Browsing by Author "Varan, Birgül"
Now showing 1 - 5 of 5
- Results Per Page
- Sort Options
Item Çocuklarda açık kKalp ameliyatı sonrası erken dönemde gelişen ritim bozukluklarının değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2013) Oktay, Ayla; Varan, BirgülRitim bozuklukları açık kalp cerrahi sonrası erken dönemde sık görülmekte ve önemli komplikasyonlara yol açmaktadır. Bu çalışmada çocuk yaş grubunda kalp cerrahisi geçiren hastalarda erken postoperatif dönemde gelişen aritmilerin insidans, risk faktörleri ve sonuçlarının belirlenmesi amaçlanmıştır. Pediatrik hastalarda yapılmış benzer çalışmalardan farklı olarak; aritmi tanı ve tiplendirmesi için yüzeyel EKG’ye ek olarak intrakardiyak EKG kullanılmıştır. Çalışmaya Ocak 2011-Aralık 2011 tarihleri arasında konjenital kalp hastalığı nedeniyle açık kalp cerrahisi geçiren ve Çocuk Kardiyoloji ve Kalp Damar Cerrahisi Yoğun Bakım Ünitesinde izlenen pediatrik hastalar (n=326) alındı. Aritmi grubunda 46 hasta vardı. Kontrol grubu olarak aynı dönemde opere edilen ve ritim problemi olmayan hastalar (n=280) seçildi. Tüm hastalar yaş, cinsiyet, boy ve vücut ağırlığı, kardiyopulmoner bypass süresi, aort klemp zamanı, cerrahi süresi, hipotermi derecesi; aritmisi olan hastalar aritmi tipi, aritmi sırasındaki vücut sıcaklığı, kan glukoz ve elektrolit seviyeleri, asid-baz durumu, tedaviler ve sonuçları açısından değerlendirildi. Aritmi insidansı %14.2 bulundu. En sık karşılaşılan aritmi tipi %4.2 oranı ile atriyal taşikardi idi. Tam AV blok %3.3, JET %2.1, sinüs düğüm disfonksiyonu %2.1, SVT %1.8 oranında görülen diğer ritim bozuklukları idi. Operasyon yaşının küçük olması (p=0.001), düşük vücut ağırlığı (p=0.000) ve boy (p=0.001), total bypass (p=0.000), aort klemp (p=0.000) ve total operasyon (p=0.03) sürelerinin uzun olması, hipotermi derecesi (p=0.000) postoperatif aritmi oluşma riskini artıran faktörler idi. Tüm aritmiler arasından 33’üne (%72) pil veya antiaritmik ilaç tedavisi uygulandı ve hastalarda eksitusa neden olacak bir aritmi gözlenmedi. Çalışmamızda en sık gözlenen aritmi tipi atriyal taşikardi olup; bu sonuç literatürden farklıdır. Bu da intrakardiyak EKG ile atriyal aktivite ve aritmi tiplendirmesi hakkında daha doğru bilgi elde edilebilmesine bağlı olabilir.Item Konjenital kalp hastalığı nedeniyle ameliyat edilen yenidoğanlarda postoperatif solunum sistemi komplikasyonlarının değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2017) Taneri, Buket; Varan, BirgülKonjenital kalp hastalığı tanısı almış yenidoğanlarda, ameliyat sonrası gelişen komplikasyonlar tüm gelişmelere rağmen ileri ülkelerde bile kardiyak cerrahi sonrası morbidite ve mortalitenin en başta gelen sebeplerindendir; bu komplikasyonlardan solunum sistemi komplikasyonlarının önlenebilir nedenlerini de değerlendirecek olursak morbidite üzerinde önemli etkilerini görebiliriz. Biz bu retrospektif çalışmada, kardiyak cerrahi geçiren yenidoğan bebeklerde solunum sistemi komplikasyonlarının sıklığını belirlemeyi, risk faktörlerini araştırmayı, morbidite ve mortalite üzerine etkisini incelemeyi amaçladık. Çalışmamızda Ocak 2011 ile Ocak 2016 tarihleri arasında beş yıllık süre içerisinde hastanemiz Kalp Damar Cerrahisi Anabilim Dalında konjenital kalp hastalığı nedeniyle opere edilmiş, 1 ay altındaki toplam 198 hasta geriye dönük olarak incelendi; cinsiyet, doğum ağırlığı, operasyon sırası ağırlık, boy, mevcut kardiyak hastalığı, insizyon şekli, yapılan cerrahi, ameliyat süresi, aort klemp süresi, kardiyopulmoner bypass süresi, ameliyat sonrası yoğun bakım izlem süresi, mekanik ventilasyon süresi, reentübasyon gerekliliği, inotropik destek şekli, ameliyat sonrası solunum sistemi komplikasyonları, yoğun bakımda ortaya çıkan diğer komplikasyonlar, mortalite, aritmi varlığı kaydedildi. Operasyon epikrizleri, yoğun bakım yatışlarında takiplerinin kayıt alındığı dosyalar, Nucleus hastane bilgi sistemlerinin bilgi bankası ayrıntılı olarak incelendi. Solunum sistemi komplikasyonlarının morbidite ve mortaliteye etkisi değerlendirildi. İstatistiksel anlamlılık düzeyi p<0.05 olarak kabul edildi. Olgularımızın 131’i (%66.2) erkek, 67’si (%33.8) kızdı. Ġncelenen hastaların %46.5’inde postoperatif solunum sistemi komplikasyonu gelişti. Solunum sistemi komplikasyonu gelişen 92 hastanın %29.3’ünde diyafram paralizisi, %25’inde uzamış plevral efüzyon, %14.1’inde pnömotoraks ve %12’sinde atelektazi geliĢirken, %6.5’inde akciğer enfeksiyonu, %3.3’ünde vokal kord paralizisi, %3.3’ünde Ģilotoraks, %3.3’ünde subglottik darlık, %1.1’inde subglottik darlık ile vokal kord paralizisi ve %1.1’inde pnömotoraks ile beraber subglottik darlık, son olarak %1.1’inde subglottik darlık ile beraber diyafram paralizisi gelişti. En sık solunum sistemi komplikasyonunun (%29.3) diyafram paralizisi olduğunu saptadık. Solunum sistemi komplikasyonu gelişen hastalarda entübasyon süresi, yoğun bakım ünitesinde kalış süresi, hastanede izlem süresi komplikasyon gelişmeyen hastalara göre uzundu. Sonuç olarak yenidoğan döneminde kardiyak nedenlerle opere olan hastalarda subglottik stenoz, diyafram paralizisi, uzamışplevral efüzyon, pnömotoraks, akciğer enfeksiyonu gibi solunum sistemi komplikasyonlarının mevcut olmasının yoğun bakım ünitesinde kalış süresinin uzamasına, reentübasyon sıklığında artışa sebep olduğunu gördük. Despite advances in surgical technique and monitorization, postoperative complications in newborns undergoing cardiac surgery are important cause of morbidity and mortality even in developed countries. Respiratory complications some of which are preventable are among the most significant ones and may adversely affect the outcome. We aimed to investigate the incidence of respiratory complications in newborns after cardiac surgery, risk factors for occurence and effect on morbidity and mortality retrospectively. A total of 198 patients under 1 month of age who underwent cardiac surgery at Cardiovascular Surgery Department between January 2011 and January 2016 were studied retrospectively. Gender, birth weight, weight at the time of operation, height, cardiac diagnosis, incision type, surgery, operation time , aortic clamp time, cardiopulmonary bypass time, duration of stay in intensive care unit, mechanical ventilation, requirement of reintubation, postoperative complications of the respiratory system, other complications in the intensive care unit, mortality and presence of arrhythmia were recorded. Operation notes, intensive care unit data, detailed reports of the patients were examined from the information bank of Nucleus hospital information systems. Effect of respiratory complications on morbidity and mortality is investigated. Statistical significance level was accepted as p <0.05. Postoperative respiratory complications developed in 46.5% of the patients of which 131 (66.2%) were male and 67 (33.8%) were female. Diaphragmatic paralysis occurred in 29.3% of 92 patients with respiratory system complication, prolonged pleural effusion in 25%, pneumothorax in 14.1% and atelectasis in 12 %, lung infection in 6.5%, vocal cord paralysis in 3.3%, chylothorax in 3.3%, subglottic stenosis in 3.3%, subglottic stenosis with vocal cord paralysis in 1.1%, subglottic stenosis with pneumothorax in 1.1% and finally subglottic stenosis with diaphragmatic paralysis in 1.1%. We found that diapragmatic paralysis was the most common respiratory complication (29.3%). The duration of mechanical ventilation, duration of stay in intensive care unit, duration of stay in hospital were all longer in patients with respiratory complications than those without. In conclusion, the presence of respiratory system complications such as subglottic stenosis, diaphragmatic paralysis, prolonged pleural effusion, pneumothorax, pulmonary infection causes prolonged stay in intensive care unit and increases risk of reintubation in neonates who underwent cardiac surgery.Item A rare complication of balloon pulmonary angioplasty: Aortopulmonary window and its treatment(2019) Varan, Birgül; Yakut, Kahraman; Tokel, Kursad; Ozkan, Suleyman; Aslamaci, Sait; 0000-0002-6759-1795; 30587706; AAF-3253-2021Item Subaortik darlıklı çocuklarda ameliyat endikasyonları, aort yetmezliği, restenoz, reoperasyon sıklığı ve risk faktörleri(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2009) Gökdemir, Mahmut; Varan, BirgülSol ventrikül çıkım yolu darlıklarının % 8-20’sinden subaortik darlık sorumludur. lerleyici ve tekrarlayıcı özellige sahiptir. Subaortik darlık gelismesinde anormal geometri, artmıs septal akım stresi, genetik yatkınlık ve anormal hücresel proliferasyon yanıtı önemlidir. Subaortik darlıgın agır tipleri tedavisiz bırakılırsa, aortik kapak hasarı, sol ventrikül hipertrofisi, sol ventrikül sistolik fonksiyon bozuklugu, kalp yetmezligi, ventriküler aritmi ve enfektif endokardit gibi komplikasyonlar gelisir. Ameliyat endikasyonları, aort yetmezligi, restenoz ve reoperasyon için risk faktörleri tartısmalıdır. Basarılı cerrahi tedaviye ragmen reoperasyon oranı yüksektir. Çalısmamızda subaortik darlıgı olan çocuklarda aort yetmezligi, restenoz ve reoperasyon sıklıgı ve risk faktörleri arastırıldı. Sonuçlarımızın ameliyat endikasyonlarının netlestirilmesine yardımcı olabilecegi düsünüldü. Ocak 1995-Aralık 2007 tarihleri arasında ameliyat edilen ve çalısma kriterlerini tamamlayan 188 hasta çalısmaya dahil edildi. Hasta dosyalarından ekokardiyografi, kateterizasyon verileri ve ameliyat notları arastırıldı. 188 hastanın 134’ünün sistemik muayenesi, ekokardiyografik, elektrokardiyografik ve telekardiyografik degerlendirmeleri son altı ayda tekrarlandı. Ekokardiyografi ve kateterizasyon ile hastaların %59’unda diskret subaortik membran ve % 38’inde fibromusküler ridge belirlendi. Ameliyat yası 5.79±4.18 yıl idi. Ameliyat öncesi hastaların % 53.2’sinde aort yetmezligi belirlendi. Ameliyat kararı genellikle eslik eden kardiyak anomaliler ve yüksek gradient nedeni ile alındı. Hastaların 78’ine izole membranektomi ve 106’sına septal miyektomi yapıldı. Ameliyat sonrası SVÇY EKO gradienti 48.5 ± 32.2 mmHg’dan 10.4 ±11.2 (P<0.001) mmHg’ya gerilemistir. Ameliyat sırasında iki hastada önemli aort yetmezligi, 3 hastada önemsiz ventriküler septal defekt ve üç hastada tam blok gelismistir. 22 (%11.7) hastada önemli aort yetmezligi ve 31 (%16.5) hastada restenoz belirlendi. Hastalar 5.51±3.68 yıl takip edilmistir. lk operasyondan 4.4±3.6 (0.6-15.5) yıl sonra 22 (%11.7) hastaya reoperasyon yapılmıstır. Ayrıca iki hastaya ikinci reoperasyon yapıldı. Postoperatif erken dönem SVÇY EKO gradienti ile son kontrol EKO gradienti arasında önemli korelasyon (r=0.73, P<0.001) vardı. Son kontrolde 126 (%73.2) hastada aort yetmezligi belirlendi. Restenoz için preoperatif aortik anulus, preoperatif SVÇY gradienti, sol ventrikül sistolik basıncı, kateter gradienti, postoperatif 1. yıl SVÇY EKO gradienti, sekonder darlık gelismesi, postoperatif SVÇY EKO gradientinin 10 mmHg ve üzeri olması, izole DSS varlıgı, darlık tipi restenoz için risk faktörü bulundu. Aort yetmezligi için ameliyat yası, sol ventrikül sistolik basıncı, kateter gradienti, preoperatif SVÇY gradienti, postoperatif 1. ay SVÇY EKO gradienti, uzun takip süresi, aortik kapaklarda kalınlasma, aortik kapaga valvüloplasti yapılması, aortik rekonstrüksiyon ve sekonder diskret subaortik darlık gelismesi risk faktörü olarak bulundu. Reoperasyon için küçük aortik anulus, preoperatif SVÇY EKO gradienti, sol ventrikül sistolik basıncı, kateter gradienti, postoperatif erken dönem SVÇY EKO gradienti, postoperatif 1. yıl EKO gradienti, izole DSS bulunması, darlık tipi ve lezyon-mitral kapak iliskisi risk faktörü olarak bulundu. Postoperatif orta dönemde aort yetmezligi sıklıgının arttıgı belirlendi. Sonuç olarak hafif aort yetmezligi ve hafif darlıgı olan çocuk hastalar konservatif izlenebilir ancak preoperatif yüksek gradientlerin restenoz riskini artırdıgı unutulmamalıdır. Subaortic stenosis accounts for 8-20% of left ventricular outflow tract obstruction. An important clinical feature of subaortic stenosis is being a progressive and repetitive pathology. Abnormal geometry of left ventricular outflow tract, genetic predisposition, increased septal flow stress and response of abnormal cellular proliferation are significant for the development of the subaortic stenosis. If severe form of subaortic stenosis is untreated, it may result in aortic valve injury, left ventricular hypertrophy and dysfunction, heart failure, ventricular arrhythmia and infective endocarditis. The surgical indications, risk factors for aortic regurgitation, restenosis, and reoperation are contraversial. Even after a successful operation, reoperation rate is high. Aim of this study is to evaluate incidence and risk factors of restenosis, aortic regurgitation and reoperation. The results of this study may serve to clarify surgical indications The study included 188 patients who have been operated for subaortic stenosis between January 1995 and December 2007 and who have fulfilled the study criteria. Echocardiography and catheterization data and surgical notes were reviewed from medical records of patients. Physical examination, echocardiographic and laboratory assessments were repeated in 134 patients during the study interval. Discrete subaortic membrane was found in 59% and fibromuscular ridge in 38% of the patients. The mean age at operation was 5.79±4.18 years. Aortic regurgitation was present in 53.2 % of the patients before the operation. The most common surgical indications consisted of correction of associated cardiac anomalies and high left ventricular outflow gradient. Seventy eight patients underwent resection of membrane and 106 patients had septal myectomy. Left ventricular outflow tract gradient declined to 10.4±11.2 from 48.5±32.2 mmHg (P<0.001) after surgery. Two patients developed significant aortic regurgitation, three had complete heart block and three had insignificant iatrogenic ventricular septal defect during initial surgery. The patients were followed for a mean of 5.51±3.68 years. 22 (11.7 %) patients had significant aortic regurgitation and 31 (16.5%) had restenosis. After 4.4±3.6 years of follow-up, 22 (11.7%) patients required reoperation. Additionally, two patients underwent second reoperation. There was significant correlation between immediate postoperative left ventricular outflow tract gradient and the gradient at last control (r=0.73, P<0.001). Aortic regurgitation was detected in 126 (73.2%) patients at last echocardiographic examination. Small aortic annulus, preoperative left ventricular outflow tract echo gradient, left ventricular peak systolic pressure, catheter gradient, postoperative echo gradient at one month, secondary subaortic stenosis, postoperative echo gradient 10 mmHg, isolated discrete subaortik stenosis and type of the stenosis were related to restenosis. Age at surgery, left ventricular peak systolic pressure, catheter gradient, preoperative echo gradient, postoperative echo gradient at one month, long follow-up period, aortic valve thickening, balloon aortic valvuloplasty, aortic valve reconstruction and secondary subaortic stenosis were associated with aortic regurgitation. Small aortic annulus, preoperative left ventricular outflow tract gradient, left ventricular peak systolic pressure, catheter gradient, immediate postoperative echo gradient, and gradient at one year, isolated discrete subaortik stenosis, type of the stenosis and relation of the subaortic stenosis to the mitral valve were associated with reoperation. The rate and severity of aortic regurgitation increased during follow-up. In conclusion children with mild stenosis and mild aortic regurgitation may be followed up without surgery. However the increased risk of restenosis with high preoperative gradients should be kept in mind. .Item Tam düzeltme ameliyatı yapılmış olan fallot tetraloji hastalarda ventrikül fonksiyonlarının ve B-tipi natriüretik peptid (BNP) düzeylerinin değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2005) Örün, Utku, Arman; Varan, BirgülFallot tetralojisi nedeniyle ameliyat edilmiş hastalarda pulmoner yetmezliğe (PY) bağlı olarak sağ ventrikül dilatasyonu ve disfonksiyonu gelişebilmektedir. Çalışmamızda BNP düzeyi ve doku Doppler ekokardiyografinin opere olmuş Fallot tetralojili (OFT) hastalarda ventrikül fonksiyonlarını göstermedeki etkinliğini araştırdık. Yaş ortalaması 11.1± 4.8 yıl olan, tam düzeltme ameliyatı yapılmış Fallot tetralojili 34 hasta ile 21 gönüllü kontrol çalışmaya alındı. Her iki grupta serum BNP düzeyi ölçüldü, standart ekokardiyografi ve doku Doppler çalışması yapıldı. Pulmoner yetmezlik derecesi renkli Doppler ile hafif, orta ve ağır olarak tanımlandı. Miyokardiyal performans indeks (MPİ), apikal dört boşluk pozisyonda, tüm ventrikül segmentlerinden doku Doppler ile çalışıldı. Telekardiyografik inceleme ile kardiyotorasik oran (KTO) bakıldı. QRS süresi, IVA değeri ve BNP düzeyi kullanılarak, ventrikül fonksiyonu hakkında bir indeks (RVDİ) oluşturuldu. OFT’li hastalarda BNP düzeyi kontrole göre belirgin yüksek bulundu (sırasıyla 45.8 ± 48.6 pg/ml, 19.2 ± 12.7 pg/ml, p<0.009). Ejeksiyon fraksiyonu ve fraksiyone kısalma gruplar arasında farklı değildi. Ancak OFT’li hastalarda tüm ventrikül segmentlerinde MPİ değerleri kontrole göre yüksekti. Sağ ventrikülün tüm segmentlerinde izovolemik kontraksiyon akselerasyonu (IVA), OFT’li hastalarda kontrole göre düşüktü. BNP düzeyi ile QRS ve QTd süreleri arasında orta (r=0.398, p<0.01, r=0.482, p<0.001), PY derecesi ile KTO arasında kuvvetli korelasyon belirlendi (orta PY, r=0.587, p<0.0001, ağır PY, r=0.757, p<0.001). Ayrıca BNP düzeyi ile IVA ve RV bazal segment Sm hızı arasında negatif korelasyon vardı. Sağ ventrikül bazal segment miyokardiyal hızları, OFT’li hastalarda, kontrol grubuna göre belirgin düşük bulundu. RV bazal segment Sm hızı, OFT’li grupta: 8.1 ± 1.7, kontrol grubunda: 20.5 ± 11.9 cm/sn (p <0.001); Em hızı OFT’li grupta: 15.6 ± 4.8, kontrol grubunda: 20.5 ± 10.5 cm/sn (p = 0.015); Am hızı, OFT’li grupta: 6.8 ± 2, kontrol grubunda:10.9 ± 3.5 cm/sn (p < 0.001) idi. RV bazal ve orta segment IVA değeri ile PY arasında kuvvetli negatif korelasyon belirlendi (r = -0.562, p <0.001, r=-0.590, p<0.001). QRS ve QTc süreleri ile RV bazal segment MPİ arasında kuvvetli korelasyon vardı (r=0.545, p<0.001, r=0.532, p<0.001). RV bazal segment Sm hızı ile QRS, QTc ve QTd arasında kuvvetli negatif korelasyon vardı. (r=-0.687, p<0.001, r=-0.587, p<0.001, r=-0.570, p<0.001). RVDİ değeri, OFT’li hastalarda kontrol grubuna göre yüksekti (p<0.0001). Ağır pulmoner yetmezlikli hastalarda RVDİ değerinin diğerlerine göre daha yüksek olduğu belirlendi. Tam düzeltme ameliyatı yapılmış olan Fallot tetralojili hastalarda, ilerleyen dönemlerde pulmoner yetmezliğe bağlı semptomatik sağ ventrikül dilatasyonu ve her iki ventrikülde fonksiyon bozukluğu görülebilmektedir. Standart ekokardiyografi ile erken dönemde gösterilemeyen sol ventrikül disfonksiyonu, doku Doppler MPİ ile gösterilebilmektedir. OFT’li hastlarda doku Doppler ile elde edilen IVA değeri, serum BNP düzeyi, KTO ve yüzey EKG ölçümlerinin birlikte değerlendirilmesi, hastalarda uygun zamanda pulmoner kapak replasmanına karar vermede yardımcı olabilir. Doku Dopplerin ventrikül kontraksiyon ve relaksasyon fonksiyonlarını değerlendirmedeki üstünlüğü, bu yöntemin OFT’li hastaların rutin izleminde kullanılabilecek bir yöntem olduğunu göstermektedir. RVDİ, kapak yetmezliği olan OFT’li hastaların ventrikül fonksiyonunu değerlendirmede kullanılabilecek bir değerdir. Ancak etkinliğini göstermek için prospektif çalışmalardan elde edilecek daha çok veriye ihtiyaç vardı