Browsing by Author "Yosmaoğlu, Hayri Baran"
Now showing 1 - 11 of 11
- Results Per Page
- Sort Options
Item Bedensel engelli çocuklara bakım veren aileleri etkileyen faktörlerin rehabilitasyonda aile işlevselliğine etkisi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2020) Değer, Merve; Yosmaoğlu, Hayri BaranRehabilitasyon programlarında fizyoterapist ile iş birliği içinde hareket eden ailelerin çocuklarının günlük yaşam aktivitelerinde daha fonksiyonel olduğu ve yeterliliklerinin arttığı görülmüştür. Ancak ailenin rehabilitasyon sürecindeki işlevselliğinin hangi faktörlerden etkilendiğine yönelik bir çalışma literatürde bulunmamaktadır. Bu çalışmadaki amaç, bakım verenlerin yaşadığı problemlerin ve yaşamlarında oluşan değişikliklerin incelenerek ailenin rehabilitasyona sağladığı katkıyı engelleyen faktörlerin belirlenmesidir. Çalışmamız 0-18 yaş aralığında bedensel engelli çocuğa sahip olan 100 primer bakım veren birey üzerinde gerçekleştirildi. Bedensel engelli çocuklarının bağımsızlık düzeyini belirlemek için Barthel Günlük Yaşam Aktiviteleri indeksi, primer bakım verenlerin bakım yükünü belirlemek için Bakas Bakım Verme Etki Ölçeği ve ailelerin rehabilitasyon sürecindeki işlevlerini değerlendirmek için Rehabilitasyonda Aile İşlevselliği Ölçeği yüz yüze görüşme tekniği kullanılarak uygulandı. Çalışmanın sonucunda, Bebeğinin engelli dogacagını bilen ailelerin bilmeyen ailelere göre Bakas Bakım Verme Etki Ölçeği ve Aile İşlevselliği Ölçeğinin rehabilitasyona katılım alt boyutundan aldıkları ortalama puan istatistiksel olarak daha yüksekti (p<0.05). Bebeğin engel durumu konusunda kendini hazırlayan primer bakım verenler ve kendini çocuğun durumu ile baş etmede yeterli hisseden primer bakım verenlerin Bakas Bakım Verme ve Aile İşlevselliği Ölçeği farkındalık, tutum ve davranış, toplumsal katılım ve rehabilitasyona katılım alt boyutundan aldıkları ortalama puanlar, engel durumu konusuna kendini hazırlamayan ve kendini bu konuda yeterli hissetmeyenlere göre istatistiksel olarak daha yüksekti (p<0.05). Bakas Bakım Verme, Barthel ve Aile İşlevselliği Ölçeği puanları arasında herhangi bir iliĢki bulunamadı (p>0.05). Bedensel engelli çocuğu 0-2 yaş arasında olan bakım verenlerin Aile işlevselliği ölçeği rehabilitasyona katılım alt boyutundan aldıkları ortalama puan, engelli çocuğu 7-11 yaş arasında olan bakım verenlerden istatistiksel olarak daha yüksekti. Sonuç olarak engel durumunu doğum öncesinde bilen, engelli çocuğu küçük olan ve kendini bu duruma hazırlayan primer bakım veren ailelerin rehabilitasyon sürecine katılımının daha fazla oldugu, bu sebeple rehabilitasyon sürecinde sadece engelli bireyi degil aileyi de beraberinde değerlendirmenin ve çocuğun ve ailenin gereksinimlerinin birlikte karşılanması gerektiği düşünülmektedir. It has been observed that the children of families acting in cooperation with the therapist are more functional in their daily life activities and their competencies are increased in rehabilitation programs. However, there is no study in the literature about which factors affect the functionality of the family in the rehabilitation process. The purpose of this study is to determine the factors that prevent the contribution of the family to rehabilitation by examining the difficulties experienced by the caregivers and the changes in their lives. The study was carried out on 100 primary caregivers who have physically disabled children between the ages of 0-18. Barthel Daily Life Activities index to determine the level of independence of physically disabled children, Bakas Care Delivery Impact Scale to determine the care burden of primary caregivers and Family Functionality Scale in Rehabilitation to evaluate the functions of families in the rehabilitation process was applied using face to face interview technique. As a result of the study, the mean score of the Bakas Care Giving Impact Scale and Family Functionality Scale in the rehabilitation participation sub-dimension was statistically higher than the families who did not know their baby's disability (p<0.05). The average scores obtained by the primary caregivers who prepare themselves about the disability of the baby and the primary caregivers who feel sufficient to cope with the condition of the child from the Bakas Care Giving and Family Functionality Scale awareness, attitude and behavior, social participation and participation in rehabilitation subscale were statistically higher than those who did not prepare themselves for the issue of disability and did not feel sufficient about it (p>0.05). No relation was found between Bakas Care Giving, Barthel and Family Functionality Scale scores (p>0.05). The average scores obtained by the caregivers of the physically handicapped child between the ages of 0-2 and the family functioning scale in the rehabilitation participation sub-dimension were statistically higher than the caregivers with the handicapped children between the ages of 7-11. As a result, it is thought that the primary care families who know the disability before birth, have a disabled child and prepare themselves for this are more involved in the rehabilitation process, therefore it is necessary to evaluate not only the disabled individual but also the family along with the rehabilitation process and the needs of the child and the family must be met together.Item Covid-19 geçirmiş kişilerde tedavi sonrası fiziksel aktivite korkusu ve depresyon(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Kalmaz, Serkan; Yosmaoğlu, Hayri BaranÇalışmanın amacı; COVID-19 enfeksiyonu geçirmiş kişilerde fiziksel aktivite korkusu ve depresyon durumunu değerlendirmek, hastanede yatan ile yatmayan arasında fark olup olmadığını incelemektir. Çalışmaya 18-65 yaş aralığında mental problemi olmayan, COVID-19 enfeksiyonu geçirerek iyileşmiş 115 gönüllü birey (yaş ortalaması: 31±9) katılmıştır. Çalışmaya katılan bireylere fiziksel aktivite korkusunu değerlendirmek için TKÖ Kinezyofobi Ölçeği (TKÖ), depresyon ve anksiyeteyi değerlendirmek için Hastane Anksiyete ve Depresyon Ölçeği (HADÖ) uygulanmıştır. Tüm bireylerin TKÖ puan ortalaması normalin üzerindeydi (41±5). Hastanede tedavi gören hastaların fiziksel aktivite korkusu (43±4), evde tedavi gören hastalardan (40±5) daha yüksekti (p<0.05). HADÖ sonuçlarına göre tüm bireylerin depresyon ve anksiyete ortalaması normal kabul edilen 7’değerinin üzerindeydi (sırasıyla 7,4 ve 9,5). Hastanede yatan bireylerin depresyon ve anksiyete değerleri evde tedavi olanlara göre daha yüksekti. Tüm hastalarda TKÖ puanı ile hem depresyon (r=0.262; p<0.01), hem de anksiyete düzeyleri (r=0.390; p<0.01) arasında pozitif bir ilişki bulundu ve korelasyon katsayılarına göre anksiyetenin TKÖ ile ilişkisi, depresyondan daha yüksekti. Sonuç olarak; COVID-19 enfeksiyonu vakalarında, kinezyofobi, depresyon ve anksiyete oluştuğu, hastanede tedavi olan bireylerde bu değişkenlerin daha yüksek seviyede görüldüğü ve Fiziksel aktivite korkusu ile depresyon ve anksiyete arasında pozitif bir ilişki olduğu tespit edildi. The aim of the study; To evaluate the fear of physical activity and depression in people who have had COVID-19, to examine whether there is a difference between hospitalized and non- hospitalized. 115 volunteers (mean age: 31±9) who had no mental problems and recovered from COVID-19 between the ages of 18-65 participated in the study. The TKÖ Kinesophobia Scale (TKS) was used to evaluate the fear of physical activity, and the Hospital Anxiety and Depression Scale (HADS) to evaluate depression and anxiety. The average TKS score of all individuals was above normal (41±5). The fear of physical activity (43±4) in the patients receiving medication at the hospital was higher than the patients receiving medication at home (40±5) (p <0.05). According to the HADS results, the depression and anxiety average of all individuals was above 7 which is considered normal (7.4 and 9.5 respectively). Depression and anxiety values of hospitalized individuals were higher than those who were treated at home. A positive correlation was found between the TKS score and both depression (r = 0.262; p <0.01) and anxiety levels (r = 0.390; p <0.01) in all patients, and according to the correlation coefficients, the relationship between anxiety and TKS was higher than depression. As a result; In COVID-19 cases, it was found that kinesiophobia, depression and anxiety occurred, these variables were seen at higher levels in hospitalized individuals, and there was a positive relationship between fear of physical activity and depression and anxiety.Item Diz osteoartritli hastalarda su içi egzersiz tedavisinin ağrı, kas kuvveti ve fonksiyonelliğe etkisi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Çiçek, Tansu; Yosmaoğlu, Hayri BaranÇalışmanın amacı; diz osteoartritli hastalarda su içi egzersiz tedavisinin ağrı, kas kuvveti ve fonksiyonelliğe olan etkisini değerlendirerek, kara egzersizlerinin etkinliği ile karşılaştırmaktır. Ayaş Fizik Tedavi Merkezinde uzman doktor ve fizyoterapist kontrolünde rutin fizyoterapi ve rehabilitasyon alan hastalar su içi egzersiz ve kara egzersiz grubu olmak üzere ikiye ayrılmıştır. 20’şer kişilik iki gruptan oluşan çalışmamıza toplam 40 hasta dahil edilmiştir. Kara egzersiz grubundaki hastalara; Ultrason, Transkuteneal Elektriksel Sinir Stimulasyonu (TENS), Sıcak Paket, Kısa Dalga Diatermi (KDD) ve kassal kuvvetlendirme içeren egzersiz programı uygulanmıştır. Su içi egzersiz grubundaki hastalara ise kara egzersiz programında uygulanan tedavilere ek su içi egzersiz tedavisi uygulanmıştır. Hastalar 10 günlük tedavi sürecinde ilk tedavi öncesi ve son tedavi sonrası değerlendirilmişlerdir. Her iki grubun tedavi öncesi ve sonrası; ağrı, sertlik ve fiziksel fonksiyonunu değerlendirmek için Western Ontario ve McMaster Üniversiteleri Osteoartrit İndeksi (WOMAC), kinezyofobisini değerlendirmek için Tampa Kinezyofobi Ölçeği (TKÖ), fiziksel aktivitelerini değerlendirmek için Fiziksel Aktivite Değerlendirme Anketi (FADA), tedaviye bakış açısını ve tedaviden memnuniyetini değerlendirmek için İyileşme Algısı Ölçeği (PRS), ağrının şiddetini değerlendirmek için Görsel Analog Skalası (GAS) uygulanmıştır. Kalça fleksör, ekstansör, abdüktör ve addüktör kas kuvvetleriyle diz fleksör ve diz ekstansör kas kuvvetleri dinamometre ile değerlendirilmiştir. Kara ve su içi grupları arasında; VAS (p=0,131), WOMAC (p=0,117), FADA (p=0,309), kinezyofobi (p=0,297), iyileşme algısı (p=0,215), kalça fleksiyon (p=0,362), kalça ekstansiyon (p=0,873), kalça abdüksiyon (p=0,099), kalça addüksiyon (p=0,193), diz ekstansiyon (p=0,059) skorlarında anlamlı bir sonuç bulunamamıştır. Ancak diz fleksiyonunda (p=0,001) su içi grupta daha fazla artış görülmüştür. Sonuç olarak; her iki grupta da uygulanan tedavilerimiz olumlu sonuç vermiştir. Ağrı, kas kuvveti ve fonksiyonellik açısından iki grupta da gelişme gözlemlenmiştir. Ancak su içi egzersiz grubunun kara egzersiz grubuna üstünlüğünü tam olarak kanıtlayamadık. Bununla birlikte çalışmamızın ülkemizde temel olarak uygulanan fizik tedavi modalitelerini ele alması yönüyle olumlu souçlarımızın literatüre katkı sağlayacağını düşünüyoruz. The aim of the study; To evaluate the effect of water exercise therapy on pain, muscle strength and functionality in patients with knee osteoarthritis and compare it with the effectiveness of land exercises. Patients who received routine physiotherapy and rehabilitation under the control of specialist doctor and physiotherapists in Ayaş Physical Therapy Center were divided into two groups as in-water exercise and land exercise group. A total of 40 patients were included in our study, which consisted of two groups of 20 people each. Patients in the land exercise group; Ultrasound, Transcuteneal Electrical Nerve Stimulation (TENS), Hot-Packs, Short Wave Diathermy (KDD) and muscular strengthening exercise program were applied. In the water exercise group, in addition to the treatments applied in the land exercise program, in-water exercise therapy was applied. The patients were evaluated before the first treatment and after the last treatment during the 10-day treatment period. Before and after treatment of both groups; Western Ontario and McMaster Universities Osteoarthritis Index (WOMAC) to assess pain, stiffness and physical function, Tampa Kinesophobia Scale (TSK) to assess kinesophobia, Physical Activity Assessment Questionnaire (FADA) to assess physical activity, recovery to assess treatment perspective and treatment satisfaction The Perception Scale (PRS) and the Visual Analogue Scale (VAS) were used to assess the severity of pain. The hip flexor, extensor, abductor and adductor muscle strengths and knee flexor and knee extensor muscle strengths were evaluated with a dynamometer. Among the terrestrial and inland groups; VAS (p = 0.131), WOMAC (p = 0.117), FADA (p = 0.309), kinesophobia (p = 0.297), perception of improvement (p = 0.215), hip flexion (p = 0.362), hip extension (p = 0.873), hip abduction (p = 0.099), hip adduction (p = 0.193), knee extension (p = 0.059) scores. However, knee flexion (p = 0.001) increased more in the water group. As a result; Our treatments applied in both groups gave positive results. Improvements were observed in both groups in terms of pain, muscle strength and functionality. However, we could not fully prove the superiority of the in-water exercise group over the land exercise group. However, we think that our positive results will contribute to the literature in terms of the physical therapy modalities that are mainly applied in our country.Item Farklı materyalden yapılmış farklı sertlikteki yatakların basınç dağılım özelliklerinin konfor ve bel mekaniğine etkisi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2022) Gürel, Melike Naz; Yosmaoğlu, Hayri BaranÇalışmanın amacı sağlıklı bireylerde antropometrik özelliklerine göre üç farklı materyal ve sertlikteki yatak üzerinde üç farklı yatış postüründe elde edilen basınç dağılım özellikleri ile yatak üzerinde hissedilen konforun arasındaki ilişkiyi araştırmaktır. Çalışmamıza 18-65 yaş arası 44 sağlıklı birey dahil edildi. Bireylerin omurga uzunluğu, omuz ve pelvis genişliği mezura ile ölçüldü. Çalışmamızda sert yatak olarak lateks, orta sert yatak olarak yaylı ve yumuşak yatak olarak visco yatak kullanıldı. Sırasıyla üç tip yatak üzerine serilen Tactilus basınç dağılım ölçüm cihazı ile bireylerin sırtüstü, sağ ve sol yan pozisyonlarında basınç dağılımları ölçüldü. Yataklar üzerinde üç yatış durumunda bireylerce hissedilen konforun değerlendirilmesinde Vizüel Analog Skalası (VAS) kullanıldı. Her üç yatak materyalinde sırtüstü yatışta sağ ve sol yana yatışa kıyasla daha düşük “basınç ortalaması” elde edildi (p=0,001). Lateks ve visco yatakta sırtüstü yatışta yan yatışa kıyasla daha düşük “yüksek basınç alanı” elde edildi (p=0,001). Yaylı yatakta yatanların “yüksek basınç alanları” yatış yönüne göre farklılık göstermedi (p=0,124). Yan yatışta en düşük “yüksek basınç alanı” lateks yatakta, en yüksek basınç alanı visco yatakta olduğu görüldü (p=0,001). Sırtüstü yatışta yüksek basınç alanları yataklar arasında farklılık göstermedi (p=0,237). Visco yatağın VAS konfor puanları diğer yataklara göre farklılık göstermemekle birlikte (p>0,05) lateks yatağın VAS konfor puan ortalamasının yaylı yataktan daha düşük olduğu görüldü (p<0.05). Visco yatakta bireyin omurga uzunluğu arttıkça hissedilen konfor arttı (p=0,040). Diğer yataklarda hissedilen konfor düzeyi ile tüm antropometrik özellikler arasında istatiksel olarak ilişki saptanmadı (p>0,05). Sırtüstü yatışta kilo, boy, omurga uzunluğu, omuz ve pelvis çap değerlerinin her tip yatakta basınç ortalamaları üzerinde etkisi olduğu görüldü (p>0,05). Vücut ağırlığı arttığında yaylı yatakta sadece yan yatışta yüksek basınç alanı değeri arttı. Diğer yataklarda ise vücut ağırlığı arttıkça yatış yönü farketmeksizin yüksek basınç alanı değeri arttı(p<0,05). Yaylı yatakta yan yatışta omuz çapın ve sırtüstünde pelvis çapın artışı ile ortalama basınç değeri arttı (p<0,05). Yaylı yatakta sırtüstünde boy uzunluğu arttıkça ortalama basınç değeri azaldı (p<0,05). Sonuç olarak lateks yataklara kıyasla yaylı yataklar konfor açısından avantaj oluşturmakla birlikte antropometrik özelliklere göre konfor algısı değişmemektedir. Ancak antropometrik özellikler ve bireyin ağırlıklı olarak tercih ettiği yatış postürü, yüksek basınç ve basınç ortalaması değerlerini etkilemesi açısından ideal yatak seçiminde önem taşımaktadır. Yüksek kiloya sahip sırtüstü ve yan yatış pozisyonunu tercih eden bireylere lateks yatak ve yaylı yatak önerilebilir. Omuzu geniş bireylerin yan yatışta, kalçası geniş bireylerin sırtüstü yatışta yaylı yatak seçmesi dezavantaj yaratabilirken sırtüstü yatışta boy uzunluğu arttıkça yaylı yatak seçilebilir. The aim of the study is to investigate the relationship between the pressure distribution characteristics obtained in three different lying postures on three different materials and hard mattresses according to their anthropometric characteristics and the comfort felt on the mattress in healthy individuals. Forty-four healthy individuals between the ages of 18-65 were included in our study. The spine length, shoulder and pelvis width of the individuals were measured with a tape measure. In our study, latex was used as a hard mattress, a spring mattress was used as a medium hard mattress, and a visco mattress was used as a soft mattress. Pressure distributions were measured in the supine, right and left lateral positions of the individuals with the Tactilus pressure distribution measuring device, which was laid on three types of mattresses, respectively. The Visual Analogue Scale (VAS) was used to evaluate the comfort felt by individuals in the three-bed state. In all three mattress materials, lower “pressure mean” was obtained in supine position compared to right and left side lying (p=0.001). A lower “high pressure area” was obtained when lying on the back in a latex and visco mattress compared to lying on the side (p=0.001). The “high pressure areas” of those lying on the spring mattress did not differ according to the lying direction (p=0.124). It was observed that the lowest “high pressure area” was in the latex mattress, and the highest pressure area was in the visco mattress when lying on the side (p=0.001). High pressure areas in supine position did not differ between beds (p=0.237). Although the VAS comfort scores of the visco mattress did not differ from the other mattresses (p>0.05), it was observed that the VAS comfort score average of the latex mattress was lower than that of the spring mattress (p<0.05). As the spine length of the individual increased in the visco mattress, the comfort felt increased (p=0,040). No statistical correlation was found between the level of comfort felt in the other beds and all anthropometric features (p>0,05). Weight, height, spine length, shoulder and hip diameter values were found to have an effect on the mean pressure in all types of mattresses in supine position (p<0,05). When the body weight increased, the high pressure area value increased only in side lying in the spring mattress. In the other beds, as the body weight increased, the high pressure area value increased regardless of the lying direction (p<0.05). The mean pressure value increased with the increase in the diameter of the shoulder in the spring bed while lying on its side and the diameter of the pelvis in the supine position (p<0,05). The mean pressure value decreased as the height increased in the supine position on the spring mattress (p<0.05). As a result, although spring mattresses provide an advantage in terms of comfort compared to latex mattresses, the perception of comfort does not change according to anthropometric characteristics. However, anthropometric characteristics and the lying posture preferred by the individual are important in choosing the ideal mattress in terms of affecting high pressure and pressure average values. Latex mattresses and spring mattresses can be recommended for individuals with high weight who prefer supine and side lying positions. While it may be disadvantageous for individuals with wide shoulders and hips to choose a spring mattress while lying on their side, a spring mattress can be chosen as the height increases when lying on their back.Item Kor stabilizasyon eğitiminin teniste servis atışı esnasındaki gövde kinematiği servis performansı üzerine etkisi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Başköy, Fethiye; Yosmaoğlu, Hayri BaranTenis, çok yönlü hareket paternlerini içeren bir spordur ve tenis oyuncuları, üst ve alt ekstremite hareketlerini etkili bir Ģekilde yapabilmek, aynı zamanda da vertebral kolonu korumak için lumbo-pelvik stabilizasyona ihtiyaç duyarlar. Bu sebeple, teniste, lumbo-pelvik stabilizasyon eğitiminin, gövde ve servis üzerine etkisinin belirlenmesi ve bunun objektif değerlendirme yöntemleri ile yapılması faydalı olabilecektir. Bu çalıĢmanın amacı; lumbo-pelvik stabilizasyon eğitiminin, tenis oyununda, servis atıĢı esnasında, kinetik zincir içerisinde önemli rolü olan gövdenin kinematiğini ve servis performansını nasıl etkilediğini kinematik analiz yoluyla değerlendirmek ve böylece, lumbo-pelvik stabilizasyonun önemi ve performansa etkisini objektif olarak belirlemekti. ÇalıĢmaya Türkiye Tenis Federasyonu Ankara bölgesinden, 24 tenis oyuncusu dahil edildi. Bu sporcular 12 kontrol, 12 eğitim olmek üzere 2 gruba ayrıldı. Sporcuların, kuvvet ve güç bileĢenleri ön abdominal güç testi ve yan abdominal güç testi, gövde ve raket kinematikleri ise 3 boyutlu kinematik analiz yöntemi ile değerlendirildi. Ġlk değerlendirmeler sonrası, sporcular, rastgele, kontrol ve eğitim olmak üzere iki gruba ayrıldı. Kontrol grubu, rutin tenis antrenman programına devam ederken, eğitim grubuna, rutin tenis antrenman programına ilave 5 haftalık Jeffrey‟in ilerleyici lumbo-pelvik stabilizasyon programı uygulandı. Eğitim sonunda, güç testleri ve kinematik analiz her iki grup sporcularda tekrarlandı. Elde edilen bulgulara göre; eğitim alan grupta ön ve yan abdominal güç test değerleri ve üst gövde ekstansiyon açısında önemli artıĢ (p=0,01), orta gövde sağ lateral fleksiyon, sol rotasyon, üst gövde sol lateral fleksiyon açılarında, topla temas anındaki raket hızında artıĢ meydana geldi (p<0,05). Diğer gövde hareket açıları ve açısal hız değerlerinde ise iki grup arasında değiĢiklik olmadı (p>0,05). Diğer yandan, eğitim almayan erkek sporcularda; ön abdominal güç test değerinde azalma görüldü (p<0,05), diğer parametrelerde değiĢiklik olmadı (p>0,05). Eğitim alan erkeklerde ise, ön ve yan abdominal güç test değerleri, orta gövde sağ lateral fleksiyon, üst gövde sağ rotasyon açı değerlerinde artıĢ (p<0,05), üst gövde ekstansiyon açı değerinde oldukça yüksek artıĢ meydana geldi (p=0,01). Eğitim almayan kadın sporcuların ölçülen değiĢkenlerinin hiçbirinde değiĢiklik olmazken (p>0,05), eğitim alan kadın tenis oyuncularında, ön abdominal güç test değerlerinde, orta gövde ekstansiyon açı değerinde artıĢ (p<0,05), yan abdominal güç test değerlerinde önemli artıĢ oldu (p=0,01). Sonuç olarak; tenis oyuncularında, rutin antrenman programına ilave olarak uygulanan, lumbo-pelvik stabilizasyon eğitimi, lumbo-pelvik stabilizasyon, gövde hareketleri ve servis performansını olumlu yönde etkileyebilmektedir. Tennis is a sports that include multi-directional movement patterns. Tennis players need core stabilization in order to perform upper and lower limb movements effectively and to protect spinal cord at the same time. For this reason, determining the effect of core stabilization training on trunk and tennis serve with objective assesment methods may be usefull. The purpose of this study was to evaluate how core stabilization training effects kinematics of trunk which has important role in the kinetic chain and serve performance through kinematic analysis during tennis serve, thus determining the importance of core stabilization and the effect on the performance objectively. This study included 24 tennis players from the Ankara region of Turkey Tennis Federation. These tennis players were divided into two groups as 12 control and 12 training. Strength and power components of athletes were evaluated with front abdominal power test and side abdominal power test. In addition, trunk and racquet kinemetics of them were assessed with 3 dimensional kinematic analysis. After first evaluations, the athletes were rondomly divided into control and training groups. While control group was continuing their routine tennis training program, Jeffrey‟s progressive core stability program was applied to training group for five weeks in addition to their routine tennis training program. At the end of the core stability training, power tests and kinematic analaysis were repeated in both groups. Acording to obtained data front and side abdominal power and upper trunk extention angle significantly increased in training group (p=0,01). Middle trunk right lateral flexion, left rotation, upper trunk left lateral flexion and racquet velocity at impact increased in training group (p<0,05), but there was no change in other trunk kinematics between two groups (p>0,05). On the other hand, front abdominal power decreased in male athlets in control group after training period (p<0,05), but there was no difference between other parameters of these athletes before and after training period (p>0,05). In trained male athletes front and side abdominal power middle trunk right lateral flexion, upper trunk right rotation angles improved (p<0,05) and upper trunk extension angle improved significantly (p=0,01). There was no change in the measured variables of the untrained female athletes (p>0,05), whereas there was an increase in the values of front abdominal power test, middle trunk extension angle (p<0,05), and significant increase in the values of side abdominal power tests in trained female tennis players (p=0,01). In conclusion, core stabilization training program in addition to routine tennis training program can positively affect the core stability, trunk kinematics and serve performance in tennis players.Item Lateral ayak bileği yaralanması olan kişilerde esnek ve esnek olmayan bantlama uygulamalarının sıçrama sonrası yere inişte ayak bileği kinematiği üzerine etkinliğinin karşılaştırılması(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Korkusuz, Süleyman; Yosmaoğlu, Hayri BaranBu çalışmanın amacı tek taraflı lateral ayak bileği yaralanması öyküsü olan kişilerde etkilenmiş ayak bileğine uygulanan esnek ve esnek olmayan bantlama uygulamalarının sıçrama sonrası yere inişte ayak bileği eklemi üzerindeki etkisini kinematik olarak karşılaştırmaktır. Tek taraflı lateral ayak bileği yaralanması öyküsü olan 24 kişi, 30 cm yükseklikteki platformdan tek ayak üstüne iniş yaptırılarak ayak bileği kinematik analizi üç boyutlu yüksek hızlı kamera sistemiyle gerçekleştirildi. Aynı analiz yaralanma geçirmiş ayağa esnek (kinezyo bantlama) ve esnek olmayan bantlama (atletik bant) yapılarak tekrarlandı. Hiçbir bantlama yapılmadan gerçekleştirilen inişte yere ilk temasta ve ilk temastan sonraki ilk 150 ms’ de etkilenen ayağın inversiyon açı değerinin etkilenmeyen ayaktan daha küçük olduğu ve farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu görülmüştür (p=0,03967, p=0,04250). Etkilenen ayakta esnek bantlama, esnek olmayan bantlama uygulaması sonrası ve hiçbir bantlama uygulaması yapılmadan gerçekleştirilen üç farklı yere inişte ilk temas, tam temas ve ilk temastan sonraki ilk 150 ms’ de ayak bileği kinematik değerlerinde istatistiksel olarak anlamlı bir fark görülmedi. Çalışmanın sonuçları, esnek ve esnek olmayan bantlama uygulamalarının sıçrama sonrası yere iniş sırasında ayak bileğinin stabilizasyonunda yeterli olmayabileceğini ve bant uygulama teknik ve materyallerinin kinematik açıdan farklı olmadığını göstermektedir. Ayak bileği yaralanması geçiren bireylerde özellikle sportif aktivite sırasında bantlama uygulaması yapılsa dahi yaralanma ile ilgili kinematik risk faktörlerinin devam ettiği göz önüne alınmalıdır. The aim of this study was to evaluate the effect of elastic and inelastic banding applications on the kinematic of the ankle joint in drop landing in patients with a history of unilateral lateral ankle. 24 people with a history of unilateral lateral ankle injury were descended from a platform of 30 cm height on one foot and ankle kinematic analysis was performed with a three-dimensional high-speed camera system. The same analysis was repeated by performing elastic (kinesio taping) and inelastic banding (athletic tape) on the injured foot. In the descent performed without any banding, the inversion angle value of the affected foot was smaller than the unaffected foot and the difference was statistically significant (p = 0.03967, p = 0.04250). There was no statistically significant difference in ankle kinematic values at the first contact, full contact and first 150 ms after the first contact after landing in three different places after elastic banding, inelastic banding and without any banding. The results of the study show that elastic and inelastic banding applications may not be sufficient to stabilize the ankle during landing after splashing and that the band application techniques and materials are not kinematically different. It should be taken into consideration that the kinematic risk factors related to injury persist in individuals with ankle injury, even if taping is performed during sports activity.Item Lomber disk hernisi olan bireylerde mikrodiskektomi cerrahisinin erken dönemde ağrı, yaşam kalitesi ve fonksiyonelliğe etkisi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Açbay, Ecehan; Yosmaoğlu, Hayri BaranÇalışmanın amacı lomber disk hernisi tanılı bireylerde mikrodiskektomi cerrahisinin ağrı, fonksiyonellik ve yaşam kalitesi üzerine kısa dönem etkilerini incelemekti. Bu amaçla çalışmaya dahil edilen lomber disk hernisi tanılı 53 bireyden 28’i mikrodiskektomi uygulanması kararı alınan cerrahi grubunu, sadece eklem koruma prensipleri hakkında bilgi verilen 25 birey ise kontrol grubunu oluşturdu. Hastaların fonksiyonel durumu Oswestry Özürlülük İndeksi ile, bel ağrısı McGill-Melzack Ağrı Ölçeği ile, spinal stabilizasyon aktivitesi Stabilizer Basınç Biofeedback Cihazı ile, yaşam kalitesi ise Kısa Form 36 (KF-36) Yaşam Kalitesi Ölçeği ile çalışma başlangıcında ve dört hafta sonunda değerlendirildi. Cerrahi yapılan grupta ağrı şiddeti anlamlı düzeyde azalırken fonksiyonellik ve yaşam kalitesinin istatistiksel olarak arttığı bulundu (p<0,05). Kontrol grubunda ise ağrı, fonksiyonellik ve yaşam kalitesi parametrelerinde anlamlı bir değişiklik saptanmadı. Cerrahi yapılan grupta spinal stabilizasyonu koruma aktivitesinde kontrol grubuna kıyasla daha fazla azalma olduğu saptandı (p<0,01). Çalışmadan elde edilen sonuçlara göre lomber disk hernisi tanılı bireylerde mikrodiskektomi cerrahisi uygulamasıyla kısa dönemde hastaların ağrılarının azaldığı, fonksiyonellik ve yaşam kalitesinde ise artış meydana geldiği saptandı. Benzer çalışmaların uzun izlem periyotlarını içerecek şekilde yapılması bu cerrahinin sonuçları hakkında daha fazla bilgi verecektir. The purpose of this study was to examine the early effects of microdiscectomy surgery on pain, functional disability and quality of life in patients with lumbar disc herniation. Fiftythree patients with lumbar disc herniation participated in this study. Twenty-eight patients operated for lumbar disc hernia were included in the surgery group. Twenty-five patients with lumbar disc herniation were included in the control group who were given information about joint protection principles. The outcome measures were Oswerty Disability Index for assessing functional disability, McGill-Melzack Pain Questionnaire for assessing low back pain, Stabilizer Pressure Biofeedback Unit for assessing spinal stabilization and Short-Form 36 (SF-36) for assessing quality of life, Evaluations were made at the beginning of the intervention and at the end of four weeks. According to the results, when the groups were compared, the severity of pain was significantly reduced in the surgical groups. It was observed that functionality and quality of life increased statistically in the surgery group (p<0,05). No significant difference was found in pain, functional disability and quality of life scores in the control group. It was also found that there was more decrease in spinal stabilization activity in the surgical group compared to the control group (p<0,01). Our results indicate that microdiscectomy surgery in patients with lumbar disc hernia reduces pain in the short term and increases functionality and quality of life. The additional similar studies with longer follow-up periods will provide more information about the results of this surgery.Item Lumbal radikülopati hastalarında farklı bantlama tekniklerinin ağrı, fonksiyonellik ve doku sıcaklığı üzerine etkisi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Namlı, Tuğçe; Yosmaoğlu, Hayri BaranÇalıĢmanın amacı; lumbal radikülopati hastalarında farklı bantlama materyal ve tekniklerinin ağrı, fonksiyonellik, doku sıcaklığı üzerinde oluĢturacağı etkileri araĢtırmaktır. ÇalıĢmamıza, 18-50 yaĢ arası lumbal radikülopati tanısı alıp, bel ağrısı nedeniyle fizyoterapi ve rehabilitasyon programına alınan 51 gönüllü hasta dahil edildi. Hastalar kinezyo bantlama grubu, atletik bantlama grubu ve plasebo bantlama grubu olarak üçe ayrıldı. Aktivite ve istirahat sırasında hissedilen ağrı Ģiddetinin değerlendirilmesinde vizüel analog skalası kullanıldı. Fonksiyonelliğin ve yaĢam kalitesinin değerlendirilmesi amacıyla Oswestry Bel Ağrısı Engellilik Anketi ve Roland-Morris Engellilik Anketleri kullanıldı. Bölgesel doku sıcaklığı dijital elektronik infrared termograf ile uygulama öncesi ve sonrası ölçüldü. 10 seans müdahaleden sonra tüm gruplarda ağrı, fonksiyonel durum ve yaĢam kalitesinde istatistiksel olarak iyileĢme görüldü (p ˂0,05). Tedavi öncesi ve tedavi sonrası klinik değerlerin farkları gruplar arasında karĢılaĢtırıldığında, kinezyo bantlama grubunun ağrı ve fonksiyonelliği arttırmada daha etkili olduğu görüldü (p ˂0,05). Kinezyo bantlama grubunun tedavi öncesi ve sonrası lokal doku sıcaklığının değerlerinin değiĢmediği (p>0,05), atletik ve plasebo bantlama grubunun doku sıcaklığında artıĢ olduğu görüldü (p ˂0,05). Sonuç olarak; kinezyo ya da atletik bantlama uygulamalarının fizyoterapi programlarına eklenmesi; ağrı, fonksiyonellik ve yaĢam kalitesi üzerinde iyileĢmeyi arttırmaktadır. Ancak dokuya olan uyumu ve kullanım kolaylığı da göz önüne alındığında lumbal radikülopatili hastalarda kinezyo bant uygulaması tedavi için daha uygun bir tercih olabilir. The aim of the study is to investigate the effects of different taping materials and techniques on pain, functionality and tissue temperature in lumbal radiculopathy patients. 51 volunteer patients who were diagnosed with lumbal radiculopathy between the ages of 18 and 50, were participated in this study. Patients were divided into three groups as kinesio taping group, the athletic taping group and the placebo taping group. Visual analog scale was used to assess the severity of pain felt during activity and rest. Oswestry Low Back Pain Disability Questionnaire and Roland-Morris Disability Questionnaire were used to assess the functionality and quality of life. Regional tissue temperature was measured before and after application by digital electronic infrared thermograph. After 10 days of intervention, all groups were showed statistically improved pain, functional status and quality of life (p ˂ 0.05). Kinesyo taping group was found more effective in terms of pain and functionality (p ˂ 0.05). Local tissue temperature was not different kinesio taping group before and after treatment (p>0.05), while athletic and placebo taping group had an increase (p ˂ 0.05). As a result, kinesyo taping and athletic taping are an approach that can be used in patients with lumbal radiculopathy. The addition of kinesio taping or athletic taping practices to physiotherapy programs improve pain, functionality, and quality of life. However, given its adherence to tissue and ease of use, kinesio taping may be a more appropriate choice for treatment in patients with lumbal radiculopathy.Item Ön çapraz bağ rekonstrüksiyonu ile birlikte uygulanan artroskopik menisküs onarımının cerrahi sonrası rehabilitasyona etkileri(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Kasapoğlu, Özge; Yosmaoğlu, Hayri BaranBu çalışmanın amacı menisküs tamirinin ön çapraz bağ rekonstrüksiyonu rehabilitasyonuna etkilerini incelemektir. Çalışmada; aynı cerrahi işlemde hem ön çapraz bağ rekonstrüksiyonu hem de menisküs tamiri uygulanmış hastaların ameliyat sonrası rehabilitasyon sonuçları ile, sadece ön çapraz bağ rekonstrüksiyonu uygulanan hastaların ameliyat sonrası rehabilitasyon sonuçları karşılaştırılmıştır. Çalışmaya dahil edilen 30 hastadan sadece ön çapraz bağ rekonstrüksiyonu uygulanmış 15 hasta 1. Grubu (n=15, yaş: 34±8) , ön çapraz bağ rekonstrüksiyonu ile birlikte menisküs tamiri de uygulanmış 15 hasta 2. Grubu (n=15, yaş: 27±8) oluşturmuştur. Her iki grupta da rehabilitasyon programı post operatif ilk gün başlatılmış ve 6 hafta devam etmiştir. Her iki gruba da aynı rehabilitasyon programı uygulanmış olup, farklı olarak 2. gruptaki hastalar 15 gün opere bacağa yük vermemiş ve diz fleksiyonları 90 derece ile sınırlanmıştır. Rehabilitasyon programı süresince her iki grup da; aynı yöntemlerle, post operatif 1., 2., 4. ve 6. haftaların sonunda değerlendirilmiştir. Olguların quadriceps ve hamstring kas kuvveti el dinamometresi ile diz eklem hareket açıklığı inklinometre ile ölçülmüştür. Uyluk çevresi; medial tibial plato, 5-10-15 cm üstünden mezura ile ölçülmüş ve fonksiyonel yetersizliği değerlendirmek için Lysholm diz skorlama ölçeği kullanılmıştır. Değerlendirmeler sonucunda 1. 4. ve 6. haftalarda 1. Grup quadriceps kas kuvveti 2. Gruba göre daha fazla bulunurken (p=0.011, p=0.048, p=0.001), 2. haftada kas kuvveti ortalamaları farklı olsa da gruplar arasındaki bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır.(p>0.05). Gruplar arasında çevre ölçümü, diz eklemi fleksiyon açısı ve lysholm diz skorlama ölçeği bakımından tüm haftalarda anlamlı bir fark olmamasına karşın (p>0.05) ekstansiyon limitasyon derecesi 1. ve 2. haftalarda 2. grupta daha fazla bulunmuştur (p=0.006, p=0.012). Çalışmamızdan çıkan sonuç menisküs tamirinin post operatif dönemde uygulanan kısıtlayıcı rehabilitasyon nedeniyle quadriceps kas kuvveti ve tam ekstansiyon derecesi üzerine erken dönemde olumsuz etkileri olabileceğidir. The aim of this study was to evaluate the effects of meniscal repair on rehabilitation after anterior cruciate ligament surgery. In this study; the outcomes of rehabilitation after meniscal repair with anterior cruciate ligament reconstruction compared with the outcomes of rehabilitation after anterior cruciate ligament reconstruction. Out of 30 patients enrolled in the study , 15 of them who had only anterior cruciate ligament reconstruction form group 1 (n=15, age:34±8),, and 15 others who received both meniscal repair and anterior cruciate ligament reconstruction form group 2(n=15, age: 27±8) . The rehabilitation programme for group 1 and group 2 was started at the first day after the surgery and continued for 6 weeks. Both groups followed the same rehabilitation programme. Patients in group 2 were not allowed to weight bearing and knee flexion beyond 90 degrees for 15 days because of the meniscal repair. During the rehabilitation programme both groups were evaluated with the same methods at the end of the first, second, forth and sixth weeks. Quadriceps and hamstring strength measurements were performed with hand dynamometer and knee joint range of motions were assesed with inclinometer. The thigh circumference was measured 5, 10 and 15 cm above the medial tibial plateau using with tape measure. Functional results were evaluated by Lysholm Knee Scoring Scale. As a result of evaluation, at the end of the first fourth and sixth weeks, group 1 quadriceps muscle strength was higher than group 2(p=0.011, p=0.048, p=0.001) . Although at the end of the second week the muscle strength averages were different, this was not statistically significant (p>0,05). There were no differences between group 1 and 2 about thigh circumference measurement, knee joint flexion angle and Lysholm Knee Scoring Scale (p>0.05). But at the end of first and second weeks there were significant differences in limitation of extension between group 1 and 2(p=0.006, p=0.012) . The outcome of our study is that meniscal repair may have adverse effects on quadriceps muscle strength and full extensional range of motion due to restrictive rehabilitation program.Item Sporcularda torakal omurgaya uygulanan manuel terapinin vertebral dizilime akut etkisi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2022) Güdücü, Kemal Eren; Yosmaoğlu, Hayri BaranBu çalışmanın amacı postüral problemi ve ağrısı olmayan sporcularda torakal omurgaya yapılan manuel terapinin spinal segmentler üzerine anlık etkilerini incelemek amacıyla yapıldı. Çalışma randomize kontrollü ve değerlendirici tarafından tek kör klinik çalışma olarak gerçekleştirildi. Çalışmaya katılan 28 erkek sporcu, 14 uygulama grubu ve 14 sahte tedavi grubu randomize olarak ikiye ayrıldı. Her iki gruba da, sırt bölgesinin raster-stereografi görüntüleme yöntemi ile kinematik analizi alındı. Uygulama grubundaki sporcuların skapulanın inferior kısmındaki torakal omurgaya nefes alışverişinden sonra direkt manipülasyon uygulaması yapıldı. 14 kişilik sahte tedavi grubundaki katılımcılar yüzüstü uzanır şekilde pozisyonlandı. Klinisyen ellerin torakal bölge üzerinde yerleştirdi. Nefes alışverişinden sonra eller geri çekilip uygulama tamamlandı. Uygulama sonrası her iki gruptaki katılımcıların torakal ve lumbal vertebral dizilimi raster-stereografi görüntüleme yöntemi ile, kinematik olarak analiz edildi. Bu çalışma ile Torakal omurga üzerine yapılan manipülasyonun postür üzerine akut olarak kifotik açı ve vertebral rotasyon maksimum açısında kinematik değişiklik yarattığı, (p<0,05) lordotik açı, koronal imbalans, apikal deviasyon ve sagital imbalans anlamlı değişikliğin olmadığı bulunmuştur (p>0,05). Bu bulgular ışığında, torakal direkt manipülasyon uygulamasının akut kalıcı vertebral kinematik değişiklik yaratıyor olması terapötik amaçlı kullanımı açısından kanıt değeri taşıması değeriyle yol gösterici olabilir.The aim of this study was conducted to examine the immediate effects of manual therapy on the thoracic spine in athletes without any postural problems and pain on the spinal segments. The study was conducted as a randomized, controlled, and single-blinded clinical trial. The 28 male athletes participating in the study were randomly divided into two groups. In intervention group, direct manipulation was applied to the thoracic spine in the inferior part of the scapula of. In sham treatment group participants were positioned in the same way. The clinician’s hands were placed on the thoracic region. After inhalation and exhalation, the hands were withdrawn and the application was completed. Kinematic analysis of the thoracal and lumbar regions were conducted on both groups by photogrammetric method. Direct thoracic manipulation creates acute vertebral kinematic changes in kyphotic angle (p<0,05) and vertebral rotation max (p<0,05). There is no significant change in lordotic angle, apical deviation, sagittal imbalance and coronal imbalance (p>0,05). Acute kinematic effect of manipulation practices occurs only in practice region not other vertebral segments in spine. This can be a guide with its value as evidence for its therapeutic use.Item Yoga yapan bireylerde servikal bölge taktil duyu keskinliği ve vücut farkındalığının incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2022) Sarak Küçükosmanoğlu, Hazal; Yosmaoğlu, Hayri BaranBu çalışmanın amacı, düzenli yoga yapan sağlıklı bireyler ile yoga yapmayan sağlıklı sedanter bireylerin, servikal bölge taktil duyu keskinliğini ve vücut farkındalığını karşılaştırmaktır. Bu amaçla çalışmaya dahil edilen 18-35 yaş arası 60 bireyden 30’u en az 6 aydır düzenli vinyasa ve hatha yoga yapan birinci grubu; yaş, cinsiyet, beden kütle indeksi bakımından eşleştirilmiş diğer 30 sağlıklı sedanter birey ise ikinci grubu oluşturdu. Taktil duyu keskinliğini objektif olarak değerlendirmek amacıyla her iki grubun servikal bölgede C7, C5, C3, C1 ve T1 segmentlerine, dijital kaliper ile iki nokta ayrım duyu (2NAD) testi ölçümü yapıldı. Vücut farkındalığını ölçebilmek için ise Türkçe geçerlik güvenirlik çalışması yapılmış Vücut Farkındalık Anketi (VFA) kullanıldı. Elde edilen veriler, SPSS 22.0 kullanılarak analiz edildi. Grupların 2NAD verileri arasındaki fark incelendiğinde, yoga yapanların, yapmayan bireylere göre servikal bölgedeki 2NAD eşiklerinin daha düşük çıktığı görüldü (p<0,001). Grupların VFA toplam skorları arasındaki fark incelendiğinde ise yoga yapanlarda vücut farkındalığının daha yüksek olduğu bulundu (p<0,001). Bununla birlikte, yoga yapma süresi ile vücut farkındalığı arasında pozitif yönde bir korelasyon bulundu (r=0,567, p<0,001). Ayrıca, yoga yapma süresi ile 2NAD eşikleri arasında servikal bölgede ölçüm yapılan tüm segmentlerde negatif yönde korelasyon bulunurken (p<0,001); en büyük korelasyon C7 segmentinde (r=-0,844, p<0,001), en düşük korelasyon C3 segmentinde bulundu (r=0,669, p<0,001). Sonuç olarak; yoga uygulamalarının fizyoterapi programlarına eklenmesi, vücut farkındalığını ve taktil duyu keskinliğini artırarak, ağrı, fonksiyonellik ve yaşam kalitesi üzerinde pozitif yönde bir etki sağlayabilir. Benzer çalışmaların uzun izlem periyotlarını içerecek şekilde yapılması bu uygulamaların sonuçları hakkında daha fazla bilgi verecektir. The aim of this study was to compare the cervical region tactile sensory acuity and body awareness of healthy individuals who regularly practice yoga and healthy sedentary individuals who do not do yoga. For this purpose, the first group of 60 individuals aged 18-35 included in the study, 30 of whom have been doing vinyasa and hatha yoga regularly for at least 6 months; the other 30 healthy sedentary individuals matched for age, sex, and body mass index formed the second group. In order to objectively evaluate tactile sensory acuity, two-point discrimination (TPD) tresholds measurements were performed with a digital caliper on the C7, C5, C3, C1 and T1 segments in the cervical region of both groups. In order to measure body awareness, the Body Awareness Questionnaire (BAQ), for which Turkish validity and reliability studies were conducted, was used. The obtained data were analyzed using SPSS 22.0. When the difference between the TPD data of the groups was examined, it was observed that the TPD thresholds in the cervical region were lower in those who did yoga than in those who did not (p<0.001). When the difference between the BAQ total scores of the groups was examined, it was found that body awareness was higher in yoga practitioners (p<0.001). However, a positive correlation was found between the duration of yoga practice and body awareness (r=0.567, p<0.001). In addition, there was a negative correlation between the duration of yoga practice and the TPD thresholds in all segments measured in the cervical region (p<0.001); the highest correlation was found in the C7 segment (r=-0.844, p<0.001), the lowest correlation was found in the C3 segment (r=0.669, p<0.001). As a result; Adding yoga practices to physiotherapy programs can have a positive effect on pain, functionality and quality of life by increasing body awareness and tactile sensory acuity. Conducting similar studies with long follow-up periods will provide more information about the results of these applications.