Başkent Üniversitesi Makaleler

Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11727/13096

Browse

Search Results

Now showing 1 - 10 of 484
  • Item
    Kronik Karaciğer Hastalarında Görülen Dermatolojik Sorunlar ve Hemşirelik Bakımı
    (Başkent Üniversitesi, 2020-04-30) Çevik , Banu; Kırkpınar ,Cemile; Kılıç , Gülşen; Kav , Sultan
    Bireylerde görülen dermatolojik değişiklikler, bireyde karaciğer hastalığının geliştiğinin ya da var olduğunun göstergesi olabilir. Bu ermatolojik bulguları tanımak ve ayırt etmek karaciğer hastalığını erken tanılamada önemlidir. Karaciğer hastalığında en sık görülen emptom kaşıntıdır. Diğer yaygın görülen cilt sorunları spider anjioma, palmar eritem, kâğıt para derisi, pigment değişiklikleridir. Bu derleme, karaciğer hastalıklarında görülen dermatolojik sorunlar ve hemşirelik bakımı üzerine odaklanmıştır. Karaciğer hastalıklarında güncel iteratür incelenmiş, karaciğer hastalıklarında görülen cilt sorunları, nedenleri hemşirelik girişimleri ve hemşirelik bakımı tartışılmıştır
  • Item
    Bariatrik Cerrahide Tıbbi Beslenme Tedavisi
    (Başkent Üniversitesi, 2020-04-30) Çıtar Dazıroğlu, Merve Esra; Köseler Beyaz,Esra
    Bariatrik cerrahi, obezite tedavisi için geliştirilen bir tedavi yöntemidir. Bariatrik cerrahinin ağırlık kaybında cerrahi olmayan müdahalelerden üstün olduğu gösterildiği için şişmanlığı hedef alan cerrahi müdahalelerde bir artış görülmekte ve yaşam tarzı değişikliği ile vücut ağırlığı kaybının yetersiz olduğu durumlarda obezite ve buna eşlik eden komorbidite durumlarında günümüzde çoğunlukla bariatrik cerrahi yöntemi tercih edilmektedir. Bununla birlikte, çok çeşitli komplikasyon riskleri bulunan bariatrik cerrahinin uygulanması, hastanın yaşayacağı avantaj ve dezavantajlara bağlı olarak multidisipliner bir ekip tarafından kararlaştırılmalıdır. Mevcut bir operasyon durumunda ise karşılaşılabilecek komplikasyonların minimize edilmesi ve vücut ağırlığı kaybının korunabilmesi için tıbbi beslenme tedavisinin planlanması konusunda büyük bir titizlik gösterilmelidir. Bireysel olarak planlanacak diyet tedavisinde hastaların operasyon sonrası hem ihtiyaçları karşılanmalı hem de tolerasyonlarına göre uygun diyetin uygulanması sağlanmalıdır.
  • Item
    Egzersiz Katılımcılarının Tutkunluk Düzeylerinin, Egzersiz Davranışlarını ve Egzersize Bağımlılıklarını Belirlemedeki Rolü
    (Başkent Üniversitesi, 2020-04-30) Kelecek, Selen; Altıntaş,Atahan
    Amaç: Bu çalışmanın amacı, egzersiz katılımcılarının tutkunluk düzeylerinin, egzersiz davranışlarını ve egzersize bağımlılık düzeylerini belirlemedeki rolünün araştırılmasıdır. Çalışmanın ikincil amacı ise, tutkunluk düzeylerinin cinsiyete ve egzersiz türüne göre farklılaşıp farklılaşmadığının incelenmesidir. Gereç ve Yöntem: Çalışmanın örneklemini Ankara ilindeki spor merkezlerinde egzersiz yapan 40 kadın (Xyaş; 33.95 ± 4.36), 60 erkek (Xyaş; 33.88 ± 4.64), toplam 100 (Xyaş; 33.91 ± 4.50) egzersiz katılımcısı oluşturmaktadır. Katılımcılara “Tutkunluk Ölçeği”, “Egzersizde Davranışsal Düzenlemeler Ölçeği-2”, “Egzersize Bağımlılık Ölçeği-21” ve “Kişisel Bilgi Formu” uygulanmıştır. Veri analizinde betimleyici istatistik, Çoklu Adımsal Regresyon Analizi ve Çok Yönlü Varyans Analizi (2x2 MANOVA) kullanılmıştır. Bulgular: Yapılan Çoklu Adımsal Regresyon analiz sonuçları; egzersiz katılımcılarının takıntılı tutkunluklarının içsel düzenleme alt boyutunun (R=0.23; R2=0.05; p<0.05) negatif yönde belirleyicisi olduğunu, her iki tutkunluk alt boyutunun birlikte dışsal düzenleme alt boyutunun (R=0.53; R2=0.29; p<0.01) belirleyicisi olduğunu ve aralarındaki ilişkinin takıntılı tutkunluk ile pozitif, uyumlu tutkunluk ile negatif olduğunu göstermiştir. Bununla birlikte, takıntılı tutkunluğun geri çekilme etkileri alt boyutunun (R=0.26; R2=0.07; p<0.05) negatif yönde belirleyicisi olduğunu, her iki tutkunluk alt boyutunun birlikte kontrol eksikliği (R=0.60; R2=0.36; p<0.01) ve tolerans alt boyutunun (R=0.82; R2=0.68; p<0.01) belirleyicisi olduğunu ve aralarındaki ilişkinin takıntılı tutkunluk ile pozitif, uyumlu tutkunluk ile negatif olduğu bulunmuştur. MANOVA analiz sonuçları, tutkunluk puanlarının cinsiyete göre (Hotelling’s T2=0.11; F(3,96)=5.291; p<0.05) farklılaştığını, ancak egzersiz türüne göre (Hotelling’s T2=0.03; F(3,96)=1.510; p>0.05) farklılık olmadığını göstermektedir. Ayrıca, Cinsiyet x Egzersiz Türü etkileşiminin istatistiksel olarak anlamlı olduğu bulunmuştur (p<0.05). Erkek egzersiz katılımcılarının takıntılı tutkunluk düzeylerinin kadın katılımcılardan daha yüksek olduğunu (F(1,96)=6.99; p<0.05) ortaya konmuştur. Uyumlu tutkunluk puanlarının ise bireysel egzersiz yapan kadın ve grup egzersizi yapan erkek katılımcılarda daha yüksek olduğu gözlenmiştir (p<0.05). Sonuç: Sonuç olarak, çalışma bulguları, egzersiz katılımcılarının egzersize olan tutkunluklarının egzersiz davranışlarını ve egzersize olan bağlılıklarını etkilediğini ortaya koymuştur. Bununla birlikte, katılımcıların tutkunluk düzeylerinin, cinsiyet ve katıldıkları egzersiz türüne göre farklılaştığı söylenebilir.
  • Item
    20-49 yaş arası Gebe Kadınların D Vitamini Destekleri Kullanım Durumları ile Beslenme ve Depresyon Durumlarının Karşılaştırılması
    (Başkent Üniversitesi, 2020-04-30) Soykurt Çukurovalı, Seniha; Çelen,Emine; Tayfur,Muhittin
    Amaç: Bu çalışma, 20-49 yaş arası gebe kadınların beslenme durumları, besin tercihleri, yeme tutumları ve vitamin D destek kullanım durumu ile depresyon oluşumu arasındaki muhtemel ilişkinin saptanması amacıyla planlamış ve yürütülmüştür. Gereç ve Yöntem: Araştırma, Aralık 2018 ile Ocak 2019 tarihleri arasında Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniği’ne başvuran 20-49 yaş arası 150 gebe kadın üzerinde yürütülmüştür. Bireylerin kişisel bilgileri, depresyon durumu, fiziksel ve besin tüketimindeki değişikliklere ilişkin bilgileri saptamaya yönelik anket formu uygulanmıştır. Serum D vitamini düzeyleri Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Biyokimya Laboratuvarında analiz edilmiştir. Bireylerin beslenme alışkanlıkları ve besin tüketim kayıtları yüz yüze görüşme yöntemi ile elde edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya katılan toplam 75 kişi D vitamini kullandı, diğer 75 kişi kullanmadı. Çalışmaya katılan bireylerden D vitamini kullananların ortanca depresyon skoru medyanı 9.00 (IQR=6) iken, kullanmayanlar için 33.00 (IQR=13) olarak bulundu. Medyan skorları D vitamini kullanımına göre incelendiğinde istatistiksel olarak anlamlı farklılıklar olduğu bulundu. Sonuç: Çalışmadaki gebe kadınları serum D vitamini yeterliliği, yetersizliği ve eksikliğine göre gruplandırılıp Beck depresyon puanlarına bakıldığında, serum D vitamini düzeyi azaldıkça Beck depresyon puanı anlamlı olarak yüksek bulunmuştur. Epidemiyolojik çalışmalarda da D vitamini eksikliğinin veya yetersizliğinin depresyonla ilişkili olduğunu gösteren kanıtlar vardır. Bu nedenle, risk gruplarında depresyonu önlemekveya tedavi etmek için D vitamini takviyeleri almayı önermek uygundur.
  • Item
    Gebelerin Sağlıklı Beslenme Takıntısı (Ortoreksiya Nervoza) ve Yeme Tutumlarının Değerlendirilmesi
    (Başkent Üniversitesi, 2020-04-30) İpkırmaz,İrem Buse; Saka,Mendane
    Amaç: Sağlıklı beslenme takıntısı (ortoreksiya nervoza), bireylerin sağlıklı beslenme için bir saplantı gösterdiği ve aynı zamanda bireyin fiziksel, psikolojik ve sosyal düzeyde zarar görmesine neden olan bir davranıştır. Çalışma, gebe bireylerin sağlıklı beslenme takıntısı ile yeme tutum ve davranışlarını saptamak ve bu durumların gebelerin genel beslenme alışkanlıkları, antropometrik ölçümleri ve fiziksel aktivite durumları üzerine etkisini saptamak amacıyla planlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Çalışmaya Aralık 2018 - Şubat 2019 tarihleri arasında özel bir hastanenin Ankara Hastanesi Kadın Doğum Kliniği’ne başvuran gebe bireyler dahil edilmiştir. Gebelerin genel özellikleri, beslenme alışkanlıkları, antropometrik ölçümleri ve fiziksel aktivite durumlarını belirlemek amacıyla bir anket formu ile yeme tutum ve davranış bozukluğu için Yeme Tutum Testi (EAT-40) ve sağlıklı beslenme takıntısı için Sağlıklı Beslenme Takıntısı Saptama Ölçeği (ORTO-15) ile veriler toplanmıştır. EAT-40 toplam puanının 30 ve üzeri olması gebenin yeme tutum ve davranış bozukluğuna sahip olduğunu ve ORTO-15 toplam puanının 33 ve altında olması gebenin ortoreksiya nervoza riskine sahip olduğunu göstermektedir. Bulgular: Çalışmaya 70 gönüllü gebe katılmıştır. Gebelerin %21.4’ünde ortoreksiya nevroza riski olduğu, %28.6’sında yeme tutum bozukluğu saptanmıştır. ORTO-15 ve EAT-40 puan ortalaması sırasıyla; 36.27 ± 3.76 ve 29.0 ± 20.34 olarak saptanmıştır. Gebelerin %11.4’ü hem ortoreksiya nevroza riskine hem de yeme tutum bozukluğuna sahiptir. Devamlı diyet yapıyor olma, sigara ve alkol tüketimi normal olmayan yeme davranışı ile ilişkili bulunmuştur (p<0.05).Sonuç: Bu çalışma, gebelik sürecinde yeme bozukluğuna sahip bireyler olduğunu göstermiştir. Gebelerin %21.4’ü ortoreksiya nevroza riskine ve %28.6’sı yeme tutum ve davranış bozukluğuna sahiptir. Gebelikte yeme bozukluğu saptandığında, multidisipliner bir yaklaşım ile sağlıklı beslenme davranışı geliştirmelerine yardımcı olunmalıdır.
  • Item
    Derin Beyin Stimülasyonlu Parkinson Hastalarında Vücut Ağırlığı Değişimi Ve Yeme Bağımlılığının Değerlendirilmesi
    (Başkent Üniversitesi, 2020-04-30) Yakışıklı,İrem; Bolluk Kılıç ,Başak; Zırh ,Tahsin Ali; Saka,Mendane
    Amaç: Bu araştırma, Derin Beyin Stimülasyonu (DBS) operasyonu geçiren Parkinson hastalarının (PH) vücut ağırlığı değişimi ve DBS operasyonuna bağlı yeme bağımlılığını araştırmak amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma, Haziran- Kasım 2019 tarihleri arasında İstanbul Medipol Üniversitesi Hastanesi Parkinson ve Hareket Bozuklukları Merkezi’ne başvuran 50-69 yaş arasında Derin beyin Stimülasyonuna (DBS) uygun 11 Parkinson hastası üzerinde yapılmıştır. Hastalara kişisel özellikleri, beslenme alışkanlıkları ve Parkinson hastalığına ilişkin anket formu ile belirlenmiştir. Günlük enerji ve besin öğeleri alımını belirlemek ve operasyon öncesi ve sonrası değişimi gözlemlemek amacıyla 1 günlük besin tüketim kaydı alınmıştır. Bireylere Yale Yeme Bağımlılığı ölçeği uygulanmıştır, antropometrik ölçümleri (vücut ağırlığı, boy uzunluğu ve bel çevresi) belirlenmiştir. Bulgular: Çalışma, 11 Parkinson hastası (6 kadın %54.5 ve 5 erkek %45.5) ile yürütülmüştür. Bireylerin yaş ortalaması 59.6±5.39 yıl olup, Parkinson hastalığı süresi ortalama 9.2 ± 4.05 yıldır. Erkeklerin DBS öncesi BKİ ortalama 27.7±4.16 kg/m2 iken, DBS sonrası 28.9±4.46 kg/m2olarak saptanmıştır p<0.05). DBS öncesi hastalarının bel/boy oranı ortalaması 0.6±0.08 iken, DBS sonrası 0.67±0.89 olarak saptanmıştır (p<0.05). Hastaların DBS öncesi bel çevresi ortalama 110.0±11.27 cm iken, DBS sonrası 113.1±11.51cm olarak bulunmuştur (p<0.05). Parkinson hastalarının Yale Yeme Bağımlılığı Ölçeği değerlendirilmesinde DBS öncesi ve sonrasındaki değişim anlamlı bulunmamıştır (p>0.05). Parkinson hastalarının DBS öncesi %18.2’si ve DBS sonrası %54.6’sı Yale Yeme bağımlılığı alt skoru olan ‘yeme isteğine özgü başarısız bırakma girişimi’ gösterdikleri saptanmıştır (p<0.05). Parkinson hastalarının DBS öncesi %9.1’i, DBS sonrası %54.6’sı YYBÖ’ye göre yemek yeme düşüncesinin olduğu ve yemek yemeyi azalttıklarında kaygı taşıdıklarını belirtmişlerdir (p<0.05). Sonuç: Parkinson hastalarının DBS öncesi ve sonrası antropometrik ölçümlerinde artış olduğu ancak bireylerin yeme bağımlılığı geliştirmediği sonucuna varılmıştır.
  • Item
    Factors Affecting Length of Hospitalization in Kidney Transplant Recipients
    (Başkent Üniversitesi, 2007-06) Naghibi, Orode; Naghibi, Massih; Nazemian, Fatemeh
    Objectives: Owing to improvements in surgical techniques and clinical care, many of the earlier difficulties surrounding kidney transplants have been overcome and so, the number of operations performed has increased dramatically. Resource utilization and costs are now cited as problems for some transplant centers. Because length of hospitalization accounts for the largest portion of the total cost of the treatment process, we sought to determine and assess the factors that might reduce its length. Materials and Methods: We retrospectively studied the medical histories of 115 kidney transplant recipients and donors whose operations were performed between May 2000 and April 2002. Collected information for the recipients included sex, age, reason for kidney failure, weight, height, blood group, length of pretransplant dialysis, number of prior transplants (1 or 2), immunosuppressive regimen, postoperative complications (ie, lymphocele, wound infection, urinary tract infection, graft rejection), and hospitalization after the first discharge owing to postoperative complications. For donors, these demographics included age, sex, blood group, type of donor (deceased or living), and relationship to the recipient. Results: Length of pretransplant dialysis and relationship of the donor to the recipient were independently associated with predicting an increased length of hospitalization (and consequently, increased costs). Conclusions: By reducing the length of pretransplant dialysis (wait time) and performing more operations between related donors and recipients, the length of hospitalization as well as the cost of treatment can be significantly reduced. Given the results of this study and owing to the increasing number of transplant surgeries occurring globally, future research should focus on analyzing other factors that affect length of hospitalization and associated costs.
  • Item
    Relationship Between Interleukin-8 and the Oxidant-Antioxidant System in End-Stage Renal Failure Patients
    (Başkent Üniversitesi, 2007-06) Aydin, Makbule; Ozkok,Elif; Ozturk, Oguz; Agachan, Bedia; Yilmaz, Hulya; Yaylim, Ilhan; Kebabcioglu, Seher; Ispir, Turgay
    Objectives: We aimed to evaluate the relationship between interleukin-8 and the oxidant-antioxidant system in end-stage renal failure patients with and without diabetes mellitus undergoing regular hemodialysis treatment. Materials and Methods: Plasma levels of malondialdehyde and whole blood reduced glutathione were measured as markers of the oxidant and antioxidant systems, respectively. Plasma interleukin-8 levels were measured by enzyme-linked immunosorbent assay. Results: When compared with controls, plasma interleukin-8 levels were elevated in both diabetic and nondiabetic end-stage renal disease patients. Plasma malondialdehyde levels were statistically significantly higher in end-stage renal disease patients with and without diabetes mellitus than they were in controls; however, reduced glutathione levels were statistically significantly lower in diabetic and nondiabetic end-stage renal disease patients than they were controls. Conclusions: In end-stage renal disease patients with and without diabetes mellitus, elevated interleukin-8 levels and decreased reduced glutathione levels may be attributed to increased oxidative stress due to inflammation. In other words, increased reactive oxygen species may induce interleukin-8 production and result in diminished reduced glutathione levels. Our data suggest a relationship between interleukin-8 and the oxidant-antioxidant system in end-stage renal failure patients.
  • Item
    Posttransplant Erythrocytosis in Renal Transplant Recipients at Jeddah Kidney Center, Kingdom of Saudi Arabia
    (Başkent Üniversitesi, 2007-06) Basri, Nawal; Gendo, M. Z.; Haider, R.; Abdullah, K. A. K.; Hassan, A.; Shaheen, F. A. M.
    Objectives: Posttransplant erythrocytosis is a well-known complication of renal transplant. It is a persistently elevated hematocrit level equal to or greater than 51%, or a hemoglobin level equal to or greater than 16 g/L, or both, in the absence of other causes. Materials and Methods: We retrospectively reviewed this complication in patients who had received a renal transplant at our center between January 1991 and December 2005. Results: Of 1655 renal transplant recipients, 159 patients (9.6%; 154 men, 5 women; mean age, 42 ± 9 years) developed posttransplant erythrocytosis. The mean follow-up was 96 ± 4 months. Posttransplant erythrocytosis appeared at an average of 8.2 ± 5 months after transplant (range, 3-40 months) and lasted an average of 10.3 ± 3 months (range, 7-35 months). In all 159 patients, the immunosuppressive medication regimen included prednisolone; in 144, cyclosporine was used, and in 108 patients, azathioprine was used, while in another group of patients, the latter 2 were changed to mycophenolate mofetil (n=38) and tacrolimus (n=13). Twenty-four patients (15%) were treated with phlebotomies, while 29 patients (18.2%) were given angiotensin-converting enzyme inhibitors. One hundred six patients were left untreated including 92 patients (57.9%) who received prophylactic anti-platelet medications. Remission of posttransplant erythrocytosis was seen in all treated and untreated patients. No thromboembolic complications occurred. Only 9 patients (5.7%) developed chronic allograft nephropathy during follow-up. Conclusions: Our findings suggest that posttransplant erythrocytosis is a benign condition affecting males more than females, usually manifesting in the first year after transplant. Remission of posttransplant erythrocytosis can be seen in all patients; however, some patients may require treatment with phlebotomy or angiotensin-converting enzyme inhibitors. Posttransplant erythrocytosis has no adverse effects on renal graft function.
  • Item
    An Outbreak of Chickenpox in Adult Renal Transplant Recipients
    (Başkent Üniversitesi, 2007-06) Shahbazian, Heshmatollah; Ehsanpour, Ali
    Infection with the varicella-zoster virus, the etiologic agent of chickenpox and herpes zoster, is more serious in immunosuppressed renal transplant recipients than it is in the general population. Chickenpox is a rare infection in adult renal transplant recipients; however, it is significant owing to the severity of its clinical features and its associated high mortality rate. To date, there are no reported outbreaks of primary varicella-zoster virus infection in adult renal transplant recipients. Here, we report 3 patients with chickenpox who presented to our center between May 2006 and June 2006.