Repository logo
Communities & Collections
All of DSpace
  • English
  • العربية
  • বাংলা
  • Català
  • Čeština
  • Deutsch
  • Ελληνικά
  • Español
  • Suomi
  • Français
  • Gàidhlig
  • हिंदी
  • Magyar
  • Italiano
  • Қазақ
  • Latviešu
  • Nederlands
  • Polski
  • Português
  • Português do Brasil
  • Srpski (lat)
  • Српски
  • Svenska
  • Türkçe
  • Yкраї́нська
  • Tiếng Việt
Log In
New user? Click here to register.Have you forgotten your password?
  1. Home
  2. Browse by Author

Browsing by Author "Zeyneloğlu, Hulusi Bülent"

Filter results by typing the first few letters
Now showing 1 - 5 of 5
  • Results Per Page
  • Sort Options
  • Thumbnail Image
    Item
    Anjiyogenezis inhibitörlerinin rat modelinde endometrial implantlar ve peritoneal sıvı vasküler endotelyal büyüme faktörü üzerine etkileri
    (Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2008) Kahraman, İzzet; Zeyneloğlu, Hulusi Bülent
    Yapılan bu randomize kontrollü hayvan çalısması, silymarinin ratlarda deneysel olarak olusturulmus endometriozis modelindeki etkinliğini göstermeyi amaçlamaktadır. Kırk adet, peritoneal endometriotik implant yerlestirilmis, disi Wistar-Albino rat randomize olarak dört gruba ayrıldı. Grup I’e 100 mg/kg/gün, oral silymarin, Grup II’ye 5 mg/kg/gün, oral atorvastatin, Grup III’e 1 mg/kg, löprolid asetat, cilt altı, tek doz olacak sekilde verildi. Grup IV’e herhangi bir tedavi verilmedi ve kontrol grubu olarak belirlendi. Bütün ratlara 21 gün boyunca tedavi verildikten sonra implant yüzey alanları ölçüldü, vasküler endotelyal büyüme faktörünün (VEGF) düzeylerini belirlemek için peritoneal sıvı örnekleri alındı ve histopatolojk inceleme için endometrial implantlar eksize edildi. Çalısmanın sonunda, Grup I, Grup II ve Grup III kontrol grubuyla karsılastırıldığında, peritoneal endometrial implantların yüzey alanlarının anlamlı olarak küçüldüğü görüldü (tüm gruplar p<0.05). Endometrial implantların ortalama yüzey alanları ilaçla tedaviden sonra; Grup I’de 23.8±10.5’ten 8.9±2.5’e (p=0.003); Grup II’de 52.5±36.1’den 24.0±19.0’ye (p=0.019); Grup III’te 21.5±12.2’den 9.5±5.9’a (p=0.008) düstü. Histopatolojik skorlamada tüm gruplarda (p<0.05), VEGF düzeylerinde Grup I’de (p=0.002) kontrol grubu ile karsılastırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edildi. Sonuç olarak silymarinin peritoneal endometrial implantlarda ve peritoneal sıvı VEGF üzerinde belirgin etkiye sahip olduğu görüldü. This prospective randomized-controlled animal study was designed to determine the effects of silymarin on experimentally induced endometriosis in a rat model. Forty female Wistar-Albino rats in which endometriotic implants were induced, were randomly divided into four groups. Group I were given 100 mg/kg/day oral silymarin, Group II were given 5 mg/kg/day oral atorvastatin, Group III were given a single dose of 1 mg/kg s.c leuprolide acetate. Group IV were given no medication and served as controls. All rats recieved the treatment for 21 days and then implants’ size, vascular endothelial growth factor (VEGF) levels in peritoneal fluid and histological scores were assesed. At the end of the treatment, the mean areas of implants were smaller in Groups I, II and III then those in the control group (all p<0.05). The mean areas of implants decreased from 23.8±10.5 to 8.9±2.5 in Group I (p=0.003), 52.5±36.1 to 24.0±19.0 in Group II (p=0.019) and 21.5±12.2 to 9.5±5.9 Grup III (p=0.008). The histological scores were different in Group I, II and III (all p<0.05) and the peritoneal fluid VEGF levels were decreased in Group I (p=0.002) then those in control group. In conclusion, significant regression of endometriotic implants and VEGF levels in peritoneal fluid with silymarin were evaluated.
  • Thumbnail Image
    Item
    Rat endometriozis modelinde doksisiklinin etkileri
    (Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2008) Akkaya, Pınar; Zeyneloğlu, Hulusi Bülent
    Endometriozis, endometrial bez ve stromanın uterus dısında, yani ektopik olarak yerlesimidir. Endometriozis, östrojen bağımlı bir hastalıktır ve konvansiyonel tedavi yöntemlerinde, östrojenin azaltılması amaçlanır. Ancak standart tedavilerle olusturulan hipoöstrojenik ortam, büyük kısmı üreme çağında olan bu hastalarda, yan etkileri nedeniyle uzun süre devam ettirilemez. Endometriozis etyopatogenezini aydınlatarak, yeni medikal tedavi seçenekleri olusturmaya yönelik moleküler düzeyde çok sayıda arastırma yapılmaktadır. Endometriozisin baslangıç asamasında etkili olduğu saptanmıs olan matriks metalloproteinazların (MMP) inhibisyonu, hastalığın ilerlemesini durdurabilir. Endometriozisde matriks metalloproteinaz inhibitörlerinin etkileri ile ilgili çalısmalar mevcuttur. Bakteriyostatik etkisi dısında, matriks metalloprotenazları nonspesifik olarak inhibe eden ve çalısmalarda; antianjiogenik, pro-apoptotik etkileri de bildirilmis olan doksisiklin, enfeksiyon hastalıkları dısında birçok patolojik durumda da faydalı etkileri olabilecek bir ilaçtır. Matriks metalloprotenazlar ve anjiogenez ile ilgili olan etkilerinin hangi yollarla olduğunun yeterince aydınlatılamamıs olması ve insanlarda kullanımı olan bir ilaç olması nedenleriyle doksisiklin, üzerinde arastırma yapılmaya değer bir ilaçtır. Nitekim; doksisiklinin farklı patolojik olaylarda, dokulardaki moleküler düzeydeki etkileri ile ilgili birçok arastırma yapılmıstır. Bu deneysel çalısmada, rat modelinde endometriozis olusturup; konvansiyonel medikal tedavi olan GnRH analoğu ile doksisiklinin, peritoneal endometrial implantlar üzerindeki etkileri karsılastırıldı. Toplam 40 rat’ta, 1. laparotomide endometrial implantlar olusturuldu. Üç haftalık bekleme süresi sonunda 2. laparotomilerinde; endometrial implant odaklarının basarılı biçimde olustuğu görüldü, tedavi öncesi endometrial odakların boyutları milimetre olarak kaydedildi ve peritoneal sıvı örnekleri alındı. Toplam 40 rat, randomize olarak 4 esit gruba ayrıldı. 21 gün boyunca grup I’deki ratlara 5 mg/kg/gün doksisiklin, grup II’deki ratlara 40 mg/kg/gün doksisiklin, grup III’deki ratlara tek doz, 1 mg/kg löprolid asetat verildi. Grup IV’teki ratlara herhangi bir medikal tedavi verilmedi. Medikal tedavi sonrasında ratlara 3. laparotomi islemi yapıldı. Üçüncü laparotomi islemi sırasında tekrar endometrial odakların boyutları kaydedildi ve peritoneal sıvı örnekleri alındı. Daha sonra, endometrial implantlar histolojik inceleme ve MMP-2 ve MMP-9 ile ilgili immünohistokimyasal değerlendirme yapmak için eksize edildi. Tedavi öncesinde tespit edilen peritoneal endometrial implantların yüzey alanları ve peritoneal sıvı interlökin-6 seviyeleri, her bir grup için ayrı ayrı tedavi sonrası değerler ile karsılastırıldı. Tedavi sonrasında endometriozis dokusunun hemotoksilen-eozin ile yapılan boyaması sonucu elde edilen histolojik skorlar gruplar arasında karsılastırıldı. Ayrıca doksisiklin ile tedavi edilen gruplar ile kontrol grubundaki ratlara immünohistokimyasal yöntemler ile MMP boyaması yapılarak kendi aralarında karsılastırıldı. GnRH analoğu ile tedavi edilen grupta beklenildiği gibi endometrial implantların yüzey alanlarında, histolojik skorlamalarında ve peritoneal sıvı IL-6 seviyelerinde tedavi öncesi ve sonrası değerler arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı. Yani GnRH analoğu ile tedavi, endometrial implantta boyut ve histolojik olarak gerilemeye neden oldu. Doksisiklin ile tedavi edilen gruplarda da, endometrial implantların boyutlarında bir azalma saptandı. Ayrıca doksisiklinin, tedavi sonrasında, endometriozis dokusunun hem epitel hem de stromasındaki MMP-2 ve MMP-9 miktarlarını azalttığı tespit edildi. Peritoneal sıvıda IL-6 seviyesinde azalma, sadece yüksek doz doksisiklin grubunda gösterilebildi. Endometriozis dokusunun hematoksilen-eozin ile yapılan histolojik skorlamasında, her iki doksisiklin grubunda da tedavi öncesi ve sonrası skorlar arasında fark gösterilemedi. Bu çalısma ile doksisiklinin endometriozis dokusunda matriks metalloproteinaz-2 ve 9’u azalttığı ve endometrial implant yüzey alanında küçülme sağladığı gösterildi. Bu nedenle; rat endometriozis modelinde; endometriotik odaklarda, doksisiklinin etkilerini inceleyen çalısmamızın, doksisiklin ve endometriozis ile ilgili gelecek çalısmalara öncülük edeceğini ve endometriozis tedavisinde yeni bir umut olusturabileceğini düsünmekteyiz.
  • Thumbnail Image
    Item
    Rat endometriozis modelinde selektif östrojen reseptör modülastörleri'nin etkinliği
    (Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2005) Yavuz, Kerim Emrah; Zeyneloğlu, Hulusi Bülent
    Endometriozis endometrial bezlerin ve stromanın ekstrauterin ortamdaki mevcudiyetidir. Genel olarak östrojen bağımlı bir hastalıktır. İnsidansı kesin olarak belli olmamakla birlikte;infertilite hastalarında %25-35, reprodüktif yaştaki kadınlarda %3-10,dismenoreli kadınlarda %40-60 kadar görülmektedir.Tanı anındaki yaş ortalaması 25-30 dur. Endometriozisin kesin nedeni tam olarak bilinmemesine rağmen oluşumunu açıklamaya yönelik bazı teori ve risk faktörleri tanımlanmıştır. Transport (metastaz), çölomik metaplazi, indüksiyon gibi teoriler ile immünolojik faktörler, genetik faktörler ve çevresel faktörler bunlardan en önemlileridir. Endometriozisli kadınların bazıları asemptomatik olsalar da sıklıkla pelvik ağrı (dismenore, disparanue) veya infertilite problemi ile doktora başvurduklarında tesbit edilirler. Ayrıca endometriotik odaklar pelvis dışındaki alanlarda da bulunabileceği için bulunduğu dokuya özgü semptomlarda ortaya çıkabilmektedir. GIS’ de (kolon-rektum) siklik kanama, ağrı konstipasyon, üriner sistem’ de hematüri, yan ağrısı, pulmoner sistem’ de (Ekstra periton-plevra) hemoptizi, pnömotoraks… gibi. İnfertilite hastalığın neden olduğu önemli bir problemdir.İnfertilite tuba-over anatomik ilişkisinin bozulması sonucu olabildiği gibi anatomik bozukluk olmakasızın çeşitli mekanizmalarla da (immünolojik mekanizmalar ) ortaya çıkabilmektedir Laparoskopi; kesin tanı için gold-standart yöntemdir.Laparoskopi anında şüpheli alanlardan biyopsi alınarak patolojik tanı konmalıdır. Laparoskopi görünümü çok çeşitlidir. Bu çeşitliliğe neden olan gland-stroma oranı, skarlaşma, lezyon içine kanama, hemosiderin miktarı gibi antitelerdir. Tedavide genel amaç; semptomları başarılı bir şekilde tedavi etmek ve hastalığı başarılı bir şekilde tedavi etmek olarak düşünülebilir.Ayrıca zaman kaybetmeden tanı konur konmaz tedaviye başlanmalıdır. Günümüzde elimizdeki tedavi modaliteleri medikal tedavi, cerrahi tedavi ve medikal-cerrahi tedavinin birlikte uygulanması gibi yöntemlerdir. Cerrahi tedavide semptoma yönelik yöntemler olarak LUNA, Presakral Nevrektomi gibi operasyonlar yapılabildiği gibi daha sık olarak L/S veya L/T ( şiddetli endometriozis ) tercih edilmektedir. Klasik olarak kullanılan hormonal etkili ajanlar dışında farklı mekanizmalar üzerinden etki gösteren ve yan etkilerinin daha az olacağı düşünülen birçok yeni ajan denenmektedir. Bunlardan bazıları ; Sitokin modülatörleri (TNF-alfa, İnterferon- alfa2B, Loxoribine ve Levamizole), Antiinflamatuar etkili ajanlar (Leukotriene receptor antagonists ,Pentoxifylline ) ve matriks metaloproteinazlarının inhibisyonu ile etki yapan ajanlar gibi ajanlardır. Bizde çalışmamızda farklı etki mekanızmalarını kullanarak etki edebileceğini düşündüğümüz SERM grubu ajanları kullandık. Deneysel çalışma herbiri laparotomi ile endometrial eksplantları oluşturulan ve 3 haftalık bekleme sonrasında kontrol laparotomide endometrial eksplant odaklarının başarılı biçimde oluştuğu tesbit edilen 33 rattan randomize seçilen 3 grup üzerinde yapıldı. Gruplar kontrol grubu, Raloksifen verilen grup ve genistein verilen grup olacak şekilde oluşturuldu.Takiben 6 haftalık yönetim sonrasında çalışma sonlandırıldı. Bulgulara bakıldığı zaman raloksifen verilen grupta daha belirgin olmak üzre her iki ilaç verilen grupta da eksplantların alanlarında, kontrol grubuna göre belirgin gerileme vardı. Histolojik inceleme de ise hem raloksifenin hem de genisteinin endometrial alanlarda gerileme ve endometriotik odakların tipik histolojik görünümlerinin bozulduğu tesbit edildi.(Daha düşük skorlar ) Her iki ajanda temel etkilerini direk östrojen reseptörlerine bağlanarak göstermeleri ile beraber, immünolojik olayları etkileyerekte pozitif etkilerini potansiyelize ettiklerini düşünmekteyiz.
  • Thumbnail Image
    Item
    Silymarin'in rat modelinde postoperatif adezyon oluşumuna etkisi
    (Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2008) Kaya, Sibel; Zeyneloğlu, Hulusi Bülent
    Adezyon, komşu vücut bölümleri arasında fibroproliferatif inflamatuar cevap sonucu oluşan anormal fibröz dokudur. Tüm abdominal cerrahilerin %93100'ünde adezyon geliştiği rapor edilmiştir. Jinekolojik cerrahi girişimlerden sonra %97 oranında postoperatif adezyona rastlanmıştır. Dnfertilite nedeniyle mikrocerrahi işlem uygulanan laparotomilerden sonra adhezyon gelişme sıklığı %85 üzerinde saptamıştır. Laparoskopik adezyolizis sonrası yapılan ikincil laparoskopi sırasında vakaların %97'sinde adezyon reformasyonu gözlenmiştir. Cerrahi sonrası adezyonlar tüm dünyada milyonlarca insanın yaşam kalitesini, ince barsak obstrüksiyonu yaparak, tekrarlayan karın ameliyatlarında güçlüklere neden olarak, kronik karın ve pelvik ağrılara neden olarak, kadın infertilitesine yol açarak etkilemektedir. şu an adezyon formasyonunu önleyen ideal bir yöntem henüz yoktur. Silymarin, Silybum marianum (Milk thistle, Meryemana dikeni) bitkisinden elde edilen bir flavonoidtir. Antiproliferatif, antioksidan, proapopitotik ve antianjiogenetik, antiinflamatuar ve antifibrozis etkileri mevcuttur. Antiinflamatuar etki mekanizması henüz net olarak açıklanamamıştır. Genellikle insanlarda iyi tolere edilir. Deneysel çalışmamızda ratlarda iatrojenik adezyon oluşturarak Silymarin'in postoperatif adezyon oluşumu üzerine etkilerini değerlendirmeyi amaçladık. Toplam 36 ratın kullanıldığı çalışmamızda ratlar sayıları ve ortalama ağırlıkları eşit olacak şekilde 3 gruba ayrıldı. Anestezi sonrası ratlara steril şartlarda 3 cm orta hat laparotomi insizyonu yapıldı. Uterin hornlar ortaya çıkarıldı. Bifürkasyondan 1 cm uzaklıktan başlayarak unipolar elektrokoter aleti ile 250 watt ayarda sağ uterin boynuz antimezenterik tarafına 0,5 x 0,2 cm serozal hasar oluşturuldu. Operasyon günü başlanarak 20 mg/kg Silymarin (Grup II) ve 100 mg/kg Silymarin (Grup III) su ile karıştırılarak beslenme sondası ile oral olarak her iki gruba 14 gün verildi. Grup I kontrol grubu olarak belirlendi. Dlk laparotomiden 14 gün sonra tüm gruplara ikinci laparotomi yapıldı. Oluşan adezyonlar Linsky ve arkadaşlarının yaptığı klinik adezyon skorlama sistemine göre değerlendirildi. Hasarlı yüzeyde oluşan adezyonlardan histopatolojik inceleme için biyopsi alındı. Hazırlanan preparatlar hemotoksilen eozin boyası ile boyandıktan sonra, dokulardaki fibroblastik aktivite, iltihabi hücreler, yabancı cisim dev hücreler ve vasküler proliferasyon açısından değerlendirildi. Çalışmanın sonucunda en yüksek adezyon skoru kontrol grubunda (3.25 +- 0.78), en düşük adezyon skoru 100mg/kg Silymarin (Grup III) verilen grupta (0.33 +- 0.49) saptanmıştır. Ratlara 20mg/kg Silymarin (Grup II) verilen grupta (p< 0.0001) ve 100mg/kg Silymarin (Grup III) verilen grupta (p< 0.0001) kontrol grubuna göre adezyon skoru açısından istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edildi. Aynı şekilde 100mg/kg Silymarin (Grup III) verilen grupta 20mg/kg Silymarin (Grup II) verilen gruba göre adezyon skoru açısından istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edildi (p< 0.0001). Adhesion is defined as abnormal fibrous tissue between body parts, developed as a result of fibroproliferative inflammatory reaction. Adhesion formation rate after abdominal surgery has been reported to be 93100%. Postoperative adhesion formation rate is 97% after gynecological operations, 85% after microsurgical operations performed for infertility, 97% for second laparoscopy performed after laparoscopical adhesiolysis. Adhesion development after surgery causes bowel obstruction, surgical technical difficulties, chronic abdominopelvic pain, infertility and affects quality of life for millions of people worldwide. A procedure to prevent adhesion formation had not yet been defined. Silymarin is a flavonoid extracted from Silybum marianum which has antiproliferative, antioxydant, proapopitotic, antiangiogeneic, antiinflammatory and antifibrotic effects. The mechanism for its antiinflammatory effect is unclear. It is usually well tolerated in humans. Our experimental study aimed to evaluate Silymarin's effect on postoperative adhesion formation with iatrogenic rat adhesion model. Our study included 36 rats and 3 groups were formed with equal numbers and mean weights. After induction of anesthesia, a median incision 3 centimeters long was performed on each rat in sterile conditions. Uterine horns were exposed and a serosal injury was created on the antimesenteric side of right uterine horn having dimensions of 0,5x0,2 cm aquired with 250 watt powered unipolar electrocautery, 1 cm away from the uterine horn bifurcation. Silymarin was diluted in water and was applied to Group II (20 mg/kg Silymarin) and Group III (100 mg/kg Silymarin) with an oral feeding catheter for 14 days starting from the first operation day. Group I was defined as the control group. After 14 days from operation, a second laparotomy was performed to all groups. The adhesions were scored based on the Linsky's cinical adhesion score system. Biopsies were taken from injured tissues for histopathological study of adhesion formation, were dyed with hemotoxilene eosine and were evaluated for tissue fibroblastic activity, inflammatory cells, giant cells and vascular proliferation. The highest adhesion score was detected in the control group (3.25 +- 0.78) and the lowest was the group III (100 mg/kg Silymarin) (0.33 +- 0.49). Adhesion scores of Group II (20 mg/kg Silymarin) (p< 0.0001) and group III (100 mg/kg Silymarin) (p< 0.0001) had statistically significant difference between the control group (Group I). Similarly, statistically significant difference was detected between the adhesion scores of Group III and Group II (p< 0.0001). The highest pathological score was viewed in the control group (9.91 +- 4.07) and the lowest in Group III (2.08+-2.15). Group II (20 mg/kg Silymarin) and Group III (100 mg/kg Silymarin) had statistically significant difference of histopathological score when compared to the control group. Similarly, statistically significant difference was detected between the histopathological scores of Group III (100mg/kg Silymarin) and Group II (20 mg/kg Silymarin) (p.0.003). We evaluated the histopathological score system between the groups. The inflammatuary cell score of Group III had significant decrease compared to control group (p<0.0001) and Group II (p<0.0001). But difference hadn't detected between control group (Group I) and Group II (p.0,335). This result suggested that Silymarin leads a dose dependent decrease on inflammatuary cell score. High dose group (Grup III) (p<0.0001) and low dose group (Grup II) (p<0.0001) had significant decrease of fibroblastic activity compared with control group (Grup I). Similarly compared to high dose group and low dose group decrease had detected (p.0.004). This result suggested that Silymarin leads a high sensitive decrease on fibroblastic activity. High dose group (Grup III) (p<0.0001) and low dose group (Grup II) (p.0.005) had significant decrease of vasculary proliferation activity compared with control group. But the decrease was more significant for high dose group and difference hadn't detected between high dose and low dose group (p.0,947). High dose group (Grup III) had significant decrease of collagen formation activity compared with control group (p.0.001). But difference hadn't detected between low dose group (Grup II) and control group (p.0.906) and high dose group and low dose group (p.0.010). High dose group (Grup III) (p.0,032) and low dose group (Grup II) (p.1,000) hadn't lead significant decrease of giant cell score compared with control group. Similarly difference hadn't detected between high dose and low dose group (p.0.242). It's suggested that Silymarin has a potential to prevent postoperative adhesion formation as a new medical approach. But further studies need to evaluate the effects.
  • Thumbnail Image
    Item
    Yardımlı üreme teknikleri uygulamalarında serviko-vajinal lavaj ve serumdan implantasyon belirtici olarak glikodelin ve makrofaj-koloni stimülan faktör bakılmasının klinik ve prognostik önemi
    (Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2009) Kaya, Serdar; Zeyneloğlu, Hulusi Bülent
    İmplantasyon, endometrium ile embriyo arasında büyüme faktörleri, hormonlar, adezyon molekülleri, ekstraselüler matriks ve prostoglandinler ile oluşan karmaşık bir diyalog çerçevesinde; embriyonun desiduaya yapışması, bazal membrana doğru inmesi ve stromaya invaze olmasıdır. Günümüz Yardımlı Üreme Teknikleri (YÜT)’ndeki en yüz güldürücü nokta olan İntrasitoplazmik sperm injeksiyonu (ICSI) uygulamalarında dahi ortalama 15 oosite ve %90’lık fertilizasyon oranlarına ulaşılabilmesine rağmen; ortalama canlı doğum oranı %45’i geçememektedir. Bu noktada implantasyon başarısızlıkları ve endometrial reseptivite YÜT’nin en önemli hız kısıtlayıcı basamaklarından birini oluşturmaktadır. Glikodelin ve Makrofaj-Koloni Stimülan Faktör (M-CSF) implantasyon penceresine uygun dönemde serumdan, endometrium dokusundan ve serviko-vajinal sıvılardan eksprese olmaktadırlar ve endometrial reseptiviteyi belirlemede önemli belirteçlerdir. Bizim bu çalışmadaki amacımız öncelikle ICSI planlanan hastaların embriyo transfer (ET) günü serum ve serviko-vajinal lavaj örneklerinden Glikodelin ve M-CSF düzeyleri bakılması ile elde edilecek gebelik oranları ilişkisinin gösterilmesidir. Çalışmamıza Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Ankara ve Adana Tüp Bebek Merkez’lerimize başvuran ve ICSI yapılmasını planladığımız 85 hasta dahil edilmiş; 39 yaş üzeri, kötü yanıt veren, donma-çözme siklusu olan veya zorunlu tek embriyo transferi yapılan hastalar ise hariç tutulmuştur. Örnekler embriyo transfer gününde, hem serumdan; hem de serviko-vajinal lavaj sıvılarından alınıp Biyokimya laboratuvarımızda ELISA (Enzyme-Linked Immunosorbent Assay) yöntemi ile çalışılmıştır. Serviko-vajinal lavaj sıvılarından bakılan Glikodelin ile M-CSF düzeyleri ve serumdan bakılan M-CSF düzeyleriyle elde edilen gebelik oranları ilişkisi istatistiksel olarak incelenerek klinik prospektif bir araştırma yapılmıştır. Embriyo transfer günü serviko-vajinal lavajdan (lavaj) bakılan Glikodelin, M-CSF ve serumdan bakılan M-CSF düzeyleri, serum βhCG pozitif olan hastalar ile negatif olanlarda bakıldığında aradaki farklar istatistiksel açıdan anlamlı bulunmamıştır (sırasıyla P: 0,143; P: 0,748; P: 0,115). Ancak sonraki kontrollerde ultrasonda gebelik kesesi saptanan hastaların (n: 37) embriyo transfer günü lavaj Glikodelin düzeyleri ortalama 94,78±170,95 ng/ml; ve gebelik kesesi olmayan hastalarda ise (n: 48) ortalama 139,42±208,23 ng/ml olup; aradaki fark istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur (P: 0,049). Üstelik bir sonraki ultrason kontrollerinde fetal kalp atımı (FKA) izlenen hastalarda (n: 35) embriyo transfer günü lavaj Glikodelin düzeyleri ortalama 70,95±143,03 ng/ml; ve FKA izlenmeyen hastalarda (n: 50) ortalama 153,84±216,07 ng/ml olup; ve aradaki fark istatistiksel olarak daha da anlamlı bulunmuştur (P: 0,009). Embriyo transfer günü lavaj Glikodelin düzeyleri ROC eğrisi ile incelendiğinde 4,1 ng/ml‘nin altında olan hastalarda; %52,78 duyarlılık, %75 seçicilikte gebelik kesesi var (P: 0,0389) ve %55,9 duyarlılık, %76 seçicilikte de FKA var (P: 0,0039) şeklinde anlam izlenmiştir. Açıklanamayan infertilitesi olan hastaların embriyo transferi günü lavaj Glikodelin değerleri, serum β-hCG’si, ultrasonda gebelik kesesi ve FKA’sı pozitif olanlarda; negatif olanlara göre anlamlı ölçüde (sırasıyla P: 0,016, P: 0,001 ve P: 0,000) daha düşük bulunmuştur. Embriyo transferi günü oosit toplanması (OPU) sonrası 3. gün olan hastaların da lavaj Glikodelin değerleri, ultrasonda gebelik kesesi ve FKA’sı pozitif olanlarda; negatif olanlara göre anlamlı ölçüde (sırasıyla P: 0,049 ve P: 0,020) daha düşük bulunmuştur. Gebelik kesesi tek olan 19 hastadan 2‘si (%10,5) aborte ederken; ikiz olan 16 hastada gebelik kaybı yaşanmadı ancak ikizlerden 2’sinin de (%12,5) gebeliği, tek’e düşerek devam etti. Ultrasonda FKA’sı 2 tane olan hastaların (n: 14, ortalama 163,74±189,90 ng/ml) ise ET günü bakılan lavaj Glikodelin konsantrasyonları FKA’sı tek olanlara (n: 19, ortalama 5,19±8,05 ng/ml) göre anlamlı derecede (P: 0,042) daha yüksek bulunmuştur. Glikodelin bir implantasyon belirteci olarak çok umut vericidir. Siklus periyoduna göre midsiklus fertil pencerede düşük olan düzeyleri ise fertilizasyona imkan sağlarken; midluteal implantasyon penceresi dönemindeki yüksek düzeyleri ile de implantasyona yardımcı olur. Tekrarlayan IVF başarısızlığı olan hastalarda endometrial reseptivite nedeniyle implantasyon yetmezliği bulunanların tanısında faydalı olabilir. Üstelik Glikodelin’in kontraseptif amaçlı kullanılması da mümkün gözükmektedir. Implantation is adhesion of embryo to desidua, burrowing through basal membrane and invasion into the stroma as part of a complex dialogue involving growth factors, hormones, adhesion molecules, extracellular matrix and prostoglandines between the endometrium and the embryo. Currently, the most successful instrument of Assisted Reproductive Techniques (ART) is intra-cytoplasmic sperm enjection (ICSI); despite an average of 15 oocyte retrivial and 90% fertilization ratios, mean live birth rates can not still increase beyond 45% ratio. The problems of the implantation and the endometrial receptivity are considered as the rate limiting steps of ART. Glycodelin and Macrophage-Colony Stimulating Factor (M-CSF) are being expressed during the implantation period from the serum, the endometrial tissue and the cervico-vaginal secretions and they may play role as markers for endometrial receptivity. In this study, we aimed to point out the relation between the pregnancy ratios and the Glycodelin and M-CSF levels in the serum and cervico-vaginal secretions of the ICSI patients in the embryo transfer day. In our study we included 85 ICSI patients who applied to the Baskent Univercity Faculty of Medicine, Obstetrics and Gynecology Department in Ankara and Adana Infertility Centers. Patients above 39 years old, poor responders, patients for thaw cycles or underwent mandatory single embryo transfers were excluded from the study. The samples were collected in the embriyo transfer (ET) day from the serum and cervico-vaginal flushings (lavage) and assessed in the Biochemistry laboratory by the ELISA (Enzyme-Linked Immunosorbent Assay) method. A clinical prospective study was made statistically between the lavage Glycodelin, M-CSF levels, serum M-CSF levels and the pregnancy ratios. There was no significant statistically difference in the levels of the Glycodelin (P: 0,143) and M-CSF (P: 0,748) in the cervico-vaginal secretions (lavage) and in the serum (P: 0,115) sampled at the embryo transfer day in terms of pregnancy. But when patients with the presence of the gestational sacs (n: 37) were considered, the mean cervico-vaginal flushing Glycodelin level was 94,78±170,95 ng/ml compared to level of 139,42±208,23 ng/ml in the patients without gestational sac (n: 48); and the difference was statistically significant (P: 0,049). Moreover, when patients who had (fetal) cardiac activity (n: 35) were considered the mean cervico-vaginal flushing glycodelin level was 70,95±143,03 ng/ml compared to 153,84±216,07 ng/ml in those patients without cardiac activity (n: 50); which was statistically significant (P: 0,009). By analysing the ROC curves the patients, whose cervico-vaginal flushing Glycodelin levels were below 4,1 ng/ml: had a prediction rate to have a gestational sac with 52,78% sensitivity and 75% specifity (P: 0,0389) and a prediction rate have cardiac activity with 55,9% sensitivity and 76% specifity (P: 0,0039). Cervico-vaginal flushing Glycodelin levels in patients with unexplained infertililty were statistically lower when they have a positive pregnancy test (P: 0,016), or gestational sac (P: 0,001) and the cardiac activity (P: 0,000) compared to those were not. The cervico-vaginal flushing Glycodelin levels in the patients whose embryo transfer was the third day were statistically lower if they had positive gestational sac (P: 0,049) and cardiac activity (P: 0,020) in the ultrasonography than the negative ones. In singletons (n: 19), 2 of them (10,5%) had abortion; however in twins (n: 16) no abortion took place, but 2 of them (12,5%) continued as a singleton pregnancy. The cervico-vaginal flushing Glycodelin levels in the patients with twin cardiac activity (n: 14; 163,74±189,90 ng/ml as avarage) were statistically higher than the patients with single cardiac activity (n: 19; 5,19±8,05 ng/ml as avarage) (P: 0,042). The Glikodelin is well promising as an implantation marker. While the lower rates of Glycodelin in the fertile mid-cycle enables fertilization; then the higher rates of Glycodelin in the mid-luteal phase (implantation window) facilitates the implantation. Glycodelin can help to diagnose the patients with recurrent IVF and implantation failure because of the endometrial receptivity problems. In addition Glycodelin could be feasible in the contraceptive purposes.

| Başkent Üniversitesi | Kütüphane | Açık Bilim Politikası | Açık Erişim Politikası | Rehber |

DSpace software copyright © 2002-2025 LYRASIS

  • Privacy policy
  • End User Agreement
  • Send Feedback
Repository logo COAR Notify