Browsing by Author "Müderrisoğlu, Haldun"
Now showing 1 - 2 of 2
- Results Per Page
- Sort Options
Item Koroner stent uygulanmış hastalarda plazma osteopontin düzeylerinin stent restenozunu öngördürücü gücünün değerlendirilmesi(Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2014) Müderrisoğlu, HaldunGünümüzde stentler, koroner arter hastalığında bir tedavi seçeneği olarak sıklıkla kullanılmaktadır. Stentler koroner arter hastaları için bir umut olmuş fakat kullanımları arttıkça bazı problemler ile karşılaşılmıştır. Bu problemlerin başında restenoz gelmektedir. Düz kas hücresi ve matriksten oluşan neointimal hiperplazi stent içi restenozun başlıca nedenidir. Bir makrofaj kemotaktik molekül olan osteopontin esas olarak kemik yeniden şekillenmesinde, kronik inflamasyonda ve otoimmün hastalıklarda görevli olan, kalsiyum bağlayıcı, fosforile bir glikoproteindir. Aterosklerotik plakların bir komponenti olan osteopontin, özellikle monosit ve makrofaj hücrelerinden daha az olarak da endotel hücrelerinden ve vasküler düz kas hücrelerinden salınmaktadır. Osteopontin düzeylerinin geleneksel risk faktörlerinden bağımsız olarak aterosklerotik plak oluşumuyla anlamlı derecede ilişkili olduğu gösterilmiştir. Neointimal proliferasyona neden olan hücrelerden salındığı gösterilen osteopontinin, stent implantasyonu sonrasında restenozu olan hastalarda serumda daha yüksek düzeylerde saptanabileceği düşünülmüştür. Çalışmamızın amacı bu yolla osteopontinin bir restenoz tahmin göstergesi olabileceğinin gösterilmesidir. Çalışmaya daha önce koroner stent uygulanmış ve kontrol koroner anjiyografi için endikasyonu olan 60’ ı restenoz saptanmayan grupta, 31’ i restenoz saptanan grupta olmak üzere toplam 91 hasta ve kontrol grubu olarak normal koroner arterler saptanmış 60 hasta alındı. Kronik böbrek yetmezliği, karaciğer yetmezliği, ciddi periferik arter hastalığı, bilinen malignitesi veya otoimmün hastalığı olan ve osteoporoz tedavisi almakta olan hastalar çalışma dışı bırakıldı. Çalışmaya alınan hastaların yaş ortalaması 60.8 ± 9.7 yıl olup, 83 (% 54.9)’ ü erkekti. Kontrol koroner anjiyografi için geçen ortalama süre 36.7 ± 35.1 aydı. Osteopontin seviyeleri ELİSA yöntemiyle çalışıldı. Çalışmanın sonucunda üç grup karşılaştırıldğında osteopontin değerleri açısından gruplar arasında istatistiksel açıdan anlamlı fark saptandı (p=0.001). Bu farkın restenoz saptanan grup ile kontrol grubu (p=0.002) ve restenoz saptanmayan grup arasında (p=0.011) anlamlı olduğu görülürken, restenoz saptanmayan grup ile kontrol grubu arasında (p=0.312) anlamlı fark izlenmedi. Osteopontin ile koroner arter hastalığı varlığı karşılaştırıldığında, osteopontin düzeyleri koroner arter hastalığı olan hastalarda anlamlı olarak yüksek bulundu (p=0.008). Klinik risk faktörleri arasında erkeklerde kadınlara göre osteopontin değerleri anlamlı derecede yüksek idi (p=0.005). Yapılan çoklu regresyon analizi ile osteopontin seviyelerinde her 100 pg/ml artışın restenoz gelişiminde 2.9 kat artışla birlikte olduğu saptandı. Restenozun diğer belirleyicileri; işlem sırasında stent içi postdilatasyon yapılması (p=0.001) ve elektrokardiyografide iskemi varlığı (p=0.001) olarak belirlendi. Sonuç olarak osteopontin düzeylerinin restenozu belirlemede bir belirteç olarak kullanılabileceği, ancak tahmin değerinin ve etkilendiği parametrelerin incelenmesi açısından daha geniş çaplı çalışmalara ihtiyaç duyulduğu düşünüldü. Coronary stents are commonly used for treatment of coronary artery disease. Although there are promising improvements in stent technology, uncertainty still exists. Main problem is the inability to predict patients who will develop in-stent restenosis. Neointimal hyperplasia consisting of matrix and smooth muscle cell is a major cause of in-stent restenosis. Osteopontin (OPN), a calcium-binding, phosphorylated glycoprotein and a macrophage chemotactic protein, is originally identified as a mediator associated with bone remodeling, chronic inflammatory and autoimmune diseases and subsequently demonstrated to play an important role in cardiovascular disease development. OPN is a component of human atherosclerotic lesions, mainly secreted from monocyte/macrophages and lesser amounts are secreted from endothelial and vascular smooth muscle cells. Clinically, a significant association between plasma OPN levels and atherosclerotic plaque formation has been demonstrated, independent of traditional risk factors. It was revelaed that cells causing neointimal proliferation releases OPN so it has been considered that higher levels of OPN may be associated with in-stent restenosis. The aim of our study is to evaluate predictive value of serum osteopontin levels for in-stent restenosis. Our study group consists of the 91 patients with previous stent implantation history and has an indication for coronary angiography, 60 of them are in free of restenosis group and 31 of them are in restenosis group and 60 patients with normal coronary angiogram for control group. Patients with known chronic renal disease, severe hepatic disease, severe peripheral artery disease, malignancy, autoimmune disease, and patients receiving osteoporosis treatment were excluded from study. In study group mean age was 60.8 ± 9.7 years, and 83 (54.9 %) of patients were male, mean time passed to control coronary angiography was 36.7 ± 35.1 months. Serum OPN levels were measured by elısa method. We found statistically significant difference of OPN levels between groups (p=0.001). The difference is statistically significant between restenosis group and control group (p=0.002). The difference between restenosis group and free of restenosis group is also statistically significant (p=0.011) but there is no significant difference between control group and free of restenosis group (p=0.312). In comparison with the presence of coronary artery disease and OPN levels, OPN levels are significantly higher in patients with coronary artery disease (p=0.008). When we look at the relationship between clinical risk factors and OPN levels, OPN levels are significantly higher in male patients than female patiens (p=0.005). In multiple regression analysis with every 100 pg / ml increase in OPN level was found to be associated with 2.9-fold increase in development of restenosis. Other determinants found to be associated with restenosis are in-stent postdilatation procedure (p=0.001) and ischeamic changes in electrocardiography (p=0.001). In conclusion, OPN levels can be used as a marker of in-stent restenois but further studies with larger patient populations are required to examine predict if value of OPN and factors that affect OPN levels.Item Metabolik sendromlu hastalarda koroner arter hastalığı İle postprandiyal hipertrigliserideminin ilişkisi(Başken Üniversitesi Tıp Fakültesi, 2005) Atar, İnci Aslı; Müderrisoğlu, HaldunMetabolik sendrom (MS) gittikçe büyüyen bir sağlık sorunudur. Trigliserid (TG) yüksekliğinin koroner arter hastalığı (KAH) ile ilişkisi bir çok çalışmada gösterilmiştir. Açlık düzeylerinden çok postprandiyal TG düzeylerinin KAH açısından risk oluşturduğu düşünülmektedir. Bu çalışmada MS olan hastalarda KAH ile postprandiyal hipertrigliserideminin ilişkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. MS tanısında Erişkin Tedavi Paneli III’ün (ATP III) ve Uluslararası Diyabet Federasyonu’nun (IDF) önerdiği kriterler çalışmaya alınan hastalara ayrı ayrı uygulanarak tanımlar arasındaki farkların çalışma sonuçlarına etkisinin araştırılması da hedeflenmiştir. Bu çalışmaya Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Kardiyoloji polikliniğinde değerlendirilen ve koroner anjiyografi yapılmasına karar verilen 122 hasta dahil edildi. Hastalar MS ve KAH varlığına göre 4 gruba ayrıldı. On iki saat açlık sonrası hastalara 891 kkal, % 60 yağ, % 16.8 protein ve % 23.2 karbohidrattan oluşan bir kahvaltı oral lipid yükleme testi olarak verildi. Açlık, 2., 4., 6. ve 8. saat kan örneklerinde trigliserid (TG) düzeylerine bakıldı. Hastaların ortalama yaşı 59.2 ± 10.4 yıl olup %61.5’i erkekti. Hastaların %40.2’sinde ATP III tanımına göre, %49.2’sinde ise IDF tanımına gore MS saptandı, %41.8’inde KAH tesbit edildi. ATP III ve IDF kriterlerine göre değerlendirildiğinde, MS olan hastaların açlık ve oral lipid yüklemesi sonrası 2, 4, 6 ve 8. saatlerde yapılan ölçümlerinde TG düzeylerinin yüksek olduğu görüldü (p<0.05). KAH olan kişilerde TG düzeyleri KAH olmayanlara göre yüksek olmasına rağmen, bu gruplar arası farkı belirleyen bir faktör değildi. Bu veriler MS olan hastalarda postprandiyal TG düzeylerinin daha fazla yükseldiğini ve daha uzun süre yüksek kaldığını göstermektedir. MS olan hastalarda KAH ile postprandiyal hipertrigliseridemi arasında ise anlamlı bir ilişki saptanmamıştır.