresindeki mine yüzeyinin adeziv sistemlerden korunması ve korunmamasına göre rastgele 2 gruba ayrılmış ve bu iki grup da 4’er alt gruba (n=10) ayrılmıştır: Bu gruplarda uygulanan adeziv sistemler sırasıyla; (1) Clearfil Protect Bond (Kuraray Dental, Osaka, Japan) + Transbond XT Light-Cure Adeziv (3M/Unitek, Monrovia, Calif), (2) GC ORTHO Conditioner + Fuji Ortho LC Kapsül (GC Corporation, Tokyo, Japan), (3) Transbond Plus Self-Etching Primer (3M/Unitek) + Transbond XT Light-Cure Adeziv, (4) %37 fosforik asit (3M/ESPE, St Paul, Minn) + Transbond XT Primer (3M/Unitek) + Transbond XT Light-Cure Adeziv (3M/Unitek) dir. Bunların dışında mine yüzeyine herhangi bir işlemin uygulanmadığı dişlerden kontrol grubu (n=10) oluşturulmuştur. İkinci bölümde ise, 40 adet çekilmiş insan küçük azı yüzey hazırlığına göre rastgele 2 gruba ve sonra yukarıda belirtilen adeziv sistemlerin kullanıldığı 4 alt guruba (n=5) ayrılmıştır. Kontrol grubu hariç tüm örneklere termal siklusun ardından pH-siklusu uygulanmıştır. Tüm dişlerden iki kesit alınmıştır. Elementel analiz, örneklerden rastgele seçilen bir kesitte x-ışını dağılım spektroskopisi (EDS) ile yapılmıştır. Mikrosızıntı değerlendirmesi için boya penetrasyonu yöntemi kullanılmış, ışık mikroskobu altında her kesitten fotoğraf alınmıştır. Mikrosızıntı bilgisayara aktarılan bu görüntülerde imaj analiz programı kullanılarak kantitatif olarak değerlendirilmiştir. Yüzey hazırlama şekilleri arasındaki fark Student’s t ve Mann Whitney U testi ile, adeziv sistemler arasındaki fark Tek Yönlü Varyans Analizi (One-Way ANOVA) ve Kruskal Wallis testi sonrası post hoc Tukey veya parametrik olmayan çoklu karşılaştırma testleri ile, grup içi karşılaştırmalar ise Friedman testi sonrası Wilcoxon İşaret testi ile istatistiksel olarak incelenmiştir. Kontrol ve diğer gruplar arasında kalsiyum miktarı açısından fark bulunmamıştır. Adeziv sistemler arasındaki fark sadece Grup B (yüzeyi korunmayan)’de braket altındaki mine yüzeyinde gözlenmiştir. Bu bölgede selfetch adeziv sistemin kullanıldığı gruplarda (Clearfil Protect Bond ve Transbond Plus Self-Etching Primer), diğer gruplara göre daha fazla kalsiyum miktarı bulunmuştur. İncelenen tüm mine bölgeleri arasında en fazla kalsiyum kaybı braketin altındaki minede meydana gelmiştir. En az mikrosızıntı miktarı braketin altında, en fazla ise servikal bölgedeki mine yüzeyinde gözlenmiştir. Yapılan bu in vitro çalışmada, braketlerin altındaki mine yüzeyinde demineralizasyon meydana gelmiş ve demineralizasyonun önlenmesinde mine yüzeyinin korunmasının yararı olmamıştır. Clearfil Protect Bond yüzey korunmadan uygulandığında kalsiyum kaybının azaltılmasında avantaj sağlamıştır. Sabit ortodontik tedavi ile mine yüzeyinde oluşabilecek kalsiyum kaybını ve braket altında meydana gelebilecek mikrosızıntıyı en aza indirmek için bu çalışmada uygulanan adeziv sistemler klinisyen tarafından tercih edilebilir. This study has 2 main parts. First part consists of quantitative assessment of calcium loss conducted on ninety exracted human premolars. The teeth were randomly divided into 2 groups according to the surface preperation method and then were randomly allocated to 4 sub-groups. The adhesive systems applied in these groups are as follows: (1) Clearfil Protect Bond (Kuraray Dental, Osaka, Japan) + Transbond XT Light-Cure Adhesive (3M/Unitek, Monrovia, Calif), (2) GC ORTHO Conditioner + Fuji ORTHO LC Capsule (both, GC Corporation, Tokyo, Japan), (3) Transbond Plus Self-Etching Primer (3M/Unitek) + Transbond XT Light-Cure Adhesive, (4) 37% phosphoric acid (3M/ESPE, St Paul, Minn) + Transbond XT Primer (3M/Unitek) + Transbond XT Light-Cure Adhesive (3M/Unitek). Besides, a control group of teeth with enamel untreated enamel surface was formed. In the second part, 40 exracted human premolars were used for microleakage evaluation. The teeth were randomly divided into 2 groups according to the surface preperation and then these two groups were divided into 4 groups in which the adhesive systems mentioned above were used. Thermal and pH-cycles were applied to all specimens except for the control group. Two sections were taken from all teeth. A randomly selected cross-section from each tooth was analyzed with energy dispersive xray spectroscopy (EDS) for elemental evalution. Each section was photographed under a stereomicroscope and dye penetration method was used for assessment of microleakage. Images were transferred to a computer and microleakage was evaluated quantitatively via image analysis program. The difference between surface preperation methods was statistically evaluated by Mann Whitney U test. The difference between adhesive systems was evaluated by One-Way ANOVA or Kruskal Wallis and then post hoc Tukey or non-parametric multiple comparison tests. The comparisons within groups was done with Friedman and then Wilcoxon Sign Rank tests . None of the adhesive groups demonstrated any significant difference when compared with the control group regarding the amount of calcium on the enamel surface under the bracket. Difference in amount of calcium between the adhesive systems was observed only in Group B (unprotected surface), on the enamel surface under the bracket. The self-etch adhesive system (Clearfil Protect Bond and Transbond Plus Self-Etching Primer) showed higher amounts of calcium under the bracket . Among all the evaluated enamel regions, the highest calcium loss occurred on the enamel surface under the brackets. The least amount of microleakage was found beneath the bracket while the cervical region showed highest amounts of microleakege. Deminerilazation occured on the enamel surface beneath the brackets and surface protection did not have any benefit in prevention of calcium loss. Clearfil Protect Bond when applied without any surface protection reduced the loss of calcium. Adhesive systems evaluated in this study, may be preferred by clinicians to minimize calcium loss of the enamel surface and microleakege beneath the bracket that is formed with fixed orthodontic treatment.Item İskeletsel ankraj ile yüz maskesi uygulamasının dentofasiyal yapılar üzerine etkilerinin incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2009) Şar, Çağla; Özçırpıcı, Ayça ArmanBu amaçla, iskeletsel olarak prepubertal ya da pubertal büyüme-gelisim döneminde bulunan, maksiller retruzyonun eslik ettiği iskeletsel Sınıf III anomaliye sahip, vertikal yönde normal veya azalmıs büyüme paterni gösteren, anterior çapraz kapanıs ve Angle Sınıf III molar iliskisi olan, pozitif overbite değeri gösteren ve klinik olarak retrüziv nazomaksiller bölgeye sahip 45 birey çalısmaya dahil edilmis ve 15’er bireyden olusan 3 alt gruba ayrılmıstır. Uygulama gruplarındaki 30 bireye yüz maskesi tedavisinden önce hızlı maksiller ekspansiyon apareyi simante edilmis (RME), bir haftalık hızlı maksiller ekspansiyondan sonra median palatal suturdaki açılma izlenerek maksiller protraksiyona baslanmıstır. Birinci gruptaki bireylere (Miniplak+Yüz Maskesi: MP+YM) (10,91 ortalama yasa sahip, 5 kız, 10 erkek), ankraj amacıyla, apertura piriformisin laterallerine cerrahi olarak yerlestirilen titanyum miniplaklardan, ikinci gruptaki bireylere (Yüz Maskesi:YM) (10,31 ortalama yasa sahip, 7 kız, 8 erkek) ise ağız içindeki apareyin kancalarından yüz maskesi uygulanmıs, üçüncü gruptaki bireyler (10,05 ortalama yasa sahip, 8 kız, 7 erkek) ise tedavi görmeyen kontrol grubunu olusturmus ve 7,5 ay boyunca izlenmislerdir. Gruplardaki bireylerden maksiller protraksiyon/gözlem bası ve sonunda lateral sefalometrik filmler alınmıs, Björk’ün yapısal çakıstırma metodu kullanılarak ölçümler yapılmıs ve istatistiksel olarak Wilcoxon ve Kruskall- Wallis testleri ile değerlendirilmistir. Maksiller protraksiyon sonucu iskeletsel ankraj kullanılan grupta (MP+YM) maksillanın ileri hareketi 2,53 mm, ağız içi ankraj kullanılan grupta (YM) 1, 83 mm bulunmus ve iki grup arasındaki fark p<0,001 düzeyinde anlam göstermistir. YM grubunda, yüz maskesi uygulaması ile maksilla anlamlı derecede anterior rotasyon göstermis, miniplak ankrajı kullanılan grupta maksiller rotasyon önemli bulunmamıstır. Mandibulanın posterior rotasyonu ve yüz yüksekliklerindeki artıs, MP+YM grubunda YM grubuna göre daha az bulunmustur. Kontrol grubunda ise hem maksilla hem mandibula öne doğru büyümüstür. Maksiller protraksiyon sonucu YM grubunda üst dislerde görülen protruzyon ve mezyalizasyon, MP+YM grubunda engellenmistir. Her iki uygulama grubunda da maksillomandibular iliskiler ve yumusak doku profili önemli derecede iyilestirilmistir. Miniplak ankrajı ile yüz maskesi uygulaması sonucu konvansiyonel yüz maskesi uygulamalarının istenmeyen etkileri azaltılmıs veya elimine edilmis, daha kısa sürede daha etkili maksiller protraksiyon sağlanmıstır. The aim of this prospective study was to evaluate the skeletal, dentoalveolar and soft tissue effects of maxillary protraction via miniplate comparatively with conventional facemask therapy and an untreated Class III control group. 45 subjects which were in prepubertal or pubertal skeletal growth periods were included in the study and divided into three groups each consisting of 15 patients. All subjects had skeletal and dental Class III malocclusions with maxillary deficiency, vertically normal growth pattern, anterior cross-bite and Angle Class III molar relationship, normal or increased overbite and retrusive nasomaxillary complex. Prior to maxillary protraction, rapid maxillary expansion (RME) with a bonded appliance was performed in both of the treatment groups. In the first group (MP+FM) consisting of 5 girls, 10 boys (mean age 10,91) facemasks were applied from two titanium miniplates surgically placed to lateral to the apertura priformis regions of the maxilla. The second group (FM) of 7 girls and 8 boys (mean age 10,31) received maxillary protraction therapy with conventional facemask applied from the hooks of the RME appliance. The third group including 8 girls and 7 boys (mean age 10,05) was set as an untreated control group. Lateral cephalometric films were obtained at the beginning and end of treatment/observation periods in all groups and analysed according to the structural superimposition method of Björk (96). Measurements were evaulated statistically via Wilcoxon and Kruskal- Wallis tests. The maxilla moved forward 2,53 mm in the MP+FM group and 1,83 mm in the FM group with maxillary protraction. This difference was significant between the two groups (p<0,001). Maxilla showed anterior rotation after facemask therapy in the FM group, while there was no significant rotation in the miniplate anchored (MP+FM) group. Posterior rotation of the mandible and increase in facial heights were more evident in the FM group compared to the MP+FM group. Both maxilla and mandible moved forward significantly in the control group. Protrusion and mesialization of maxillary teeth seen in the FM group were eliminated in the MP+YM group. Maxillomandibular relationships and the soft tissue profile were improved remarkably in both of the treatment groups. The undesired effects of conventional facemask therapy were reduced or eliminated with the miniplate anchorage and efficient maxillary protraction was achieved in a shorter treatment period.Item Serabral paaralizli çocuklarda bobath nörogelişimsel tedavi yaklaşımının yürüme parametreleri üzerine olan etkileri(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2009) Türker, Duygu; Tüzün, Emine HandanÇalışmamız, serebral paralizili (CP) çocuklarda Bobath nörogelişimsel tedavi (NDT) yönteminin yürüme parametreleri üzerine olan etkilerini incelemek amacı ile yapıldı. Çalışmamıza, yaşları 4–17 yıl arasında değişen unilateral spastik CP tanısı alan 15 olgu katıldı. Sosyodemografik ve tanımlayıcı verilerin yanı sıra olgular tedavi öncesi ve sonrasında kaba motor fonksiyonlar, kas tonusu, eklem hareket açıklığı, alt ekstremite uzunluğu, fonksiyonel durum, denge, yaşam kalitesi, yürümenin kinetik, kinematik ve zaman-mesafe karakteristikleri ile enerji tüketimi açısından değerlendirildi. Olgular NDT yöntemi ile 12 hafta boyunca haftada üç seans olacak şekilde toplam 36 seans tedaviye alındı. Uygulanan tedavi sonrası olguların kaba motor fonksiyon puanları, motor ve toplam WeeFIM puanları, dinamik ve statik denge indeks puanları ve sağlıkla ilgili yaşam kalitesinin arttığı ve yürüme sırasında tüketilen enerji miktarlarının azaldığı saptandı (p<0.05). Buna karşın kas tonuslarında, etkilenen taraf dizin aktif fleksiyon ve ekstansiyonu ve kalça eksternal rotasyonu (p<0.05) dışındaki eklem hareket açıklıklarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark elde edilemedi (p>0.05). Yürümenin incelenen etkilenen taraf salınım fazındaki maksimum ayak bileği dorsifleksiyon açısı dışındaki kinematik değişkenler ve zamanmesafe özellikleri ile kinetik değişkenler açısından tedavi sonrasında istatistiksel olarak anlamlı bir değişim bulunmadı (p>0.05). NDT yönteminin unilateral spastik CP’li çocukların yürüme parametrelerinden salınım fazındaki maksimum ayak bileği dorsifleksiyon açısı ile enerji tüketim düzeyi üzerine olumlu etkisinin olduğu saptanmıştır. Bu etkinin çocukların dengelerindeki düzelmeye bağlı olduğu düşünülmektedir. Bobath NDT yönteminin etkinliğini belirlemeyi amaçlayan daha sonra yapılacak çalışmaların erken yaşlarda, geniş serili örneklemlerle, randomize kontrollü bir çalışma düzeni içerisinde ve izlem periyotlarını içerecek şekilde planlanması önerilir. This study was conducted to investigate the effects of Bobath neurodevelopmental therapy (NDT) upon the gait parameters of the children with cerebral palsy (CP). Fifteen children with unilateral spastic CP aged 4 to17 years were included in the study. All subjects were assessed with respect to their gross motor function, muscle tone, range of motion deficits, the length of the lower extremity, functional status, balance, energy expenditure, health related quality of life (HRQoL), and kinetic, kinematic and spatiotemporal parameters of gait at baseline and after treatment. Socio-demographic descriptive characteristics of the subjects were also collected. All subjects were treated by NDT approaches 3 times per week for 12 weeks. The scores of the gross motor function measures and WeeFIM, index scores on the dynamic and static balance, and HRQoL scores increased, the energy expenditure decreased significantly at the end of treatment (p<0.05). There were no statistically significant differences for all ROM measurements (p>0.05), except knee active flexion and extension ROM and hip external rotation ROM of the affected side (p<0.05). Except the affected side maximal ankle dorsiflexion angle in swing phase, there were no statistically significant differences in the kinetic, kinematic and spatiotemporal parameters of gait at the end of treatment (p>0.05). It was found that NDT has effective on the improvements of the maximal ankle dorsiflexion angle in swing phase and energy expenditure. It was thought that this effect might be due to the improvements of balance. It is suggested that future studies which will aim to explore the effectiveness of the NDT in children with CP should be randomized and sufficiently powered with respect to the sample size. It is also suggested that researchers of the future studies should investigate the effectiveness of the Bobath NDT in the small age groups.Item "Avrupa güvenliğinde Türkiye'nin değişken konumu: AGSP ve Türkiye"(Başkent Üniversitesi Avrupa Biriliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2008) Olkaç, Pınar; Demirtaş Coşkun, BirgülBu tez, Avrupa Birligi’nin bir süreden beri gelistirmeye çalıstıgı Avrupa Güvenlik ve Savunma Kimligi ve Politikası içerisinde Türkiye’nin yerini ve önemini analiz etmek amacıyla hazırlanmıstır. Bu çalısmada AGSP ve Türkiye baglamındaki iliskiler Karl Deutsch’un “güvenlik toplulugu” kavramı çerçevesinde ele alınırken; iliskilerin bu kavram kapsamında geçmisten günümüze kadar ne çesit bir yapıda ilerledigi de sorgulanmıstır. Bu konunun seçilmesinin temel nedeni, Avrupa Toplulugu ve daha sonrasında Avrupa Birligi ile Türkiye arasında gelisen siyasi ve ekonomik iliskilere ragmen; Soguk Savas sonrasında güvenlik isbirliginde yasanan gerilemenin hangi nedenlerden kaynaklandıgını ortaya çıkarmaktır. Bu baglamda, iki taraf arasında yasanan güvenlik iliskilerinin neden sorunlu bir hal aldıgı sorgulanırken; AB ile Türkiye’nin hangi süreçlerde hangi etkenlerden dolayı güvenlik toplulugu iliskisi olusturdukları ya da olusturamadıkları da ele alınmıstır. Bu kapsamda tez içerisinde iki argüman üzerinde önemle durulmustur. Birincisi, Soguk Savas sürecinde NATO çerçevesinde Avrupa ile Türkiye arasında ortak tehdit unsuru olan SSCB tehlikesinden dolayı, enstrümental bir boyutta da olsa güvenlik toplulugu iliskisinin gelistirildigidir. İkincisi ise; Soguk Savas sonrası AB ile Türkiye arasında farklılasan güvenlik algılamaları ve kültürlerinin de etkisiyle, güvenlik toplulugu iliskisinin mevcut konjonktürde mümkün gözükmedigidir. Bunun yanı sıra, özellikle Soguk Savas ve 11 Eylül sonrası degisen dünya sartlarının da etkisiyle gelisen yeni güvenlik anlayısları üzerinde de durulmaktadır. This thesis is prepared to analyse Turkey’s position and importance in European Security and Defence Identity and Policy which European Union tries to develop for some time. In this study, the relations between the European Union and Turkey are discussed in the framework of “security community” concept of Karl Deutsch. It is also examined within this context in which type of structure the relations have developed from past to present. The fundamental reason for choosing this subject is to analyse the reasons for the worsening of the security relations after the Cold War, despite the improving political and economic relations between the European Community -European Union- and Turkey. In this context, it is examined why the security relations between the two parties became problematic and in which processes and through which factors EU and Turkey were able or not able to establish a security community. This study has two main arguments: firstly, because of the common threat factor -the USSR- in the Cold War period, even it was in an instrumental dimension, a security community was developed between NATO and Turkey. Secondly, with the effects of differing security perceptions and cultures between the EU and Turkey after the Cold War, maintaining the security community became impossible. Moreover, the study examines new security conceptions developed as a result of the changing global conditions, for example the end of the Cold War era and attacks of 9/11.Item Koah üzerine klinik yol çalışması: Başkent Üniversitesi Hastanesi'nde bir uygulama(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2009) Alşan, Yasemin; Malhan, SimtenGünümüzde saglık kurumları yöneticileri kurumdaki hizmet yönetimini hem klinik hem de maliyet etkin bir sekilde yürütmek zorundadırlar. Saglık kurumları hizmet organizasyonlarıdır, hastaların saglık hizmetlerinden beklentilerinin artması, yeni tedavi metodları ve ilaçlar nedeniyle bu kurumlar açık ve çevresine uyum saglayan bir sistemin içinde olmalıdırlar. Klinik yollar saglık kurumları gibi karmasık bir yapıya sahip organizasyonlarda personelin koordinasyonunu saglaması ve bilgi alısverisini arttırması, hasta verilerini daha düzenli hale getirmesi, güncel rehberleri uygulamalara dahil etmesi yönünden uygun bir yönetim aracıdır. Bu çalısmada, 2007 yılı 2. yarısında Baskent Üniversitesi Ankara Hastanesi Gögüs Hastalıkları Bölümü’ne basvurmus KOAH hastalarının retrospektif olarak tıbbi kayıtları incelenmistir. Baskent Üniversitesi Hastanesi’nde KOAH üzerine klinik yol olusturulmustur. Sonuçlar uluslar arası klinik rehberlerle karsılastırılmıstır. Today, health care executives should carry out service management both clinically and cost effective in the institution. Health care institutions are service organizations, due to patient’s expectations from health care services increased, innovative treatment methods and medications, this institutions should accomodate the environment and be in an open system. Clinic pathways are suitable management tool for complex structured organizations like health care institutions due to providing staff coordination and increasing information interchange, making patient data more systematic, including current guidelines to the practices. In this research study, within 2. half of the year 2007, medical records of COPD patients applied to Baskent University Ankara Hospital Chest Diseases Department, examined retrospectively. Clinic pathway is made for COPD in Baskent University Hospital. Conclusions are compared with international clinic guidelines.Item Çok uluslu örgütler ve şube kültürleri etkileşimi: uygulamalı bir araştırma(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2009) Öz, Tayfun; Varoğlu, M. AbdülkadirBilindiği üzere, örgüt kültürü içinde bulunduğu toplumsal kültürden etkilenmektedir. Yerel örgütler için geçerli olduğu kabul edilen bu durum çok uluslu örgütlerde benzer etkiye sahip olmayabilir. Çünkü çok uluslu örgütler Ģubelerinin örgütsel kültürünü sosyal ağlar, yabancı yöneticiler ve kültürel kontrol gibi çeĢitli mekanizmalar ile etkilemektedir. Bu çalıĢmada çok uluslu örgütlerin birimleri arasında toplumsal kültürel farklılıklara rağmen örgüt kültürü açısından farklılık olup olmadığıı bulunmaya çalıĢılmıĢtır. Bunun için, dünyanın en büyük 300 örgütünden biri olan Ġngiltere merkezli örgütün 10 farklı ülkedeki Ģubesi ve merkezi üzerinde 1.187 kiĢinin katılımı ile GLOBE ölçeği kullanılarak araĢtırma yapılmıĢtır. AraĢtırma sonuçlarına göre toplumlar arasındaki kültürel farklılıklara rağmen çok uluslu örgüt kültürleri açısından birimler arasında anlamlı farklılık bulunamamıştır As we know, national culture effects organizational cultures. For multinational organizations same effect may not be occured as local organizations. In multinational organizations, main organization may effect its subsidiaries’ organizational cultures by social networks, expatriate managers and cultural control mechanisms. This research tried to solve out whether there is organizational culture difference among organizations of a multinational organization in spide of social cultural differences. For this reason, there was a research in an organization’s 10 subsidiaries which are located in different countries and its headquarter, located in United Kingdom, by using GLOBE scales. 1.187 persons from the organization, one of the 300 biggest companies in the world, were participated to this research. According to this research in spide of social cultural differences, there is not any significant difference in organizations’ culture which are located in different cultural clusters.Item Finansal açıklama üzerinde kültürün etkisi: UFRS öncesi ve sonrası(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2009) Akman, Nazlı; Sayarı, MehmetUluslararası muhasebe uygulamalarında uyumlaştırma ve yakınsama çalışmaları, 1 Ocak 2005 tarihinden itibaren Uluslararası Finansal Raporlama Standartlarının (UFRS) Avrupa Birliği üyeleri ve diğer bazı ülkeler tarafından kullanılacak olması ile önemli bir aşama kaydetmiştir. Muhasebede yakınsamanın temel amacı, dünya üzerinde karşılaştırılabilir finansal tablo düzenlenmesini sağlamaktır. Ulusal muhasebe uygulamalarının ise sosyal, politik, ekonomik ve kültürel değerlerden etkilendiği geçmiş araştırmalarda ortaya konulmuştur. Bu tez çalışmasında UFRS kullanılarak hazırlanan finansal tablolarda yer alan finansal açıklamalar üzerinde kültürel değerlerin etkilerinin 2005 tarihinden sonra ortadan kalkıp kalkmadığı incelenmiştir. Bu amaçla, yedi ülkeden seçilmiş şirketlerin 2004, 2005 ve 2006 finansal tabloları incelenerek finansal açıklama endeksi oluşturulmuştur. Finansal açıklama endeksi ve kültür değerleri üzerinde yapılan regresyon analizleri sonuçlarına göre, kültür değerleri 2004 yılında ve UFRS uygulanılmaya başlanan 2005 ve 2006 yıllarında da finansal açıklama üzerinde önemli etkiye sahiptir. Analizler, örneklemde yer alan şirketlerin hukuk sistemleri ayrıştırılarak yinelendiğinde, İçtihat Hukuku sisteminde yer alan şirketlerde kültür değerlerinin finansal açıklama üzerindeki etkisinin UFRS kullanılarak finansal tablo hazırlanmasından sonra ortadan kalktığı belirlenmiştir. Roma Hukuku sisteminde yer alan şirketlerde ise kültür değerlerinin etkileri devam etmektedir. Ancak, 2004, 2005 ve 2006 yılı finansal tablolarında yer alan açıklamalara bakıldığında UFRS uygulaması ile birlikte, açıklama düzeyinin tüm ülkelerde arttığı da gözlenmiştir. Dolayısıyla UFRS uygulamasının muhasebede yakınsamada tümüyle başarısız olduğunu söylemek doğru değildir. Ancak, ülkeler arasında yer alan kültürel farkların finansal açıklamaya olan etkisi tek bir muhasebe standart seti kullanılarak tamamen ortadan kaldırılamamıştır. An important step has been achieved in international accounting harmonization and convergence, with the use of International Financial Reporting Standards (IFRS) by the European Union members and some other countries. Principal objective of accounting convergence is to produce globally comparable financial statements. Previous research has shown that accounting practices are influenced by national social, political, economic and cultural factors. This dissertation investigates whether the differences among financial statements due to cultural values has diminished after the use of IFRS, effective from 2005. For this purpose, disclosure index was constructed for 2004, 2005 and 2006 financial statements of companies selected from seven countries. According to the results of regression analyses performed on financial disclosure and cultural values, cultural values affected the disclosure both in 2004 (before the use of IFRS) and in 2005 and 2006 (after the use of IFRS). The analyses were repeated separately on the data of Common and Code Law countries. The findings suggest that cultural values significantly affected financial disclosure of Common Law countries before 2005, but lost their significance after the use of IFRS. The effect of culture on disclosure continued in Code Law countries after the use of IFRS. However, it is also observed from the disclosure data, that after the use of IFRS, level of financial disclosure increased in all countries examined. Accordingly, it is not wise to state convergence activities are completely unsuccessful. However, the impact of cultural values on financial disclosure could not be completely eliminated by the use of single set of accounting standards.