Browsing by Author "Sönmezler, Emel"
Now showing 1 - 6 of 6
- Results Per Page
- Sort Options
Item Aşırı aktif mesane tanısı olan ve olmayan kadınların ağrı özellikleri yönünden karşılaştırılması(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Tüfekçi, Bengisu; Sönmezler, EmelÇalışmamızda Aşırı aktif mesane (AAM) tanısı almış kadınların ağrı ve yaşam kalitesini değerlendirmek, sağlıklı kontrollerden farklılık gösterip göstermediğini incelemek amaçlanmıştır. Çalışmaya 18 yaş üzeri AAM tanısı almış 28 kadın ile yine çalışmaya katılmayı kabul eden 18 yaş üzeri 28 sağlıklı kadın olgu dahil edildi. Çalışmaya katılan kadınların ağrı şiddeti ve niteliğini değerlendirmek için Kısa form McGill Ağrı anketi, nöropatik ağrı varlığını sorgulamak için Self- Leeds Assessment of Neuropathic Symptoms and Signs anketi kullanıldı. Ağrı eşik seviyesi Algometre ölçüm cihazı ile değerlendirildi. Algometrik ölçümler vücutta 18, abdominal hatta 5 farklı anatomik lokalizasyondan yapıldı. Çalışmaya dahil edilen kadınların AAM semptomları ile alt üriner sistem semptomlarını değerlendirmek için ise; Aşırı Aktif Mesane Değerlendirme Formu, İnkontinans Etki Soru Formu ve Ürogenital Distres Envanteri kullanılırken, yaşam kalitesi ve genel sağlık durumunun ortaya konulmasında Nottingham Sağlık Profili (NSP) soru formu kullanılmıştır. Algometre ile yapılan ölçümlerde AAM li kadınların ölçülen tüm noktalarda sağlıklı kadınlara göre daha düşük ağrı eşiğine sahip olduğu bulundu. AAM li kadınlar Mcgill ağrı anketi ve semptom ciddiyeti anketleri ile değerlendirildiğinde AAM semptom ciddiyeti ile ağrı şiddeti arasında pozitif yönde anlamlı korelasyon olduğu bulundu (p<0,05). Bireyler NSP ile değerlendirildiğinde duygusal reaksiyonlar alt skoru haricinde diğer tüm başlıkların toplam skorlarında AAM‟ li kadınların daha yüksek skor ortalamasına sahip olduğu ve istatistiksel açıdan iki grup arasında anlamlı fark olduğu görülmüştür (p<0.05). Sonuç olarak, AAM‟ nin kadınların yaşam kalitesinde ve ağrı eşiğinde düşüklüğe ve ağrının hem duyusal hem affektif niteliğinde artışa neden olduğu bulundu. Bu sonucun AAM‟ nin emosyonel durum üzerine etkisinden bağımsız olarak ortaya çıkması AAM patofizyolojisinde santral sensitizasyonun ağrı sendromlarına yatkınlık yarattığı teoremini doğrular niteliktedir. Ayrıca bu hastalarda semptom ciddiyeti arttıkça ağrı şiddetinin arttığı gözlenmiştir. Bu sonuçlara göre AAM‟ li hastalarda alt üriner sisteme yönelik semptomların yanı sıra ağrı sendromlarına yatkınlığında görülebileceği ve bu konuda çalışan klinisyenlerin hastaları bu yönden de değerlendirmeleri gerektiği vurgulanabilir. The aim of this study was to evaluate the pain and thr quality of life of women who were diagnosed with overactive bladder (OAB) and to determine whether they differ from healthy controls. The study included 28 women over 18 years of age who were diagnosed with OAB in accordance with the definition of International Continence Society and 28 healthy women over 18 years of age who agreed to participate in the study. The participating women were evaluated by The Short Form of the McGill Pain Questionnaire for pain intensity and pain quality; Self-Leeds Assessment of Neuropathic Symptoms and Signs for the presence of neuropathic pain and Algometer for the pain threshold level. Algometric measurements were made from 18 points in the body and 5 different anatomical locations on the abdominal line. Overactive Bladder Questionnaire, Incontinence Impact Questionnaire and Urogenital Distress Inventory were used to evaluate OAB symptoms and lower urinary tract symptoms of women included in the study, while Nottingham Health Profile (NHP) questionnaire was used to determine quality of life and general health status. It was found that women with OAB had lower scores in respect to pain threshold measurements with algometer than healthy women. When the women with OAB were evaluated by Mcgill pain questionnaire and symptom severity questionnaires of lower urinary tract symptoms, there was a positive correlation between OAB symptom severity and pain intensity (p<0,05). The comparison of health-related quality of life between the participating female subjects in respect to NHP showed a statistically significant difference in pain, sleep, social isolation, physical activity, energy and in the total scores of part 1 and part 2. The evaluation of the emotional reactions scores revealed no significant difference between the groups (p = 0.064).In conclusion, it was found that OAB results in a decrease in the quality of life and pain threshold of women and an increase in both sensory and affective qualities of pain. This result, independent of the effect of OAB on emotional state, confirms the hypotesis that central sensitization predisposes to pain syndromes in the pathophysiology of OAB. In addition, it was observed that the severity of pain increased in parallel with the severity of symptoms in these patients. According to these results, it can be emphasized that patients with OAB may be predisposed to pain syndromes as well as lower urinary tract symptoms and that clinicians should take this into consideration during the evaluation of patients.Item Covid-19 pandemi döneminde genç kadınlarda menstural sağlık, anksiyete ve fiziksel aktivite düzeyleri arasındaki ilişki(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Düzenli, Ayşe Gökçe; Sönmezler, EmelBu çalışma, Covid-19 pandemi döneminde sağlıklı genç kadınlarda menstural sağlık, anksiyete ve fiziksel aktivite düzeyleri arasındaki ilişkinin incelenmesi amacıyla planlandı. Kesitsel tipte tasarlanan bu çalışmada 18-25 yaşları arasında 268 kadın bireye çevrimiçi ortamda anket uygulandı. Öncelikle katılımcılardan genel demografik özellikleri, menstrual özellikleri, düzenli egzersiz yapma ve Covid-19 geçirmiş olma durumu gibi bilgiler alındı. Daha sonra, Menstrual sağlığı değerlendirmek amacıyla Menstrual Semptom Ölçeği (MSÖ), Premenstrual Semptom Ölçeği (PMSÖ), anksiyete değerlendirmesi için Sağlık anksiyetesi Ölçeği (SAÖ) ve Koronavirüs Anksiyete Ölçeği (KAÖ), depresyon seviyelerini değerlendirmek için Beck Depresyon Ölçeği (BAÖ), genel sağlık özelliklerini değerlendirmek için Notthingham Sağlık Profili (NSP), fiziksel aktivite düzeyi değerlendirilmesi için Uluslararası Fiziksel Aktivite Düzeyi Anketi Kısa Formu (UFAA-KF) uygulandı. İlaveten, katılımcılardan kendilerine ait cep telefonlarında çeşitli uygulamalarla kaydedilmiş, varsa, anketi uyguladıkları önceki günden itibaren kaydedilmiş 1 haftalık toplam adım sayılarını yazmaları istendi. Çalışmadan elde edilen verilere göre, fiziksel aktivite düzeyi düştükçe yaşam kalitelerinin kötü yönde etkilendiği sonucuna ulaşıldı. Ayrıca fiziksel aktivite düzeylerinin menstrual sağlık açısından sadece premenstrual semptomlardan “şişme” semptomunda iyileşmeye sebep olduğu bulundu. Bunun dışında fiziksel aktivite düzeyi ile menstrual semptomlar, premenstrual semptomlar, genel sağlık anksiyetesi ve koronavirüs anksiyetesi arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır (p>005). Fiziksel aktivite düzeyi değerlendirmesi dışında menstrual semptomlar, premenstrual semptomlar, koronavirüs anksiyetesi, sağlık anksiyetesi ve depresyon seviyelerinin hepsinin birbirleriyle doğru orantıda değiştiği görüldü (p<0.05). Görsel analog skalasıyla ölçülen menstrual ağrı şiddetinin fiziksel aktivite düzeyi ve koronavirüs anksiyetesi hariç, menstrual semptomlar, premenstrual semptomlar ve sağlık anksiyetesi ile anlamlı ilişkide olduğu bulundu (p<0.05). Ek olarak koronavirüs anksiyetesi arttıkça bireylerde haftalık adım sayılarının azaldığı görüldü (p<0.05). Bunun dışında haftalık adım sayısının azalmasının premenstrual yakınmaları, yaşam kalitesini ve depresyon düzeylerini kötüleştirdiği tespit edildi (p<0.05). Katılımcılarımızdan Covid-19 geçiren ve geçirmeyenler arasında da fiziksel aktivite düzeyleri, anksiyete değerlendirmeleri ve menstrual özellikler açısından anlamlı bir fark bulunamadı (p>0.05). Sadece Covid-19 geçiren kadınlarda genel sağlık durumlarında toplamda ve uyku ve enerji alt boyutlarında Covid-19 geçirmeyenlere göre kötüleşme tespit edildi. Sonuç olarak pandemi döneminde fiziksel aktiflikten çok anksiyetenin kadın sağlığını ve yaşam kalitesini olumsuz yönde etkilediği görüldü. Koronavirüs anksiyetesinin, kadınlarda adım sayısında azalma, menstrual ve premenestrual semptomlarda ve yaşam kalitesinde kötüleşmeye sebep olduğu tespit edildi. Elde ettiğimiz sonuçların ileride yapılabilecek çalışmalara ışık tutabileceğini düşündüğümüz çalışmamız, içinde bulunduğumuz pandemi döneminin etkilerini kadın sağlığı perspektifinden değerlendirmede adeta tarama niteliğinde bir araştırma olmuştur. This study was planned to examine the relationship between menstrual health, anxiety and physical activity levels in women. In this cross-sectional study, 268 women between the ages of 18-25 were surveyed online. Initially, questions such as general demographics of the participants, menstrual characteristics, regular exercise status and Covid-19 diagnose status were asked. Afterwards, Menstrual Symptom Scale (MSS) and Premenstrual Symptom Scale (PMSS) to assess menstrual health, Health Anxiety Scale (HAS) and Coronavirus Anxiety Scale (CAS) to assess anxiety, Beck Depression Inventory (BAI) to assess depression levels, to assess quality of life The Notthingham Health Profile (NSP), to assess the physical activity level the short form of the International Physical Activity Level Questionnaire (IPAQ-SF) was applied to the participants. In addition, the participants were asked to write down the 1-week step counts, if any, recorded on their mobile phones with various applications, from the previous day they administered the questionnaire. According to the data obtained from the study, it was concluded that the quality of life was adversely affected as the level of physical activity decreased. Also, it was found that physical activity levels caused an improvement in terms of menstrual health only in which is the premenstrual symptom of "swelling". Besides, it was observed that menstrual and premenstrual symptoms, coronavirus anxiety, health anxiety and depression levels all changed in direct proportion to each other (p<0.05). Furthermore, it was found that the severity of menstrual pain was significantly correlated with menstrual and premenstrual symptoms and health anxiety (p<0.05). Also, as coronavirus anxiety increased, it was observed that the number of weekly steps decreased in individuals (p<0.05) and it was determined that the decrease in the number of weekly steps worsened premenstrual complaints, quality of life and depression levels (p<0.05). Conspicuously, in women with Covid-19, the only different outcome in the comparisons compared to those without Covid-19 was found to be worsening in overall quality of life, sleep, and energy sub-dimensions. As a result, it was observed that anxiety, rather than physical activity, negatively affected women's health and quality of life during the pandemic period. Lastly, it has been determined that coronavirus anxiety causes a decrease in the number of steps, worsening of menstrual and premenstrual symptoms and quality of life in women. In conclusion, our study, which we think that the results we have obtained can shed light on the studies that can be done in the future, has been a valuable research in terms of evaluating the effects of the current pandemic period from the perspective of women's health.Item Halluks valgus deformitesi bulunan bireylerde uygulanan farklı bantlama tekniklerinin ağrı, denge ve fonksiyonellik üzerine etkinliğinin karşılaştırılması(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Şen, Ali; Sönmezler, EmelBu çalışmanın amacı halluks valgus deformitesi bulunan bireylerde uygulanan farklı bantlama tekniklerinin ağrı, denge ve fonksiyonellik üzerine etkinliğinin karşılaştırılmasıdır. Çalışmaya bilateral halluks valgus deformitesi rijit olmayan 18-60 yaş aralığındaki 33 gönüllü birey dahil edildi. Bireyler kinezyolojik bantlama, atletik bantalama ve plasebo bantlama grubu olarak 3 gruba eşit sayıda dahil edildi. Her bir grup haftada 3 kez 4 hafta boyunca bantlandı. Hastalardan bantlama öncesi ve 4 hafta sonrasında, halluks valgus açısı, ağrı şiddeti değerlendirmesi, naviküler düşme testi, ayak postür değerlendirmesi, tek ayak topuk kalkış testi, 10 metre yürüme testi, y denge testi, ayak fonksiyon indeksi, Amerikan ortapedik ayak-ayak bileği derneği skalası interfalanks ve orta ayak, Manchester-Oxford ayak anketi verileri kaydedildi. Kinezyolojik ve atletik bantlamanın, halluks valgus açısı, ağrı, denge ve fonksiyonellik parametrelerinde olumlu sonuçları bulundu. Plasebo bantlamanın, ağrı, denge ve fonksiyonellik parametrelerinde olumlu sonuçları bulundu. 3 grup birbirleriyle karşılaştırıldığında 10m yürüme testinde kinezyo ve atletik bantlama plasebo bantlamaya göre daha etkili bulundu ( p=0,003). Ayak fonksiyon indeksi atletik bantlama kinezyo ve plasebo bantlamaya göre istatiksel olarak daha anlamlı bulundu (p=0,042). Manchester-Oxford yürüme/durma alt parametresi atletik bantlama sonuçları kinezyo ve plasebo bantlamaya göre anlamlı bulundu (p=0,040). Sonuç olarak, kinezyo ve atletik bantlama tekniklerinin halluks valgus deformitesi olan bireylerin rehabilitasyonunda ağrı, denge ve fonksiyonelliğini iyileştirmek amacıyla kullanılabilecek alternatif bir yöntem olduğu söylenebilir. The aim of this study is to compare the effectiveness of different taping techniques applied on individuals with hallux valgus deformity on pain, balance and functionality. Thirty-three volunteers between the ages of 18-60 who have bilateral hallux valgus deformities with no rigidity were included in the study. Individuals were included in equal numbers into 3 groups as kinesiology taping, athletic taping and placebo taping groups. Each group was taped 3 times a week for 4 weeks. Hallux valgus angle, assessment of pain, navicular drop test, foot posture assessment, one-foot heel raise test, 10 meter walking test, y balance test, foot function index, American orthopaedic foot and ankle association scale interphalanx and midfoot and lastly Manchester-Oxfors foot questionnaire data were recorded before and 4 weeks after taping. Kinesio and athletic taping had positive results on hallux valgus angle, pain, balance and functionality parameters. Placebo taping had positive results in pain, balance and functionality parameters. When the 3 groups were compared to each other, kinesio and athletic taping were found to be statistically more significant than placebo taping in the 10m walking test ( p=0,003). Foot function index was found to be statistically more significant with athletic taping than kinesio and placebo taping (p=0.042). In Manchester-Oxford subparameter of walking/standing, athletic taping results were found to be statistically significant compared to kinesio and placebo taping (p=0.040). In conclusion, it can be said that kinesio and athletic taping techniques are an alternative method that can be used in the rehabilitation of individuals with hallux valgus deformity to improve balance, functionality and to reduce pain.Item Sezaryenle doğum yapan kadınlarda postpartum dönemde uygulanan egzersiz ve ergonomik modifikasyonları içeren eğitim programının kadınlarda depresyon, yeti yitimi ve yaşam kalitesi üzerine etkilerinin incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Bayram, Tuğçe; Sönmezler, EmelBu çalışma postpartum erken dönemde uygulanan egzersiz ve ergonomik modifikasyonları içeren eğitim programının kadınlarda yeti yitimi, postnatal depresyon ve yaşam kalitesi üzerine etkilerinin incelenmesi amacıyla planlandı. Çalışmaya katılan sezaryenle doğum yapmış erken postpartum dönemdeki 30 primipar kadın egzersiz ve eğitim grubu ile kontrol grubu olarak ikiye ayrıldı. Egzersiz ve ergonomik modifikasyonları içeren eğitim grubundaki kadınlara 6 hafta boyunca uygulayacakları alt ve üst ekstremite kuvvetlendirme egzersizleri, postüral egzersizler, solunum egzersizleri, pelvik taban egzersizleri ve dikkat etmesi gereken ergonomik modifikasyonlar uygulamalı olarak anlatıldı. Egzersizleri ve ergonomik modifikasyonları detaylı olarak anlatan eğitim kitapçıkları verildi. Kontrol grubuna ise rutin postpartum hemşirelik ve medikal bakım hizmetleri verildi. Postpartum 6. haftanın sonunda çalışmaya katılan tüm olguların bel ağrısına bağlı yeti yitimi düzeyleri Oswestry Özür İndeksi ile, fiziksel, psikospritüel ve sosyokültürel konfor düzeyleri Doğum Sonrası Konfor Ölçeği ile, depresyon düzeyleri Edinburgh Doğum Sonrası Depresyon Ölçeği ile, anneliğe uyumları Postpartum Kendini Değerlendirme Ölçeği ile ve yaşam kaliteleri ise Doğum Sonu Yaşam Kalitesi Ölçeği ile değerlendirildi. Kontrol grubu ile kıyaslandığında egzersiz ve ergonomik modifikasyon eğitimi verilen grupta bel ağrısına bağlı özür düzeylerinin (p<0,001) ve postpartum depresyon düzeylerinin (p<0,001) daha düşük, yaşam kalitesinin (p<0,001) ise daha yüksek olduğu tespit edildi. Gruplar kıyaslandığında Doğum Sonu Konfor Ölçeği‟nin fiziksel konfor (p<0,001), psikospirütüel konfor (p=0,004) ve sosyokültürel konfor (p=0,013) alt ölçeklerinden alınan puanlar egzersiz ve ergonomik eğitim grubunda kontrol grubundan daha yüksekti. Postpartum Kendini Değerlendirme Ölçeği sonuçları yönünden gruplar karşılaştırıldığında, eşler arasındaki ilişkinin kalitesi, partnerlerin bebek bakımına katılıma bakışları, doğum deneyiminden memnuniyet, hayatın devamından hoşnut olma ve annelik görevleriyle başa çıkmada güce güvenme alt ölçeklerinde gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı fark olmasına (tüm p‟ler <0,001) rağmen annelik ve yeni doğan bakımından memnunluk alt ölçeği (p=0,838) ile aile ve arkadaşlarının annelik için desteği alt ölçeği (p=0,744) açısından fark yoktu. Sonuç olarak, sezaryen doğumdan sonra erken dönemde verilen eğitimin kadınların bel ağrısına bağlı özür ve postpartum depresyon düzeylerini azalttığı, yaşam kalitelerini ve postpartum konfor düzeylerini arttırdığı ve anneliğe uyumlarını iyileştirdiği söylenebilir. Çalışmamızın sonuçları hem egzersiz eğitiminin hem de günlük yaşam aktiviteleri modifikasyonlarını içeren ergonomik eğitimin etkilerini göstermesi açısından literatüre katkı sağlaması ve bu alanda çalışan klinisyenlere de yol gösterici olacağı için oldukça önemlidir. This study was planned to investigate the effectiveness of exercise and ergonomic modifications training programme on depression, disability and quality of life in postpartum women delivered by ceserean section. Thirty primiparous women delivered by cesarean section in the early postpartum period were divided into two groups as exercise and education group and control group. Six weeks training program, which includes strengthening exercises, postural exercises, breathing exercises, pelvic floor exercises and ergonomic modifications was explained in practise to women in exercise and ergonomic training group and the training booklet which was explained in detail to describe exercise and ergonomic modifications training were given. Routine postpartum nursing and medical care services were given to the control group. At the end of the sixth week, all participants were evaluated by Oswestry Disability Index, Postpartum Comfort Questionnaire, Edinburgh Postpartum Depression Scale, Postpartum Self-Evaluation Questionnaire and Postpartum Quality of Life Scale. Comparing between two groups, it was found that the levels of disability related to low back pain (p<0,001) and postpartum depression levels (p<0,001) were lower and the quality of life was higher in the training group than control group (p<0,001). The results of Postpartum Comfort Questionnaire (p<0,001) were higher in exercise and ergonomic education group than control group. The results of Postpartum Self-Evaluation Scale, the quality of the relationship between the spouses, the attitudes of the partners to attend the baby care, satisfaction with the birth experience, satisfaction with the survival and trust in coping with maternity tasks (all p‟s <0,001) were found statistically significant differences between the groups. There was no difference between the groups in terms of maternity and satisfaction with the newborn (p=0,838) and the support of family and friends for motherhood (p<0,744) which were the subscales of the Postpartum Self-Evaluation Scale. In conclusion exercise and ergonomic modification training programme in the early period after cesarean section reduces disability related to low back pain, postpartum depression increases the quality of life and postpartum comfort levels and improves maternity compliance. The results of our study contribute to the literature in terms of demonstrating the effects of both ergonomic training, which includes daily living activities modifications and exercise training, as well as being important for the clinicians working in this field.Item Subakromiyal sıkışma sendromlu hastalarda farklı manuel terapi uygulamalarının ağrı, fonksiyonel durum, eklem hareket açıklığı, kas kuvveti ve yaşam kalitesi üzerine etkilerinin incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Çelik, Merve Sinem; Sönmezler, EmelÇalışmamızın amacı subakromiyal sıkışma sendromlu hastalarda konvansiyonel fizyoterapinin yanı sıra proprioseptif nöromusküler fasilitasyon (PNF) uygulaması ile bu uygulamaya ek olarak yapılan myofasiyal gevşetme (MG) tekniğinin ağrı, eklem hareket açıklığı (EHA), kas kuvveti, yaşam kalitesi ve fonksiyonellik üzerine etkilerinin incelenmesidir. Çalışmaya katılan 30 hasta, randomize olarak PNF grubu ve PNF ile birlikte MG grubu olmak üzere ikiye ayrılmıştır. PNF grubuna konvansiyonel fizyoterapiye ek olarak Tut gevşe tekniği ile PNF uygulaması, ev egzersiz programı ve hasta eğitimi uygulanırken; PNF ile birlikte MG grubuna tüm bu tedavilere ek olarak üst trapez kasına myofasiyal gevşetme tekniği uygulanmıştır. Olguların ağrı şiddetleri VAS ile, EHA Gonyometre ile, kas kuvvetleri el dinamometresi ile, yeti yitimi düzeyleri omuz ağrı ve dısabilite indeksi ile, fonksiyonel durumları kol, omuz ve el sorunları kısa anketi ile ve yaşam kaliteleri Nottingham Sağlık Profili ile değerlendirildi. Hastalar tedaviden önce, uygulamaların akut etkisini gösterebilmek amacıyla birinci tedavi seansından hemen sonra ve 10 seanslık tedavinin bitiminde değerlendirilmiştir. Çalışmadan elde edilen veriler analiz edildiğinde; her iki tedavi yöntemi ile hastaların omuz ağrılarında, EHA, kas kuvveti, yeti yitim düzeyleri ve fonksiyonel durumlarında 10 seanslık tedavi sonunda iyileşme görüldüğü gözlenmiştir. Myofasiyal gevşetme yönteminin tedaviye eklenmesi hastaların istirahat ağrısında azalmaya, EHA‟larının ve kas kuvvetlerinin bazı yönlerinde artış sağladığı bulunmuştur. Tek seanslık tedavi sonunda PNF tedavisinin aktivite ağrısı yönünden daha fazla iyileşme sağladığı, MG tedavisinin ise fleksiyon, external ve internal rotasyon eklem hareket açıklığında, fleksiyon ve abduksiyon kas kuvvetinde daha fazla iyileşme sağladığı sonucuna varılmıştır. 10 seanslık tedavi sonunda PNF tedavisi, yaşam kalitesinde yalnızca ağrı boyutunda iyileşme gösterirken, MG tedavisi ile yaşam kalitesinin ağrı, fiziksel aktivite, emosyonel durum, uyku ve toplam boyutlarında iyileşme görülmüştür. Bu sonuçlara göre, subakromiyal sıkışma sendromlu hastalarda uygulanan konvansiyonel tedavi yöntemlerine ek olarak PNF ve MG tedavi yöntemlerinin kombine olarak uygulanmasının hastaların şikayetlerini hem akut olarak hem de kümülatif olarak olumlu yönde etkilediği düşünülmektedir. The aim of our study is to examine the proprioceptive neuromuscular facilitation (PNF) and myofascial release (MR) technics‟ effects on pain, range of motion (ROM), muscle strength, life quality and physical functionality besides conventional physiotherapy technics on patients with subacromial impingement syndrome. 30 people patricipating in the study randomly divided into two groups as PNF group and PNF with MR group. While conventional therapy is used in addition to PNF therapy, home exercise program and patient education with hold-loosening technique; in addition to all these treatments to the MR group with PNF, myofascial to the upper trapezium muscle relaxation was applied. Pain severity of the cases evalueted with VAS, ROM evaluated using goniometer, muscle strength evaluated using hand dynamometer, disability levels evaluated with shoulder pain and disability index, functional states evaluated with brief survey of arm, shoulder and hand problems and their life qualities evaluated with Nottingham Health Profile. Patients evaluated before the treatment, after the first treatment session for the aim of showing the acute effects of applications and at the end of the 10 sessions of treatment. When the data obtained from the study were analyzed; improvement was observed on shoulder pain, ROM, muscle strength, disability levels and functional states of patients in both treatment technics. Addition of myofascial release technic to treatment decreases resting pain of patients and it has been found that addition of myofascial release technic increases ROM and muscle strength in some aspects. After one session of treatment, it was concluded that PNF technic provides more improvement in terms of activity pain, MR technic provides more improvement in flexion, external rotation and internal rotation range of motion, flexion and abduction muscle strength. After 10 sessions of treatment, PNF treatment showed only improvement in quality of pain in quality of life, MR treatment showed improvment in pain, physical activity, emotional state, sleep and total aspects. According to these results, in addition to conventional treatment methods in patients with subacromial impingement syndrome, using PNF and MR treatments combined of the treatment of patients both acute and cumulative effect in positive direction.Item Üriner inkontinansi olan bireyler için mobil egzersiz uygulaması geliştirilmesi ve etkinliğinin incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Öztoprak, Emre; Sönmezler, EmelBu çalışmada amacımız; hastaların tedaviye etkin katılımını sağlamak, günlük yaşam aktivitelerini takip etmek, hastanın ve sağlık çalışanının kayıtlara daha rahat ulaşmasını sağlamak, sorumluluk duygusunu arttırmak, düzenli eğitim ve hatırlatmalar yaparak stres üriner inkontinansı önlemeye yönelik eğitimi vermek amacıyla stres üriner inkontinans tanısı almış kadınların cep telefonlarından kullanabilecekleri bir mobil uygulama yazılımı geliştirmek ve etkinliğinin incelenmesidir. Çalışmaya 18 yaş ve üzeri stres üriner inkontinans tanısı almış 26 kadın dahil edildi. Toplam 26 kadın hasta randomize basit yöntemle; 13 kadın hasta kontrol grubu ve 13 kadın aplikasyon grubu olmak üzere iki 2 gruba ayrıldı. Stres üriner inkontinans tanısı almış 26 kadın hastamızla yapılan çalışmada, hastalarımızdan öncelikle sosyo-demogrofik ve klinik özellikleri sorgulayan “Olgu Rapor Formu” nu doldurmaları istendi. Semptom ciddiyetini değerlendirmek için “İnkontinans Etki Soru Formu” ve “Ürogenital Distres Envanteri”, idrar kaçırma yakınması değerlendirmek için “İnkontinans Şiddet Skalası”, üriner parametreleri değerlendirmek için “İdrar Günlüğü(3 günlük)”, üriner yaşam kalitesi için “İnkontinans Yaşam Kalitesi”, yaşam kalitesini değerlendirmek için “Nottingham Sağlık Profili”, genel iyileşmenin değerlendirilmesi için ise “Hasta Global İyileşme Ölçeği” her iki grup(kontrol ve mobil uygulama grubu) içinde kullanıldı. “Sistem Kullanılabilirlik Ölçeği” anketi ise mobil uygulamamızın kullanılabilirliğini ölçmek için sadece mobil uygulama grubuna uygulandı. Çalışmamızda hem mobil uygulama hem de klasik yöntemle yapılan pelvik taban rehabilitasyonu stres üriner inkontinansı olan kadınlarda inkontinans şiddeti (p<0,001), ürogenital distres (p<0,001), inkontinans etki (p<0,001) ve inkontinans yaşam kalitesi (p<0,001) ile global hasta iyileşme (p<0,001) skorlarında anlamlı etkisinin olduğu sonucuna varılmıştır. Yine çalışmamızda elde edilen bulgulara göre, mobil uygulama ile yapılan pelvik tabanlı egzersizler, stres üriner inkontinans olan kadınlarda kontrol grubuna göre üriner semptomları istatistiksel olarak anlamlı şekilde düşürürken, yaşam kalitesini ise arttırmıştır. Sonuç olarak mobil uygulamada hem inkontinans semptomlarında hem de yaşam kalitesinde, klasik uygulamadan daha fazla başarı elde edilmiştir. Klasik yönteme göre mobil uygulama ile hem daha fazla hastaya ulaşabilme imkanı sağlanmakta, hem de çeşitli nedenlerle sağlık kurumlarına gelmekte güçlük yaşayan hastaların da egzersize bağlı kalım süreleri artmaktadır. Geliştirdiğimiz bu mobil uygulama stres üriner inkontinans hastalarına birinci basamak tedavi olarak güvenle önerilebilir. In this study, our aim is to develop a mobile application software that women diagnosed with stress urinary incontinency can use from their mobile phones in order to ensure the effective participation of patients in treatment, to monitor daily life activities, to ensure that the patient and health worker reach the records more comfortably, to increase the sense of responsibility, to provide training to prevent urinary incontinency by making regular trainings and reminders, and to examine its effectiveness. The study included 26 women diagnosed with stress urinary incontineance aged 18 and over a total of 26 female patients were randomized by simple method; It was divided into two groups: 13 female patient control groups and 13 women's app groups. In the study conducted with 26 female patients diagnosed with stress urinary incontineance, our patients were first asked to complete the "Case Report Form", which questions socio-demogrophic and clinical features. "Incontinence Impact Questionnaire" and "Urogenital Distres Inventory" to assess symptom severity, "Incontinence Severity Scale" was used in both groups (control and application group) to evaluate urinary incontinence, "Urine Diary (3 days)", "Incontinence Quality of Life" for urinary quality of life, "Nottingham Health Profile" for assessing quality of life, and "Global Recovery Scale" to assess overall improvement. The "System Availability Scale" survey was applied only to the application group to measure the availability of our mobile application. In our study, both mobile application application and pelvic floor rehabilitation performed by classical method were found to have a significant effect on incontinencline severity (p<0,001), urogenital dystres (p<0,001), incontinental effect (p<0,001) and incontinental quality of life (p<0,001) and global patient recovery (p<0,001) scores in women with stress urinary incontineanth. According to the findings of our study, pelvic-based exercises applied with mobile application significantly reduced urinary symptoms and improved quality of life in women with stress urinary incontinencies compared to the control group. As a result, more success has been achieved in the mobile application, both in incontinenment symptoms and quality of life, than in the classic application. According to the classical method, mobile application method provides access to more patients and the life span of patients who have difficulty coming to health institutions for various reasons increases. This mobile application we have developed can be safely recommended as a primary care treatment for stress urinary incontinens patients.