Fakülteler / Faculties

Permanent URI for this communityhttps://hdl.handle.net/11727/1395

Browse

Search Results

Now showing 1 - 6 of 6
  • Thumbnail Image
    Item
    Hemodiyaliz hastalarında huzursuz bacak sendromunun biyokimyasal ve klinik parametrelerle ilişkisi
    (Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2009) Koç, Serkan Kubilay; Özdemir, Fatma Nurhan
    Huzursuz bacak sendromu (HBS) parestezi ve yanma hissi ile kendini gösteren, istirahat sırasında ve geceleri hastaların etkilenen ekstremitelerini hareket ettirme isteği ile karakterize bir rahatsızlıktır. Çalışmamızda hemodiyaliz hastalarında HBS ile demografik, klinik, biyokimyasal parametreler, depresyon, malnütrisyon ve komorbiditeler arasındaki ilişkiyi değerlendirmeyi amaçladık. Çalışmada depresyon tanısı ve şiddeti için Beck Depresyon Envanteri (BDE),malnütrisyon değerlendirilmesi için Malnütrisyon İnflamasyon Skoru (MİS) ve komorbiditelerin değerlendirilmesi için Charlson Komorbidite İndeksi (CKİ) kullanıldı. Çalışmaya 187 (E/K: 110/77, yaş ortalaması 55.1±14.9 yıl ve ortalama diyaliz süresi 11.1.2±68.5 ay) hasta alındı. HBS 18 (%9.6) hastada saptandı. Uluslararası Huzursuz Bacak Sendromu Çalışma Grubu şiddet skalasına göre ortalama HBS şiddeti 16.7±5.9 olarak bulundu. HBS şiddeti skalaya göre derecelendirildiğinde 3 (%16.7) kişide hafif, 10 (%55.5) kişide orta ve 5 (%27.8) kişide şiddetli HBS vardı. Hastaların %72.2’sinde HBS şiddeti hafif ve orta düzeyde idi. Çok şiddetli HBS’si olan hasta yoktu. Hastaların ortalama BDE skorları 14.4±8.8, MİS puanları 5.2±3.5 ve CKİ değerleri ise 4.7±2.3 olarak saptandı. HBS’si olan grupta olmayan gruba göre kalsiyum değerlerinde yükseklik (9.5±0.6 mg/dL vs 9.0±0.7 mg/dL , p=0.013) dışında gruplar arasında demografik, klinik ve biyokimyasal veriler açısından farklılık saptanmadı. HBS olan ve olmayan gruplar arasında MİS, CKİ ve BDE puanları arasında istatistiksel olarak farklılık saptanmadı . HBS’li hastalarda HBS şiddeti ile BDE arasında pozitif korelasyon saptandı (p=0.023, r=0.289). Diyaliz hastalarımızda batılı kaynaklarda belirtilenden (%20-60) daha az (%9.6) oranda HBS saptandı. HBS’li hastalarda kalsiyum düzeyleri yüksek bulundu ve HBS şiddeti ile BDE skorları arasında pozitif korelasyon saptandı. Diğer biyokimyasal ve klinik parametreler ile HBS’nin ilişkisi saptanamadı. Kalsiyum ve depresyon ile HBS ilişkisi açısından elde edilen sonuçların ayrıntılı çalışmalarla değerlendirilmesi ile diyaliz hastalarındaki HBS sorununun boyutu, patofizyolojisi ve tedavisinin yönlendirilmesi hakkında değerli bilgiler elde edilebilir. Restless legs syndrome (RLS) is a disorder with paresthesia and burning sensation, with a feeling of urge to move the extremities especially in resting and night time. In our study we tried to investigate the relationship between demographic, clinical, biochemical parameters, depression, malnutrition and comorbidities with RLS in hemodialysis patients. Beck Depression Index (BDI) is used for the identification of depression, Malnutrition Inflammation Score (MIS) is used for malnutrition evaluation and Charlson Comorbidity Index (CCI) is used for the identification of comorbidities in hemodialysis patients. We enrolled 187 (M/F: 110/77, mean age 55.1±14.9 year and duration of hemodialysis 111.2±68.5 months) patients. RLS was diagnosed in 18 (9.6%) patients. According to International Restless Legs Syndrome Study Group (IRLSSG) Rating Scale severity of RLS was 16.7±5.9. When the severity of RLS was grouped according to rating scale 3 (16.7%) patient had mild, 10 (55.5%) patients had moderate and 5 (27.8%) patients had severe RLS. RLS severity was mild and moderate in 72.2% of patients. No patient had very severe RLS. The BDI scores of patients was 14.4±8.8, MIS scores was 5.2±3.5 and CCI scores was 4.7±2.3. Except the higher value of calcium in RLS positive group (9.5±0.6 mg/dL vs 9.0±0.7 mg/dL , p=0.013) demographic, clinical and biochemical values were also not different between groups. MIS, CCI and BDI scores were not diferent between groups. In RLS positive patients RLS severity positively correlated with BDI scores (p=0.023, r=0.289). In our dialysis patients we identified lesser prevalance of RLS (9.6%) contrary to European and American literature (20-60%). Serum calcium levels were found to be higher in RLS positive patients and BDI positively correlated with RLS severity. The investigation of relationship of calcium and depression with RLS by further studies can lead to better identification of pathophysiology and modification of treatment in dialysis patients with RLS.
  • Thumbnail Image
    Item
    Hemodiyaliz hastalarında panel eeaktif antikor düzeyini etkileyen parametreler
    (Türk Nefroloji Diyaliz ve Transplantasyon Dergisi/Office Journal of the Turkish Nephrology, Association 1999;4:188-191, 1999) Özdemir, F.Nurhan; Sezer, Siren; Turan, Minüre; Güz, Galip; Arat, Zübeyde; Gülmüş, Şale; Haberal, Mehmet
    Kan transfüzyon sayısı, transplantasyon ve hamilelik hikayesi hemodiyaliz (HD) hastalarında panel reaktif antikor (PRA) düzeyini etkileyen en önemli üç faktör olarak bilinmektedir. Bu faktörlerin dışında da, PRA duyarlılığının nedeni bilinmeyen bir hasta grubunun da varlığı, diğer olası faktörlerin araştırılmasına yol açmıştır. Çalışmamızda merkezimizde HD programında olan hastaların PRA pozitifliğini etkileyen klinik ve laboratuvar parametreleri araştırmayı planladık. Çalışma grubu 94 kadın, 99 erkek hastadan (yaş ortalaması 44.6±15.8 yıl ve hemodiyaliz süresi 42.2+15.3 ay, 100 HCV(-), 93 HCV(+)) oluşuyordu. Otuz hastada renal transplantasyon hikayesi vardı. PRA düzeyi tayini One Lambda Cell Tray kullanılarak gerçekleştirildi. PRA değeri %30'dan yüksek olan hastaların sonucu pozitif kabul edildi. Hastaların yaş, HD süresi, kan grubu, transplantasyon hikayesi, HCV pozitifliği ve aldığı ortalama haftalık r-HuEPO dozu ile PRA pozitifliği arasındaki korelasyon araştırıldı. Çalışmamızda, HD süresi ve transplantasyon hikayesi ile PRA pozitifliği arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir ilişki mevcuttu (PRA (+) ve (-) hastaların sırasıyla HD süresi 50.8+40.5 ay, 37.1+38.9 ay, p =0.028, ve transplantasyon hikayesi olan hastaların PRA (+) olma oranı: %90 iken diğer hastalarda %17.2, p=0.0002 olarak bulundu). Hastaların yaş, cinsiyet, kan grubu, kan transfüzyonu sayısı, HCV enfeksiyonu, r- HuEPO dozu ve PRA pozitifliği arasında bir ilişki bulunmadı. Sonuç olarak, HD süresi ve renal transplantasyon PRA sensitizasyonu etkileyen önemli bir faktörlerdir. Bu konuda daha geniş çalışmalara ihtiyaç vardır. Blood transfusion, previous transplantation and pregnancy are the most important factors that influence the panel reactive antibody (PRA) sensitization in hemodialysis (HD) patients. The presence of PRA positive patients who has not been exposed to common triggering fetors have led the investigators to search for other causes of PRA sensitivity. We planned this study to search for the clinical and laboratory parameters and PRA positivity. Our study group was consisted of 94 female and 99 male patients (mean age: 44.6+15.8, mean HD duration: 42.2+15.3 months, hepatitis markers: 100 HCV (-) and 93 HCV ( +). Thirty of the patients had renal transplantation history. PRA measurement was performed with One Lambda Cell Tray. The patients whose PRA levels were more than 30% were accepted to be PRA positive. There was significant relation between transplantation history, HD duration and PRA levels of the patients (HD duration was 50.8+40.5 and 37.1+38.9 months, p =0.028 in PRA (+) and (-) patients respectively and PRA positivity ratio of patients with previous transplantation and those without were 90% and 17.2%, respectively, p=0.0002). We did not find any signifcant relationship between age, gender, HD duration, blood group, number of blood transfusions, r-HuEPO dose, presence of HCV infection and PRA positivity. In conclusion, HD duration and previous transplantation are important factors influencing PRA positivity.
  • Thumbnail Image
    Item
    Hemodiyaliz için enfiye çukuru (snuff-box) arteriyovenöz fistüller
    (Damar Cerrahisi Dergisİ ,17 (2) ,73-80, 2008) Ekici, Yahya; Karakayalı, Feza Yarbuğ; Yağmurdur, Mahmut Can; Kırnap, Mahir; Moray, Gökhan; Haberal, Mehmet
    Bu çalışmada amacımız kliniğimizde gerçekleştirdiğimiz enfiye çukuru arteriyovenöz fistüllerin sonuçlarını analiz ederek bu yöntemi tartışmaktır. Gereç ve Yöntemler: 1999-2007 yılları arasında kliniğimizde düzenli takipleri olan 272 enfiye çukuru arteriyovenöz fıstül geriye dönük olarak değerlendirildi. Gerekli bilgiler hasta dosyalarından ve diyaliz notlarından elde edilmiştir. Tüm olgular yaş, cinsiyet, son dönem böbrek yetmezliği etyolojisi, fistül olgunlaşma ve fistül açıklık oranları açısından değerlendirilmiştir. Bulgular: Hastaların 115'i (%44) kadın, 143 u (%56) erkek ve ortalama yaşları 40.5±8.5 idi. Ortanca takip süresi 50 ay (3-65 ay)'dır. Etyolojide en sık görülen neden %32 diabetes mellitustur. Altı hafta sonundaki olgunlaşma oranı %85 olarak tespit edildi. Bir yıllık açıklık oranları %82 ve 4 yıllık açıklık oranı %53'dir. Fistül açıklık oranları diyabetik olan ve olmayanlarda, erkekler ve kadınlarda, sağ kol ve sol kol AVF'lerde karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı farklılık olmadığı görülmüştür. Sonuç: İyi bir fizik muayene ile enfiye çukuru fistülün uygunluğu değerlendirilebilir. Enfiye çukuru fistüllerin iyi olgunlaşma ve uzun dönem açıklık oranları vardır. İlk fistül açılacak uygun hastalarda iyi bir seçimdir. In this study, we aimed to discuss this method by analyzing snuff-box arteriovenous fistula outcomes in our experience. Material and Methods: We analyzed the outcomes of 272 snuffbox arteriovenous fistulas created between 1999-2007. Data was determined patients charts and dialysis records. Patients' demographics, end stage renal disease etiology, fistula maturation and patency rates, complications were evaluated retrospectively. Results: Of the 272 patients, 115 (46%) were women and 143 (54%) were men. The mean age of patients was 40.5+8.5. median follow up period of fistulas was 50 months (range 3-65 months). The most frequent etiologic disease of end stage renal disease was Diabetes mellitus (32%). The maturation rate of snuffbox arteriovenous fistula was 85%. One year and 4 year patency rates were 82% and 53 % respectively. Diabetes, sex and side of the extremity did not significantly affect fistula survival. Conclusion: Feasibility of snuff-box arteriovenous fistula was evaluated with the physical examination of this area. Snuffbox arteriovenous fistulas have good maturation and long-term patency rates. This type of fistulas may be the first choice for suitable patients requiring primary access.
  • Thumbnail Image
    Item
    Hemodiyaliz ile sürekli ayaktan periton diyaliz hastalarının prohepsidin düzeyi yönünden karşılaştırılması
    (Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2006) Singan, Metin; Sezer, Siren
    Hepsidin demir metabolizmasında ana rol oynamaktadır. Hepsidinin demir emilimini emici incebarsak hücre yüzeyinde, makrofajda, hepatositte ve plasenta hücresinde, hücre içine demir taşınmasını sağlayan ferroportin ile etkileşime girerek engellediği belirtilmektedir. Prohepsidin, hepsidinin öncü molekülü olup hemodiyalize (HD) giren hastalarda düzeyinin yükseldiği gösterilmiştir. Bir başka renal replasman tedavisi olan sürekli ayaktan periton diyaliz (SAPD) hastalarında prohepsidin düzeyi hakkında bir bilgi yoktur. Çalışmamızda HD hastaları ile SAPD hastalarında prohepsidin düzeyini kontrol grubu ile karşılaştırmayı amaçladık. Çalışmaya HD’e giren 40 hasta ile SAPD uygulanan 40 hasta ve 38 sağlıklı kontrol grubu aldık. Malignitesi, demir depo hastalığı, kronik karaciğer hastalığı, viral hepatiti, hamileliği, kronik veya akut inflamasyonu (sedimantasyon > 40 mm/saat ve CRP >10 mg/dl üzerinde olanlar), altı ay içerisinde herhangi bir kan kaybı, böbrek yetmezliği dışında anemi nedeni, vitamin B12, folik asit eksikliği, incebağırsak, mide, duodenum ameliyatı olanlar ve son bir buçuk ayda kan transfüzyonu veya son 10 gün içinde parenteral demir alanlar, serum ferritin düzeyi 100 ng/ml altında veya 800 ng/ml üstünde olanlar ve 300 Ü/kg/hf üstünde EPO tedavisi alan hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Prohepsidin düzeyini 3 gruptaki farkı ile birlikte klinik ve böbrek parametreleri yönünden inceledik. Prohepsidin düzeyleri HD grubunda SAPD ve kontrol grubuna göre anlamlı olarak daha yüksek bulundu. Prohepsidin düzeyi yönünden SAPD ile kontrol grubu arasında fark tespit edilmedi. Sonuç olarak prohepsidin düzeyi HD hastalarında SAPD hastalarına göre daha yüksek düzeyde olduğunu tespit ettik. Bu farkı açıklamak için yapılan değerlendirmede diyaliz yönteminin fark üzerinde etkili olduğu bulundu.
  • Thumbnail Image
    Item
    Ant-Hcv pozitif hemodiyaliz hastalarında insülin direnci ve arter sertliği risk faktörleri arasındaki ilişki
    (Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2007) Ülkü Adam, Fatma; Sezer, Siren
    Hepatit C virüs (HCV) seropozitivitesiyle karotis arter plak ve karotis intima media kalınlığı arasında sağlıklı toplumda bağımsız ilişki bulunmuştur. Aynı şekilde insülin direnci de ateroskleroz için bir risk faktörüdür ve yine HCV(+) hastalarda Tip 2 DM sıklığının arttığı bilinmektedir. HCV’ünün hemodiyaliz hastalarında insülin direnci ve ateroskleroz üzerindeki etkilerinin belirlenmesi hastaların buna bağlı kardiyovasküler komplikasyonlardan korunması ve tedavilerinin planlanması açısından önemlidir. Bu çalışmada HCV enfeksiyonu olan hemodiyaliz hastalarında insülin direncinin varlığı ve bu hastalarda hepatit C virüsünün ve insülin direncinin ateroskleroz üzerindeki etkilerinin araştırılması amaçlandı. Çalışmaya son dönem böbrek yetmezliği nedeni ile en az 3 aydır hemodiyaliz programında olan benzer yaş, cinsiyet ve hemodiyaliz sürelerine sahip,diyabeti olmayan, normoglisemik 37 HCV(+) ve 30 HCV(-) toplam 67 hasta alındı. Hastaların insülin direnci “homeostasis assesment model” yöntemi ile ölçüldü. Arter sertliği “sertlik indeksi β” ve “elastik modulus” ölçümleri ile değerlendirildi. Çalışmaya alınan HCV(+) hastaların 20’si erkek, 17’si kadın, yaş ortalaması 43.4 ± 16.7 yıl, ortalama HD süresi 97.4±49.5 ay, HCV (-) gruptaki hastaların ise 19’u erkek, 11’i kadın, yaş ortalaması 44.5 ± 16.8 yıl, ortalama HD süresi 82.8±45.1 aydı. HCV(+) hastalarda ortanca HOMA-insülin direnci değeri 1.50 iken HCV(-)hastalarda 1.31 idi. Her 2 grup arasında istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktu. Sertlik indeksi β ve elastik modulus ölçümleri açısından da HCV(+) ve HCV(-) gruplar arasında farklılık saptanmadı. HCV(+) hasta grubunda bakılan arter sertliği parametreleri yaş, beyaz küre, trombosit, total kolesterol, LDL kolesterol, ürik asit, ortalama arter basıncı, diyastolik kan basıncı ve HOMA-insülin direnci ile pozitif korele iken HCV(-) hasta grubunda arter sertliği ile bu parametreler arasında ilişki gösterilemedi. Sonuç olarak, HCV(+) hemodiyaliz hastalarında insülin direnci ile birlikte aterosklerozla ilişkiyi kuvvetlendirdiğini tespit ettik. HCV (+) hemodiyaliz hastalarının kardiyovasküler morbidite ve mortalitelerinin azaltılması için insülin direnci açısından değerlendirilmeleri faydalı olacaktır. Bu çalışma bu konuda literatürde yapılmış olan ilk çalışmadır.
  • Thumbnail Image
    Item
    Hepatit C virüs enfeksiyonu olan ve olmayan hemodiyaliz hastalarının hayat kalitelerinin karşılaştırılması
    (Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2007) Afşar, Barış; Sezer, Siren
    Diyaliz tedavisi, hastaların tüm yaşantısını etkilemekte ve hayat kalitesini olumsuz yönde değiştirmektedir. Hayat kalitesinin bozulması, mortalite ve morbidite ile yakın ilişkili olduğu için diyaliz hastalarında hayat kalite değerlendirilmesinin rutin olarak yapılması önerilmektedir. Kronik Hepatit C virüs (HCV) enfeksiyonu, diyaliz hastalarında çok sık görülen ve kronik karaciğer hastalığının en sık sebebi olan bir enfeksiyondur. Diyalize girmeyen hastalarda HCV enfeksiyonunun hayat kalitesini bozduğunu gösteren birçok çalışma vardır. Diyalize giren hasta grubunda ise HCV enfeksiyonunun hayat kalitesini nasıl etkilediği bilinmemektedir. Çalışmamıza en az 6 aydır, son dönem böbrek yetmezliği nedeniyle haftada 3 kez, 4–5 saat/seans hemodiyaliz yapılan, ortalama diyaliz süresi 108.9±67.0 ay olan 83 anti-HCV antikoru pozitif, 82 anti-HCV antikoru negatif toplam 165 hasta dahil edildi. Hastaların yaşam kalitelerinin değerlendirilmesi SF-36 ölçeğine göre yapıldı. Depresyon belirtilerinin derecesini belirlemek için Beck Depresyon Envanteri kullanıldı. Hastaların sosyodemografik özellikleri hastalardan birebir öğrenildi. Hastaların laboratuar testleri çalışıldı. Çalışmamızda tüm hastalarda ve ayrıca anti- HCV pozitif ve negatif hastalarda SF-36 skorları ile Beck depresyon skorları, sosyodemografik ve biyokimyasal parametreler arasında korelasyonlara bakıldı. Anti-HCV pozitif ve negatif hastaların SF-36 skorlarının karşılaştırılması sonucunda, fiziksel fonksiyon (P: 0.003), fiziksel rol güçlüğü (P: 0.036), ağrı (P: 0.036), genel sağlık (P<0.0001), vitalite (P: 0.005), emosyonel rol (P: 0.048) ve mental sağlık (P: 0.002) skorları ile fiziksel komponent (P: 0.003) ve mental komponent (P: 0.018) skorlarının anti-HCV pozitif hastalarda negatif olanlara kıyasla daha düşük olduğu bulundu. Fiziksel komponent skorunu bağımlı değişken alarak yapılan çoklu lineer regresyon analizinde cinsiyetin (P: 0.015), hemodiyaliz süresinin (P: 0.042) ve serum hemoglobin düzeyinin (P<0.0001) fiziksel komponent skoruna diğer faktörlerden bağımsız olarak etki ettiği saptandı. Mental komponent skorunu bağımlı değişken alarak yapılan çoklu lineer regresyon analizinde ise Beck depresyon skorunun (P: 0.001), anti-HCV antikor pozitifliğinin (P: 0.046) ve serum hemoglobin düzeylerinin (P <0.0001) hastaların mental komponent skoruna diğer faktörlerden bağımsız olarak etki ettikleri belirlendi. Sonuç olarak, hemodiyaliz hastalarında HCV ile enfekte olmak hayat kalitesini, özellikle de mental komponenti, kötü yönde etkilemektedir. Hemodiyaliz hastalarında hayat kalitesinin morbidite ve mortalite üzerinde etkili olduğu göz önüne alındığında, HCV enfeksiyonu da hayat kalitesini olumsuz yönde etkilemek yoluyla, bu hastalardaki artmış morbidite ve mortalite nedenlerinden birisi olabilir. Bu nedenle, hemodiyaliz hastalarında HCV enfeksiyonunun hayat kalitesinin bozulması için bir risk faktörü olduğu, diyaliz hekimleri ve diğer diyaliz personeli tarafından mutlaka akılda tutulmalı ve hastalar bu yönden özenle olarak takip edilmelidir.