Browsing by Author "Güven, Esra"
Now showing 1 - 20 of 20
- Results Per Page
- Sort Options
Item 12-14 yaş grubu çocukların müziğe ilişkin tutumları ile sosyal beceri düzeyleri arasındaki ilişkinin incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2017) Güven, Esra; Erol, İsmail LütfüBu araştırmada, 12-14 yaş grubu çocukların müziğe ilişkin tutumları ile sosyal beceri düzeyleri arasındaki ilişki belirlenmiş ve bazı değişkenlere göre çocukların müziğe ilişkin tutumları ve sosyal beceri düzeyleri incelenmiştir. Araştırmada var olan durumun belirlenmesine çalışıldığı için betimsel araştırma modeli kullanılmıştır. Araştırmanın çalışma grubunu 2016-2017 eğitim öğretim yılında Ankara’nın farklı yaşam seviyesinde yaşamakta olan ve bu nedenle Altındağ, Çankaya, Etimesgut, Mamak ve Yenimahalle merkez ilçelerinden seçilen 424 kız (%52,8) ve 379 erkek (%47,2) olmak üzere toplam 803 birey oluşturmaktadır. Araştırmada, çocukların müziğe ilişkin tutumlarını belirlemek amacıyla Müziğe İlişkin Tutum Ölçeği, sosyal beceri düzeylerini belirlemek amacıyla Çocuklar İçin Sosyal Beceri Ölçeği ve araştırmacı tarafından hazırlanan Kişisel Bilgi Formu kullanılmıştır. Araştırmada toplanan verilerin analizinde SPSS 21 programından yararlanılarak frekans, yüzde, Pearson Momentler Çarpımı Korelasyon Katsayısı, t-testi, Tek yönlü varyans analizi ve Tukey HSD testi kullanılmıştır. Araştırmada elde edilen bulgular şu şekilde özetlenebilir: 1. Çocukların müziğe ilişkin tutumları ile sosyal beceri düzeyleri arasında pozitif yönde anlamlı bir ilişki bulunmuştur. Buna göre, çocukların müziğe ilişkin tutumları arttıkça sosyal beceri düzeyleri de artmaktadır. 2. Çocukların Ankara’da yaşadıkları merkez ilçelere göre müziğe ilişkin tutumlarında anlamlı bir fark bulunurken, sosyal beceri düzeylerinde anlamlı bir fark bulunmamıştır. 3. Çocukların cinsiyetlerine göre hem müziğe ilişkin tutumlarında hem de sosyal beceri düzeylerinde anlamlı bir fark bulunmuştur. Kızların müziğe ilişkin tutumları ve sosyal beceri düzeyleri erkeklerden daha yüksek bulunmuştur. 4. Çocukların yaşlarına göre hem müziğe ilişkin tutumlarında hem de sosyal beceri düzeylerinde anlamlı bir fark bulunmuştur. 13 yaşındaki çocukların müziğe ilişkin tutumlarının 14 yaşındaki çocuklardan daha yüksek olduğu ortaya çıkmıştır. Diğer yandan 12 yaşındaki çocukların sosyal beceri düzeyleri 13 ve 14 yaşındakilere göre daha yüksek bulunmuştur. 5. Çocukların okullarındaki başarı algılarına göre hem müziğe ilişkin tutumlarında hem de sosyal beceri düzeylerinde anlamlı bir fark bulunmuştur. Akademik başarı algısı yüksek olan çocukların müziğe ilişkin tutumları ve sosyal beceri düzeyleri başarı algısı orta ve düşük olan çocuklara, akademik başarı algısı orta olan çocukların da düşük olanlara göre müziğe ilişkin tutumları ve sosyal beceri düzeyleri daha yüksek bulunmuştur. 6. Çocuklarının anne ve babalarının eğitim durumuna göre hem müziğe ilişkin tutumlarında hem de sosyal beceri düzeylerinde anlamlı bir fark bulunmamıştır. 7. Flüt ve melodika dışında bir müzik enstrümanı çalıp çalmamaya göre çocukların hem müziğe ilişkin tutumlarında hem de sosyal beceri düzeylerinde anlamlı bir fark bulunmuştur. Bir müzik enstrümanı çaldığını belirtenlerin müziğe ilişkin tutumları ve sosyal beceri düzeyleri bir enstrüman çalmadığını belirtenlere göre daha yüksek bulunmuştur. 8. Herhangi bir müzik kursu alıp almama durumlarına göre çocukların hem müziğe ilişkin tutumlarında hem de sosyal beceri düzeylerinde anlamlı bir fark bulunmuştur. Bir müzik kursu aldığını belirtenlerin müziğe ilişkin tutumları ve sosyal beceri düzeyleri müzik kursu almadığını belirtenlere göre daha yüksek bulunmuştur. In this study, the relationship between music attitudes and social skill levels of 12-14 age group was determined and according to some variables, children's attitudes towards music and social skills levels were examined. Since the existing and current situation about the variables was tried to be determined, descriptive research model was used in the research. The participants included a total of 803 individuals 424 female (52.8%) and 379 male (47.2%) selected from six secondary schools in the districts of Altındağ, Çankaya, Etimesgut, Mamak and Yenimahalle in Ankara during the academic year 2016-2017 form. In the study, the Scale of Attitude towards Music was used to determine children's attitudes towards music. Furthermore, the Social Skill Scale for Children was utilized to determine their social skill levels and Personal Information Form developed by the researcher were used to collect the related demographic information. In the analysis of the collected data, frequency, percentage, Pearson Moments Multiplication Correlation Coefficient, t-test, One way ANOVA and Tukey HSD test were used by means of SPSS 21 program in the study. Findings obtained in the research can be summarized as follows: 1. There was a significant positive correlation between children's attitudes towards music and social skills levels. Accordingly, social attitudes increase as children's attitudes towards music increase. 2. A significant difference was found in the attitudes of children towards music according to the central districts they lived in Ankara, but no significant difference was found in their social skills levels. 3. A significant difference was found in both children's attitudes towards music and social skills levels according to their genders. Girls’ attitudes towards music and social skills were found to be higher than boys'. 4. A significant difference was found in both children's attitudes towards music and social skills according to their age. It turns out that the attitudes of 13-yearolds to music are higher than those of 14-year-olds. On the other hand, the social skills of children aged 12 years were found to be higher than those aged 13 and 14 years. 5. A significant difference was found in both children's attitudes towards music and social skills according to their academic achievement perceptions. Children with high academic achievement attitudes were found to have a higher level of attitudes towards music and social skills than children with medium and low achievement perceptions. Similarly, children with a medium academic achievement perception were observed to have a higher level of attitude toward music and social skill level than children with a low achievement perception. 6. There was no significant difference in children’s attitudes towards music and social skills levels according to their parents’ educational status. 7. According to whether to play a musical instrument different from flute and melodicas, there was a significant difference in children's attitudes towards music as well as social skills levels. Children who stated that they played a musical instrument were found to have a higher attitude towards music and social skill levels than children who indicated that they did not play an instrument. 8. There was a significant difference in children's attitudes towards music as well as their social skill levels according to whether they took any music courses or not. Children who said that they had a music course were found to have a higher attitude towards music and social skill levels than those who indicated that they did not attended a music course.Item Anne Baba tutumu ve aile yapısı ile sosyal anksiyete düzeyi arasındaki ilişkide üstbilişlerin aracı(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2020) Şahin, Cansu; Güven, EsraBu çalışmanın amacı, algılanan anne baba tutumu ve aile yapısının bireylerin sosyal anksiyete düzeyleri ile ilişkisinde olumsuz üstbilişlerin aracı rolünü sınamaktır. Araştırmanın örneklemi, çeşitli illerde ikamet eden 18-25 yaş arası, 222 kadın (% 66.7), 111 erkek (% 33.3) toplam 333 katılımcıdan oluşmaktadır. Araştırmada veri toplama amacıyla, Aile Yapısını Değerlendirme Aracı (AYDA), Kısaltılmış Algılanan Ebeveyn Tutumları Ölçeği-Çocuk Formu (KAET-Ç), Üstbiliş Ölçeği-30 (ÜBO-30), Liebowitz Sosyal Kaygı Ölçeği (LSKÖ) ve kişisel bilgi formu kullanılmıştır. Önerilen model Yapısal Eşitlik Modeli (YEM) aracılığıyla sınanmıştır. Analiz sonuçları incelendiğinde anne ve baba tutumunun aile yapısı aracılığıyla üstbilişler üzerinde ve aile yapısının da üstbilişler aracılığı ile sosyal anksiyete düzeyi üzerinde dolaylı bir yordayıcı etkiye sahip olduğu görülmektedir. Diğer bir ifadeyle algılanan anne ve baba aşırı koruyuculuk ve reddedicilik tutumunun artması, anne ve baba duygusal sıcaklık tutumunun azalması ve aile yapısında uyumun azalması; üstbilişlerin oluşturduğu bilişsel yapıyı zayıflatarak sosyal anksiyete düzeyini yordamaktadır. Bu model sosyal anksiyete düzeyi varyansının %30’unu açıklamaktadır. Bulgular alanyazın ışığında tartışılmıştır. The aim of this study is to examine the relationship between the variables and whether there is a mediator effect of negative metacognitions in the relationship between perceived parental attitude, family structure and individuals' social anxiety levels. The sample of the study consisted of 333 individuals between the ages of 18-25; 222 females (67.7 %) and 111 males (33.3%) were included in the study. The Family Structure Evalution Tool, Egna Minnen Barndoms Uppfostran /EMBU, Metacognitive Scale-30, Liebowitz Social Anxiety Scale and personal information form were used for data collection. Developmental models were evaluated with Structural Equation Model (SEM). In the study, it is seen that the mother and father attitude has an indirect predictive effect on metacognition through family structure and family structure has an indirect predictive effect on social anxiety level through metacognition. In other words, the increase in the excessive protection and rejection attitude perceived by the mother and father, the decrease in the emotional temperature attitude of the mother and father, and the decline of the harmony of family structure predicted the level of social anxiety by weakening the positive metacognitive beliefs. It is seen that the relationships predicted by the model explain 30 % of the variance of social anxiety level of the participants. The findings were discussed in the light of literature.Item Bağımlılık kişilik özellikleri ile ebeveyn duygusal erişebilirliği ve helikopter ebevyn tutumu ilişkisinde kişilerarası ilişki boyutlarının aracı rolü(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019) Erkan, Ezgi; Güven, EsraBu çalışmada, katılımcıların erken dönem yaşantılarında helikopter ebeveyn tutumlarına maruz kalma ve ebeveynlerine duygusal olarak erişebilme düzeyleri ile erişkin dönem bağımlı kişilik özellikleri arasındaki ilişkide kişilerarası ilişki boyutlarının aracı rolünün sınanması amaçlanmaktadır. Araştırmanın örneklemini, farklı illerde yaşayan, 20- 55 yaş arası, 127 kadın ve 75 erkek olmak üzere 202 bireyden oluşmaktadır. Araştırmada veri toplama amacıyla Demografik Bilgi Formu, Kişilik İnanç Ölçeği Kısa Formu, Algılanan Helikopter Ebeveyn Ölçeği, Ebeveyn Duygusal Erişilebilirlik Ölçeği, Kişilerarası İlişki Boyutlarını Ölçeği kullanılmıştır. Önerilen model Yapısal Eşitlik Modeli (YEM) aracılığıyla test edilmiştir. Araştırma bulguları, bağımlı kişilik özelliklerinin, kişilerarası ilişki boyutlarında empati dışında tüm değişkenlerle istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki içinde olduğunu göstermektedir. Bağımlı kişilik özellikleri ile onay bağımlılığı ve algılanan helikopter ebeveyn tutumları arasında istatistiksel olarak pozitif yönde anlamlı ilişki bulunmuştur. Diğer bir yandan bağımlı kişilik özellikleri ile başkalarına güven, duygu farkındalığı ve ebeveyn duygusal erişilebilirliği arasında istatistiksel olarak negatif yönde anlamlı ilişki bulunmuştur. Sonuç olarak, helikopter ebeveyn düzeyinin artması ve ebeveyn duygusal erişilebilirliği düzeyleri azalması onay bağımlılığını arttırmaktayken başkalarına güven ve duygu farkındalığı düzeylerini azalmaktadır. Erken dönem yaşantılarda müdahaleci ve eleştirel yaklaşım ile karakterize helikopter ebeveyn tutumları ve katılımcıların ebeveynlerine duygusal olarak erişebilme düzeylerinden kişiler arası ilişki boyutları üzerinden giden bu yol da bağımlı kişilik özelliklerini artmaktadır. In this study, it is aimed to test as a mediating role of the interpersonal relationship dimensions which are approval dependence, empathy, misting others, and emotional awareness in the relationship between dependent personality traits and being exposed to helicopter parent attitudes in early life and having emotionally available parent in early life. The sample of the study consisted of 202 individuals; 127 females and 75 males, between the ages of 20 and 55, living in different states. Demographic Information Form, Personality Belief Scale Short Form, Helicopter Parent Attitudes Scale, Parental Emotional Avalability Scale, Scale of Dimensions of Interpersonal Relationship Dimensions Scale were used for data collection. The proposed model was tested through the Structural Equation Model (SEM). The findings of the study show that dependency personality traits have a statistically significant relationship with all dimensions of interpersonal relationship except the dimension of the empathy. A statistically positive correlation was found between dependent personality traits and approval dependence and perceived helicopter parent. On the other hand, there was a statistically significant negative correlation between dependent personality traits, trust to others, emotion awareness and parental emotional avalability. There was no statistically significant relationship between dependent personality traits and empathy. As a result, increasing level of helicopter parent attitudes and decreasing level of emotional availability to parent increase the dependency of approval while decreasing misting others and emotional awareness. This relationship are increasing dependent personality traits.Item Bağlanma ve kişilik özellikleri ile ayrışma ve bütünleşme arasındaki ilişkide stresin aracı rolü(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019) Unutmaz, Rana; Güven, EsraEntegrasyon süreci ayrışma ve bütünleşme olmak üzere iki temel boyuttan oluşmaktadır. Ayrışma boyutu bireyin benliğini kazanması için yakın çevre ve sosyal ilişkilerinden ayrılarak kendilik farkındalığı geliştirmesi ve kendi ihtiyaç ve arzularını keşfetmesi olarak tanımlanmaktadır. Bütünleşme ise birey olarak var olmaya başlayan kişinin tekrar toplumla bir araya gelmesi olarak tanımlanmaktadır. Burada en önemli detay ise bütünleşirken bireyin kendi benliğinden kopmadan, çevresiyle ahenk içerisinde bir sistem oluşturmasıdır. Fakat entegrasyonu gerçekleştirmek her zaman mümkün olamamaktadır ve bazı kişiler ayrışamama veya bütünleşememe gibi basamaklarda sorun yaşamaktadır. Mevcut araştırma bağlanma türleri ve kişilik özelliklerinin ayrışma ve bütünleşme üzerindeki etkilerini stres aracılığı ile ölçmeyi hedeflemektedir. Bu doğrultuda araştırmanın ilk bölümünde öncelikle Ayrışamama Bütünleşememe Ölçeği’nin geçerlilik ve güvenirlik çalışmaları gerçekleştirilmiş ve Dengeli Benlik Ölçeği kullanılarak sınanmıştır. Araştırmanın ikinci bölümünde ise bağlanma türleri ve kişilik özelliklerinin stresin aracı etkisiyle entegrasyon süreçleri üzerinde etkilerini ölçmeyi hedefleyen bir model geliştirilmiştir. Geliştirilen bu model, farklı bir örneklem üzerinde geçerli ve güvenilir bir ölçek olduğu gözlenen Ayrışamama Bütünleşememe Ölçeği’nin düzenlenmiş versiyonu, Bağlanma Temelli Zihinsel Temsiller Ölçeği, Kısa Semptom Envanteri ve Beş Faktörlü Kişilik Envanteri kullanılarak sınanmıştır. Araştırma bulguları incelendiğinde güvenli bağlanma, dışa dönüklük ve gelişim boyutlarının modelde anlamlı ilişkiler sergilemedikleri gözlenmiş ve yeni bir model önerilmiştir. Önerilen bu model çerçevesinde ayrışma ve bütünleşme ile anlamlı ilişkiler sergiledikleri gözlenen güvensiz bağlanma, kişiliğin duygusal dengelilik, yumuşak başlılık ve özdenetim boyutları ve stresin alt boyutları olan anksiyete, depresyon, olumsuz benlik, somatizasyon ve öfke boyutları analizde yer almıştır. Elde edilen yeni model çerçevesinde bulgular incelendiğinde güvensiz bağlanma ve duygusal dengesizlik boyutlarının ayrışamama ve bütünleşeme süreçlerini stres aracılığıyla pozitif yönde yordadıkları gözlenmiştir. Buna ek olarak öz denetim ve yumuşak başlılık boyutlarının ise ayrışamama ve bütünleşmeme süreçlerini stres aracılığıyla negatif yönde yordadıkları gözlenmiştir. Güvensiz bağlanma düzeyi ile paralel olarak özdenetim ve yumuşak başlılık düzeyi düşük, duygusal dengesizlik düzeyi yüksek örüntü sergileyen kişilik yapısı güçlendikçe psikopatoloji belirtileri ile seyreden stres düzeyinde artış gözlenmektedir. Stres düzeyindeki bu artış ayrışma ve bütünleşme etkileşimi ile tanımlanan entegrasyon sürecini olumsuz etkilemektedir. Integration process consists of two main domains called differentiation and interpersonal integration. Differentiation process can be defined as individual’s separation from their intermediate environment and social relations to gain their individualism. Interpersonal integration can be outlined as the reconsolidation of the individual who has started to exist as an individual with the community. The most significant detail at this point is that individuals construct a system in harmony with their environment without drifting away from their own selves while integrating. However, realizing the integration may not always be possible and some people experience problems at differentiation or integration stages. The current study aims to assess the effects of attachments styles and personality traits on differentiation and integration by means of stress. In this regard, in the first section of the research, firstly validity and reliability studies of Integration-Differentiation Scale were conducted and tested with Scale of Balanced Differentiation and Integration. In the second section, a model was developed to assess the effects of attachment styles and personality traits on integration processes with the mediating effect of stress. The developed model was tested by using the revised version of Integration-Differentiation Scale which was observed to be valid and reliable on a different sampling, Attachment Based Mental Representation Scale, Brief Symptom Inventory, and Big Five Personality Scale. Results of the study showed that dimensions of secure attachment, extraversion, and openness did not show meaningful relationships on the model. In the framework of the proposed model, insecure attachment which is observed to have meaningful relationships with differentiation and integration, dimensions of personality which are neuroticism, agreeableness, conscientiousness, and sub-dimensions of stress including anxiety, depression, negative self-concept, somatization, and hostility were included in the analysis. Results indicated that insecure attachment and neuroticism had a positive effect on differentiation and integration processes by means of stress. In addition, it was observed that dimensions of conscientiousness and agreeableness had a negative effect on differentiation and integration processes by means of stress. While the level of conscientiousness and agreeableness is low parallel to the level of insecure attachment, the personality trait that display high levels of neuroticism gets stronger, and an increase is observed in the level of stress proceeding with pschopathology syptoms. The increase in this stress level tend to have an negatively affect on integation process.Item Bireylerin aleksitimi ile duygusal yeme düzeyleri arasındaki ilişkide öz şefkatin düzenleyici rolü(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021) Aydemir, Beril; Güven, EsraBu araştırmanın amacı bireylerin aleksitimi (duyguları tanıma zorluğu, duyguları ifade etme zorluğu ve dışa vuruk düşünce biçimi) düzeyleri ile duygusal yeme düzeyleri arasındaki ilişkide öz şefkatin düzenleyici rolü olup olmadığını incelemektir. Araştırmanın örneklemi 18-65 yaş aralığındaki 488 katılımcıdan oluşmaktadır. Katılımcılar Bilgilendirilmiş Onam Formu’nu okuyup onayladıktan sonra veri toplama araçları olan Demografik Form, Toronto Aleksitimi Ölçeği, Hollanda Yeme Tutumu Ölçeği, Öz Şefkat Ölçeği ve Çok Boyutlu COVID-19 Ölçeği’ni doldurmuşlardır. Araştırma hipotezlerini test etmek adına SPSS ve SPSS için geliştirilen Process Macro eklentisi kullanılmıştır. Analiz sonuçlarına göre aleksitimi toplam puanı ve duygusal yeme ilişkisi ile duyguları tanıma zorluğu alt boyutu ve duygusal yeme ilişkisini yalnızca yüksek öz şefkatin anlamlı olarak düzenlediği bulunmuştur. Duyguları ifade etme zorluğu ve duygusal yeme ilişkisinde ise öz şefkatin hem ortalama değeri hem de ortalamadan 1 standart sapma yüksek değeri için düzenleyici rolü anlamlılık göstermiştir. Analizlerin bulguları ilgili alanyazın kapsamında tartışılmıştır. Aim of this study is to investigate whether there is a moderating effect of self-compassion in the relationship between alexithymia (difficulty in identfying emotions, difficulty in expresssing emotions and externally oriented thinking) and emotional eating levels. The sample of the study consists of 488 participants between the ages of 18-65. After signing the informed consent form, participants filled out Demographic Form, Toronto Alexithmia Scale, (TAS), The Dutch Eating Behavior Questionnaire (DEBQ), Self-Compassion Scale (SCS) and Multi-Dimensional COVID-19 Scale. In order to test the hypotheses of the study SPSS and Process Macro tool for SPSS were used. According to the results, the relationship between alexithymia total score and emotional eating and the relationship between difficulty in identfying emotions subscale and emotional eating were moderated only by high level of self-compassion. For the relationship between difficulty in expressing emotions subscale and emotional eating, both mean and one standard deviation above the mean value of self compassion were found significant moderator. The results of the study were discussed within the scope of the literature.Item Bireylerin hayvanlarına ve ebeveynlerine bağlanma düzeylerine göre bilişsel üçlü algısı(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2020) Boyacı, Bilge Gülen; Güven, EsraBu çalışmada; evcil hayvanlara ve anne-babaya bağlanma örüntülerinin olumsuz bilişsel üçlü olarak adlandırılan temel bilişsel algılar üzerinde etkisi olup olmadığı araştırılmıştır. Bu çalışmanın amaçları arasında; bazı demografik ve beslenen hayvan koşulları ile ilişkili değişkenlerin bilişsel üçlü algılarına etkisinin olup olmadığının araştırılması da bulunmaktadır. Çalışmaya %67,9’si kadın (N = 250), %32,1’si erkek (N = 118) olmak üzere toplam 368 katılımcı alınmıştır. Çalışmada Lexington Evcil Hayvanlara Bağlanma Ölçeği, Üç Boyutlu Bağlanma Stilleri Ölçeği ve Bilişsel Üçlü Envanteri ile demografik değişkenleri araştırmak amacıyla araştırmacı tarafından hazırlanan Kişisel Bilge Formu kullanılmıştır. Bilişsel üçlü algısı ile anne-babaya ve evcil hayvana bağlanma örüntüleri arasındaki ilişkiyi incelemek için tüm değişkenlerle grup karşılaştırmalarına bakılmıştır. Bunun için katılımcıların LEHBÖ ve ÜBBSÖ güvenli bağlanma alt boyutu ortalama puanları kümülatif yüzdeliklerine göre küçükten büyüğe 3 benzer yüzdelikte gruba ayrılarak düşük ve yüksek kesme noktaları belirlenmiştir. Belirlenen dahil etme kriterlerine göre ortak etki grupları oluşturulmuştur. Bulgular, bilişsel üçlü algısı üzerinde anne-babaya bağlanma örüntüsünün çok güçlü bir değişken olduğunu; insan ilişkilerinde göremediği değer ve sevgiyi hayvanlarda bulan insanlarda kendilerini, dünyayı ve geleceği daha olumsuz algılama eğiliminin olduğunu ortaya koymaktadır. Araştırmadan elde edilen bulgular, konu ile ilgili kuramsal yaklaşımlar, yerli ve yabancı literatürdeki çalışmalar temelinde ve kendi içinde tartışılmıştır. Son olarak alanla ilgili sonraki çalışmalara kaynak ve bulgu oluşturması adına önerilerde bulunulmuştur. The aim of this study was to assess whether patterns of attachment to pets and parents were predictive of basic cognitive perceptions which is called negative cognitive triad. Additionally, it also aims to investigate whether some demographic and animal-based variables affect negative cognitive triad. The study sample included 368 (female 67.9% and N = 250; male 32.1% and N = 118) adult who have pet. The Cognitive Triad Inventory, Lexington Pets Attachment Scale, Three Dimensional Attachment Styles Scale, and a questionnaire including questions to measure demographic variables were administered to the participants. To analyze the relationship between cognitive triad and attachment patters to parents and pets, comparisons of the independent group samples for all variables were examined. For this purpose, cut-off points were determined by dividing the mean score of the Lexington Pets Attachment Scale and the secure attachment subscale of Three Dimensional Attachment Styles Scale according to their cumulative percentages. Groups were decided according to the determined inclusion criteria to the level of the attachment style for each participant. The findings reveal that the attachment styles to the parents has a crucial effect on basic cognition scores which is called cognitive triad. The tendency to negatively perceive view of self, others/world, and the future (cognitive triad) is more likely to one who has strong emotional bound with their pets, and weak emotional bound with others. Additionally, it is also found that the pattern of attachment to parents is more determinant than the pattern of attachment to pets in terms of cognitive triad. The findings of the study were discussed within the context of related theorems, research, and literature.Item Çevrimli sosyal destek ve gelişmeleri kaçırma korkusu ile sosyal ankesiyete bozukluğu belirti düzeyi arasındaki ilişkinin açıklanmasında sosyal medya bağımlılığı ve sosyal medya yorgunluğunun aracı rolü(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019) Ünal, Çağıl; Güven, EsraAraştırma gelişmeleri kaçırma korkusu ve bireylerin sanal etkileşimlerden algıladığı sosyal destek ile sosyal anksiyete bozukluğu arasındaki ilişkiyi tanımlarken sosyal medya bağımlılığı ve sosyal medya yorgunluğunun aracı rolünü açıklamayı amaçlamaktadır. Araştırma iki aşamadan oluşmaktadır. Çalışmanın ilk aşamasını iki ölçeğin geçerlik ve güvenirlik çalışmaları oluştırmaktadır. Bu bağlamda, sosyal medya yorgunluğu ölçümlemek için geliştirilen “Sosyal Medya Yorgunluğu Ölçeği”nin uyarlama çalışması yapılmış ve sanal etkileşimlerden algılanan sosyal desteği ölçümlemek amacıyla “Sanal Etkileşimlerden Oluşan Sosyal Destek Ölçeği” geliştirilmiştir. Çalışma verileri Sanal Etkileşimlerden Oluşan Sosyal Destek Ölçeği, Sosyal Medya Bağımlılığı Ölçeği, Sosyal Medya Yorgunluğu Ölçeği, Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği ve Kısa Semptom Envanteri yoluyla toplanmıştır. Araştırmanın ilk aşaması 185 katılımcı verisi ile yürütülmüştür. Yapılan geçerlik ve güvenirlik çalışmalarına göre, “Sosyal Medya Yorgunluğu Ölçeği” 5 boyutlu (Aşırı Yüklenme, Duygusal Yorgunluk, Agresiflik, Tatmin ve Kullanım), “Sanal Etkileşimlerden Oluşan Sosyal Destek Ölçeği” ise 4 boyutlu (Tatmin, Zorluklarla Baş Etme, Duygusal Destek ve Doğrudan İletişim) bir yapıya sahiptir. Korelasyon bulgularına göre iki ölçek de Çok Boyutlu Sosyal Destek Ölçeği dışındaki ölçeklerle anlamlı ilişkiye sahiptir. Araştırmanın ikinci aşamasında ise sosyal anksiyete bozukluğunu sosyal medya ile ilişkili değişkenler ile açıklamaya çalışan bir model önerilmiş ve sınanmıştır. Bu amaç doğrultusunda katılımcılardan Gelişmeleri Kaçırma Korkusu Ölçeği, Sanal Etkileşimlerden Oluşan Sosyal Destek Ölçeği, Sosyal Medya Bağımlılığı Ölçeği, Sosyal Medya Yorgunluğu Ölçeği ve Liebowitz Sosyal Kaygı Ölçeği yoluyla veri toplanmıştır. 240 katılımcı verisi ile yürütülen regresyon analizine göre gelişmeleri kaçırma korkusu, sanal etkileşimlerden oluşan sosyal destek, sosyal medya bağımlılığı ve sosyal medya yorgunluğu ile önerilen model doğrultusunda oluşturulan bloklar sosyal anksiyete bozukluğunu yordamaktadır. Önerilen yapısal eşitlik modeli analizleri yapıldığında, gelişmeleri kaçırma korkusunun sosyal medya bağımlılığı ve sosyal medya yorgunluğu aracılığıyla sosyal anksiyete bozukluğunu yordadığı görülmüştür. Sanal etkileşimlerden oluşan sosyal destek ise sosyal anksiyete bozukluğunu sosyal medya yorgunluğu üzerinden yordamaktadır. Önerilen alternatif modelde ise gelişmeleri kaçırma korkusu, sanal etkileşimlerden oluşan sosyal destek ve sosyal anksiyete bozukluğu arasındaki ilişki sosyal medya bağımlılığının sosyal medya yorgunluğunu yordayıcı etkisi üzerinden tanımlanmıştır. Alternatif modele ilişkin yapılan analizlerde tanımlanan bütün ilişkilerin anlamlı olduğu gözlenmiştir. Alternatif modele göre gelişmeleri kaçırma korkusu ve sanal etkileşimlerden oluşan sosyal destek arttıkça bireylerin sosyal medya bağımlılık eğilimi artmakta, bu artış kişilerde sosyal medya kaynaklı bir yorgunluğu arttırarak sosyal anksiyete bozukluğunu beslemektedir. The research aims to explain the mediating role of social media addiction and social media fatigue while defining the relationship between fear of missing out and social anxiety perceived by individuals from online interactions. The research consists of two stages. The first stage of the study consists of validity and reliability studies of two scales. In this context, the adaptation study of the Social Media Fatigue Scale which originally developed by Maier et al. (2012) to measure social media fatigue was conducted. In addition Social Support from Online Interactions Scale was developed to measure perceived social support from social media interactions. The data were collected through the Social Support from of Online Interactions Scale, Social Media Addiction Scale, Social Media Fatigue Scale, Multidimensional Perceived Social Support Scale and Brief Symptom Inventory. The first stage of the study was conducted with 185 participant data. According to the validity and reliability studies, Social Media Fatigue Scale is 5-dimensional (Social Overload, Emotional Fatigue, Aggressiveness, Satisfaction and Use), and Social Support from Online Interactions Scale is 4-dimensional (Satisfaction, Coping with Difficulties, Emotional Support and Direct Communication). According to the correlation findings, both scales had a significant relationship with scales other than the Multidimensional Social Support Scale. In the second stage of the study, a model trying to explain social anxiety disorder with variables related to social media was proposed and tested. For this purpose, data were collected from the participants through Fear of Missing Out Scale, the Social Support from Online Interactions Scale, Social Media Addiction Scale, Social Media Fatigue Scale and Liebowitz Social Anxiety Scale. According to the regression analysis conducted with 240 participants' data, the stages which consist of fear of missing out, social support from online interactions, social media addiction and social media fatigue predicted social anxiety disorder. When the proposed structural equation model analyzes were conducted, it was seen that the fear of missing out predicted social anxiety disorder through social media addiction and social media fatigue. Social support from online interactions predicts social anxiety disorder through social media fatigue. In the proposed alternative model, the relationship between fear of missing out, social support from online interactions and social anxiety disorder was defined by the predictive effect of social media addiction on social media fatigue. In the analysis of the alternative model, all relationships identified were significant. According to the alternative model, as social support from online interactions and fear of missing out increases, individuals' tendency towards social media addiction increases and this increase increases social media fatigue and feeds social anxiety disorder.Item Depresyon ve erteleme eğilimlerine göre akademik ertelemenin yordayıcıları; benlik algısı, zaman algısı ve bilişsel çarpıtmalar(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021) Ergür, Ece Gözde; Güven, EsraBu tez çalışmasının üç ana odağı bulunmaktadır. Bunlardan ilki, bireylerin akademik erteleme davranışlarının depresyon ve genel erteleme düzeylerine göre farklılaşan bir yapısının olup olmadığını test edilmesidir. İkinci amaç ise gruplararası farklılaşmadan bağımsız olarak tüm örneklemin COVID-19 pandemisinin etkileri ve uzaktan eğitim motivasyonları kontrol edildiğinde bireylerin akademik erteleme davranışlarının; benlik algısı, bilişsel çarpıtmalar ve zaman perspektifleri değişkenleri tarafından yordayan modelin araştırılması ve olası modelin etkilerin gücünün incelenmesidir. Üçüncü amaç ise COVID-19 pandemisinin etkileri ve öğrencilerin uzaktan eğitim kontrol edildiğinde, depresyon ve genel erteleme düzeylerine göre farklılaşma görülen gruplar özelinde bireylerin akademik erteleme davranışlarını benlik algısı, bilişsel çarpıtmalar ve zaman perspektifleri değişkenleri tarafından yordayan modelin araştırılması ve olası modelin etkilerin gücünün incelenmesidir. Çalışmaya % 86.8’i kadın, (N = 325), %12,2’si erkek (N = 46), %0,8 (N =3) cinsel yönelimini belirtmemiş olmak üzere toplam 374 katılımcı alınmıştır. Çalışmada, Çok Boyutlu COVID-19 Ölçeği, Yetişkin Erteleme Envanteri, Beck Depresyon Envanteri, Sosyal Karşılaştırma Ölçeği, Bilişsel Çarpıtmalar Ölçeği, Tuckman Akademik Erteleme Ölçeği, Zimbardo Zaman Perspektifi Envanteri ile demografik değişkenlerin anlaşılması amacıyla demografik bilgi formu kullanılmıştır. Beck Depresyon Envanteri’inden ve Yetişkin Erteleme Envanter’inden alınan ortalama puanlar, kümülatif yüzdeliklerine göre küçükten büyüğe 3 benzer yüzdelikte gruba ayrılarak düşük ve yüksek kesme noktaları belirlenmiştir. Belirlenen dahil etme kriterlerine göre ortak etki grupları (ideal grup, disforik ideal, ötimik erteleyici, disforik erteleyici) oluşturulmuştur. Bulgular, akademik erteleme davranışlarını açıklamada genel erteleme eğiliminin depresyon durumuna göre daha belirleyici olduğunu göstermektedir. Regresyon analizi bulgularına göre, depresyon ve genel erteleme düzeylerinden bağımsız bir şekilde; akademik ertelemeyi yordayıcı değişkenler, genel erteleme, depresyon, bilişsel çarpıtmalar ve zaman algısının alt boyutlarından geçmiş olumsuz ve gelecek yönelimidir. Etki gruplarında ise; ideal grup için akademik ertelemenin yordayıcısının genel erteleme olduğu, disforik ideal grup için zaman algısının gelecek yönelimi alt boyutunun etkili olduğu, ötimik erteleyici grupta akademik ertelemeyi yordayıcı bir değişkenin bulunmadığı ve son olarak disforik erteleyici grupta genel ertelemenin akademik ertelemeyi yordayıcı bir değişken olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Araştırmadan elde edilen bulgular alanyazın ışığında değerlendirilerek tartışılmış ve önerilerde bulunulmuştur. This thesis has three main focuses. The first of these is to test whether individuals' academic procrastination behaviors differ according to their depression and general procrastination levels. The second aim is to determine the academic procrastination behaviors of individuals when the effects of the COVID-19 pandemic and distance education motivations of the entire sample are controlled, regardless of intergroup differentiation; self-perception, cognitive distortions, and time perspectives variables to investigate the predicted model and examine the strength of the effects of the possible model. The third aim is to investigate the model that predicts the academic procrastination behaviors of individuals by the variables of self-perception, cognitive distortions and time perspectives, and to examine the strength of the effects of the possible model, in particular, when the effects of the COVID-19 pandemic and distance education of the students are controlled, in the groups with different levels of depression and general procrastination. A total of 374 participants were included in the study, of which 86.8% were female (N = 325), 12.2% were male (N = 46), 0.8% (N = 3) did not specify their sexual orientation. Multidimensional COVID-19 Scale, Adult Procrastination Inventory, Beck Depression Inventory, Social Comparison Scale, Cognitive Distortions Scale, Tuckman Academic Procrastination Scale, Zimbardo Time Perspective Inventory and demographic information form were used to understand demographic variables. Average scores from the Beck Depression Inventory and Adult Procrastination Inventory were divided into 3 similar percentiles from small to large according to their cumulative percentages, and low and high cutoff points were determined. Common effect groups (ideal group, dysphoric ideal, euthymic procrastinator, dysphoric procrastinator) were formed according to the inclusion criteria determined. Findings show that general procrastination tendency is more determinant than depression status in explaining academic procrastination behaviors. According to the regression analysis findings of the general sample, the predictors of academic procrastination are general procrastination, depression, cognitive distortions, and past negative and future orientation from the sub-dimensions of time perception. In effect groups, it was concluded that the predictor of academic procrastination was general procrastination for the ideal group. The future orientation (sub-dimension of time perception) was adequate for the dysphoric ideal group. There was no predictive variable for academic procrastination in the euthymic procrastinator group. Finally, general procrastination was a predictor of academic procrastination in the dysphoric procrastination group. The findings obtained from the research were evaluated in the light of the literature, discussed, and suggestions were made.Item Duyggusal güvenlik ve aile iletişim kalıpları ile genel psikopatoloji düzeyi arasındaki ilişki: Prefrontal işlevlerin aracı rolü(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019) Cengiz Yavuz, Eda; Güven, EsraMediation is the acitivity of parties to resolve the dispute by means of producing the most appropriate solutions for the dispute between them by the independent and impartial third party contributions. In Turkish Law, Mediation procedure is regulated for implementing in private law disputes by Law No. 6325. The Continuous change in the working areas in the working life, the continuous increase in the number of labour disputes işaret ettiği doğrudan ve dolaylı ilişkilerin ilgili yakın temalı alanyazınla tutarlı olduğu görülmüştür. Araştırma bulguları, geçmişe yönelik erken dönem ailesel faktörlerin yetişkin dönem genel psikopatoloji düzeyine olan katkısının belirlenmesine yardımcı olarak koruyucu/önleyici müdahale programlarına ışık tutabilir. Böylece, anksiyete, depresyon, olumsuz benlik, somatizasyon ve hostilite gibi psikopatolojilerin yaygınlığı azaltılabilir. The aim of this study is to investigate whether there is a moderator role of prefrontal functions in the relationship between emotional security, family communication patterns and general psychopathology level. The sample of the research is 282 adults aged between 18-40 years. The research investigates the perception of emotional security individuals obtained from their early lives, family communication patterns, current prefrontal functions and current general psychopathology levels. Due to the aim of this study, Emotion Security Scale, Family Communication Patterns Scale, Interpersonal Neurobiology Based Prefrontal Functions Scale, Brief Symptom Inventory and demographic information questionnaire are employed. Results point that when one of the the family communication patterns which is conformity orientation increases, general psychopathology level increases at the same time. Besides, when prefrontal functions and one of the family communication patterns which is conversation orientation increase, general psychopathology level decreases. The structural equation model is represented in the sample when a path between emotional security and family communication patterns is included. According to the findings of the last significant model of the analysis, prefrontal functions mediate the relationship between family communication patterns and general psychopathology level; however, prefrontal functions do not mediate the relationship between emotional security and general psychopathology level. Beside that, in the proposed model, parallel increase or decrease has been observed between the emotional security and family communication patterns. Increase in emotional security and increase in family communication patterns, together with decrease in conversation orientation predict decrease in general psychopathology level; and prefrontal functions show mediation effect in this model. The alternative model obtained in line with the associations proposed by the analysis (removal of the direct relation from emotional security to prefrontal functions, formation of a direct path from emotional security to general psychopathology level), had been found to have a better fit. The direct and indirect relationships in the tested model correspond to related themed literature. Findings of the research may shed light on the determination of early life familial factors that have some effects on adult psychopathology. The results may contribute to the development of protective/preventive early intervention programs. Thus, the prevalence of psyhcopathologies such as anxiety, depression, negative self, somatization and hostility may be decreased. and prolongation of cases in the face of the increasing population structure and the advancement of tecnology led to the establishment of a new Labour Court Law No. 7036, in certain cases, it is necessary to apply to the mediator before proceeding to count. In our study, the concept of mediation and mediation is discussed in general besides it will be examined the role of mediator the process of mediation, the conditions of selection of mediation, the scope of the compulsory application arrangement to be made to the mediator in the Labor Courts Law, the determination of the mediator, the determination of the mediation process and the determination of the mediation processItem Ebeveyn çatışması ve depresyon belirti düzeyi arasındaki ilişkide şemaları besleyen ve sosyal destek algısını zayıflatan bir mekanizma olarak aile birliği(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019) Kavalcı, Gizem; Güven, EsraBu çalışmada bireylerin depresyon belirti düzeyi ile ebeveynlerinin genel çatışma örüntülerine ilişkin algıları arasındaki ilişkide aile birliği, erken dönem uyum bozucu şemalar ve algılanan sosyal desteğin aracı rolünün sınanması amaçlanmıştır. Araştırmanın örneklemini, çeşitli illerde ikamet eden 18-65 yaş arası 299 birey; 187 kadın (% 62.5), 112 erkek (%37.5) oluşturmaktadır. Araştırmada veri toplama amacıyla, Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği, Young Şema Ölçeği Kısa Form-3, Çatışma Çözüm Stilleri Ölçeği, Aile Uyum Yeteneğini ve Birliğini Değerlendirme Ölçeği, Beck Depresyon Envanteri kullanılmıştır. Geliştirilen modeller Yapısal Eşitlik Modeli (YEM) aracılığıyla sınanmıştır. Analiz sonuçları katılımcıların, ebeveynleri arasındaki çatışma biçiminin olumlu, geri çekilmeci ya da boyun eğici olduğuna ilişkin algısı arttıkça, bu algının aile ile dengeli birliği sürdürmeye yardımcı olduğuna işaret etmektedir. Sözü edilen ikili ilişki aynı zamanda, yüksek standartlar, diğerleri yönelimlilik ve zedelenmiş otonomi şema alanlarının zayıflamasını sağlamakta ve algılanan sosyal desteğin artışını yordamaktadır. Benzer mekanizmanın olumsuz ebeveyn çatışma biçimi algısı ile yürütüldüğü analiz sonuçları ise aile birliğinin çok düşük düzeyde olmasının, aileyle bağlantısızlığının artmasının, yüksek standartlar, zedelenmiş otonomi ve kopukluk şemalarını güçlendirdiği görünmektedir. Bu çoklu mekanizmalar depresyon belirti düzeyi varyansının %48’ini açıklamaktadır. Bulgular alanyazın ışığında tartışılmıştır. Family cohesion as a mechanism perpetuates schemas in the relationship between parental conflict and depression and affect the perception of social suppport. The aim of this study is to investigate the mediation of family cohesion, early maladaptive schemas and the perceived social support in the relationship between parental conflict and depression level. The sample of the study consisted of 299 individuals between the ages of 18-65; 187 females (62.5%) and 112 males (37.5%) were included in the study. Multidimensional Perceived Social Support Scale, Young Schema Scale Short Form-3, Conflict Resolution Styles Scale, Family Adaptation Ability and Unity Rating Scale, Beck Depression Inventory were used for data collection. Developmental models were evaluated with Structural Equation Model (SEM). In the study, perception of the positive, withdrawal and subordinate conflict style between parents, the continuation of the balanced cohesion with the family predicts the weakening of the unrelenting standards, other directedness and impaired autonomy schema areas. In perception of negative parental conflict, the continuation of disengaged dimension of family cohesion, strengthened the unrelenting standards, impaired autonomy and disconnection and rejection schemas. It is seen that the relationships predicted by the model explain 48% of the variance of depression level of the participants. The findings were discussed in the light of literature.Item Erken çocuklukta duygu düzenleme becerilerinin aile sistemleri açısından incelenmesi: Ebeveyn istismar farkındalığı, evlilik uyumu, kardeş ilişkileri ve genel aile uyumu(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021) Eminoğlu, Cem; Güven, EsraBu çalışmada çocukların duygu düzenleme becerileri üzerinde ailenin ve aile alt sistemlerinin çeşitli etkileşimlerle yordayıcı etkisi araştırılmıştır. Çocuğun duygu düzenleme becerileri ile ilişkileri incelenen değişkenler, ikili sistemler özelinde istismar ya da ihmal riski olabilecek etkileşimler dikkate alınarak seçilmiştir. Bu doğrultuda ebeveyn-çocuk alt sistemini temsilen ebeveynlerin istismar farkındalıkları, anne-baba alt sistemini temsilen evlilik uyumu, kardeş-kardeş alt sistemini temsilen kardeş ilişkilerinin niteliği ve genel aile sistemini temsilen aile uyumu incelenmiştir. Bu bağlamda anne babaların çocuklarına yönelik davranışlarına ilişkin istismar farkındalığı, kendi aralarındaki evlilik uyumu ve kardeşler arasındaki ilişkinin niteliği ile çocuğun duygu düzenleme becerileri arasındaki ilişkilerde aile uyumunun aracı rolüne işaret eden bir model sınanmıştır. Araştırmanın örneklemini yaşları 22-49 arasında değişen 120 anne/baba oluşturmaktadır. Çalışmada veri toplama araçları olarak Kişisel Bilgi Formu, Duygu Düzenleme Ölçeği, İstismar Farkındalık Ölçeği – Ebeveyn Formu, Schaeffer Kardeş Davranışı Değerlendirme Ölçeği, Aile Uyum Ölçeği Kısa Formu, Evlilikte Uyum Ölçeği ve COVID-19 Pandemisi Kaygı Ölçeği kullanılmıştır. Ebeveyn-çocuk alt sistemini değerlendirmek amacıyla kullanılan ölçeğin iç tutarlılık katsayısının düşük bulunması nedeniyle bu alt sisteme ilişkin ölçüm modelden çıkarılmıştır. Araştırma hipotezleri doğrultusunda oluşturulan model AMOS Programı aracılığıyla test edilmiştir. Analiz sonuçları hipotez modelinin veri ile kısmi uyumluluk gösterdiğine işaret etmektedir. Ebeveynlerin evlilik uyumu ve kardeş ilişkilerinin niteliği ile 2-6 yaş çocuğun duygu düzenleme/kontrol düzeyleri ve duygularının değişkenlik/olumsuzluk düzeyleri arasındaki ilişkide aile uyumunun aracı rolünün sınandığı modelde, aile uyumu ile çocuğun duygularının değişkenlik/olumsuzluk düzeyi arasında doğrudan ilişki görülmemekle birlikte önerilen aracılık yolunun duygu düzenleme/kontrol üzerindeki etkisinin anlamlı olduğu görülmüştür. Erken çocukluk döneminde duygu düzenleme becerisi üzerinde aileyi bir sistem olarak ele almayı amaçlayan bu çalışma, çocukların duygu düzenleme becerileri ile çalışırken aileyi bütüncül bir şekilde ele almanın önemli olduğunu göstermektedir. In this study, the predictive effect of family and family subsystems with various interactions on children's emotion regulation skills was investigated. The variables whose relationships with the emotion regulation skills of the child were examined, were selected by considering interactions that might be at risk of abuse or neglect in the case of binary systems. In this respect, parents' awareness of abuse representing the parent-child subsystem, marital adjustment representing the mother-father subsystem, positive sibling relationships representing the sibling-sibling subsystem, and family adjustment representing the general family system were examined. In this context, a model that points to the mediating role of family adjustment in the relationships between parents' awareness of abuse towards their children, marital adjustment among parents and the quality of the relationship between siblings and the child's emotion regulation skills was tested. The sample of the study consists of 120 parents whose ages are between 22-49. Personal Information Form, Emotion Regulation Scale, Abuse Awareness Scale - Parent Form, Schaeffer Sibling Behavior Evaluation Scale, Short Form of Family Adjustment Scale, Marital Adjustment Scale and COVID-19 Pandemic Anxiety Scale were used as data collection tools in the study. Since the internal consistency coefficient of the scale used to evaluate the parent subsystem was not acceptable, this subsystem was excluded from the model. The model created in line with the research hypotheses was tested through the AMOS Program. The analysis results indicate that the hypothesis model is partially compatible with the data. In the model, in which the mediating role of family adjustment in the relationship between the marital adjustment of the parents and the quality of sibling relationships and the emotional regulation/control levels of the child aged 2-6, and the levels of lability/negativity of their emotions, there is no direct relationship between family adjustment and the level of the child's emotions lability/negativity, however, it was found that its effect on emotion regulation/control was significant. This study, which aims to consider the family as a system on emotion regulation skills in early childhood, shows that it is important to consider the family in a holistic way when working with children's emotion regulation skills.Item Erken dönem uyum bozucu şemalar ile aldatma eğilimi arasındaki ilişkide ilişki doyumunun ve ilişki bağlanımının rolü: Aracı ve durumsal aracı model önerileri(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2020) Çiftçi, Ezgi; Güven, EsraBu çalışmanın amaçları (1) erken dönem uyum bozucu şema alanları, ilişki doyumu, ilişki bağlanımı ve aldatma eğilimi arasındaki ilişkileri incelemek; (2) erken dönem uyum bozucu şema alanları ile aldatma eğilimi arasındaki ilişkide ilişki doyumunun aracı rolünü incelemek; (3) erken dönem uyum bozucu şema alanlarının ilişki doyumu üzerinden aldatma eğilimi ile dolaylı ilişkisinde ilişki bağlanımının düzenleyici rolünü incelemektir. Araştırmanın örneklemini en az altı aydır devam etmekte olan romantik bir ilişki içerisinde bulunan 20-60 yaş aralığındaki 295 birey oluşturmaktadır. Araştırmanın verileri; Kişisel Bilgi Formu, Young Şema Ölçeği Kısa Form-3, İlişki Doyumu Ölçeği, İlişki İstikrarı Ölçeği ve Aldatma Eğilimi Ölçeği aracılığıyla toplanmıştır. Yürütülen istatistiksel analizler (1) araştırmanın değişkenleri arasında anlamlı ilişkiler olduğunu; (2) ilişki doyumunun erken dönem uyum bozucu şema alanlarından kopukluk, zedelenmiş otonomi, zedelenmiş sınırlar ve diğerleri yönelimlilik ile aldatma eğilimi arasındaki ilişkiye anlamlı olarak aracılık ettiğini; (3) erken dönem uyum bozucu şema alanlarından kopukluk ve zedelenmiş otonominin ilişki doyumu üzerinden aldatma eğilimi ile dolaylı ilişkisinin ilişki bağlanımı tarafından düzenlendiğini ortaya koymuştur. İlişki doyumunun aracı rolü daha yakından incelendiğinde, yüksek standartlar şema alanı hariç diğer dört şema alanının (kopukluk, zedelenmiş otonomi, zedelenmiş sınırlar ve diğerleri yönelimlilik) ilişki doyumunu düşürerek aldatma eğilimini arttırdığı görülmektedir. Durumsal aracılık etkisi daha detaylı incelendiğinde ise ilişki bağlanımının düşük olduğu koşulda kopukluk ve zedelenmiş otonomi şema alanlarının ilişki doyumu aracılığıyla aldatma eğilimi üzerindeki dolaylı etkisi daha da yükselmektedir. Bulgular ilgili alanyazın ışığında tartışılmış, araştırmanın alanyazın ve klinik uygulama için önemi vurgulanmış ve son olarak araştırmadaki kısıtlılıklar incelenerek gelecek araştırmalar için önerilerde bulunulmuştur. The aims of the current study are to examine (1) the relations among early maladaptive schemas, relationship satisfaction, relationship commitment and infidelity proneness; (2) the mediating role of relationship satisfaction in the relationship between schema domains and infidelity proneness; (3) the moderating role of relationship commitment in the indirect relationship between schema domains and infidelity proneness through satisfaction. The sample of the study consists of 295 individuals between the ages of 20-60 in an ongoing romantic relationship for at least six months. The data was collected through Demographic Form, Young Schema Questionnaire, Relationship Assessment Scale, Relationship Stability Scale and Infidelity Proneness Scale. The results of the statistical analysis revealed (1) significant correlations among the variables of the study; (2) satisfaction significantly mediates the relationship between the schema domains of disconnection, impaired autonomy, impaired limits and other-directedness and infidelity proneness; (3) commitment significantly moderates the indirect relationship of disconnection and impaired autonomy schema domains with infidelity proneness through satisfaction. When the mediating role of relationship satisfaction is examined more closely, it is seen that all schema domains with the exception of unrelenting standards (disconnection, impaired autonomy, impaired limits and other directedness) increase infidelity proneness by decreasing the satisfaction. When the moderated mediation effect is examined in more detail, the indirect effect of disconnection schema domain and impaired autonomy schema domain on infidelity proneness through satisfaction is increased under the condition of low commitment. The findings were discussed in the light of the relevant literature; the importance of the research for literature and clinical practice was emphasized, and finally suggestions were made for future research by examining the limitations of the current research.Item Erken dönem uyum bozucu şemalar ve tükenmişlik arasındaki ilişkide mükemmeliyetçilik ve algılanan iş yeri sosyal desteğinin aracı rolü(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2020) Karagöz Okay, Büşra; Güven, EsraBu çalışmada, beyaz yaka çalışanların erken dönem uyum bozucu şemaları ve tükenmişlik düzeyleri arasındaki ilişkide algılanan iş yeri sosyal desteği ve mükemmeliyetçiliğin aracı rolünün sınanması amaçlanmaktadır. Araştırmanın örneklemini çeşitli illerde yaşayan 22-61 yaş arası 170 katılımcı oluşturmaktadır. Çalışmada Young Şema Ölçeği Kısa Form-3, Maslach Tükenmişlik Envanteri, Frost Çok Boyutlu Mükemmeliyetçilik Ölçeği, Algılanan Örgütsel, Yönetici ve Çalışma Arkadaşları Desteği Ölçekleri ve COVID-19 Pandemisi Kaygı Ölçekleri kullanılmıştır. Önerilen model Aracı Değişken Analizi ile test edilmiştir. Araştırma sonuçlarında çalışmaya dâhil edilen kopukluk, zedelenmiş otonomi ve yüksek standart şema alanları ile tükenmişlik arasında; mükemmeliyetçilik ve algılanan iş yeri sosyal desteğinin aracı rol oynadığı tespit edilmiştir. Diğer yandan diğerleri yönelimlilik şema alanı ve tükenmişlik arasında yalnızca mükemmeliyetçiliğin aracı rolünün anlamlı olduğu bulunmuştur. Ek olarak kopukluk, zedelenmiş otonomi ve yüksek standart şema alanlarından alınan puanlar yükseldikçe katılımcıların algıladıkları sosyal desteğin azaldığı ve tükenmişlik düzeylerinin arttığı görülmüştür. Son olarak, kopukluk ve zedelenmiş otonomi şema alanlarından alınan puanlar yükseldikçe katılımcıların mükemmeliyetçilik düzeylerinin arttığı ve bu yolla tükenmişlik düzeylerinin de arttığı tespit edilmiştir. Çalışma sonucunda elde edilen bulguların ilgili alanyazınla tutarlı olduğu bulunmuştur. Sınanan modelin sonuçları, mesleki tükenmişlik düzeyinin belirlenmesinde rol oynayan koruyucu önlemlerin niteliklerine işaret edebilir. Bu doğrultuda, bireyin deneyimlediği tükenmişlik ve beraberinde getirebileceği farklı belirtilerin sıklığı ve yaygınlığı azaltılması amaçlanmıştır. This thesis aims to investigate a mediating role of Perceived Workplace Social Support and Perfectionism in the Relationship of Early Maladaptive Schemas and Burnout of white collar employees. The sample of this study included of 170 individuals living in different cities in Turkey; between 22 and 62 age ranges. In this study, Young Schema Questionnaire, Maslach Burnout Inventory, Frost Multidimensional Perfectionism Scale, Perceived Workplace Social Support and COVID-19 Pandemic Community Scale were employed. The findings of the study show that disconnection and rejection, impaired autonomy and achievement, hypervigiliance and inhibition have a statistically significant and positive relationship with perfectionism. According to the findings, the mediator roles of perfectionism and perceived workplace social support in the relation between burnout and disconnection and rejection, impaired autonomy and achievement, hypervigiliance and inhibition schema domains were significant. Results point that participants who get high score from disconnection and rejection, impaired autonomy and achievement, hypervigiliance and inhibition schemas, have low score in perceived workplace social support and have high score in burnout. And lastly, increase in disconnection and rejection, impaired autonomy and achievement schema domains, may result in increase in perfectionism and also burnout. The results of the study are found to be consistent with the relevant literature. The tested model’s results may indicate the characteristics of protective measures that play a role in determining the level of professional burnout. Accordingly, the frequency and prevalence of the burnout experienced by the individual and different symptoms of that burnout can be reduced.Item Maneviyat düzeylerine göre stres, bilgece farkındalık ve ayrışma-bütünleşme farklılıkları(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2020) Akman, Afra Esma; Güven, EsraBu araştırma, maneviyat ile stres belirtileri, bilgece farkındalık düzeyi ve dengeli benlik değişkenleri arasındaki ilişkiye odaklanmıştır. Çalışmada, 18 yaş üstü 266 kadın ve erkek katılımcının maneviyat düzeylerine göre, stres belirtilerinin, bilgece farkındalık düzeylerinin ve dengeli benliklerinin anlamlı olarak farklılaşıp farklılaşmadığına bakılmıştır. Katılımcılar rastgele örnekleme yöntemiyle, çevrimiçi olarak çalışmaya katılmıştır. Çalışmada araştırmaya katılanlara; Demografik Bilgi Formu, Maneviyat Ölçeği, Stres Belirtileri Ölçeği, Beş Faktörlü Bilgece Farkındalık Ölçeği-Kısa Formu ve Dengeli Bütünleşme Ayrışma Ölçeği uygulanmıştır. Araştırmanın bulgularına göre, manevi pratik yapan katılımcıların “duyumsal farkındalık” düzeyleri, manevi pratik yapmayanlara göre daha yüksek olduğu bulunmuştur. Maneviyat ile Dengeli Bütünleşme Ayrışma Ölçeği’nin alt boyutları olan “kişiler arası” ve “öz gelişim” değişkenleri arasında çalışmada beklenildiği, gibi anlamlı ve pozitif yönlü bir ilişki gözlemlenmiştir. Maneviyat ile “duyumsal farkındalık”, “duyguları isimlendirme” ve “etkilenmeden gözlemleme ve izleme” bilgece farkındalık alt boyutları, anlamlı ve pozitif yönde ilişkilidir. Maneviyat ve stres belirtileri arasında ise istatistiksel olarak yeterince güçlü bir ilişki bulunamamıştır. Maneviyat düzeyinin değişkenler ile anlamlı bir ilişkisi olup olmadığına bakıldığında ise; maneviyat düzeyi düşük ve orta alt olarak gruplandırılan bireylerin, maneviyat düzeyi orta üst ve yüksek bireylere göre, bilgece farkındalık düzeyi ve dengeli benlik puanı daha düşüktür. Maneviyat düzeyi stres belirtileri üzerinde yalnızca “duygusal belirtilerde” anlamlı, pozitif yönde sonuçlar vermiştir. Mevcut çalışmada, kadın ve erkek katılımcılar arasında farklılık olup olmadığını incelemek amacıyla SPSS’deki Split File yöntemiyle analizler yenilenmiştir. Bu analiz sonuçlarına göre; maneviyat düzeyi düşük, orta alt, orta üst ve yüksek olarak gruplandırılan kadın katılımcıların, kişiler arası, öz gelişim, duyumsal farkındalık, duyguları isimlendirme, etkilenmeden gözlemleme ve izleme ve duygusal stres belirti düzeyleri arasında anlamlı farklılıklar gözlemlenmiştir. Erkek katılımcılarda ise yalnızca, kişiler arası ve etkilenmeden gözlemleme ve izleme düzeyleri arasında anlamlı bir fark bulunmuştur. Elde edilen sonuçlar tartışılmıştır. This research focuses on the relationship between spirituality and stress symptoms, mindfulness and the balanced-self variables. In this study, it was examined whether the stress symptoms, mindfulness levels and the balanced-self level differed significantly according to the spirituality levels of 266 female and male participants over the age of 18. Participants participated in the study online by the random sampling method. In the study; Demographic Information Form, Spirituality Scale (SS), Stress Symptoms Scale, Five- Facet Mindfulness Questionnaire-Short (FFMQ-S) form and Balanced Integration- Differentiation Scale (BIDS) were applied. According to the findings of the study, the level of sensory awareness of the participants who do spiritual practice were found to be higher than those who did not spiritual practice. As expected in the study, a significant and positive relationship was observed between spirituality and the variable “interrelational” and “self-development” which are sub-dimensions of BIDS. “Sensory awareness”, description of emotions” and “non-reactional observing and monitoring” mindfulness sub dimensions are related with spirituality in a meaningful and positive way. There was no significant relationship found between spirituality and stress symptoms. When looking at if the spirituality level has a significant relationship with the variables; the level of mindfulness and balanced-self score were lower in individuals who were grouped as low and medium-lower spiritual than those of middle-high and high spiritual. The level of spirituality yielded significant, positive results only on significant emotional symptoms relaying on stress symptoms. In the present study, the analyses were renewed with the Split File method in order to examine the differences between the male and female participants. According to the results of this analysis; Significant differences were observed between interrelational, self-development, sensory awareness, description of emotions, non-reactional observing and monitoring, and emotional stress symptom levels of female participants who were grouped as low spiritual, middle lower, middle upper and high. Significant difference was found between male participants, only interrelational and non-reactional observing and monitoring levels. The results have been discussed.Item Narsistik kişilik örüntülerinden sosyal medya bağımlılığına giden yol: Duygu düzenleme güçlükleri ve bilişsel çarpıtmaların aracı rolü(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2020) Dinç, Saime Begüm; Güven, EsraSosyal medya platformlarının çeşitlendiği ve kullanıcı sayılarının gün geçtikçe arttığı günümüzde, sosyal medya aşırı kullanımı ve bağımlılıkları araştırmaların ortak konularından biri olmaya başlamıştır. Bu çalışmada sosyal medya bağımlılığını yordayan iki model sunulmuştur. Bu bağlamda narsistik kişilik bozukluğunun iki boyutu kırılgan ve büyüklenmeci narsizmin sosyal medya bağımlılığını yordama düzeyleri duygu düzenleme güçlükleri ve bilişsel çarpıtmalar aracı değişkenleri üzerinden, SPSS PROCESS aracı model analizi ile test edilmiştir. Araştırma 15-65 yaş arası 251 katılımcı ile Sosyal Medya Bağımlılığı Ölçeği Yetişkin Formu, Narsistik Kişilik Envanteri, Duygu Düzenleme Güçlüğü Ölçeği, Kırılgan Narsistik Kişilik Envanteri ve Bilişsel Çarpıtmalar Ölçeği veri toplama araçları aracılığı ile yürütülmüştür. Elde edilen bulgulara göre kırılgan narsistik kişilik özelliği sergileyen bireyler büyüklenmecilere göre daha fazla duygu düzenleme güçlüğü yaşamakta, daha fazla bilişsel çarpıtma yapmakta ve sosyal medya ile ilgili daha fazla bağımlı davranış sergilemektedir. Duygu düzenleme güçlükleri ve bilişsel çarpıtmaların aracı rolü sosyal medya bağımlılığında her iki narsizm boyutu için de farklılaşmaktadır. Narsistik kişilik örüntülerinin her iki boyutunu da ele alan bu çalışma, alanyazın için sosyal medya bağımlılığına giden yolda kırılgan ve büyüklenmeci narsistik kişilik özellikleri gösteren kişilerin ayrımında ek bir görüş olabilmektedir. Today, social media platforms are diversified and the number of users is increasing day by day, social media overuse and addiction has become a common subject of research. In this study, two models predicting social media addiction are presented. In this context, the two dimensions of narcissistic personality disorder, the levels of predicting social media addiction of vulnerable and grandiose narcissism, were tested by means of SPSS PROCESS model analysis by means of emotion regulation difficulties and cognitive distortions. The study was conducted with 251 participants aged 15-65 with the Social Media Addiction Scale Adult Form, Narcissistic Personality Inventory, Emotional Difficulty Scale, Vulnerable Narcissistic Personality Inventory and Cognitive Distortions Scale. According to the findings, individuals who exhibit a vulnerable narcissistic personality feature have more emotional regulation difficulties, more cognitive distortions and more dependent behavior related to social media. Emotional regulation difficulties and the mediating role of cognitive distortions differ for both narcissism dimensions in social media addiction. This study, which deals with both dimensions of narcissistic personality patterns, may be an additional view for the literature, on the road to social media addiction, in the distinction between people who exhibit vulnerable and grandiose narcissistic personality traits.Item The predictive role of circumcision age on sexual experiences of men: The mediator role of self related concepts(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021) Soğular, Eliz; Güven, EsraThe present study aims to examine the relationships between circumcision age and sexual experiences of men which are premature ejaculation, erectile dysfunction, and sexual dissatisfaction. In line with this aim, path analysis was conducted to investigate the mediational role of self-related concepts which are self-esteem and self-efficacy in the relation with circumcision age and sexual dysfunctions. Also, the differences between circumcision age groups (0-3, 4-6, 7-12) on measures of the study were tested as a secondary aim of the study. The sample of the research consists of 236 circumcised men who were circumcised between the ages of 0 to 12. The participants who sign the informed consent form completed the Demographic Information Form which consists of questions regarding circumcision experience, The Golombok-Rust Inventory of Sexual Satisfaction (GRISS), The Perceived Stress Scale (PSS), and Two-Dimensional Self-Esteem: The Self-Liking/Self-Competence Scale (SLCS). Self-efficacy was removed from the main analysis of the study and only self-esteem was used as a self-related concept because of the high correlation between self-esteem and self-efficacy. Also, COVID-19 pandemic was appeared in Turkey during data collection process. Therefore, stress scores of participants, who were enrolled in the study before and after the first COVID-19 cases, were compared with each other. The results showed that there is no significant difference between groups. Therefore, all participants were included in other analyses. According to the results, there is no significant difference between circumcision age groups in terms of measures of the study (sexual experiences and self-esteem). On the other hand, the path analysis results show that circumcision age negatively predicts self-esteem. Also, self-esteem predicts sexual dysfunctions and sexual dissatisfaction in a negative way. The results of path analysis revealed the significant mediational role of self-esteem in the relationship between circumcision age and sexual dysfunction. Finally, it can be concluded that as the circumcision age increases, a decrease is observed in individuals' self-esteem and this diminishment causes an increase in premature ejaculation and erectile dysfunction symptoms, and sexual dissatisfaction scores in men. These findings support the hypothesis of this research regarding the mediating role of self-related concepts. The results are discussed under the light of the literature. Bu çalışma sünnet olma yaşı ile cinsel tatminsizlik ve aynı zamanda da cinsel işlev bozuklukları arasında yer alan erken boşalma ve erektil disfonksiyon arasındaki ilişkileri incelemeyi amaçlamaktadır. Bu amaçla sünnet yaşının, çalışmanın bu değişkenlerini çeşitli etkileşimlerle yordadığı hipotezleri sınanmıştır. Bununla birlikte çalışmada benlikle ilgili olan kavramlardan öz saygının ve öz yeterliliğin, sünnet yaşı ile cinsel deneyimler arasındaki ilişkide aracı rolüne ilişkin oluşturulan model sınanmıştır. Oluşturulan bu model yol analizi ile incelenmiştir. Çalışmanın ikincil inceleme konusu ise sünnet yaşı gruplarının (0-3, 4-6, 7-12) çalışmanın değişkenlerine göre farklılaşma örüntülerinin incelenmesidir. Araştırmanın örneklemi 0 – 12 yaş aralığında sünnet olmuş 236 erkekten oluşmaktadır. Bilgilendirilmiş Gönüllü Onam Formunu imzalayan katılımcılara sünnet deneyimine ilişkin soruların da bulunduğu Demografik Bilgi Formu, Golombok-Rust Cinsel Doyum Ölçeği, Algılanan Stres Ölçeği ve İki Boyutlu Öz Saygı: Öz Sevgi/Öz Yeterlilik Ölçeği uygulanmıştır. Öz yeterlilik ve öz saygı değişkenleri arasındaki yüksek korelasyondan dolayı öz yeterlilik çalışmanın temel analizlerinden çıkartılmış ve sadece öz saygı değişkeni kullanılmıştır. Veri toplama aşamasında Türkiye’de ilk COVID-19 vakası görülmüştür. Pandeminin etkisini kontrol etmek amacıyla ilk vakanın görülme tarihinden önce ve sonra çalışmaya gelen katılımcılar stres skorları açısından karşılaştırılmış ve anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. Bu bulgu doğrultusunda bütün katılımcılar diğer analizlere alınmıştır. Araştırmanın sonuçlarına göre sünnet yaşı grupları arasında çalışmanın değişkenleri (cinsel işlevler ve öz saygı) açısından anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. Buna ek olarak, yapılan yol analizi sonuçlarına göre sünnet yaşının öz saygıyı ve öz saygının da erkeklerin cinsel deneyimlerini negatif yönde yordadığı bulunmuştur. Önerilen modeldeki dolaylı etkilerin sonuçlarına göre ise öz saygının sünnet yaşı ile erkeklerin cinsel deneyimleri arasında anlamlı bir aracı etkisi olduğu tespit edilmiştir. Sonuç olarak, sünnet yaşındaki artış bireylerin öz saygılarında azalmaya, bu azalma da erken boşalma ve erektil disfonksiyon semptomları ile bireylerin cinsel tatminsizliğine dair skorlarında artışa sebep olmaktadır. Bu bulgular, araştırmanın benlik ile ilgili kavramların sünnet olma yaşı ve erkeklerin cinsel deyimleri arasında aracılık rolüne sahip olduğuna ilişkin hipotezini desteklemektedir. Bütün sonuçlar literatür ışığında tartışılmıştır.Item The predictive role of insecure attachment styles on relationship centered and partner focused obsessive compulsive symptoms: The mediator role of relationship satisfaction and intention of infidelity(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021) Balcı, Ezgi Su; Güven, EsraThe present study aims to examine the relationships between insecure attachment styles (IAS), relationship satisfaction (RS), intention of infidelity (IOI), relationship centered (RCOCS) and partner focused obsessive compulsive symptoms (PFOCS). In line with this aim, path analysis was conducted to examine the mediational role of RS and IOI between the relationship of IAS and RCOCS and PFOCS. According to the secondary aim of the study the differences of gender and relationship status on RCOCS, PFCOS, and their dimensions are investigated. Also, correlations between the measures of study, age and relationship duration were inspected. The sample of the research consists of 317 (209 female and 108 male) participants whose age ranged from 18 to 65. The participants firstly signed the informed consent, then completed the Demographic Information Questionnaire, Experiences in Close Relationships-Revised Scale, Relationship Assessment Scale, The Intentions Towards Infidelity Scale, Relationship Obsessive Compulsive Inventory and Partner Related Obsessive Compulsive Symptoms Inventory. Since COVID-19 Pandemic was first announced in Turkey during the data gathering process, scores of relationship centered and partner focused obsessive compulsive symptoms of participants who were enrolled in the study before and after the announcement are compared with each other and no significant difference was found. Also, no significant difference in scores of RCOCS and PFOCS in terms of gender, or interaction of gender and relationship status was found, but there is a significant difference between the constructs in terms of relationship status. In addition, there is a significant difference of relationship status on Being Loved by the Partner, Relationship “Rightness”, Morality, Sociability, Emotional Stability, Competence, Intelligence dimensions but not on Love for the Partner or Physical Appearance dimensions. Additionally, there is a significant interaction effect of gender and relationship status on Relationship “Rightness” dimension. In terms of gender, there is only a significant difference on Physical Appearance dimension. Path analysis results show that insecure attachment predicts relationship satisfaction negatively; and predicts intention of infidelity, RCOCS and PFOCS positively. Also, relationship satisfaction negatively predicts RCOCS and PFOCS, whereas intention of infidelity positively predicts PFOCS but not RCOCS. Finally, the results of path analysis revealed the mediational role of relationship satisfaction and intention of infidelity in the relationship between insecure attachment styles and relationship centered obsessive compulsive symptoms and also partner focused obsessive compulsive symptoms. Bu çalışma güvensiz bağlanma stilleri (GBS), ilişki doyumu (İD), aldatmaya yönetlik niyet (AYN) ile ilişki temelli (İTOKS) ve partner odaklı (POOKS) obsesif kompulsif sendromların arasındaki ilişkileri incelemeyi amaçlamaktadır. Bu amaçla güvensiz bağlanma stillerinin çalışmanın değişkenlerini çeşitli etkileşimlerle yordadığı hipotezler sınanmıştır. Bu bağlamda çalışmada İD ve AYN’nin GBS ile İTOKS ve POOKS arasındaki ilişkide aracı rolü üzerinde duran bir model sınanmıştır. Sınanan model ek olarak ITOKS, POOKS ve bu semptom gruplarının boyutlarının cinsiyet ve ilişki durumuna göre farklılaşma örüntülerinin incelenmesi çalışmanın ikincil inceleme konusunu oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemini 18-65 yaş aralığında 209’u kadın ve 108’i erkek 317 gönüllü katılımcı oluşturmaktadır. Bilgilendirilmiş onamı alınan katılımcılara Demografik Bilgi Formu, Yakın İlişkilerde Yaşantılar Envanteri, İlişki Doyumu Ölçeği, Aldatmaya Yönelik Niyet Ölçeği, Romantik İlişki Obsesyon ve Kompulsiyonları Ölçeği ve Partnere İlişkin Obsesif Kompulsif Belirti Ölçeği uygulanmıştır. Veri toplama aşamasında ortaya çıkan pandeminin etkisini kontrol etmek amacıyla analizler öncesinde katılımcıların ilişki temelli ve partner odaklı obsesif kompulsif semptomlarının pandeminin açıklanmasından öncesi ve sonrası olmak üzere iki grup arasında karşılaştırılması yapılmıştır ve bir farklılaşma bulunamamıştır. Araştırmanın sonuçlarına göre ITOKS veya POOKS düzeyinin cinsiyet ve cinsiyet ile ilişki durumu etkileşimine göre anlamlı bir biçimde farklılaşmadığı, bununla birlikte ilişki durumuna göre anlamlı bir farklılık gözlendiği saptanmıştır. Ayrıca, Partner Tarafından Sevilme, İlişki “Doğruluğu”, Ahlaklılık, Sosyallik, Duygusal İstikrar, Yeterlilik ve Zeka boyutlarındaki semptom düzeylerinin ilişki durumuna göre anlamlı bir şekilde farklılaştığı gözlemlenirken, Partnere Duyulan Sevgi ve Dış Görünüş boyutlarının ilişki durumuna göre anlamlı bir farklılaşmadığı gözlemlenmiştir. Dış Görünüş boyutu hariç hiç bir boyutun cinsiyete göre anlamlı bir şekilde farklılaşmadığı saptanmıştır. Aynı zamanda, İlişki “Doğruluğu” hariç hiç bir boyutun cinsiyet ile ilişki durumu etkileşimine göre anlamlı bir farklılaşması gözlemlenememiştir. Yol analizi sonuçlarına göre güvensiz bağlanma stillerinin ilişki doyumunu negatif yönde; aldatmaya yönelik niyet, İTOKS ve POOKS’yi ise pozitif yönde yordadığı gözlemlenmiştir. Aynı zamanda, ilişki doyumunun İTOKS ve POOKS’yi negatif yönde yordadığı ve aldatmaya yönelik niyetin ise POOKS’leri pozitif yönde yordarken İTOKS’leri anlamlı bir şekilde yordamadığı ortaya çıkmıştır. Modelin önerdiği dolaylı ilişkiler incelendiğinde ise güvensiz bağlanma stillerinin ilişki temelli ve partner odaklı obsesif kompulsif semptomlarını yordama ilişkisinde ilişki doyumu ve aldatmaya yönelik niyetinde aracı bir etkisi olduğu bulunmuştur. Sonuç olarak, bir bireyin güvensiz bağlanma skorlarının artışının ilişki doyumunu düşürücü, aldatmaya yönelik niyeti artırıcı bir etkisi olduğu; bu durumun da ilişki temelli ve partner odaklı obsesif kompulsif semptomlar üzerinde artırıcı bir etki yaptığı gözlemlenmiştir. Bu bulgular, ilişki doyumu ve aldatmaya yönelik niyetin aracı rolü üstlendiği hipotezini desteklemektedir.Item Psikolojik dayanıklılık mı, yanılsama mı: İstismar farkındalığına dair nitel bir araştırma(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021) Gürdal, Ayşe Suna; Güven, EsraBu çalışmada bireylerin istismar farkındalığı, istismara dair algı ve atıfları, istismar davranışlarına verilen tepkiler ve başa çıkma biçimleri istismarın üç biçimi olan partner, ebeveyn ve işyeri/yönetici istismarı çerçevesinde araştırılmıştır. İstismara dair atıfların ve başa çıkma biçimlerinin psikolojik dayanıklılık, istismar yaşantıları ve istismara dair mitler ile ilişkileri incelenmiştir. Çalışmanın örneklemini 4 kadın 4 erkek olmak üzere 8 katılımcı oluşturmaktadır. Çalışmada veri toplama araçları olarak Demografik Bilgi Formu, İstismara Dair Mitler Formu, Yarı Yapılandırılmış Görüşme Formu, Stres Belirtileri Ölçeği ve İstismar Yaşantıları Formu kullanılmıştır. Görüşme formunda partner, ebeveyn ve işyeri/yönetici istismar davranışlarını içeren 6 senaryo hazırlanmış, her bir katılımcı ile yaklaşık 30 dakika süren görüşmeler yürütülerek istismar senaryolarına ve genel olarak istismar kavramına dair algı ve atıflar toplanmıştır. Yapılan görüşmeler tematik analiz yöntemi ile analiz edildiğinde istismar kavramına dair atıf, tepki, etki, motivasyon atfı ve başa çıkma olmak üzere toplam beş üst tema belirlenmiştir. Her bir üst tema için alt temalar belirlenmiştir. Atıf üst teması için alt temalar mağdur odaklı açıklama, istismarcı odaklı açıklama ve ilişki/ortam odaklı açıklama; Tepki üst teması için alt temalar farkında aktif, farkında olmayan aktif, farkında pasif, farkında olmayan pasif ve kararsız; Etki üst teması için alt temalar fiziksel, duygusal, bilişsel/ benliğe yönelik olumsuz atıflar, ilişkisel ve motivasyonel; Motivasyon atfı üst teması için alt temalar kontrol/güç/ prestij, çevre/bağlam, benlik değeri ve karakter özelliği; Başa çıkma üst teması için alt temalar problem odaklı başa çıkma ve duygu odaklı başa çıkma olarak belirlenmiştir. 8 katılımcıdan 6’sının en az bir senaryoda istismar davranışlarını fark etmediği ve normalleştirdiği ortaya konmuştur. Özellikle mağdur odaklı açıklamalar etrafında davranışların normalleştirildiği öne çıkmış ve farkındalığın en yüksek olduğu istismar biçiminin işyeri/ yönetici istismarı olduğu gözlenmiştir. Katılımcıların istismar davranışlarının motivasyonlarına dair atıflarının literatürle uyumlu olduğu bulunmuş; güçlü olma motivasyonu, yetiştirilme tarzının etkisi ve bireyin yetersizlik algısı öne çıkan motivasyon kodları olmuştur. Başa çıkma biçimlerinde sadece duygu odaklı başa çıkma biçimlerini kullanan katılımcıların istismar yaşantılarına pasif tepkiler gösterdikleri ve stres puanlarının daha yüksek olduğu gözlenmiştir. In this study, individuals' awareness, perceptions and attributions of abuse, reactions to abusive behaviors and coping styles were investigated within the framework of three forms of abuse: partner abuse, parental abuse and workplace abuse. The relationships of abuse attributions and coping styles with psychological resilience, abuse experiences and myths about abuse were examined. The sample of the study consists of 8 participants, 4 women and 4 men. Demographic Information Form, Myths About Abuse Form, Semi-Structured Interview Form, Stress Symptoms Scale and Abuse Experiences Form were used as data collection tools in the study. In the semi-structured interview form, 6 scenarios containing abusive behaviors were presented to the participants. The perceptions and references about the abuse scenarios and the concept of abuse in general were collected by conducting interviews that lasted approximately 30 minutes with each participant. The interviews were analyzed with the thematic analysis method and five themes were determined as attribution, reaction, effect, motivation attributions and coping. Sub-themes were determined for each theme. The sub-themes for the attribution theme were victim-focused explanation, abuser-focused explanation, and relationship/environment-focused explanation; The sub-themes for reaction theme were active and aware, active and unconscious, passive and aware, passive and unconscious and indecisive; The sub-themes for effect theme were physical, emotional, cognitive/negative attributions to self, relational, and motivational; The sub-themes for motivation attributions theme were control/power/prestige, environment/context, self-worth and character trait; The sub-themes for the coping theme were problem-focused coping and emotion-focused coping. It was revealed that 6 out of 8 participants did not notice abusive behaviors and normalize the abuse in at least one scenario. It was observed that the behaviors were normalized especially focused on victim-oriented explanations and it was observed that the form of abuse with the highest awareness was workplace abuse. It was found that the expressions of the participants about the motivations of the abusive behaviors were compatible with the literature; the motivation to be strong, the effects of upbringing styles and the individual's perception of inadequacy were the prominent motivation codes. It was observed that the participants who used only emotion-focused coping styles showed passive reactions to their experiences of abuse and had higher stress scores.Item Romantik ilişki ve partner temalı obsesyon ve kompulsiyonların şema alanları açısından incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2019) Bahçepınar, Esra; Güven, EsraBu çalışma kapsamında araştırmaya katılan partnerlerin birbirlerinin romantik ilişki obsesyon ve kompulsiyonları ile partner temalı obsesif kompulsif belirtileri arasındaki ilişki ile katılımcıların romantik ilişki obsesyon ve kompulsiyonları ile partner temalı obsesif kompulsif belirtilerinin, şema alanları ile olan ilişkisi ele alınmıştır. Çalışmanın örneklemi; Kırıkkale (%48.6), Ankara (%18.6), Mersin (%15.2), İstanbul (%3.8) ve diğer illerde (%13.8) ikamet etmekte olan, 18 yaş üzeri ve hâlihazırda bir romantik ilişkisi bulunan 145 kadın ve 145 erkekten meydana gelmektedir. Katılımcıların birliktelik türleri; sevgili (%23.1), sözlü/nişanlı (%6.6) ve evli (%69.6) olmak üzere gruplandırılmıştır. Partnerlerin ilişki sürelerinin ise 15 gün ila 424 ay arasında değiştiği görülmüştür. Çalışma kapsamında katılımcılara demografik bilgilerini edinmek amacıyla Demografik Bilgi Formu, romantik ilişkilerle ilgili obsesif-kompulsif belirti düzeylerini ölçmek amacıyla Romantik İlişki Obsesyon ve Kompulsiyonları Ölçeği (RİOKÖ), partner temalı obsesif-kompulsif belirtilerinin düzeyini değerlendirmek amacıyla Partnere İlişkin Obsesif Kompulsif Belirti Ölçeği (PİOKBÖ) ve şema alanlarını değerlendirmek amacıyla Young Şema Ölçeği Kısa Form-3 (YŞÖ-KF3) uygulanmıştır. Yapılan analizler sonucunda partnerlerin birbirlerinin romantik ilişki obsesyon ve kompulsiyonları ve partner temalı obsesif kompulsif belirtileri arasında anlamlı düzeyde ilişkiye rastlanmıştır. Katılımcıların romantik ilişki temalı obsesyon ve kompulsiyonlarını anlamlı düzeyde yordayanların zedelenmiş özerklik ve aşırı tetikte olma şema alanları ile birliktelik türü olduğu tespit edilmiştir. Partner temalı obsesif kompulsif belirtilerini anlamlı düzeyde yordayanlar da zedelenmiş özerklik ve aşırı tetikte olma şema alanı ile birliktelik türü olarak bulunmuştur. Araştırma kapsamında elde edilen bulgular ilgili literatür ışığında tartışılmıştır. In the scope of the study, the relationship between each other's romantic relationship obsessions and compulsions and partner-themed obsessive-compulsive symptoms was discussed. Also, the effect of schema fields of participants on their romantic relationship obsessions and compulsions and partner-themed obsessive compulsive symptoms was examined. Sample of the research consists of 145 women and 145 men who are over 18 years old and currently have a romantic relationship. They live in Kırıkkale (48.6%), Ankara (18.6%), Mersin (15.2%), Istanbul (3.8%) and other provinces (13.8%). Comitative of the sample have three different group that consist of dear couple (23.1%), oral / engaged couple (6.6%) and married couple (69.6%). The relationship duration of the couples varied between 15 days and 424 months (N = 290, Avg = 128). In working content four different test scales were applied to the participants that are Demographic Information Form to determine demographic information, Obsession and Compulsion Scale of Romantic Relationship(ROCI) to measure obsession and compulsion degree of partners interested in romantic relationship, Obsessive and Compulsive Symptoms Scale of Partners (PROCSI) to measure obsessive and compulsive symptoms level of partners and Young Schema Scale Short Form-3 (YSQ-SF3) was applied to evaluate the schema areas. As a result of the analyzes, a significant relationship was found between each other's romantic relationship obsessions and compulsions and partner-themed obsessive compulsive symptoms. It was found that those who significantly predicted the obsessions and compulsions of the romantic relationship-themed subjects were the type of association with the impaired autonomy, excessive alertness schema domains and relationship duration. Those who significantly predicted partner-themed obsessive-compulsive symptoms were also found to be associated with impaired autonomy, excessive alertness and relationship duration. The findings obtained within the scope of the research were discussed in the light of the related literature.Item Üniversite öğrencilerinde covid-19 dönemindeki sosyal izolasyon ve sosyal destek algısı ile siber mağduriyetle başa çıkma düzeyi ve psikolojik iyilik hali arasındaki ilişkiler(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021) Börklü, Ömer Aykutalp; Güven, EsraBu çalışma internet ağlarının kullanım sıklığının anlamlı bir şekilde yaygınlaşması ve Covid- 19 küresel salgını sebebiyle bireylerin gerek kısıtlamalar gerekse de güvenlik tedbirleri çerçevesinde evde geçirdikleri sürenin artması ve bu artışın genç yetişkinlerin deneyimledikleri siber mağduriyete olan olası etkisini incelemektir. Bu çalışmanın ikinci amacı ise kişilerin deneyimlediği siber mağduriyetin, siber mağduriyetle başa çıkma ve psikolojik iyilik hali arasındaki etkiyi incelemektir. Çalışmanın diğer amacı ise siber mağduriyete maruz kalma ve siber mağduriyetle başa çıkma düzeyinin cinsiyete göre değişiklik gösterip göstermediğini incelemektir. Araştırmanın örneklemini 18 ile 25 yaş arasında değişen (169’u kadın ve 112’si erkek) yükseköğrenim öğrencisi oluşturmaktadır. Çalışmada kullanılan veri toplama araçları sırasıyla; Bilgilendirilmiş Onam Formu, Demografik Bilgi Formu, Sosyal İzolasyon Ölçümü, Siber Zorbalığa Maruz Kalınan Alanlar Ölçümü, Psikolojik İyilik Hali Ölçeği, Siber Mağdur Ölçeği, Çok Boyutlu Algılanan Sosyal Destek Ölçeği, Çok Boyutlu COVID-19 Ölçeği kullanılmıştır. Araştırma hipotezleri doğrultusunda oluşturulan model AMOS Programı aracılığıyla test edilmiştir. Analiz sonuçları hipotez modelinin veri ile uyumluluk göstermediğine işaret etmektedir. Bu sebeple kavramsal model yerine AMOS Porgamının önerdiği alternatif model incelenmiş ve raporlanmıştır. Covid-19 hassasiyeti kontrol edildiğinde, sosyal izolasyondaki artış ve algılanan sosyal destekteki düşüşün internette geçirilen süreyi arttırdığını ve internette geçirilen sürenin ve siber mağduriyetin aracı etkisi ile kişilerin siber mağduriyetle başa çıkma düzeyi ve psikolojik iyilik haline olan etkisinin anlamlı olmadığı görülmüştür. Ancak bireylerin algıladıkları sosyal desteğin internette geçirilen süre ve psikolojik iyilik hali üzerinde anlamlı bir etkisi olduğu görülmüş ve internette geçirilen sürenin siber mağduriyete maruz kalma üzerinde anlamlı bir etkisi olduğu tespit edilmiştir. Üniversite öğrencilerinin internette geçirdikleri sürenin onların siber mağduriyete maruz kalma ihtimalini etkilediği dolayısıyla internette geçirdikleri sürenin önemini göstermektedir. Araştırma sonucunda elde edilen sonuçlar ilgili alanyazın doğrultusunda tartışılmıştır. The first aim of this study is to examine the increase in the frequency of use of internet networks and the increase in the time individuals spend at home within the framework of both restrictions and security measures due to the Covid-19 global epidemic, and the possible impact of this increase on the cyber victimization experienced by young adults. The second aim of this study is to examine the effect of cyber victimization experienced by individuals between coping with cyber victimization and psychological well-being. Another purpose of this study is to examine whether exposure to cyber victimization and the ability to cope with cyber victimization differ according to gender. The sample of the study consists of higher education students aged between 18 and 25 (169 female and 112 male). The data collection tools used in the study are respectively; Informed Consent Form, Demographic Information Form, Social Isolation Measurement, Cyber Bullying Areas Measurement, Psychological Well-Being Scale, Cyber Victim Scale, Multidimensional Perceived Social Support Scale, Multidimensional COVID-19 Scale were used. The model created in line with the research hypotheses was tested through the AMOS Program. Analysis results indicate that the hypothesis model is not compatible with the data. For this reason, the alternative model proposed by AMOS Porgam instead of the conceptual model has been examined and reported. In young adults attending higher education, when Covid-19 sensitivity was controlled, it was seen that the increase in social isolation and the decrease in perceived social support increased the time spent on the Internet, and the mediating effect of the time spent on the Internet and cyber victimization and the effect of individuals on coping with cyber victimization and psychological well-being were not significant. However, it has been observed that individuals' perceived social support has a significant effect on the time spent on the Internet and their psychological well-being and It has been determined that the time spent on the internet has a significant effect on exposure to cyber victimization. It shows the importance of the time spent on the internet by young adults who continue their university education, as the time they spend on the internet affects the possibility of their exposure to cyber victimization. The results obtained as a result of the research were discussed in line with the relevant literature.