Browsing by Author "Büken, Erhan"
Now showing 1 - 2 of 2
- Results Per Page
- Sort Options
Item Adli tıp hekimlerinin felaket kurbanlarının kimliklendirilmesi (DVI) konusundaki görüşleri(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2024) Kırman Bandur, İlay Nur; Büken, ErhanÜlkemizde doğal ve doğal olmayan felaketlerle sıklıkla karşılaşılmaktadır. Felaketlerde adli tıp; adli tıbbi sorunların aydınlatılması, yaralananlarda zararın ağırlığının tespiti ve en önemlisi felaket kurbanlarının kimliklendirilmesinde önemli rol üstlenmektedir. Türkiye'nin INTERPOL'e üye olmasına rağmen resmi bir DVI yapılanmasının henüz kurulmamış olması ve son zamanlarda yaşanan kitlesel felaketler, mevcut protokollerin uluslararası standartlarla uyumlu hale getirilmesi ve uygun bir DVI yapılanması oluşturulmasının önemini ortaya koymaktadır. Araştırmamızda, adli tıp uzman ve asistanlarının demografik verilerin yanı sıra 6 Şubat depremlerinde kimliklendirme çalışmalarına katılan adli tıp hekimlerinin sahada yaşanan sorunlar ve ülkemizde felaket kurbanlarının kimliklendirilmesi konusunda örgütlenme modeli hakkında görüşlerine başvurulmuştur. Çalışmaya Adli Tıp Kurumu, Sağlık Bakanlığı ve Üniversitelerin Adli Tıp Anabilim Dallarından 290 adli tıp uzman ve asistanı katılmıştır. 290 katılımcının 83’ünün 6 Şubat depremleri sonrası bölgede kimliklendirme çalışmalarında görev aldığı belirlenmiştir. Kimliklendirme çalışmalarında karşılaşılan güçlüklerin organizasyon eksikliğinden kaynaklandığı saptanmıştır. Katılımcıların AFAD yapılanması, TAMP ve yasal düzenlemelerden haberdar olmadıkları belirlenmiştir. AFAD bünyesinde faaliyet gösteren kurum ve kuruluşların yetersiz kalabilecekleri görüşü ağırlık kazanmıştır. Katılımcılar bu sürecin ATK bünyesinde yapılandırılması görüşündedir. Katılımcıların Interpol DVI formlarından haberdar olmadıkları belirlenmiştir. Dünyada yaygın olarak kullanımı önerilen Interpol DVI formunun kitlesel felaketlerde kullanılmasının güçlüklere neden olduğu ve ülke özellikleri gözetilerek kısa bir form oluşturulmasının yararlı olacağı görüşü bildirilmiştir. Türkiye’de yasal olarak DNA bankasının bulunmamasının eksiklik olduğu ve DNA bankası oluşturulmasının yararlı olacağı görüşü ağırlık kazanmıştır. 2014 yılından beri T.C. Sağlık Bakanlığı bünyesinde faaliyet gösteren E-Nabız Kişisel Sağlık Sistemi’nin felaketlerde ilgili hekimlere açılmasının uygun olduğu sonucuna varılmıştır. 6 Şubat depremlerinde görev alan adli tıp hekimleri, altyapı ve donanımın kitlesel felakette zamanında müdahale için yetersiz olduğu; müdahale timleri oluşturularak buna süreklilik kazandırılması kanaatinde oldukları belirlenmiştir. Felaketlerin öngörülemez doğası, yaşadığımız deprem deneyimi ve araştırmamızdan elde edilen sonuçlar ışığında, felaket kurbanlarının kimliklendirilmesinde hızlı ve etkili bir müdahale için DVI protokollerinin ve multidisipliner ekiplerin oluşturulması gerekliliği çalışmamızın sonuçlarında da vurgulanmıştır. Natural and unnatural disasters are frequently encountered in our country. Forensic medicine plays a crucial role in disasters by clarifying forensic medical issues, assessing injury severity, and disaster victim identification (DVI). Despite Türkiye's INTERPOL membership, the absence of an official DVI structure, compounded by recent mass disasters, highlights the urgency of aligning protocols with international standards and establishing a DVI framework. This thesis examines demographic data of forensic medicine specialists and assistants, alongside insights from forensic medicine experts and assistants involved in identification endeavors after February 6 earthquakes, to assess field challenges and propose an organizational model for disaster victim identification. Among 290 participants from Forensic Medicine Institute, the Ministry of Health, and various Forensic Medicine Departments at universities, 83 were directly contributed to the investigation in the affected region. Findings underscore organizational deficiencies as a primary challenge, advocating for restructuring within the Disaster and Emergency Management Authority (AFAD). The study revealed that participants lacked knowledge of AFAD structure, Türkiye’s Disaster Response Plan (TAMP), and relevant legal regulations. The consensus among the participants suggests the identification process situating under the Institute of Forensic Medicine. The study found that participants lacked awareness of Interpol DVI forms. While the INTERPOL DVI form is widely used globally, participants recommended tailored adaptations of the shortened forms to better suit local needs. Furthermore, the absence of a legal DNA database in Türkiye has been highlighted as a deficiency, with recommendations made for its establishment akin to fingerprint databases. Lastly, it has been proposed that the E-Pulse National Personal Health Record System, operational within the Ministry of Health since 2014, be made accessible to DVI experts during disasters. Forensic medicine experts involved in the February 6 earthquakes reported insufficiencies in infrastructure and equipment in mass disaster management. Considering the unpredictable nature of disasters, our earthquake experience and the results obtained from our research, the necessity of establishing DVI protocols and multidisciplinary teams for a rapid and effective intervention in the DVI is also emphasized in the results of our study.Item Sürücülerin risk algısı, kişilik ve trafik güvenliği unsurlarına karşı tutumlarının riskli sürüş davranışları-kaza riski üzerine etkisi(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2016) Balkan Bilgin, Hazar; Büken, ErhanAraştırmamızda sürücülerin tarfikte seyir halinde iken sergilediği ve trafik kazalarına yol açtığı bilinen riskli sürüş davranışları, trafik güvenliğine yönelik tutumları ve bazı kişilik özellikleri arasındaki ilişkiler ortaya koyulmuştur. Sürücülerin riskli sürüş davranışlarının ve trafik kazalarının arkasında yatan nedenleri daha iyi anlamak için trafik psikolojisi alanında, sosyal kognitif teoriden yararlanılmaya başlanmıştır. Teoriye göre kişilik özellikleri, trafik güvenliğine yönelik tutumlar üzerinden riskli sürüş davranışları üzerine etki etmektedir. Literatürde yüksek düzeyde olumsuz kişilik özelliklerine sahip bireylerin trafik güvenliğine yönelik tutumlarının da olumsuz olduğu ve trafikte daha fazla oranda riskli sürüş özellikleri sergilediklerini bildiren çeşitli araştırmalar bulunmaktadır. Bu bilgilerle desteklenen araştırmamız, sürücülerin ehliyet muayeneleri sırasında yapılan ruhsal değerlendirmelerde trafikteki riskli bireylerin tespiti aşamasında kullanılacak olan yöntemlerin geliştirilmesinde yol gösterici niteliktedir. Araştırmamızda “kolay ulaşılabilir durum örneklemesi” yaklaşımı ile Ankara’da araç kullanan kişilerden seçilen ve güç analizi yöntemi ile belirlenen 616 sayıda katılımcıya self-reported özellikteki ölçeklerden ve demografik verilerden oluşan anket formunu doldurmaları istenmiştir. Dışlama kriterlerini karşılayan veriler ekarte edildikten sonra sonuçta veri setinde analizlere dahil edilen gönüllü sayısı 577 olarak belirlenmiştir. Bu sayının istatistiksel analiz için yeterli olduğu tespit edilmiştir. Elde edilen tüm verilerin normal dağılım kriterlerini karşılamadığı görülmüştür. Değişkenler arası korelasyonlara non parametrik spearman yöntemi ile bakılmıştır. Değişkenler açısından cinsiyetler arası anlamlı bir farklılık olup olmadığı non-parametrik Man Whitney U analizi ile test edilmiştir. İlişkileri daha iyi anlayabilmek için yapısal eşitlik modeli kurulmuştur. Modele göre tutumlar riskli sürüş davranışı ile kişilik özellikleri arasındaki ilişkide aracı bir rol oynamaktadır. Ayrıca yaş, cinsiyet, trafik kazası, trafik cezası sayısı, risk algısının diğer değişkenlerle olan ilişkilerine bakılmıştır. Sonuçta agresif, dürtüsel ve anksiyeteli kişilik özellikleri sergileyen sürücülerin trafik güvenliğine yönelik tutumlarının daha yüksek düzeyde olumsuz olduğu, ve bu özelliklere sahip bireylerin daha fazla oranda riskli sürüş özelliklerine sahip olduğu görülmüştür. Kişilik özelliklerinin riskli sürüş davranışlarını tutumlar üzerinden (dolaylı yoldan) yordadığı tespit edilmiştir. Bu bulgulardan yola çıkarak trafikte sergilenen riskli sürüş davranışlarını azaltmak için sürücülerin kişilik özelliklerinin de dikkate alınarak tutumlarının değiştirilmesine çalışılması gerektiği söylenebilir. Ehliyet muayeneleri sırasında kişilik özelliklerinden yararlanılarak riskli sürüş özelliği sergileme ihtimali yüksek olan bireylerin tespit edilmesi, düşük risk algısının değiştirilmesi yoluyla olumsuz tutumların engellenmesi, trafik güvenliğinin arttırılması ve bu yolla kaza sayılarının azaltılması ve olumsuz sonuçların minimize edilmesi olabilir. The risky driving behaviors, which are displayed by drivers in the traffic and known to cause traffic accidents, the attitudes regarding traffic safety, and relationships between some personality traits are exhibited in our research. In order to better understand the motivations that lie behind the risky driving behaviors of drivers and traffic accidents, social cognitive theory has started to be used in traffic psychology. According to the theory, personality traits have an effect on risky driving behaviors over attitudes regarding traffic safety. In literature, there are various research reporting that individuals with highly negative personality traits have also negative attitudes regarding traffic safety and that they display risky driving characteristics at a higher rate. Our research, which is supported with this information, is guiding in developing the methods that will be used in determining the risky individuals in traffic in the mental assessments performed during the driving license check of drivers. In our research, 616 subjects, who were chosen among drivers in Ankara through “easily accessible situation sampling” approach and determined by means of power analysis, were asked to complete the questionnaire form that consisted of self-reported scales and demographic data. After the data meeting the exclusion criteria were eliminated, the number of subjects included in the data set for analyses was 577 in the end. It was determined that the said number was sufficient for statistical analysis. It was observed that all of the obtained data did not meet normal distribution criteria. Correlations between variables were analyzed with non-specific Spearman’s rank order correlation method. Mann-Whitney U test was used to test whether or not there was a significant difference between genders in terms of variables. Structural equation modeling was established in order to be able to better understand the relations. According to the model, the attitudes play an intermediary role in the relationship between the risky driving behavior and personality traits. Furthermore, the relationship between the other variables and age, gender, traffic accident, number of traffic tickets, and perception of risk was evaluated as well. As a result, it was observed that drivers displaying aggressive, impulsive and anxious personality traits had a more highly negative attitude regarding traffic safety and the individuals with the said characteristics had more risky driving behaviors. It was found out that personality traits are predictive for risky driving behaviors over attitudes (indirectly). Moving forward in the light of the said facts, an effort should be spent for changing the attitudes of drivers by also considering the personality traits of them in order to decrease the risky driving behaviors displayed in traffic. As individuals with a high possibility to display risky driving behaviors are determined according to personality traits during driving license check, it is possible to increase traffic safety by changing the negative attitudes and low perception of risk and thus, decrease the number of traffic accidents and minimize the negative outcomes.