Browsing by Author "Tayfur, Muhittin"
Now showing 1 - 20 of 28
- Results Per Page
- Sort Options
Item 20-45 yaş arası kadınlarda menstrüal siklusun her üç döneminde (menstrüal dönem öncesi, menstrüal dönem ve menstrüal dönem sonrası) beslenme alışkanlıklarının belirlenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimler Enstitüsü, 2016) Çukurovalı Soykurt, Seniha; Tayfur, MuhittinMenstrüal siklus birçok faktörden etkilenebilen karmaşık bir döngüdür. Beslenme ve beslenme alışkanlıklarının menstrüal siklus üzerine etkileri hem yetersiz beslenme hem de aşırı beslenme üzerinden görülebilmektedir. Bu çalışma, 20-45 yaş arası kadınlarda premenstrual dönem, menstrüal dönem ve menstrüal dönem sonrasındaki beslenme durumları, besin tercihleri, yeme tutumları ve farklılıkların saptanması, elde edilen verilere göre alınan enerji ve besin ögelerinin değerlendirilmesi amacı ile gerçekleştirilmiştir. Araştırma, Aralık 2015 ile Ocak 2016 tarihleri arasında Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kadın Hastalıkları ve Doğum Polikliniğine başvuran 20-45 yaş arası 100 kadın üzerinde yürütülmüştür. Bireyların kişisel bilgileri, menstrüasyonun besin tüketimi ve enerji dengesi üzerine etkisinin saptanması, menstrüal siklusun her üç döneminde (menstrüal dönem öncesi, menstrüal dönem ve menstrüal dönem sonrası) oluşan fiziksel ve besin tüketimindeki değişikliklere ilişkin bilgileri saptamaya yönelik anket formu uygulanmıştır. Çalışmada bireyların yaş ortalaması 32.57 ±7.62 yıl olarak saptanmıştır. Bireylerin ilk menstruasyon yaş ortalaması 12.99 ± 1.23 yıl olarak saptanmıştır. Çalışmaya katılan bireylerin BKİ (kg/m²) oratlaması 24.68 ± 4.25’dir. Çalışmaya katılan bireylerden % 62.0’ ının premenstrual dönemde iştahının arttığı, % 8.0’ının bu dönemde iştahının azaldığı ve % 30.0’ının ise bu dönemde iştahlarında herhangi bir değişme olmadığı belirlenmiştir. Çalışmaya katılan 100 kadının 90’ı premenstruasyon dönemde tatlı ihtiyacı hissederken, 21’i tuzlu, 16’sı acı ve 14’ü ekşi besin tüketme ihtiyacı hissetmektedir.Sonuç olarak, menstrüal siklus beslenme durumu ve yeme tutumu ile ilişkilidir ve kadınların yaş gruplarına ve fizyolojik ihtiyaçlarına göre uygun bir beslenme ve yaşam tarzı geliştirilmesi önemlidir. Bu durumun detaylı incelenmesi için daha büyük çaplı çalışmalara ihtiyaç vardır. The Menstrual cycle is a complex cycle that can be affected by many factors. Nutrition and eating habits affect the menstrual cycle through malnutrition and overfeeding. The purpose of this study is to determine the anthropometric measurement of the pre-menstrual period, menstrual period and post-menstrual period on women aged between 20 - 45 and to assess the differences of nutritional status, food preferences and eating attitudes. Using the detailed analysis results, the aim is to make comparisons between energy obtained with the evaluation of input of nutrients. Research was conducted on 100 women aged between 20-45 admitted to Ankara Ataturk Training and Research Hospital the Obstetrics and Gynecology Department between December 2015 and January 2016. A questionnaire consisted of personal information and data gathering from each of the participants to determine the affect on their food intake, energy balance and physical dietary changes seen during the three phases of the menstrual cycle. The average age of participants in the study was found to be 32.5±7.62 years. Average age of first menstruation for participating was found 12.99± 1.23 years old. Moreover, average of BMI (kg/m2) of participating was found 24.68± 4.25. 62 % of the individuals participating in the study experienced an increase in appetite during the pre-menstrual period and 30% of the individuals experienced no change in appetite whilst 8% experienced a decrease in appetite. 90 of the 100 women who participated in the study felt the need to consume dessert before menstruation, 21 women felt the need to consume salty foods, 16 felt the need for bitter food and 14 felt the need to consume sour flavoured food.As a result of the research, we have found that the menstrual cycle is associated with eating behaviours and nutritional value/status and so it is therefore important to develop a healthy diet and lifestyle, in accordance with women’s age groups and physiological needs. However there is a need for a further study to examine this in greater detail.Item Adölesanlarda duygu değişiklikleri ile yeme eğilimi ilişkisinin değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Karacaören, Ayşegül; Tayfur, MuhittinBu çalışmanın amacı, adölesanların duygu değişiklikleri ile yeme eğilimleri arasındaki ilişkinin incelenmesi ve farklı duygular esnasında tercih edilen ve tüketilmek istenen besinlerin belirlenmesidir. Çalışma, Eylül-Ekim 2018 tarihleri arasında Ankara ili Çankaya Bilgi Temel Lisesi’nde 10-19 yaş arası 193 öğrenci (62 erkek, 131 kız) üzerinde yürütülmüştür. Adölesanlara ait genel bilgiler, kişilerin sağlık durumları, duygu değişiklikleri (üzgün/mutsuz olma, endişeli/kaygılı olma, sınav stresi, mutluluk, halsiz/hasta olma, başarısızlık hissi, yalnızlık hissi ve hayal kırıklığına uğrama) ve yeme ilişkisini içeren soruların yer aldığı anket, Hollanda Yeme Davranışı Anketi (DEBQ) uygulanmış ve duygusal yeme alt ölçeği ile değerlendirilmiştir. Katılımcıların antropometrik ölçümleri saptanmıştır. Çalışmada ki katılımcıların %32.1’i erkek %67.9’u kız ve yaş ortalaması 16.2±1.2 yıl olarak saptanmıştır. Adölesanların BKİ-z skor değerlerine göre %79.7’si normal, %12.9’u hafif şişman, %4.8’i obez ve %2.6’sı zayıf olarak tespit edilmiştir. Adölesanlar, üzgün/mutsuz, endişe/kaygı, sınav stresi, hasta/halsiz, başarısızlık, yalnızlık, hayal kırıklığı hissettikleri zaman ‘daha az yerim’, mutlu hissettikleri zaman ‘herhangi bir değişiklik olmaz’ şeklinde ifade ettikleri görülmüş ve cinsiyete göre istatistiksel olarak farklılık tespit edilmiştir (p<0.05). Besin tercih eğilimine baktığımızda çikolatanın bütün duygu durumlarda ilk tercih edilen besin olduğu görülmüştür. DEBQ-duygusal yeme alt ölçek puan ortalamaları ile katılımcıların cinsiyet, yaş, teşhis edilmiş hastalık olma durumu, fiziksel aktivite ve BKİ-z skor değeri istatistiksel olarak ilişkili bulunmamıştır (p>0.05). Katılımcıların duygusal yeme eğilimlerini tespit etmek için DEBQ-duygusal yeme alt ölçeği ile 8 farklı duygu durumunun ilişkisine bakıldığında üzgün/mutsuz, endişe/kaygı, sınav stresi, mutlu, yalnızlık, hayal kırıklığı hissedilen duygu durumlarında pozitif yönlü korelasyon saptanmıştır. Sonuç olarak adölesanların genellikle olumsuz duygu durumundayken daha az yemek yeme eğilimi gösterdikleri ve ilk tercih ettikleri besinlerin de yüksek enerjili atıştırmalık karbonhidratlar olduğu belirlenmiştir. This study was planned to investigate the relationship between emotion changes and eating tendencies in adolescents and to determine the preferred foods to be consumed during different emotions. The study was conducted on 193 students (62 males, 131 females) between the age of 10-19 studying Çankaya Bilgi Temel High School in Ankara between September and October 2018. General information about adolescents, health status of individuals, emotion changes (sad / unhappy, anxious / anxious, exam stress, happiness, weak/ sick, feeling of failure, feeling loneliness and disappointment) and questions about the eating relationship, The Dutch Eating Behavior Questionnaire (DEBQ) was administered and evaluated with the emotional eating subscale. Anthropometric measurements of the participants were determined. Of the participants in the study, 32.1% were male and 67.9% were female and the mean age was 16.2 ± 1.2 years. The BMI-z scores of the adolescents in our study were 79.7% normal, 12.9% were overweight, 4.8% were obese and 2.6% were underweight. The adolescents feel sad / unhappy, worry / anxiety, exam stress, sick / weak, failure, loneliness, disappointment when they said ‘‘eating less’’, when they feel happy when they said ‘‘no change’’ and they are determined statistically by gender. (p <0.05). When we look at the preference of food, it is seen that chocolate is the first preferred food in all emotion situations. Gender, age, diagnosed disease status, physical activity and BMI-z score were not statistically significant (p> 0.05). Participants with The Dutch Eating Behavior Questionnaire-emotional eating subscale to identify emotional eating tendencies of 8 when we look at the relationship of different mood statistically significant but not sad / unhappy, worry / anxiety, exam stress, happy, lonely, dissappointment positive correlation in felt mood. As a result, it is determined that adolescents tend to eat less often while they are in negative emotions and they prefer to eat high-energy snacks.Item Ankara’da noterlerin ve noterlik çalışanlarının beslenme durumlarının ve yaşam kalitelerinin belirlenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2017) Türkay, Burcu; Tayfur, MuhittinBu çalışma, Ankara‟da noterlerin ve noterlik çalışanlarının beslenme durumlarının ve yaşam kalitelerinin belirlenmesi amacıyla, Ocak - Mart 2017 tarihleri arasında Ankara‟da bulunan noterler ve noterlik çalışanları arasından; yaşları 19-64 yaş arasında değişen 116 kadın ve 110 erkek olmak üzere toplam 226 birey ile yürütülmüştür. Bireylere uygulanan anket formu aracılığı ile bireylerin kişisel ve genel özellikleri, beslenme alışkanlıkları, fiziksel aktivite alışkanlıkları, beslenme bilgi düzeyleri, bir günlük besin tüketim miktarları ve yaşam kalitelerine ilişkin bilgiler sorgulanmıştır. Bireylerin yaşam kalitelerine ilişkin bilgilerin saptanması amacıyla Short Form-36 (SF-36) yaşam kalitesi ölçeği kullanılmıştır. Bireylerin beslenme bilgi düzeyleri 10 puan üzerinden hesaplanmış ve puanlar iyi (8 ve üzeri puan), orta (6 ve 7 puan ) ve kötü (5 ve altı puan) olarak üç sınıfa ayrılmıştır. Kadın bireylerin beslenme bilgi puanı ortalaması 7.40 ± 1.67, erkeklerin beslenme bilgi puanı ortalaması 5.50 ± 1.56 olarak bulunmuştur ve gruplar arasındaki bu fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.05). Bireylerin eğitim düzeylerinin artması ile beslenme bilgi düzeylerinin arttığı belirlenmiştir (p<0.05). Beslenme bilgi düzeyi iyi olan bireylerin öğün atlama alışkanlıklarının olmadığı saptanmıştır (p<0.05). Kadınların posa ve protein tüketiminin erkeklere göre daha fazla olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Bireylerin beden kütle indeksleri ile fiziksel ve sosyal fonksiyon puanları arasında negatif ve istatistiksel olarak önemli bir ilişki bulunmuştur (p<0.05). Beslenme bilgi düzeyi iyi olan bireylerin; fiziksel fonksiyon ve genel sağlık puan ortalamalarının, beslenme bilgi düzeyi zayıf ve orta olan bireylere göre daha yüksek olduğu saptanmıştır ancak sonuçlar istatistiksel olarak anlamlı bulunamamıştır (p>0.05). Düzenli fiziksel aktivite yapan bireylerin fiziksel fonksiyon, enerji ve genel sağlık puan ortalamalarının düzenli fiziksel aktivite yapmayan bireylere göre daha yüksek olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Öğün atlama alışkanlığı bulunan bireylerin fiziksel fonksiyon, fiziksel rol güçlüğü, genel sağlık ve fiziksel sağlık özet skoru puan ortalamalarının, diğer bireylerin puan ortalamalarından daha düşük olduğu belirlenmiştir (p<0.05). Sonuç olarak, çalışmaya katılan bireylerin yaşam kaliteleri üzerinde beslenme alışkanlıkları, fiziksel aktivite, beslenme bilgi düzeyleri ve BKİ‟nin etkisi olduğu görülmüştür. This study was conducted in order to determine the nutritional status and quality of life of a total of 226 notaries and notary public employees; 116 female and 110 male aged between 19-64 years in Ankara between January and March 2017. Information on personal and general characteristics of the individuals, nutritional habits, physical activity habits, nutritional information levels, daily nutrient intake and quality of life were questioned through a questionnaire form. Short Form-36 (SF-36) quality of life scale was used to determine information about the quality of life of individuals. Individual nutritional knowledge levels were calculated on 10 points, and the scores were divided into three categories: good (8 and over), moderate (6 and 7 points) and bad (5 and six points). The mean score of nutrition knowledge of female individuals was found to be 7.40 ± 1.67, and the nutrition knowledge score of males was found to be 5.50 ± 1.56. This difference between the groups was interpreted to be statistically meaningful (p <0.05). It was determined that the level of nutrition was increased by the increase of the education levels of the individuals (p <0.05). It was found that the individuals who had good nutrition knowledge did not have the habit of skipping meals (p <0.05). It was determined that females had more fiber and protein consumption than males (p <0.05). There was a negative correlation between body mass indexes and physical and social function scores of the individuals and this relationship was statistically meaningful (p <0.05). It was determined that the average physical function and general health point averages of the subjects with good nutritional knowledge level were higher than those with poor and medium nutritional knowledge level but the results were not statistically significant (p> 0.05). The average physical function, energy and general health point scores of the subjects with regular physical activity were higher than those who did not have regular physical activity (p <0.05). The physical function, physical role limitation, general health status and physical health summary scores of the individuals who had meal habit were found to be lower than the average scores of the other individuals (p <0.05). As a result, it was observed that the eating habits, physical activity frequency, nutritional information levels and bodily mass index of the subjects participating in the study have an effect on their quality of life.Item Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi'nde çalışan yetişkin bireylerin beslenme durumları ile uyku kalitesi arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2017) Balcı, Kadriye; Tayfur, MuhittinBu çalışma, Başkent Üniversitesi Ankara Hastanesi’nde çalışan yetişkin bireylerde beslenme alışkanlıkları ve uyku kalitesi arasındaki ilişkinin saptanması amacıyla yapılmıştır. Çalışma, yaşları 19-64 arasında olan sağlıklı, herhangi bir diyet uygulamayan, çalışmaya katılmayı gönüllü olarak kabul eden, 80 kadın, 40 erkek toplam 120 birey üzerinde yürütülmüştür. Bireylerin, demografik özellikleri, sigara ve alkol kullanımı, fiziksel aktivite durumu, beslenme alışkanlıkları ve çalışma şekli anket formuyla sorgulanmıştır. Günlük enerji ve besin alımını belirlemek için 3 günlük besin tüketim kaydı alınmış, uyku kalitesinin değerlendirilmesinde Pittsburgh Uyku Kalitesi İndeksi (PUKİ) uygulanmış, antropometrik ölçümleri alınmıştır. BKİ ortalaması kadınlarda 23.3±4.4 kg/m2; erkeklerde ise 26±3.2 kg/m2 bulunmuştur (p<0.05). Vücut yağ yüzdesi ortalaması kadınlarda 26.2±8.7, erkeklerde 19.9±4.7 olarak bulunmuştur (p<0.05). Yaş arttıkça bireylerde iyi uyku kalitesi sıklığının arttığı saptanmıştır (p<0.05). Cinsiyet, eğitim durumu, medeni durum, meslek, yaşanılan kişi, çocuk yaşına göre uyku kalitesi anlamlı farklılık göstermemektedir. Vardiyalı çalışanların PUKİ puan ortalaması 7.90±3.56, vardiyasız çalışanların 5.78±3.12’dir (p<0.05). Vardiyalı çalışanların %70.6’sının, vardiyasız çalışanların %46.4’ünün uyku kalitesi kötüdür (p<0.05). Çalışma süresi 1 yıldan az olanların %62.5’i, 1-4 yıl çalışanların %73.9’u, 5-8 yıl çalışanların %61.1’i 9-12 yıl çalışanların %54.5’i, 13 yıl ve üzeri çalışanların ise %24.1’i kötü uyku kalitesine sahiptir (p<0.05). Kadın ve erkeklerde alınan antropometrik ölçümlerin ortalaması uyku kalitesi ile anlamlı farklılık göstermemektedir (p>0.05). İyi uyku kalitesine sahip kadınların riboflavin, folat ve kalsiyum; iyi uyku kalitesine sahip erkeklerin folat ortalaması kötü uyku kalitesine sahip olanlarınkinden anlamlı derecede yüksektir (p<0.05). Vardiyalı çalışanlarda PUKİ puanının, çoklu doymamış yağ asitleri, pridoksin, riboflavin ve folat ile negatif yönlü korelasyon gösterdiği bulunmuştur (p<0.05). Sigara, alkol kullanımı ve fiziksel aktivite ile uyku kalitesi arasında anlamlı ilişki bulunamamıştır (p>0.05). Yatmadan önce yemek tüketenlerin %72.7’si, tüketmeyenlerin %50.6’sı kötü uyku kalitesine sahiptir (p<0.05). Öğün atlayanların %71.9’u kötü, atlamayanların ise %42.9’u kötü uyku kalitesine sahiptir (p<0.05). Uyku ve beslenme durumunun sağlık üzerinde birçok etkisi bulunmaktadır. Bu nedenle çalışan bireylerin uyku kalitesinin artırılması ve beslenme durumlarının iyileştirilmesi için bireylere eğitimler verilmeli, çalışma koşulları iyileştirilmelidir.Item BMI, Physical Activity, Sleep Quality, Eating Attitudes, Emotions: Which One is Affected by Mindful Eating?(2021) Kose, Gizem; Tayfur, MuhittinPresent study, it was aimed to examine the eating attitude and mindful eating status of students and to examine the change of mindful eating status' besides informing with nutrition course. The study was executed by 318 healthy students aged 18-45 years, randomly selected among students studying at Uskudar University between September 2015 and May 2016. In addition to a survey form containing personal and health information of the students, the Eating Attitudes Test (EAT-40) was conducted by Savasir and Erol, and the Mindful Eating Questionnare-30 (MEQ-30) scale conducted by Turkish Kose et al. The mean age of the participants was 21.56 +/- 3.82 year. The mean score of the participants' EAT-40 score was found to be 24.22 +/- 13.98 and the mean score of the MEQwas 98.11 +/- 13.81. As the EAT-40 scores decreased, MEQ scores increased, but this relationship was not statistically significant (p> 0.05). It has been shown that 28.9% of students have an eating disorder risk. There was no statistically significant difference between men's (23.33 +/- 15.60) and women's (24.48 +/- 13.50) mean EAT-40 scores (p>0.05). Overweight-obese group was found to be having higher EAT-40 scores than the other BMI classes (p <0.05). While the students' body weight and BMI increased, the risk of eating disorder increased (r = 0.112, p <0.05 and r = 0.139, p <0.05), and mindful eating decreased (p> 0.05). A significant relationship was found between weight, BMI and MEQ subscales (r =-0.252, p <0.01 and r =-0.208, p<0.01). As food preferences evaluated, 33.3% of students that is vegan, 26.4% of the students that have no food preference and 24.1% of the students that don't eat red meat were at risk of eating disorder (p <0.05). There was no statistically significant difference between the EAT-40 score groups according to walking status of the participants (p> 0.05). There was a statistically significant relationship between walking status and emotional eating that is one of MEQ subscales (r = -0.159, p <0.01). As having nutrition course, EAT-40 score decreased and the score of MEQ increased (p> 0.05). There was no statistically significant relationship between the level of taking the course and EAT-40, MEQ or the subscales of MEQ (p> 0.05). In sum, nutrition courses influence students' eating attitudes and mindful eating positively. In addition, gaining mindfulness of eating will be helping manage to weight status.Item Çocukluk çağı travmalarının erişkin dönem obezitesiyle ilişkisinin değerlendirilmesi.(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2015) Mutlu, Hayrettin; Tayfur, MuhittinBu çalışmaya, Eylül 2014 ile Aralık 2014 tarihleri arasında, Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Beslenme ve Diyetetik Polikliniği’ne başvuran, beden kütle indeksine (BKİ) göre obez olan (BKİ≥30) 157 (111 kadın - 46 erkek) birey çalışma grubu, BKİ’ye göre normal (BKİ=18.5-25.0) vücut ağırlığında olan 157 (122 kadın-35 erkek) birey kontrol grubu olmak üzere toplam 314 birey katılmıştır. Çalışmada erişkin dönem obezitesi ve çocukluk çağı travmaları arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Bireylerin, vücut ağırlığı, boy uzunluğu, bel çevresi, kalça çevresi ölçümü antropometrik ölçüm tekniklerine uygun yapılmıştır. Sosyo-demografik veri formu yüz yüze anket yöntemiyle uygulanmıştır. Çocukluk çağı travmalarını belirlemek için, 20 yaş öncesi istismar ve ihmal yaşantılarını geriye dönük nicelik olarak değerlendirmede kullanılan, Türkçe geçerlilik ve güvenilirliği gösterilmiş öz bildirime dayalı Çocukluk Çağı Travma Ölçeği (CTQ-28) kullanılmıştır. Obezite ile benlik saygı düzeylerini değerlendirmek için de Rosenberg Benlik Saygısı ölçeği uygulanmıştır. Çalışma grubunun yaş ortalaması 31.5±7.2 yıl ve kontrol grubunun 30.2±7.8 yıl olarak belirlenmiştir (p>0.05). Ortalama BKİ değeri, çalışma grubuda 34.3±6.4 kg/m2 kontrol grubunda 22.7±2.9 kg/m2 olarak belirlenmiştir (p<0.05). Çalışma grubunun CTQ ortalama puanı 42.6±10.5 kontrol grubu ise 37.2±6.6 bulunmuştur (p<0.05). Çalışma grubunda fiziksel istismar, fiziksel ihmal, duygusal istismar, duygusal ihmal, cinsel istismar bildirme sıklığı sırasıyla %26.1, %80.3, %59.2, %89.8, %31.2, kontrol grubunda %13.1 %69.4 %42.7 %86.6 %21.7 olarak bulunmuştur. Fiziksel istismar, fiziksel ihmal, duygusal istismar ve cinsel istismar bildirme sıklıkları çalışma grubunda anlamlı şekilde yüksek bulunmuştur (p<0.05). Duygusal ihmal bildirme sıklığında ise gruplar arası anlamlı fark yoktu (p>0.05). Çalışma grubu için travmatik bir deneyime maruz kalma sıklığı %68.8 iken, kontrol grubunda %38.8 olarak belirlenmiştir (p<0.05). Obez bireylerde düşük benlik saygısı bildirme sıklığı obez olmayan bireylere göre anlamlı derecede yüksek bulunmuştur (p<0.05). In this study, a total of 314 individuals (111 female and 46 male with a BMI ≥ 30; 122 female and 35 male (n=157) with a BMI between 18.5 and 25) were attended among those who applied to the Nutrition and Dietetics Department of Fatih University Medical School Hospital from September 2014 to December 2014. The aim of this study was to assess the relationships between childhood traumas and adult obesity. The body weight, height, waist circumference and hip circumference measurements of the participants were completed based by anthropometric measurement techniques. Socio-demographic data form was conducted by face to face interview technique. The CTQ-28 method, also known as the self report childhood trauma scale to evaluate retrospectively the quantity of abuse and neglect experiences before 20 yr-old was used to determine the childhood trauma. The level of self-esteem was determined by the Rosenberg Self-Esteem Scale. The mean age and BMI were found to be as 31.5±7.2 and 34.3±6.4 in the experimental group, and 30.2±7.8 and 22.7±2.9 in the control group, respectively. The mean CTQ rate was determined 42.6±10.5 for the experimental group while it was 37.2±6.6 for the control group. The frequencies of physical abuse, physical neglect, emotional abuse, emotional neglect and sexual abuse were 26.1%, 0.3%, 59.2%, 89.8% and 31.2% for the experimental group, and 13.1%, 69.4%, 42.7%, 86.6% and 21.7%, respectively. Especially, the frequencies of physical abuse, physical neglect, emotional abuse, emotional neglect and sexual abuse in the experimental group were significanlty high (P<0.05) whereas there was no significant difference between both of the groups based on frequency of emotional neglect reporting (p>0.05). The frequency of exposure to having a traumatic experience was 68.8% for the experimental group. However, it was 38.8% for the control group (p<0.05). In the same manner, the frequency of low self-esteem reporting in the obese individuals was considerably higher than non-obese individuals (P<0.05).Item Comparison between the use of vitamin d supplement by 20-49 year old women and their nutrition and depression status(2021) Soykurt, Seniha Cukurovali; Tayfur, Muhittin; Celen, Emine UlucamObjective: Aim of this study is to determine the possible relation between the nutritional status, food choices, eating habits, and Vitamin D supplement use of pregnant women between 20-49 years of age, and depression. Methods: The study was conducted between December 2018 and January 2019, on a total of 150 pregnant women between the ages of 20 and 49, who were admitted to Ankara Ataturk Training and Research Hospital Obstetrics and Gynaecology Policlinic. A questionnaire was used in order to identify personal data of the individuals, levels of serum Vitamin D, depression status, physical changes and other information regarding the changes in food consumption. Dietary habits and food consumption records of the individuals were obtained through face-to-face interviews. Results: A total of 75 individuals participating in the study used Vitamin D, while the other 75 did not. Of the individuals participating in the study, beck depression score median of those who used Vitamin D was found as 9.00 (IQR =6), while it was 33.00 (IQR =13) for those who did not. When the scores were analyzed based on Vitamin D use, it was found that there were statistically significant differences. Conclusions: There is evidence from epidemiological studies that show that vitamin D deficiency or insufficiency is associated with depression. Therefore, it is appropriate to recommend taking vitamin D supplements to prevent or treat depression in risk groups. Larger studies are needed to examine this situation in detail.Item Determination of Dietary Status as a Risk Factor of Cardiovascular Heart Disease in Turkish Elderly People(2015) Keser, Alev; Ayhan, Nurcan Yabanci; Bilgic, Pelin; Tayfur, Muhittin; Simsek, Isil; 25603127Item The Determination of Total Energy and Nutrient Intake in Older Adults in Turkey(2015) Ayhan, Nurcan Yabanci; Bilgic, Pelin; Simsek, Isil; Tayfur, Muhittin; Hongu, NobukoNutritional assessment is closely related to mortality and morbidity of the elderly. The study examined the total energy intake and nutrients among a diverse sample of older adults. The study sample consisted of 549 subjects (250 men and 299 women) aged 65 and above, who live in Ankara, Turkey. Dietary intakes were obtained using a 24-hour recall method. The averages of daily energy intakes were 1653.3 +/- 596.7 kcal in men and 1614.1 +/- 612.7 kcal in women. The insufficient intake of thiamine, vitamin B-12, calcium, magnesium and zinc were 46.2, 31.7, 69.6, 59.4, and 42.3 percent, respectively in both men and women. Inadequate intakes of total energy and nutrients identified in this study may provide a useful basis for dietary interventions targeted at older adults in Turkey. To meet recommended dietary intake among older adults, it is important to provide a simple approach that encourages choosing high quality diets.Item Düzce'de yaşayan yetişkin bireylerin popüler diyetleri öğrendikleri kaynaklar, popüler diyetler hakkındaki bilgileri ve yanlış uygulamaları(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2015) Karaduman, Tuğçe; Tayfur, MuhittinBu araĢtırma Ekim 2013-ġubat 2014 tarihleri arasında Düzce Özel Hayri Sivrikaya Hastanesinde çalıĢan personel arasından rastgele seçilen 17-66 yaĢları arasında olan 118‟i (%77.6) kadın, 34‟ü (%22.4) erkek olmak üzere toplam 152 birey üzerinde yürütülmüĢtür. ÇalıĢmaya katılan kiĢilerin ortalama yaĢı 32.25±10.44‟dür. Bireylere, demografik özellikleri, genel sağlık bilgileri, temel beslenme alıĢkanlıkları, antropometrik ölçümlere iliĢkin bilgileri (boy uzunluğu (cm), vücut ağırlığı (kg) ve popüler diyetleri öğrendikleri kaynaklar, popüler diyetler hakkındaki bilgileri ve yanlıĢ uygulamalarını sorgulayan 34 soruluk anket formu uygulanmıĢtır. Bireylerin beslenme alıĢkanlıklarını ve beslenme durumunu saptamak amacıyla, 95 besin çeĢidini içeren besin tüketim sıklık formu uygulanmıĢtır DüĢük kalorili diyetlerle kilo vermenin sağlıklı olduğunu düĢünen %26.3 kadın; %29.4 erkek bulunmaktadır. Kadınların %37.3‟ü, erkeklerin ise %41.2‟si ekmek tüketmemenin doğru olduğunu düĢünmektedir. Kadınların %27.1‟i, erkeklerin %35.3‟ü popüler diyetlerin sağlıklı zayıflamada güvenilir olduğunu düĢünmektedir. Popüler diyetlerin sağlıklı zayıflamada güvenilir olduğunu düĢünenler ile popüler diyet uygulanması arasında istatistiksel olarak anlamlı iliĢki saptanmıĢtır (p<0.05). Sağlıklı zayıflamada popüler diyeti güvenilir bulanların sıklığı %18.2 iken; güvenilir bulmayanların popüler diyet uygulamaya da olumlu bakmadıkları görülmektedir. Popüler diyet uygulamasının sağlıklı zayıflamada güvenilir olduğunu düĢünenler ile diyetin öğrenildiği kaynak arasında istatistiksel olarak anlamlı iliĢki saptanmıĢtır (p<0.05). Popüler diyetin sağlıklı zayıflamada güvenilir olduğunu düĢünenler, diyetin öğrenildiği kaynağı yakın çevreden ve televizyon, dergi ve gazeteden öğrendiklerini belirtirken; popüler diyeti sağlıklı bulmayanlar ise diyetisyen, televizyon, dergi ve gazeteden öğrendiklerini belirtmiĢlerdir. Sonuç olarak; kısa dönemde popüler diyetlerle sağlanan kilo kaybı uzun dönemde birçok sağlık problemlerine neden olmaktadır ve verilen kilolar uzun dönemde geri alınmaktadır. Sağlıklı zayıflama, uzman desteği alınarak ve kiĢiye özel, haftalık yapılan vücut analiz ölçümü değerlendirilmesine göre yazılan beslenme programlarını içermelidir. YaĢ, cinsiyet, yaĢam tarzı ve kiĢinin davranıĢ Ģekli en önemli noktaları oluĢturmaktadır. Hangi tip hastaya hangi diyet uygulanması gerektiği göz önünde bulundurulmalıdır. Popüler diyetlerin olumsuz etkileri halka daha çok anlatılmalıdır ve halk bilinçlendirilmelidir. This study was conducted on 152 random individual between the ages of 17 and 66, comprising of 118 female (77.6%) and 34 (22.4%) male individuals working in Duzce Private Hayri Sivrikaya Hospital between October 2013 and February 2014. Individuals were asked to fill a 34-question survey form that their demographic characteristics, general health, basic nutritional habits, knowledge on anthropometric measurements (height (cm), weight (kg), body-mass index (kg/m2)), the sources they learn popular diets from, their knowledge on popular diets and improper implementations. Food consumption frequency form covering 95 food types were applied to determine nutritional habits and the nutrition status of the individuals. Average age of participants was 32.25±10.44. Twenty six point three percent of female participants thought it was healthy to lose weight through low-calorie diets, while this figure was 29.4% for the male participants. Furthermore, 37.3% of the female participants thought the bread consumption to be healthy, while this figure was 41.2% for the male participants. Twenty seven point one percent of female participants and 35.3% of the male participants provided positive answers to the question “Do you think popular diets are the appropriate way to lose weight healthy?” Statistically significant relationship was determined between the question “Do you think popular diets are the appropriate way to lose weight healthy?” and popular diet implementation (p<0.05). Eighteen point two percent of the participants indicated popular diets to be the correct way to lose weight healthily, while it was observed that those who do not approve popular diets felt negative about following popular diets. Statistically significant relationship was determined between deeming popular diets as the appropriate way of losing weight and the source of being informed about diets (p<0.05). Those who felt positive about popular diets as being the correct way to lose weight healthy stated that they were informed about such diets from close friends, television, journals, and newspapers, while those who were negative about this idea stated that they were informed about it from dieticians, television, journals, and newspapers. As a result, short-term weight lost through popular diets causes several health-related problems and the weight lost is achieved in the long term. Losing weight should include expert support, and tailor-made nutrition programs prepared based on weekly body analysis measurements, if it is to be healthy. Age, gender, lifestyle and personal behavior bear the greatest importance. The diet types to be applied for each patient should be considered. Moreover, public should be extensively informed about the negative effects of popular diets, and awareness should be raised.Item Effect of Emotional State on Nutrition Behavior in Working and Non-Working Women Living in Manavgat District(2020) Ulucay, Vahibe; Tayfur, Muhittin; Koseoglu, Sabiha Zeynep Aydenk; 0000-0001-7936-8462; R-9543-2018Background/Objectives: The aim of this study is to evaluate whether there is the relationship between these cases by comparing moods like depression, stress, anxiety, nutrition behaviors, food preferences and anthropometric measurements of working and non-working women living in Manavgat district. Materials/Methods: This study is a cross-sectional analytical study. G* Power 3.1.3 package program was used to determine the number of working and non-working women to participate in the study. The interviews were conducted with working and non-working women between 25-45 years of age living in Manavgat. The study was conducted with a total of 210 women, 105 working and 105 non-working. It was completed within 6 months after the approval of the Ethics Committee dated 31/03/2017 and numbered KA17 / 76 by Baskent University Clinical Research Ethics Committee. Demographic characteristics, anthropometric measurements, 24-hour retrospective food consumption records, depression, anxiety, stress levels (Depression-Anxiety-Stress Scale (DASO) and feeding behaviors (Revised Three Factor Eating Questionnaire (TFEQ-R18) were evaluated. Body weight (kg), height (cm), waist and hip circumference (cm) measurements of the subjects were taken by the researcher and waist / hip ratio, body mass index (BMI) (kg /m(2)) were calculated. In order to assess the nutritional status of the participants, the nutrient consumption recording form (ANNEX-4) was completed by using the food and food photo catalog by asking individuals the type and amount of all food and beverages they had consumed in the last 24 hours using the reminder method. SPSS 21 (Statistical Package for Social Sciences) program was used for statistical analysis. while evaluating the data obtained in the research, Qualitative variables were expressed as number (S) and percentage (%), and quantitative variables were expressed as mean, standard deviation (SD), lower and upper values. The suitability of the variables to normal distribution was examined using Kolmogorov-Smirnov / Shapiro-Wilk Tests.. Ear Spearman Correlation Test "was used to examine the statistical relationships between the variables that were not found to fit the normal distribution. Results: The difference between stress, anxiety and cognitive restriction scores of working and non-working women was statistically significant (p <0.05). A statistically significant difference was found between BMI and uncontrolled eating and cognitive restriction scores in both working and non-working women. Uncontrolled eating, cognitive restriction and emotional eating were found to be correlated with energy, protein, carbohydrate and fat (p <0.05). It also differs in working and non-working women. Conclusions: These findings showed that negative moods of working and non-working women have been found to have adverse effects on their nutrition behaviors.Item Effects of reproductive and sociodemographic factors on obesity in Turkish women: a pilot study(2019) Bayram, Sinem; Koseler, Esra; Kiziltan, Gul; Ok, Mebtap Akcil; Yesil, Esen; Kose, Beril; Ozdemir, Merve; Muftuoglu, Selen; Saka, Mendane; Aksoydan, Emine; Tayfur, Muhittin; Turker, Perim Fatma; Ercan, Aydan; 0000-0003-1569-7747; 0000-0002-4254-3711; AAF-4491-2021; AAG-6763-2020Background and aim: Obesity has become a global epidemic. The current research aimed to determine sociodemographic and reproductive predictors of obesity among Turkish women. Materials and methods: Eligible subjects (n:833) were 40-64 years-old women living in Turkey. A questionnaire consisted of questions about sociodemographic and reproductive factors and the International Physical Activity Questionnaire were applied to participants by face to face interviews. Multivariate logistic regression examined the risk of being obese with a range of sociodemographic and reproductive factors. All analyses were performed with SPSS software (version 17.0; SPSS, Chicago, Ill., USA). Results: The mean BMI of women aged 51-64 years was 30.59 +/- 6.35 kg/m(2). After adjustments for all other variables, increased obesity risk remained significant in women who had two children, housewifes, minimum active ones, ex smokers and had less than high school education. For multiple regression analysis sociodemographic factors from the bivariate analyses were entered, controlling for menarch age, menopausal age, hormone RT, parity, number of stillbirth, abortion. There was significant association between family income, occupation, education and BMI. Conclusion. In summary these findings showed comparable patterns of association of sociodemographic and reproductive factors with obesity in Turkey. Specific healthy lifestyle counseling is important for decreasing obesity in childbearing age women.Item Evaluation of the Relationship between Childhood Traumas and Adulthood Obesity Development(2016) Mutlu, Hayrettin; Bilgic, Vedat; Erten, Sebahattin; Aras, Sukru; Tayfur, Muhittin; 27399037This study aimed to delineate the relationship between childhood traumas and adulthood obesity. A total of 314 individuals (157 obese and 157 nonobese) were recruited in the study. After obtaining anthropometric and sociodemographic variables, the Childhood Trauma Questionnaire (CTQ) was administered to the participants. Overall scores of CTQ were determined to be 42.6 +/- 10.5 (higher trauma) in obese group and 37.2 +/- 6.6 (lower trauma) in nonobese group (P<0.001). Frequency rates of childhood traumatic experience were found to be 68.8% for obese people and 38.8% for nonobese people. In conclusion, an increased risk for adulthood obesity development was significantly associated with childhood traumatic experience.Item Gastronomik kimlik açısından çerkes mutfak kültürünün incelenmesi: Uzunyayla örneği(Başkent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2021) Çağlar, Rıza Coşkun; Tayfur, MuhittinGastronomik kimlik açısından incelendiğinde özgün mutfaklardan biri de Çerkes mutfağıdır. Çerkes mutfak kültürü; coğrafya, iklim, inanç, toplumsal kurallar, tarihsel olaylar, ticaret, savaş, göç, sürgün vb. birçok unsurdan etkilenmiştir. Bu unsurlar Çerkes mutfak kültürünün oluşmasında, gelişmesinde, değişmesinde ve çeşitlilik kazanmasında önemli yer tutmaktadır. Ayrıca Çerkes mutfağı, Çerkes mit ve mitolojisi anlatımları ve ritüelleri, Çerkes gelenek ve görenekleri (Xabze) ile kültürel bir miras oluşturmuştur. Bu mirasın Anadolu’ya geçiş süreci ise zor ve hüzünlü olmuştur. Dönemin iskân politikaları çerçevesinde Anadolu’nun çeşitli bölgelerine yerleştirilen Çerkeslerin mutfak kültürlerini göç ettikleri coğrafyada yaşamaya ve korumaya devam ettikleri bilinmektedir. Çerkes mutfak kültürü kendine özgü yemek reçeteleri, yemek isimleri, hazırlama teknikleri, pişirme teknikleri, saklama ve sunum teknikleri içermektedir. Bu araştırmada Uzunyayla’da yaşayan Çerkeslerin mutfak kültürü araştırılarak, “Çerkes mutfak kültüründe kaybolan unsurlar var mıdır?” sorusuna cevap aranmıştır. Çerkes mutfak kültüründe, yazılı literatürde yer almayan, unutulmaya yüz tutmuş Çerkes yemek isimleri ve reçeteleri, sofra kuralları, araç ve gereçleri, pişirme ve hazırlama teknikleri üzerine araştırma yapılmıştır. Çalışma nitel araştırma yöntemlerinden kültür analiz (etnografya) deseni çerçevesinde hazırlanmıştır. Nitel araştırma yöntemlerinden amaçlı örneklem ve benzeşik örnekleme yöntemi kullanılmıştır. Çalışmada görüşme tekniği kullanılmış ve yarı yapılandırılmış soru formu aracılığıyla Uzunyaylalı 20 Çerkes’ten veri toplanmıştır. Elde edilen nitel veriler betimsel analiz ile çözümlenmiştir. Sonuç olarak Çerkes mutfak kültürünün çevresel ve kültürel değişimlerden etkilendiği, kaybolan veya kaybolmaya yüz tutmuş yemeklerin, yemeklerin ritüellerinin, araç ve gereçlerin olduğu tespit edilmiştir. Circassian cuisine is one of the original cuisine when investigated in terms of gastronomic identity. Circassian cuisine has been affected by many factors such as geography, climate, belief, social rules, historical events, trade, war, immigration, exile, etc. These factors play an important role in the formation, development, change and diversity of Cicassian cuisine. Moreover, Circassian cuisine has created a cultural heritage thanks to Circassian myth, mythology narrations, rituals, Circassian traditions and customs (Xabze). The transition period of this heritage to Anatolia has been harsh and sad. It is known that Circassians, who were settled in various regions of Anatolia within the framework of the settlement policies of the time, were able to keep their cuisine culture alive and protect it in the geography they migrated to. Circassian cuisine culture includes unique recipes, food names, preparation methods, cooking techniques, storage and food presentation techniques. This research investigates the culinary culture of Circassions who live in Uzunyayla and aims to answer the question “Are there any missing elements in the Circassian cuisine culture? ". It has also studied Circassian food names and recipes, table manners, tools and equipment, cooking and preparation techniques that are about to be forgotten and not included in the written literature in the Circassian cuisine culture. The study was prepared within the framework of cultural analysis (ethnography) design, which is one of the qualitative methods. Purposeful sampling and homogenous sampling methods which are qualitative research methods were used. In the study, interview technique was implemented and data was collected from 20 Circassians from Uzunyayla through a semi-structured questionnaire. The qualitative data obtained were analysed by descriptive analysis. In conclusion, it has been found out that Circassion cuisine culture has been affected by environmental and cultural changes and there are dishes, rituals and equipment that are lost or about to disappear.Item Manavgat ilçesinde yaşayan çalışan ve çalışmayan kadınlarda duygu durumunun beslenme davranşı üzerine etkisi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2018) Ulusoy, Vahibe; Tayfur, MuhittinBu çalışma, Manavgat ilçesinde yaşayan çalışan ve çalışmayan kadınların depresyon, stres, anksiyete gibi duygu durumları ve beslenme davranışlarının, gıda tercihlerine olan eğilimleri ile antropometrik ölçümleri karşılaştırılarak bu olgular arasında ilişki olup olmadığının değerlendirilmesi amacıyla yapılmıştır. Araştırma, Etik Kurul’dan 31/03/2017 tarihinde onay alındıktan sonraki 6 ay içinde, gönüllü olarak çalışmaya katılmayı kabul eden 25-45 (dâhil) yaş arasında 105‘i çalışan ve 105‘i çalışmayan olmak üzere toplam 210 kadın ile yürütülmüştür. Bireylerin demografik özellikleri, antropometrik ölçümleri, 24 saatlik geriye dönük besin tüketim kayıtları, depresyon, anksiyete, stres düzeyleri (Depresyon-Anksiyete-Stres Ölçeği (DASÖ)) ve beslenme davranışları (Revize Edilmiş Üç Faktörlü Yeme Anketi (TFEQ-R18)) değerlendirilmiştir. Çalışan ve çalışmayan kadınlar arasında yaş, medeni durum ve eğitim durumu açısından istatistiksel olarak önemli fark bulunmazken (p>0.05), çalışan kadınların aile gelir düzeyi anlamlı şekilde yüksek bulunmuştur (p<0.05). Çalışma durumuna göre ara öğün sayısı, öğün atlama durumu, atlanılan öğünler, öğün atlama nedenleri ve dışarıda yemek yeme sıklığı arasında istatistiksel olarak önemli bir fark saptanmıştır (p<0.05). Bir haftada yapılan ortalama aktivite süresi çalışan kadınlarda 210.53±61.52 dk, çalışmayan kadınlarda 186.84±40.07 dk olarak bulunmuştur (p˂0.05). Çalışan kadınların %9.5’inin çalışma ortamında üzgün veya mutsuz, %10.5’inin endişeli, %29.5’inin stresli ve %50.5’inin mutlu olduğu belirlenmiştir. Kadınların %21.9’u iş yerinde tacize maruz kalmıştır ve tacize maruz kalan kadınların %95.7’si sözlü, %4.3’ü psikolojik taciz görmüştür. BKİ'ye göre çalışan ve çalışmayan kadınlar arasında istatistiksel açıdan anlamlı bir fark görülmemiştir (p>0.05). Bireylerin ortalama enerji alımları çalışan kadınlarda 2029.58±545.03 kkal iken çalışmayan kadınlarda 2243.66±440.16 kkal olarak bulunmuştur (p˂0.05). Hem çalışan hem de çalışmayan kadınlarda enerjinin toplam yağdan gelen yüzdesinin önerilen düzeyden daha fazla, karbonhidrattan gelen yüzdesinin daha az olduğu tespit edilmiştir. Diyetle günlük alınan vitamin ve mineral ortalamaları Türkiye‘ye Özgü Besin ve Beslenme Rehberi önerileri ile karşılaştırıldığında; tüm bireylerin tiamin, kalsiyum ve demiri önerilen düzeylerden daha az aldığı saptanmıştır. Çalışan ve çalışmayan kadınların stres, anksiyete ve bilişsel kısıtlama puanları arasındaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0.05). Hem çalışan hem de çalışmayan kadınlarda BKİ ile kontrolsüz yeme ve bilişsel kısıtlama puanı arasında istatistiksel olarak önemli farklılık saptanmıştır (p<0.05). Çalışan kadınlar arasında yapılan diyet sayısı ile bilişsel kısıtlama puanı, çalışmayan kadınlar arasında yapılan diyet sayısı ile depresyon, kontrolsüz yeme ve bilişsel kısıtlama puanı arasındaki farklılık istatistiksel olarak anlamlı tespit edilmiştir (p<0.05). Stres, anksiyete ve depresyon ile besin ögeleri arasında istatistiksel olarak önemli korelasyon bulunmamıştır (p˃0.05). Kontrolsüz yeme, bilişsel kısıtlama ve duygusal yemenin ise çalışan ve çalışmayan kadınlarda farklılık göstermekle birlikte enerji, protein, karbonhidrat, yağ, tiamin, folik asit ve B12 vitamini ile korelasyon gösterdiği saptanmıştır (p<0.05). Genel ev işlerinin kaygı yarattığı çalışan kadınların stres, anksiyete ve depresyon puanları anlamlı şekilde yüksek iken, çalışmayan kadınların sadece kontrolsüz yeme puanları anlamlı olarak yüksek bulunmuştur (p<0.05). İş yerinde tacize uğrayan ve uğramayan kadınların ortalama anksiyete puanlarının sırasıyla 6.91±5.14 ve 4.63±4.62 olduğu görülmüştür (p<0.05). Ölçeklerin alt faktörleri kendi arasında karşılaştırıldığında kontrolsüz yemenin stres, anksiyete ve depresyon ile, bilişsel kısıtlamanın anksiyete ve depresyon ile, duygusal yemenin stres ve depresyon ile korelasyon gösterdiği tespit edilmiştir (p<0.05). Sonuç olarak, çalışan ve çalışmayan kadınların olumsuz duygu durumlarının beslenme davranışları üzerinde istenmeyen etkiler yarattığı saptanmıştır. This study has been carried out to evaluate the relationship between emotional status such as depression, stress, anxiety and nutritional behaviors by comparing tendency to food preferences and anthropometric measurements of working and non-working women living in Manavgat district. The study was conducted with a total of 210 women, of whom 105 were working and 105 were not working, between the ages of 25-45 (inclusive) who agreed to participate voluntarily within 6 months after receiving approval from the Ethics Committee on 31/03/2017. Participant’s demographic characteristics, anthropometric measurements, food consumption over the last 24 hours, depression, anxiety and stress levels (Depression-Anxiety-Stress Scale (DASS)) and nutritional behavior (Revised Three-Factor Eating Questionnaire (TFEQ-R18)) were evaluated. There was no statistically significant difference in terms of age, marital status and educational status between working and non - working women (p>0.05), while the level of family income of working women was found to be significantly higher (p<0.05). According to working status, there was a statistically significant difference between the number of snacks, status of skipped meals, skipped meals, reasons for skipping meals and frequency of eating out (p<0.05). The average duration of activity in one week was 210.53 ± 61.52 min for working women and 186.84 ± 40.07 min for non-working women (p˂0.05). It was determined that 9.5% of working women were found to be sad or unhappy at work, 10.5% were anxious, 29.5% were stressed and 50.5% were happy. 21.9% of the women were exposed to abuse at work and 95.7% of them were exposed to verbal harassment while 4.3% of them were exposed to psychological harassment. There was no statistically significant difference between working and non-working women according to BMI (p>0.05). The average energy intake of the individuals were found to be 2029.58 ± 545.03 kcal in working women, while 2243.66 ± 440.16 kcal were found in non-working women (p˂0.05). In both working and non-working women, it was found that the percentage of energy from total fat was higher than the recommended level and less than the percentage coming from the carbohydrate. When compared with the Dietary Guidelines for Turkey, participants‘ daily dietary intake of vitamins and minerals; all individuals were found to have received less than the recommended levels of thiamine, calcium and iron. The difference between the stress, anxiety and cognitive restriction scores of the working and non-working women was statistically significant (p<0.05). A statistically significant difference was found in terms of uncontrolled eating and cognitive restraint scores with BMI in both working and non-working women (p<0.05). There was statistically significant difference between the number of diet and cognitive restraint scores among working women and the number of diets between depression, uncontrolled eating and cognitive restraint scores on non-working women (p<0.05). There was no statistically significant correlation between stress, anxiety and depression and nutritional status (p˃0.05). It was determined that uncontrolled eating, cognitive restraint and emotional eating were correlated with energy, protein, carbohydrate, fat, thiamine, folic acid and vitamin B12 (p<0.05), while it differs from working to non-working women. While stress, anxiety and depression scores of the working women who were worried about household work were significantly higher, only uncontrolled eating scores of the unemployed women were significantly higher (p<0.05). The avarage anxiety scores of women who were abused and not at work were 6.91±5.14 and 4.63±4.62 respectively (p<0.05). When the subscales of the scales were compared between themselves, it was determined that uncontrolled eating was correlated with stress, anxiety and depression; cognitive restraint with anxiety and depression and emotional eating with stress and depression (p<0.05). As a result, negative emotional states of working and non-working women have been found to have adverse effects on nutritional behavior.Item Nutritional Vulnerability of Older Adults Living with Their Families in Urban Areas of Ankara, Turkey: A Cross-Sectional Study(2014) Yabanci, Nurcan; Bilgic, Pelin; Simsek, Isil; Tayfur, Muhittin; Hongu, Nobuko; https://orcid.org/0000-0003-1233-246X; H-6956-2018Item Obez bireylerde damgalanma hissi ile yeme davranışları ve depresyon arasındaki ilişkinin incelenmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2019) Cihan, Gizem; Tayfur, MuhittinBu çalışma obez bireylerde damgalanma hissi ile yeme davranışları ve depresyon arasındaki ilişkinin değerlendirilmesi amacıyla gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmada fazla kilolu ve obez bireyde algılanan ağırlık damgalaması ve içselleştirilmiş ağırlık önyargılarının depresyon, yeme davranışları ve benlik saygıları arasındaki ilişki sorgulanmıştır. Araştırma Şubat-Nisan 2018 yılında Ankara’da bulunan özel iki diyet danışma merkezine başvuran ve çalışmada yer almayı gönüllü olarak kabul eden 106 kadın, 39 erkek toplam 145 fazla kilolu ve obez birey ile gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmada veri toplama aracı olarak araştırmacı tarafından hazırlanan anket formu ile Damgalayıcı Durumlar Envanteri-Kısa (DDE-K), İçselleştirilmiş Kilo Önyargı Ölçeği (İKÖÖ), Hollanda Yeme Davranışı Anketi (DEBQ), CES-Depresyon Ölçeği (CES-D) ve Rosenberg Benlik Sayıgısı Envanteri (RBSE) kullanılmıştır. Çalışma kapsamında DDE-K envanterinin Türkçe geçerlik ve güvenirlik analizi yapılmış ve literatüre kazandırılmıştır. Damgalayıcı Durumlar Envanteri-Kısanın cronbach’s alpha katsayısı 0.848 olarak bulunmuştur ve yüksek güvenirlik gösterdiği bulunmuştur. Çalışma verileri SPSS 20.0 paket programı kullanılarak uygun istatistiksel yöntemler ile değerlendirilmiştir. Obez bireylerin ortalama puanları DDE-K için 1.62 (hayatında birkaç kez), İKÖÖ için 4.11 (kararsız), DEBQ alt ölçekleri olan kısıtlatıcı yeme için 2.93 (bazen), duygusal yeme için 3.08 (bazen), dışsal yeme 2.98 (bazen), CES-D için 19.71 (hafif depresyon), RBSE için 20.66 (yeterli benlik saygısı) olarak bulunmuştur. Çalışma sonucunda başlangıç ağırlığı daha yüksek olan katılımcıların damgalayıcı durumlarla karşılaşma sıklıkları daha fazla bulunmuştur (p=0.011). Ayrıca BKİ sınıfı yüksek olan katılımcılar daha sık bir şekilde damgalayıcı durumlarla karşılaştıkları bulunmuştur (p=0.005). Katılımcıların fazla kilolarından dolayı karşılaştıkları damgalayıcı durumlarla karşılaşma sıklıkları ile ağırlık önyargısı içselleştirme düzeyleri arasında pozitif yönlü doğrusal bir ilişki vardır. Öyle ki damgalayıcı durumlarla karşılaşma sıklığı daha yüksek olan katılımcıların ağırlık önyargılarını içselleştirme seviyeleri de yüksek olmaktadır (r=0.279 ; p=0.001). Damgalayıcı durumlarla karşılaşma sıklığı ile depresyonda hissetme düzeyi arasında anlamlı düzeyinde pozitif yönlü doğrusal bir ilişki söz konusudur. Buna göre bu tür durumlarla daha sık karşılaşanlar daha yüksek düzeyde depresyonda hissetmektedir (r=0.177 ; p=0.033). Damgalayıcı durumlarla karşılaşma sıklığı ile benlik saygısı seviyesi arasında negatif yönlü bir ilişki söz konusudur. Bu tür durumlarla karşılaşma sıklığı daha fazla olan katılımcılatın benlik saygısı algısı daha düşük olmaktadır (r=-0.234 ; p=0.003). Ağırlık önyargısı içselleştirme puanı ile duygusal ve dışsal yeme seviyeleri arasında pozitif yönlü doğrusal ilişkiler olduğu görülmüştür. Buna göre önyargıları içselleştirme seviyeleri daha yüksek olan katılımcıların duygusal yeme (r=0.343 ; p<0.001) ve dışsal yeme (r=0.214 ; p=0.010) düzeyleri de yüksek olmaktadır. Ağırlık önyargılarını içselleştirme düzeyleri ile depresyon düzeyleri arasında da pozitif yönlü doğrusal bir ilişki belirlenmiştir. Öyle ki önyargıları içselleştirme düzeyi yüksek olan katılımcıların depresyonda hissetme düzeyleri de yüksek olmaktadır (r=0.367 ; p<0.001). This study was carried out to evaluate the relationship between stigmatization and eating behaviors and depression in obese individuals. In this study, we aimed to determine the weight stigma and internalized weight bias, depression, eating behaviors and self-esteem in overweigt and obese individuals. The survey was conducted in February-April 2018 with 106 women and 39 men with a total of 145 overweigt and obese individuals who accepted to take part in the study voluntarily. In this study, a questionnaire which is prepared by the researcher, Brief Stigmatizing Situations Inventory (SSI-B), Modified Weight Bias Internalization Scale (MWBIS), Dutch Eating Behaviour Questionnaire (DEBQ), Center for Epidemiologic Studies Depression Scale (CES-D), Rosenberg Self Esteem Scale (RSES) were used as a data collection tool. In this study the validity and reliability analysis of the SSI-B inventory was conducted in Turkish. The Cronbach's alpha coefficient of SSI-B was found to be 0.848 and was found to show high reliability. Study data were evaluated using appropriate statistical methods using the SPSS 20.0 package programme. The average scores of the overweight and obese individuals were found 1.62 for SSI-B, 4.11 for MWBIS, 3.0 for DEBQ, 19.71 for CES-D and 20.66 for RSES. At the end of the study, it was found that the participants with higher initial weight were more likely to frequent stigmatizing conditions (p = 0.011). In addition, participants with higher BMI levels were found to have more frequent stigmatizing conditions (p=0.005). There is a linear relationship between the frequency of encounter with the stigmatizing situations that people face due to their overweight and the level of weight bias internalization. Thus, the level of internalization of the prejudices of people with higher incidence of stigmatizing situations is also high (r=0.279 ; p=0.001). There is a linear relationship between the frequency of stigmatizing situations and the level of feeling in depression. According to this, people who experience these conditions more frequently feel higher levels of depression (r=0.177 ; p=0.033). There is an inverse relationship between the incidence of stigmatizing situations and the level of self-esteem. The self-esteem perception of people with higher incidence of such situations is lower (r=-0.234 ; p=0.003). There was a linear relationship between weight bias internalization score and emotional and external eating levels. Accordingly, individuals with higher levels of internalizing prejudices have higher levels of emotional eating (r=0.343 ; p<0.001) and external eating (r=0.214 ; p=0.010). A positive linear correlation was also found between the levels of internalizing prejudices of weight and levels of depression. People with high levels of internalization have high levels of depression (r=0.367 ; p<0.001).Item Obez bireylerde vücut ağırlık kontrolünün antropometrik ölçümler ve bazı biyokimyasal parametreler üzerine etkisi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimler Enstitüsü, 2016) Altundağ, Özlem Özer; Tayfur, MuhittinÇalışma, 01 Aralık 2014-01 Mart 2015 tarihleri arasında İstanbul ili Pendik ilçesinde özel bir hastanenin diyet polikliniğine zayıflama amacıyla 1 ay içerisinde başvuran ve herhangi bir sağlık sorunu olmayan, yaş aralığı 20-45 yıl arası olan, obez 50 gönüllü kadın üzerinde yapılmıştır. Çalışmada bireylere demografik özelliklerini ve beslenme bilgilerini almak için bir defa anket ve üç defa üç günlük besin tüketim kaydı formu uygulanmıştır. Çalışmaya katılan bireylerin yaş ortalaması 33.10±6.86’dır. Çalışmaya 16 (%32) preobez, 34 (%68) obez birey katılmıştır. Çalışmaya dahil olan bireylerin 2 aylık takipte kaybettikleri ağırlık, BKİ, bel çevresi, kalça çevresi, yağ yüzdesi ve yağ ağırlık sırasıyla 5.71±2.19 kg, 2.26±0.88 kg/m2, 5,46±3.01 cm, 4,62±2.37 cm, %1.84±1.18, 3.59±1.66 kg’ dır. Araştırmaya katılan bireyler çalışma süresi boyunca en az 4.4 kg, en fazla 6.5 kg ağırlık kaybetmişlerdir. Çalışmaya katılan bireylerin çalışma sonunda uygulanan diyete bağlı olarak kan biyokimyasal parametrelerindeki değişikliklere bakıldığında açlık kan şekerinde ortalama 2.02±7.86mg/dL, hemoglobin değerinde ortalama 0.08±0.56 mg/dL, total kolesterol değerinde ortalama 10.96±16.47 mg/dL, LDL kolesterol değerinde ortalama 7.91±15.46 mg/dL, HDL kolesterol değerinde ortalama 1.86±6.57mg/dL düşüş gözlenmektedir. Bireylerin üç günlük besin tüketim öykülerinden elde edilen enerji, karbonhidrat, protein ve yağ tüketimlerinin birinci, ikinci ve üçüncü tüketim kayıtları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark gözlenmemiştir (p>0.05). Vitamin ve mineral tüketimleri incelendiğinde birinci, ikinci ve üçüncü tüketimleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark gözlenmemiş fakat DRI değerleri ile karşılaştırıldığında A vitamini, B2 vitamini, B6 vitamini, C vitamini, fosfor ve çinko mineralleri tüketimleri istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksek, B1 vitamini, potasyum ve demir mineralleri anlamlı olarak düşük gözlenmiştir (p<0.05). Vücut ağırlık kaybı ile karbonhidrat ilk ve son tüketimleri farkı(r=0,324; p<0,05) arasında pozitif doğrusal ve istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır. Bireylerin posa ilk ve son tüketimi farkı ile HDL kolesterol ilk ve son değeri farkı arasında negatif doğrusal ve istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki vardır (r=-0,320; p<0,05). Bireylerin diyete uyum durumları ile ilk ve son biyokimyasal parametreleri farkı karşılaştırıldığında total kolesterol farkı ve LDL kolesterol farkı istatistiksel açıdan anlamlı farklılık göstermektedir (p<0,05). Çalışma sonunda preobezlerin %68.8’ i vücut ağırlıklarının %5-10’ unu, %31.3’ ü vücut ağırlıklarının %5’ i ve altında, %25.0’ ı %10 ve üstünde vücut ağırlığı kaybetmiş; obez bireylerin ise %76.5’ i vücut ağırlığının %5-10’ u, %23.5’ i %5’ i ve altında, %29.4’ ü %10 ve üstünde vücut ağırlığı kaybetmişlerdir. Bireylerin total kolesterol azalması ortalaması vücut ağırlığının %5-10 kaybeden obezlerde en yüksektir (15.3±16.16 mg/dL), preobezlerde ise %5’ i ve altında vücut ağırlığı kaybeden bireylerdedir (12±0.0 mg/dL’ dir. Bu sonuçlara göre %5-10 vücut ağırlık kaybının preobez ve obez bireylerde kan lipidlerini azaltabileceği söylenebilir. This study was conducted to determine the effects of the body including mass control on anthropometric measurements and some blood parameters on obese individuals. This study was conducted on 50 healthy preobese and obese women aged between 20-45 who consulted the Diet Policlinic of a private hospital in Pendik, Istanbul for the purpose of losing weight between December 2014 and March 2015. An individual demographic characteristics and nutritional information once the threeday food consumption survey and registration form three times to get implemented. The study included 15 (32%) preobese, 34 (68%) obese women whose ages mean 33.10±6.86 years. After a 2-month follow up, the average weight loss, BMI, waist circumference mean, hip circumference mean, fat percentage mean and fat mass average were 5.71±2.19 kg, 2.26±0.88 kg/m2, 5.46±3.01 cm, 4.62±2.37 cm, 184±1.18%, 3.59±1.66 kg respectively. The volunteers particiating in the study lost a minimum of 4.4 kg and maximum of 6.5 kg weight during the study period (2 months). Upon observing the changes in blood biochemical parameters as a result of the diet applied on the participants in the study, an average reduction of 2,02±7.86 mg/dL in starvation blood sugar, 0.08±0.56 mg/dL in hemoglobin value, 10.96±16.47 mg/dL in total cholesterol value, 7.91±15.46 mg/dL in LDL Cholesterol, and 1.86±6.57 mg/dL in HDL Cholesterol was noted. Individuals obtained from a three-day-dietary record energy, carbohydrate, protein and fat consumption between first, second and third consumption records was not observed a statistically significant difference (p>0.05). When analyzed vitamin and mineral consumption in te first, second, and a statistically significant difference was not observed between the third consumption. But compared with DRI values range from vitamin A, vitamin B2, vitamin B6, vitamin C, phosphorus and zinc minerals consumption was significantly higher, vitamin B1, potassium and iron minerals was signicantly lower (p<0.05). There is a positively linear and statistically significant relationship between weight loss and consumption of carbohydrate (r=0.324; p<0.05). There is a statistically significant and negatively linear relationship between HDL cholesterol biochemical parameters and fiber consumption (r=-0.320; p<0.05). Total cholesterol diffference and LDL cholesterol difference values show statistically significant differences (p<0.05) when evaluated according to the compliance of participants to the diet. The difference between the initial and final values of total cholesterol, LDL cholesterol levels and hemoglobin is higher in participants indicating compliance with the diet. At the end of the study preobese 68.8% of the lost weight 5-10% of body weight, 31.3% of the lost weight below 5% of body weight, 25% of the lost weight over 10% of body weight; obese 76.5% of the lost weight 5-10% of body weigt, 23.5% of the lost weight below 5% of body weight, 29.4% of the lost weight over 10% of body weight. According to these results; 5- 10% or more than 10% body weight loss may decrease the blood biochemical parameters in preobese and obese subjects.Item Otozomal dominant polikistik böbrek hastalarında antropometrik ölçümlerin diyet ve böbrek fonksiyonları ile ilişkisi.(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2015) Persil Özkan, Özlem; Tayfur, MuhittinBu çalışmaya, Nisan 2014 ve Temmuz 2014 tarihleri arasında İstanbul Fatih Kamu Hastaneler Birliği Genel Sekreterliği Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi nefroloji polikliniğine başvuran 22’si erkek, 38’i kadın toplam 60 otozomal dominant polikistik böbrek hastası (ODPKBH) alınmıştır. Bu çalışmanın amacı, ODPKBH’da böbrek boyutları büyümesine rağmen hangi antropometrik ölçümlerin kullanılmasının doğru ve faydalı olduğunu, diyetle alınan toplam enerji, karbonhidrat, protein, yağın abdominal yağlanma ve diğer antropometrik ölçümlere (bel çevresi, bel/ kalça oranı, deri kıvrım kalınlıkları) etkisini, antropometrik ölçümlerin böbrek fonksiyonlarıyla ilişkisini araştırmaktır. Çalışmada, hastaların kişisel özellikleri, biyokimyasal bulguları, böbrek volümleri ve fonksiyonları, antropometrik ölçümleri değerlendirilmiştir. MR’la hesaplanan toplam cilt altı yağ ve toplam intraperitoneal yağ altın standart olarak kullanılmıştır. Hastaların enerji ve besin ögeleri alımları 3 günlük besin tüketim kayıdı ile belirlenmiştir. Hastaların ortalama glomerüler filtrasyon hızı (eGFR) 54.8±36.46mL/dk/1.73m2 olarak hesaplanmıştır, ortalama böbrek volümü 1012±776.8mL olarak bulunmuştur. Hastaların vücut ağırlıkları başına günlük aldıkları enerji 25.57±9.32kkal/kg, protein 0.87±0.32g/kg olarak saptanmıştır. Hastaların diyet enerjisinin karbonhidrat, protein ve yağdan gelen yüzdesi sırasıyla ortalama %49±7, %14±2 ve %36±6 olarak bulunmuştur. Yapılan korelasyon analizlerinde toplam böbrek volümü ile en güçlü ilişkiyi bel/kalça oranı (BKO) göstermiştir (r=0.275, p<0.05). BKO ile eGFR düzeyi arasında negatif ilişki (r=-0.359, p<0.05), BKO ile sistolik kanbasıncı (r=0.512, p<0.05) ve kreatinin düzeyi (r=0.361, p<0.05) arasında pozitif ilişki saptanmıştır. Bel çevresi ile eGFRdüzeyi arasında negatif ilişki olduğu (r=-0.271, p<0.05), bel çevresi ile sistolik kan basıncı arasında pozitif ilişki olduğu belirlenmiştir (r=0.312, p<0.05). Beden kütle indeksi (BKİ) ile eGFR düzeyi arasında negatif ilişki olduğu saptanmıştır (r=-0.299, p<0.05). Diyetle alınan yağ yüzdesi ile BKİ (r=0.297, p<0.05), kalça çevresi (r=0.297,p<0.05), üst orta kol çevresi (r=0.371, p<0.05), biseps (r=0.344, p<0.05), triseps (r=0.371, p<0.05), subskapular deri kıvrım kalınlıkları (r=0.282, p<0.05), toplam cilt altı yağ (r=0.347, p<0.05) ve vücut yağ kütlesi (r=0.270, p<0.05) arasında pozitif ilişki saptanmıştır. Böbrek volüm ortanca değeri >743mL olan grubun hastalık süresi, BKO, üre, kreatinin, sistolik kan basıncı ortalamaları ortanca böbrek volümü <743mL olan gruptan daha yüksek bulunmuştur (p<0.05). The study was conducted involving 22 male and 38 female patients, with a mean age of 48.6±11.3 years, who were diagnosed with autosomal dominant polycystic kidney disease ( ADPKD) at Istanbul Fatih Public Hospital Union General Secretary Haseki Training and Research Hospital Nephrology Clinic between May 2014 and July 2014. The 2 aim of this study was respectively to investigate the effects of anthropometric measurements on renal functions and the effects of macronutrient consumption on anthropometric measurements. Patients’ data including personal characteristics, biochemical parameters, anthropometric measurements and kidney volumes by magnetic resonance imaging (MRI). Total visseral adipose tissue (VAT) and total subcutaneous adipose tissue (SAT) of the abdominal compartment by MRI was used as a gold-standart measurement. The nutrients intakes of patients were estimated by the 24-h dietary records obtained on 3 consecutive days. Patients total dietary energy intake was found as 25.57±9.32kcal/kg/day and their total dietary protein intake was found as 0.87±0.32 g/kg/day. Patients’ percentage of energy from carbohydrates was calculated as 49±7%, from protein was 14±2% and from total fat was 36±6%. The mean eGFR was calculated as 56.86±35.3mL/dk and the mean kidney volume was 1012±776.8mL. The mean WC was 97±13cm and mean WHR calculated as 0.9±0.09. Peripheral subcutaneous fat was evaluated by Durnin&Womersley. In the present study WHR was the most crrelated anthropometric measurement with total kidney volume (r=0.275, p<0.05). Increase in WHR was associated with decrease in eGFR (r=-0.359, p<0.05) and increase in systolic blood pressure (r=0.512, p<0.05) and increase in creatinin (r=0.361,p<0.05). WC was negative correlated with eGFR (r=-0.271, p<0.05), correlated with systolic blood pressure (r=0.312, p<0.05). Higher percentage fat content of diet was associated with increase in BMI (r=0.297, p<0.05), hip circumference (r=0.297, p<0.05), SAT (r=0.347, p<0.05), fat mass (r=0.270,p<0.05) that’s calculated by skinfold thicknesses.Item Özel bir sağlıklı beslenme ve diyet danışmanlığı'na başvuran danışanların fonksiyonel besinlere yönelik farkındalığı , bilgi düzeyleri ve tüketim sıklıklarının araştırılması(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2014) Kandıralı, Şebnem; Tayfur, MuhittinBu çalışma Ekim 2013 – Şubat 2014 tarihleri arasında İstanbul ili Üsküdar ilçesinde bulunan özel bir beslenme ve diyet danışmanlığı merkezine başvuran 20-65 yaş arası 70 bireyin (18 Erkek, 52 Kadın) fonksiyonel besinlere yönelik farkındalıklarını, bilgi düzeylerini ve tüketim sıklıklarını saptamak amacı ile yapılmıştır. Araştırmaya katılan tüm bireylere 4 bölüm 32 sorudan oluşan bir anket formu uygulanmıştır. Fonksiyonel besinler hakkında bilgisi olanların oranı oldukça düşüktür. Diyet lifi içeriği artırılmış besinler %72.9 ile en yüksek oranla fonksiyonel besin olarak bilinirken, %20 ile bitki sterolleri ve bitki stanol esterleri içeren modifiye margarin ürünleri en az bilinen fonksiyonel besin olarak çıkmıştır. En fazla kullanılan fonksiyonel besin %100 oran ile somon, en az kullanılan ise %14,3 ile kolesterol düşürücü margarinlerdir. Çalışmaya katılanların ilk 3 sağlık endişesi; %16.2 ile kanser, %15.7 ile ağırlık kontrolü ve %15.2 ile diyet ve beslenme olarak belirtilmiştir. Çalışmaya katılanların fonksiyonel besin kullanmaktaki amacı %74.3 ile sağlıklı ve zinde olmak, sağlığı korumaktır, en az kullanım amacı ise ruhsal durumu geliştirmek olarak verilmiştir. Katılımcıların %77.1‟i fonksiyonel besinler hakkında bilgilendirilirlerse tüketmeyi düşüneceklerini belirtmişlerdir. Fonksiyonel besinlerin varlığından en çok haberdar olunan kaynak %61.4 ile uzman tavsiyesidir. Fonksiyonel besin tüketmeme sebebi olarak %65.7 ile zararlı olduğu düşüncesi gelmektedir. Katılımcıların fonksiyonel besin kullanma sebebi %88.6 ile doktor veya diyetisyen önerisidir. Fonksiyonel besin terimini duyma durumu cinsiyete, eğitim seviyesine, gelir seviyesine göre anlamlı bir şekilde farklılaşmamaktadır. Kadınlardaki fonksiyonel besin bilinirliliği 1,77 ile erkeklere kıyasla daha yüksektir. Erkeklerde ise bilinirlilik skoru 1,66 seviyesindedir. Bilinirlilik kadın ve erkeklere göre farklılık göstermemektedir . Erkeklerdeki fonksiyonel besinin fayda inancı kadınlara göre daha düşük seviyededir. Eğitim seviyesi, aylık gelir ve fonskiyonel besin terimini duyan/duymayan kitle arasındaki fayda inancı istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde farklılaşmamaktadır.