Başkent Üniversitesi Makaleler
Permanent URI for this collectionhttps://hdl.handle.net/11727/13096
Browse
9 results
Search Results
Item Polikistik Over Sendromu(Başkent Üniversitesi, 2023-12-30) Can,Elif Naz; Türker,Perim FatmaPolikistik over sendromu (PKOS) doğurganlık çağındaki kadınlarda görülen, kronik anovulasyon, hiperandrojenizm, düşük doğurganlık, menstrüasyon bozuklukları ve polikistik yumurtalıklarla karakterize bir endokrinopatidir. Prevalansı tanı kriterlerine göre değişmekle birlikte yaklaşık olarak %6-10'dur. Çok sayıda sağlık sorununa neden olduğu ve olabileceği yapılan çalışmalarla ortaya konmuştur. Bunlardan bazıları, insülin direnci, hipertansiyon, uyku apnesi ve depresyondur. PKOS'un obezite ile ilişkisi de yapılan pek çok çalışmada incelenmiştir ve obezitenin PKOS'un bir nedeni olmasa bile birçok semptomuna neden olabileceği belirtilmiştir. Bu ilişki bize polikistik over sendromunda ağırlık yönetiminin etkili bir çözüm olup olmadığını düşündürebilir. Bu makalede PKOS'un beslenme, vücut ağırlığı kaybı ve fiziksel aktiviteyle ilişkisini incelemek ve komplikasyonlarından bahsetmek amaçlanmıştırItem Covid-19 ve Beslenme(Başkent Üniversitesi, 2021-12-30) Kayan Tapan ,TubaSolunum yolu enfeksiyonu olan COVID-19, katabolizmayı arttıran metabolik rahatsızlıklara neden olmaktadır. Bu sebeple, bağışıklığı kuvvetlendirmek için, yeterli ve dengeli beslenmek çok önemlidir. Bağışıklık sistemi ile yakından ilişkili olan inflamatuar tepki, mitokondriyal düzeyde oksidatif stresi teşvik etmektedir. Bağışıklık sistemi; hormonal ve metabolik düzenleme, besin kullanımı gibi birçok fizyolojik durumu etkilemektedir. Yetersiz beslenme ve enfeksiyon döngüsü, özellikle savunmasız popülasyonlarda morbidite ve mortalite ile ilişkilidir. Enerji, protein ve spesifik mikro besinlerin yetersiz alımı, baskılanmış bağışıklık fonksiyonu ve enfeksiyona karşı artan bir duyarlılık göstermektedir. Bireylerin doymuş yağ ve şeker oranı yüksek besinleri yemekten kaçınmaları ve bunun yerine yüksek miktarda lif, doymamış yağlar, probiyotikler ve antioksidan içeren besinleri tüketerek, bağışıklık fonksiyonunu güçlendirmeleri gerekmektedir. Bu nedenle, beslenme alışkanlıklarının ve yaşam tarzı değişikliklerinin, COVID-19'a yatkınlık ve iyileşme üzerindeki etkilerini değerlendirmek çok önemlidir. Bu derlemede, COVID-19, beslenme ve bağışıklık sistemi arasındaki ilişki incelenmiştir.Item Covid-19 Salgın Sürecinin, Sağlık Eğitimi Alan Öğrencilerin Beslenme Alışkanlıkları, Fiziksel Aktivite ve Vücut Ağırlıkları Üzerine Etkisinin Saptanması(Başkent Üniversitesi, 2021-12-30) Gürel,Satı; Akçil Ok,MehtapAmaç: Bu çalışma Covid-19 salgın sürecinin sağlık eğitimi alan öğrencilerin beslenme alışkanlıkları, fiziksel aktivite ve vücut ağırlıkları üzerine etkisinin belirlenmesi amacıyla yürütülmüştür. Gereç-Yöntem: Çalışma Trakya Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi’nde öğrenim gören 18-30 yaş arasındaki gönüllü 260 öğrenci ile yürütülmüştür. Araştırmanın verileri Mayıs-Haziran 2020 tarihleri arasında, online sistem üzerinden (google form aracılığıyla) hazırlanan anket formu ile toplanmıştır. Bulgular: Çalışmaya katılan öğrencilerin %89.2’si kadın, %10.8’i erkektir. Çalışmaya katılan öğrencilerin Covid-19 salgın sürecinde %44.6’sının vücut ağırlıklarında değişim olduğu belirlenmiştir. Öğrencilerin %32.7’sinde ortalama 2.0±1.29 kg vücut ağırlık artışı, %11.9’unda ortalama 2.5 ±1.03 kg vücut ağırlık kaybı olduğu saptanmıştır. Covid-19 salgın sürecinin fiziksel aktivite yapma durumu üzerinde önemli etkisi olduğu belirlenmiştir. Covid-19 salgın sürecinin ana ve ara öğün tüketimleri üzerinde önemli etkisi olduğu saptanmıştır. Sonuç: Covid-19 salgın süreci, öğrencilerin beslenme davranışlarını, vücut ağırlıklarını, fiziksel aktivite seviyelerini olumsuz etkilediği bulunmuştur.Item Akademisyenlerin Yeni Besin Korkularının ve Etkileyen Faktörlerin Saptanması(Başkent Üniversitesi, 2020-08-30) Kol,Cansu; Akçil Ok,MehtapAmaç: Daha önce tadılmamış, bilinmeyen besinlerden farklı derecelerde kaçınma durumu yeni besin korkusu olarak tanımlanmaktadır. Çalışma, akademisyenlerin yeni besin korkularının saptanması ve etkileyen faktörlerin incelenmesi amacıyla planlanmıştır. Gereç ve Yöntemler: Çalışma, Eylül 2019 – Ocak 2020 tarihleri arasında Başkent Üniversitesi Bağlıca Kampüsü’nde farklı fakülte ve bölümlerin akademik personelinden gönüllü 173 kadın (%73.3) ve 63 erkek (%26.7) olmak üzere toplamda 236 yetişkin akademisyen dahil edilmiştir. Bireylerin kişisel özelliklerine, beslenme alışkanlıklarına ilişkin bilgileri saptamak amacıyla anket formu, yeni besin korkularını belirleyebilmek amacıyla yeni besin korkusu ölçeği (FNS) uygulanmıştır. Ölçekten alınan yüksek puanlar yeni besin korkusunu, düşük puanlar yeni besinlerden hoşlanmayı göstermektedir. Bulgular: Bu çalışmadaki; bireylerin yaş ortalaması kadınlarda 37.9±11.03 yıl, erkeklerde 40.8±4.76 yıl olarak saptanmıştır. Bireylerin yeni besin korkusu (YBK) ortalama puanı 32,7±12,26 olarak saptanmıştır ve kadınlarda ve erkeklerde birbirine yakın değerlerde olduğu bulunmuştur (p>0.05). Yurt dışına çıkan bireylerin yeni besin korkuları çıkmayanlara göre daha düşük bulunmuştur (p<0.05). Yurt dışında besin seçimi yapan bireylerin yeni besin korkuları yapmayan bireylere göre daha yüksek bulunmuştur (p<0.001). Sonuç: Bireylerin yeni besin korkusunu çeşitli faktörler etkileyebilmektedir. Bireylerin yeni besin korkularının nedeni detaylı incelenmeli, yaklaşımlar ve çözümler de uygun şekilde yapılmalıdır. Yeni besin korkusu arttıkça diyet kalitesinde düşme görülebileceğinden korku düzeyi yüksek olan bireyler beslenme danışmanlığı almak üzere diyetisyene yönlendirilmelidir.Item Bariatrik Cerrahide Tıbbi Beslenme Tedavisi(Başkent Üniversitesi, 2020-04-30) Çıtar Dazıroğlu, Merve Esra; Köseler Beyaz,EsraBariatrik cerrahi, obezite tedavisi için geliştirilen bir tedavi yöntemidir. Bariatrik cerrahinin ağırlık kaybında cerrahi olmayan müdahalelerden üstün olduğu gösterildiği için şişmanlığı hedef alan cerrahi müdahalelerde bir artış görülmekte ve yaşam tarzı değişikliği ile vücut ağırlığı kaybının yetersiz olduğu durumlarda obezite ve buna eşlik eden komorbidite durumlarında günümüzde çoğunlukla bariatrik cerrahi yöntemi tercih edilmektedir. Bununla birlikte, çok çeşitli komplikasyon riskleri bulunan bariatrik cerrahinin uygulanması, hastanın yaşayacağı avantaj ve dezavantajlara bağlı olarak multidisipliner bir ekip tarafından kararlaştırılmalıdır. Mevcut bir operasyon durumunda ise karşılaşılabilecek komplikasyonların minimize edilmesi ve vücut ağırlığı kaybının korunabilmesi için tıbbi beslenme tedavisinin planlanması konusunda büyük bir titizlik gösterilmelidir. Bireysel olarak planlanacak diyet tedavisinde hastaların operasyon sonrası hem ihtiyaçları karşılanmalı hem de tolerasyonlarına göre uygun diyetin uygulanması sağlanmalıdır.Item Üniversite Öğrencilerinde Mevsimsel Değişimin Duygu Durumu, Beslenme Durumu ve Fiziksel Aktivite Üzerine Etkisinin Değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi, 2019-12-31) Özekinci, Ayden; Türker,PerimAmaç: Bu çalışma mevsimsel değişimlerin üniversite öğrencilerinde duygu durumu, beslenme durumu ve fiziksel aktivite düzeyindeki etkilerini değerlendirmek amacıyla planlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma, Mayıs 2019-Ekim 2019 tarihleri arasında çalışmaya katılmayı gönüllü olarak kabul etmiş, 18-25 yaş arasındaki 284 üniversite öğrencisi üzerinde yürütülmüştür. Çalışmaya dahil edilen tüm öğrencilere anket formu, 24 saatlik besin tüketim kaydı, fiziksel aktivite formu ve Mevsimsel Gidiş Değerlendirme Formu uygulanmıştır. Verilerin değerlendirilmesinde SPSS 24.0 paket programı kullanılmıştır. Bulgular: Öğrencilerin %81.0’inin mevsimlere bağlı olarak besin tercihlerinin değiştiği, %19.0’unun ise değişmediği tespit edilmiştir. Öğrencilerin %41.20’si yaz mevsiminde % 11.27’si kış mevsiminde daha düzenli fiziksel aktivite yaptığını belirtmiştir. Ölçek sonucunda elde edilen mevsimsellik puan ortalaması 12.24±4.66 olarak bulunurken kadınlarda (12.50±4.16) erkeklerden (11.76±5.46) daha yüksek bulunmuştur. Ancak fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0.05). Ölçek sonuçlarına göre öğrencilerin %62’sinin mevsimsel duygu durum bozukluğu olmadığı, %38’inin ise olduğu belirlenmiştir. Öğrencilerin sosyo demografik özellikleri ve besin tüketimlerine göre mevsimsellik puanları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmamıştır (p>0.05). Erkek öğrencilerin fiziksel aktivite düzeyi ile mevsimsellik puanları arasında anlamlı ve pozitif yönlü korelasyon olduğu tespit edilmiştir (p<0.05). Sonuç: Üniversite öğrencilerinin duygu durumları, fiziksel aktivite düzeyleri ve besinsel tercihleri mevsimlere göre değişmektedir. Duygusal, fizyolojik ve sosyal yaşantıyı etkileyen en büyük çevresel neden olan mevsimsel değişimlerin getireceği sonuçlar belirlenmeli ve bu konuda genç yetişkin grubu olan üniversite öğrencilerinin farkındalığı arttırılmalıdır.Item Migren ve Beslenme(Başkent Üniversitesi, 2017-12-31) Köseler Beyaz,EsraMigren, çoğunlukla otonom sinir sisteminde görülen birkaç belirtiyle bağlantılı olan tekrarlayıcı orta şiddette ve şiddetli baş ağrısı ile karakterize kronik bir rahatsızlıktır. Normalde baş ağrısı doğası gereği unilateral ve atımlıdır ve 2 ila 72 saat sürer. İlişkili belirtiler arasında bulantı, kusma, fotofobi, fonofobi, bulunabilir ve ağrı genellikle fiziksel aktivite ile şiddetlenir. Migren baş ağrısı çeken kişilerin neredeyse üçte biri, yakın bir zamanda baş ağrısının meydana geleceğinin sinyalini veren geçici duyusal, motor bozukluk, görme ya da konuşma kabiliyeti bozukluğu olan bir aura hisseder. Migrenin çevresel ve kalıtımsal faktörlerin bir karışımına bağlı olduğu düşünülmektedir. Vakaların yaklaşık üçte ikisi aile içinde görülür. Değişen hormon düzeyleri de rol oynayabilir. Migren eğilimi genellikle gebelik esnasında azalır. Migrenin gerçek mekanizması bilinmemektedir. Bununla birlikte, nörovasküler bir bozukluk olduğu düşünülmektedir. Başlıca teori, serebral korteksin uyarılabilirliğinin artması ve beyin sapındaki trigeminal çekirdekte bulunan ağrı nöronlarının anormal bir şekilde kontrol edilmesiyle ilişkilidir. Bazı yiyecek ve içecekler migreni tetikleyebilmektedir. Ancak migren ile ilişkili diyetsel müdahalelerin etkisini ortaya koyan mekanizmalar net değildir ve bu konu ile ilgili yapılan çalışma sayısı sınırlıdır.Item Kanserli Hastalarda Hidroksi Metil Bütirat (Hmb), Glutamin ve Arjinin Kombinasyonu ile Oral Glutamin ve Standart Beslenme Desteğinin Beslenme Durumu Üzerindeki Etkilerinin Karşılaştırılması(Başkent Üniversitesi, 2017-08-30) Parlak ,Eda; Saka,MendaneAmaç: Bu çalışma, kanserli hastalarda hidroksi metil bütirat (HMB), glutamin (GLN) ve arjinin (ARJ) kombinasyonu, sadece GLN ve standart enteral beslenme alan hastaların beslenme durumları, bazı biyokimyasal parametreleri ve antropometrik ölçümleri değerlendirilerek, karşılaştırmak amacıyla planlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışmaya, 28-74 yaş arası HMB+GLN+ARJ karışımı alan 47 kişi (1.grup), 25-74 yaş arası yalnız GLN içeren (2.grup) solüsyon alan 99 kişi ve 37-74 yaş arası standart enteral formül ile desteklenmiş 54 (3.grup) kanserli hasta dahil edilmiştir. Hastaların beslenme durumları nutrisyonel risk taraması (NRS-2002) skoru ile değerlendirilmiştir. Hastaların antropometrik ölçümleri alınmış ve bazı biyokimyasal parametreleri analiz edilmiştir. Bütün ölçümler tedavi öncesi ve sonrası olmak üzere iki kez kaydedilmiştir. Bulgular: Hastaların hastanede kalış süreleri (1.grup: 15.8 gün, 2.grup: 18.4 gün, 3.grup: 17.4 gün) değerlendirildiğinde gruplar arası fark istatistiksel olarak önemli bulunmamıştır (p>0.05). Çalışmada, en yüksek mortalite 3.grupta (kontrol grubu) (%18.5) saptanmış ve gruplar arası fark önemli bulunmuştur (p<0.05). Tedavi öncesi ve sonrası BKİ ile ÜOKÇ değerleri arasında 1. ve 2. grupta pozitif yönlü ve önemli bir ilişki bulunmuştur (p<0.05). Tedavi sonrası ÜOKÇ ile NRS-2002 değerleri arasında sadece 1. grupta negatif yönlü ve önemli bir ilişki saptanmıştır (p<0.05). Her üç grupta tedavi sonrası NRS-2002 değeri ile serum albümin düzeyi arasında da negatif yönlü ve önemli bir ilişki bulunmuştur (p<0.05).Sonuç: Standart enteral beslenme alan grupta hastanede kalış süresinin değişmediği ancak mortalitenin daha yüksek olduğu belirlenmiştir. BKİ ile ÜOKÇ ve NRS-2002 ile serum albümin düzeyleri arasında önemli ilişkiler saptanmıştır. Kanserli hastalarda tek başına HMB ile glutamin kullanımının etkinliğini değerlendirecek randomize kontrollü çalışmalara ihtiyaç vardır.Item Diyabetik Hastaların Beslenme Alışkanlıkları ve Bilgi Düzeylerinin Metabolik Kontrolle İlişkisinin Değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi, 2016-12-30) Özdemir, Merve; Kocamış,Rabia Nur; Coşkun,Yasemin; Karakaya, Rahime Evra; Aksoydan,EmineAmaç: Diyabet hastalarının beslenme alışkanlıkları ve diyetleriyle ilgili bilgi düzeyleri, hastaların metabolik kontrollerini etkilemektedir. Bu çalışma Tip 2 diyabetli hastaların beslenme alışkanlıklarının ve diyetleriyle ilgili bilgi düzeylerinin metabolik kontrolle ilişkisini değerlendirmek amacıyla yapılmıştır. Gereç ve Yöntem: Çalışma Ankara Atatürk Hastanesi ENDOTEM Kliniğine gelen toplam 205 Tip 2 diyabetli hasta ile yürütülmüştür. Hastaların sosyo-demografik özellikleri, beslenme alışkanlıkları, beslenme bilgi düzeyleri ve antropometrik ölçüm bilgileri anket formu aracılığı ile toplanmış, hastane kayıtlarından da glikozillenmiş hemoglobin A1c değerleri kaydedilmiştir. Bulgular: Çalışmaya katılanların %68.8'i (141 kişi) kadın, %31.2'si (64 kişi) erkektir. Yaş ortalaması 54.1±11.0’dır. Kadınların beden kütle indeksi ortalaması (BKİ) (32.18±6.19 kg/m2) erkeklerden (28.75±4.31 kg/m2) yüksek bulunmuştur. Beden kütle indeksi en yüksek olan grubun metabolik kontrol göstergelerinden biri olan hemoglobin A1c düzeyleri en yüksek bulunmuştur. Cinsiyet, yaş ve meslek grupları ile beden kütle indeksi ortalamaları arasında anlamlı ilişki saptanmıştır. Normal ağırlıkta olan hastaların beslenme bilgi düzeyleri diğer gruplara göre en yüksek düzeydedir. Sonuç: Diyabet hastalarında tedaviye uyum, beslenme durumu ve tıbbi beslenme tedavisi hakkındaki bilgi düzeyi metabolik kontrolü etkileyerek yaşam kaliteleri üzerinde olumlu bir katkı sağlamaktadır. Özellikle yüksek İnsülinin diyabet hastalarında kötü metabolik kontrolle ilişkili olduğunun saptandığı bu çalışmanın sonucunda; hastaların beslenme bilgi düzeylerini arttıracak girişimlerle daha iyi yaşam kalitesi hedeflenmesi gerektiği ortaya çıkmıştır.