Browsing by Author "Erdoğan, İlkay"
Now showing 1 - 5 of 5
- Results Per Page
- Sort Options
Item Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara hastanesi'nde kawasaki hastalığı tanısı ile takip edilen hastaların değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2017) Küçükoğlu Keser, Merve; Erdoğan, İlkayAmaç: Kawasaki Hastalığı daha çok beş yaş altında görülen, nedeni tam olarak bilinmeyen koroner arter tutulumu nedeniyle önemli morbidite ve mortalite sebebi olan, akut sistemik bir vaskülittir. Klinik olarak beş günden uzun süren ateşle birlikte, bilateral eksudatif olmayan konjonktivit, dudaklarda kızarıklık ve çatlaklar, oral mukozada eritem, vücutta polimorfik döküntü, ekstremite distalinde eritem ve ödem, tek taraflı servikal lenfadenopati ile karakterizedir. Koroner arter tutulumu ise en önemli prognostik faktördür. Bu çalışmada Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara Hastanesi’ne başvuran ve Kawasaki Hastalığı tanısı alıp tedavi edilen olguların demografik özellikleri, klinik verileri, laboratuvar bulguları, ekokardiyografi bulguları ve kardiyak kateterizasyon bulgularının değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Ankara Hastanesi’ne 2003-2017 yılları arasında başvuran ve Kawasaki Hastalığı tanısı alıp takip edilen 56 hastanın klinik, laboratuvar özellikleri, tedavi ve izlem sonuçları retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Bulgular: Kawasaki hastalığı tanısı alan hastalarda erkek/kız oranı 2,29 idi. Tanı yaşı ortalama 40,1±31,8 ay olarak bulunmuştur. Tanı en sık ilkbahar ve yaz aylarında konulmuştur. Hastaların %68,7’ sine akut dönemde tanı konulup, intravenöz immunoglobulin (IVIG) ve asetil salisilik asit tedavisi başlanmıştır. Komplet/İnkomplet hasta oranı 3,25 olarak bulunmuştur. Ateşten sonraki en sık bulgu %90,1 hastada görülen dudak ve oral mukoza değişikliğidir. Hastaların 25’inde (%44,6) koroner arter tutulumu saptanmıştır. Kardiyak kateterizasyon 23 hastaya (%41,0) yapılmıştır. Çalışmamızda bir hastada rekürrens, bir hastada da ölüm gerçekleşmiştir. Sonuç: Kawasaki Hastalığı ile ilgili bilgi ve farkındalığın artması, hastaların daha erken dönemde tanı almasına olanak sağlayacak, böylece oluşabilecek ciddi komplikasyonların da önüne geçilecektir. Objective: The Kawasaki disease is an unknown disease that is usually seen under 5 years of age. It is an acute systemic vasculitis with a significant morbidity and mortality due to coronary artery involvement. Clinically, it is characterized by long-standing fever over five days, bilateral non-exudative conjunctivitis, redness and cracks in the mouth, erythema in the oral mucosa, polymorphic rash in the body, erythema and edema in distal extremities, and unilateral cervical lymphadenopathy. Coronary artery involvement is the most important prognostic factor. In this study, we aimed to evaluate the demographic characteristics, clinical data, laboratory findings, echocardiographic findings and cardiac catheterization findings of patients who were admitted to BaĢkent University Medical Faculty Ankara Hospital and treated with Kawasaki Disease. Material and method: Clinical, laboratory features, treatment and follow-up results of 56 patients who were admitted to BaĢkent University Medical Faculty Ankara Hospital between 2003-2017 and who were followed up with Kawasaki Disease were evaluated retrospectively. Results: The male to female ratio of patients with Kawasaki disease was 2.29. The mean age of diagnosis was 40.1 ± 31.8 months. Diagnosis was most often made in spring and summer. 68.7% of the patients were diagnosed in acute period, intravenous immunoglobulin (IVIG) and acetyl salicylic acid treatment were started. The rate of complete / incomplete patient was found to be 3.25. The most common finding after fever was 90.1% of the patients with lip and oral mucosa changes. Coronary artery involvement was detected in 25 of the patients (44.6%). Cardiac catheterization was performed in 23 patients (41.0%). One patient had recurrence and one patient died. Conclusion: Increased knowledge and awareness of the Kawasaki Disease will allow patients to be diagnosed earlier, thus avoiding serious complications.Item Çocuk kardiyoloji bilim dalından istenen konsültasyon sebeplerinin ve sonuçlarının değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2023) Shirinova, Lala; Erdoğan, İlkayGiriĢ: Kalp hastalıklarının başvuru şekli basit bir üfürümden ani ölüme kadar değişen geniş bir yelpaze içinde yer alabilir. Doğru ve zamanında tanı konulması ancak hastayı izleyen çocuk hekimlerinin bu konudaki duyarlılıkları ile mümkün olabilir. Diğer taraftan erişkin kalp hastalarında kalp hastalığı düşündüren göğüs ağrısı, çarpıntı gibi şikayetler çocuklarda daha nadir olarak kalp hastalığı ile ilişkilidir. Bu nedenle, hastaların hangi şikayet ve bulguların varlığında, ne amaçla konsülte edileceklerinin bilinmesi hem çocuk hekimlerinin, hem de tıp öğrencilerinin eğitimi açısından önemlidir. Bu çalışmamızda Başkent Üniversitesi Çocuk Kardiyoloji Bilim Dalı Polikliniği‟ne resmi olarak konsültasyonu sunulan hastalar dahil edildi. İstenen konsültasyonların zamanında ve uygun olarak yapılıp yapılmadığı, hastaların tanısında gecikmeye sebep olup olunmadığı değerlendirilerek, kliniğimizde gerekli düzenlemelerin ve eğitim programlarında güncellemelerin yapılması amaçlandı. Gereç ve Yöntem: Çalışmamıza 01.01.2019-31.12.2019 tarihleri arasında Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Çocuk Kardiyoloji Bilim Dalı Polikliniği‟nden konsültasyon istenen 18 yaşa kadar olan, yatan ve ayaktan takip edilen çocuk hastalar dahil edildi. Hasta verilerine hastanenin elektronik sistemi üzerinden gereken yasal izinler sağlandıktan sonra ulaşılarak konsülte edilen hastaların konsültasyon sırasındaki yaşı, cinsiyeti, yatarak veya ayaktan danışılması, konsültasyon isteğinin hangi bölümlerden ve servislerden olduğu, ön tanıları, kardiyak geçmişleri ve hastaneye yatış nedenleri, konsültasyon istenme nedenleri incelendi. Bulgular: Toplam 543 konsültasyon değerlendirildi. Çalışmaya konsültasyon istenen 229‟u (%42,2) kız, 314‟ü (%57,8) erkek çocuk hasta dahil edildi. Bu hastaların 425‟ine (%78,3) yatarken, 118‟ine (%21,7) ayaktan izlemde konsültasyon istenmişti. Ön tanısı olmayan hasta sayısı 283(%52) idi. Konsültasyon istenen 277(%51) hastanın kardiyak özgeçmişine ait herhangi bir bilgi bulunmadı. Konsültasyon istenen hastaların 163‟ünde (%30) kardiyak patoloji saptanmazken, 380‟inde (%70) kardiyak patoloji saptandı. Kardiyak patolojilerin 201‟i (%52,9) hastaların eski kardiyak sorunları ile ilgiliyken, 179‟u (%47,1) yeni tanı kardiyak patoloji idi. En çok konsültasyon isteyen bölüm yenidoğan bölümü idi (138 hasta, %25,4). Kardiyak öyküsü olan hastaların kalp dışı bir ameliyat öncesi değerlendirme istenmesi en fazla konsültasyon nedeniydi (84 hasta, %15,5). TartıĢma ve sonuç: Hastaların kardiyolojik muayene ve ekokardiyografi sonuçları belirlendi. Çalışmamız sonuçlarına göre, genel konsültasyon kurallarının yerine getirilmesinde muayene ve hastalardan elde edilen anamnez bilgilerinin konsültasyon istenilen çocuk kardiyoloji bölümüne aktarılmasında eksiklikler bulundu. Konsültasyonların aciliyetine göre sıraya konması, hastaların muayene bulguları, özgeçmiş ve soygeçmişleri ile ilgili kardiyak bilgilerin düzgün aktarılması, ön tanının belirtilmesi hem hekimlerimizin bilgi alışverişi sağlayarak bu alanda tecrübelerinin artmasına, hem de hastanın tanısının erken sürede konularak tedavinin zamanında başlanmasına zemin oluşturacaktır. Background: The presentation of cardiac diseases can range from a simple murmur to sudden death. Accurate and timely diagnosis can only be possible with the sensitivity of the pediatricians who follow the patient. On the other hand, complaints such as chest pain and palpitations in adult heart patients suggestive of heart disease are rarely associated with heart disease in children. Therefore, it is important for both pediatricians and medical students to know in which complaints and findings patients should be consulted and for what purpose. In this study, we included patients who were officially consulted at the Başkent University Department of Pediatric Cardiology Outpatient Clinic. It was aimed to evaluate whether the requested consultations were performed in a timely and appropriate manner and whether there was a delay in the diagnosis of the patients, and to make the necessary arrangements and updates in the training programs in our clinic. Materials and Methods: Inpatient and outpatient pediatric patients up to 18 years of age who were consulted at the Pediatric Cardiology Department Outpatient Clinic of Başkent University Faculty of Medicine Hospital between 01.01.2019 and 31.12.2019 were included in our study. Patient data were accessed through the electronic system of the hospital after obtaining the necessary legal permissions, and the age and gender of the consulted patients at the time of consultation, inpatient or outpatient consultation, from which departments and services the consultation request was made, preliminary diagnoses, cardiac history and reasons for hospitalization, and reasons for consultation were examined. Results: A total of 543 consultations were evaluated. The study included 229 (42.2%) female and 314 (57.8%) male pediatric patients. Consultation was requested in 425 (78.3%) inpatients and 118 (21.7%) outpatients. The number of patients without a prediagnosis was 283 (52%). There was no information about the cardiac history of 277 (51%) patients for whom consultation was requested. No cardiac pathology was detected in 163 (30%) patients, while cardiac pathology was detected in 380 (70%) patients. Of the cardiac pathologies, 201 (52.9%) were related to patients' old cardiac problems, while 179 (47.1%) were newly diagnosed cardiac pathologies. The neonatal department was the most frequently consulted department (138 patients, 25.4%). For patients with a cardiac history, the most common reason for consultation was for evaluation before non-cardiac surgery (84 patients, 15.5%). Discussion and conclusion: The results of cardiologic examination and echocardiography were determined. According to the results of our study, deficiencies were found in the fulfillment of general consultation rules and in the transfer of examination and anamnesis information obtained from the patients to the pediatric cardiology department where consultation was requested. Ordering the consultations according to the urgency of the consultation, proper transfer of cardiac information related to the examination findings, history and surname of the patients, and indication of the preliminary diagnosis will both increase the experience of our physicians in this field by providing information exchange, and will pave the way for early diagnosis of the patient and timely initiation of treatment.Item Çocukluk çağında kalp cerrahisi sonrası mediastinit (derin sternal yara enfeksiyonu) sıklığının ve risk faktörlerinin belirlenmesi(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2022) Hajiyev, İlkin; Erdoğan, İlkayGiriş: Derin sternal yara enfeksiyonu (DSYE), kalp cerrahisi sonrası görülebilen ciddi ve ölümcül olabilecek komplikasyonlardan biridir. Kalp cerrahisi geçiren hastaların %1- %3'ünde sternum ayrılması ve enfeksiyon da dahil olmak üzere derin sternal yara komplikasyonları ortaya çıkmaktadır. Gelişmiş cerrahi teknikleri ve ameliyat sonrası bakıma rağmen mediastinit sıklığı hala %5 civarındadır. Biz bu çalışmada, çocuklarda kalp cerrahisi sonrası DSYE sıklığını, klinik ve laboratuvar bulgularını, mikrobiyolojik özelliklerini ve olası risk faktörlerini belirlemeyi amaçladık. Yöntem ve Gereçler: Çalışmaya 2010-2020 yılları arasında Başkent Üniversitesi Hastanesi Çocuk Kalp Damar Cerrahisi bölümünde yaşları 0 gün- 18 yaş arasında olan açık kalp ameliyatı uygulanan çocuk hastalar dahil edildi. Ameliyat sonrasında DSYE gelişen olgular "yara" grubu olarak adlandırıldı. Ayrıca kalp cerrahisi uygulanmış ve yara grubundaki hastaların yaş ve tanılarıyla benzer özellikte olan hastalar arasından da "kontrol" grubu oluşturuldu. Hastalara ait demografik, klinik, laboratuvar ve mikrobiyolojik veriler retrospektif olarak incelenerek olası risk grupları araştırıldı. Bulgular: Çalışmaya dahil edilen toplam 100 hastanın (57 erkek ve 43 kız) ortanca yaşı 3 ay (1 gün-15 yaş) olup 40 hasta yara, 60 hasta ise kontrol grubunda idi. Yara grubunda kültür pozitifliği 31 (%77,5) hastada saptandı. Yara grubunda hastaları 5 (%12,5) kadarında ameliyat sonrası sternum açık bırakılmıştı. Yara ve kontrol grupları karşılaştırıldığında; ortanca yoğun bakım ünitesinde (YBÜ) yatış süresi yara grubunda 15 gün, kontrol grubunda 5 gün, (p<0,001), göğüs tüpü süresi (4 ve 3 gün, p=0,03), ortanca mekanik ventilasyonda kalma süresi (4 ve 2 gün, p=0,001) ve ameliyat sonrası ortanca CRP düzeyi 24 saatın sonunda (2 ve 0,2 mg/L, p<0,001) istatistiksel olarak daha yüksekti. Çok değişkenli lojistik regresyon modelinde ameliyat sonrası ateş varlığı (OR 11,6, %95 CI 2,9-45,2, p<0,001) ve mekanik ventilasyon süresinin (OR 1,2, %95 CI 1-1,34, p=0,025) DSYE için bağımsız prediktörler olduğu gösterildi. Tekrarlayan ölçümler varyans analizi yara grubunda günlük CRP değişiminin kontrol grubundan istatistiksel olarak farklı olduğunu ortaya koydu (p=0,022). ROC eğrisi analizinde 24 saatın sonunda CRP=0,25 mg/L düzeyinin DSYE tanısı için %95 duyarlılık ve %69 özgüllüğe sahip olduğu saptandı (eğri altı alan: 0,739 (0,64 – 0,84), p<0,001). Sonuçlar: Sonuç olarak çalışmamızda açık kalp ameliyatı sonrasında mediastinitin klinik, laboratuvar ve mikrobiyolojik özellikleri tanımlandı, ameliyat sonrası ateş varlığının ve uzamış mekanik ventilasyonun DSYE riskini artıran bağımsız faktörler olduğu gösterildi. Ayrıca CRP izleminin DSYE tanısında önemi ortaya konularak 24 saatin sonunda >0,25 mg/L düzeyinin %95 duyarlılık ve %69 özgüllüğe sahip olduğu saptandı. Background: Deep sternal wound infection (DSWI) is one of the serious and potentially fatal complications of cardiac surgery. Deep sternal wound complications, including sternal detachment and infection, occur in 1-3% of patients undergoing cardiac surgery. Despite advanced surgical techniques and postoperative care, the frequency of mediastinitis continues to be reported up to 5% in the literature. In this study, we aimed to determine the frequency, clinical and laboratory findings, microbiological features, and possible risk factors of DSWI after cardiac surgery in children. Materials and Methods: The study included children aged between 0 days and 18 years who had open heart surgery in the Department of Pediatric Cardiovascular Surgery at Başkent University Hospital between 2010 and 2020. The cases that developed DSWI after the operation were defined as the "wound" group, and those that did not develop as the "control" group. The demographic, clinical, laboratory and microbiological data of the patients were analyzed retrospectively and statistical comparisons were made between the groups. Results: The median age of 100 patients (57 boys and 43 girls) included in the study was 3 months (1 day - 15 years), 40 patients were in the wound group and 60 patients were in the control group. Postoperative positive culture rate (77.5% vs. 21.7%, p<0.001), postoperative sternal patency rate (12.5% vs. 0% p=0.009), median length of stay in ICU (15 vs. 5 days, p <0.001), chest tube time (4 and 3 days, p=0.03), median duration of mechanical ventilation (4 and 2 days, p=0.001), and postoperative median CRP level (2 and 0,2 mg/L, p<0.001) was statistically higher in the wound group compared to controls. In the multivariate logistic regression model, presence of postoperative fever (OR 11.6, 95% CI 2.9-45.2, p<0.001) and duration of mechanical ventilation (OR 1.2, 95% CI 1- 1.34, p=0.025) were shown to be independent predictors of DSWI. Repeated measures analysis of variance showed that the CRP change in the wound group was statistically different from the control group (p=0.022). In ROC curve analysis, CRP=0.25 mg/L level was found to have 95% sensitivity and 69% specificity for the diagnosis of DSWI (area under the curve: 0.739 (0.64 - 0.84), p<0.001). Conclusions: In conclusion, our study described the clinical, laboratory and microbiological features of DSTI after open heart surgery, showing that the presence of postoperative fever and prolonged mechanical ventilation are independent factors for the risk of DSTI. In addition, the importance of CRP monitoring in the diagnosis of DSHI was demonstrated, and a level of >0.25 mg/L was found to have 95% sensitivity and 69% specificity.Item Doğumsal kalp hastalığı nedeniyle ameliyat edilen çocuk hastalarda postperikardiyotomi sendromu ve perikardiyal efüzyon sıklığı, risk faktörleri, prognozu(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Yılmaz, Elmas; Erdoğan, İlkayPostperikardiyotomi sendromu (PPS), tanı ve tedavi yöntemlerindeki tüm gelişmelere rağmen gelişmiş ülkelerde bile kardiyak cerrahi sonrası morbiditenin başta gelen sebeplerindendir. En erken klinik bulgusu ameliyat sonrası perikardiyal efüzyon gelişimidir. Biz bu retrospektif çalışmada kardiyak cerrahi geçiren pediyatrik hastalarda perikardiyal efüzyon sıklığını belirlemeyi, risk faktörlerini incelemeyi, ameliyat süresinin, kardiyopulmoner “bypass” süresinin, konjenital kalp hastalığının tanısının efüzyon üzerine etkisini incelemeyi amaçladık. Çalışmaya Mart 2011 ile Mart 2012 tarihleri arasında bir yıllık süre içerisinde hastanemiz Kalp Damar Cerrahisi Ana Bilim Dalında konjenital kalp hastalığı nedeniyle opere edilmiş 469 hastadan perikardiyal efüzyon varlığı gösterilen 66 hasta dahil edildi. Bu süre içerisinde ameliyat sonrası perikardiyal efüzyon oranı %14, PPS oranı ise %13.7 olarak bulundu. Olgularımızın 34’ü (%52) kız, 32’si (%48) erkekti. Olguların tanılara göre dağılımlarına bakıldığında 19’unun (%28.8) TOF, 23’ünün (%34.8) VSD olduğu görülmektedir. Efüzyon gelişen olguların %11.6’sında efüzyon ilk haftada gelişmiştir. Perikardiyosentez yapılan olguların perikard sıvısı inceleme sonuçlarına bakıldığında transuda niteliğinde efüzyon sıklığı (%66.6) olup iki hastada şilöz efüzyon gelişmesi nedeniyle (%22.2) sandostatin kullanılmıştır. Sonuç olarak çalışmamızda kardiyak cerrahi geçiren hastaların %14.1’inde perikardiyal efüzyon geliştiğini ve perikardiyal efüzyon gelişen hastalarda en sık rastlanan tanının %34.8 ile VSD olduğunu saptadık(Tüm hastalar içinde VSD en sıktır. Bu çıkarım doğru olmayabilir). Ameliyat süresinin, pompa süresinin, konjenital kalp hasalığının türünün ameliyat sonrası perikardiyal efüzyon açısından risk olabileceğini saptadık. Ameliyat sonrası dönemde ilk bir ay yakın, dördüncü aya kadar aralıklı izlenmesi gerektiğini belirledik.Item Doğuştan kalp hastalığı nedeniyle ameliyat olan hastalarda erken dönemde böbrek fonksiyonlarının retrospektif olarak değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2020) Öktener Anuk, Ezgi; Erdoğan, İlkayDoğuştan kalp hastalığı olan yenidoğanlarda kalp cerrahisi sonrası akut böbrek hasarı (ABH), yüksek morbidite ve mortalite ile yakından ilişkili ciddi bir komplikasyondur. Bu çalışma, yenidoğanlarda kalp cerrahisi ile ilişkili ABH’nı karakterize etmeyi, insidansını, perioperatif ve ameliyat sonrası ilişikili risk faktörleri ile kısa süreli sonuçlarını belirlemeyi amaçlamıştır. Bu araştırma, Ocak 2015 ile Aralık 2019 tarihleri arasında hastanemizde doğuştan kalp hastalığı nedeniyle ameliyat edilip, çocuk kalp ve damar cerrahisi yoğun bakım ünitesinde takip edilen 177 yenidoğanı (≤ 28 gün) kapsamaktadır. Hastalara ait veriler retrospektif olarak incelendi. Hastaların, ameliyat öncesi, ameliyat sırasında ve ameliyat sonrası verileri kaydedildi. Akut böbrek hasarının değerlendirmesinde nKDIGO (neonatal Kidney Disease Improving Global Outcomes), pRIFLE (pediatrik Risk, Injury, Failure, Loss, End-stage kidney disease) ve nRIFLE (neonatal Risk, Injury, Failure, Loss, End-stage kidney disease) kriterleri çalışmamızda ayrı ayrı kullanıldı. Akut böbrek hasarı olan ve olmayan grupların verileri analiz edildi. Çalışmaya dahil edilen toplam 177 yenidoğanın yaş ortalaması 8,2 ± 6,1 (1,0-28,0) gündü. Tam düzeltme ameliyatı olguların %87,6’sına yapılmış olup, geriye kalan %12,4 olguya palyatif operasyon uygulanmıştır. Çalışmamızda yenidoğanlarda kardiyak cerrahi ilişkili akut böbrek hasarı (CS-AKI) insidansı sırasıyla; nKDIGO, pRIFLE ve nRIFLE için %12,5, %40,8 ve %21,5 olarak bulundu. Her üç sınıflamada, ABH olanlarda kardiyopulmoner bypass süresi, ameliyat süresi, inotrop tedavi süresi, mekanik ventilasyonda kalma süresi, yoğun bakımda izlem süresi ve hastanede kalma süresi ABH gelişmeyenlerden anlamlı (p ˂ 0.05) olarak daha yüksekti. Çalışmamızda ameliyat sonrası ilk 24 saatte bakılan tepe serum laktat düzeyleri ve metabolik asidoz tablosu, aritmi, sternumun geç kapatılması ve renal replasman tedavisi oranları CS-AKI ilişkli her 3 sınıflamada da yüksek bulundu. Ek olarak profilaktik antibiyotik tedavisi her hastaya verilmekle birlikte her 3 sınıflamada CS-AKI ilişkili gruplarda ameliyat sonrası enfeksiyon varlığı ve nefrotoksik antibiyotik kullanımı anlamlı olarak yüksek izlendi. ABH’nın hastaların mortalitesine olan etkisine bakıldığında, nKDIGO ve nRIFLE sınıflamalarına göre, ABH olan gruplardaki mortalite oranı ABH olmayan gruplardan anlamlı (p ˂ 0.05) olarak daha yüksek bulundu. İstatistiksel analizde her 3 sınıflama, kardiyak cerrahi sonrası akut böbrek hasarı evrelerine göre karşılaştırıldığında nKDIGO ile pRIFLE ve nRIFLE sınıflamaları arasında anlamlı uyum saptanmıştır. Kardiyak cerrahiye bağlı ABH’nın erken tanımlanması, ameliyat sonrası mortalite ve morbiditeyi azaltmak için önemlidir. Günümüzde yenidoğanlar için akut böbrek hasarının tespitinde daha etkin ve evrensel olarak kullanılabilecek bir sınıflamaya ihtiyaç vardır. Ancak yenidoğanlarda kompleks kardiyak cerrahi, kardiyopulmoner bypass, gelişen inflamatuar cevap ve uzamış yoğun bakımda kalma süreleri gibi akut böbrek hasarı üzerinde önemli etkileri olan faktörlerin daha ayrıntılı olarak değerlendirildiği ve sistemik ve bölgesel perfüzyonu analiz eden yeni metodlara ve prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır. Acute kidney injury (AKI) after cardiac surgery in neonates with congenital heart disease is a serious complication closely associated with high morbidity and mortality. This study aimed to characterize AKI associated with cardiac surgery in neonates, determine its incidence, perioperative and postoperative risk factors and short-term results. This study included 177 neonates (≤ 28 days) who were operated on for congenital heart disease in our hospital between January 2015 and December 2019 and followed up in the pediatric cardiovascular surgery intensive care unit. The data of the patients were analyzed retrospectively. Preoperative, intraoperative and postoperative data of the patients were recorded. nKDIGO (neonatal Kidney Disease Improving Global Outcomes), pRIFLE (pediatric Risk, Injury, Failure, Loss, End-stage kidney disease) and nRIFLE (neonatal Risk, Injury, Failure, Loss, End-stage kidney disease) criteria in the evaluation of acute kidney injury It was used separately in our study. Data of groups with and without acute kidney injury were analyzed. The average age of 177 neonates included in the study was 8.2 ± 6.1 (1.0-28.0) days. Total correction surgery was performed in %87,6 of the cases, and palliative operation was performed in the remaining %12,4 of the cases. In our study, the incidence of cardiac surgery-associated acute kidney injury (CS-AKI) in neonates was; %12,5, %40,8 and %21,5 for nKDIGO, pRIFLE, and nRIFLE. In all three classifications, the duration of cardiopulmonary bypass, operation, inotropic treatment and mechanical ventilation, follow-up time in intensive care unit (ICU) and hospitalization time were significantly higher in the AKI group than those without AKI (p ˂ 0.05). In our study, in the first 24 hours after surgery peak serum lactate levels and metabolic acidosis, the rate of postoperative arrhythmia, delayed sternal closure and renal replacement therapy were found to be higher in all 3 classifications related to CS-AKI. In addition, prophylactic antibiotic treatment was given to each patient, but the presence of postoperative infection and use of nephrotoxic antibiotics were significantly higher in CS-AKI-related groups in all three classifications. Considering the effect of AKI on the mortality of the patients, according to the nKDIGO and nRIFLE classifications, the mortality rate in the groups with AKI was found to be significantly higher (p ˂ 0.05) than the groups without AKI. In statistical analysis, when all 3 classifications were compared according to acute kidney injury stages after cardiac surgery, a significant agreement was found between nKDIGO and pRIFLE and nRIFLE classifications. Early identification of AKI associated with cardiac surgery is important to reduce postoperative mortality and morbidity. Today, there is a need for a classification that can be used more effectively and universally in the detection of acute kidney injury for neonates. However, new methods and prospective studies that analyze systemic and regional perfusion are needed to evaluate the factors that have important effects on acute kidney injury such as complex cardiac surgery, cardiopulmonary bypass, developing inflammatory response and prolonged ICU stay in neonates.