Browsing by Author "Karadağ, Haluk"
Now showing 1 - 8 of 8
- Results Per Page
- Sort Options
Item Artificial intelligence in the context of defense industry: the comparative study on russian and the us national ai strategies(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2022) Khaipnazarova, Milavsha; Karadağ, HalukEvery state has to provide its own security since there is no higher authority to apply in the international system. This upper authority gap constitutes the anarchy of states that tend to solve the perceived problems on their own. In this environment of anarchy, states have made many new initiatives to ensure their safety and to maintain their existence. In the 21st century, with the development of technology, states have increased their investments in the defense industry against the elements that threaten their security. In this study, Russian and American national strategies on AI will be analyzed to determine the potential of Russia in AI-integrated defense industry. The study was limited to analyze AI national strategies of the USA and Russia. Due to the fact that China is an important international actor in the artificial intelligence competition, a general assessment will be made of it, but this will be excluded from the scope of the study. Furthermore, this research gives an overview on the capacity of Russia in AI-integrated defense industry and explains aspirations of Russia to be a leading state in the international arena in this field.Item Avrupa Birliği ekonomi güvenliği: tehdit algısı inşa sürecinde bir kuşak bir yol girişimi(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2022) Demiroğlu, Oğulcan; Karadağ, HalukBu çalışma, Çin’in modern ipek yolu projesi olarak nitelendirilen Bir Kuşak Bir Yol Girişimi’ne karşı Avrupa Birliği’nin yeterli düzeyde aksiyon alıp alamadığını ve literatürde önemli bir kavram olan ekonomi güvenliği kavramı çerçevesinde Girişimin Avrupa Birliği üzerinde tehdit algısı oluşturup oluşturmadığını tartışmaktadır. Çalışmanın ilk bölümünde ekonomi güvenliği kavramı ve neoliberal kuram bağlamında AB ekonomi politiğinin değerlendirilmesi yapılmaktadır. Bölüm iki ve üç çalışmanın ana hedefini oluşturan bölümlerdir. İkinci bölüm, AB ve Çin’in ekonomik ilişkilerine açıklık kazandırılan ve devamında Kuşak-Yol Girişimine odaklanılan bölümdür. Üçüncü bölüm ise Avrupa Birliği’nin, Kuşak-Yol Girişimine karşı tehdit algısı inşa sürecini ortaya koymayı hedefler. Bu bölümde hem bir blok olarak AB’yi ele alırken hem de daha geniş anlamda ayrıntılı bir bakış açısı sunmak için Avrupa Birliği üye ülkeleri farklı gruplara ayrılarak incelenmiştir. Çalışmanın Sonuç kısmında ortaya konulan tüm bulgu ve yorumlar çerçevesinde toparlayıcı ve bütünlük oluşturacak bir tartışma yapılarak “AB’nin Kuşak -Yol Girişimi’ne karşı aldığı önlemler yeterli midir?” sorusuna cevap aranmıştır. Böylece Avrupa Birliği üyesi ülkelerin Birlik ve ulusal çıkarları için ürettiği ekonomik güvenlik politikalarının Bir Kuşak Bir Yol Girişimi’nin tamamlanması durumunda ortaya çıkabilecek olası etkileri karşılamaya yeterli olup olmadığı hususuna açıklık getirilmiştir. This study discusses whether the European Union has taken sufficient action against the One Belt One Road Initiative, also described as China’s modern silk road project, and whether the Initiative creates a threat perception on the European Union within the framework of the important concept of economic security. In the first part of the study, the EU’s political economy is evaluated in the context of the notion of economic security and neoliberal theory. Part two and three comprise study’s main objectives. The second part clarifies the economic relations of the EU and China and focuses on the Belt-Road Initiative. The third part aims to reveal the threat perception process of the European Union against the Belt-Road Initiative. In this part, along with discussing EU as a block, the member nations of the European Union are examined by dividing them into different groups in order to provide a broader, detailed perspective. In the conclusion part of the study, a comprehensive and integrated discussion is made within the framework of all the findings and comments, and the answer to the question “Are the measures taken by the EU against the Belt-Road Initiative sufficient?” is searched for. Thus, it has been clarified that whether the economic security policies produced by the European Union member nations for the union and national interests are sufficient to meet the possible effects that may arise in the event of the completion of the One Belt One Road Initiative.Item Birleşmiş milletler barış gücü operasyonlarında bölgesel örgütlerin hak ihlalleri: Afrika birliği operasyonları(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Karakaya, Ebrar Yağmur; Karadağ, HalukSoğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası sistemin polisi olarak adlandırılan Birleşmiş Milletler’in uluslararası barış ve güvenliği sağlamak ve korumak amacıyla gerçekleştirdiği barış gücü operasyonları uluslararası sistemin revizyon etkileriyle beraber dönüşüme uğramış ve kapsamı genişlemiştir. Soğuk savaş dönemi ve öncesinde daha çok yumuşak diplomasi faaliyeti olan arabuluculuk kapsamında gerçekleştirilen operasyonlar bu dönemden sonra gerekli görülen durumlarda zorlayıcı eylemleri de içermeye başlamıştır. Bu değişim ve dönüşümde etkili olan temel unsurların başında özellikle Afrika gibi sömürge devletlerini bünyesinde barındıran kıtalarda yaşanan iç savaş ve çatışmalar gelmektedir. Hiç kuşkusuz yaşanan iç savaş ve çatışmaların en büyük etkisi birey üzerinde olmaktadır. Bölgesel düzeyde başlayan şiddetin ulus aşan bir hal alması uluslararası barış ve güvenliğin sağlanmasında en büyük engeldir. Bu engelin kaldırılması, dünya barışının sağlanması ve insan haklarının korunması misyonlarına sahip olan Birleşmiş Milletler, Afrika bölgesinde Afrika Birliği ile işbirliği yaparak bölgede aktif rol olmaktadır. BM- AfB iş birliğinde gerçekleşen ve BM bünyesinde “mavi bereliler” olarak adlandırılan barış gücü askerlerinin sığınma kamplarındaki kadın ve kız çocuklarına cinsel şiddet ve sömürü uygulaması uluslararası sistemin üzerinde ciddiyetle durması gereken bir konudur. İç savaş ve çatışmaların yoğun olarak yaşandığı ve bünyesinde birçok insan hak ihlalini barından Somali, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ nde çok ciddi cinsel şiddet ve istismar vakaları yer almaktadır. Birleşmiş Milletler ordusunun olmayışı ve dolayısıyla Afrika Birliği ve Afrika Birliği üye devletlerinin askerlerinden yararlanan Birleşmiş Milletler hakkındaki bu iddialar BM’ye zarar vermekte ve uluslararası sistemdeki imajını zedelemektedir. The peacekeeping operations carried out by the United Nations, which is called the police of the international system in the post-Cold War period, to ensure and protect international peace and security, have been transformed and expanded in scope with the revision effects of the international system. Operations carried out within the scope of mediation, which was mostly a soft diplomacy activity during and before the Cold War, started to include coercive actions when deemed necessary after this period. At the beginning of the main factors that are effective in this change and transformation are the civil wars and conflicts experienced especially in the continents that include colonial states such as Africa. Undoubtedly, the biggest impact of civil wars and conflicts is on the individual. Transnational violence, which started at the regional level, is the biggest obstacle to ensuring international peace and security. The United Nations, which has the mission of removing this obstacle, ensuring world peace and protecting human rights, takes an active role in the African region by cooperating with the African Union. The sexual violence and exploitation of women and girls in the refugee camps by peacekeepers, who are called “blue berets” within the UN-AfB cooperation, is an issue that should be seriously emphasized by the international system. There are very serious cases of sexual violence and abuse in Somalia, the Central African Republic and the Democratic Republic of Congo, where civil wars and conflicts are intense and where many human rights violations are experienced. These allegations about the United Nations, which benefit from the absence of the United Nations army and therefore the soldiers of the African Union and African Union member states, harm the UN and tarnish its image in the international system.Item Devlet inşasında kalpleri ve zihinleri kazanmak: NATO-Afganistan örneği(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2023) Parlak, Emre; Karadağ, HalukII.Dünya Savaşı’nın ardından Almanya, Ruanda, Bosna ve Afganistan gibi çeşitli nedenlerleuluslararası sisteme tekrar dâhil olabilmek için yönetimsel ya da ekonomik fonksiyonlarını yürütemeyen bölgelerde dış müdahalelerle devlet inşası faaliyetleri yürütülmeye başlanmıştır. Devlet inşasında temel amaç inşa edilen devletin dış müdahale sona erdikten sonra da uluslararası sisteme entegrasyonunun sorunsuz şekilde sürdürülebilmesidir. Devlet inşası müdahaleleri çoğunlukla batılı devletlerce yürütülmektedir. Müdahalede bulunan gruplar, bildikleri batılı demokratik kurumları tanımadıkları toplumlara kabul ettirmeye çalışmaktadır. Ancak her devlet demokratik yönetimi kabul etmemektedir. Tarihten gelen yönetim anlayışlarına körü körüne bağlı toplumlar da bulunmaktadır. Hatta ulus devlet olamamış toplumlarda da devlet inşasına ihtiyaç duyulduğu durumlar yaşanmaktadır. Bazı toplumlar devletin otoritesinden bağımsız bir şekilde bölgesel, kabilesel ya da feodal yapılar şeklinde yönetilmektedir. Bu nedenle, devlet inşası çalışmalarında toplumun ortak beklentilerinin belirlenerek tüm toplumun beklentilerini karşılayacak bir yöntem uygulamak önemlidir. Kısacası topluma ulaşılarak kalplerinin ve zihinlerinin kazanılması kilit bir rol oynamaktadır. Burada belirtilen “kalpler”, müdahaleye karşı oluşabilecek isyanlara karşı çıkmanın toplumun faydasına olduğunu; “zihinler” ise müdahil güçlerin toplumu korumayı amaçladığını açıklamaktadır. Toplum tarafından bu iki olgu yeterince kabullenildiğinde, müdahaleye karşı direniş yerine destek verme eğilimi oluşmaktadır. Afganistan’a uluslararası müdahale de bu minvalde liberal bir müdahale olarak gerçekleşmiştir. Askeri ve sivil tüm unsurlar toplumun kalplerini ve zihinlerini kazanmak üzerine kurulan bir strateji ile liberal bir devlet inşası amacına yönlendirilmiştir. 11 Eylül 2001 tarihinde ABD’ye yönelik terör saldırılarının ardından ilk defa NATO Anlaşmasının 5’inci maddesi yürürlüğe konmuş ve saldırıları Taliban yönetiminin ev sahipliğinde Afganistan’da kamplaşan El Kaide’nin üstlenmesi üzerine Afganistan’a uluslararası bir müdahale başlatılmıştır. Taliban’ın yönetimden çekilmesinin ardından Bonn Konferansı’yla geçici yönetim kurulmuş, bu yönetimin desteklenmesi ve ülke inşasının sağlanması için Uluslararası Güvenlik Desteği Gücü (International Security Assistance Force-ISAF) oluşturulmuş ve 2003 yılında BMGK’nın 1510 Sayılı Kararı ile ISAF sorumluluğu NATO’ya devredilmiştir. ISAF sorumluluğunun devredilmesi sonucunda NATO, Taliban ve El Kaideyle mücadelenin yanında yeni kurulan yönetimin desteklenmesi ve tüm ülkede otoritesinin tesis edilmesine, ülkedeki sosyal reformların tesisine, kalkındırma faaliyetlerinin yürütülmesine ve Afgan güvenlik güçlerinin yetiştirilmesine öncülük etmeye başlamış ve müdahale 20 yıl sürmüştür. Ancak tüm bu çabalara rağmen yeni yönetim tüm ülkede egemenlik sağlayamamış, Taliban’a karşı bir üstünlük kurulamamış ve NATO güçlerinin ülkeden ayrılmasının ardından Afganistan devlet yönetiminden eğitime, insan haklarından ekonomiye ulaşılan seviyesini koruyamamış ve tekrar başarısız bir devlet konumuna düşmüştür. Bu durumun bir nedeni de NATO’nun Afganistan’da sorumluluğunu üstlendiği devlet inşası faaliyetlerinin Afgan toplumu tarafından tam olarak kabul görmemesi ve Taliban’ın bu durumdan faydalanması olmuştur. After World War II, in regions such as Germany, Rwanda, Bosnia and Afghanistan, where there was a lack of administrative or economic functions to be reintegrated into the international system for numerous reasons, foreign interventions to implement state-building activities began. The main purpose of state-building is to ensure that the integration of the constructed state into the international system can continue after the intervention. Interventions in state-building are mostly conducted by western states. The intervening groups try to impose the western democratic institutions they know on the societies they do not recognize. However, not every state accepts the western democratic governance. There are also societies that are committed to their historical management concepts. Some societies may be governed as regional, tribal, or feudal structures independent of the authority of the central government. For this reason, it is important first to determine the common expectations of the target society in the state building works, then to apply a suitable method that meets the expectations of the whole society. In short, reaching out to society and winning their hearts and minds plays a key role. The "hearts" mentioned here states that it is in the interest of society to oppose any rebellion against interference; "minds" explains that the aim of the forces involved is to protect the society. When these two phenomena are sufficiently accepted by the society, there is a tendency to support intervention instead of resistance. In this regard, the international intervention in Afghanistan has also taken place as a liberal intervention. All elements, military and civilian, have been directed towards the goal of building a liberal state with a strategy based on winning the hearts and minds of society. On September 11, 2001, Article 5 of the NATO Treaty was put into effect for the first time after the terrorist attacks against the United States, and an international intervention was launched in Afghanistan upon the responsibility of Al Qaeda, which was camped in Afghanistan under the hosting of the Taliban administration. Following the withdrawal of the Taliban, an interim administration was established with the Bonn Conference, the International Security Assistance Force (ISAF) was established to support this administration and ensure the construction of the country, and in 2003, the UNSC Resolution 1510 transferred the responsibility of ISAF to NATO. As a result of the transfer of responsibility, NATO began to support the newly established administration and establish its authority throughout the country, to establish social reforms in the country, to conduct development activities and to train Afghan security forces, in addition to fighting the Taliban and al-Qaeda. The intervention lasted for 20 years. However, despite all these efforts, the new administration could not establish authority over the whole country and could not establish an advantage over the Taliban. Consequently, after the departure of NATO forces, Afghanistan could not sustain the level of state administration from state administration to education, human rights to economy, and became a failed state again. One reason for this is that the state-building activities for which NATO assumed responsibility in Afghanistan have not been fully accepted by the Afghan community and the Taliban have taken advantage of this situation.Item Güvenlikleştirme perspektifinden bir inceleme: Irak’ta Haşdi Şaabi yapılanması(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2021) Ummuhan, Merve Sevim; Karadağ, HalukBu çalışma güvenlikleştirme kavramı üzerinden Irak’ta Haşdi Şaabi yapılanması incelenerek kavramın yapılanma üzerindeki doğruluğunu ortaya koymaya çalışmıştır. Ülkede özellikle 2003 yılı sonrasında yaşanan değişimleri devletin inşası teorisiyle birleştirerek anlatan bir çalışmadır. Devletin inşası sürecinde meydana gelen otorite boşluğundan faydalanan devlet dışı silahlı örgütlerin doğuşundan Haşdi Şaabi yapılanmasının oluşumuna kadar geçen süreçte ülkenin güvenlik meselelerinden bahsederken aynı zamanda ülke hakkında siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel olgulara da değinilmiştir. Çalışma tarihsel ve coğrafi olarak desteklenmesi gerektiğinden Irak’ın modern tarihi ve coğrafi yapısı anlatılmıştır. Bu sayede farklı kimliklerin oluşumu ve gelişimi daha iyi anlaşılır hale gelmiştir. Bu araştırma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde kuramsal ve kavramsal çerçeve verilmiştir. İnşacılık ve güvenlikleştirme arasındaki bağ kurulmuştur. Bu kapsamda inşacı kuramın tanımının yanı sıra devletin inşası üzerinden güvenlik paradigması anlatılmıştır. Güvenlikle ilgili kuramların incelenmesinden sonra Kopenhag Okulu’na değinilerek, çalışmanın ana teorisi olan güvenlikleştirme anlatılmıştır. İkinci bölüm, Irak devletinin coğrafi, demografik ve tarihi verilerinin bulunduğu kısımdır. Ayrıca bahsi geçen verilerin ışığında Haşdi Şaabi yapılanmasının öncesi ve ortaya çıkışı aktarılmıştır. Son bölüm olan üçüncü bölümde ise, Irak devletinin güvenlik sorunları zamansal sıralamada verilmiş, devlet dışı silahlı örgütlere değinilmiş ve Haşdi Şaabi yapılanmasının Irak’ta güvenlikleştirilmesi gereken bir unsur olduğu yapılanmanın detayları, küresel ve tarihsel örnekleriyle anlatılmıştır. This study has tried to reveal the accuracy of the concept on structuring by examining the Hashd al-Shaabi structuring in Iraq through the concept of securitization. It is a study that explains the changes in the country, especially after 2003, by combining it with the theory of state construction. While talking about the security issues of the country in the process from the birth of non-state armed organizations that benefited from the authority vacuum that occurred during the construction of the state to the formation of the Hashd al- Shaabi organization, political, economic, social and cultural facts about the country were also mentioned. Since the study should be supported historically and geographically, the modern history and geographical structure of Iraq has been explained. In this way, the formation and development of different identities has become better understood. This research consists of three parts. In the first chapter, the theoretical and conceptual framework is given. The link between constructivism and securitization has been established. In this context, besides the definition of the constructivist theory, the security paradigm is explained through the construction of the state. After examining the theories related to security, the Copenhagen School is mentioned and securitization, which is the main theory of the study, is explained. The second part is the part that contains the geographical, demographic and historical data of the Iraqi state. In addition, in the light of the aforementioned data, the pre- and emergence of the Hashd al-Shaabi structuring is explained. In the third chapter, which is the last chapter, the security problems of the Iraqi state are given in chronological order, non-state armed organizations are mentioned, and the details of the structuring, in which the Hashd al-Shaabi organization is an element that needs to be securitized in Iraq, are explained with global and historical examples.Item Jeopolitik bir entite olarak K.K.T.C.’nin Türkiye’nin ekonomik güvenliğine etkileri(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2022) Bal, Altuğ Gürkan; Karadağ, HalukKıbrıs meselesi 1955 yılından bugüne Türk dış politikasının en önemli konuları arasında yer almaktadır. Kıbrıs meselesi tahlil edilirken öncelikle uluslararası sistemdeki güç dağılımındaki değişim tespit edilmelidir. Dünya düzeni 2008 yılından sonra çok kutuplu bir yapıya dönüşmektedir. Çok-kutuplu dünya düzeni neo-realist bir perspektifle devletleri uluslararası ilişkilerde ana aktör olarak ön plana çıkararak güç merkezli politikaların egemen olmasına sebebiyet vermektedir. Bu durum, orta büyüklükte bir devlet olan Türkiye’nin bölgesinde daha aktif bir dış politika izlemesine imkân vermektedir. Türkiye’nin ekonomik güvenliğinin sağlanmasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (K.K.T.C.) jeopolitik bir entite olarak stratejik bir öneme haizdir. K.K.T.C.’nin varlığı, Doğu Akdeniz hidrokarbon kaynakları üzerindeki egemenlik çatışmasında coğrafi konumu sebebi ile Türkiye’nin ekonomik olarak ihtiyaç duyduğu enerji kaynakları üzerinde hak sahibi olmasına imkân tanımaktadır. Bunun yanı sıra, K.K.T.C.’nin varlığı ve Ada’da Türk askeri gücü, Türkiye’ye alternatif enerji nakil projelerinin gerçekleşmesini engelleyerek, Türkiye’nin enerji merkezi olma politikasını desteklemektedir. Türkiye’nin uluslararası enerji politikası çerçevesinde İskenderun Körfezi kritik öneme sahip bir coğrafi kesimdir. Aynı zamanda dış ticaretinin %60’ını deniz yolu ile yapan Türkiye’nin en önemli ihracat limanları Mersin ve İskenderun Limanlarıdır. Deniz jeopolitiğinin temel prensipleri olan deniz ticaret ve enerji iletim hatlarının korunmasında Türkiye için K.K.T.C.’nin varlığı stratejik önemdedir. Türkiye’nin en önemli gelir kaynaklarından biri olan turizm sektörünün merkezlerinden biri Antalya’dır. Antalya Körfezi’nin askeri güvenliği Türkiye’nin turizm sektöründen ekonomik kazanım elde etmesi için vazgeçilmezdir. Antalya Körfezi’nin güvenliği için de K.K.T.C.’nin varlığı stratejik öneme sahiptir. Türkiye’nin kurulu elektrik gücünün yaklaşık %20’si ve yapımı devam eden Akkuyu Nükleer Reaktörü Kıbrıs coğrafyasına çok yakın bir mesafededir. Kıbrıs’ta K.K.T.C.’nin varlığını ortadan kaldıracak siyasi bir değişim Türkiye’nin askeri güvenliğini doğrudan tehdit edecek ve Türkiye’nin güney sınırları saldırıya açık hale gelecektir. Bu durum sadece Türkiye’nin genel güvenliğine değil, muhtelif yönlerden ekonomik alt yapısının önemli bir kısmını da barındıran güney coğrafyasının tehdit altına girmesinden dolayı ekonomik güvenliğini de doğrudan etkileyecektir. Bu sebeplerden dolayı, Kıbrıs’ın Türkiye’nin ekonomik güvenliğine etkisinin temel taşı K.K.T.C.’nin varlığıdır. Cyprus issue has a pivotal role in the Turkish foreign policy issues since 1955. Before analyzing Cyprus issue, change of power distribution in international system should be examined at first glance. World order has been changing in a multipolar structure since 2008. Multipolar world order with a neorealistic perspective causes domination of power politics by featuring states as main actors in international relations. This situation allows Türkiye to implement a more active foreign policy as a middle size state. Turkish Republic Of Northern Cyprus (TRNC) has a strategic importance as a geopolitical entity for providing economic security of Türkiye. In the conflict of East-Mediterranean hydrocarbon reserves, because of its geographic location, TRNC, allows Türkiye eligible for energy reserves which is economically vital for Türkiye. Besides this, TRNC and Turkish military presence on the island support Türkiye’s energy-hub policy by preventing energy supply lines alternative to Türkiye route. İskenderun Bay is a geographical zone which has a vital a role in the framework of Türkiye’s international energy policy. Moreover, Mersin and İskenderun Ports have a critical role in Türkiye’s foreign trade approximately %60 of which is realized in sea lanes. TRNC has also a vital role for Türkiye in protecting sea trade and energy transport lines which are the basic parameters of sea geopolitics. One of the centers of tourism industry which is vital for Turkish economy in Türkiye is Antalya province. Security of Antalya Bay is irrevocable for Türkiye to gain economic revenue from tourism industry. To secure Antalya Bay in a military perspective, TRNC has a strategic importance as well. Approximately %20 of Türkiye’s installed capacity and ongoing Akkuyu Nuclear Reactor are located very near distance of Cyprus geography. A political change which causes disappearance of TRNC in Cyprus will directly threat Türkiye’s security and southern coasts of Türkiye become vulnerable to an amphibious assault. This situation not only effects on Türkiye’s general security condition but also directly effects on Türkiye’s economic security by threatening the southern coasts of Türkiye in many respects which contains an important part of Turkish economic infrastructure. As a result, the milestone of Turkish economic security in Cyprus is keeping the geopolitical entity of TRNC under shelter.Item Neorealist teori bağlamında çin dış politika stratejilerinin değerlendirmesi(Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2021) Doğanlar, M. Enes; Karadağ, HalukBu çalışma Çin’in yükselişiyle birlikte güç ağırlık merkezinin Batı’dan Doğu’ya kayması sonrasında Çin dış politikasına hangi yapısal unsurların rehberlik ettiğini ve Çin’in büyük güç statüsüne yeniden nasıl kavuştuğunu anlamlandırmak için Çin’in imparatorluk döneminin geleneksel stratejilerinden, bugünün modern stratejilerini Neorealist bakış açısıyla incelemektedir. Çalışmada Çin dış politika stratejilerinin ben-merkeziyetçi “Orta Krallık” anlayışına yeniden ulaşma ve “Yüzyıllık Aşağılanma” dönemini yeniden yaşamamak için uluslararası sistemin şartları ve yarattığı tehlike unsurlarına göre devamlılık ve değişimler gösterdiği ortaya konmuştur. Özellikle çok kutuplu sistem içerisinde büyük güçlerin bekalarını sağlamak ve bölgesel hegemonyalarını tesis etmeleri için göreceli güçlerini maksimize etme peşinde koştukları bir dünya düzeninde, materyal gücünü artıran Çin’in Xi Jinping dönemiyle birlikte daha proaktif, iddialı ve saldırgan politikalar izlediği ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda süreklilik arzeden ve dönüşen Çin büyük stratejisi ortaya konduktan sonra; Çin’in Afrika özelinde uyguladığı kredi tuzağı diplomasisi, Tek Çin Politikası, tarihsel rekabetin Çin-Japonya ilişkilerine etkileri, Güney Çin Denizi’ndeki egemenlik iddiaları, Tibet ve Hong Kong Meseleleri, Doğu Türkistan’daki asimilasyon politikaları tezin temel problematiği olan “Çin’in dış politikasında saldırgan realist bir anlayış takip ettiği” anlayışına referansla incelenmiştir. This study examines from the traditional strategies of the Chinese Imperial era to today’s modern strategies with the framework of Neorealism to understand which structural elements guided China’s foreign policy after the center of power shifted from West to East with rise of China and how China regained its great power status. In this study, it has been demonstrated that Chinese foreign policy strategies have shown continuity and changes according to the conditions of the international system and dangers that it poses in order to reach the self-centered Middle Kingdom understanding and not to experience the Century of Humiliation once again. In a multipolar system, where the great powers seek to maximize their relative power in order to ensure their survival and establish their hegemony, it has been tried to implement that China which increased its material power followed more proactive, assertive and aggressive policies under the rule of Xi Jinping. In this context, after the implementation of continuity and changes of China’s grand strategy; it has been examined China’s debt trap diplomacy in Africa, One China Policy, the effects of historical competition on China- Japan relations, sovereignty claims in South China Sea, Tibet and Hong Kong issues and reason of assimilation policies in East Turkistan with the reference of “China follows offensive realist understanding in its foreign policy.”Item Nuclear wıll of north korea: An Exceptıonal case of deterrence strategy(Başkent Üniversitesi Avrupa Birliği ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü, 2018) Koçtaş, Görkem; Karadağ, HalukAs being state who gained the most attention from all over the world, North Korea has been one of the unique countries which international system has ever seen. With her sole and unparalleled Juche regime which emphasizes on government’s self-reliance policy and unpredictable leaders, North Korea has not ceased her dedication to develop nuclear weapons. Since her establishment in 1950 with Korea War and also with 38th Parallel, Democratic People’s Republic of Korea have been trying to enhance her military, economy, industry and also mass weapons of destruction programme. With Union of Soviet Socialist Republics assistance, North Korea was able to start her Nuclear Weapon programme by saying that it was for peaceful uses in 1980. However, her abrupt development and receiving aid from the Soviet Union disturbed USA and European countries. Therefore, North Korea signed Treaty on the Non-Proliferation of Nuclear Weapons in 1993 but she said that she withdrew from the agreement which led first North Korea Nuclear crisis to break out. Although USSR(Union of Soviet Socialist Republics) was collapsed in 1991, North Korea has not left her devotion to nuclear weapons. With her new leader, Kim Jong Un who took power from his father’s abrupt death in 2011, have been aggressive for developing and testing mass weapons of destruction. Since 2009, North Korea made her first missile test in 2012 which was done successfully. Thus, North Korea has become a serious threat which could cause a major effect with her missiles in the international area. North Korea’s possession of nuclear weapons gives concern to her neighbours and also USA who she designated as her archenemy. With President Donald Trump’s inauguration and his words of “ bring Fire and Fury” to Northern part of Korean peninsula, made two state’s relationship to be conflicted. However, relations of USA and North Korea have been strained ever since. DPRK(Democratic People’s Republic of Korea) knows that USSR possessed mass weapons of destruction and used them as deterrent strategy. And she challenged the USA with those weapons. Thus, North Korea, with her nuclear power, she is able to maintain her unique Juche regime as well as her politics both inside and outside without any state especially USA to interfere. Therefore, by using nuclear weapons programme as a deterrence strategy, North Korea have been advancing in her programme and continuing to challenge USA and other states with her mass weapons of destruction. Under the question of why North Korea is willing to develop and possess nuclear weapons and in order to answer and defend thesis question, case study approach is used which approaches a problem with different angles. As the thesis qualitative one, two results were reached. The first result for North Korea’s and the second result for other state’s. For the first result, it is indicated that North Korea is aware of her unique and unparalleled regime and therefore, in order to avoid USA and also other states to interfere her politics and destroy her regime, she uses nuclear weapons a deterrence tool. Accordingly, North Korea needs mass weapons of destruction in order to support her regime, economy and future of her country. For the second result, all of the states have their reasons for North Korea in terms of mass weapons of destruction. However, they all compromise on one thing: They do not want North Korea to be threat to whole world. In addition, they are against proliferation of nuclear weapons. Because in the past, Second World War set an example of a nuclear war which could only bring chaos, millions of casualties. Therefore, states are against North Korea’s ambition to develop mass weapons of destruction. Although they are trying to stop her with sanctions by the United Nations, North Korea does not seem to give up her nuclear weapons yet. Dünyanın en fazla ilgi gören devletlerin biri olan Kuzey Kore, uluslararası sistemin tanık olduğu eşsiz ülkelerden biri olmuştur. Benzersiz Juche rejimi ve eşsiz liderleri ile, Kuzey Kore nükleer silah geliştirme konusundaki kararlılığını hala devam ettirmektedir. 1950'de Kore Savaşı ve 38. Paralel ile kuruluşundan bu yana, Kuzey Kore askeri alandaki kitle imha silahlarını geliştirmeye çalışmaktadır. SSCB’nin yardımı ile Kuzey Kore, Nükleer silah programını 1980'de barışçıl kullanımlar için olduğunu söyleyerek başlatabilmiş ancak, almış olduğu söz konusu yardım ABD ve Avrupa ülkelerini rahatsız etmiştir. Bu nedenle Kuzey Kore 1993 yılında Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması'nı imzalamaya zorlanmış, daha sonra anlaşmadan çekildiğini söylemiştir. Her ne kadar 1991'de SSCB çökmüş olsa da, Kuzey Kore nükleer silahlara olan bağlılığını bırakmamıştır. 2011'de babasının ani ölümü yüzünden liderliği devralan yeni lider, Kim Jong Un, kitle imha silahlarını geliştirmek ve test etmek konusunda babasından ve büyükbabasından daha saldırgan bir politika takip etmiştir. Kuzey Kore, 2009 füze testlerinden bu yana, 2012’de füze denemesini başarıyla tamamlamıştır. Böylece, Kuzey Kore , uluslararası sistemin önünde, nükleer füzeleri ile devletler için büyük tehdit haline gelmiştir. Kuzey Kore’nin baş düşmanlarından biri olarak saydığı ABD de, Kuzey Kore’nin nükleer güce sahip olmamasını isteyen ülkelerdendir. Donald Trump’ın ABD başkan olmasıyla ve Kore yarımadasının Kuzey kısmına “ateş ve öfke sözleriyle, iki devletin ilişkileri daha da kötüleşmiştir. Ancak, her iki ülkenin ilişkileri gerginleşse de , Kuzey Kore, kitlesel imha silahlarını ABD ve müttefiklerine caydırıcı bir etken olarak kullanmaya devam etmektedir. Kuzey Kore, zamanında SSCB'nin nükleer silahlara sahip olduğunu ve bu füzelerle ABD'ye meydan okuduğunu ve hatta bunları bir caydırıcı etki olarak kullandığını bilmektedir. Nükleer silah programını caydırıcı bir strateji olarak kullanan Kuzey Kore, kitlesel imha silahlarını geliştirmeye ve ABD ve diğer devletlere de kafa tutmaya devam etmektedir. Kuzey Kore, nükleer füzelerinin verdiği caydırıcılık avantajı ile diğer ülkeleri özellikle ABD’yi kendi iç ve dış politikasından uzak tutabilmeyi başarmıştır. Kuzey Kore neden Nükleer silahlanmayı geliştirmek ve sahip olmak istiyor soru altında, Vaka çalışması yaklaşımını kullanarak sorumu cevaplamaya çalıştım. Vaka çalışması yaklaşımı, bir problemi farklı açılardan inceler ve bu tez de nitel bir tez olduğu için bu tekniğin uygun olduğu düşünülmüştür. Tezde iki sonuca ulaşılmıştır: İlk sonuç Kuzey Kore için, ikinci sonuç ise diğer devletler içindir. İlk sonuçta, Kuzey Kore’nin, eşsiz ve rakipsiz rejimin farkında olduğu ve herhangi bir müdahaleyi, özellikle ABD ve diğer devleti engelleyebilmek için nükleer silahlarını caydırıcılık aracı olarak kullandığı noktasına ulaşılmıştır. Bu yüzden de Kuzey Kore’nin, rejimi, ekonomisi ve geleceği için nükleer güce ihtiyacı vardır. İkinci sonuç için ise, bütün devletlerin nükleer silahlanma hakkında Kuzey Kore karşı nedenleri olduğu belirtilebilir. Lakin, bütün devletlerin ortak bir görüşü var: Kuzey Kore dünyaya bir tehdit olmamalı ve nükleer gücü yayılmamalı. Çünkü İkinci Dünya Savaşı, nükleer savaşın sadece kaos, milyonlarca ölüm getirmesine örnek teşkil etmiştir. Bu yüzden, devletler Kuzey Kore’nin kitlesel imha silahlarını geliştirme ve sahip olma hırsına karşı çıkmaktadırlar. Birleşmiş Milletler tarafından uygulanan yaptırımlarla Kuzey Kore durdurulmaya çalışılmaktadır, ama Kuzey Kore, nükleer silahlanmayı bırakacak gibi de gözükmemektedir.